Yeni Üyelik
32.
Bölüm

25.BÖLÜM “Eğer ki böyle olacaksa, hiç olmasın.”

@mirakjf

                          25.

BÖLÜM

“Eğer ki böyle olacaksa, hiç olmasın.”

 

 

Oy ve yorum istediğim gibi olmadı ama bölüm atamadan da duramadım😭

 

Bu bölüm için 10 oy 15 yorum bekliyorum heeeee

 

 

Sırılsıklam olmuş bi şekilde nihayet parka gelmiştim. Üstü kapalı çardaklardan birine oturarak kafama taktığım şapkayı çıkartıp masaya koydum. Şapka takmaktan nefret ediyor sayılırdım.

 

Çantamı açıp içinden bi tane mendil çıkardıktan sonra alnımı kurulayarak derin nefesler alıp vermeye başladım. Havanın soğuk olduğunu biliyordum, fakat bu kadarını hayatta beklemiyordum. Mendili elimde buruşturup kenarda duran çöp kutusunun içine basket atışı yaptım. Basketbolcu olabilirdim aslında, tabii uzamamak şartıyla.

 

Arka cebimden telefonumu çıkartarak direk sosyal medyaya girdim. Bağımlı değildim, sadece can sıkıntısından ne yapacağımı bilemiyordum. Mesajlar kısmında 1 yazısını görünce kaşlarımı çattım. Kim niye bana yazsın? Hemen kutucuğa tıklayarak kimin yazdığına baktım.

 

buseferyalnizsin: Ne saçmalıyorsun?

 

Bu kimdi? Üstteki mesajları okuyunca o ergence olan hikayeyi atan kız olduğunu anladım. Çok geçmeden hemen cevap verdim,

 

ceykeyaksooy: Ben mi saçmalıyorum?

 

Kızın dakikasında çevrimiçi olduğunu gördüm. Pusuda falan mı bekliyordu?

 

buseferyalnizsin: Sen kimsin?

ceykeyaksooy: Kim olmamı istersin?

buseferyalnizsin: Uzatma.

 

İyice sinirlenmeye başladım. Elalemin ergeninden atar yiyoruz!

 

ceykeyaksooy: Kes, ablayla konuşulur mu öyle?

 

3 dakika boyunca kızın yazacağı şeyi bekledim. Herhalde ağlayarak paragraf yazıyordur! Bi anda yazıyor yazısı gidince kaşlarımı çatarak ekrana baktım.

 

Çevrimiçi.

Yazıyor…

Çevrimiçi.

Yazıyor…

Çevrimiçi.

 

Böyle böyle devam ederken tam sohbetten çıkacaktım ki ses kaydı geldi. Başta şaşırsam da telefonun sesini kısarak mikrofonu kulağıma dayadım.

 

-“Seni bi sikerim var ya. Orospu çocuğu sen kimsin de sevgilime laf söylüyorsun lan!” Kahkahalar eşliğinde ses kaydını kapattım. Zekasızlar!

 

ceykeyaksooy: Allah Allah öyle mi olmuş.

 

Yazıyor yazısını görünce hızlıca kızın profiline girip engel tuşuna bastım. Bi de bunlarla falan mı uğraşacaktım! Hızlıca sosyal medyadan çıkıp son girilenler kısmından sildim.

 

Youtube’dan video izlemeye devam ederken ekrana gelen bildirimle yerimden sıçradım. O kadar odaklanmıştım ki videoya! Düşük güç modu! Pff.

 

Ekranın üstünü kaydırıp saate baktım, 18.24. Cidden mi! Saatlerdir oturmuş bi videoyu bitirememiştim. Telefonu kitleyip çantama attıktan sonra bu sefer masada duran şapkamı da çantama atıp omzuma atarak yerimden kalktım. Yağmur hafiften dinmişti. İnşallah gece de yağmaya devam etmez.

 

Parkın içinden çıktıktan sonra boş boş sokağa baktım. Niye çıkmıştım ki zaten. Sanki bi yere gideceğim. Sıkıntıyla kaldırıma oturup omuzlarımdaki çantayı kaldırıma bırakıp içinden telefonumu elime aldım.

