
30.
BÖLÜM
AÇIK
Hedef : 10 Oy , 10 Yorum
Gelmezse de canınız sağolsun
İyi okumalar 💞
İntikam neydi? İntikam bir kötülüğe kötülükle mi karşılık vermekti, yoksa içindeki kini dışa vurmak mıydı? Peki ya bu intikamın sonunda birinin veya da birilerinin canı yanarsa, buna gene intikam adı verilir miydi?
Tuvaletin aynasından kendi yansımama bakarken tam olarak da bunu düşünüyordum. Yalancıydı, Emre çok büyük bir yalancıydı. Sırf kafam karışsın diye olup olmadık isimler söyleyip gevelemişti. Kanıtı neydi? Gidip de videoya mı çekmişti, mağdur olan kızlardan birini işkenceye mi uğratmıştı? Hem böyle bir şey olsa çoktan bu gündeme gelirdi. Biri çıkıp da gerçeği söylerdi. Peki… ya kaçırılmışsa, ya ortadan kaybolmuşsa?
Kaçırılmak…
Ortadan kaybolmak…
Kelimeler üzerine düşünmeye devam ederken bir anda beynime tak etti. “Genellikle sarışınlar favorim, daha doğrusu favorimiz.”
Emre’nin cümlesi kafamın içinde yankılanmaya devam ederken kafamı iki yana sallayarak ellerimle lavabodan destek aldım. Eda…?
Hayır, hayır. Eda’yı gördüğümde sapasağlamdı. Hem kötü bir şey olsa yardım istemez miydi? Tartışma çıkaracağına bir şeyler söylemez miydi? Midem ağzıma gelince zorlukla yutkunarak yeniden aynaya baktım. Kusamazdım, çünkü kusarsam kendimi kaybedeceğimi biliyordum. Midem yeniden ağzıma gelince suyu açmak için elimi uzattım. Musluğu kaldırınca bi yandan soğuk suya diğer yandan da musluğa baktım, kana bulanmıştı.
Elime baktığımda tırnaklarımla deldiğim avucumun kanadığını farkettim. Kana daha fazla bakmamak için ilk kaptığım tuvalet kağıdını elime hızlı hızlı sardım. Acı daha yeni yeni vücuduma yayılırken kusacağımı anlayınca hızlıca arkamı dönüp kapıyı açarak kendimi klozete atıp kusmaya başladım. Kan görmem zaten beni salan son şeydi. Beni çok fena kan tutuyordu.
Her ne kadar şuan kusmayı bırakmak istesem de olmuyordu, kendimi çoktan kaybetmiştim. Kafamı dahi zorlukla kaldırdığımdan bütün gücümü kaybettiğimi düşünürken belimi saran bi kolla birlikte yeniden kenarlara tutunarak kafamı kaldırmaya çalıştım. Belimi saran kişi alnımı tutmaya başlayınca kafamı eğerek daha da fazla kusmaya başladım.
Bitince elimle ağzımı silerek ayağa kalkmak istedim. Duvara doğru tutunmaya çalışınca arkamdaki kişinin beni kendisine doğru çevirip klozete oturtmasıyla birlikte onun Sinan olduğunu anladım. Yüzü çok bitkindi. Kestane gözleri siyaha dönmüş gibiydi, koyu olan saçları daha da koyulaşmıştı. Ve en önemlisi çok endişeli gözüküyordu. O da anlamıştı. İçinde olduğum durumun ne kadar vahim olduğu halimden bile belli oluyordu. Önümde diz çöküp öylece bana bakarken resmen ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.
“Burada olduğumu nerden öğrendin?” Titreyen sesimi oldukça kısık tutarak ona baktım. Oysa yeniden hiç bir şey söylemeden bana bakmaya devam etti. Bakışlarından bile endişeli olduğu belli oluyordu. Neden bu hale gelmişti?
“Öğrenmemem mi lazımdı?” Ağzından çıkan cümleyle birlikte kalbime bir hançer girdi. “Daha ne kadar saklayacaksın Ceylin?” Dolan gözlerimi elimin tersiyle silerek burnumu çektim.
