@mirakjf
|
27. BÖLÜM Biz Ne Yapacağız?
Profiline girerek hemen engelledim. Hayır gelmeyecek kişiden bi hayır beklemek mantıksızdı zaten. Uğraşacak biri arıyordu. Fakat ben biriyle uğraşacak kadar boş değilim. Telefonu kapatıp cebime koymak için yeltendim. Tam telefonu koyacakken duyduğum pat sesiyle birlikte irkilerek kendimi bi adım geriye attım. Telefon yere düşmüştü. Söylene söylene yere doğru eğilip yerden kaldırdım. Ekrana bakınca çok fazla hasar görmediğini görüp rahat bir nefes verdim. Sadece köşesinde ufak(!) bi kırık vardı.
Korka korka kilit tuşuna bastım. Açıldığını görünce rahat bir nefes aldım. Açılmasaydı ne yapacaktım? 1 telefona 500 TL verilir mi? Param olsa bile vermezdim ve kesinlikle cimrilikten değildi. Sadece boşu boşuna masraf. İşimi görüyorsa neden yenisini alma ihtiyacı duyayım ki?
Telefonu cebime atarak Selin’lerin yanına doğru gitmeye başladım. Görüş alanıma girdiklerinde diğerlerinin de çoktan vardıklarını gördüm. Adımlarımı hızlandırıp biraz daha yürüdükten sonra beni ilk gören Mete olmuştu,
“Ceylin de geldiğine göre, durmamızın anlamı yok.” Kimseden cevap gelmeyeceğini anlayınca yerinden kalkıp önüme geçti. Sinan da Mete’nin izinden ilerlemeye başlayınca diğerleri de yavaş yavaş ayağa kalkıp Mete’nin peşinden ilerlediler. Biraz daha ilerledikleri sırada ben de arkalarından takılarak en arkada duran Enes’in yanına geçtim.
Biz yürümeye devam ederken göz ucuyla Enes’e bakıyordum. İlk defa bu kadar durgun ve ifadesizdi.
“Ne yaptınız?” Cevap alamadım. “Sana diyorum!” Yüzüme bile bakmadan yürümeye devam etti. “Konuşmayacaksın anlaşılan.” Yeniden önüme döndüm. Bu sefer gerçekten çok iyi anlamıştım. Enes’le veya da diğerleri sürekli Selin’e şakayla da olsa sataşmasına rağmen ona bişey olunca sanki kendilerine olmuş gibi davranıyorlardı.
Bunları düşünürken kendimden utandım. Aile dediğim insanlardan gerçeğimi saklıyordum, Yaşadıklarımı saklıyordum. Halbuki anlatsam her şey yoluna girecekti, her şey düzelecekti. Aptal gibi söylememiştim. İçimde tutmuştum hep. Şimdi tak diye söylesem onlar için sadece hayal kırıklığı olurdu. İnsanın arkadaşım dediği kişinin sizden böyle bir gerçeği saklaması nasıl bir duygu, berbat.
“Kafası kanıyordu, yerde vazo parçaları vardı.” Bu sefer durgunluk sırası bendeydi. “Belki biz oraya gitmesek kaçacaktı. Ama kaçamaz artık.” İfadesizliğim yüzümden silinmişti. Yerine şaşkınlık duygusu oturmuştu.
“Ne demek kaçamaz? Bişey yapmadınız değil mi.” Sırıttı. Ama mutlu olduğu için değil, alaycı bir şekilde sırıttı. “Yapmadık tabii. Selin’i orada te…” Bakışlarımı kaçırdım. Devamını duymaya hiç hazır değildim. “Sen duymaya bile tahammül edemiyorsun. Kız yaşadı onları. Şimdi de gelmişsin zarar vermezdiniz mi diyorsun? Vermeyelim de napalım. Teşekkür mü edelim!” Yanlış anlamıştı beni. Bakışlarımı yeniden ona çevirdim.
“O yüzden değil. Başınız belaya girecek.” Yeniden aynı sırıtışı yüzüne taktı.
“Onun ki girmeyecek mi sanıyorsun? Bizi şikayet etmeye götü yemez.”
“Ölmedi dimi?” Tek kaşı havaya kalktı. Herhalde şaka yaptığımı sanıyordu. Fakat şaka yapmıyordum. Bunlar psikopat. Her boku yapardı.
