Yeni Üyelik
31.
Bölüm

24.BÖLÜM Sonu Olmayan Issız Bir Deniz

@mirakjf

                         24.

BÖLÜM

Sonu olmayan ıssız bir deniz…

 

Lütfen bu bölüm için 10 oy ve 10 yorum gelebilir mii??? Böylece daha hızlı bi sürede bölüm atmaya devam edeceğim ve bunu çok motive ediyor.

 

Keyifli Okumalarrrr...


 

-"Beyfendi bize lütfettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Keşke hiç zahmet etmeseydiniz.” Sinan kendisini biraz uzağımda duran taşın üzerine atarak,

 

-“Sinirimi senden çıkaracağım şimdi.” Düzgünce yerinde durduğu için yüzüne doğru baktım. Kaşını mı kanatmıştı o?

 

-“Noldu?” Bakışları yavaş yavaş beni bulurken,

 

-“Bişey olmadı.”

 

-“Ne bişey olmadı oğlum, ağzın gözün kan içinde.” Bunu söyleyen Enes’e başımı sallayarak hak verirken Sinan’sa hala bana bakıyordu.

 

-“Ufak bi kavga oldu, çok da önemli değil.”

 

-“Neresi önemli değil be, nasıl kavga ettin?” Selin’in bunu demesiyle birlikte Sinan bakışlarını benden çekerek önüne dönerken bile hala ona inanmayarak bakıyordum.

 

-“Bi çocuk geldi, bizim yaşlarımızda işte. Değişik sorular sordu. Ben de öyle küfrettim çocuk yumruk attı.” Parla yapmacık bi şekilde şaşırarak,

 

-“Nasıl dayak yedin lan!”

 

-“Çocuğu gör sen bi de, her yeri kandı.”

 

-“Hassiktir!”

 

-“Eee bari karakola falan götürdüler mi?” Sinan başını olumlu anlamda sallayarak,

 

-“Oradan geliyorum zaten.” Enes kahkaha atarak

 

-“Bizi niye çağırmadın lan! Kardeştik hani?” Sinan yapmacık bi şekilde ellerini birbirine vurarak,

 

-“Tüh! Nasıl unuttum seni.” Enes gururla başını dikleştirirken bu gururu zil sesiyle birlikte bölündü.

 

Hepimiz sınıfa girdikten sonra her zamanki yerimi kaparak sıramda oturdum. Diğerleri de yavaş yavaş yerlerine oturduktan sonra Selin önden bize doğru dönerek,

 

-“Sıkıldım tek oturmaktan ya, biriniz yanıma gelsin.”

 

-“Aaa sevgilin senin için bu sınıfa nakil almadı mı? Çok ayıp!” Selin koluma vurarak,

 

-“Kıskanma bi kere de be!”

 

-“Herkes Selin ve biricik aşkı Emre’yi kıskanıyo zaten.” Parla bunu diyerek çantasını Selin’in yanına fırlatarak yanımdan kalkıp ön sıraya geçti.

 

-“Ben yalnız kaldım ağlayacağım şimdi.” Parla sıraya koyduğum elimi tutarak,

 

-“Sen bizim kalbimizdesin.” Hafifçe kıkırdayarak Parla’ya bakarken arkamdan yükselen sesle birlikte ikimiz de kafamızı arkaya çevirdik.

 

-“Minik papağanlar sınıfı uyum haftasından geçiyor heralde.”

 

-“Minik elmacıklar da çok kıskandı sanırım.” Mete yüzünü buruşturarak,

 

-“Minik elmacıklar değil minik serçeler bi kere!”

Kahkaha atarak Mete’ye baktığımız sırada hoca sınıfa geldiği için susmak zorunda kaldık.

 

Hoca sınıfa girer girmez kitapları açın demesiyle birlikte çantamdan çıkardığım büzülmüş kitabı elimle düzelterek sıraya fırlattım. İçinden rastgele bi sayfa açtıktan sonra kafamı kitaba yaslayarak uyumaya çalıştım. Aylardır hiç bi şekilde düzgün uyuyamıyordum. Arada hasta bile oluyordum ama zamanla alışmıştım.

