Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17.BÖLÜM Hiç değerli değilsin bunu biliyorsun dimi?

@mirakjf

                          17.

BÖLÜM

Hiç değerli değilsin bunu biliyorsun dimi?

 

 

Hasta da bakışlarını bana çevirince gerçekten Eda olduğunu anladım. Hani kaçırılmıştı? Hani zorla tutuluyordu?

 

-“E-Eda?” Sinan da bakışlarını hastaya çevirince onun da en az benim kadar şaşırdığını hissettim. Eda şuan tam karşımızda sapasağlam bir şekilde duruyordu!

 

-“Sizin ne işiniz var burada?”

 

-“Asıl senin ne işin var? Sen ka-“ Sinan elini ağzıma götürerek beni susturdu. Doktor neye uğradığına şaşırmış gibi bize bakıyordu. Herhalde nasıl bir psikopat olduğumuzu düşünüyordur!

 

-“Hasta gittikten sonra sizi alabilirim maalesef.” Sinan elini yavaş yavaş ağzımdan geçerek “Biz de tam çıkıyorduk zaten.” Sinan sağlam olan kolumdan tutarak beni kapıya doğru sürüklemeye başladı. Bana söylese ben de çıkardım! Kendimi Sinan’dan sertçe çekip kapıyı açtım. Sinan da odadan çıktıktan sonra kapıyı kapatıp direk gözlerime doğru bakmaya başladı. Ben de ona bakabilmek için biraz parmak uçlarımı yükselttikten sonra,

 

-“Neden çıktık? O Eda’ydı işte!” Ne kadar parmak uçlarıma çıksam da aynı boya gelemiyorduk bir türlü. İhtiyacımı anlar gibi bana eğilerek, “Doktorun yanında niye öyle konuşuyorsun, deli misin sen?” Pardon?

Nasıl konuşmuşum ki?

 

-“Doktor belki yardım edecekti.” Bıkkın bir ifadeyle oflamaya başladı. Tamam yardım etmeyebilirdi, ama nolacaktı? En fazla beni akıl hastanesine sevk edebilirdi. Sıkıntıyla Sinan’dan gözlerimi ayırıp koltuklardan birine oturdum. Elimi cebime atınca telefonun orda olmadığını farkettim, diğer cebime atınca o cebimde de olmadığını farkettim. Nereye gitmişti bu telefon?

 

-“Bunu mu arıyorsun?” Bakışlarıma Sinan’a çevirince elinde telefonumun olduğunu gördüm. “Sen de ne işi var?” Ayağa kalkıp telefonu elinden alacaktım ki telefonu birden geri çekti. “Kimseye mesaj atmadım merak etme.” Deli edecekti beni resmen!

 

-“Verir misin telefonumu.”

 

-“Ne yapacaksın ki? Kullanmayıver.”

 

-“Ver işte!” Hala vermiyordu!

 

-“Tamam hadi al.” Telefonu bana doğru uzatınca almak için elimi uzattım fakat gene telefonu yukarıya doğru çekti. Çıldırtacak illa insanı! Almak için elimi yukarıya uzatınca telefonun çaldığını gördüm. Sinan telefonun ekranını kendisine doğru çevirdikten sonra açıp kulağına dayadı. Kendi telefonu falan mı sanıyordu bu çocuk? Telefonu almak için yeniden uzansam da bu sefer direk bileğimden tutup telefonu dinlemeye başladı. Kim aradı ki?

 

-“Efendim? Bilmem, nerede ki? Yoo, ne münasebet. Onun mu telefonu? Tamam yanımda, al konuş.” Telefonu bana uzatınca derin bir iç çekip telefonu alıp ekrana baktım. Selin’miş arayan, telefonu hemen kulağıma dayayıp,

 

-“Efendim?”

 

-“Ya siz neredesiniz?”

 

-“Hastanede.”