“Sence biz yapar mıyız?” Hiç düşünmedim. “Yaparsınız.” Direk verdiğim cevapla birlikte tebessüm ederek beni taklit etti. “Yaparız, ve bence sen bizden de çok yaparsın.” Gülümsemesi bu sefer bana geçti. “Yaparım…” İkimiz de hiç konuşmayarak diğerlerinin peşinden ilerlemeye başladık. Konuşmuyorduk ama eminim ki ikimizin de beyninden aynı şey geçiyordu. Biz ne yapacağız?
…
Yürürken arada bi sendelenmiştim. Sözde Mete’nin ben yolu biliyorum demesiyle birlikte şuan hiç bilmediğimiz taşlık bi alandaydık! Etraftan da anlaşılacağı üzere her yer bomboştu. Kim niye bu saatte böyle bir yere gelsin?
“Daha ne kadar böyle yürüyeceğiz! Sonu uçurumdur.” Parla’nın sitemiyle birlikte ona hak verdim. 1 saattir kesintisiz bi şekilde yürüyorduk burada ve sonsuz bi döngüymüş gibi hep aynı alana varıyorduk.
“Yaklaştık işte. Burdan sonrası otoban.” Parla Mete’ye gözlerini devirdi.
“Umuyorum ki öyledir!”
“Öyle canım öyle. Yürü hadi.” Diyerek Mete yeniden bizi yola sürdü. Keçi sürüsüymüşüz gibi davranıyordu! Yürürken arada bir yanımda duran Enes’in boş boş şeyler mırıldandığını duyuyordum.
Taşlı yollarda yürürken Enes’in yeni bir melodiye geçtiğini farkettim. Bi süre kulak verip mırıldandığı şeyi dinlemeye başladım. Kulağa çok tanıdık geliyordu. Biraz daha dinleyince nihayetinde melodiyi çıkarabildim.
“Sen Uzi mi dinliyorsun?” Dalgaya vurarak söylemiştim bu cümlemi. Enes’in bakışları yavaş yavaş beni buldu. “Evet. Müslüm Gürses dinleyecek halim yok ya!” Hayretler içerisinde ona baktım. Ciddi ciddi mahallede kendisini bişey sanan 15 yaşındaki bebelerin dinlediği şarkıcıyı dinliyordu!
“Ben de diyorum ki niye bu çocuk hiç olgunlaşamamış.” Gözlerini kısarak bana baktı.
“Diyene bak sen! Üzgün şarkılar dinleye dinleye ağlayayım mı?”
“Yok öyle bişey.”
“Vardır vardır.” Yüzüme masum bir tavır takınarak ona baktım.
“Ağlamamı istiyorsun sen de!” Elini sol omzuma koyarak beni kendisine çekti.
“Ağlama keçi kız. Dayanamam ben de ağlarım.” Keçi kız mı? Kendimi geri çekerek suratına baktım.
“Deme şunu ya!” Kahkaha attı. “Demem keçi kız.” Enes yüz ifademe kahkahalar atarken en sonunda kahkahası Sinan’ın sesiyle bölündü.
“Dinlenelim biraz. Sonra gene devam ederiz.” Saatler, daha doğrusu dakikalar sonra sesini duymak içimde anlam veremediğim hareketlenmeye sebep oldu. Mete’nin de onay vermesi üzerine hepimiz üzerine bastığımız çimenlerin üzerine çömeldik. Karanlıktan dolayı kimsenin yüzünü seçemiyordum. Sol tarafımda duyduğum hareketlilikle birlikte bakışlarımı oraya doğru çevirdim. Kim olduğunu bilmiyordum fakat anladığım kadarıyla cebinden telefonunu çıkarıyordu.
Yarım saniye sonra etrafı aydınlatan fenerle birlikte etrafta yabancı kimsenin olmamasının rahatlığıyla tuttuğum nefesimi saldım. Işık oradan buraya gidip duruyordu. Arada telefonu havaya bile kaldırmıştı.
Fenerin bi anda gözüme girmesiyle birlikte feneri tutan kişinin bileğinden yakalayıp kendimden uzaklaştırmaya çalıştım.
“Napıyon sen?” Karşımdaki kişinin kim olduğundan emin bile değildim. Işığı kendisi hariç her şeye tutmuştu. Yerdeki karıncalar da dahil.
