Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10.BÖLÜM Ama ben kuğu değilim.

@mirakjf

                          10.

BÖLÜM

Ama ben kuğu değilim.

 

Uyandığımda saat 05.35’di. Yarım saat mi uyumuştum!? Doğrulup diğerlerine baktığımda hala uyuyorlardı. Yanlarına gidip omuzlarından dürtüp uyandırmaya çalıştım ama nafile. Uyanmıyorlardı! En sonunda mutfağa gidip sürahiyi kaptım. Salona gittiğimde hala uyuyorlardı. Hepsine tek tek su dökerken hala olayı kavrayamamışlardı. Bir ara Enes denizde olduğunu düşünüp *atlama rampası var mı?* diye sormuştu. Hala tam olarak ayılamasalar da en azından ayağa kalkıp yürüyebiliyorlardı. Tuvalete gidip kıyafetlerimi değiştirirken gözüm aynaya kaydı. Aynanın üzerinde Sinan Enes ve Mete’nin çocukluk fotoğrafları vardı. Sinan Spiderman, Enes Batman, Mete ise Joker olmuştu! Fotoğrafın tatlılığı yüzünden kameramı açıp fotoğrafı çektim. Kıyafetimi giydikten sonra saçımı tarayıp serbest bırakarak tuvaletten çıktım. Çıkmamla birlikte Mete’nin koşarak tuvalete girmesi bir oldu. Güle güle salona gidip oturduktan sonra Sinan bana döndü,

 

-“Dolapta 5 tane falan sandviç vardı. Çıkarsana.” Başımı onaylar gibi yapıp mutfağa gittim. Gerçekten 5 tane sandviç vardı. Bir tanesini Selin’e veririm diye peçeteye sarıp çantama attım. Acaba kardeşi doğmuş muydu? Dolaptan 4 tane tabak çıkarıp sandviçleri koyduktan sonra tam sandalye çekip oturacakken salondan gelen küfür sesiyle yerimden kalkıp koşarak salona ilerledim. Salona girdiğimde şok oldum, en altta Enes, onun üzerinde Mete, onun da üzerinde Sinan üst üste düşmüşlerdi! Büyük bir kahkaha attıktan sonra Sinan’a elimi uzatarak hepsini bu kargaşadan kurtardım. Ardından mutfağa doğru ilerleyip masaya oturduk. Hepimiz yemeklerimizi yerken Enes kumandayı alıp televizyonu açtı. Küçükken bu saatlerde kalkar trt çocuk açardım! “Ben De!” Ben dışımdan mı söylemiştim. Enes *ben de* dedikten sonra trt çocuk açtı! Hepimiz kahkaha atıyorduk, Enes ise çok ciddi bir şekilde izliyordu. Biz de tüm dikkatimizi çizgi filme vermeye çalıştık. Ama aklımı bir türlü çizgi filme veremiyordum. Aklımın dört bir yanında dün gece vardı. Neler yaşamıştık böyle! Yemeğimiz bitince diğerlerinin de hazırlanmasını bekledikten sonra birlikte çıkıp tramvay durağına doğru ilerledik. Benle Enes yan yana, Sinanla Mete ise tam karşımıza oturmuştu. Can sıkıntısıyla yola bakarken Enes uzanıp Mete’ın bacaklarını titretti,

 

-“Lan uyan, her bokta uyuyon valla sen de alışmışsın rahata.”

 

-“Abi git valla. Ne zaman uyuduğumu gördün be, uykum geliyo yalnız bırak beni.”

 

-“Göt kadar tramvayda hepimiz sıkışalım, sen de bir tane tahta falan otur uyu. Rahat ol paşam.”

 

-“Of ne güzel olur! Yanına da çay verirseniz bir daha uyanmam ama.”

 

Gözlerim resmen uykuyla direniyordu. Bu tramvay herkesin uykusunu mu getiriyordu cidden? Gözlerim tam savaşı kaybedecekken Sinan çantasıyla beni dürttü,

 

-“Uyuma uyuma, Geleceğiz şimdi.” Bunu söylerken bile yüz ifadesinde uyku mahmurluğu vardı. Keşke okul olmasa da sonsuza kadar uyuyabilsek!

