@mirakjf
|
18. BÖLÜM “Belki de sadece akışına bırakmak gerekir, Ucunda ölüm olsa bile.”
Ne kadar ağır konuşsam da hala kendimi haklı görüyordum. Ufacık bir teşekkür etse bile bana yeterdi, ne gerek vardı konuyu bu kadar büyütmeye… düşüncelerden uzaklaşıp etrafa bakınmaya başladım. Hastaneden ne ara çıkmıştık?
Kapının önünde beklerken Mete arabayla bize doğru yaklaşmaya başladı. Nihayet önümüzde durunca Parla kapıyı açıp binmemiz için bize işaret yaptı. Herkes tam binecekken bir anda Sinan arkadan seslenip,
-“Ben yürüyeceğim, size iyi eğlenceler.” İlla bir şeyleri bozacak ve huzuru kaçıracaktı değil mi?
-“Ya abi bırak gururu, kal kaldığın yerde.” Sinan bakışlarını Enes’e çevirerek,
-“Ne gururu oğlum, işim var biraz. Takılın siz.” Mete de Sinan’a bakarak,
-“İstersen gelir alırım işin bitince.”
-“Bebek miyim ben abi?”
-“Bitince ara, konuşacağız.”
-“Ararım.” Sinan uzaklaşana kadar arkasından baktıktan sonra ben de arabaya binip sağlam kolumu cama yaslayıp kafamı koluma dayadım. Sinan’ın ne gibi bir işi olabilirdi?
-“Ne düşünüyon gene? Çok düşünme akla zarar.” Parla’yla bakarak “Sinan ne yapıyordur şimdi kim bilir.”
-“İşi vardır, başka ne yapacak ki.”
-“Bence de ya..” Enes de bize dönerek,
-“Kötü birşey söylemedi di mi sana? Yani biliyorsun…” Söyledi mi? Bi süre konuşmalarımızı düşünmeye başladım. Ölümle alakalı en ufak bir şey söylememişti, belki de söylemiş miydi?
-“Söylemedi sanırım.” Selin bıkkınlıkla bize bakarak,
-“İyidir o, konuştum ben onunla.”
-“Ne konuştun?”
-“Zamanı gelince anlatırım.” İçim içimi kemiriyordu, ne konuşmuş olabilirlerdi ki? İnşallah kötü birşey değildir. Yeniden aynı pozisyonumu alıp gözlerimi sımsıkı kapattım. Keşke sonsuza kadar böyle durabilseydim, dışarıdaki hiçbir kötülüğü görmeden sadece gözlerimi kapatacaktım. Ne basit değil mi!? Kulağıma müzik sesi ilişince yavaş yavaş gözlerimi açtım. Mete radyoyu açmış meğerse. Yeniden gözlerimi kapatıp düşünmeye başladım. Ne yapacaktım bu saatten sonra? Bir ay boyunca tek başıma bir kolla yaşayacaktım. Zor olacaktı ama değerdi, Sinan için…
-“Ceylin sizin evin sokağı hangisiydi?” Kafamı kaldırıp dışarı bakmaya başladım.
-“Şu ikinci sokak.” Mete başını iki yana sallayarak sokağa girdi. Evimin önünde durunca hepsiyle vedalaşıp kapıdan dışarı çıktım. Araba gözden uzaklaşana kadar bekledikten sonra ben de sokaktan çıkmak için sokağın sonuna doğru ilerledim. Sokağın sonuna vardıktan sonra son kez kafamı çevirip sokağa bakmaya başladım. Sokağın başına biraz daha dikkatli baktıktan sonra o an şok geçirdim. Siyah limuzin oradaydı!? Belki yanlış görmüşümdür diye yeniden baksam da gerçekten oradaydı. Biraz daha durup bakarken bir anda limuzin hareket etmeye başladı. Korkuyla sokaktan çıkıp farkettirmeden hızlı adımlarla okula doğru ilerledim. Yaklaşık 5 dakikadır aynı hızda ilerliyordum ve bir türlü okula varamamıştım. Belki gitmiştir diye arkamı dönüp bakınca ikinci bir şok geçirdim. Resmen dibimdeydi! Biraz daha hızımı yükseltip ilerlemeye başladım. Limuzinin sesi kulaklarıma kadar ulaşıyordu. Korna sesini duymamla birlikte irkilip arkamı döndüm. Bana mı ötüyordu? Limuzinin durduğunu görünce bütün gücümü vererek koşmaya başladım. Ara sokaklardan birine dalıp koşarken bir yandan da etrafa bakıyordum. Buraya daha önce geldiğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Koşmaya devam ederken buranın çıkmaz sokak olduğunu farkettim. Korkuyla arkamı dönünce limuzinin de bu sokağa girdiğini gördüm. Korkuyla beklerken bi anda aklıma bir fikir geldi. Hızlı bi şekilde telefonumu çıkarıp rehbere girdim. Titreye titreye bir kaç tuş tuşladıktan sonra rastgele birini aradım. Gözlerim dolduğundan dolayı hiç bir yeri düzgün göremiyordum.
