Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Bölüm 3 - 'Altın Gökteki Meryem'

@mirenamartinell

" uzun yıllar hafızalarda kalacak eşsiz bir eser "

"uzun yıllar hafızalarda kalacak eşsiz bir eser "

✨✨

Bir gün önceki şölen nedeniyle hala kalabalık olan Lucca sokaklarından geçip, Üstat Franco'nun atölyesine ulaşmak Maddalena'nın düşündüğünden daha uzun sürmüştü. At arabası önüne çıkan pek çok engelle parke taşı döşenmiş geniş yollarda ağır ağır gitmek zorunda kalıyordu.

Cardello Köşkü'nden ayrılırken yaşadıkları tartışmadan sonra Maddalena dadısı Natilda'nın tüm yolculuk boyunca söylenerek içindeki neşe ve heyecanı solduracağını düşünmüştü. Fakat yola çıktıklarından bu yana dadısı homurdanarak pançosunu üzerine geçirmek ve ara sıra yargılayan bakışlarını üzerine çevirmek dışında herhangi bir sözlü tepkide bulunmamıştı. Bu durumdan memnun olan Maddalena, araladığı kadife perdeden güneş ışığı altında parlayan şehri izlemişti. Çarşının yanından geçtikleri sırada satıcıların bağrışları, eğlenceden bitkin düşmüş ağır aksak iş yapan işçilerin konuşmaları, yerde çer çöp arayan güvercinlerin çıkardığı tuhaf sesler, yüksek bir platforma çıkmış bir grup siyah cübbeli rahibin huşu içinde kalabalığa seslenişi.. hepsi insanın kemiklerini titretircesine yüksek bir sesle çınlayan çanların yakarışına karışıyordu. Sevdiği kentin hareketliliğini izlerken tüm yol boyunca dudaklarında samimi bir gülümseme yer almıştı. Lucca şehri insanları, hoş zarif, alışkanlıkları keyifli ve ilginçti. O içinden sıklıkla olduğu gibi keşke burada doğup büyüseydim diye geçirirken at arabası taştan yapılmış büyük binanın önünde durmuştu.

Atölyenin yüksek kapılarına bakan uşak, arabacının açtığı kapıdan kendini gösterdiğinde baş hizasında hızlı bir reverans yapmış ardından onun için kapıları aralamıştı. İtalya yarımadasında büyük bir itibara sahip olan Franco'nun atölyesi aydınlık ve oldukça büyüktü. Alt katında birbirine kemerli kapılarla bağlanan iki stüdyo, holün karşısında ise tamamlanan eserlerini sergileyip, kutlamalar düzenlediği basit bir salon bulunuyordu. Ahşap bir merdiven, uşaklar ve öğrencilerin yataklarının olduğu geniş asma kata çıkıyordu.

Tam karşında hızlı adımlarla hareket ederek davet salonuna örtüler, şarap sürahileri ve küçük atıştırmalıklar taşıyan uşaklara kısa bir anlığına göz atan Maddalena açık olan ilk kapıya; Franco'nun eserlerini yaptığı geniş odaya yönelmişti.

Taş duvarlar bin bir çeşit çizimlerle kaplı, tamamlanıp teslim edilmeyi bekleyen paneller her yerdeydi. O kadar çok proje vardı ki Franco bir düzen sağlamakta zorlanıyordu. Resimlerinde arka plan olarak kullanmayı sevdiği kadifeden kaliteli perdeler tavandan özensizce sarkıyordu. Genç bir oğlan her zamanki köşesinde usul usul lavta çalıyor, ara sıra şarkı sözleri mırıldanıyordu. Maddalena ahşap bir panele çivilerle tutturulmuş, kendi yüzünün sayısız farklı açıdan çizildiği tasarımlara uzaktan bakarken o günleri anımsayıp gülümsemişti. Franco hepsini çalışmaya başladığı ilk haftada çizmiş ve sonunda en iyi açıyı yakaladığını düşündüğünde kömür kalemiyle tablonun bulunacağı asıl panele aktarmaya başlamıştı.

Stüdyonun ortasında durmuş çevresini seyretmeye devam ederken, hüzünle iç çekmişti. Modelliğini yaptığı Altın Gökteki Meryem tablosunun her zaman durduğu yerde olmadığını görmek, artık ünlü bir ressama poz vererek geçirdiği keyifli günlerin sona erdiğinin net bir şekilde hatırlatıcısıydı. Çoktan davet salonuna taşınarak baş köşeye yerleştirilmiş olmalıydı. Üstat Franco, en iyi işlerinden biri olduğunu düşündüğü tablonun çevresindekilerce de görülüp sanatının taktir edilmesi için küçük bir kutlama düzenlemeye karar vermişti. Şehirdeki sanatseverlerden birkaçını ve ününü İtalya yarımadasında dilden dile dolaştıracağını umduğu birkaç gezgini davet etmişti. Böylelikle Altın Gökteki Meryem tablosunun yetenekli ressamı, hem gittiği yerdeki malikanenin duvarını süslerken hem de atölyesine davet ettiği insanların izlenimlerini çevresine taşımasıyla iki kez ünlenecekti.

Maddalena hazırlıkların sürdüğü davet salonuna gidip onu kendine çeken tabloya göz atma isteğini bastırarak seslerin yükseldiği karşıdaki geniş odaya yönelmişti.

Franco yeni eseri için çalışmalara başlamış gibi görünüyordu. Atölyesine bin bir değerlendirme ve yetenek sınavıyla kabul ettiği on kadar genç öğrencisini çevresine toplamış, yeni çalışması üzerinden ders anlatmaktaydı. Platformun üzerinde kıpırtısız halde duran üç modeli nasıl çizmeleri gerektiğini anlatırken bir yandan da aralarında gezinip çizimlerini kontrol ediyordu. Elinde tuttuğu cilalı ince değneği yanından geçtiği kıvırcık kızıl saçları olan bir gencin koluna sertçe vururken çöp! baştan başla! kolları tahta gibi diyerek söylenmekteydi.