 

Gözlerimi açtığımda dersin bittiğini gördüm. Birkaç kişi hariç sınıf bomboş sayılırdı. Uzandığım yerden doğrularak kalktığımda yere bir ceketin düşme sesi geldi. Biri benim üzerime ceketini mi koymuştu? Yere uzanarak ceketi elime aldıktan sonra cekete bi göz gezdirdim. Sinan’ın ceketiydi… Ben uyuduktan sonra üstüme koymuş herhalde. Yerimden kalkıp ceketini askılığa astıktan sonra sırasına baktım, yoktu. Enes de yoktu, Mete de yoktu. Parla da yoktu, Selin de yoktu. Nereye gitmiş olabilirler ki?

 

Yeniden sırama döndükten sonra cebimden telefonumu çıkararak gruba girdim. Gruba Erişim Engeli Getirildi… ne kadar düşünülmüş ve yaratıcı bir isim!

 

Gruba Erişim Engeli Getirildi

Ceylin: Nerdesiniz?

 

Beklediğimin aksine cevap hemen geldi. Biri açınca diğerine haber verdiğine göre.

 

Selin: Uzaklarda.

Enes: Hadi gel gezelim, uzaklara gidelim arabamla istersen konuşayım babamla uzaklara gidelim.

 

Kafaları uçmuştu herhalde bunların!

 

Ceylin: Ne alaka be, nerdesiniz?

Enes: Babam arabayı vermedi ;(

Ceylin: Ne arabası?

Sinan: Kantindeyiz.

Ceylin: Tamam.

 

Yerimden kalkarak hızlı adımlarla merdivenlerden doğru ilerlemeye başladım. Koridorlarda yürürken gözüme takılan şeyle birlikte yerimde durup oraya doğru baktım. Berk miydi o? Üstelik tekerlekli sandalyeyle!

 

Şaşkınlık dolu bakışlarım hala Berk’in üzerinde dolaşırken sanki Berk ona baktığımı anlamış gibi bakışlarını bana çevirdi. Gözlerimiz birbiriyle buluşunca bakışlarımı kaçırarak hızlı adımlarla koridorun sonuna doğru ilerledim. Bir kaç kez adımı bağırsa da duymamazlıktan gelerek yürümeye devam ettim.

 

Nihayet kantine varınca gözlerimle onları aramaya başladım. Selin’in havuç kafasını görünce olabildiğince hızlı bi şekilde yanlarına giderek kendimi Enes’in yanındaki sandalyeye attım.

 

-“Hoşgeldin.”

 

-“Hoşbuldum.” Kendimi geriye yaslayarak derin bi nefes aldım. Keşke uyanmasaydım!

 

-“Ailen seni mapus hayatına mı kitledi? Her bokta uyuyon sen de!” Kafamı bunu söyleyen Mete’ye doğru çevirerek,

 

-“Arada sırada sizi ziyarete geliyorum. Sürekli bodruma kitlenmekten bıktım!” Şakayla karışık söylememe rağmen içimde bi yerde hala canım acıyordu. Ailem olsaydı da beni kitleseydi keşke. Ona bile razıyım.

 

-“Kaç ders kaldı?” Selin’in ortaya attığı bu soruyla birlikte bakışlarımı diğerlerinin üzerinde gezdirdim. Hiç kimseden ses çıkmayınca biraz solumdan gelen sesle birlikte oraya doğru bakmaya başladım.

 

-“1.” Sinan bi yandan elindeki çakmağı söndürüp yakarken bi yandan da konuşmalarımızı dinliyordu.

 

-“Yakacaksın elini bırak şu çakmağı.” Yeniden çakmağı söndürüp bakışlarını bana çevirdikten sonra,

 

-“Yansın.” Dedi. İçimden ben de yansın diye tekrar ederek bakışlarımı ondan kaçırdım. Ne zaman onun iyiliği için bişey desem illa ters çıkışacaktı. Amacı oydu. Herkesi kendisinden uzaklaştırıp soğutmak…

 

-“Bıktım lan sessizliğinizden, düzgün bi sohbet açın hele!” Selin masada duran pet şişenin kapağını açıp kafasına diktikten sonra şişeyi buruşturarak,

 

-“Doğru dedin he. Arada aklın çalışıyor senin.” Enes Selin’in elinde buruşturmaya devam ettiği pet şişeyi elinden çekerek yere attıktan sonra,

 

-“Diyene bak sen! En azından benimki çalışıyo, sen de çalıştırılacak beyin bile yok!”

