Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Bölüm 2 - 'Bulutlar Üzerinde'

@mirenamartinell

" Karanlıktan aydınlığa, acıdan güzelliğe"

✨✨

Başında dağılmaya başlayan yağmurlu bulutlar, saçlarında dallarından yapraklarını çalıp yere bırakan taze sonbahar meltemi, gözlerinde küçük heyecan izleriyle Maddalena De Benardi, düş kuran bakışlarını göğe çevirmiş taş tırabzanların önünde durmaktaydı. Kısa süren sonbahar yağmurunun ardından güneş yeniden parlamaya başlamıştı ve on dokuz yıllık kısa ömründe gördüğü en canlı gökkuşağı Lucca şehir surları ardındaki tepelerin üzerinde kıvrılarak uzanıyordu. Doğa Ana yedi renkli elbisesini giymiş, insanlara umut dağıtmak ve onlara hayatın neşeli yönlerini hatırlatmak için gökyüzündeki yerini almıştı.

"Yine bulutlar üzerinde süzülüyorsunuz küçük hanım. Bu kez hangi hayalin peşindesiniz?"

Maddalena kendini zihninden geçenlere öylesine kaptırmıştı ki arkasından seslenen dadısı Natilda'yı duymamıştı. Yağmurun arkasında bıraktığı hüznü neşeye dönüştüren gökkuşağı onu düş kurmaya sürüklüyordu. Yunan mitolojisindeki Hera'nın yedi renkli bir elbise giydirip dünyaya gönderdiği habercisi İris'in gökyüzünde rengârenk bir kuşak oluşturduğu hayaliyle kendini eğlendiriyordu. Umut ve şansın yayı, cennet ile yeryüzü arasındaki yol, bir ucuna ulaşıldığında dileklerin kabul edildiği bir fırsat olan gökkuşağı hali hazırda renkli olan gününü daha da renklendirmişti.

"Küçük hanım? Maddalena?"

Etrafına saran bulutların ardından gelen sese bir kez daha kulaklarını tıkamıştı. Henüz küçük bir kız çocuğu olduğu zamanlarda, iyi veya kötü baktığı her yerde hayatın yaşamaya değer olduğunu hatırlatan neşeli bir taraf bulmayı öğrenmişti. Etrafındaki güzelliklerden kolay etkilenip, kimsenin göremediğini görür, en ufak detaylarla bile büyülenirdi. Onun için gerçeklik, beş duyusuyla algılayabildiklerinden çok çok daha fazlasıydı. Kafasının içinde pek çok farklı gerçeklik taşırdı. Sahip olduğu geniş hayal gücü onun; ruhunun gücü, sevgi dolu kalbinin en büyük hazinesi ve aynı zamanda en güçlü sığınağıydı.

Fakat o sabah, Maddalena'nın içinde kıpırdanan neşe yalnızca gökkuşağından kaynaklanmıyordu. Kısa zaman önce karşısına çıkmış soruna karşı kurduğu küçük emrivaki planının verdiği heyecan yüzüne vuran sonbahar güneşi ışıkları kadar istiyordu içini. Bir gece önce dört direkli tül cibinliği bulunan yatağında oturup, sorununa bir çözüm buluna dek kararlılıkla mum ışığının dalgalanışını izlemişti. Kafasına koyduğu herhangi bir şeyden kolayca vazgeçmeyen inatçı yapısı onu bazı zamanlar türlü türlü dolaplar çevirmeye itiyordu. Sonunda zihninde parlak bir fikir canlandığında, beyaz geceliğinin üzerine dökülen parlak dalgalar halindeki sarı saçlarını geriye atıp kıkırdamış, ancak o zaman yatak örtüsünün altına kıvrılıp huzurlu bir uyku için yeşil gözlerini yummuştu. Kendisine verilen ufak tefek şeylerle yetinmemesi, yanlış bulduklarını değiştirmekte ısrar etmesi onu çoğu zaman sevdiklerine beyaz yalanlar söylemek zorunda bırakıyor olsa da gün sonunda tasarladığı küçük planlardan her zaman keyif alırdı.

Maddalena, uzun kirpiklerinin gölgelediği pırıl pırıl yeşil gözleriyle ufka bakmayı sürdürürken, taş tırabzanın üzerindeki parmaklarıyla hafifçe ritim tutmaya başlamıştı. Oyunbozan bir neşe uyandığı andan beri damarlarında dolaşıyor, içini kıpır kıpır yapıyordu. O an arkasında, huzurla odasını toplayan dadısının niyetini öğrendiğinde her zaman olduğu gibi yaygarayı basacağını düşünürken alt dudağını dişlerinin arasına almıştı. Zor bir durumda kalacak ve onun istediğini yerine getirmekten başka hiçbir seçenek bulamayacak Usta Franco'nun kıpkırmızı olmuş yüzü gözü önüne geldiğinde ise gözlerini yumarak gökyüzüne doğru kıkırdamıştı. Tam o anda dadısı tek tek bastırdığı kelimeleriyle onu sert bir şekilde bulutların üzerinden gerçek dünyaya indirmişti.

"Maddalena De Benardi!!"

Bu sesleniş üzerine bakışlarından geçen bir anlık huzursuz ifadeyle odasının içindeki dadısına dönmüştü. Natilda, uçuk pembe pamuklu sabahlığını elinde tutarken başını yana eğmiş, kaşlarını hafifçe çatmış bir halde ona bakıyordu. Yüzünde hayallere dalmasını onaylamayan bir ifade olsa dahi gözlerinde anne sıcaklığının izleri vardı.

"Bugün yine bulutlar üzerindesin. O gökyüzünde bizim görmediğimiz ne görüyorsun bazen çok merak ediyorum."

Başını sitemle iki yana sallayan Natıilda konuştuğu sırada yana dönmüş, elindeki sabahlığı önünde durduğu dolaba özenle yerleştirip geniş kapaklarını kapatmıştı. Tüm bu sitemkâr tavırlara ve ardından gelecek nasihatlere alışkın olan Maddalena, gülümseyerek iç çekip taş korkuluğun önünden ayrılmıştı. Sekiz yıl önce Lucca'ya geldiğinde halasının ona özel hazırlattığı birkaç adımlık küçük lakin sevimli balkonundan çıkarken bir eliyle ağır eteğini yukarı kaldırmış, yüksek kemerli kapılardan geçerken tavandan yere kadar inen perdeyi parmaklarının ucuyla tutmuştu.

