Yeni Üyelik
35.
Bölüm

XXXV. SUKÛTUHAYAL - 1

@miraclesea

Ocak 2012

İnci’nin okul kapısından çıktığını görünce Derin’in kalbi doludizgin atmaya başladı. Onu ilk gördüğü gün gibiydi. Sanırsın, 2009’un sonbaharında Mimar Sinan’ın kapısından çıkıyordu. Derin ona koşup sıkıca sarılmamak için aynı o ilk günde olduğu gibi kendini zor tutuyordu. Onu görmeyeli tam tamına iki ay on gün olmuştu. Hayalinden bir an olsun ayrılmamış olsa bile gerçeği çok uzaklara gitmişti. Gerçi Derin de kendinden çok uzaklardaydı bu süre içinde. Kendinden en uzak mesafeye gitmek istemiş, hatta kesin olacak yollarla denemiş olsa bile başarılı olamamış ve kendisine dönmek zorunda kalmıştı. İç çekti. İnci ya da oğlu yokken kendisinin de bir anlamı yoktu. Varlığının ne önemi kalmıştı ki? Yine bir ailesi yoktu. Yine ailesi terk etmişti onu. Derin karanlık ruhunun denizlerinde boğulurken biraz önünde yanındaki kadına gülen İnci’nin sesiyle yine mevcut ana döndü. Onun gülüşüyle içi öyle bir mutlulukla dolmuştu ki istemsiz birkaç adım bile attı ona doğru. Sonrasında hemen durdu çünkü sevdiği kadını çok iyi tanıyordu. Kendisini görürse durmayacaktı ve hayallerini tekrar yıkmak pahasına kaçacaktı. Onu bir daha kaybederse bulamayabilirdi. Bir kere şansı yaver gitmişti ve İnci’nin babası ona inanmıştı. Böylelikle İnci’nin nerede yaşadığını öğrenmişti. Bu şansı tekrar kazanabilecek kadar talihli biri değildi. Onu görebiliyor olmanın mutluluğuyla yetinmesi gerekiyordu.

Gün geçtikçe Derin için İnci’yi izlemek hava su gibi bir ihtiyaca dönüştü. Yaptığı tek şey okulun yan tarafında yer alan banklara oturup onun okula giriş ve çıkış anlarında önünden geçişini izlemekti. Bazen öğlen aralarında yanındaki banklara oturuyor, arkadaşlarıyla gülüşüp sandviçlerini yiyorlardı. Derin havadan yana şanslıydı. Hava buz gibi olduğu için kaşkolu ile yüzünü sadece gözleri kalacak şekilde sardığında kimse ona garip bakmıyordu. Böylelikle karısına dilediğince bakabiliyordu. Yine böyle günlerden birinde İnci okula kucağında Derin’in anlamlandıramadığı bir şeyle geldi. Öyle ki Derin ne olduğunu anlamak için ona yaklaşmayı bile göze almıştı. Bu pek kolay olmamıştı. Kapüşonu kafasına çekip kulaklıkları kulağına taktı. New York’ta koşan adam numarası her zaman tutardı. Derin bu numarayla İnci’ye birkaç kez yaklaşma imkânı bile bulmuştu. Hızlı bir tavırla onun arkasına geçti. Hafif bir hızda koşmaya başladı. Sonrasında onun hafif omzuna çarparak kucağında taşıdığı şeye baktı. Gördüğü anda ise ne yapacağını bilemedi. Çünkü İnci’nin kucağında bir bebek vardı. Duraksadığını neyse ki fark etmedi. Çünkü o da bir anlığına donmuş gibiydi. Derin olabildiğince kendini toparladı ve boğuk bir sesle ingilizce bir özür kelimesi söyledikten sonra koşmaya devam etti. Caddenin köşesine gidene kadar da durmadı. Köşeyi döndüğü gibiyse cam duvara yaslandı. Ayakları artık onu taşıyamıyormuş gibi titremeye başladı ve Derin yere çöktü. İnci’nin kucağındaki bebeği düşünüyordu. Reddedemeyeceği acı gerçeği kabullenmeden önce birbirinden saçma olasılıklar arasında gitti geldi. Evlat edindiğini, bakıcılık yaptığını, hocasının veya arkadaşlarından birinin çocuğu olduğunu düşündü. Sonra bu mantıksız dayanağı olmayan hipotezlerini bir bir eledi ve elindeki acımasız gerçekle kalakaldı. İnci’si, onun biricik İnci’si, ona en inanamadığı şeyi yapmış ve yalan söylemişti. Bu İnci’nin kendisine söylediği ilk ve tek yalandı. Aynı zamanda Derin’in görüp görebileceği en acımasız yalandı. Derin hissettiği acıyla nefes alamıyordu. Birkaç kişi geçerken ona bakmış, hatta içlerinden bazıları yanına gelip iyi olup olmadığını sormuşlardı. Derin onları geçiştirmişti. Neyse ki bir süre sonra ayaklarına tekrar güç geldi ve ayağa kalkabildi. Zorlukla yürüyüp kendini bir taksiye sonrasındaysa otele attı. Menajerinin zoruyla gittiği psikiyatristin kendisine verdiği sakinleştiricilerden yuttuktan sonra bir süre sonra telefona sarıldı. İnci’nin babası Salih Bey’i aradı. Telefon ikinci çalışta açıldı.

“Derin?” dedi Salih Bey sakin bir ses tonuyla.

