Yeni Üyelik
33.
Bölüm

26.BÖLÜM KİRLİ.

@mirakjf

                          26.

BÖLÜM

KİRLİ.

Bölüm için sizi çok beklettim şimdiden özürlerimi ileteyimm

 

 

Keyifli okumalarr oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin..

 

 

Merdivenlerden inerken bile aklım hala az önce Parla’yla birlikte izlediğimiz dizinin etkisindeydi. Ters köşelerden nefret ediyorum, bi de mutsuz sonlardan tabii. Bu yüzden hayatımdan da nefret ediyorum.

 

Apartmanın dışına çıktığımda havaya baktım. Yağmur dinmişti, ve bu benim için negatif bir yöndü. Bütün eğlence kaynağım dinmişti. Sıkıntıyla oflayarak yerde oluşan su birikintilerin üzerinde yürümeye başladım. Hava kararmıştı, Parla her ne kadar bizde kal dese de reddetmiştim. Bi de onlara yük olmak istemezdim.

 

Sokak ışıkları önümü yavaş yavaş aydınlatırken buranın ne kadar tenha bi yer olduğunu anladım. Saat kaçtı ki kimse sokakta yoktu? Cebimden telefonumu çıkararak ekranı açtım. 21:40. Ne ara saat 10 olmuştu? Zaman su gibi akıyordu resmen. Tam telefonun ekranını kapatıp cebime atacakken sokakta yankılanan zil sesimle birlikte telefonu kendime çekip kimin aradığına baktım. Selin’in aradığını görünce kaşlarımı çatarak ekrana baktım. Bu saatte niye arıyordu ki? Çok bekletmeden telefonu açarak kulağıma dayadım.

 

“Efendim?” Cızırtı sesinden başka hiçbir ses gelmiyordu. Şaka falan mı yapıyordu?

 

“Selin. Orada mısın?” Yeniden ses gelmiyordu. Tam telefonu açacakken duyduğum hıçkırık sesiyle birlikte yeniden telefonu kulağıma dayayarak,

 

“Noluyor? Selin. Neredesin sen?” Her söylediğim kelimenin sonunda hıçkırık sesleri daha da fazla artıyordu.

 

“Selin! Anlatsana. Söyle neredesin!?” Sesim endişeli bi şekilde yükselirken nihayet Selin’in sesini duydum.

 

“Ceylin… çok… kötüyüm…” Ağlıyordu. Çaresiz bi şekilde ağlıyordu.

 

“Nolur söyle! Neredesin? Geleyim ben!” Hıçkırıkları daha da şiddetlenmeye başlayınca daha da endişelenmeye başladım. Gecenin bi vakti her şey gelebilirdi başına!

 

“Bak canım arkadaşım! Söyle işte yerini! Ağlama. Ben gelince ağla, ama nolur yerini söyle!” Nihayet Selin hıçkırmayı kesince telefonu kulağıma bastırarak vereceği cevabı bekledim.

 

“Ben… bilmiyorum…” İlk defa sesinde böyle bi çaresizlik sezmiştim. Mahcup hissediyordu kendisini.

 

“Konum at Selin! Yanına geliyim.”

 

“Sen gelme, çok geç oldu.” Aptal aptal konuşuyordu hala!

 

“Konumunu at Selin! Hadi! Boşver beni.”

 

“Atıyorum…” diyerek telefonu kapattı. Selin’in telefonu kapatmasıyla birlikte ekranda bildirim gözüktü. Selin’in attığı konuma girerek olduğu yere baktım. Onun evinin konumu değildi. Ve kimin evi olduğu hakkında en ufak bi fikrim yoktu.

 

Hızlı adımlarla konuma doğru ilerlerken Selin’in diğerlerine haber vermeyeceğini düşündüm. Beni aradığında bile zorlukla konuşuyordu, bi de diğerlerini mi arayacaktı? Muhtemelen rehberde ilk beni görmüştür de aramıştır.

 

Hepsine konumu tek tek göndermenin aptalca olduğunu düşünerek direk gruba gönderip mesaj yazdım.

 

Gruba Erişim Engeli Getirildi

Ceylin: *Konum*

Ceylin: Acil buraya gelmeniz lazım. Önemli.