 

Son aramalar yerine girip hızlıca kişiler arasında gezindim. Aradıklarımın yarısından fazlası ya Sinan’dı ya da gruptu. Aratma yerine girerek hızlıca aramızdaki en müsait kişiyi yani Parla’nın adını yazıp telefonu kulağıma dayadım. Telefon 4.çalışında açılınca rahat bi nefes alarak,

 

-“Nerdeydin be.”

 

-“Tuvaletteydim, noldu?” Sesindeki hızlılığı konuşmadan da anlaşılıyordu.

 

-“Asıl sana noldu? Nefes nefese kalmışsın.”

 

-“Koştur koştur geldim. Şimdi babam falan açar diye.” Hafifçe gülerek,

 

-“Aman boşver. Çay koy geliyorum.”

 

-“Ne zaman?”

 

-“Şimdi.”

 

-“Müsaitsin diye sorduğun için teşekkür ederim.”

 

-“Sen hep müsaitsin!”

 

-“Belki işim var.”

 

-“Tamam! müsait misin.”

 

-“Düşüniyim bi.” Bi süre sessizlikten sonra nihayet telefonun ucundan sesi yükseldi.

 

-“Evet.” Onun görmeyeceğini bile bile göz devirerek,

 

-“Tamam geliyorum o zaman.”

 

-“Koş!” Gülerek telefonu kapattıktan sonra yerimden kalkarak Parla’nın evinin yolunu tuttum. Ne güzel yağmur yağıyor işte bi de durağa binerek yağmurdan mahrum mu kalsaydım.

 

Yağmurun tadını çıkara çıkara yarım saatte Parla’nın evine gelmiştim. Merdivenlerden çıkarken bi anda Enes’in de bu apartmanda yaşadığını hatırladım. Acaba küsmüşler miydi?

 

Kapının önüne geldiğimde hafifçe duruşumu dikleştirip kravatımı düzelterek kapıyı tıklattım. Kapı açılınca karşımda duran Serap teyzeye hanım hanımcık bi tavır takınarak,

 

-“Merhaba Serap teyzecim, Parla için gelmiştim ben.” Serap teyze de bana karşılık gülümseyerek,

 

-“Geç kızım, o da seni bekliyordu.” Kapıdan çekilip içeri geçince ben de ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim. Önceden de evine gelmiştim fakat hiç odasına girmemiştim. Ben etrafa bakarken mutfaktan yükselen Serap teyzenin sesiyle birlikte bakışlarımı mutfağa çevirdim.

 

-“Sağdan ikinci oda.” Görmediğini bilerek başımı iki yana sallayıp,

 

-“Tamamdır.” Söylediği odaya doğru ilerledikten sonra kapalı olan kapıyı açarak Parla’nın konuşmasına dahi izin vermeyerek içeri girdim.

 

-“Hoşgeldin.” Çantamı dolabın köşesine atıp yerdeki halının üzerinde yerimi alırken “Hoşbuldum.” Dedim. Parla da biraz ilerimde duran sandalyenin üzerine kurularak “Beğendin mi bari odamı?” Dedi. Başımı kaldırıp odaya çevirince ufak çaplı bi şok geçirdim.

 

-“Bune biçim oda be, her yerde poster var!”

 

-“Napiyim? Eğlence anlayışım bu.”

 

-“Türk grubu mu bunlar. İngilizlere benziyor aynı.” Dedim parmağımı dolabın üstüne astığı posterin üzerine getirerek.

 

-“Bilmem.” Kaşlarımı çatarak,

 

-“Nasıl bilmem?”

 

-“Derginin içinden çıktı, astım.” Hafifçe kıkırdayarak,

 

-“Her boku asıcak mısın gerçekten?”

 

-“Sen ne anlarsın!” Yüzümü buruşturarak “Anlasam da bunları anlamam zaten.” Diyerek yerimden kalktım. Kendimi uzanarak yatağa attıktan sonra kafamı yatak başlığına yaslayarak,

 

-“Eee naber?” Dönen sandalyesini bana doğru döndürerek,

 

-“Öyle işte. Senden naber?”

 

-“Benden de öyle işte.” Parla sandalyesiyle bana biraz daha yaklaşarak elindeki çekirdeklerin yarısını avucuma doldurmaya başladı.

 

-“Çok sıkılıyorum yaa.” Bakışlarımı Parla’ya doğru çevirerek,

 

-“Noldu?”

 

-“Nolmadı işte. Hiçbir şey olmuyor, olay yok, her şey çok normal.”