“Anlatacaktım Sinan. Yemin ediyorum ki anlatacaktım.” Derken sesime hıçkırıklarımın da karıştığını farkettim. Sinan yüzüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına atarak yeniden aynı bakışlarıyla bana baktı. Bana öylece bakarak vicdan azabı çektirecekti, bunu istiyordu.
“Anlatmadın ama.” Sesi bu sefer hayal kırıklığıyla çıkıyordu. “Neden?” Hiç bir şey söylemeden bakışlarımı kapalı olan kapıya çevirdim. Neden söylememiştim ben? Anlatmam gerekirdi benim bunları. Söylemem gerekirdi.
“Korkuyor musun?” Yeniden bakışlarımı ona çevirdim.
“Kimi kastediyorsun?” Diye sordum.
“Kimi kastettiğimi biliyorsun.” Başımı hayır anlamında iki yana salladım.
“Korkmuyorum ben kimseden.” Yalan söylememiştim. Ne Arda’dan ne de başka birinden korkuyordum. Tek korktuğum şey benim yüzümden sevdiklerimin başına bir şey gelmesiydi.
“Çekiniyorsun o zaman.” Bu sefer ben soramadan kendisi cevapladı. “Benden.” O da sesini oldukça kısık tutmuştu. Dudaklarımı birbirine bastırarak Sinan’a baktığım esnada söylediği şeye gerçekten inandığını gördüm. Ben mi çekiniyordum Sinan’dan?
“Ben mi?” Sesim biraz yükselince mecburen kısaltarak “Ben senden çekinmem ki Sinan. Niye böyle düşündün?” Ellerim kucağıma düştüğünde boş boş Sinan’a bakmaya devam ettim. Aramızdaki mesafeyi kapatarak dizlerim onunla temas ettiğinde değdiğinde kalbimin atışı hızlandı.
“Aklım almıyor bir türlü.” Dediğinde kaşlarımı çattım. “O değil bu değil. Neden o zaman Ceylin?” Cevap veremiyordum. Bunu haketmiyordu Sinan. Bunca şeyler, bunca yaşadığımız şeyler uğruna bile olsa bi cevabı hakediyordu. Her zaman söylediğim gibi bu sefer de yalan söylemeyecektim. Gerekirse ölümün ucuna bile geleyim, yalan söylemeyecektim.
Aslında hissettiklerim, onun tahmin ettiğinden çok daha fazlaydı. Ben hiç anlatamadım. O da hiç bilmedi.
Hiç bir şey söylemeden çaresizce ona baktığım esnada gözündeki hayal kırıklığı büyüdü, yanına hüzün de eklenince bu daha da katlanılmaz bir hale geldi.
Acıyla Sinan’a baktığım esnada ayak seslerinin yükselmesiyle birlikte bakışlarımı kapıya çevirdim. Ayak sesleri git gide daha da fazla yaklaşınca endişeyle Sinan’a baktım. Oysa gayet rahat ve sakin bi şekilde kendisini hiç bozmadan bana bakıyordu. Kapının tıklatılmasıyla bakışlarımı Sinan’dan kaçırıp boğazımı temizleyerek,
“Dolu!” Sesimi olabildiğince stabil tutmaya çalışmıştım. Kapının ardındaki kişinin söylenmesiyle birlikte sesinden kız olduğunu anladım. Yeniden bakışlarımı Sinan’a çevirdikten sonra sesimi daha da kısarak,
“Napacağız şimdi?” Diye sordum. Kafasını kulağıma doğru eğdiğinde nefesimi tuttum. Yeni yeni çıkmaya başlayan sakalları yanağımla temas ettiğinde heyecandan kalbim göğüs kafesinden çıkarcasına atmaya başladı.
“Bir çaresini bulacağız.” Sesi kesik kesik çıkıyordu. Sıcak nefesi benim buz gibi olan enseme çarptığında ikinci bi kere nefesimi tuttum. Kendisini yavaş yavaş geri çekip o etkileyici bakışlarından birini bana attığında yanaklarımın utançtan kıpkırmızı olduğunu hissettim. Bakışları dudaklarıma doğru kaydığında yanaklarım daha da alev almaya başladı.