 

Mesajı yazdığım gibi gruptan çıkıp hemen konuma girdim. Ben hızlı hızlı koşarken bir yandan da yukardan bildirimler yağıyordu. Yazar yazar sonra da illa ki gelirlerdi,

Muhtemelen.

 

Sokağa girdiğimde gözlerim ilk Selin’i aradı. Sokakta mıydı? Yoksa evde miydi? Ben tam onları düşünürken gerçek beynime tak diye oturdu. Selin akşam Emre’nin evinde buluşmayacak mıydı! Yoksa ben mi yanlış hatırlıyordum? Kesin Emre Selin’e bir şey yapmıştı. Kahpenin Evladı. Dışımdan “Hassiktir!” Diye söylenerek hızlıca Selin’i aradım. Çalmıyordu bile!

 

Öfkem giderek daha da artarken volta atar gibi etrafı aramaya başladım. Muhtemelen sokaktaydı. Bulamazsam da diğerleri gelince bulabilirdim zaten. Tek tek arabaların arkasına bakarken sıra mavi bi arabaya gelince duyduğum hıçkırık sesiyle birlikte yerimde dondum. Bu ses… Selin’e mi aitti?

 

Hemen kendimi arabanın arkasına atarak kaldırımın üstüne baktım. Oradaydı. Ağlıyordu… Üstü başı paramparça olmuştu, üzerine giydiği mini elbisesinin her tarafında yırtılmalar vardı.

Bişey olmuştu.

 

“Selin?” Diyerek kaldırımda iki büklüm oturan Selin’e doğru yürüdüm. O olduğundan emindim, ama emin olmak istemiyordum.

 

Önüne çömelerek iki elimi de omzuna koydum. Kafasını kaldırarak titreyerek bana baktı. Korkmuştu.

 

“Selin… benim, Ceylin. Arkadaşın.” Ağlamaktan harap hale gelmişti. Donuk bi ifadeyle bana bakıyordu. Sanki beyni bilincini kaybetmiş gibiydi.

 

“Noldu sana? Bişey mi yaptılar sana?” Hala cevap vermiyordu. Bişey olmuştu. Korkuyordu. Bana anlatmaktan bile korkuyordu.

 

“Ceylin bana dokunma, ben çok kirliyim…” diyip hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. İma ettiği şeyi anlayınca bütün üzüntüm kine dönüştü.

 

“Bişey oldu dimi? O kahpe sana bişey yaptı! Nerede onun evi?” Öfkeyle ayağa kalktım. Selin korkmuş bi şekilde bana bakıyordu. “Gitme, nolursun. Yalnız bırakma beni.” Gözlerim doldu. Ne yapmalıydım. Selin’in yanında mı durmalıydım? Ya da gidip o orospu çocuğunu kendi ellerimle geberteyim mi?

 

“Noluyo burda?” Duyduğum sesle birlikte irkilerek arkamı döndüm. Başta Enes olmak üzere Mete, Parla ve Sinan sanki dizilmiş gibi teker teker yanımıza yaklaştılar. Enes tam yanıma geçtikten sonra bakışlarını arkamdaki Selin’e doğru çevirdi. Onu öyle görmeyi kabusunda bile göremezdi.

 

“Selin?” Buz gibi çıkan sesiyle birlikte diğerleri de Enes’in yanına geçti. Hepsi şoktan donup kalmıştı. Parla en sonunda donukluğundan çıkıp direk Selin’e doğru yürüyüp,

 

“Noldu? Ne bu halin?” Fısıltı gibi çıkan bu sesiyle birlikte Selin de aynı donuk ifadeyle bakışlarını Parla’nın suratında gezdirdi. Konuşmuyordu, bir kelime bile etmiyordu.

 

“Konuşsana. Noldu sana!?” Sesi gitgide dana da kasılıyordu. Selin’in konuşmayacağını kafasında kesinleştirince bakışlarını yavaş yavaş bana çevirdi. “Sen bir şey söyle bari. Noldu?” Zar zor duyduğum Parla’nın sesiyle birlikte yutkunmam bile imkansız hale gelmişti. Keşke bi rüya olsaydı da hemen şimdi uyansaydım!

 

“Ben, bilmiyorum…” Biliyordum ama bilmiyordum. Çünkü bilmek bile istemiyordum.