Okulun durağına vardığımızda hepimiz ağır adımlarla kapıya yöneldik. Hepsi kapıdan geçtikten sonra tam ben de geçecekken kapı kapandı! Şaka mıydı bu? Şansızlığıma gülerken kapının ardından diğerlerinin de güldüğünü duyabiliyordum. Kapıyı açmak için elimi uzatacakken tramvay bir anda ileri gitmeye başladı. Bir sonraki durağa mı gidiyordum gerçekten!? Telefonumu çıkarıp Sinan’ı aramaya başladım. Telefon ilk çalışında direk açıldı,

 

-“Siz okula gidin. Ben geliyorum birazdan.”

 

-“Dikkat et. Kapı gene kapanmasın!” Sesi keyifli geliyordu.

 

-“İnşallah! Hadi kapatıyorum.”

 

-“Güle güle.”

 

Telefonu kapattıktan sonra yeniden boş bir yer bulup kuruldum. Oturup yolu izlerken yanımda bir hareketlenme oldu. Kafamı çevirip bakınca Berk’i gördüm. beni nereden bulmuştu,

 

-“Merhaba, biliyorum. Yersiz bir zamanda geldim ama sana kendimi açıklamama lütfen izin ver. Verirsen gideceğim söz.” Daha kendisini nasıl açıklayabilirdi ki? Sırf başımdan gitsin diye kabul etmek zorunda kaldım.

 

-“Bak şimdi, ben sana zaten 25 yaşında olduğumu söyleyecektim. Ama Sinan bir anda gelince elim ayağıma dolandı. Beni de anla lütfen.”

 

-“Ben daha seni nasıl anlayabilirim pardon? O gelmeseydi belki de ben sana inanacaktım, hatta aşık bile olacaktım belki de.”

 

-“Yaş sadece sayılardan ibaret de…” sinirle sözünü keserek konuştum,

 

-“Ne sayısı? 10 yaş var aramızda 10! Sen hala burada utanmaz gibi sayı mayı diyorsun ya!? Gider misin lütfen.”

 

-“Bak Ceylin, gerçekten be…”

 

-“Gider misin diyorum ya sana, git be! Polis çağıracağım.” Mecburen yanımdan kalkarken gözümden yaş geliyordu, sinirden. Bir insan nasıl bu kadar yüzsüz olabiliyordu ya!?

 

2 saat sonra

 

Yeniden uyandığımda hemen kafamı saatime çevirdim. 2 saattir uyuyordum. Biri de gelip beni uyandırmadı mı gerçekten? Doğrulup gözlerimi ovuşturunca sınıfta olmadığımı gördüm. Doğru ya, uyumak için revire gitmiştim. Revirden çıktıktan sonra sınıfa doğru ilerledim. Zaten aynı kattaydı sınıfım. Sınıfa girip sırama oturdum. Parla okulda yoktu, Selin de yoktu. Selin belki kardeşine bakıyordur diye bir şey demedim fakat Parla neden gelmemişti? Uzun zamandır göremiyordum zaten. Kalemliğimden kalem çıkarıp sıraya resim çizmeye başladım. Resim çizerken bir anda masama kağıt uçtu. Kağıdı elime alıp biraz baktığımda çoğunlukla Sinan kelimesi geçiyordu. Kağıdın boşluklarında da kalpleri görünce bunun aşk mektubu olduğunu anladım. Tam okumaya başlayacakken yanıma tanımadığım utangaç bir kız yaklaştı,

 

-“Kağıdı verebilir misin lütfen? Benim kağıdım.” Kıza sinirle bakıyordum. Sinan’a aşık değildim fakat yanında bir kız görmek garibime gidiyordu. Sinan ve yanında bir kız, Ne komik! Kıza biraz daha baktıktan sonra kız kağıdı almak için eğilince sinirle kağıdı geri çektim. Kız şaşırarak bana baktıktan sonra aramızda ufak bir oyun oynamaya başladık. Sanki ben Maraş dondurmacısıyım da kız da dondurmasını almak isteyen küçük çocuk gibiydi! En sonunda ayağa kalkıp kağıdı yırtınca kız bana sinirle bakıyordu,

 

-“Ne yırtıyorsun kağıdımı!” Kızın eli saçıma gidince kendimi eğip kaçmaya başladım. Kız da peşimden koşuyordu. Koşarken bir yandan da bana küfürler savuruyordu,

 

-“Orospu, Pezevenk!”