Uzun bi süre bakışları dudaklarımla oyalandıktan sonra yeniden gözlerime baktı. Surat ifademi görünce sırıttığına şahit oldum.
“Çok mu terledin?” Sorusuyla birlikte utancımın son evresini yaşadım. “Yoksa ben mi fazla terlettim seni?” İma ettiği şeyi anlayınca bakışlarımı kaçırarak geriye kaymak istedim. Tam kendimi geriye atacakken belimden kavrayıp beni kendisine öncekinden çok daha yakınına çektiğinde utancımdan yerin dibine girmiş bir ifadeyle ona baktım.
Yüzüne bir süre daha bakınca aniden ruh halim değişti. Ellerimi boynuna dolayıp yüzüne biraz daha yaklaşınca bi anda kendimi sorgular gibi oldum. Bunca söylediğim yalanların arasında Sinan’la olmam ne kadar doğruydu?
“Sinan bu ne kadar doğru…” Diyemeden kapının ardındaki kişinin zorlukla bağırmasıyla birlikte fırsattan ziyade yeniden bakışlarımı kaçırdım.
“Çıkacak mısın artık? Altıma yapacağım burada!” Yeniden boğazımı temizleyerek,
“Başka bir tuvalete girseniz acaba?” Diye sordum.
“Arızalı hepsi!” Şansıma tüküreyim diyeceğim esnada Sinan’ın ellerini belimden çekerek ellerimi boynundan çektikten sonra kendisini geriye çekerek aramızda mesafe oluşturdu.
“Enes’e yaz. Gelsin çıkarsın bunu. Ardından biz de çıkarız.” Başımı sallayarak elimi cebime atıp telefonumu çıkardım. Kandan soyulmuş peçeteli ellerimle dokunmatiği çalıştıramayacağını anlayınca telefonu ona uzattım. Kaşlarını çatarak bana baktığı esnada bi telefona bi elime baktı.
“Bunu sana kim yaptı?” Başımı olumsuz anlamda iki yana sallayarak telefonu salladım.
“Kimse. Kendi kendime yaptım.” Başıyla onaylayarak telefonu elimden kaparak,
“Konuşacağız zaten, buradan çıkalım bir.” Telefonu açtıktan sonra ekranı bana çevirdi, şifre ekranında takılmıştı. Kanatmadığım elimi öne doğru uzatarak şifreyi girdim, 0205.
Şifreyi girdikten sonra elimi çekerek suratına baktım. Oysa benimle göz teması dahi kurmadan direk telefonu kendisine çevirip tuşlara tıklamaya başladı.
“Özür dilerim.” Telefondan başını kaldırarak doğrudan suratıma baktı.
“Neden?” Parmaklarımı çıtlatarak aynı yüz ifadesiyle ben de ona baktım.
“Burada yaşananlar, yakınlaşmamız.” Bi süre düşündükten sonra sözlerimi devam ettirdim. “Unutalım en iyisi yaşananları…” İçten içe beni yalanlaması için dualar etmeye başladım. İstemiyordum, istemiyordum ben onunla yaşadığım şeyleri unutmak.
“Ben unutmak istemiyorum, Ceylin.” Kahkaha atmamak için çaba sarf ederek yüzüne baktım. Şuan belki de yanlış gelecekti belki ama tek istediğim şey boynuna atlayıp doyasıya onu öpmekti. Çok yanlış yapmıştım ben zaten hayatımda, gene yapsam ne olacaktı?
Bakışlarımı Sinan’dan kaçırıp başka yöne çevirdim. Dediğim şey gerçekleşemezdi belki de. En azından bu ortamdayken. Bir kaç tuşlama sesinin ardından telefonu kapatmasıyla birlikte yeniden ona baktım.
“Geliyor şimdi.” Başımla onaylayarak yeniden ona baktım. Telefonu yere bıraktıktan sonra peçeteliklerde asılı duran rulolardan bir tane alarak önüne koydu. Ben daha ne yaptığını anlayamamışken kanattığım elimi kendisine doğru alarak peçeteleri sökmeye başladı. Acıtmamaya özen göstererek peçeteleri çıkardıktan sonra çıkardığı ruloyu elime tutarak sarmaya başladı.