 

-“Tam olarak vardın bu kanıya? Bay dahi.”

 

-“Şimdi dahiniz olarak şu yolları işleyerek bu kanıya vardım. Öncelikle…” diyerek eliyle Selin’in kafasına geçirerek “Duydunuz teneke sesini. Beyinsiz işte!” Selin yüzüne düşen turuncu saçlarını arkaya attıktan sonra ağzına giren saçları tükürerek,

 

-“Enes sen sakat mısın? Siktir git lan!”

 

-“Abiye denir mi hiç öyle! Ayıp!” Selin yüzünü buruşturarak baktıktan sonra ayağa kalkarak gitmeye yeltenecekti ki ani bi refleksle kolunu tutmamla birlikte durup bana baktı.

 

-“Nereye ya, otur oturduğun yerde.”

 

-“Sevgilimin yanına gidecem be.” Tiksinerek Selin’in kolunu bıraktıktan sonra sandalyemi geri çekerek yerimden kalktım.

 

-“Sen nereye gidiyosun?” Kafamı Mete’ye çevirerek,

 

-“Sınıfa, bişey alıp geleceğim.” Tamam diyerek kafasını salladı. Tam önüme dönüp Selin’le gidecekken bakışlarım bi anlığına Sinan’a doğru kaydı. Doğrudan o da bana bakıyordu. Yüzünde öylesine anlam veremediğim bi ifade vardı ki.

 

Selin’in beni dürtmesiyle birlikte gerçek dünyaya dönüp peşinden ilerlemeye başladım. Hızlı hızlı kantinden ayrıldıktan sonra okulun kapısından içeri geçip koridorda yürümeye başladık.

 

-“Bir şey soracağım.” Dememle birlikte Selin yerinde durup bana bakarak kaşlarını hafifçe çattı.

 

-“Cevaplayabileceğim bir şeyse neden olmasın.” Yüzümü buruşturarak ona baktığım esnada,

 

-“Hani şu Berk var ya, 12/H’den.” Sesim beklediğimin aksine biraz daha kısık sesle çıkmıştı.

 

-“Eee nolmuş, vermeye mi karar verdin?” Koluna bi tane yapıştırarak,

 

-“Engelli! Kes.” Selin hafifçe kıkırdayarak,

 

-“Tamam tamam söyle noldu.”

 

-“Sizin yanınıza gelirken onu gördüm. Tekerlekli sandalyedeydi. Bişey mi olmuş ona?” Hafif şaşırmış bakışları üzerimde dolanırken,

 

-“Niye soruyon be, çok mu önemli!”

 

-“Ya cevapla bi.”

 

-“Bir kaç hafta önce falan olmuş herhalde. Sinan yapmış diyolardı da konuyu açmak istemedim şimdi. Tatsız olaylar.” Kaşlarımı havaya kaldırarak,

 

-“Sen ciddi misin?”

 

-“Valla.”

 

-“Peki.” Deyip konuyu kapattıktan sonra yeniden yürümeye devam ettik.

 

Bir anda Selin’in temposunu arttırmasıyla birlikte ben de hızımı arttırdım. En sonunda nefes nefese kalınca yerimde durup nefes alışverişimi yoluna sokmaya çalışarak,

 

-“Ne koşuyorsun!” Dedim kesik kesik. Selin de yerinde durup benim aksime sanki koşmamış da yürümüş bi tavırla bana bakıyordu.

 

-“Normal yürüyorum işte. Alışkın değilsin sen hızlı yürümeye. Kaplumbağa gibi yürüyosun!”

 

-“Sus ya! Koşuyorsun bal gibi!”

 

-“Koşmuyorum.”

 

-“Koşuyorsun.”

 

-“Koşmuyorum.”

 

-“Koşuyorsun.”

 

-“Koşmuyorum.”

 

-“Koşuyorsun.”