Bu eşsiz dersi izleme fırsatını kullanmak istemişti. Ses çıkartmadan yanında durduğu kapının taş pervazına omzunu yaslayıp ellerini önünde birleştirilmişti. Hafif bir tebessümle Franco'nun anlattıklarını dinlerken aynı anda kalabalık odayı inceliyordu. Biri erkek ikisi kadın olan üç modelin parayla tutulduğu belli oluyordu. Kadınlardan soldakinin elleri hafifçe nasırlaşmış, diğerinin ise açıkta kalan teninde düzensiz güneş yanıkları vardı. Duyduğuna göre tablonun bitmiş halinde üç katı daha figür olacaktı. Maddalena merak içindeki yeşil gözlerini modeller ve öğrencilerden ayırıp köşeden duran Franco'nun bir şövale üzerindeki ana çizime çevirmişti. Seçebildikleri; asma dallarından bir yolun merkezinde çevresinde zarif kıvrımlı kadın bedenlerinden oluşan bir kalabalığın olduğu yarı giyinik erkek şeklindeki bir figürdü. Elinde cam kozalağı ve üzüm salkımları bulunan bir asa tutuyordu.

"Şarap Tanrısı Dionysos'un yolculuğu. Önce öndeki ana figürden başlayın sonra arkasından gelenlerle devam edin. Buradaki amacınız resme derinlik kazandırmak."

Tablonun ana temasını öğrenen Maddalena için kafasını karıştan detaylar bir anda açıklığa kavuşmuşu. Erkeğin çevresinde, ince tül bir elbise giydirilmiş kadınlar Dionysos'a eşlik eden varlıklardı. İronisinden ötürü bu Yunan hikâyesini çok severdi. Efsaneye göre büyük tanrı Zeus'un gizli aşkı Semele'den olma oğlu Dionysos, başına buyrukluğu ve çapkınlığıyla ünlüydü. Bir gün kendi yarattığı şarabı fazla kaçırıp genç bir bakireyle birlikte olan Dionysos, Hera'nın hışmına uğrayarak memleketinden sürülür ve küçük tanrıçalar olarak bilinen zarifliğin simgesi nymphar, kanatlı melekler ve yanına kattığı bakire genç kızlardan oluşan alayıyla dünyayı dolaşmaya başlar. Her gittiği yere asmayı ve şarabı götürür, zevk ve sefa düşkünlüğünü çevresine özendirir. Oğlunu gökyüzündeki tahtından kızgınlıkla izleyen Zeus, onu kendi silahıyla vurarak cezalandırmaya karar verir. Bir gün yolunu gizlice Naksos adasına çevirir. Dionysos, gittiği adada mahsur kalmış zavallı Ariadne'yle karşılaşır. Eşsiz güzellikteki kızdan ilk anda etkilenir ve onunla evlenir, sonunda dört çocuk sahibi olan bir adama dönüşmüştür. Zeus karısı Hera'yı sinirlendirmekten vazgeçen oğluna bir hediye vermek istediğinde karısı Ariadne'ye ölümsüzlük armağanı bahşeder.

Henüz yeni başlanmış olan tablonun ön kısmı daha anlaşılırdı. Dionysos'un zevk ve sefa içinde geçen yolculuğunu gösteriyordu. Arka kısmındaki kompozisyon, ufak tefek kara kalem çizimlerinden ibaretti, Franco yalnızca figürlerin yerlerini belirlemiş detaylandırmayı sona bırakmıştı. Dionysos hikayesinin yalnızca başındaydı. Dikkatli bakıldığında bir su birikintisinin ardında adada mahsur kalmış hüzünlü Ariadne ve nereye geldiğinden haberi olmayan Dionysos seçiliyordu.

Din görevlileri bu tip eski efsaneleri sapkın olarak suçluyorlardı. Maddalena, dini konular üzerine resim yapmayı seven Franco'nun bir dini eser yerine Yunan efsanesini kabul etmesine şaşırmıştı. Fakat bu kalabalıktan doğmuş karmaşık tabloya hikayesini bilen gözlerle baktığınızda içinde gizli olan öğüdü görebilirdiniz. Figürlerin hepsi Franco'nun kendi yorumunda mütevazi biçimde giyinik, incelikli işlenmiş uzun elbiseler içinde resmedilmişti. Dikkatli bakıldığında Nymphalar arasındaki Dionysos'nın elinde tuttuğu şarap kadehiyle ayakta zor duran bir sarhoş şeklinde gösterildiğini fark edilirdi.

Maddalena, dudaklarından hoşuna gittiğini ifade eden bir ses kaçırmış olmalıydı ki o ana kadar arkası dönük halde bir başka öğrencisinin çizimini buruşturup yere fırlatmakla meşgul olan Franco, bakışlarını hızla ona doğru çevirmişti.

"Sinyora! Sinyora De Benardi!"

Kırklı yaşlarının başında olan Franco, dar uzun burnu, omuzlarına kadar inen kahverengi karışık saçları ve pek çok ressamda bulunan kendini diğer meslektaşlarından üstün gören bakışlarıyla konumunun hakkını veriyordu. Bir erkeğe göre uzun boylu sayılmazdı, Maddalena'dan yalnızca bir karış uzundu. Atölyede olduğu zamanlarda kılığına önem vermez, tüm gün garip ve dağınık bir görünüşle etrafta gezerdi. Fakat şehirdeki soyluların arasına karıştığı zamanlarda yıllar boyunca yaptığı işlerden kazandığı kıymetli altınlarına kıyarak saygın bir ressam görüntüsüne bürünürdü.

Maddalena, adamın son derece şık ve pahalı olduğu belli olan koyu yeşil ceketini alaylı bir hayranlıkla süzmekten kendini alamamıştı. Franco, uzun sakallarını dahi kısaltıp şekle sokmuştu. Altın Gökteki Meryem tablosunu teslim almaya gelecek kişinin sandığından daha da saygın ve bir o kadar varlıklı olduğunu düşünmeye başlamıştı. Sanat hamiliğine soyunmuş ellili yaşlarında belki daha da yaşlı olmalıydı. Şarap içmekten önünde büyük bir göbeği oluşmuş iri yarı ve vaktinin büyük kısmını politika konuşmakla altınlarını saymak arasında geçiren alışılmış bir İtalyan soylusu geleceğinden neredeyse emindi.