Zamanının belirli bir kısmını hayallere dalarak geçiren bir insan olmasına rağmen hayaller ile gerçek arasındaki sert çizgiyi iyi bilirdi. Kendini kurduğu hayallere asla kaptırmazdı. Hayatın güzelliği gibi acımasızlığını da pek çok defa tatmıştı. Hayal kurmak onun için; tıpkı biraz önce hayranlıkla seyrettiği gökkuşağının yalnızca basit bir doğa olayı olduğunu bilmesine rağmen içten içe efsanelere inanmak istemesi gibiydi.

"Hiçbir hayalin peşinde koşuyor değilim. Yalnızca gökkuşağının tadını çıkartıyordum. Keşke gelip sende izleseydin, çok güzeldi."

Natilda ellerinin önünde birleştirirken, parmak uçlarıyla tuttuğu perdeleri dalgalandırarak odaya süzülen Maddalena'yı izlemişti. İçten canlı ve hayat dolu benliğiyle doğuştan gelen işveli bir yapısı vardı. Dans etmekten hoşlanan kızın adımları dahi zarif bir ahenge sahipti. Ritmik hareketlerle yaşar ve yaşarken de dans eder gibi hayat sürerdi. Genç yaşının getirdiği masumiyete rağmen çocukluğunda pek çok zorlukla karşılaşmış olmasıyla işvesini doğal bir zarafetle yönetmeyi biliyordu.

Omuzlarından bukleler halinde dökülen uzun sarı saçları, arkasındaki balkonun açık kapılarından odaya süzülen güneş ışığında parıldarken yüzünün kusursuz güzelliğini çevreliyordu. Cildi beyaz bir gül yaprağı gibi yumuşak, dudakları dolgun ve pembeydi. Hali hazırda çıkık olan elmacık kemikleri gülümsediği zaman daha da belirginleşir, yüzünde güneş gibi doğardı. Gözlerine dikkatle bakıldığında yüreğinden geçenleri okumak hala mümkündü. İnsanın içine işleyen büyülü gözleri vardı. Hüzünlendiğinde durgunlaşır, mutlu olduğunda ise karşısındaki insanı büyülercesine parlardı. İlk bakışta rengine karar vermek mümkün değildi, üzerine düşen ışıkla maviyi andırsa dahi deniz yeşili gözlere sahipti. Maddalena, on dokuz yaşındaki haliyle gençlik ve mükemmelliğinin doruk noktasındaydı.

"Bu kadar çok hayale dalmaktan vazgeçmelisin. Aklın başında değilmiş gibi görünüyorsun."

Maddalena tuttuğu dökümlü perdeyi havaya kaldırıp yavaşça bırakırken Natilda'nın verdiği nasihati almış gibi durmuyordu. Savurduğu etekleriyle önünden geçip mermer şöminenin yanındaki aynasının önünde durmuştu.

"Benim aklım başımda Natilda."

Natilda ilk anda cevap vermemişti. Sakin adımlarıyla mermer zeminde Maddalena'ya doğru ilerlerken bakışlarını dikkatle üzerinde dolaştırıyordu. Her zamankinden daha gizemli bir havaya sahip tavırları şüphelenmesine neden olmuştu.

Dadılık görevi, uzun yıllar önce Benardi ailesinin Roma'daki kır villasında kahyalık yapan babasının yanında yaşarken başlamıştı. Toparlanması için yeterince vakit dahi tanınmadan bir sabah aceleyle ailenin yeni doğmuş kızına bakmak için şehre getirildiğinde yirmilerinin sonunda eğitimli fakat deneyimsiz bir genç kadındı. Yalnızca bir günlükken kollarına bırakılan küçük kızı belki de dünya üzerinde en iyi tanıyan kişi oydu. Yaşadığı tüm hüzünlere ve sevinçlere şahit olmuş, dalgalı hırçın bir denize benzeyen hayatında onunla birlikte savrulmuştu. Büyüttüğü kızın tek bir bakışından ve aşağıya indirdiği kirpikleriyle yüzünü yana çevirişinden, aklından bir şeyler geçtiğini anlardı.

Natilda şüpheli bakışlarıyla, Maddalena'nın arkasında durmuştu. Kahvaltıdan önce bizzat giydirdiği mavinin açık tonlarını taşıyan ipek elbisesinin belini çekiştirip, ince bedenini olduğu yerde kolayca sarsmaya başladığında aynadan yüzüne bakıyordu.

"Bu hal ve tavrı biliyorum ben, senin o şirin yüzün ne zaman gülümseyerek ufuklara dalsa her zaman altından bir şey çıkar. "

Dudakları arasından kısık bir şaşkınlık nidası kaçıran Maddalena, bakışlarını belindeki büyük ellere doğru indirmişti. Dadısından kurtulmak için kendini geriye çekmeye çalışırken söylenmişti.

"Natilda, lütfen beni çekiştirmekten vazgeç."

"O halde sende, hayal gücüm bana daha fazla işkence etmeden konuş."

"Bakıyorum da bu sabah yine çok şüphecisin."

Sözlerine karşılık Natilda başını ona doğru çevirip acı bir şekilde gülmüştü. Elbisesini üst kısmı ile işini bitirdiğinde bu kez eteklerine el atmıştı. Çattığı ince kaşlarıyla aynadan dadısını izleyen Maddalena, nefesini gürültüyle dışarı bırakıp pes edercesine ellerini havaya kaldırmıştı. Natilda'nın düzen takıntısından kurtulmanın mümkün olmadığını iyi biliyordu. Kadın, rutinler konusunda son derece titizdi. Her sabah aynı saatte odasında belirir, tüm perdeleri ve camları sonuna kadar açar ardından yatağının önüne uzun boyu ile dikilir ve o örtülerin arasından çıkana dek başından ayrılmazdı. Çoktan hazır ettiği gümüş kaselerin içindeki ılık sularla yüzünü üç kez yıkatır, eğer o gün yıkanmayacaksa gül kokulu sabun ve havlularla boynunu kollarını ve gerdanını sildirir son olarak kahvaltıdan önce aromalı çiğneme çubukları ile dişlerini temizletirdi. Tüm bu mükemmeliyetçilik giyinmesine yardımcı olduğu sırada da devam ederdi. Her sabah eksiksiz ve titizlikle sürüp giden hazırlık anlarında Maddalena sıklıkla dadısı ile didişip, sızlansa dahi anne sıcaklığındaki ilgisini severdi.

"Senin dadılığını yapmak şüpheci olmaktan çok daha fazlasını gerektiriyor, küçük hanım."