 

-“Koşuyorum.” Gülerek kaşlarımı keyifle kaldırarak,

 

-“Al sen de kabul ettin!” Sanki yeni söylediğini fark etmiş gibi şaşkınlıkla bakarak,

 

-“Sen niye benimle geliyorsun ya! Gitsene sınıfa.”

 

-“Sınıf bu katta mal. Sen git asıl.” Selin yeniden yanılmanın verdiği ikinci bi şokla,

 

-“Ben de sınıfa gelicem. Zil çaldı çalacak.” Başımı onaylar gibi sallayarak sınıfa doğru ilerledim. Sınıfın kapısına girdikten sonra direk cam kenarındaki yerime kurularak alnımı cama yasladım. Cam kenarının en iyi özelliği belki de dışarıyı izleyebilmemdi. Gözlerim kantini yoklarken kulaklarımı dolduran zil sesiyle birlikte bakışlarımı camdan kaçırdım.

 

Sıkıntıyla ofladıktan sonra sıranın altına koyduğum telefonumu elime alarak ekranı açtım. 6 Aralık, 2017. Yeni yıla girmemize ne kadar az kalmıştı. Ve hala yeni yeni yağmur yağmaya başlıyordu! Bakışlarımı tarihten çekip duvar kağıdıma kenetledim. Benim yaşımdaki bütün kızların kilit ekranında çiçek böcek olurken benimkindeyse deniz vardı. Sonu olmayan ıssız bir deniz…

 

Tuş kilidine basarak hızlıca şifremi girdim. Kısa bi süre ekrana bastıktan sonra aptal gibi gözükmemek için hızlıca sosyal medyaya girdim. Çok fazla takipçim yoktu aslında, 19 tane tek vardı, ve 2649 takip ettiklerim. Hikayeler kısmına girerek tek tek insanların hikayesini kaydırmaya başladım. Herkes hemen hemen manzara fotoğrafı atmıştı, ya da kendilerini atmışlardı. Her şey normal ilerlerken gördüğüm bir hikaye ile kahkaha atmamak için elimi ağzıma bastırdım. Allah’ın bi ergeni sütyeninin fotoğrafını çekip üstüne de ateş emojisi koymuştu! Ben neden bunu takip ediyordum! Gülmemi engellemeye çalışarak hemen yanıt verme kutucuğuna tıklayarak mesaj yazmaya başladım.

 

Hikayesine yanıt verdiniz,

ceykeyaksooy: Aptal ergen.

 

Mesajı yazdıktan sonra uygulamadan çıkarak telefonumu kapattım. Herkes sınıfa gelmişti. Kafamı yeniden cama yaslayarak dışarıya doğru baktım. Baya bi yağmur yağıyordu. Okul bitene kadar sel götürürdü buraları.

 

Kafamı arkamda oturan Enes’le Mete’ye doğru çevirerek,

 

-“Biraz sohbet edin ya.” Enes bakışlarını bana çevirerek,

 

-“Konu açta konuşalım Ceylo.”

 

-“Ne konusu açayım mesela?”

 

-“Mesela bana bi kız bulabilirsiniz. Nasıl fikir ama?” Gülerek bakışlarımı bunu söyleyen Mete’ye doğru çevirdim. İlla kendisine bir pay çıkaracaktı!

 

-“Bi tane kız var tamam mı? Sarışın, mavi gözlü, 1.65 boylarında, 59 kilo. Tam senlik yemin ederim!” İkisinin de gözleri fal taşı gibi açılarak,

 

-“Ayarla abine sen.” Enes Mete’nin kafasına hafifçe vurarak,

 

-“Sen dinleme bu malı, bana ayarla sen.”

 

-“Konuştu 99’lu.”

 

-“Lan abartma! Alt tarafı 2 ay var aramızda.”

 

-“Hanimiş abisinin gülü. Ben seni ayağımda sallıyordum ya. Hey gidi günler!”

 

-“Hadi lan oradan!” Mete’nin bakışları yavaş yavaş beni bularak,

 

-“Bana ayarla sen abicim.” Diyerek burnumu sıktı. Kendimi geri çekerek,

 

-“Mal, yok öyle biri ya!” İkisi de şaşkınlık dolu bakışlarıyla bana bakarken,

 

-“Nasıl yok!?”