 

-“Hiç yakışıyor mu senin gibi bir hanımefendiye!” Kız bu söylediğim üzerine daha çok sinirlenince daha da hızlanmaya başladım. Koşarken bir yandan da etrafımdakilere çarpıyordum. Rastgele çarptığım bir çocuğun kolumdan tutup beni kendisine çekmesiyle birlikte durmak zorunda kaldım. Aramızda neredeyse 10 santim vardı. Çocuk bana bakarken tavrını yumuşatarak,

 

-“Herkese çarpman hoş değil yavrum, sakin ol.” Yavrum mu? Ne bu samimiyet. Kağıdını yırttığım kız bana doğru hızla ilerlerken bir yandan da kolumu çocuktan kurtarmaya çalışıyordum ama çok zordu. Çocuk beni kendisine biraz daha çekince yutkundum. Nefes sesi buradan duyuluyordu ve her an bana bir şey yapabilirdi. Korkuyla çocuğa bakarken bir anda kızın küfür ede ede yanıma koştuğunu gördüm. Tam beni saçımdan tutacaktı ki, karşımdaki çocuğu gördü. Çocukla göz teması kurmaya çalışıyordu fakat çocuğun gözleri benim üzerindeydi,

 

-“Bak adını bilmiyorum fakat şu sevgiline söyle, mektuplarımı yırtmasın!” Sevgili mi? Ani bir kahkaha attıktan sonra ikisi de bana ciddi ciddi bakıyordu! Konuştukları şeye bak,

 

-“Henüz sevgilim değil, ama kendisiyle en kısa sürede tanışmak isterim.” Çocuk bana göz kırparak baktı. Şaka falan mı yapıyordu ki umarım öyledir! Bakışlarını benden çevirip yanımdaki kıza döndürdü,

 

-“Sahi, sen kime aşk mektubu yazdın da bu kız yırttı. Gidip ayaklarını kırayım.” Çocuğa küçümser bir tavırla baktım, ezik egoist. Yazık!

 

-“Sinan Kaya. Tanırsın belki ha?” Çocuk Sinanın adını duymasıyla birlikte bir adım geri çekildi. Bu kadar mı korkuyordu? Çocuk yutkunarak bakışlarını bana çevirdi,

 

-“Aranızda bir şey var mı?” Pardon, Sen kimsin? Sanki sevgilimmiş de ben de onu aldatmışım gibi konuşuyordu!

 

-“Derken? Sen kimsin ki böyle bir şey söyleyebiliyorsun, komikmiş ama hatırlat arada gülerim.” Çocuk bana sinirle bakarken bu anı fırsat bilip sınıfa doğru çıktım. Sınıfa girip etrafa baktığımda Sinanların da sınıfa geldiğini gördüm. Yanlarına ilerledikten sonra sırama oturdum. Parla ve Selin okula gelmemişti. Selin belki kardeşine bakıyordur diye sorun etmedim fakat Parlayı uzun süredir görmüyordum. Nefes alışverişimi düzeltirken Sinan bana doğru döndü,

 

-“Niye koştun o kadar?” Terlerimi silerken bir yandan da onunla göz teması kuruyordum,

 

-“Koşmadım ya, merdivenleri çıkarken yoruldum biraz.” Pek inanmasa da başını onaylar gibi yaptıktan sonra kendi işine odaklandı. Deftere yazı yazıyordu. Biraz daha kafamı eğince Sinan kafasını kaldırmadan,

 

-“Mektup yazıyorum.” Meraklı gözlerle ona baktım,

 

-“Kime?”