Franco onu gördüğü ilk an adeta yerinde sıçramış, küçük gözleri telaşla büyümüştü. Öğrencilerine elinin tersi ile kenara çekilmelerini işaret ederek aralarından sıyrıldığında hızlı adımlarla ona doğru yürümeye başlamıştı.

"Sinyora atölyeme hoş geldiniz lakin sizi görmeyi beklemiyordum. Bağışlayın beni fakat dün Sinyor ve Sinyora Cardello'nun yanında da söylediğim gibi; sizi bugünkü kutlamaya davet etmem mümkün değil. Konuştuklarımızı unutmuş olamazsınız."

Yoğun bir Toskana aksanına sahip olan Franco, konuştuğu sırada sık sık atölyenin büyük kapısını gözlüyordu. Kutlamanın vakti henüz gelmemiş olsa da sanki her an kapıdan müşterisi girecekmiş gibi diken üstündeydi. Maddalena, birkaç öğrencinin dönüp omuzları üzerinden şaşkınlıkla ona baktığını fark etmişti. Franco'ya modellik yaptığı sırada birkaçıyla atölyede tanışıp arkadaşlık kurmuştu. O gün atölyeye gelmesini beklemiyorlarsa da Franco kadar şaşırmış durmuyorlardı, geçen zamanda kendi bildiğini okuyan inatçı yapısını az çok tanımışlardı. Franco'nun paniklemiş hallerini yakalanmaktan korktukları gizli bir gülümsemeyle izliyorlardı.

Maddalane, Franco ona seslendiğinde omzunu yasladığı sütundan doğrulmuş, ellerini zarafetle önünde birleştirmişti. Karşı karşıya geldiklerinde, ağırbaşlı fakat ne yaptığını bilen bir edayla başını sallamıştı.

"Elbette unutmadım. Fakat Sinyor Cardello'nun bizi ilk kez bir araya getirdiği zaman söylediğiniz kibar sözleri de unutmadım. Tam olarak ne demiştiniz; siz Lucca'nın gerçek hazinesiniz, atölyemde sizi görmekten her zaman memnuniyet duyarım. Üstelik bu sözlerinize benzer birkaç renkli söz daha etmiştiniz."

Böyle bir karşılık almayı beklemeyen üstelik yeterince iyi düşünemeyecek kadar paniklemiş Franco, sözlerini toparlamaya çalışırken duraksamıştı. Bu Maddalena'nın tam da elde etmeyi umduğu şeydi. Tasarladığı plan; adamın zor durumda kalışını kendi için fırsata dönüştürmekten geçiyordu. Franco sonunda geçmişte söylediği sözlere nezaketle eklemeler yaparken aralarında sonuca ulaşmayan bir fikir çatışması başlamıştı. Vakit ilerledikçe köşeye sıkıştığını hisseden Franco, başını şiddetle iki yana sallarken aynı sözleri durmadan tekrarlamaya başlamıştı.

"Olmaz Sinyora, kutlamaya katıldığınızda insanlar Meryem Ana'ya sizin modellik yaptığınızı anlayacaktır. Olmaz, olmaz."

"Olur, üst katın balkonundan sessizce izleyebilirim. Birçok öğrenciniz kutlamaları bu şekilde izliyor. Üstelik, bana tablonun siparişini nereden aldığınızı dahi söylemediniz, hangi aileye gideceğini bile bilmiyorum. Gelecekte yakın bir aile dostumun evine girdiğimde modellik yapığım tabloyu görüp öylece şaşırıp kalmak istemem. Bu tablonun ana modeli benim, bilmeye hakkım olduğunu düşünüyorum."

"Eserlerimin modellerini gizli tutmak gibi bir prensibim vardır Sinyora. "

"Modelinizi başkalarına yine gizli tutabilirsiniz. Fakat kendisinden gizlemeniz çok mantıksız."

Franco, yüzünü yana eğmiş ve kararsızlıkla gözkapaklarını indirmişti. Belki bir cevap verecek belki de yüzünü çizdiği zamanlardaki gibi konuyu ustalıkla değiştirecekti. Fakat o an daha önce aynı konuşmayı yaptıkları sırada olduğu gibi sakin ve kontrollü değildi. Bakışlarını yeniden yüzüne çevirdiğinde yüz ifadesinden sıkı sıkıya bağlı olduğu prensiplerini bozmasının hoşnutsuzluğu okunuyordu.

"Tamam, tablo Roma'nın eyaleti Viterbo'da oldukça saygın bir ailenin malikanesini süsleyecek. Siparişi evin Madonnası verdi, altın gökyüzü alegorisi de onun isteği üzerine tasarlandı. "

Yüzü düşünceli bir hal alan Maddalena, yumuşak dudaklarını aralayarak Viterbo ismini yavaşça tekrarlamıştı. Roma'ya komşu olan şehir hakkında kısıtlı olan bilgilerini toparlamaya çalışıyordu. Sinyor Cardello ve halasına Toskana bölgesi şehirlerinde düzenlenen davetlerde eşlik etmişti fakat bölgeden hiç çıkmamıştı. Lucca dışında en iyi bildiği tek şehir doğup büyüdüğü Roma'ydı. Zihninde Viterbo hakkında belli başlı bilgiler belirmeye başladığında tereddütle konuşmaya başlamıştı.

"Viterbo.. Roma'nın en güçlü eyaletlerinden biri değil miydi? San Lorenzo tepesindeki büyük papalık sarayını daha önce duyduğumu hatırlıyorum."

"Evet öyle. Eşsiz bir şehirdir."

"Fakat yine de içinde sayısız soylu aile yaşıyor olmalı, hiçbirinin ismini tam olarak bilmiyorum. Birkaç küçük bilgi verip beni oyalamaya çalışıyorsunuz, bu kandırmaca sizin gibi beyefendiye hiç yakışmıyor."