 

“Sen bugün sevgilinle buluşmayacak mıydın?”Diye bi ses geldi arkamdan. Kafamı çevirince bunun Mete olduğunu anladım. “Bişey yapmış sana.”

 

Biliyordum. Normal değildi bu. Selin bu haldeyken başka hiçbir pozitif şeyi düşünemezdim bile.

 

“Evi nerede?” Dedi Mete’nin yanında duran Sinan. Sesi buz gibiydi. Aynı şuanki halimiz gibi. Selin ilk defa ağzını aralayarak başını olumsuz anlamda iki yana salladı.

 

“Hayır… hayır… gitmeyin Sinan.” Sesi korkudan ziyade gerginlikle çıkıyordu.

 

“Korkma, sana hiçbir şey yapamaz. Yemin ederim.” Diyerek yanımdan geçip Selin’e doğru yaklaştı. Suratıma bile bakmamıştı yanımdan geçerken. Kalbimin kırıldığını hissettim o an.

 

“Hadi bak, söyle yerini. Gidelim bakalım.” Selin yeniden başını sallayarak hıçkırıklarıyla birlikte konuşmaya başladı.

 

“Hayır, gitmeyin bak. Başınıza bela açıcaksınız.”

 

“Açmayacağız bela falan. Dövmeyeceğiz bak lütfen, söyle şunun yerini. Sana bişey yapacağından mı korkuyorsun?”

 

“Korkmuyorum!” Sesi kendisini inandırmak ister gibi çıkıyordu. “O… öldü…” Duraksadım.

 

“Ne demek öldü!?” Çıkışmamla birlikte Selin’in bakışları beni buldu. “Hatırlamıyorum… bana dokunmaya başladı birden, Korktum. Bulduğum vazoyu kafasında parçaladım. Her taraf kandı. O iyi değil…” Korkunç. Sadece korkunçtu, çok korkunçtu.

 

“Pezevenk.” Diye homurdandığını duydum Enes’in. Sanırsam tek ben duydum. Mete sanki bilincini kazanmış gibi biraz daha yaklaşmak adına bir adım attı.

 

“Gidelim o zaman. Siz burada kalın, Biz gideriz.”

 

“Bizden kastın ne?” Diyerek sorumu Mete’ye yönelttim.

 

“Biz işte, Enes’le Sinan. Gidip bakalım. Siz Selin’le burada bekleyin.”

 

“Biz niye bekliyoruz? Kızın halini görüyorsun. Durup bekleyemem ben. Lütfen geleyim!” Yalvararak çıkan sesimle birlikte gözlerim bir kez daha doldu. Haketmiyordu Selin bunları. Gidip kendi ellerimle cezalandırmak istiyordum o şerefsizi. Sinan’ın çömeldiği yerden kalkıp bana doğru geldiğini gördüm. Geri adım atmak istedim fakat arkamdaki arabadan dolayı yerim kısıtlanmıştı.

 

“Bak, biz gidip bakacağız. Sana söz veriyorum ki senin yapmak istediğin her şeyin on katını yapacağım ben.” Kendini her ikna etmek istediğinde bu ses tonunu kullanırdı ama bu sefer işe yaramayacaktı.

 

“Gelmek istiyorum. Lütfen.” Küçük bi çocuk gibi hala diretmeye devam ediyordum.

 

“Ama…”

 

“Ne aması Sinan? Nolur geleyim.”

 

“Selin’in burada sana ihtiyacı var. Yalnız mı bırakacaksın onu?” Cevap vermeyeceğimi anlayınca yeniden konuşmasını sürdürdü. “Onun yanında durun ikiniz. Biz de gidelim. Anlaştık mı?” Mecburen kabul edecektim, başka çare bırakmamıştı.

 

“Anlaştık…” Sesim hafif titrek bi şekilde çıkmıştı. Sinan tam yanımdan ayrılacakken bi anda iç sesimi dinleyerek kolundan tuttum. Bakışları beni bulduğunda kaşları çatılmıştı.

 

“Kendinize dikkat edin. Tamam mı?” Yanlış anlamasın diye çoğul konuşmuştum. Sadece başını sallayıp belli belirsiz gülümsedikten sonra kolunu çekip diğerlerinin peşinden ilerlemeye başladı.

 

Durduğum yerde olması gerekenden fazla durduğumu fark edince kendimi gerçek dünyaya döndürüp Parla’yla birlikte oturan Selin’in yanına oturup konuşmalarını dinlemeye başladım.