"Yalnızca şurada durmuş gökkuşağını izliyordum. Bunda ne gibi bir sakınca var anlayamıyorum. Eğer yersiz şüpheciliğini bir kenara bırakmak istersen sana Antik Yunan zamanlarındaki gökkuşağı efsanesini bile anlatabilirim

Maddalena, yüzünün kusursuz hatlarına masumane bir tebessüm yerleştirerek konuşmuştu. Fakat konuyu değiştirme niyetini ilk anda yakalan Natilda, bu kez öncekilerden daha sert bir şekilde belini çekiştirip kelimelerinin üzerine basarak söylenmişti.

"Bu sabah seni uyandırmak için odana girdiğimde çoktan uyanmış bir şekilde balkonunda dışarıyı izliyordun. Sende çok iyi biliyorsun ki küçük hanım; kendi rızanla uyandığın görüşmüş şey değildir."

Bu sözler karşısında yüzüne inandırıcı bir ifade koymaya çalışan Maddalena'nın gözleri kurnaz bir neşeyle parlamıştı. Alt dudağını dişlerinin altına alıp düşünürken aklına ilk geleni söylemişti lakin zaman zaman ortaya çıkan çocukluğundan kalma bir duraklama sözlerinin gerçekliğine gölge düşürmüştü.

"Bel- belki de uyku tutmamıştır, kötü bir kâbus görmüşümdür ve tekrar uyumak istememişimdir."

O sırada eteklerini düzeltmek için eğilmekte olan Natilda'nın dudaklarından alaycı bir homurtu dökülmüştü. Maddalena, içinden en olmadık zamanlarda ortaya çıkan konuşma zorluğuna söylenirken çattığı kaşlarıyla aynadan dadısını izlemişti. Üzerindeki birbirinin benzeri olan siyah elbisesi hafifçe kalın olan beline her zaman mükemmel bir şekilde otururdu. Aralarında gümüşü parıltılar olan siyah saçlarını her gün sıkıca ensesinde topuz yapar, üzerine ince bir tül örterdi. Düzgün hatlara sahip bir yüzü ve onun üzerinden ayırmadığı koyu renk iri gözleri vardı.

Maddalena olduğu yerde kıpırtısız durup, Nailda'nın ellerini üzerinden çekmesini beklerken defalarca homurdanmıştı. Nihayet işini bitiren dadısı doğrulduğunda biraz önceki sözlerine alaylı lakin dikkatli bir tavırla karşılık vermişti.

"Öyle olsaydı, seni eskisi gibi gözlerinin altı çökmüş bir şekilde balkonunda bulurdum. Kabus görmüş olamazsın."

Maddalena bu sözlere ilk anda alaycı bir kıkırdamayla karışlık vermişti. Fakat geçmiş düzensizce zihninde dolaşmaya başladığında yumuşak gülümsemesi neşesiz yarım yamalak bir kıvrılmaya dönüşmüştü. Küçük bir kız çocuğu olduğu zamanlarda hemencecik uyumak, unutmak ister hem de korkusundan uyuyamazdı. Rüya görüp, çığlıklar içinde uyanmaktan kokardı. Gökyüzünü seyretmeye tam da uyumaktan korktuğu zamanlar başlamıştı. Gecenin büyük bir çoğunluğunu yıldızları izleyip hayal kurarak geçirir, sonunda uykusuzluktan yorgun düştüğünde göz kapakları kendiliğinden kapanıverirdi.

Dıştan bakıldığında insanların anlaması zor pek çok şey yaşamıştı lakin yıllar geçtikçe bunu yansıtmamakta ustalaşmıştı. Hüznünü gülümsemeleriyle silmeye o kadar alışmıştı ki çoğu zaman bunu bilinçsizce yapardı.

Maddalena, Natilda'nın bir adım geriye çıkmasını beklemiş ardından dudaklarına yeniden gerçek bir tebessüm koyup neşeyle etrafında dönmeye başlamıştı. Elbisesinin etekleri açılarak etrafında bir çember oluştururken zarif dokunuşlarla döşenmiş renkli odasında gezinmeye başlamış, aynı anda yeşil gözlerini dadısına çevirerek şakacı bir ses tonuyla konuşmuştu.

"Nasıl görünüyorum Natilda?"

Natilda gülümseyerek başını hafifçe yana eğmişti. Ortaya çıkarttığı eserden memnun görünen bir ressam edasıyla baştan aşağıya süzmüştü. Bedenine göre dikilmiş elbisesi göğüs kısmındaki zarif bağların altında bollaşarak kalın brokar pililerle aşağıya doğru iniyordu. Daha önce hiç evlenmemiş genç bir kıza uygun olan hafif dekoltesi elbisesinin altına giydiği ince beyaz ipekten iç elbisesinin yakası ile hafifçe çevrelenmişti. Her zaman olduğu gibi açık ve yumuşak renkteki bir kumaşa bürünmüştü. Eteği ve üst kısmı kraliyet mavisi ipekten yapılmış, eteğinin işlemeleri ve iki parçadan oluşan ve beyaz bir kurdele ile birbirlerine tutturulan kolları mavinin başka bir açık tonuydu. Natilda son olarak, üst kısmını örerek minik taşlarla süslenmiş bir filenin içine alıp, alt kısmını serbest bıraktığı uzun saçlarına bakmıştı.

"Evlilik çağına gelmiş sorumluluklarının bilincinde, ağırbaşlı genç bir kız gibi."

Maddalena bu cevabı duyduğunda aniden olduğu yerde durmuştu. Etrafında dalgalanan sarı saçları omuzlarına düşerken kollarını hayal kırıklığı ile iki yanına indirmiş, uzun kirpiklerinin üzerinden dadısına hoşnutsuz bir bakış atmıştı. Özellikle bugün duymak istediği cevap bu değildi. Fakat gözlerindeki neşeli parıltıları hala yerli yerindeydi. Geniş bir gülümseme yüz hatlarında gittikçe daha çok belirirken nameli bir eda takınarak dadısını düzeltmişti.

"Hayır Natilda, Altın Gökteki Meryem gibi demen gerekiyordu."

Verdiği cevap Natilda'yı sesli bir şekilde güldürmüştü. Biraz önceki sitemli tavırları kaybolmuş, etrafındakileri etkisi altına alan bulaşışı neşesine kapılmıştı. O sırada Maddalena hızlı adımları ile karşısına geçmişti. Önünde birleştirdiği ellerini ısrarla çözüp kendine çekmiş, al al olmuş gülen yüzündeki sarı kaşlarını havaya kaldırdığında aynı sözleri ondan da duymayı beklediğini göstermişti.

"Tamam, elbette Altın Gökteki Meryem gibi görünüyorsun."

"İşte duymak istediğim cevap."