Franco, alnına biriken terleri elinin tersiyle silerken nefesini yılgınlıkla dışarı bırakmıştı. Vereceği cevaptan sonra atölyesinden gitmesini umduğu açıkça belli oluyordu.

"Panzio, siparişin sahibi Madonna Rosia Panzio."

"Tabloyu teslim almaya Madonna Panzio mı geliyor?"

Maddalena hayatı boyunca ilk kez telaffuz ettiği Panzio isminin ağzında tuhaf bir tat bıraktığını hissederken belli belirsiz yüzünü buruşturmuştu. İtalyancayı hala Roma aksanıyla konuşuyordu. Fakat sekiz yıl içinde genizden gelen Toskana aksanını da akıcı bir şekilde konuşmayı öğrenmişti. Her iki aksanda da kusursuz olmasına rağmen isim kulaklarında garip bir melodi bırakmıştı.

"Hayır, Tanrı aşkına. Oğlu Saygıdeğer Panzio Asilzadesi geliyor. Sinyora, eminim tüm bu bilgilerden sonra merakınız giderilmiştir."

Franco gittikçe kızaran yüzüne ve çatık kaşlarına rağmen zorla gülümsemeye çalışıp, çekinerek elini atölyenin kapısına doğru çevirmişti. Fakat içlerinde meraklı parıltılar taşıdığı yaprak yeşili gözleriyle adamın elini takip eden Maddalena, bir karar verebilmiş değildi. Aslına bakılırsa ilk anlarda adamın haftalarca saklı tuttuğu cevapları vereceğine dair olan inancı oldukça azdı. Aldığı cevaptan memnun olsa dahi böylesine hevesli bir haldeyken ne kendisine verilen kopyayla yetinmeye ne de titizlikle tasarlayıp hayallerinde canlandırdığı planından vazgeçme niyetinde değildi.

"Tam olarak değil."

"Ne?"

"Siz bana tabloyu teslim alacak kişiye kimliğimi açık etmemi istemediğinizi söylemiştiniz. Bende açık etmeyeceğimi söylüyorum, sonuç olarak size verdiğim sözü tutmuş oluyorum."

Franco duraksamak zorunda hissetmişti. Ses tonu, sözcüklerini doğru noktalarda vurgulayışı ve cazibeli yeşil gözleriyle karşısındakini etkilemekte oldukça başaralı olan genç kıza hayret bir parça hayranlıkla bakıyordu. Sorunlarına oldukça makul bir çözüm getirmiş gibi görünen üsten fakat samimi bir havası vardı. Franco, başını iki yana sallamaya çalışarak iradesine tutunmaya çalışmıştı. Tam tereddüt içinde kabul edemeyeceğini söyleyecekken feryadı andıran bir sesleniş atölyenin duvarlarında yakılanmış, konuşmalarını bıçak gibi kesip atmıştı.

"Üstat! Davetliler geliyor, yaklaşan at arabaları var."

Bunun üzerine Franco, ne yapacağını bilemez bir halde etrafına bakınıp bir çıkış yolu ararken panikle stüdyoyu adımlamaya başlamıştı. Yeni alındığı belli olan çizmeleri taş zeminin üzerine takırdıyordu. Sonunda kendisinden emir bekleyen genç çocuğa döndüğünde elinin tersiyle alnındaki terleri etini kazırcasına tekrar silmeye başlamıştı.

"Kapıyı kitle, tablolunun tamamlanmadığını, hastalandığımı hatta ölüm döşeğinde olduğumu söyle."

Ya da ustasının dik başlı bir kızla başı belada olduğunu söylesin Maddalena, atölyeye girdiğinden beri varlığını unuttuğu Natilda'nın kulağına sıcak nefesini fısıldamasıyla olduğu yerde irkilmişti. Elini huylanarak kulağına götürürken bir adım geriye çıkıp, ekşittiği yüzünü dadısına çevirmişti. Onlar birbirleriyle bakışırken genç uşak önce ustasının verdiği emri yerine getirmek için arkasını dönmüş, bir an sonra sözlerin saçmalığını fark ederek olduğu yerde çakılı kalmıştı.

"Üstat bunları söylememi istediğinize emin misiniz?"

Maddalena çok fazla vakitlerinin olmadığını biliyordu. Israrla sürdürdüğü inatçı tavrına rağmen Üstat Franco'nun prensiplerini çiğnemek, hayallerini yıkmak gibi bir istediği yoktu. Cesaret veren bir gülümsemeyle adama dönüp bir çırpıda konuşmuştu.

"Ben sözümü tutarım, üst katta öğrencilerinizle birlikte sessizce izleyeceğim. Tabloyu beğeneceklerinden eminim, uzun yıllar hafızalarda kalacak eşsiz bir eser olacağını hissediyorum."

Bu içtenlikle söylenmiş hoş sözler düello ortasına atılan beyaz bir mendil kadar hafifçe bırakılmış ve Franco'nun eğilip almaktan başka herhangi bir seçeneği kalmamıştı. Hala ilahi bir boyuta taşıdığı Bakire Meryem'in modelini gizli tutmakta karalı olmasına rağmen başını sallamaya başladığında aylar önce ilk kez gördüğünde tazelik ve parıltılı masumiyetinden ilk anda etkilendiği kurnaz modeline hayranlıkla gülümsemişti.

Kazandığı zaferine içten içe gülerek ne kadar da kolay oldu diye düşünen Maddaalena biraz önceki sözlerin ötesinde Kader ve Şans Tanrıça'sı Fortuna'nın ona sinsi bir oyun oynamaya hazırlandığından habersiz, her zamanki neşesiyle arkasına dönmüş ve atölyenin üst katına çıkan ahşap merdivenlere yönelmişti.