“Napmışım ben?” Dedi karşımdaki ses. Sesinden direk Parla olduğunu anladım. “Sesiniz soluğunuz çıkmıyor.” Sesi her şeyden habersiz çıkıyordu.
“Neden çıkmıyor acaba?” Dedim soru sorar gibi. “Ben de onu soruyorum işte.“ Unutmuş olamazdı. Değil mi?”
“Parla kafan mı güzel senin?” İri gözleriyle baştan aşağı beni süzmeye başladı. Sanki Dünya düz demişim gibi bana bakıyordu. Sol tarafımda duran Enes’in kafasını bize doğru çevirdiğini görünce bakışlarımı Parla’dan çekerek Enes’e çevirdim.
“Ceylin biraz içti. Ondan dolayı böyle konuşuyor.” Kaşlarımı çatarak ona baktım. Ne saçmalıyorlardı bunlar? Tam ağzımı açacakken Enes Parla’ya farkettirmeyecek bir şekilde sırtıma dokundu. Bakışlarımı üzerinden ayırmayarak kaşlarımı daha fazla çattım.
“Belli ya. Saçmalıyor zaten.” Parla’nın bunu söylemesi üzerine şaşkınlığımı gizleyemedim. Parla ve Enes’e hak vermek? Gerçekten ya kafası güzeldi ya da kafayı yemişti.
Parla’nın kafasını çevirdiğini görünce hızlıca Enes’e doğru eğildim. “Noldu az önce?” Enes de Parla’yı kontrol ettikten sonra kulağıma eğildi. “Anlatırım sonra.” Nefesi ensemdeydi. Başımla onaylayarak bakışlarımı kaçırdım. Diğerlerine bakınca onların da aynı anlam veremediği ifadeyle Enes’e baktığını gördüm, Sinan hariç.
Sanki ona baktığımı fark etmişçesine gözleri gözlerimi buldu. Bakışlarımı kaçırmak istedim bi anlığına. Hemen bu aptalca fikrimden vazgeçtim.
Kestane gözlerine baktıkça kaşlarım daha da çatılmıştı. Gözlerinde her zaman anlam veremediğim bir ifade olurdu, bu sefer rastgele yoldan geçen biri bile gözlerini okuyabilirdi. Masumiyet vardı, çaresizlik vardı, kin vardı, öfke vardı. Ortaya karışıktı her şey. Duygular verilmişte ruh halini kendimiz çözeceğimiz cinsten.
Bakışlarını kaçırmasını bekledim. Kaçırmadı. O da benim kaçırmamı bekliyordu. Kaçırmayacaktım. Bir kere bakınca kendine çeken çekiciliği vardı gözlerinin. Baktıkça hayatı sorgulatıyordu bakışları. Belki dünyanın yüzde sekseni kestane renginde gözlere sahip olabilir, ama o yüzde seksenlik kesimin içinde hiçbiri Sinan’ın ki gibi bakışlara sahip olamazdı. Onu da çekici kılan şey buydu, bakışları. Hiçbir zaman kestane renkli gözlü birine böyle gözle bakmazdım, normal göz işte diyip geçerdim. Ama konu Sinan’ın gözleri olunca belki saatler, belki günler, belki de aylarca bakabilirdim.
En sonunda dayanamayarak bakışlarımı üzerinden çektim. Korkutucu derecede insanı kendisine çekiyordu. Daha fazla baksaydım hastaneye falan kaldırırlardı herhalde.
Ne kadar süre durduğumuzu bilmiyorum fakat olması gerekenden daha fazla süre durduğumuzu biliyordum. Parla ve Selin hariç herkes birbirine gergin bakışlar yolluyordu. Biri bi laf söylese devamı gelecekti aslında, fakat kimsenin konuşacak cesareti yoktu.
Bense kafamın içindeki sesleri susturmaya çalışıyordum. En başından beri olan şeyleri anlatsaydım belki de hiç bu durumda olmayabilirdim. Belki de aramızdaki ilişki değişebilirdi. Ama ben aptal gibi içime attım her şeyi. Bazen iyi yapmışım diyordum kendime. Benim derdimi çekmek zorunda değillerdi, benim halletmem gerekiyordu. Kendi başımın çaresine bakmam gerekiyordu.