Kıkırdayarak dadısına yaklaşan Maddalena, hafifçe tombul olan yanağına küçük bir öpücük bırakmış sonrasında yanından geçerek odasının kapısına yönelmişti. Pirinç tokmağı çevirerek açtığı yüksek kapıdan geçerken neşeli bir solukla içini çektiği kolayca duyuluyordu.

Maddalena, Cardello Köşkü'nün ferah koridorlarından canlı adımlarıyla geçip beyaz mermerden yapılmış büyük basamaklara yönelmişti. Yüzeyine altın renkli damarlar çizilmiş tırabzanın üzerine yerleştirdiği eli pürüzsüz zeminde kayarken, attığı her basamakta sarı saçları sırtında dalgalanıyordu. Köşkün alt katına ayak bastığında halasının nerede olduğunu sorabileceği birini bulabilmek için büyük hole göz atmıştı. Yavaş adımlarıyla mutfağın olduğu holden çıkan Emilia'yı gördüğünde gülümseyerek selam vermişti. Kırklı yaşlarının başında esmer bir tene, büyük kahverengi gözlere sahip olan kadın halasının baş hizmetlisiydi.

"Emilia! Bende halamın nerede olduğunu merak ediyordum, görünüşe göre bahçede. Öyle değil mi?"

Maddalena, kadının taşıdığı gümüş tepsiyi gördüğü ilk an halasının nerede olduğunu anlamıştı. Agnesia hala, hava güzel olduğu sürece günün belirli kısmını mutlaka bahçede geçirirdi. Kadına doğru yürümeye başladığında, taşıdığı Venedik camından yapılmış üzerinde dumanı tüten küçük kadehi işaret ederek konuşmuştu. Emilia sözlerini onaylarcasına başını sallarken karşılık vermişti.

"Evet küçük hanım."

Maddalena bunun üzerine tuttuğu etekleri ile seramik kaplı zeminde hızlı adımlarla kadınla arasında kalan son mesafeyi de kapatmış, taşıdığı gümüş tepsiye hevesle uzanmıştı.

"Harika, o halde halama bugünkü servisi ben yapabilirim."

"Küçük Hanım size zahmet olsun istemem. Dilerseniz işime ben devam edebilirim."

Süslü tepsiyi ellerinde tutan Emilia, Agnesia Cardello'nun çayını ona devretmekte tereddüt yaşamıştı. Kızı gücendirmemeye çalışarak nazikçe konuşmuş, aynı zamanda tepsiyi usulca geriye çekmişti. Normal zamanda mutfak işlerine karışmayan, gün içinde pişirilen tatlı atıştırmalıkları tatmak için dahi mutfağa uğramayan Maddalena'nın o anki hevesli hallerine şaşkınlıkla bakıyordu.

"Zahmet olmaz, ben götürmek istiyorum. Tepsiyi alabilir miyim?"

Karşısındaki kadının şaşkın yüzünü gülerek izleyen Maddalena, içini çekip yukarı kaldırdığı kollarıyla bir kez daha tepsiye uzanmıştı. Kendi ellerine göre iri olan Emilia'nın ellerini iterken, gözlerinin içine bakıp sen yarın götürürsün, bugün ben götüreceğim diyerek sonunda tepsiyi eline geçirmişti. Üzerindeki kadehi dökmemeye çalışarak bir adım geriye çıkmış, duruşunu düzeltmişti. Başını ona doğru yaklaştırıp, şakacı bir tavırda fısıldadığında yanından geçip gitmişti.

"Merak etme, düşürmem."

Maddalena, yüzeyinde küçük bir yaprağın yüzdüğü kurutulmuş gül tomurcuklarından yapılan çayı taşıyarak köşkün duvarlarına yaslı üç tarafı yüksek taş duvarlarla çevrili geniş bahçeye çıkmıştı. Halası bahçede geçirdiği vakitlerde, köşkün harcamalarını kontrol eder, bitkilerle ilgilenir, gergef işler bu sırada da tarifini Fransız bir tanıdığından aldığı harika bir tadı ve muhteşem aroması olan çayını yudumlardı. Üzerinde yaşadığı yarımadanın her bölgesinde çeşitli tatlara sahip sayısız üzüm bağları olması, İtalyanları pek çok ülkeye kıyasla şaraba daha fazla düşkün kılmıştı. Fakat Agnesia şarabı yalnızca akşamları sınırlı sayıda içmekten yanaydı. Gündüz vakti özel olarak hazırlattığı aromalı çayları tercih ederdi.

Lucca şehrindeki pek çok yapı gibi Roma mimarisine uygun inşa edilmiş köşkün avlusunun tam merkezinde büyük bir çeşme yer alıyordu. Dört melek ellerindeki testilerle mermer çeşmeye su dökerken adeta bir taşın içinden çıkıp bir anda hayat bulmuşçasına gerçek görünüyorlardı. Çeşmenin çevresinden dolanan Maddalena, oval biçimli geniş bir sandalyede ona sırtı dönük halde oturan halası Agnesia'nın gergef işlediğini fark etmişti. Üzerinde bu sabah kahvaltıda gördüğü menekşe rengi elbisesi vardı. Başının üzerine yerleştirdiği ipek şal öylesine ince dokunmuştu ki altında zarif bir topuz yapılmış siyah saçlarının parlaklığını görmek mümkündü.

Dikkatli adımlarla yanına yaklaştığında Agnesia, önüne eğdiği bakışlarını kaldırmıştı. Önce sevgi dolu gözlerle yüzüne bakmış, taşıdığı tepsiyi fark ettiğinde kumral kaşları şaşkınlıkla yukarı kalkmıştı.

"Maddalena, bugün mutfakta işler yoğun sanırım."

Maddalena alt dudağını dişlerinin altına alıp gülümsemişti. Gümüş tepsiyi nazikçe halasının hemen yanı başındaki yüksek ahşap sehpaya bırakmış ardından parlak eteklerini toplayarak karşısındaki sandalyeye yerleşmişti.

"Öyle gözüküyordu halıcığım, çayını bugün ben getirmek istedim."

"Teşekkür ederim, tatlım."

Agnesia, işlediği gergefini yavaşça dizlerine bırakırken Maddalena'yı gördüğünde yüzüne yerleşmiş olan sevgi dolu ifadesiyle konuşmuştu. Yeğeninin getirdiği kadehe uzandığında önce parmak uçlarıyla sıcaklığını kontrol etmiş kokusunu içine çekerek dudaklarına götürmüştü. Çayından küçük keyifli yudumlar alırken bir süre sessiz kalmayı tercih etmişti. Mavi gözleri önce yağmurun yağışıyla canlanan bahçede şöyle bir gezinmiş son olarak Maddalena'ya odaklanmıştı.