Fortuna olgusu yüzyıllardır İtalya yarımadasında yaşayan bir inanıştı. Öyle ki kilisenin öğretileri içinde de yer alıyordu. Olymposlu tanrılar yalnızca sanat eserlerinde yaşarken Fortuna insanların gündelik hayatlarında büyük bir rol oynuyordu. Tüm kadınlar, savaşa giden askerler, yaşlılar, ona istek ve minnettarlıklarını bildiriyorlardı. İnsanlar kaderlerinde gelişen iyi ya da kötü her durumu önce Tanrı'ya sonra Fortuna'ya bağlıyordu.

Kader ve Şans Tanrıça'sı yaşamı boyunca Maddalena'ya birkaç kez uğramıştı. Kimi zaman nefessiz kaldığında elinden tutup suyun yüzeyine çıkartırken, kimi zaman Roma'daki karanlık bir balkonda halasının suretine bürünerek yardım elini uzatmıştı. Bu kez diğerlerine göre daha sessiz ve sinsice geliyor ve nasıl başa çıkacağını görmek için onu gafil avlamayı amaçlıyordu.

Belirli bir zaman sonra, kutlamanın yapıldığı salon hatırı sayılır bir ölçüde kalabalıklaşmışken Maddalena, balkonda tül bir perdenin ardında durmaktaydı. Tüm katı u formunda dolaşan sütunların birbirlerine bağlanışıyla oluşan kemerli açıklıklar bir galeriye benziyor, bir anlamda balkon görevini üstleniyordu. Bu şekilde aşağıdaki küçük kutlama salonu rahatlıkla görülüyordu.

Yan dönerek sırtını damarlı sütuna yaslamış Maddalena, Lucca'daki ilk doğum gününde halası ve Sinyor Cardello'nun hediye ettiği küçük incili kolyesiyle oynarken tıpkı onun arkasında durmak zorunda kaldığına benzer ince bir tülle üzeri kapatılmış Altın Gökteki Meryem'e sabırsız bakışlar atmaktaydı. Herkesin rahatlıkla görebilmesi için arkasına yapılmış desteklerle taş bir kaide üzerinde sergileniyordu. Yere koyulduğunda onun beline kadar ulaşan oldukça büyük bir çalışmaydı. Şimdi kaidenin üzerinde alıcısına sürpriz olması için yeni bir gelinmiş gibi duvağın arkasına gizlenmişken, gözüne daha da büyük gözükmüştü.

Sanatseverler ellerindeki şarap kadehleriyle salonda gezerken Franco'nun henüz alıcı bulamamış eserlerini inceliyor, gruplar halinde keyifle sohbet ediyorlardı. Bu sırada her davetlisiyle birebir ilgilenen Franco aralarında keyifle dolanmaktaydı. Son zamanlarda başarılı çalışmalar ortaya çıkartan öğrencilerinden birkaçı da kutlamaya katılmaya hak kazanmıştı. Şimdiye kadar alıcının çoktan gelmesi gerektiğini düşünen Maddalena, belki de o farkına varmadan davetlilerin arasına karıştığını düşünerek kalabalığı daha dikkatli incelemeye başlamışken birinin yanında boğazını temizlediğini duymuştu.

"Şarap? Bence Franco ile olan enfes çarpışmadan sonra bir şarabı hak ettin."

Maddalena yeşil gözlerini Lauro'ya çevirdiğinde sözlerine karşılık olarak hafifçe tebessüm etmişti. Franco'nun öğrencilerinden olan genç adamla atölyede geçirdiği zamanlarda arkadaşlık kurmuştu. Modelliğini yaptığı tablodaki azizelerden dördünün cübbesini o boyamıştı. Yetenekliydi fakat günlerini tembellik yaparak geçirir ustası tarafından devamlı bir şekilde atölyeden kovulmakla tehdit edilirdi. Buna rağmen kendini çalışmasına verdiğinde sol eliyle yarattığı kusursuz figürlere Franco dahi hayranlıkla bakardı. Maddalena, gencin üç kadeh daha taşıdığını fark etmişti. Balkonun karşı tarafında taş korkuluklara yaslanmış aşağıyı izleyerek gülen arkadaşlarına götürüyordu. Teklif ettiği kadehe uzanıp mırıldanmıştı.

"Teşekkür ederim."

Lauro, bir baş selamının ardından arkadaşlarının yanına gitmek için dönüyordu ki kadehindeki kabarcıkları izleyen Maddalena bakışlarını hızla üzerine çevirip adını seslenmesiyle yeniden ona dönmüştü.

"Tabloyu en son bir hafta önce görmüştüm, Üstat Franco sıradan ayrıntıları yalnız başına tamamlayacağını söylemişti. Son halini çok merak ediyorum. Teslim alacak kişi geldi mi? Üzerindeki örtüyü ne zaman kaldıracaklar?"

Maddalena, konuştuğu sırada kadehiyle usulca aşağıdaki kalabalığı işaret etmişti. Bunun üzerine Lauro, zevkle başını sallamış bir anda ellerini önünde durdukları taş tırabzanlara dayayıp başını aşağıya sarkıtmıştı. Aşağıyı gözlemesi oldukça kısa sürmüştü. Zayıf bedenini geriye çekip, duruşunu düzelttiğinde başını olumsuzca iki yana sallamıştı.

"Hayır, gelmemiş. Adamı dün düzenlenen şenlikte gördüm, onur konuklarından biriydi. Emin ol geldiğini herkes gibi sende fark edeceksindir."

Karşısındaki adama şaşkınlıkla bakan Maddalena, söylediği son sözü anlayamamıştı. Bir gün önce gerçekleşen geleneksel Lucca şenliklerine katılmak yerine hasta olan arkadaşı Isabella'ya refakat etmeyi tercih etmişti. Annesinin Lucca'nın en dindar ve geleneklerine bağlı kadınlarından biri olduğunu biliyordu ve her zamanki duyarlılığıyla yerine gönüllü olmuştu. Yakın arkadaşı Isabella ile yatağında oturup kız kıza sohbet ederken oldukça eğlenmişti lakin ne şimdi kaçırdığını bilmek istiyordu. Duyduğu bu tuhaf sözlere kadar gelecek kişinin aşağıdakilerden herhangi bir şekilde farklı olmayacağını düşünüyordu.