 

-“Tamam?” Tam konuşacaktım ki telefonun arkasından bağırış çağırış seslerinin geldiğini farkettim. Noluyordu orada?

 

-“3.Dünya savaşında mısın sen? Orası neresi?”

 

-“Ya hastanenin kapısında kavga var, geçemiyoruz bir türlü.”

 

-“Kolay gelsin size o zaman.”

 

-“Görüşürüz.”

 

-“Görüşürüz.” Telefonu kapatıp direk cebime attım. Eda hala çıkmamış mıydı? Tam Sinan’a dönüp konuşacakken doktorun odasının kapısı açıldı. İkimiz de bakışlarımızı kapıya verince Eda elinde çantasıyla gayet normal bir şekilde bize bakıyordu. Zar zor ayağa kalkıp Eda’ya doğru ilerledim. Sinan da peşimden geldikten sonra Eda’nın tam önünde durdum. Aynı boyda sayıldığımız için göz göze gelmek için parmak uçlarına çıkmama gerek yoktu.

 

-“Eda?”

 

-“Ne var?” Ne mi var? Cidden böyle bir soru sorabiliyor muydu? Ortadan kaybol daha sonra ne var!?

 

-“Sana cidden üzüldüm bak, hiç bir zaman sevilmeyeceksin ve hepsi kendi kişiliğin ve egon yüzünden, Yazık.” Yüz ifadesinden bile kini belli oluyordu, ne ara düşman olduk?

 

-“Kim tarafından sevilmem gerekiyormuş? Boş boş hikayelere mi inanacağım ben sence?”

 

-“Ben olsam ben de inanmak istemezdim. Gerçi kim senin gibi boktan bir insanın yerinde olmak ister ki?”

 

-“O zaman çekil önümden gideyim, bilmiyor muyum beni aradığını!”

 

-“İstediğin gibi bil. Hatta yüzüne de söyleyeyim, seni aradım ama şuan umrumda bile değilsin. Acıyacak kadar bile.” O an yüz ifadesi birden değişti, bana karşı çok öfkeliydi fakat şuan öyle bir bakıyordu ki sanki hastanede olmasak beni kesecek gibiydi.

 

-“İçeri gir.” Kafamı Sinan’a çevirdikten sonra son kez Eda’ya bakıp içeri girdim. Kapıyı kapatıp sandalyelerden birine oturduktan sonra nihayet doktor kafasını telefondan kaldırıp bana bakmaya başladı.

 

-“Şikayetin nedir?” Kolumu havaya kaldırarak “Görmüyor musunuz acaba?” Doktor koluma baktıktan sonra “Kırık mı?” Keşke kırık olsaydı.

 

-“Bıçak saplandı.” Doktor bana kaşlarını çatmış bir şekilde

 

-“Nasıl?” Arkadaşım bıçaklanmasın diye ben kendimi bıçağın önüne attım!

 

-“Arkadaşlarımla şakalaşırken oldu yani, yanlışlıkla.” Başını iki yana sallayarak ayağa kalktı. Ben de yavaş yavaş ayağa kalktıktan sonra yatağa doğru ilerlemeye başladım. Basamaklardan çıkıp yatağa oturduktan sonra doktor da yanıma gelip elini koluma koydu.

 

-“Adın ne bakalım?”

 

-“Ceylin, sizin?”

 

-“Küçük yeğenimin adı da Ceylin’di, ben de Arif memnun oldum.”

 

-“Öldü mü?”

 

-“Maalesef, lösemiydi.” Üzülerek doktora bakarak,

 

-“Allah rahmet eylesin.”

 

-“Sağol.” Birkaç dakika sessizce kolumu evirip çevirmeye başladı.

 

-“Kaç dakikadır kolun böyle?”

 

-“Yaklaşık 3 saattir.” Doktor bana inanmayan gözlerle döndü.

 

-“Ameliyata alınabilirsin biliyorsun di mi?” Ameliyat mı? Ne ameliyatı be!?