“Kanı durdurmuşsun.” Dedi. “Nasıl becerdin bunu?” Bu sefer yalan söylemeyecektim. Anlatacaktım her şeyi bir bir.
“Teneffüste seninle bir şey konuşacaktım, sen de olmayınca okulda seni aradım. Spor salonuna kadar gidince salonlara girip seni bulmaya çalıştım. Basketbol salonuna girince birini gördüm, onu görmenin siniriyle tırnaklarımı elime geçirdim. Bu kadar.” Bir anda elime sardığı peçeteyi durdurdu. Bakışlarını bana çevirdiğinde anlam dahi veremediğim bir bakış vardı.
“Kim?”
“Emre.” Dedim usulca. Yüz ifadesi yavaş yavaş yerini öfke ve endişeye bırakırken,
“Noldu sonra?” Ardından ekleme daha yaptı. “Sana bir şey yapmadı dimi?” Hafifçe sırıtarak ona baktım.
“Yapabilir mi?” Dedim. Merakı hala sürerken, “Sizden öğrendiklerimi kullandım diyelim.” Yüzündeki gerginlik hafif hafif kaybolurken,
“Ciddi soruyorum. Devamında ne oldu?” Bakışlarımı kaçırıp kapıya çevirdiğimde alel acele yükselen ayak sesleri ile birlikte Enes’in vardığını anladım. Bakışlarımı yeniden benden bir cevap bekleyen Sinan’a doğru çevirerek,
“Şu okul bi bitsin, söz veriyorum sorduğun her şeyi tek tek anlatacağım.” Yüzüme hafif bir tebessüm ekleyerekten ikna ediciliğimi arttırmayı umuyordum. Sinan’ın da hareketlenip sessizce ayağa kalktığını görünce geriye çekilerek gülümsedim. “Öyle olsun madem. Böylece hepimiz dinlemiş oluruz.” Böyle söyledikten sonra ayak seslerinin durmasıyla birlikte Enes’in tamamen geldiğini anladım.
“Müdür herkesi hemen konferans salonuna çağırdı. Acil gitmen gerek!” Kız oflayıp puflayarak,
“Girdikten sonra giderim ben.”
“Müdür hemen dedi. Sınavlarla alakalıymış!” Kız bir kaç kez sızlandıktan sonra en sonunda ayak seslerinin yükselmesiyle birlikte kapı tıklatıldı.
“Benim.” Sinan’ın kilidi çevirip kapıyı açmasıyla birlikte Sinan’ın arkasından geçerek doğrudan kendimi tuvaletin dışına attım. Enes’in de arkamdan gelmesiyle birlikte en sonunda Sinan da kapıdan çıktı.
“O ne biçim kokuydu öyle? Öleceğim parfümden!” Enes’in söylemiyle birlikte kaşlarımı çattım. Daha tuvaletin parfüm koktuğundan haberim bile yoktu. Sinan’ın yanımıza varmasıyla birlikte Enes ellerini beline koyarak ikimize baktı.
“Napıyosunuz oğlum siz?” Sesi önceki halinden biraz daha ciddi bir biçimde çıkmıştı. “Başka yer mi bulamadınız?” Gözlerimi kocaman açarak inanmayan bir şekilde ona baktım.
“Düzgün konuş!” Enes hala sırıtarak tavrını sürdürürken,
“Düzgün konuşuyorum zaten.” Ardından bakışları Sinan’a kaydı.
“Sinan cevap vermediğine göre bir şeyler yaşanmış diye yorumluyorum.”
“Yürü git Enes. Mete’ler nerede?” Sinan’ın sesinden bile burada Enes’in sorularından kurtulmak istediği anlaşılıyordu.
“Nerede olduklarının ne önemi var? Burada biz bize konuşuyoruz ya abim!” Sondaki abim diye seslenişi öylesine içten çıkmıştı ki.
“Enes derse geç kalacağız hadi!”