O an karşısında sağlık fışkıran al al yanakları ve kendine güvenen kurnaz bakışlarıyla oturan Maddalena, şefkat, sevgi ve ilginin ortak çalışmasıydı. Roma'da elinden alınan ne varsa hepsini tekrar elde etmişti. Lucca'daki yeni hayatına alıştıkça yeniden gülmeye başlamış, insanlar arasında karışıp arkadaş edinmiş, kendi düşüncelerini özgürce söylemenin yanlış olmadığını öğrenmişti. Ona yıllar önce Roma'daki odasının balkonunda dediği gibi; aradığı şifayı kendi içinde bulmuş ve annesinin biçtiği kasvetli elbiseden çok daha fazlasını barındırdığını anlamıştı.

Agnesia, yeğeninin özellikle son bir yıldır tamamen oturmuş, eşsiz güzelliği ve karakterine baktıkça yüreği gururla dolup taşıyordu. Eğer yıllar önce Roma ziyaretinde Maddalena'yı yetiştirmekte ağabeyine ısrar etmeseydi belki de içindeki o yaşama sevinci annesi Contessa'nın gölgesi altında yerini dümdüz ıssız bir sessizliğe bırakacaktı. Oysa şimdiki haliyle Maddalena, onun olmasını umduğu şeylerden çok daha fazlasıydı. Agnesia'nın yüreği keder ve sevgiyle öylesine doluydu ki kendini Maddalena'ya hesapsızca adamıştı. Sekiz yıl önce elinden tutup Lucca'ya getirdiği küçücük masum, kız çocuğunu sevmekten öte, kendi gözünden dahi sakınmış, özenle kurduğu güven ve sevgi çemberine almıştı. Yaşıtları gibi yaşamak, büyütülmek, sevilerek bakılmak onunda hakkıydı. Birlikte Lucca'ya geldiklerinde önceliğini yeme bozukluğu ve konuşurken zorlanmaya vermişti. Edmondo İtalya yarımadasının en bilgili ve çağdaş hekimlerini araştırıp, köşke davet etmişti. Gereken ilgiyle konuşma zorluğu büyük ölçüde düzelmiş, bazı bitkisel tedavilerin yardımıyla düzenli ve sağlıklı bir şekilde yemek yemeye başlamıştı.

Küçük bir kız çocuğu olduğu zamanlarda vaat edilen güzellik son birkaç yılda nefes kesici bir şekilde ortaya çıkmıştı. Belki bedeni yaşıtlarına göre hala biraz zayıftı lakin çocukluğundaki gibi kemikleri sayılmıyordu. Yıllar geçtikçe büyüyüp serpilmiş, boyu uzatmış, vücut hatları tepeden tırnağa zarif kıvrımlarla bezenmişti. Saçlarının rengi daha da açılıp gürleşmişti, üzerine değen en ufak bir ışık huzmesinde büyüleyici bir güzellikle ışıldıyordu. İnsanın içine işleyen gözleri hala zaman zaman hüzünlü baksa dahi çoğu zaman neşeyle aydınlık olurdu.

Gül kokusu yayılan çayından bir yudum daha alırken kadehinin üzerinden yeğenine bakarak gülümsemişti. Karanlıktan aydınlığa, acıdan güzelliğe diye geçirmişti içinden.

Şüphesiz hayatı boyunca verdiği en doğru karar Maddalena'yı yetiştirme görevini üstlenmekti. Sadece onun için değil kocası Edmondo içinde mutluluk ve neşe kaynağı olmuştu. Lucca'ya yerleştiği ilk aylarda Edmondo'nun kalbinde ancak kendi kızlarının sahip olacağı bir yere çoktan yerleşmişti. Geçen sekiz yılın ardından insanları onu Edmondo ve Agnesia'nın öz kızı olarak görmeye başlamıştı. Yıllardır çocuk sesinden yoksun olan köşk onun gelişi ile adeta hayat bulmuştu. Agnesia, zihninde beliren hoş bir nostaljiyle içinin ısındığını hissetti. Lucca'daki ilk yılda kocasının her akşam büyük bir sabırla konuşma zorluğu çeken Maddalena ile sohbet edip bir yandan da satranç öğretişini anımsayarak iç çekmişti.

Hala ufak yudumlarla çayının tadını çıkarmakta olan Agnesia'nın geçmişe yolculuk yapan bakışları karşısındaki haraketlilikle gerçekliğe dönmüştü. Maddalena'nın sandalyesinde sabit durmakta zorlanır gibi bir hali vardı. Meraklı gözlerini sık sık üzerine çevirirken, devamlı olarak duruşunu değiştiriyor, eteğini parmak uçlarıyla düzeltip, bir yandan da özenle taranmış uzun buklelerini ilgiyle inceleyip, geriye atıyordu. Agnesia, önce görmezden gelmeye çalışmış lakin daha fazla dayanamadığında yarısı boşalmış kadehini yavaşça indirip nazikçe konuşmuştu.

"Sana da bir tane getirmelerini söyleyelim mi?"

Maddalena o sırada başını yana yatırmış, gölgesinde oturdukları söğüt ağacının dallarını sahte bir ilgiyle inceliyordu. Onunla konuştuğunda hızla bakışlarını yüzüne çevirip, başını iki yana sallayarak teklifini reddetmişti.

"Teşekkür ederim istemiyorum."

Aralarındaki tuhaf bakışma gittikçe uzarken Maddalena inandırıcı olmasını umduğu bir şekilde tebessüm edip, bu kez eteğini düzeltmek için bakışlarını kaçırmıştı. Fakat bastırmaya çalıştığı heyecanı sabit tutmakta zorlandığı mimiklerine yansıyor, yanaklarını gittikçe kızarıyordu. Agnesia yanına geldiği ilk andan beri asıl konuya giriş yapmaya çalıştığını biliyordu. Bunu göz önünde bulundurarak nazik ve ciddi bir ses tonuyla kabul etmeyeceğinden emin olduğu bir teklifte bulunmuştu.

"İstersen dün birlikte başladığımız nakışsını getir, karşılıklı işleyelim. Yağmurun ardından toprak kokusu tüm bahçeyi sardı bir süre daha tadını çıkartırız."

Maddalena küçük bir hayal kırıklığıyla ellerini eteğinin üzerine bırakmıştı. Halasına özür dolu nazik bir gülümsemeyle bakarken, teklifini bir kez daha geri çevirmişti.