 

-“Sen de ne istiyorsun anlamıyorum ki. Bi gün olay çıksın diyorsun diğer gün çok şey yaşadık yeter diyorsun!”

 

-“Olay çıksın ama bizi çok etkilemesin.”

 

-“Hemen yönlendiriyorum ekibimize.” Dedim elimi telefon şeklinde yapıp kulağıma götürerek “Ne olay mı çıkacakmış? Parla’yı tutuklayacak mıymışsınız?” Parla ellerini kelepçe şeklinde yaparak “Tamam, teslim oluyorum!”

 

-“Suçlu şuan tam karşımda memur bey? İdam mı edelim.”

 

-“Olmaz, Kabul etmiyorum! Daha çok gencim lütfen!” Kahkahalar atarak,

 

-“Hemen idam ediyoruz!” Diyerek telefonu kapattım. Elimi silah şeklinde yaparak Parla’ya doğru tutturarak,

 

 

-“Özür dilerim canım arkadaşım, fakat ölmek zorundasın.“

 

-“Hayatımın baharındayım! Gencim, güzelim!”

 

-“Parantez içinde *güzelim*”

 

-“Ya!” Diyerek masada duran çubuğu bana doğru fırlattı. Son anda gözüme girecek olan çubuğu yakalayarak,

 

-“Gözüme giriyordu!” Parla hafifçe gülerek,

 

-“Keşke girseydi!”

 

-“Arkadaşını da ne çok seviyor ya.” Dedim bozulmuş bir sesle. Kollarımı göğsümde birleştirerek kendimi biraz daha yasladım. Parla’nın sandalyesinin hışırtısından anladığım kadarıyla yanıma geliyordu.

 

-“Ya üzülme kankiştom benim!” Kahkahalar eşliğinde ona dönerek,

 

-“Kankiştom ne ya!?” Parla gururlu bi şekilde kendisini dikleştirerek,

 

-“Bunu diyince bana bakacağından o kadar emindim ki!”

 

-“Kim bakmaz ki?”

 

-“Herkes bana bakmak için sıralara giriyor evet.” Gözlerimi devirerek,

 

-“Kendisini de övermiş.”

 

-“Kimi öveyim başka? Sanki övülecek çok insan var da!”

 

-“Barışmadınız mı siz hala?” Bakışlarını benden kaçırarak duvara doğru çevirdi. Söyleyecek yalan bulamadım bakışlarıydı bu, her yerden tanırım.

 

-“Yok, barışmayı da düşünmüyorum.” Sesi az önce mutluluğundan ziyade kırgın çıkıyordu.

 

-“Ne? Neden?” Bu söylemimim üzerine yerimde biraz daha doğrularak Parla’ya bakmaya başladım.

 

-“O günden sonra bi kaç gün konuşmadık onunla, bi gün bana mesaj attı buluşalım diye. Ben de belki barışmak içindir falan diye gittim. Oturduk konuştuk. Sürdüremezmişiz, arkadaş kalmalıymışız dedi. Tamam dedim, başka da bişey diyemedim zaten. Kalktı gitti.” Bakışlarını hala duvara kenetlemişti. Gözleri dolmuştu çok belliydi.

 

-“Özür dilerim. Ben, gerçekten böyle olsun istememiştim. Sadece biraz fazla sinirlendim ve sinirimi senden çıkardım. O konuyu hiç açmamam gerekirdi. Benim aptallığım, özür dilerim. Benim yüzümden ayrıldınız.” Gözlerinden süzülen yaşları silerek gözlerini bana çevirdi. “Senin ne suçun var? Dediklerinde haklıydın. Enes bana dönünce ona bir mesaj bile yazmadım. Ben gerçekten berbat bir insanım.” Başımı olumsuz anlamda sallayarak,

 

-“Sen berbat bi insan değilsin Parla, sadece ne yaptığını bilemedin. Olabilir, herkes hatalar yapabilir. Robot musun da hata yapmayacaksın.”

 

-“Ben üzülmiyim diye böyle söylüyorsun Ceylo. Ben kötü bi insanım. Ben böyleyim.” Ağlamamak için kendisini zor tutuyordu. Elleriyle ağzını kapatarak ses çıkarmamak için kendisine baskı uyguluyordu.

 

-“Parla… sen kendin ayrılmışsın. Niye ağlıyorsun? Lütfen bak, ağlama.”