“Kalkalım mı artık?” Soruyu soran Sinan’a doğru baktım. O da doğrudan bana bakıyordu, ben kalkalım desem hemen kalkıp koşacakmış gibi duruyordu.
“Aynen kalkalım. Yoksa geceyi burada geçiririz.” Mete’yi onaylayarak çantamı koluma takıp yerden kalktım. Diğerleri de kalktıktan sonra Mete telefonundan navigasyonu açarak önümüze geçip yürümeye başladı.
Mete’yi takip ederken yanımda hissettiğim hareketlilik ile kafamı yana çevirdim. Sinan tam yanımda yürüyordu. Kendime engel olmaya çalışsam da gülümsemeden edemedim. Mutlu olmuştum, yanımda durduğu için.
Onun da bakışları beni bulunca baştan aşağı beni süzdü. Kıyafetimde mi bir şey vardı bilmiyorum ama bakışları olduğundan daha fazla oyalanmıştı giysilerimde. “Eve uğramadın mı?” Sorduğu soruyla birlikte kaşlarımı çatarak giysilerime baktım. Hala okul formam üzerimdeydi! Gözlerimi yeniden ona çevirdim. “Vaktim yoktu pek.” Başıyla beni onayladı. Tam yeniden önüme dönecekken sesi yeniden kulaklarımı doldurdu.
“Çantanı versene bi.” Hiç düşünmeden çantamın kulpundan tutarak omzumdan indirdim. Baya ağırdı çanta. Çantayı ona doğru uzattığımda ben daha ne olduğunu anlayamadan elimden kaptı.
Ben çantamla ne yapacağını merak ederken bi anda çantayı kendi omzuna taktı.
“Çanta baya ağırmış. Nasıl taşıyorsun sen?” Sorduğu soruyla birlikte gözlerimi devirdim.
“Taşıyamıyorsan ver. Üzerimi değiştirmediğim için yorgun mu sayılıyorum?”
“Yoo. İçimden taşıyasım geldi.” Yanaklarımın kızardığını hissettim. Belli olmaması için bakışlarımı kaçırarak önüme döndüm.
“10 saatlik yolumuz var daha.” Dedim sitem ederek. Suratına bakınca onun bana değil doğrudan Mete’ye baktığını gördüm.
“Bu gidişle aylarca yürürüz artık.” Kıkırdadım.
“Yürürüz yürümesine de umarım başımıza bir iş gelmez.” Ona bakmıyordum fakat onun bana baktığına adım gibi emindim. Cevap vermiyordu, sadece bakıyordu. Bu sefer kafamı çevirerek ben de ona baktım. Bir süre birbirimizle bakıştıktan sonra dudaklarını araladı ama sonradan konuşmaktan vazgeçti. İkinci kez dudakları aralanınca bu sefer konuşacağını anladım.
“Can sıkmaya başladı artık bu durum.” Diyerek önüne döndü. Bense kaşlarım çatık bi halde ona bakıyordum.
“Ne can sıkmaya başladı?” Bu sefer bakışları direk gözlerimi es geçip dudaklarımı buldu.
“Senin sürekli benim yanımdayken başına bişey gelmesinden korkman.” Kaşlarım daha da çatıldı. “Eğer ben senin yanındaysam kimse sana bişey yapamaz.” Utanmıştım. Bakışlarımı kaçırarak önüme doğru çevirdim ama göz ucuyla ona bakıyordum. O ise hiç bakışlarını kaçırma zahmetine girmemişti. Hala bana bakıyordu.
“Başıma bişey gelmesinden korkmuyorum. Başımıza bir şey gelmesinden korkuyorum.” Ona bakmıyordum fakat hala onunla konuşuyordum.
“İkisi de aynı anlama geliyor yalnız.” Kafamı olumsuz anlamda iki yana salladım.
“Başıma birşey gelmez zaten. Başımıza bir şey gelirse işte başıma bir şey gelir.” Dedim. “Başıma bir şey gelirse sen varsın, sen beni korursun. Ama başımıza bir şey gelirse bu sefer bizi kurtarmaya kimse gelmez.” Yüzündeki tebessümü ona bakmadan da görebiliyordum.
Kafamı çevirip ona baktığımda başını omzuna yatırmış bi şekilde bana baktığını gördüm.
“Eğer ki hepimizin başına bir şey gelirse, her zaman benim önceliğim siz olursunuz.”