"Güzel bir fikir Agnesia Hala lakin bugün benim nakış işleyecek hevesim yok."

Agnesia, karşısındaki yeğeninin sevimli hallerini izlerken yumuşak bir gülüşle kadehini ağzına götürmekteydi.

"Onu görebiliyorum tatlım. Bugün yerinde pek duramıyorsun, iyi misin?"

Maddalena sandalyesinin ahşap kolçağını bir dirseğini koyup yanağını eline yaslarken kendini sonunda konuya girmek için hazır hissetmeye başlamıştı. Kırpıştırdığı yeşil gözleri çocuksu bir parıltıyla parlamaya başlamıştı.

"Evet, çok iyiyim. Tabi biraz biraz da heyecanlı ve merak içinde hissediyorum."

Agnesia, bu şüphe uyandıran sözleri duyduğunda kumral kaşlarını havaya kaldırmıştı. Gül kokusu yükselen çayını dudaklarının üzerinden çekerken yumuşak bir ses tonuyla devam etmesini istemişti.

"Beni aydınlatmanı bekliyorum tatlım."

Maddalena ahenkle parmak uçlarını yanaklarında hareket ettirirken tüm sevimliliğini takınmıştı. Sakin ve kibar bir ruha sahip olan halasının beklediğinden farklı bir tepki vermesi durumunda tüm planının suya düşeceğini biliyor, konuya masum bir hava katmaya çalışıyordu.

"Bugün üstat Franco'nun atölyesine gidip tablonun son halini göreceğim için çok heyecanlıyım, tabi eğer senin içinde bir sakıncası yoksa. Her zaman olduğu gibi Natilda bana eşlik edecek."

Agnesia bu sözleri duyduğunda elindeki fincanını yüksek bir çarpma sesiyle tabağına bırakmıştı. Derin bir sevgi beslediği yeğeninin isteklerine karşı her zaman duyarlı ve cömert olmuştu. Fakat bu isteği ne yazık ki onun sınırlarını aşıyordu.

"Nasıl? Maddalena, Bay Franco sana özellikle bugün atölyesinden uzak durmanı benim ve Edmondo'nun önünde bizzat rica etti. Biliyorsun ki tabloyu sipariş eden kişi bugün teslim alamaya gelecek."

"Çok iyi biliyorum halacığım."

Ufak bir tereddütle bir anlık duraksayan Maddalena ardından gelen hınzır gülümsemesini gizlemek için dudaklarını birbirine sıkıca bastırmıştı. Agnesia, içine derin bir nefes çekip tıpkı bir anneye özgü ikna edici ses tonuyla devam etmişti.

"O halde bugün atölyeye neden gidemeyeceğini de biliyorsun. Üstat Franco'nun modellerinin kimliklerini gizli tutmak konusunda oldukça katı bir prensibi var. Tanrı'nın kutsallığını yansıtan dini figürlerin gerçek bir insan değil de kutsal figürler olarak kalmasını istiyor. Eğer bugün alıcı oradayken atölyeye gidersen Kutsal Meryem'e modellik yaptığın ortaya çıkacak ve Franco eminim büyük hayal kırıklığı yaşayacaktır."

"Haklısın ama sence de bu biraz haksızlık değil mi? Ben o resim için aylarca, haftada iki gün poz verdim. Evet poz vermeyi, bir ressamın fırça darbeleriyle var oluşumun kopyalanmasını seviyorum ama yine de işin kolay olduğunu söyleyemem. Kıpırtısız durmaktan belim ağrıdı, yüz kaslarım acıdı. İlk kez modellik yapma ayrıcalığına eriştiğim Meryem Ana resminin hangi ailenin duvarını süsleyeceğini bilmek ve son halini görmek hakkım değil mi?"

Agnesia konuştuğu süre boyunca yeğenini anlayışlı bir tebessümle dinlemişti. Öz benliğinden gelen içten coşkusunu bastırmayı başaramayan, atik ve cesaretli yapısına içten içe her zaman hayranlık duyuyordu. Fakat tüm bunlara rağmen bu konuda elinden bir şey gelmezdi.

"Maddalena, Üstat Franco sana resmin küçük bir kopyasını hediye edeceğini söylemişti."

Derdini anlatmamamın sıkıntısıyla elini saçlarının arasına götüren Maddalena, geriye doğru atarken ateşli bir şekilde konuşmaya devam etmişti.

"Agnesia hala, kopyası gerçeği gibi olmayacaktır. Üstat Franco, Meryem Ana'yı sanki bu dünyadan değilmiş, insanı aşan bir ilahi bir varlıkmış gibi resmetmeyi tercih etti, bu yüzden de benim kimliğimi gizli tutuyor ama unuttuğu bir şey var. Meryem Ana'mızda eti kemiğiyle bir insandı, evet ilahi bir varlıktı fakat bizler gibi yemek yer uyur, nefes alırdı. Oğlu Hz. İsa çarmıha gerildiğinde her anne gibi gözyaşı dökmüştü. Tüm bunları düşündüğünde Franco'nun modellerini saklı tutması sence de mantıksız değil mi?"

Düşünmeyi ve sorgulamayı seven Maddalena karşısında bocalayan ve ne söylemesi gerektiğini bilemeyen Agnesia, içine derin bir nefes çekmişti. Üstat Franco kocası Edmondo'nun yakından tanıdığı belki de Lucca'nın en ünlü sanatkarıydı. Şehrin önde gelen kişilerine çalışan adam öylesine yoğundu ki bir sanateseri yaptırmak istediğinizde en az bir yıl önceden sipariş vermeniz gerekirdi.

Aylar önce gittikleri bir davette Edmondo ile özel konuşmak isteyen sanatkar, köklü bir aileden sipariş aldığı Altın Gökteki Meryem tablosu için masum güzelliğinden etkilendiği Maddalena'nın yüzünü kullanmak için ricada bulunmuştu. Bu teklifi öğrenen Maddalena adeta mutluluktan havalara uçmuş, izin vermesi için Edmondo'yu tüm sevimlilğiyle yalvarmıştı. Geçen her günle birlikte resim biraz da şekillenip renklenmiş Maddalena, sanat atölyesinde ve ressamlar arasında daha fazla vakit geçirmeye başlamıştı.

Tablo şimdi son halini almış ve asıl sahiplerine teslim edilmek üzereydi. Fakat ilk kez Meryem Ana olarak poz verdiği tabloya tuhaf bir bağlılık hisseden yeğeni sahibine bırakmaktan pek de hoşnut değilmiş izlenimi yaratıyordu. Agnesia, geriye yaslanırken, sevimli yüzünü huysuzlukla buruşturan Maddalena'ya gülümsemişti.