 

-“Kimseye. Öylesine bir mektup.” Başımı iki yana salladım. Görmeyeceğini biliyordum fakat cevapsız bırakmak istememiştim. Kafamı öne çevirip telefona bakmaya başladım. Bugün cumaydı ve sanırım bir sonraki ders felsefeydi. Kafamı telefona gömdükten 5 dakika sonra hoca sınıfa girip aceleyle yoklama almaya başladı. Zaten ne zaman birşeyler anlatmak istese acele yapıyordu fakat anlatacağı konu gelince ondan sıkıcısı da olmuyordu. Yoklamayı bitirdikten sonra masasına oturup eline bir şiir alarak okumaya başladı. konuşmasının sonuna gelince önlerden bir kız hocanın sözünü kesti,

 

-“Peki o kız onu bekleyememiş mi? Hani birbirlerine aşıktılar.” Ben de dahil herkes hocadan gelecek cevabı dinlerken bir anda Sinan ağzını araladı.

 

-“Aşık olduğumuz zaman her şeyin iyiye gideceğini düşünürsün, onun senin için doğru kişi olacağına ve senin de onun için doğru kişi olacağına eminsindir ama bir sıkıntı vardır ki o bir kuğu değildir, biz de. Hepimiz insanız ve insanlarda unutur fakat unutacağın kişi ruh eşinse yıllar değil asırlar unutamayız onu, en azından ben.” Yüzümde büyük bir mutluluk ve şaşkınlıkla Sinan’a bakıyordum. Ruhunu hiçbir zaman kirletmemişti, kirletememişlerdi. O her zaman temiz ruhlu kalacaktı benim gözümde,

 

-“Peki, ya senin kuğu olarak sevdiğin kişinin başka bir kuğusu varsa.” Sinan ona yönelttiğim soruyla birlikte başını bana çevirdi,

 

-“Bilmem, onu beklerdim ben.”

 

-“Sonsuza kadar mı beklerdin?”

 

-“Sonsuza kadar.” Bu çocuğun içinde gizli shakespeare falan mı vardı acaba?

 

-“Unutmak için sevmeye çalışırsan ve başarısız olursan, ihanet mi ederiz?” Arkamdan yükselen sesle kafamı Sinan’dan çevirip arkasına baktım, Enes demişti bunu.

 

-“Belki de, seviyorsan neden unutmaya çalışırsın?“ Enes ona bu soruyu soran Meteye baktı,

 

-“O beni sevmiyorsa, ne yapacağım?”

 

-“O seni sevmiyorsa belki de senin ona açılman gerekir, veya ona karşı davranışlarını değiştirmen gerekir.” Şaşkınlıkla önüme bakınca Selin’in okula geldiğini farkettim, Kafamı hocaya doğru çevirdim,

 

-“Hocam sizce aşk güzel bir şey midir, yoksa insanın ömrünü yiyen bir şey mi?“ Hoca da bana ilgiyle bakarak,

 

-“Bilmem, kime aşık olduğuna bağlı. O kişi imkansız olsa bile bana göre imkansız diye birşey yoktur.” Sinan sıraya dayadığı kafasını kaldırdı,

 

-“İmkansız diye bir şey olmamalı. Her zaman imkanlı imkanlıya yakın olarak bir döngü olmalı. Veya da biz öyle görmeliyiz.” Hayranlıkla Sinan’a çevirdim başımı. Bu güzel sözleri nereden buluyordu, acaba alıntı falan mıydı? Önüme dönüp yeniden hocaya bakınca yüzünde memnun bir ifade vardı. Nihayet sesler sustuktan sonra elindeki şiiri bırakıp farklı bir şiir alarak okumaya başladı,

 

-“Bir çember çizilse merkezinde ben, kenarında sen. Sen döndükçe beni; ben döndükçe seni görsem. Öyle bir an gelse ki; yarıçap sıfır olsa.. Bu sözün sahibini bilen var mı?” Herkes merakla birbirlerine bakarken Sinan elini hafifçe kaldırdı. Hoca Sinan’a evet der gibi bakış attıktan sonra Sinan konuşmaya başladı,

 

-“Ömer Hayyam, matematikçi bir şair.” Kafamı yeniden Sinan’a çevirdim. Sanki ilk defa tanışıyorduk. Herkesin o kadar lafını ettiği Sinan Kaya, şimdi arkamda felsefe mi yapıyordu. İnanmam! Belki de inanmalıyımdır. Sinan’a biraz daha bakarak,

 

-“Felsefeyle ilgilenen bütün tanıdıklarımın ya aşık olduğu kişi onu terketmiştir, ya da o aşık olduğu kişiyi terk etmiştir. Seni kim terk etti?”