 

-“Ne için?”

 

-“Eğer ki kurumuşsa seni ameliyata almam gerekir.”

 

-“Kurumamışsa?”

 

-“Şanslısındır o zaman, Yüzde onluk bir ihtimal o da.” Zar zor yutkunarak doktora bakmaya başladım. Ameliyata girmem ben, giremem.

 

Koluma biraz daha baktıktan sonra üstündeki hırkayı çıkartıp tam çöpe atacakken sağlam olan kolumu kaldırarak,

 

-“Hırkayı bana verebilir misiniz acaba?” Başını bana çevirdikten sonra onaylayarak hırkayı bana uzattı. Elimle hırkayı alırken,

 

-“Sanırım özel bir yeri var hırkanın.” Ne kadar kabul edemesem de evet, benim için çok özel bir yeri vardı.

 

-“Sanırım duygulardan anlıyorsunuz.” Yeniden başını koluma çevirirken bir yandan da bana cevap veriyordu.

 

-“İnsan sarrafıyım da denebilir. Senin için önemli biri herhalde.”

 

-“Yakın arkadaşım.”

 

-“Kız mı erkek mi?”

 

-“Erkek.” Elini kolumdan çekip kolonya almak için masaya doğru giderken hala bana cevap veriyordu.

 

-“Ve o çocuk yüzünden bıçak yedin, değil mi?” Ciddi ciddi nasıl bilebiliyordu ya?

 

-“Yani, ona gelmesin diye.”

 

-“O nerede peki?”

 

-“Dışarıda.” Kolonyayı koluma sıktıktan sonra gelen acı ile dudaklarımı birbirime bastırdım. Biraz beklettikten sonra dolaptan alçı alıp koluma sarmaya başladı.

 

-“Ailen nerede?” Ailem mi? Neredeler sahi?

 

-“Şehir dışındalar.” Doktor duraksamamı anlamış bir şekilde,

 

-“Emin misin?” Nasıl inandıracaktım ki şimdi?

 

-“Evet.” Alçıyı sardıktan sonra masasına dönüp kağıda bir şeyler karalamaya başladı.

 

-“Çok şükür ki bıçak kemiğine gelmemiş. Ameliyata almayacağız fakat bu alçı kolunda 1 ay kalacak. 1 ayın sonunda ailenle birlikte gelirsin çıkarırız.” Son cümleyi öyle bir bastırmıştı ki, sanki ailesizsin dercesine.

 

-“Geliriz.” Kağıdı bana uzattıktan sonra teşekkür ederek çantamla birlikte kapıya yönelmeye başladım. Tam kapıyı açacakken arkamdan Arif Bey’in sesi yükseldi.

 

-“Hırkanı almayacak mısın?” Aaa tabii ya! Yeniden kafamı arkaya çevirip,

 

-“Teşekkür ederim, unutmuştum.” Hızlı bir şekilde ilerleyerek yatağın üstünde duran hırkayı alıp yırtılmayacak bir şekilde çantama koydum. Yeniden teşekkür ettikten sonra kapıya doğru yürümeye başladım. Son kez Arif Bey’e baktıktan sonra,

 

-“Teşekkür ederim yeniden her şey için.”

 

-“Bi daha biri için kendini bıçağın önüne atma. Aşık olduğun çocuk olsa bile, pişman olursun.” Aşık olduğum çocuk mu? Cidden mi!?

 

-“Bi daha olsa bi daha yaparım. Hoşçakalın.” Sertçe kapıdan çıkıp etrafa bakındım. Gözlerim koltuğa ilişince Sinan’ın koltukta oturup telefona girdiğini gördüm. Yavaş yavaş yanına yaklaştıktan sonra kafasını kaldırıp bana bakmaya başladı.

 

-“Ne dedi?”