"Neden öyle söyledin?"

"Çünkü tatlım, İtalya yarımadasında onun gibi adamlar sayılı ve oldukça nadir bulunur. Geldiğinde ne demek istediğimi anlarsın."

Maddalena karşısındaki gence bakarken duyduğu hitap şekliyle sarı kaşlarından birini zarafetle yukarıya kaldırmıştı. Lauro'nun her zamanki gibi sahte bir kur yaptığını bilerek samimiyetle uyarmıştı.

"Bana tatlım diyemezsin Lauro."

"Biliyorum."

Maddalena tek kelimelik kaçamak cevabının sonunda taşıdığı kadehlerin içindeki şarapları dökmemeye çalışarak uzaklaşan Lauro'yu gülümseyerek izlerken bir anda seslerin yükselmesiyle bakışlarını tül perdenin ardından aşağıya çevirmişti.

Küçük davet salonu kapısının önünde bir yol açılmış, meraklı diğer konuklar gibi onun gözleri de aynı yöne kitlenmişti. Birden taş kemerli kapının altından rahat adımlarıyla geçerek, kalabalığa karışan oldukça uzun boylu sarışın bir adamın Franco ile selamlaştığını ardından insanların açtığı yoldan birlikte tabloya ilerlediğini görmüştü. Hayalinde canlandırdığı gibi ne önünde büyük bir göbeği ne pörsümüş cildi ne de kırışmış yüz hatları vardı.

Siyah ve mavinin mükemmel uyumuna bürünmüştü; yakaları kürklü gök mavisi yeleğinin altına şişkin kollu gece rengi kadife bir ceket giymişti. Süslü bir tokası olan altın sarısı kemerini dizlerine kadar inen yeleğinin üzerinden bağlamış, bu şekilde dağınık bir görüntü oluşmasını engellemişti. Omuzları geniş, bacakları öylesine biçimli uzun ve kaslıydı ki kenarları yırtmaçlı yeleğinin altından kolayca göz çarpıyordu.

Her şeyiyle o kadar farklı ve Lucca'ya ait değilmiş gibi görünüyordu ki Maddalena serseme dönmüş bir halde adama bakakalmıştı. İlgi odağı olduğunun farkında değilmişçesine umursamaz bir tavırdaydı. Çevresindeki tanıdıklara selam vermek için birkaç kez duraklamıştı. Aynı anlarda uşaklardan birinin uzattığı kadehi göz ucuyla görüp teklif etmesine fırsat bırakmadan almış, iki kez arkasından onu takip eden arkadaşına dönüp bir şeyler söylemişti.

Maddalena, elinde tuttuğu kendi kadehini usulca taş tırabzanın üzerine bırakırken modellik yaptığı tabloyu onun almasının büyük bir saçmalık, kötü bir şaka olduğunu düşünmeye başlamıştı. Ne yaptığını bilmeden dadısı Natilda'ya dönerek fısıldamıştı.

"Natilda! Tab-loyu teslim almaya gerçekten bu a-adam mı gelmiş?"

Bu tuhaf soru ve beklenmedik bir şekilde kekelemesi karşısında Natilda, kaşlarını şaşkınlıkla yukarı kaldırırken eteklerini toplayıp oturduğu sandalyeden doğrulmuştu. Tırabzanların önünde durup aşağıya bakmadan önce uzun uzun bakışlarını yüzünde dolaştırmıştı, kekelemesinin altında yatan sebebi yüzündeki mimiklerden çıkarmaya çalışıyordu.

"Hangi adam?"

"Franco'nun yanındaki adam."

Genç kızın hazırlıklı davranarak önceden kaçırmış olduğu bakışlarından tam olarak bir şey çıkartmayan Natilda, bakışlarını yavaşça aşağıya çevirmişti. Bahsettiği adamı bulması uzun sürmemişti. Temkinli bir ses tonuyla konuşmadan önce yavaşça ona dönmüştü. Kıstığı koyu renk gözlerinden ne düşündüğü anlaşılmıyordu.

"Evet, tabloyu almaya gelmiş gibi görünüyor."

Maddalena adamın tabloyu alıp götürmesine karşı hissettiği tuhaf ve anlamsız sıkıntıyı bastırmaya çalışıyordu. Zarif yüzünün aldığı huzursuz ifadeyle ne yaptığını bilmeden arkasında durduğu perdeyi usulca kenara çekip, görüşünü daha net hale getirmişti.

Sarışın adamı daha önce deneyimlemediği onu huzursuz eden fakat vazgeçemediği bir heyecanla seyrediyordu. Bu heyecan bir çocuk gibi perdenin arkasına gizlenip yabancı birini izlemesinden çok adamın görünüşünden kaynaklanıyordu. Hayallerinde kesinlikle böyle birini canlandırmamış, aklının ucundan dahi geçirmemişti. Yaşı her şeye rağmen yine ondan büyük duruyordu, en az yedi hayır sekiz yaş olmalı diye düşünmüştü. Atölyenin içinde ilerlerken lavta çalmayı bırakarak ona selam vermek için doğrulan genç çocuğa eğdiği başı ve dudaklarının kenarındaki rahat tebessümüyle devam etmesini işaret etmişti. Bir gülümseme ancak bu kadar kaygısız durabilirdi.

Arkasında, konuşmalarına dahil ettiği siyah kıvırcık saçlarının üzerine bir kep takmış adam da tıpkı onun kadar rahat bir tavır içerisindeydi. Boyu ondan biraz daha kısaydı. Omuzlarına siyah tozlu bir pelerin dalgalanıyordu. Ceketinin yakasındaki bağları özensizce düğümlemişti, içine giydiği buruşuk gömleği rahatlıkla görülüyordu. Niyetini belli etmemek için uğraşsa dahi Maddalena olduğu yerden adamın küçümseyen bakışlarıyla Franco'nun atölyesine göz attığını görmüştü.