 

-“Ne değişik tanıdıklarmış. Beni terk eden olmadı. Ama ben terk ettiklerim için felsefeyi sevmedim, Zevk meselesi.” Tebessüm ederek Sinan’a baktıktan sonra önüme dönüp kafamı sıraya yasladım. Uykuyla devam eden savaşımın sonunda kendimi uykuya bıraktım.

 

2 saatin sonunda uyandığımda sondan 3.dersin tenefüsünde olduğumuzu anladım. Sınıfta çok kişi yoktu. Olanlar da zaten benim gibi uyuyordu. Biraz doğrulduğumda üstümde kendi hırkamı gördüm. Biri gelip örtmüştü sanırım. Arkamda Enes’le Mete uyuyordu. Onların da arkasında Sinan tek başına yayılarak uyuyordu. Ayağa kalkıp hırkamı giydikten sonra çantamdan cüzdanımı alıp kantine gittim. Kantine gidip sıraya girdikten sonra yanlışlıkla arkamdaki iki kızın sohbetine kulak misafiri oldum.

 

-“Bugün kesin kavga çıkacak!”

 

-“Ne kavgası ya?”

 

-“Bir kız varmış tamam mı kanka, işte kız bizim Onur’a çarpmış. Sonra da Onur da sinirden kızı kendisine falan çekmiş, duyduğuma göre de kıza aşık olmuş yani. Kız da meğerse Sinan’ın sevgilisiymiş! Onur da ben Sinan’ı öldüreceğim falan demiş. Aman benden duymadın tamam mı?”

 

-“Oha! Kameraları hazırla bari. Sinan dövmesin de Onur’u.” Arkamı döndüğümde kızların gülüştüklerini gördüm. Çocuğun adı Onur muydu? Onur Sinan’ı mı öldürecekti! Tüm bunları düşünürken bir anda arkamda bir el hissetmemle sıçradım. Kız bana endişeyle bakarak,

 

-“İyi misin? Sıra sana geldi.” Önüme döndüğümde gerçekten sıra bana gelmişti ve herkes beni bekliyordu. Hızlıca bir su alıp parasını ödedikten sonra banklara doğru ilerledim. Tam bir tane banka oturacakken aklıma kızların konuşması geldi. Onur her an Sinan’a birşey yapabilirdi ve Sinan şuan hazırlıksızdı. Koşarak sınıfa doğru ilerlediğimde çocuğun sınıfa gelmediğini gördüm. Rahat bir nefes alarak sırama doğru gidip suyumdan bir yudum aldım. Sıraya oturup telefonumu çıkarınca arkamdan Enes’in sesini duydum.

 

-“Bana da bir tane su al Allah için!” Arkama bakınca Enes’in elinde 5 lira tutarak bana tavşan gibi baktığını gördüm. Gülerek elindeki parayı aldıktan sonra yeniden kantine doğru ilerledim. Kantinden 1 tane su aldıktan sonra sınıfa çıktım. Sınıfa girdiğimde Enes ve Mete’nin uyanıp telefondan iki kişilik oyun oynadığını gördüm. Yanlarına gidip Enes’e suyunu verdim,

 

-“3lü açsanıza.” Mete kafasını kaldırıp bana baktı,

 

-“Bekle, Enes’i bir yeniyim seni de yenicem.”

 

-“Öyle mi? Git be. Benden iyi oynayan yok.”

 

-“Hahahahaha öyle mi?”