-“Efendim?” Ciddi ciddi onca kişi arasından Sinan’ı mı aramıştım! Oha yani.
-“Ben ne diyeceğim ya, bence bugün yağmur yağacak.”
-“Ne yağmuru Ceylin, bişey mi içtin?” Keşke bir şey içseydim!
-“Yağmur yağsa da sıkıntı yok, sokakta bir sürü ağaç var.” Biraz saçma da olsa en azından bulunduğum yeri anlatabilirdim, tabii anlarsa.
-“Neredesin sen? Konum at.” Belki konuştuğumu anlar da peşimi bırakır diye siyah limuzine daha da çok yaklaşıp sesimi yükselttim.
-“Armut ağaçları diyorum çok güzeller… etrafta bir sürü armut ağacı var, istersen senin için biraz armut alabilirim ama sağ taraftan gel sol taraftan giriş yok.” Öyle bi riskli anlatmıştım ki eğer bunu da anlamazsa bu sefer bitmiştim.
-“Çıkmaz sokak mı? Kaçırıldın mı sen!” Siyah limuzine biraz daha yaklaşıktan sonra yanından anlamasın diye yavaş yavaş geçmeye başladım.
-“Evet…”
-“Şaka falan mı yapıyorsun sen!?”
-“Hayır.”
-“Sen şuan çıkmaz sokaktasın ve armut ağacı mı var?”
-“Evet.”
-“Sikicem böyle işi! Kim sana ara sokağa gir dedi. Çık şu sokaktan, bi yere saklan beni bekle. Oraya geliyorum. Telefon açık kalsın, Sakın kapat…” Telefonu kulağımdan çekip ekrana bakmaya başladım. Şarj tam da bitecek zamanı bulmuştu! Korkuyla adımlarımı sıklaştırarak siyah limuzini atlattıktan sonra sokağın çıkışına doğru ilerlemeye başladım. İlerlemeye devam ederken bi anda arkamda kapı sesi duydum. Kafamı arkaya çevirince siyah limuzinin sahibinin arabadan inip doğrudan bana baktığını gördüm. Siyah gözlüğü ve şapkasından dolayı yüzü hiç gözükmüyordu. Ben hala adama bakarken bi anda adam bana doğru yaklaşmaya başladı. Korkudan hareket bile edemiyordum. Adam bana doğru geldikten sonra siyah eldivenli elini uzatarak,
-“Ben Arda, Arda Sürek.” Sesimi biraz toparlayarak,
-“Tanışıyor muyuz?” Yüzünde aptal bi sırıtışla,
-“Gerçek baban.” Ne? Gerçek babam mı? Ne demek gerçek babam ya! Benim baba demeye utandığım adam benim babam değil miydi?
-“Sen ne..” lafımı bölerek kendi lafına devam etti.
-“İnanmıyor musun bana?” İnanmamı falan mı bekliyordu cidden?!
-“Sen kimsin? Ve neden sana inanayım?” Arda denen adam bana cevap vermek yerine arka cebinden telefonunu çıkarıp birkaç tuşa tıkladı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan telefonun ekranını bana doğru çevirdi. Kucağında bir bebek tuttuğu fotoğraftı bu. Fotoğraftaki bebeğe biraz daha dikkatli baktıktan sonra bacaklarımın tutmadığını hissettim. Bu benim bebekliğimdi!
-“Sen… sen, ama nasıl?”
-“Biraz kafan karışık biliyorum ama anlatırım sana, benimle gelecek misin?” Daha babam olduğunu bile bilmiyordum ve beni evine mi davet ediyordu?
-“Hayır, gelemem.”
-“Annenler mi merak eder?”
-“Annenler, derken?”
-“Elif’le Yağız.” Annemin adını bilmesine birşey diyemezdim fakat babamın adını nerden biliyordu?
-“Sen nereden biliyorsun? Adlarını.”
-“Hiçbir şeyi bilmiyor muyum sanıyorsun. Yolda birbirinizle sadece 1 kere bile bakıştığınız çocuğa kadar herşeyini biliyorum.”
-“O zaman neden bana böyle bir soru sordun?”