"Üstat Franco'yu gördüğümde sorarım."

"Ben sordum, defalarca. Poz verdiğim haftalarda bu konuyu pek çok kez tartışmaya açtık, öyle ki bazen aramızdaki fikir çatışması çizimi bile aksattı. Üstat Franco iyi bir dinleyici, farklı fikirleri dinlemeyi sevse de kendi doğrularına sıkı sıkıya bağlı."

Bu karşılığın üzerine Agnesia, Ah Maddalena diyerek mırıldanmıştı. Huzursuz bir tavırda elbisesinin önüne gelen ipek şalını nazikçe geriye çekerken kısa bir an düşünmüş sonunda arkasına yaslanıp samimi bir tınıyla konuşmuştu.

"Söyle bakalım, benden tam olarak ne istiyorsun?"

"Yanlış olan hiçbir şey değil halacığım. Bugün Üstat Franco'nun sözünü verdiği kopyayı almak için atölyeye gidip aynı zamanda da orijinalinin bitmiş halini göreyim diyordum. Teslim alacak kişi gelmeden önce atölyeden ayrılmış olurum, Üstat Franco sorun olmayacağını söyledi."

"Üstat Franco bunu onayladı mı yani?"

Maddalena istemsizce yutkunmuştu. Halasının şaşkın sorusu derinde bir yerlerde canını yakmıştı. Yeşil gözlerini yüzüne güçlükle çevirerek kendinden emin bir şekilde başını sallarken cevap vermişti.

"Evet."

"Tamam o halde benim için gitmende bir sakınca yok."

Bedenin gibi kalbinde hastalıklı senin. Tanrı seni kötü huylarla cezalandırmış Maddalena halasının yumuşak bir ifadeye sahip yüzüne bakarken bir anda annesinin zihninde yankılanan sesiyle olduğu yerde irkilmişti, içindeki soğuk ve aşağılayıcı tınıyı hissetmemesi mümkün değildi. Hali hazırda halasının ona olan sevgisini istismar etmekten korkarken annesinin sözleri canını yakmıştı. Sadece bir anlık olduğunu düşünerek içine yatıştırıcı bir nefes çekmişti. Fakat tam yerinden kalkmaya hazırlanırken can acıtıcı sesi tekrar duymuştum. Uğursuzsun, uğursuzluğunu etrafa yayıyorsun. İçini tekrar çekerek kısa bir anlığına gözlerini kapatan Maddalena, hayır değilim diye geçirmişti içinden. Zihninde dolanan anıları dizginlemeyi başardığında, başını dik tutarak sandalyesinden kalkmıştı. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin her anı her söz kazınmıştı zihnine. Yok sayıyor olması unuttuğu anlamına gelmiyordu. Doğuştan sahip olduğu neşeye sığınıp yüzüne gülen bir ifade yerleştirdiğinde halasına yaklaşmıştı.

"Teşekkür ederim Agnesia Hala. Teşekkür ederim."

Agnesia, karşılık olarak süslü ahşap tokmağın üzerindeki eliyle yeğenine uzanıp elini yumuşak bir şekilde okşamıştı. Bir an önce Üstat Franco'nun atölyesine gitmek için köşkten ayrılmayı düşünen Maddalena başını çevirdiğinde, planı üzerindeki en büyük tehdittin yaklaşmakta olduğunu görmüştü. Natilda, eğer ne planladığını öğrenecek olursa halasına gerçekleri anlatmaktan geri durmazdı. Soğukkanlılığını korumaya çalışırken makul bir hareket planı düşünmeye başlamıştı bile. Fakat Natilda'nın yanlarını bulması uzun sürmemişti. Koyu renk gözlerini oval kesimli sandalyesinde oturan halasına çevirdiğinde alçak sesiyle konuşmuştu.

"Küçük hanımın ilacı, hanımefendi."

Maddalena kendisini dadısı ve halası arasında öylesine sıkışmış hissetmişti ki Natilda'nın elinde tuttuğu küçük kadehi yeni fark ediyordu. Tadını çok iyi bildiği içeceğe bakarken yüzünü buruşturup, gözlerini devirmekten kendini almamıştı. İçmek istemediğini söylemek istiyordu lakin bu çocukça bir davranış olurdu. Her ay bir kez kötü tadına maruz kaldığı ilacın iştah açıcı bir etkisi vardı. Bunun yanında mide bulantılarını da önlüyordu. Lucca'ya geldiği ilk zamanlar haftada iki kez içtiği ilacı şimdi yalnızca ayda bir kez içmeye başlamıştı. Fakat Maddalena, içten içe artık ilaca gerek duymadığını düşünüyordu. Son birkaç yıldır yeme bozukluğuyla ilgili hiçbir sorun yaşamamıştı lakin oluşturdukları düzeni sürdürmek isteyen Agnesia halası hatırına devam ediyordu.

Maddalena dadısının elindeki kadehe hoşnutsuz bakışlar atarken sandalyesinde oturan Agnesia, berrak mavi gözleriyle ilacı işaret etmişti.

"Maddalena, hepsini bitir sonrasında gidebilirsin."

Başını uysal bir edayla sallayan Maddalena, kadehe uzanmıştı. Her zaman yaptığı gibi nefesini tutup içindeki sarı renk ılık ilacı tek seferde içmişti. Kadehi ittirerek önünde bekleyen Natilda'ya uzatırken parmak uçlarını dudaklarına bastırmış, ekşittiği yüzünü önüne eğmişti. Bununla birlikte altın sarısı bukleleri önüne düşmüş, yüzünü yarı yarıya kapatmıştı. Yeğenini sızlanmasını hafif bir tebessümle izleyen Agnesia, dadısına dönmüştü.

"Natilda lütfen geç kalmayın. Edmondo'nun dediğine göre arttırılan vergilerden ötürü sokaklarda karışıklık çıkma ihtimali varmış, Üstat Franco'nun atölyesinden sonra direk olarak köşke dönün."

Maddalena, Üstat Franco'nun bahsi geçtiğinde ilacın kötü tadını bir anda unutmuştu. Başını hızla yukarı kaldırıp şaşkına dönen dadısının üzerine atılıp koluna girdiği gibi yönünü köşke doğru çevirmişti. Omzunun üzerinden yüzünü halasına çevirdiğinde sakin bir ses tonu takınmaya çabalamıştı.

"Tabi halacığım, hemen gidip geliriz."