 

-“Bildiğin yok. Belki rüyalarınızda vardır ama.”

 

-“Bütün yolculuğum bir yalanmış…” Bakışlarımı elleriyle yüzünü kapatmış olan Enes’e çevirerek,

 

-“Sen ciddi ciddi ağlıyor musun?”

 

-“Ağlamaz olur muyum! Gitti hayallerim.” Mete kollarıyla Enes’i sararak,

 

-“Üzülme babacım, bi sonraki ay bulacağız sana.”

 

-“Valla mı?”

 

-“Valla.”

 

-“Aslan babam ya!” Yüzümü buruşturarak,

 

-“Aile ilişkileriniz bitti mi?”

 

-“Bitmedi, bitmeezzz!” Gülerek ona baktığım esnada bakışlarımı kaçırıp önüme çevirdim.

Derin bi nefes alarak çantamda buruşmuş kulaklıklarımı çıkararak kablolarını dahi çözmeden direk kulağıma taktım. Ucunu da telefonuma taktıktan sonra aynı çalma listemi açtım. Çantamın kulpunda asılı olan siyah şişme montu sıraya koyduktan sonra kafamı sıraya koydum. Uykum gelmiyordu, uyanalı 1 saat olmuştu sayılır. Ama uyumaktan da başka çarem yoktu. En azından bu dünyadan uzaklaşıp hayaller alemine gidebiliyordum.

 

Kulağımda çalan şarkı bitince kulaklıklarımı çıkarıp etrafa baktım. Hocanın tahtaya yazı yazdığını farkedince oflayarak yerimde doğruldum. Ders öğrenip ne yapacaktım? Sanki büyüyüp adam olacağım da! Dinlesem dinlesem beden dersini dinlerdim herhalde. O derste de hoca hiç konuşmuyordu zaten. Tam yeniden kafamı montuma koyacakken sınıf kapısının aniden açılması ile kafamı oraya çevirdim.

 

-“Hocam dersinizi bölmüyorumdur inşallah ama konu çok acil.” Müdür bi yandan nefes alışverişlerini düzene sokmaya çalışırken diğer yandan da alnından akan terleri siliyordu.

 

-“Buyrun hocam estağfurullah.” Müdür hocanın onayını aldıktan sonra son bi kez alnındaki teri silerek,

 

-“Aranızda Burak arkadaşınızı gören oldu mu? Kayıp.” Tuttuğum nefesi yavaş yavaş salarak derin bi oh çektim. Umrumda bile değildi milletin çocuğu. Müdür kimsenin görmediğini anlayınca yeniden dersi böldüğü için özür diledikten sonra sınıftan çıktı. Müdürün sınıftan çıkmasıyla birlikte önümde oturan Parla kolunu benim sırama yaslayarak,

 

-“Ay duydun mu!”

 

-“Yok duymadım. Adam geldi senin kulağına anlattı.” Parla göz devirerek,

 

-“Olay çıksın artık ya, sıkılmıştım zaten. Sürekli aynı şeyler.” Sırada duran defteri kafasına fırlatarak,

 

-“Şimdi kafanı kırarım baya olay çıkar he.” Parla fırlattığım defteri tutup sırama attıktan sonra,

 

-“Mal! Ben ne diyorum sen ne diyorsun?” Tam Parla’ya cevabını verecekken Mete benden hızlı davranıp,

 

-“Napcan çocuk ortada yoksa? Emniyet müdürü müsün sen?”

 

-“Evet, emniyet müdürüyüm napıcan?”

 

-“Hadi lan oradan!” Selin de bize dönerek,

 

-“Ya boşverin elalemin boklu çocuğunu, çokta umrumuzda sanki!” Parla Selin’e karşılık hafifçe gülerek,

 

-“Tabii sana hava güzel, canın sıkılmıyor en azından.” Mete Parla’ya yüzünü buruşturarak,

 

-“Ayıp ediyorsun he, biz güldürmüyo muyuz seni.”

 

-“Güldürme programı mıyız biz?”