-“Ne gibi bir soru?”
-“Annemlerin beni bıraktığını biliyorsundur, neden böyle bir soru soruyorsun?”
-“Yalan söyleyip söylemeyeceğini merak ettim. Senle iyi anlaşacağız emin ol.” Cidden sinir bozucu biriydi, yalan söylesem ne söylemesem ne?
-“Sen de emin ol ki yanında bir dakika bile kendi isteğimle durmayacağım.” Yeniden aynı gıcık sırıtışla bakmaya başladı.
-“Babayla böyle konuşulur mu hiç?” Ne babası be?
-“Yolda gördüğüm herkese baba demiyorum maalesef.”
-“Bu özgüven sana nereden geliyo küçük hanım, ben seni salınca koşarak Sinan mı Kenan mı denen çocuğun yanına gidip ağlayacağını ikimizde bilmiyor muyuz?” Sinan’ı nerden tanıyordu bu şimdi.
-“Sen… nereden tanıyorsun onu?”
-“O da benim sırrım olsun. Öğrenirsin yakında.” Ben her ne kadar karşısında ezilsem bana aynı tavırla cevap verecekti. Fakat buna hiç müsaade edemezdim.
-“Bakıyorum da fazla egolusunuz ya, fazla olmuyor mu?” Yüzündeki o sırıtış bir anda uçtu, yerine çok sinirli biri çıktı.
-“Fazla evet, biraz alıcak mısın?” Yavaş yavaş bakışlarını benden çekip alçıda olan koluma çevirdi. Yüzüne yeniden aynı sırıtışı takarak,
-“Aaa tek kollusun sen dimi? Aşık olduğun çocuğu bıçaktan kurtarmalar falan, ben de zamanında anneni böyle severdim.” Kendi hayatıyla benim hayatımı mı kıyasladı az önce?
-“Kes sesini, ne Sinan’ın ne de annemin adını bi daha ağzına alırsan var ya…”
-“Var ya ne var ya, sevseydiler o zaman seni, kabul et. Boşu boşuna reddedildin!” Geri adım atıp bağırarak,
-“Siktir git! Bırak peşimi, gelmeyeceğim seninle falan. Ayrıca inanmıyorum da zaten.”
-“İnanmana gerek yok Ceylin Sürek…”
-“Ceylin Aksoy.”
-“Öyle olsun bu seferlik.”
-“Bu seferlik değil, hep öyle olacak.” Konuşmamızdan her ne kadar rahatsız olduğu on metre öteden anlaşılıyordu. Ona güvenmemi falan mı bekliyordu. Saçmalıktan başka hiçbir şey değildi.
-“Başka bi zaman yeniden görüşeceğiz.” Derken? Kendisini bi bok sanıyo bu da.
-“Öyle bir şey olmayacak, iyi günler.” Sadece başını sallayarak limuzinine doğru ilerledi. Arabaya binip çalıştırdıktan sonra tam yanımdan geçerek uzaklaştı. Uzaklaşana kadar izledikten sonra yaşadığım şeyleri düşünmeye başladım. Cidden gerçek babam olabilir miydi? Olsa ne olacaktı ki, bunca zamandan sonra şimdi mi gelip babalık yapası gelmişti? Ben okul köşelerinde sürünürken…
Kaldırıma doğru ilerleyip oturduktan sonra başımı dizime yasladım. Bundan sonra neler olacaktı acaba? Gerçekten Arda denen adam gelecek miydi? Yoksa sadece göz korkutmak için gelip sonra da beni bırakacak mıydı? Düşüncelerden kurtulup okula gitmek için ayağa kalkmaya çalışsam da bacaklarım bir türlü hareket etmiyordu. En sonunda ayağa kalkabildikten sonra birden yere kapaklandım. Sırası mıydı şimdi!? Aceleyle yeniden ayağa kalkıp direklerden birinden destek alarak etrafa bakmaya başladım. Sinan gelecek miydi acaba? Direğe biraz daha tutunduktan sonra bacaklarım üzerinde durabildiğimi anlayıp direği bıraktım. Zaten tek kollu olduğum için sadece o kolumla birşeyler halledebiliyordum. Gözlerimdeki yaşları sertçe sildikten sonra direğe yaslanıp gözlerimi kapattım. Keşke şuan tek derdim yastığımın sıcak olması olsaydı…Gözlerimi açıp yeniden bakmaya başladım. Yaklaşık 2 dakika boyunca aynı şekilde durduktan sonra sokağın içine o girdi. Gözlerimi biraz daha kısıp bakınca gerçekten de Sinan’ın geldiğini gördüm. Beni bırakmamıştı demek… Sinan da bana bakınca yüzünde bir rahatlama oluştu. Yavaş adımlarla bana doğru yaklaştıktan sonra bi anda sımsıkı bi şekilde bana sarılmaya başladı. Ben de samimi ve çok içten bir şekilde tek kolumla ona sarıldım. Yavaş yavaş birbirimizden ayrıldıktan sonra Sinan direk gözlerimin içine bakarak,
-“Sen iyi misin?” Ben iyi miyim?