 

-“Öyle.” Gülerek yanlarına oturduktan sonra onların oyununu izledim. Yaklaşık 5 dakika sonra Enes “Şampiyon Oldum!” Diye bağırarak turlamaya başladı. Mete ise “Siktir git! Ben kazanmana izin verdim.” Diyerek Enes’e bağırıyordu. Ben de bu hallerine kahkaha atarken arkamda bir hareketlenme hissettim. Gülmekten kafamı bile çeviremiyordum. Ardından Sinan tam yanıma oturdu. Enes ve Mete de tartışmalarını bitirdikten sonra karşımıza geçip oyunu açtılar. Başta basit olsa da diğerlerine geçince daha da zorlanmaya başladık. 5.oyunda maç çıkınca kesin kaybedeceğimizi düşündüm. Çünkü maçta berbattım! Ben kalede beklerken bir anda top geldi, topu almak için koşarken yanlışlıkla gol yedim.

 

-“Ya ben oynayamıyorum maç!” Sinan kafasını telefondan kaldırıp bana baktı,

 

-“Kaleden çıkmazsan tabii oynamazsın kızım, kaleden çık beni takip et sen kazanırız.” Başımı onaylar gibi yapıp aynı Sinanın dediğini yaptım. 3-2 bitince Mete ve Enes birbirlerine sevinçle sarılıyorlardı. En azından 3-0 bitmemişti, bu da iyi birşey.

 

-“Lan abartmayın, alt tarafı son dakika gol attınız!” Mete Enes’ten ayrılarak Sinan’a baktı,

 

-“Hadi lan odadan! Kaybettim demiyor da.” Benle Enes gülmekten ölecekken Mete ile Sinan hala ciddiydi. Aralarında tatlı bir tartışma başlarken bir anda gözüm kapıya gitti. Kapıya bakınca Onur’u gördüm, Bana öfkeyle bakıyordu… Yutkunarak bakmaya devam ederken bir anda Enes söylenmeye başladı,

 

-“Bu neden geldi bizim sınıfa.” Enes’in bunu söylemesiyle Mete ve Sinan da susup kapıya doğru baktı. Onur bir gram bile kıpırdamıyordu. Sinan bir anda ayaklanmaya kalkınca Mete onu kolundan tutup fısıldayarak,

 

-“Sakin ol. Şuan ne yeri ne zamanı.” Tam böyle dedikten sonra Sinan Mete’nin elinden kurtulup kapıya doğru ilerlemeye başladı. Üçümüz de peşinden gittikten sonra Sinan tam Onur’un karşısında durdu.

 

-“Ne işin var burada?” Onur biraz daha bakarak,

 

-“Yok bir işim, ama yakında çıkacak.” Sinan biraz daha alaycı tavırla bakarak Onur’a doğru eğildi,

 

-“Emin misin? İşin çıkacaksa onu burada değil ötede hallet, tamam?”

 

-Değil tamam falan, seni öldüreceğim. Yalvaracaksın bana. Herşeyini alacağım. Arkadaşlarını, aileni, itibarını… hatta şu yanındaki kızı bile alacağım. Gör bak.” Sinan da dahil hepimiz kahkahalara boğulduk,

 

-“Ne komik herifmişsin ya. Hatta şimdi bırakıyorum bak. Gel al.” Diyerek kendisini çekti. Onur rezil olmuş bir şekilde bize bakıyordu,

 

-“Oğlum alsana illa ben mi sana geliyim.” Enes Onur’un ona cevap vermeyeceğini anlayınca bize dönerek,

 

-“Beyefendi alamıyormuş biz eline gideceğiz mecbur.” Kendimi tutamayıp gülmeye başlayınca diğerleri de gülmeye başladı. Biz gülmeye devam ederken zil çalmaya başladı. Hepimiz tam sınıfa girecekken Onur kolumdan tutup,

 

-“Bir gün gelecek, benimle birlikte olmak için ağlayacaksın. Unutma bunu.” Boş boş suratına bakarken bir yandan da anlam vermeye çalışıyordum.

 

 

Hepinize yeniden selamlarr, 14.bölümün bitmesine az kaldı ve yavaş yavaş düzene giriyoruzz. Bugün hepsini atmayı düşünüyorum, ve sanırım 2 günde 1 bölüm atabilirim fakat çok istenirse çok daha fazla yazabilirimm. Görüşürüz yenidennn!!!!

 

 

 

Loading...
0%