 

-“Ben değil siz.” Mete’nin bana verdiği cevap karşısında hafifçe gülerek,

 

-“Hadi git kravatını tak gel. Yarın ceo olarak işe başla.”

 

-“Ya oğlum ne boş konuşuyonuz he. Benim kadar komik insan görmemişsinizdir hayatta. Kim daha komik tartışması yapıyorlar!”

 

-“Yalnız biz kim daha ciddi diye konuşuyorduk.” Mete’nin bu söylediği üzerine Enes gülerek,

 

-“Oğlum Sinan’dan komik biri var mı zaten.” Yavaş yavaş bakışlarım Sinan’ı bulurken onun çoktan dünyayla bağlantıyı kesmiş olduğunu gördüm. Kollarını sıraya koyup kafasını da kollarının arasına gömmüştü.

 

Mete Sinan’ın sırasını sallayarak,

 

-“Lan uyan! Unutucaz seni bak.” Sinan kafasını kaldırarak hepimize uykulu gözlerle baktıktan sonra,

 

-“Noldu?”

 

-“Çıkıcaz 15 dakikaya. Uyandırayım dedim.” Sinan başını iki yana sallayıp,

 

-“İyi etmişsin.” Diyerek kafasını yeniden gömdü.

 

Ben umutsuzca Sinan’a bakmaya devam ederken Selin ayağa kalkıp Sinan’ın sırasına doğru ilerlemeye başladı. Sinan’ın sırasına vardıktan sonra yanındaki boş yere kendisini atarak,

 

-“Bir şey olmuş sana.” Parla hafifçe sırıtarak,

 

-“Bu zeka ağırlık yapmıyor mu sana ya? Sen bi zeka testinden geç bence senin beyin yaşın bizden çok üstün.” Selin kendisini yere eğerek düşen kağıdı aldıktan sonra elinde buruşturarak Parla’ya fırlatarak,

 

-“Bu mu konumuz sence?”

 

-“Bi susun da anlatsın çocuk! Sonra tartışırsınız kim daha dahiymiş diye.” Mete’nin bunu demesiyle başımla onaylayarak kendimi tamamen arkaya doğru çevirdim. Sinan hala kıpırdamamıştı bile. Selin en sonunda dayanamayarak Sinan’ı sarstıktan sonra,

 

-“Uyan lan uyan!” Sinan’ın kafasını kaldırmasıyla birlikte yeniden bakışlarımı ona kenetledim. Oysa bana bakmıyordu.

 

-“Ne var gene.”

 

-“Ne ne var oğlum. Kendine gel.” Enes hafiften sinirli bi tavır göstermişti. Haklıydı. Arkadaşı doğru düzgün bi iki kelime bile etmiyordu. O endişelenmesinde kim endişelensin.

 

-“Bi şey mi yapmışım.” Hala anlamamış gibi davranıyordu!

 

-“Bişey mi oldu sana. Çekinme söyle. Olabilir öyle şeyler.”

 

-“Ne alaka?” Bu sefer Parla yanıma oturarak tamamen arkaya döndükten sonra,

 

-“Nerden çıkardığımızı mı soruyorsun sen? Haftalardır çıtın çıkmıyor resmen. Hadi onu boşver, en ufak bişey de bile direk tersliyorsun. İyi misin sen? Normal değil bu ha. Depresyona falan mı girdin bizden habersiz.” Gözlerini ovuşturarak bu sefer bakışlarını bana çevirdi. Kısa bi süreliğine de olsa birbirimizle bakıldıktan sonra bakışlarını Parla’ya çevirerek,

 

-“Ne depresyonu ya. Bişey olmadı işte.”

 

-“Nasıl bişey olmadı? Sinan sen kendini görmüyor musun? Bi kez de olsa ben napıyorum ya demedin mi? Kötüsün, bi derdin var. Niye saklıyorsun bizden?” Bu sert çıkışım üzerine Sinan’ın bakışları beni buldu ve bu sefer ben bile bakışlarımı ondan kaçıramadım.

 

Bir sorunu vardı.

biliyordum.

Peki neden bana anlatmıyordu? Güvenmiyor muydu bana.