 

-“Ben kendim ayrılmadım! Bana konuşma hakkı bile tanımadı o. Onun gözünde o kadar değersizim ben!” Ağlaması yavaş yavaş durmuştu, şuan üzüntüden ziyade kin duygusu daha da ağır basıyordu. Enes’e kin besliyordu yavaş yavaş.

 

-“Bu kadar yıldır birlikteydik, ufacık bi şeyde benimle konuşmaya tenezzül bile etmedi. Eğer ki böyle olacaksa, hiç olmasın. İstemiyorum.” Masada duran pet şişenin kapağını açıp tek dikişte kafasına dikerken bu sefer ben konuştum.

 

-“Belki onun da sebepleri vardır, bilmeden konuşamayız ki…” daha lafıma devam edemeden Parla sözümü keserek “Dili mi yoktu? Anlatamıyor muydu. Güvenmiyordu bile doğru düzgün. Belli etmese de hissedebiliyorum işte.” Elinde buruşturduğu şişeye bakarak,

 

-“Güveniyordu sana, gerçekten. Seni seviyordu Enes, Sen de onu seviyorsun. Bana karışmak düşmez biliyorum ama… belki biraz kendinize süre tanısanız? İkiniz de düşünseniz gerçekten hallolacak bişey.”

 

-“Ne olacak bizden ya, oldu bitti. Arkadaş kalacağız sadece. İlerisi de yok.” Kendisinden öylece emin bi şekilde söylemişti ki bunu. Eğer ki onların arasındaki bağı bilmeseydim bi daha asla birlikte olacaklarını düşünmezdim. Arada ayrılıklar olabilirdi, bi süre sonra barışırlardı zaten… umarım.

 

-“Neyse kapatalım bu konuyu ya, çok konuştuk beni. Biraz da seni konuşalım.” Gözlerimi kısıp sırıtarak,

 

-“Neyimi konuşacağız benim ya? Kalk, okula git, gel, uyu.”

 

-“Vardır vardır bişeyler şimdi.”

 

-“Olsa söylemez miyim sana!” Sandalyesinden kalkıp ters çevirdikten sonra yeniden oturarak,

 

-“Vardır illa ki birileri! Yok mu aşık olduğun falan.”

 

-“Ben mi? Ben ve aşık olmak. Ben kimseye aşık olmam.” Parla *kesin öyledir* bakışları atarak,

 

-“Yanıyorsun aşkından! Sürekli tavana bakarak onu düşünüyorsun!” Kaşlarımı çatarak, “Kimi?” Dedim sesimdeki gerginliği gizleyerek,

 

-“Beni?” Kıkırdayarak “Sen nereden biliyorsun sana aşık olduğumu?” Bilmiş gibi bana bakarak “Bilirim ben.” Bakışlarımı Parla’dan kaçırarak pencereye çevirdim. Yağmur dinmişti.

 

-“Yağmur dinmiş.” Dedim fısıltı gibi çıkan sesimle.

 

-“Bi daha da yağmaz umarım.” Kaşlarımı çatarak Parla’ya bakmaya başladım. İnsan sevmez miydi yağmuru?

 

-“Yağmuru sevmez misin?” Yüzünü buruşturarak,

 

-“Berbat, kim bilir milyonlarca hayvanlar ve evsizler sokakta. Kalacakları yerleri bile yok.” Evsizler diyerek içimden geçirdim. Ben de evsiz değil miydim zaten. Kalacak yerim yok, ailem yok. Ama ailem diyebileceğim insanlar var. Kan bağıyla uzaktan yakından alakası olmayan ailem…

 

-“Maalesef…” diyerek Parla’ya baktım, kötü biri olduğunu düşünüyordu, halbuki bi karıncayı bile incitemezdi. Yapamazdı o, vicdan azabı çekerdi.

 

-“Peki hiç öyle şeyler olmasa, evsizlerin evi olsa, hayvanların kalacak yeri olsa, yağmuru sever miydin?” Dedim. Parla gözleri dolmuş fakat donuk olan bi surat

 

-“Sevmezdim.” Sesi çok net ve tekdüze geliyordu. Daha da fazla uzatmadan ben de önüme döndüm. Bir anısı vardı belki de, ya da geçmişi. Ve bu hatırlamak istemeyeceği bir geçmişti heralde.

Loading...
0%