“Ne dersi. Ders boşmuş aşağı indirdiler.” Bu sefer ben dahil olarak,
“İnelim işte.” Enes bana bakıp kafasıyla pencereyi işaret ederek,
“Yağmurda hasta olmak istiyorsan tutan yok Ceylo.” Gülerek ona bakmaya başladım.
“Ben kaçiyim o halde.” Bi süre sırıttıktsn sonra kendisini düzelterek ikimize doğru bakmaya başladı.
“Çok durduk ya. Sınıfa gidelim, bizden başka kimse kalmadı zaten.” Başımı onaylayarak Enes’e baktıktan sonra bakışlarımı çevirip Sinan’a baktığımda bana doğru bakarken daldığını gördüm. Bi süre ben de ona bakınca kendisine gelerek bakışlarını Enes’e çevirdiğinde,
“Bizim revire gitmemiz lazım.” Ardından elimi gösterek, “Pansuman yapıp geliriz zaten.” Enes daha ağzını bile açamadan hızlıca uzaklaşmaya yeltenecekti ki Enes’in sesiyle olduğu yerde durdu.
“Sinan,” Şaşkınlıkla Enes’e baktım. İlk defa bu kadar kısık ve ciddi bir sesle konuşmuştu. Ve belki de nadir anlardan birisiydi herhangi birimize adıyla seslenmesi. “Artık şu yok şunu saklayayım, yok bunu saklayayım triplerinden çık. Hem sen hem de Ceylin için geçerli.” Sinan’ın arkasını dönüp Enes’le yüz yüze gelmesiyle birlikte onun da en az benim kadar şaşkın ve bir o kadar da gergin olduğunu farkettim.
“Sürekli sürekli bir şeyleri saklayarak nereye gelmeyi düşünüyorsunuz siz? Bir gün ikinizden birine bir şey olursa nolucak? Anlatın artık şu bütün saçmalığı.” Suan tam olarak ebeveynleri tarafından telefonu kontrol edilen çocuklar gibi hissediyordum. Sinan’ın bakışları bir kaç saniyeliğine beni bulduğunda sonra bakışlarını çekerek yeniden Enes’e çevirdi.
“Görüyorsun durumu. Şimdi burada durup sana açıklamanın zamanı mı?” Sinan bilerek Enes’i biraz daha sakinleştirmek için eğlenceli olmaya çalışan ama aksine daha çok gergin olan sesiyle bunu söylediğinde aksine Enes hiç de kolay kolay sakinleşecekmiş gibi gözükmüyordu. Ben de Enes’i biraz daha yatıştırmak için tam duygu sömürüsü yapacaktım ki Enes en sonunda pes ederek,
“Sınıfta buluşuruz. Gelince anlatırsınız.” Doğru düzgün veda bile etmeden direk bize arkasını dönerek uzaklaşmaya başladı. Bakışlarımı Sinan’a çevirdiğimde onun yere baktığını gördüm. Elimi koluna koyarak tebessüm edip,
“Geçer şimdi onun ciddiliği. 1 dakika falan sürüyor zaten.” Kafasını kaldırıp bana baktığında yüzünde ifadesizlik vardı. Sanki hiç bir şey hissetmiyormuş gibiydi. Ne üzüntü, ne öfke, ne mutluluk… hiç bir şey yoktu.
“Ceylin…” Sustu. “Hiç bir şey saklamana gerek yok.” Kaşlarımı çatarak ona baktım. Gerçeği söylemem için blöf mü yapıyordu? “Ben her şeyi biliyorum.” Şok geçirdiğimi belli etmemeye çalışarak ona bakmaya başladım. Gerçekten, biliyor muydu?
“Sen ne diyorsun Sinan, Ne her şeyi?” Sesim umutsuzdu. Alnındaki damarlar daha da belirlinleşince sakinleşmek ister gibi bakışlarını kaçırarak gene aynı yere çevirdi.
“Revire gidelim artık.” Gerginlikle kaşlarımı çattım. Nasıl aniden ruhtan ruha girebiliyordu? Maskesini çok mu iyi gizliyordu, yoksa bipoların teki miydi?