“Baba…” diye başladı acı bir sesle ama devamını getiremedi. Salih Bey bu acı ses tonundan her şeyi anlamıştı.

“Gördün demek.” dedi iç çekerek.

“Baba, bana nasıl söylemezsin? Oğlum yaşıyor. Benim oğlum yaşıyor.” dedi kırık dökük bir sesle.

“Bilemedim, Derin. Söyleyemedim. Kendine bir şey yaparsın diye korktum ya da…” dedi zorlukla ama o da devamını getiremedi.

“Ya da ne, baba? İnci’ye bir şey mi yaparım sandın? Beni anladığını sanmıştım, baba. Hiç mi güvenin yok bana?” dedi gözlerinden yaşlar dökülürken.

“Oğlum yanlış anladın beni. İnci’ye bir şey yapar mısın sen? Yapmazsın tabii. Sağlığın iyi değil daha. Kötü olursun diye korktum. Ayrıca kendin gör istedim. Sana söyleseydim bana inanır mıydın?” dedi acı bir sesle.

“İnanmazdım, çünkü İnci bana asla yalan söylemezdi.” dedi fısıldar gibi bir sesle. Acıdan sesi bile çıkmıyordu.

“Derin, lütfen sakin kalmaya çalış oğlum. Aklına kötü bir şey getirme. Güzel şeyler düşün. Oğlun yaşıyor. Merih yaşıyor. Buna odaklan.” dedi hafif endişeli bir sesle. Salih Bey, gerçekten de Derin kendine bir şey yapar diye korkuyordu.

“Adı Merih mi?” dedi bir parça neşe kırıntısı sesine bulaşarak. Bu isim İnci’yle ikisinin düşündüğü isimdi.

“Evet, Ali Merih adı.” dedi Salih Bey gülümseyerek.

“Bir de dedemin adını mı koymuş? Herhalde her ihtimali düşünmüş kızın, baba. Olur da öğrenirsem diye kalbimden geçen isimleri koymuş. Hafifletici sebepleri eklemeyi ihmal etmemiş.” dedi acı bir alayla.

“Derin…” dedi bir iç çekiş eşliğinde.

“Tamam, baba. Bir şey demiyorum. Sadece ne diyeceğimi ne düşüneceğimi ya da ne yapacağımı bilmiyorum.” dedi Derin de iç çekerek.

“Bak, ne diyeceğim, haftaya biz annenle geleceğiz. O zaman görüşürüz seninle. Konuşuruz. Belki İnci’ye de söyleriz ve sonunda aklıselim bir şekilde oturup konuşursunuz.” dedi sıcacık bir ses tonuyla.

“Sakın, baba. İnci’ye söyleyemeyiz. Bildiğimi bilmemeli. Sadece onu kaybetmemi sağlar. Geldiğinizde seninle konuşurum ama aramızda kalsın.” dedi telaşla.

“Tamam, oğlum. Demeyiz İnci’ye. Sen nasıl istersen.” dedi yatıştırıcı bir sesle. Salih Bey bir parça sakinleşmişti. Derin’in sesi daha anlaşılır ve aklı başında geliyordu. Rahat bir nefes aldı.

“Baba, bana Delfin’in evinin adresini verir misin? Sadece okul dedin. O yüzden onu takip etmeyi düşünmedim bile. En azından adresini ver ki en azından arada oğlumu göreyim.” dedi adeta yalvaran bir ses tonuyla. Bu sözlerle Salih Bey’in içi cız etti. Baba yüreği daha fazla dayanamamıştı.

“Tamam, merak etme. Adresini mesaj atacağım sana. Evinin orada bir park var. İş çıkışı oralarda gezdiriyor. Oraya gidersin sen de.” dedi babacan bir ses tonuyla. Derin sonunda gülümsedi.

“Sağ ol baba. Çok ama çok sağ ol.” dedi minnettar bir sesle. Sonrasında iki tarafta birbirine veda sözcükleri söyleyerek telefonu kapattı. Derin kendini koltuğa bıraktı. Şimdi kendi düşünceleriyle başbaşa kalmıştı. Henüz dinmiş olan yaşlar tekrar gözlerine dolup mutluluk ve acı karışmış bir şekilde döküldü. Ne hissetmesi gerektiğini bilmiyordu. Hiçbir zaman bu kadar birbirinin zıttı duyguyu birarada yaşamamıştı. Aynı anda hem oğlunun yaşadığını öğrendiği için mutluluk ve neşeyle, hem de İnci’nin bunu kendisinden saklaması öldüğünü söylemesi sebebiyle öfke ve acıyla doluydu.

“Ne yapacağım şimdi?” dedi boş odaya doğru bir iç çekiş eşliğinde. Bir süre boş gözlerle boş tavanı izledi. Uzunca bir süre sonra yüzüne bir gülümseme yayıldı.

“Oğlum var. Adı Ali Merih…” dedi bir gülüş eşliğinde.

 

Merhaba Casperlarım,

Umarım bu hikaye sizler için tekrar okumaya değerdir. Düşünceleriniz benim için çok değerli. Beni yorumsuz bırakmayın. Sizleri çok seviyorum. Okuduğunuz ve yanımda olduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize iyi bakın.

Eski Casper'lar tekrar merhaba, yeni Casper'lar hoş geldiniz!

Keyifli okumalar

Deniz UZAY

Loading...
0%