“Bizim…” diyerek sözlerimi sürdürdüm. “Başımıza bir şey gelirse ve benim de önceliğim sen olursan peki? Birbirimizi kurtarmak için didişirken ölürüz bile.” Lafımı bitirdiğimde cevap vermesini bekledim. Oysa sırıttı, bana baktı ve sadece sırıttı.
“Ben önceliğimin sen olduğunu söyledim. Plan olarak her zaman öncelik ben de olur.” Karşı çıkmak istedim fakat her ne kadar karşı çıksam da gene inatlaşıp son sözü söyleyeceğini biliyordum. Suskunluğum ona da bi şaşkınlık vermiş olacaktı ki bana bakmayı kesti.
…
1 saattir hiç dinlenmeden yürümeye devam ederken en sonunda Mete’nin de durmasıyla birlikte hepimiz olduğumuz yerde durduk.
“Noldu?” Enes’in sesi kulaklarımı doldururken Mete’nin endişeli bakışları hala telefonda geziniyordu.
“Hassiktir.” Ağzından çıkan mırıldanmayla birlikte Enes’in ona doğru bir adım attığını gördüm. “Noldu abi?” Soru sormaktan ziyade onun da sesi endişeli çıkmıştı.
“Şarj… bitti.” Hepimiz şaşkınlıkla Mete’ye bakmaya başladık. Ormanın ortasında mı kalacaktık öylece!?
“Ben çıkarayım telefonumu.” Diyerek elimi cebime attım. Telefonumu çıkardıktan sonra ekranı açarak şarjıma baktım. 3 mü!
“Noluyor?” Duyduğum sesle birlikte ağzım aralanmış bi şekilde kafamı kaldırdım. Selin mi konuşmuştu az önce? Saatler sonra ilk defa sesini duymuştum. Daha doğrusu duymuştuk.
“Şarjlarımız bitti. Kaldık burada.” Sesimi duymakta ben bile zorlanmıştım. Selin elinde tuttuğu ceketin içinden telefonunu çıkarıp bana doğru uzatarak,
“Benim telefonumu alın. Şarjım çoktu benim.” Başımı iki yana sallayarak titreyen parmaklarımla hızlıca telefonu elime aldım. Telefonun ekranını açtıktan sonra telefonun ekranını görünce gözümden damlayan bi damla yaş ekrana düştü. Sevgilisiyle birlikte olan fotoğrafı vardı…
“Telefonu ver. Ben açarım.” Sinan’ın sesini duymamla birlikte taş gibi sıktığım telefonu doğrudan ona uzattım. Telefonu elimden almasıyla birlikte yürümeye başladı. Son bi kez kafamı çevirip Selin’e baktığımda Mete’nin yanında durup birlikte konuştuklarını görünce rahat bi nefes verdim. Aramızda Selin’i sakinleştirebilecek ilk kişi Mete’ydi ne de olsa.
Yeniden kafamı çevirip ilerlemekte olan Sinan’ın yanına yürüdüm. Yanına varınca adımlarımı yavaşlatarak ona baktım. Konumun açık olduğu sekmeyi küçük bi hale getirip sağ köşeye getirmişti, diğer yandan da telefonda rehberi kurcalıyordu.
Ben hala onu izlemeye devam ederken olduğu yerde durup cebinden telefonunu çıkardı. Yeniden adım atmaya başlayınca ben de onunla birlikte adım atmaya başladım. Selin’in telefonundan bi kaç tane daha tuşlama yaptıktan sonra bi anda telefonu elime tutuşturdu. Kaşlarımı çatarak telefonun ekranına baktım. Beyaz kalp?
“Bu kim?” Eliyle bana dur işareti yaparak kendi telefonunu açtı bu sefer. Rehberine girdikten sonra numara kaydetme yerine girerek Selin’in ekranında duran numarayı hızlıca kendi telefonuna kaydetti. Kaydettikten sonra son bi kez kontrol edip telefonu cebine attıktan sonra telefonu elimden aldı.
“O mu?” Sorduğum soruyla birlikte duraksadığını gördüm. Bakışlarını bana bile çevirmemişti.
“O.” Sesi fısıltı gibi çıkıyordu. Sanki bişeylerden korkuyor gibiydi. Ama birisinden değil, o birisine bir şey yapmaktan. Ve o yapacağı şeyin sonuçlarından. |
0% |