 

-“Bir şey demedi, 1 ay boyunca kolumda alçı kalacak o kadar.” Başını onaylar gibi sallayarak ayağa kalktı. Yanıma geldikten sonra son kez bana bakıp koridorda yürümeye başladı. Ben de peşinden hızlı hızlı ilerledim. Hiçbir zaman beni beklemeyecekti heralde. Hastanenin kapısına ulaştıktan sonra tam kapıyı açmak için kapının kulpunu tutacakken bir anda bırakıp bana döndü,

 

-“Neden böyle bir şey yaptın?”

 

-“Ne yaptım?”

 

-“Benim yüzümden bir ay boyunca tek kolla yaşayacaksın. Neden bana böyle bir iyilik yaptın?” Kafasında sıkıntı falan vardı herhalde, bir konuyu illa bin kere konuşacaktı!

 

-“Ne zaman bitecek senin bu *ben değersizim.* hallerin? Bin kere aynı şeyi anlatıyorum sana!”

 

-“Bu kadar çok iyilik yapmak istiyorsan git başkasına yap, Bırak beni.” Bırakayım mı? Ne kadar basit ya!

 

-“Sen cidden kafadan sıkıntılısın biliyosun di mi? Basit bir şekilde teşekkür etmek yerine boş boş uzatıyorsun konuyu ya! Ölümcül bir hastalığım yok sadece 1 ay dayanacağım, 1 AY!”

 

-“Sen kendin diyosun, 1 ay. 1 ay boyunca benim yüzümden kim bilir hangi etkinliklerden mahrum kalacaksın! Düşündün mü? Hayır. Çünkü Ceylin hanım sadece iyilik yapacak. İlk iyiliği git kendine yap ta beni bırak.”

 

-“Pardon da 1 ay boyunca ne gibi bi etkinlikten mahrum kalabilirim. 1 ay be! Ne abartıyosun.”

 

-“Ben abartmıyorum Ceylin, sen küçümsüyorsun. Hiç kimse biri için kendisini bıçağın önüne atmıyor. Çocuk oyunu mu bu?”

 

-“Sana bir şey söyleyiyim mi, sen sadece yalnız yaşayacağını düşünen duygusuzun tekisin! Ufacık bir teşekkür edip geçecektin işte yok beni yalnız bırak, niye böyle bir şey yaptın? Değerlisin işte de-ğer-li-sin! Ama bu saatten sonra hiçde değerli değilsin biliyor musun? Çünkü sen böyle istiyorsun. Tek tük arkadaşları olan bir duygusuz olmak istiyosun! Ki istediğine de ulaştın zaten.” Cevap vermesini bekledim ama sadece sustu, hiçbir şey söyleyemedi. İçinde bir yerlerde üzülüyordu fakat o böyle istedi. O böyle istediği için ben böyle yaptım.

 

-“Gene ne kavga ettiniz be!” Sesin nereden geldiğine bakmak için bakışlarımı Sinan’dan çekip sola çevirdim. Selin ve diğerleri bize doğru geliyordu. Nihayet geldiklerinde Mete yanıma gelip koluma bakarak,

 

-“Kaç gün kalacak alçı?” Keşke gün olsa!

 

-“1 ay.” Enes bastonlarıyla bana doğru gelerek,

 

-“Desene aynı kaderi paylaşacağız.”

 

-“Benimki en azından dayanılabilir, senin işin biraz zor.” İkimizde gülerek birbirimize baktıktan sonra en sonunda Parla konuşarak, “Burada boş boş dikilecek miyiz ya? Saat kaç ayrıca.” Mete bakışlarını saatine çevirerek, “3’e geliyor, dönelim o zaman.” Mete arabayı getirmek için ilerden giderken biz de ağır ağır ilerlemeye başladık. Kafamı arkaya çevirip baktığımda Selin’in kolunu Sinan’ın omzuna atarak ona birşeyler anlattığını gördüm. Acaba çok mu ağır konuştum onunla?

Loading...
0%