Fakat o anlarda Maddalena'nın Altın Gökteki Meryem'e olan ilgisi büyük ölçüde gizemli sarışın adama kaymış durumdaydı, kutlamanın ortasında adeta rengarenk bir gökkuşağı gibi belirivermişti. Aile adını bilse dahi hakkında hala büyük bir belirsizlik söz konusuydu. Buna daha fazla dayanamayarak bakışlarını çevirmeden kısık sesiyle yanındaki dadısına sormuştu.

"Sen Panzio Asilzadesi'nin kim olduğunu biliyor musun Natilda?"

"Geri çekil, izlediğini fark edecekler."

Natilda sorusunu kasıtlı olarak duymazlıktan gelirken göz açıp kapayıncaya kadar sert bir ifadeye bürünmüştü. Yukarı kaldırdığı büyük eliyle onun biraz önce araladığı perdeyi çekerek yüzünü gizlemişti. Maddalena kadının hayatı boyunca ilk kez gördüğü bir adama karşı böylesine meraklı davranmasını onaylamadığını bilmesi için herhangi bir söze ihtiyaç duymuyordu. Natilda'nın sadece bir anlığına üzerine çevirdiği katı bakışları yeterli gelmişti.

Aynı anlarda Franco'nun gururlu bir şekilde boğazını temizleyen sesi duyulmuştu ve nihayet Altın Gökteki Meryem tablosunun kendini gösterme vakti gelmişti.

"İşte ekselansları, Altın Gökteki Meryem'in tamamlanmış hali."

Franco kaidenin arkasına geçmiş, parmaklarının ucuyla tuttuğu ince tülü tek hamlede tablonun üzerinden çekerek yere bırakmıştı. Altın bir gökyüzünde süzülen figürlerin tamamı bir anda tüm canlı renkleriyle açığa çıkarken davetlilerden önce bir alkış yükselmiş ve bunu taktir dolu mırıltılar takip etmişti.

Maddalena bu kez yalnızca görebileceği kadarını açmaya çalışarak perdeyi bir kez daha kenara çekmişti. Tabloyu gerçek renkleriyle görmek istiyordu. Eserin alt kısmı dinlendirici bir doğa manzarasıyla başlıyordu. Yumuşak geçişler yukarı çıktıkça yoğunlaşıyor, altın renk tablonun üçte ikisini kaplar hale geliyordu. Dikdörtgen biçimindeki panelde on üç farklı figür bulunuyordu. Her biri meleksiydi ve eşi bulunmaz boşlukta süzülüyorlardı. Panelin sağ ve sol köşesinde iki küçük kanatlı melek, Bakire Meryem'in sembollerini taşıyordu. Merkezde tüm ihtişamı üzerine toplayan büyük bir Meryem Ana vardı. Ellerini dua eder gibi birleştirmiş, aralarından bir haç sarkıyordu. Başını ağırbaşlı bir edayla yana eğerken uzun boynu açığa çıkmıştı. Gözlerini ise aşağıya çevirmiş, izleyici ile göz teması kurmaktan kaçınır gibiydi. Bedeninin çevresi, belli belirsiz bir şekilde altın renklerinde küçük çiçekler ve yapraklarla süslenmişti. Maddalena'nın normal hayatında giymeyi tercih etmeyeceği kırmızının en canlı tonu ve mavi bir kuşağı olan elbise içinde ayrıntılı bir şekilde resmedilmişti. Sarı saçları mütevazi bir şekilde arkasına toplanmış, küçük bukleleri yüzünü çevreliyordu. Başının üzerinde son derece zarif, etrafına ışık saçan bir hale vardı. Bakire Meryem'in iki yanına toplanmış azizelerin kimler olduklarını, üzerlerine yerleştirilmiş ayırt edici detaylarıyla bilmek mümkündü. Azize Agatha, Azize Lucy, Azize Apollonia, Azize Catherine... hepsinin nasıl şehit edildiklerini ufak tefek detaylarda görebilirdiniz.

Maddalena, tablonun son halini seyrederken memnuniyetle iç geçirmişti lakin aklı hala Panzio Asilzadesindeydi, kısa bir süre için kendini kaptırsa dahi tabloya tam olarak ilgisini veremiyordu. Bakışlarını tekrar sarışın adamın yüzüne doğru çevirdiğinde dikkatle tabloya bakmakta olduğunu görmüştü. Ellerini göğsünde birleştirip bir bacağını öne çıkartmış, eğdiği başıyla sessizce incelemekteydi. Bu yanaklarını pembeleştirmişti. Acaba Kutsal Meryem hakkında herhangi bir yorum yapacak mı? diye düşünmüş, onun tarafından beğenilmeyi beklediğini fark eder gibi olduğunda bu düşünceyi hemen zihninden çıkartıp, kendini tuhaf düşüncelerinden dolayı azarlamıştı.

Normal bir zamanda asla böylesine pervasız davranmazdı. Bir erkeğe gözlerini dikip onu uzun uzun incelemenin uygunsuz sayılacağını bilir, ilgisini asla göstermezdi. Kaldı ki daha önce hiçbir erkeği böyle bir ilgiyle inceleme dürtüsüne kapılmamıştı. Dikkatle incelenen genelde o olur ve bu durumda kendisine düşen tek görev; beyefendilerin hoş sözlerine minnettarlıkla gülümsemek ve onların hislerine karşılık vermeye tenezzül etmeyeceğini nazikçe göstermek olurdu.

Fakat bu kez roller değişilmişti ve gözetleyen tarafta o vardı. Hala tablonun karşısında uzun boyu, rahat duşu ile öylece duran adama bakarken birden göz göze geldiklerini hissedermiş gibi gerilmişti. Duruşu tam olarak Meryem Ana ile aynı hizaya geliyordu, bu şekilde hissetmesi normal olmalıydı. Balkonda sabırsızlıkla tablonun üzerindeki örtünün kaldırılmasını beklerken Lauro'nun eline tutuşturduğu kadehe uzanıp kuruyan boğazını ıslatmak için iki yudum almış, içine derin bir nefes çekmişti. O anlarda Franco, büyük bir usta edasıyla tabloyu anlatmaya devam ediyordu.