 

“Ben sana demiştim. Bi kez olsun dinle beni! Çok mu zordu onun kötü biri olduğunu görmek?” Parla o şerefsize olan bütün kinini Selin’e kusuyordu. Sanki Selin suçluydu!

 

“Kızın ne suçu var Parla? İster miydi böyle olmasını sence.”

 

Parla bir kez daha söylediği sözlerden pişman bi şekilde Selin’e bakmaya başladı. Selin’e sinirli değildi. Sadece çok üzgün olduğu zamanlarda üzüntüsü zamanla sinire dönüşüyordu.

 

Nasıl bu hale gelmişti durumlar? Daha düne kadar birlikte mutlu mutlu sohbet ediyorduk. Ne oldu da bu kadar vahim hale gelmiştik.

 

“Nasıl oldu?” Boğuk çıkan sesimle birlikte ikisinin de bakışları aynı anda beni buldu.

 

“Sonra anlatırım, iki kere anlatmayayım.” Başımla onaylayarak önüme döndüm. Ne kadar az konuşsam o kadar hızlı geçerdi belki zaman.

 

Ben yerimde oturup parmaklarımı çıtlatırken cebimde titreyen telefonla birlikte elimi cebime attım. Telefonu cebimden çıkartıp ekranı açtıktan sonra gözüken bildirimle birlikte kaşlarımı çattım. Hayırsız kimdi?

 

Beynime çuk diye oturunca yüzümde hafif bi sırıtış oldu. Çirkef herif. Hala utanmadan yazıyordu! Hızlıca mesajın üzerine tıklayarak yavaşça yazdığı şeyi okudum.

 

Hayırsız

Hayırsız: Beğendin mi hediyemi?

 

Kaşlarım çatıldı. Ne hediyesi?

 

Ceylin: Sen ne anlatıyorsun?

 

Çevrimiçiydi. Ondan mesaj beklemediğimi anlasın diye onunla olan sohbetimden çıktım. En azından mesaj yazdıktan sonra direk bakmadığımı bilmesini istiyordum. Adının altındaki yazıyor ifadesini görünce yazacağı şeyi bekledim. Bir kaç saniye sonra mesajı gönderdi. Direk görmemesi için bir kaç saniye bekledikten sonra sohbete girerek mesajını okudum.

 

Hayırsız: Paket biraz yırtık olabilir, Biraz da ağlak olabilir. Siz düzeltin onu da.

 

Beynim almak bullak olmuştu. Bu kadar olay yetmemiş bi de bunun bulmacalarını mı çözecektim?

 

Ceylin: Saçmalama. Bırak şu bulmacaları.

 

Mesajlaşmadan çıkmadım. Anlattığı şeyleri anlamış sayılırdım. Fakat umuyorum ki doğru değildir. Eğer ki doğru olsaydı başına gelecek şeyleri tahmin bile edemezdi.

 

Hayırsız: Anlamadığımı mı sanıyorsun? Kızım.

 

Bilerek yazmıştı. Bilerek kızım kelimesini yazmıştı. Ama şuan konu bu değildi.

 

Ceylin: Sadede gel artık. Gelmeyeceksen de siktir olup git.

Hayırsız: Siktirip gideyim. Siz de gidin bence. 3 kız orada bekliyorsunuz. Her neyse, pakede selam söyle.

 

Pakede selam söyle.

Pakede selam söyle.

Pakede selam söyle…

 

Doğru düzgün tuşlayamıyordum bile. Öfkeden telefonu parçalayacaktım. Aptal! Ben de aptaldım. Her şey oyun muydu? Ailemin beni terketmesi, kolumun alçıya alınması, Selin’in yaşadığı olay… hepsi planlanmış mıydı? Hayır hayır. Ben sakin düşünemiyorum. Ben hiç sakin düşünemiyorum. Parmaklarımı çıtlatmaktan neredeyse kırılacak hale gelmişti. Parmaklarımı birbirinden ayırarak boynuma götürdüm. En azından boynumu kaşıyarak daha da az hasar alırdım. Ben yola bakmaya devam ederken telefona gelen bildirimle başımı ekrana çevirdim.

 

“Hayırsız” tarafından yeni bir mesaj!