“Sinan…” Diye seslendim beni adeta sürükleyerek revire götürürken. “İyi misin sen?” Yolundan hiç şaşmadan başını olumlu anlamda salladı. Kafayı sıyırmıştı. Benden bir şeyler saklıyormuş gibiydi. Bi süre bu fikir kafamın içinde kurcalanınca bu hareketin çok yakınlardan geldiğini farkettim, benden.
Revire girmemizle birlikte hızlıca pansuman yapıp çıktık. Sınıfa doğru giderken Sinan dakika başı elime bakıp, acıyıp acımadığını sormuştu. Ben de her zaman ki klasik cevabım olarak iyiyim diyip susmuştum. Sınıfa varmamızla birlikte Sinan’ın kapıyı açmasıyla hemen kolunun altından geçip sınıfa girdim. Girdiğim andan itibaren burnuma sinen yoğun Türk kahvesi kokusuyla birlikte kokunun kaynağına baktığımda ağzım açıkta kaldı.
Parla, tahtanın altındaki prizin yanında durarak makineden kahve yapıyordu. Biraz daha baktıktan sonra bakışlarımı kaçırıp yan tarafa çevirdiğimde Selin’in öğretmenler masasında oturup test çözdüğünü gördüm. Tam önündeki sıradaysa Enes kafasını gömerek uyuyordu, onun arkasındaki sıradaysa Mete uyuyordu.
“Hiç gelmeseydiniz ya!” Parla’nın seslenmesiyle birlikte biraz daha ilerleyerek öndeki boş sıralardan birine oturdum. Selin de gelmiş olduğumuzu anlamış olacak ki test kitabının kapağını kapatıp dirseğini sıraya yasladıktan sonra elini kafasına yerleştirerek,
“Anlatın bakalım.” Ardından bakışlarını benden çevirip ardımdan içeriye giren Sinan’a çevirdi. “N’aptınız gene?” Sinan hiç anlamadığım bir şekilde bir kaç şey fısıldayıp arkadan sırasına doğru ilerledikten sonra sırasına oturunca daha fazla konuşmayacağını anladım. Yeniden önüme döndüğümde ellerimi masanın üzerinde birleştirerek,
“Bir şey olmadı ya. Revire gidip geldik o yüzden uzun sürdü.” Parla baştan aşağı beni süzerek,
“Noldu? Gene nasıl sakatladın kendini?” Ses tonu endişeden ziyade eğlenceli geliyordu. O da anlamıştı artık benim başıma ne kadar kötü şey gelirse gelsin ölmeyeceğimi.
“Koşarken yere düştüm. Öyle kanadı falan.” Sinan’ın ters bakışlarını üzerimde hissettim. Ben bile şuan nasıl bu kadar kılçıksız yalan söylediğime şaşırıyordum. O kadar çok söylemiştim ki sanki gerçekmiş gibi konuşuyordum artık. Bu sefer Selin konuşmaya başladı.
“Haa.” Sonrasında ekledi. “Acımıyor ama değil mi?” Başımı olumsuz anlamda sallayarak, “Yok. O kadar da abartılacak bişey değil zaten.” Parla da önüne dönüp telefonuna girmeye başlayınca ben de yerimde doğrularak telefonumu çıkardım. Ardından alnımı masaya yaslayarak alttan telefonun kilidini açtım.
Ana ekrana bomboş bakarken en sonunda galeriye girmeye karar verdim. En azından kafamı dağıtabilirdim. Galerimin yarısında ya ben, ya da Selin’in telefonumu gizlice benden alıp “anı videosu” adı altında çektiği videolar veya fotoğraflar vardı. Her can sıkıntısında girip videolardan birini açıp izlerdim. 5 saniyelik bile video olsa onu silmezdim, gerekirse kendi fotoğraflarımı silerdim ama onları silemezdim.
Ben fotoğrafların arasında kaydırmaya devam ederken yukarıya düşen bildirimle merakla bakışlarımı oraya çevirdim. Arda’nın olmayacağından emindim, ne de olsa engellemiştim onu. Mesaja girdiğimde bilinmeyen bir numaradan geldiğini gördüm. Kimdi ki şimdi bu?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.25k Okunma |
693 Oy |
0 Takip |
31 Bölümlü Kitap |