-“İyiyim.” Cevap verirken bile ağlamamak için kendimi çok zor tutuyordum. Gelen yaşları silerek yeniden Sinan’a baktım.
-“Gel.”
-“Nereye?”
-“Bana.”
-“Ben eve giderim, sana zahmet olmasın.”
-“Yok, diğerlerini de çağırırım.”
-“Ben cidden eve gidiyim. Hem iyiyim.”
-“Emin misin iyi olduğuna.” Başımı olumlu anlamda iki yana sallayarak sokağın sonuna doğru ilerlemeye başladım. Sokağın sonuna varınca evin yolunu tutarak sağa doğru gitmeye başladım. Tam yoluma devam edecekken Sinan’ın beni çekiştirmesiyle az daha yere düşüyodum.
-“Ya ben eve gideceğim işte.” Dengemi sağladıktan sonra yeniden Sinanla göz teması kurdum.
-“Evine götürüyorum zaten seni.” Elimden tutarak beni evin zıttına doğru ilerletmeye başladı. “Evim orada değil ama.” Hiç durmadan yoluna devam etmeye başladı.
-“Oradadır orada.” Ben de çok istiyordum Sinan’ın beni alıp gitmesini, ama yani bilmiyordum. Ne istediğimi, veya da ne yapacağımı. Belki de sadece akışına bırakmak gerekir, ucunda ölüm olsa bile.
Sinan’ın binasına girdikten sonra birlikte merdivenleri çıkmaya başladık. Dairesine vardıktan sonra kapıyı açmak için elimi bırakmak zorunda kaldı. Belki de başka bi zaman yeniden el ele tutuşabilirdik, Umarım.
Ayakkabılarımızı çıkarıp eve girdikten sonra ikimizde tek tek tuvalete gidip elimizi yıkadık. Salona geçtikten sonra koltuğa oturduktan sonra Sinan’da yanıma oturup kumandayı eline aldı. TRT Çocuk açınca gülerek ona baktım.
-“Ben çocuk muyum yaa.” O da bakışlarını bana çevirip gülümseyerek,
-“Bu da soru mu, tabii ki.” İkimizde gülerek birbirimizle bakıştıktan sonra Sinan bakışlarını benden kaçırıp ayağa kalkmaya başladı.
-“Nereye?” Ayağa kalktıktan sonra benimle göz teması kurarak,
-“Mutfağa, çorba yapıcam.” Sinan bey çorba yapmayı biliyor muymuş?
-“Hadi canım! Çorba yapmayı biliyo musun sen?”
-“Sen bilmez misin? Benim çorbam baya baya meşhur. Tek oturuşta 6 kase bile içebilirsin.”
-“Vah vah, o kadar mı düşmüşler!”
-“İçtikten sonra da aynı şeyi söylersin.” Ciddi ciddi çorba mı yapacaktı şimdi!
-“Niye durduk yere çorba yapıyosun ya? Hasta mı oldun.” Bakışlarını benden çekip mutfağa doğru ilerlemeye başladı.
-“Yoo sana yapıyorum.” Duyabilmesi için sesimi yükselterek,
-“Ben hasta mıyım?” O da aynı şekilde sesini yükselterek,
-“Bilmem hasta mısın?” Tatlı tatlı soruyordu bi de!
-“Yoo.”
-“Ben yinede yapayım, kafan yerine gelir belki.”
-“Gayet yerinde zaten!” Mutfağın kapısından bana doğru bakarak *emin misin?* der gibi bakışlar attı. Öyle tatlı gözüküyordu ki burdan!
Gözlerimi kaçırıp televizyona odaklanmaya çalıştım fakat bi türlü odağımı veremiyordum. Sinan neden bana nerede olduğumu sormamıştı. Önceden biliyor olabilir miydi? Yoksa hiç umrunda değil miydim bile. Eğer umrunda olmasam beni oradan almazdı bile. Hem bu saatten sonra hiç kimse bana Sinan için değersiz olduğuma inandıramazdı. Kendisi inkar etse bile bana değer veriyordu, ben de ona. |
0% |