 

Gerizekalı! Hala daha yazıyordu. Kolumda asılı duran çantayı kaldırıma bıraktıktan sonra sertçe telefonu kapatıp cebime soktum. Ayağa kalktıktan sonra Parla ve Selin’e dönerek,

 

“Ben bi annemleri arayayım. Merak etmesinler.” dedim. Annemleri… değişik.

 

“Senin sesin mi titriyor?” Başımı soru soran Parla’ya doğdu çevirip sesimi düzelterek,

 

“Soğuktandır. Selin’le ilgilen sen.” Başını onaylar gibi salladı.

 

“Çok uzaklaşma. Biliyorsun…”

 

“Biliyorum, uzaklaşmam.” Son bi kez Parla bana baktıktan sonra bakışlarını yeniden Selin’e doğru çevirdi. Ben de bakışlarımı kaçırdıktan sonra hızlıca yanlarından uzaklaştım. İleride birkaç tane ağaç görünce hızlıca ağaçların yanına gidip cebimden telefonumu çıkardım. Rehbere girdikten sonra hızlıca arama tuşuna basarak onu aradım. Mesaj yazamayacak kadar çok titriyordu ellerim.

 

“Hayırsız” Aranıyor.

 

Telefon birinci çalışında direk açıldı. Benim aramamı bekliyormuş gibi.

 

“Mesajımı almışsın bakıyorum?” Hala daha nasıl bu kadar rahat olabiliyordu?

 

“Dolaylı dolaylı konuşma. Kimsin sen?” Sesime çok dikkat etmiştim fakat içinde bulundurduğum titremeyi ve korkuyu durduramıyordum.

 

“Sana kendimi yeterince izah ettiğimi düşünüyorum. O kadar mal bir kız değilsin…” Yalanlarına daha fazla katlanamadığımdan direk sözünü kestim.

 

“İnanacağımı mı düşündün gerçekten?” Karşı taraftan ses gelmiyordu. Sözümü sürdürdüm. “Sen otizmlisin. Dalga geçmiyorum, dediğim şeyleri anlamakta güçlük çekiyorsun. Sana kim olduğunu sordum. Mal olup olmadığımı değil.”

 

“Küçükken de böyleydin. Çok inatçıydın. Aynı annen gibi.”

 

“Pardon da, milletin her bokunu takip etmek ne zamandan beri ailesinden biri olduğun anlamına kanaat getirdi?”

 

“İster inan, ister inanma. Sen daha adını bile bilmiyorsun. Acizsin.” Şimdi de adıma laf getirdi. Yemin ederim beyinsiz bu adam!

 

“Adımı nasıl bilmiyorum ben?” Öfkeden attığım kahkahayla birlikte yüzümdeki aptal gülümseme yavaş yavaş yerini somurtmaya verdi.

 

“Öğrenirsin. Ceylin Sürek.” Bu konuşma gittikçe daha da sinir bozucu bi hal alıyordu.

 

“İki oluyor bu. Gerekirse o kafanı kırıp içine harf harf yazacağım! Benim adım Ceylin.” Devamını getiremedim. Ben Aksoy değildim. Ben sadece kendimi kandırıyordum. Onların iki kişilik ailesinin içinde bana yer yoktu. Onların soyadına da ihtiyacım yoktu.

 

“Aksoydan kurtulmuşsun. Demiştim sana. Sürekli sürekli Aksoy olmaz be! Biraz da benimkini kulla…” telefonu kulağımdan çekerek hışımla telefonu kapattım. Anlatmayacaktı zaten. Niye umursuyordum bu malı. Hayatımda en ufak bi yeri bile yoktu. Benim ailem beş kişiden oluşuyordu. Ve dahası da olmayacaktı.

 

 

 

Öncelikle hepinize ufak bi aradan sonra merhabalarr. Açık konuşursam eğer bölümü yazmamak için pek bi sebebim yoktu. Açıkçası yazmakta zorlandığım en uzun bölüm bu bölüm olabilir. Git gel yaz git gel yaz diye diye . Belki de 3 4 kere falan bölümü sildim hikayenin akışı açısından ve en sonunda yazabildim bu bölümü. Yazarken gözüm dolmadı değil yani jdndkdndkkdldkd her neyse bi sonraki bölümde görüşüürüüüzzzzzz

Loading...
0%