Sormamıştım bile ona, bir sorunun var mı diye. Durduk yere gelip bana mı anlatacaktı?

 

-“Şuan bunu konuşmanın sırası bile değ…”

 

-“Ne zaman sırası gelecek Sinan? Sürekli böyle diyip diyip geçiştiriyorsun! Ne zaman sıra sana gelecek?” Tam yerimden kalkacakken Mete’nin kolumu tutmasıyla birlikte olduğum yerde kaldım.

 

-“Tamam! Sakin ol bi. Hoca sınıfta.” Hızlıca kendimi geri çekerek ayağa kalktım. Çantamı da alıp koluma taktıktan sonra,

 

-“Ben hava alacağım.” Diyerek hızlıca kapıya doğru yöneldim. Arkamdan o kadar seslenmelerine rağmen hiçbirine kulak asmadan sertçe kapıyı açıp sınıftan çıktım. Hoca zaten dersi saldığı için birşey demezdi.

 

Sınıftan çıktıktan sonra hızlıca kendimi koridora atarak yürümeye başladım. Duyduğum kapı sesiyle birlikte arkamı dönüp bakmak istedim fakat bakmamamın daha doğru olacağını düşünerek yeniden yürümeye devam ettim.

 

Sanki duvarlar üstüme üstüme geliyordu, çok dardı. Hava almak imkansız denecek kadar azdı ya da bana öyle geliyordu. Merdivenlere vardıktan sonra basamaklardan ilk adımımı atmak için sol ayağımı uzatmışken arkamdan kolumun çekilmesiyle birlikte geriye doğru çekildiğimi hissettim.

 

Her ne kadar kendimi geri çekmeye çalışsam da bi türlü kolumu tutan el beni bırakmıyordu.

 

-“Bırak!”

 

-“Derdin ne senin?” İlk defa bu sefer onun gözlerine baktım.

 

-“Benim mi derdim var? Kendine bak.” Hala bana kaşları çatık bi şekilde bakıyordu. Yeniden kendimi geri çekmeye çalışınca bu sefer beni kendisine çekip aramızdaki mesafeyi kısaltarak doğrudan gözlerime doğru baktı.

 

-“Dur durduğun yerde, gitmiyorsun bi yere.”

Şaşkınlık dolu bakışlarım hala üzerinde dolaşırken,

 

-“Zorla mı?”

 

-“Zorla.” Sesi beklediğimin aksine biraz daha katı bi sesle çıkmıştı. Mecburen yerimde durarak durgunlukla ona bakmaya başladım. Kendisini de kendi sinirini fark edince kolumu tutan elini geri çekerek kendisini bi adım geriye çıkardı. Yüzünde önceki halinden ziyade çok mahcup ve üzgün bi ifade vardı.

 

-“Özür dilerim.” Ona doğru bi adım attım. Adım atmamla birlikte kendisini geri çekince kalbimin kırıldığını hissettim.

 

-“Sinan…” Ben daha lafıma bile devam edemeden sözümü kesti. “Evine git.” Evime mi gideyim? “Sinan sen iyi misin?” Burnunu çekerek doğrudan gözlerime kitlendi. “İyiyim, Git sen.”

 

Daha da ikiletmenin kimseye bi faydası olmadığını anlayınca arkamı dönerek oradan uzaklaşmaya başladım. Ben yürümeye başlamışken arkamdan gelen bi sesle birlikte duraksadım.

 

-“Ceylin…” Arkamı döndüğümde Sinan’ın bana buruk ama samimi bi gülümsemeyle baktığını gördüm.

 

-“Efendim?” Dedim yüzüme aynı onun ki gibi bir gülümseme takarak,

 

-“Görüşürüz.” Aynı küçük bi çocuk edasıyla bakışlarını sürdürüyordu. “Görüşürüz.” Son bi kez ona baktıktan sonra hırkamın önünü biraz daha kapatarak yavaş ama seri adımlarla merdivenden inmeye başladım.

 

Nihayet okulun kapısından çıktıktan sonra resmen uçar adımlarla yürümeye başladım. Nereye gittiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu, şuan sadece ama sadece Sinan’ı düşünüyordum. Ve düşünmeye de devam edecektim.

Loading...
0%