At arabasının hazırlanmasını ve hizmetlilerden birinin odasından pançosunu getirmesini gündüz vakti kapatılmayan köşkün parke taşlı ön avlusunu gören yüksek kapının önünde bekleyen Maddalena gökkuşağını izlediği anlarda tam da tahmin ettiği gibi Natilda'nın saldırısı ile karşı karşıyaydı. Yüksek kemerin oluşturduğu gölgede yanında dikilirken başını sürekli olarak ona doğru yaklaştırıp hizmetçilerin duymaması için kısık sesiyle söyleniyordu.

"Biliyordum, yine bir işler karıştırdığını biliyordum. Bu kez ne planlıyorsun?"

Maddalena umursamazca küçük omuzlarını silkmiş, kadının sıkıntılı ifadesine aldırmadan kaygısız bir neşeyle konuşmuştu.

"Duydun işte Natilda, Üstat Franco'nun atölyesine gideceğiz."

Natilda, yanındaki kızın inatçı bir tavırla yukarı kaldırdığı çenesine bakarken kendini tutamamış, kolunu elinin tersi ile dürtmüştü.

"Duydum duydum ama bir anlam veremiyorum. Üstat Franco bugün seni atölyesine alsa almaz. Tabloyu teslim almaya gelecekler."

Maddalena o ana kadar kıstığı yeşil gözleriyle avlunun karşısında ahşap kovalarla su taşıyan hizmetlileri izliyordu. Tabloyu teslim almaya gelecekler dediğinde dudaklarında kurnaz büyüleyici bir gülümseme belirmişti. Gösterdiği bu alaycı karşılığı yakalayan Natilda, bir kez daha kolunu dürtmüştü. Maddalena, iki kez hırpalanmış kolunu korumak istercesine geriye çekip diğer elini üzerine kapatırken canı acımış bir yüz ifadesi takınmaya çalışarak homurdanmıştı.

"Sence böyle bir detayı unutmuş olabilir miyim Natilda? Tabi ki hayır."

"Tabloyu teslim alacak adamın karşısına öylece çıkıp, tanışamazsın. Saygın birinin nişanını kullanarak seni takdim etmesi gerekir ve bu kişi ben olamam. Onca yıldır sana sosyete kuralları namına hiçbir şey öğretememişim, çok yazık."

Yana eğdiği başıyla dadısını dinleyen Maddalena, bir eliyle eteğini kenara çekmiş geniş holde bir o yana bir bu yana ahenkle yürüyüp durmaya başlamıştı. Natilda'nın sözlerinin sonuna geldiğinde dün gece uzun uzun tasarladığı planını büyük bir hevesle ağzından çıkartmıştı.

"Hiçbirine gerek yok. Tanışmaya niyetli değilim. Sadece izleyeceğim."

"Ne?! Seni bu saçma davranışlarından ötürü seni halana şikâyet edeceğimden şüphen olmasın."

Natilda sözlerini duyduğunda kalın belinin önünde birleştirdiği ellerini çözüp dediğini yapmak için bir hışımla arkasını dönmüştü. Bu ani hamle sonucunda elinde pançoları taşıyan genç hizmetliyle yüz yüze gelmişlerdi. Çarpışmak üzereyken yerinden sıçrayan kız tam uzun eteğine takılarak yere kapaklanmak üzereydi ki Natilda kolunu kavrayarak dengesini bulmasına yardımcı olmuştu. Bu sırada hizmetçi kızın korku ve şaşkınlık içindeki çığlığı duvarlarda yankılanmıştı.

Yaşanan gülünç mücadeleyi şaşkın gözlerle Maddalena, gülüşünü durdurmak için uzun parmaklarını dudaklarının üzerine kapatmışsa da başarılı olamamıştı. Zümrüt yeşili gözlerinden ve parmaklarının ardından kaçan seslerle güldüğü açıkça belli oluyordu. Natilda, sesleri duyduğunda omzunun üzerinden kızgın yüzünü üzerine çevirmişti. Parmaklarını usulca aşağıya indiren Maddalena, masum numarası yaparak konuşmuştu.

"Tanrı sana işaret gönderdi, şikayette bulunmak iyi bir Hristiyanın erdemleri arasında yer almaz."

Bunun üzerine Natilda'nın gözleri yuvalarından çıkarcasına büyümüş seni arsız diyerek mırıldanmıştı. Fakat Maddalena aldırış etmemiş, yaklaşıp sarsılmış hizmetçi kızın elindeki kendi pelerini almıştı. Arkasına bakmadan hazırlanmış at arabasına doğru yürürken yakalarında beyaz kürk olan elbisesi ile aynı renk saten kaplı pelerinini omzuna atmıştı. Taş kemerin gölgesinden çıkarak parke taşlı avluya ayak bastığında bulutların tamamen kaybolmasıyla kendini tüm gücüyle gösteren güneş içini iliklerine kadar ısıtmıştı. Başını eğmeye gerek duymadan pelerinin bağlarını bir fiyonk haline getirmişti. Cardello hanesine hizmet eden arabacı yaklaşarak babacan gülümsemesiyle elini tutmuştu. Eteğini yukarı kaldırarak basamaklara ilk adımını attığında sevimli yüzünü biraz önce Natilda'yı bıraktığı köşkün gösterişli kapısına doğru çevirmişti.

"Natilda, geliyor musun, gelmiyor musun? Eğer refakatçim olmadan gidersem inan bana işte o zaman gerçek bir skandal çıkar."

"Maddalena! Geliyorum elbette, senin gibi söz dinlemez bir kızı yalnız gönderecek değilim."

Natilda ağzından eksik etmediği söylenmeleriyle avluda iş yapanların arasından bir hışımla geçmeye başlamıştı. Attığı her adımda taş zemini hiddetiyle ezerken, ahıra saman taşıyan bir yamağı elinin tersiyle kenara dahi itmişti. Bu komik manzarayı izleyen Maddalena içinden keşke üzerine bu kadar gitmeseydim diye geçirmişti. Yolcukları sırasında tatlı sert bir karaktere sahip olan dadısını yatıştırması en doğru olacaktı. Aksi taktirde Üstat Franco'nun yanında bir de onunla uğraşmak zoruna kalırdı.

Hayat bir dizi zorluktan oluşuyorsa önce birini sonra bir tane daha ve bir tane daha en sonunda Altın Gökteki Meryem tablosuna kadar her birini çözmeliydi. Üzerinde Cardello arması taşıyan at arabasına yaklaşan Natilda'ya son kez baktığında gülümseyen yüzünü önüne çevirip kendini yumuşak kadife koltukların üzerine bırakmıştı. Gökkuşağı gibi rengarenk bir gün yaşıyordu.

Yazan; Mirena Martinell

Loading...
0%