"İnsanlar azizelerin çektiği acıları kendi hayatlarındaki zorluklarla ilişkilendiriyorlar. Hepsi hayatlarımıza ilmek ilmek dokunmuş. Her gün aramızda gezdiklerini söylemem yanlış olmaz. Madonna Panzio'nun istediği gibi Azizlerin dindar bedenlerinde büyük ölçülü tahribatlar yaratmaktan kaçındım, yalnızca kimliklerini açık eden küçük detayları üzerlerine işledim. Azizlerin en büyüğü Kutsal Bakire Meryem Ana'mızın çevresinde, cennete kavuşmuş bir halde huzurlular."

Bu sözlerin üzerine salondaki sanatseverler başlarını ona katıldıklarını belirtircesine yavaşça sallarken birbirlerine dönüp tablo hakkında konuşmaya başlamışlardı. Bir kısmı Franco'nun yanını bulmuş bir kısmı şehrin ünlü ressamın ortaya çıkardığı yeni sanat eserini incelemek için yaklaşırken davet salonundaki topluluk sürekli hareket halindeki kanatlarını açmış rengarenk bir kuşu andırıyordu. Renkli kumaşların oluşturduğu renk demeti ve adamların başlarına geçirdikleri tüylü kepler, bir o yana bir bu yana salınırken lavtanın tatlı sesi konuşma seslerine karışıyordu.

Bir süre daha balkonda yüzünü gizleyen tül perdenin ardında kalan Maddalena, tablonun gösterimi ve Franco şerefine kaldırılan kadehlerin sona erişiyle salonun gittikçe tenhalaşmakta olduğunu fark etmişti. Bununla birlikte daha fazla orada kalmasının lüzumu olmadığını düşünmüştü. Altın Gökteki Meryem tablosu da alıcısının güvenle evine götürebilmesi için bir süre sonra paketlenmek üzere öğrenciler tarafından yerinden kaldırılacaktı. Panzio asilzadesi de bunu bekler gibi bir süredir ilgisizce konuklar arasında vakit geçirmeye çalışıyordu. Yeterince gördüğüne kanaat getirmişti. Ayrılmak üzere arkasına dönecekti ki ilk kez duyduğu bir ses yerinde kalmasını sağlamıştı.

"Sanatını taktir etmem gerek Franco, ortaya çıkan tablo Madonna Panzio'nun hoşuna gidecektir."

Sarışın adam taktirini dile getirirken elinde tuttuğu kadehini öne uzatıp tabloyu işaret etmişti. Maddalena, o an sesini tam anlamıyla duyabilmişti. Hoş belki biraz alaylı tınıya sahip derinden gelen bir sesi vardı. Tüm bunların birleşimi göğsünden tüm vücudu tuhaf bir sıcaklığın yayılmaya başlamasına neden olmuştu. Yeşil gözleri daha fazlasını beklercesine yakışıklı olduğunu inkâr edemeyeceği kemikli yüzünde dolaşıyordu fakat adam daha önce olduğu gibi tablo hakkında detaylı bir değerlendirme yapacak bir izlenim içinde değildi. Bu ilgisizlik karşısında sarı kaşları çatılmıştı, hayal kırıklığına kapılmışken arkasındaki siyah kıvırcık saçlı adamın alayla taktir etmek diye mırıldandığını güçlükle duyabilmişti. İfadesi son derece alaylıydı, tabloya buruşturduğu yüzüyle bakıyordu. Buna rağmen gözlerinin içinde bu işlerden anlayan bilgili bir parıltı vardı.

"Siz bayım?"

Maddalena kafa karışıklığı ve yakalanma korkusuyla adamları izlemeye devam ederken Franco, bakışlarını sarışın adamın yakın dostu olduğu anlaşılan adama çevirmişti. Yanına yaklaşırken bir yandan da başını yana eğmiş kim olduğunu çıkartmaya uğraşırcasına baştan aşağıya süzmüştü. Sorusu üzerine yüzündeki gülümsemeyle bir adım öne çıkan diğer adam alaylı bir reverans yaparak ağırlığını arkaya verip kollarını iki yana açmış, beyaz dişlerinin gözüktüğü yüzünü yukarı kaldırmıştı.

"Bruno Domiano"

Franco'nun tavrı bir anda gözle görünür ölçüde değişivermişti. Sesinde her zamanki sakin tonun aksine alışılmadık iğneleyici bir ton ortaya çıkmıştı.

"Andreani Ludovico'nun işe aldığı Romalı genç ressam. Buraya çalışmamı taktir etmeye mi geldiniz?"

"Evet, evet çok başarılı olmuş. "

Adının Bruno olduğunu öğrendiği ressam övgü ve alaylı ifadeyi bir arada, tam olması gerektiği dozda kullanmaya özen göstermişti. Aralarında kibarlık hâkim olsa da birbirlerinden hoşlanmamış olmalarından kaynaklanan gerginlik havada hissediliyordu. Bu sırada tıpkı onun gibi kemerli açıklıklardan aşağıyı izleyen Lauro'da arkadaşlarıyla Fanco'nun olduğu tarafa yaklaşmaya başlamıştı. Ustasının tavrındaki değişiklik dikkatlerini çekmişti. Birbirlerinin yüzüne bakıp gülüyorlardı.

"Ne kadar da naziksiniz."

"Evet, çok nazik aynı zamanda akıllı bir adamdır."

Aşağıyı gizlice izlemeye devam eden Maddalena ağzının köşesinde uyarıcı bir gülümsemeyle arkadaşına bakan Panzio Asilzadesi'nin sözlerinin ardındaki uyarıyı ilk anda sezmişti. Fakat arkadaşı pek de umursamış gibi durmuyordu. Birbirlerinin yüzüne bakan iki adamın arasında tam o anda kelimelere ihtiyaç duymadıkları bir konuşma geçmişti. Bruno, umursamazlıkla yüzüne bakıp omzunu silkerken yukarıya kaldırdığı çenesiyle adeta inatçı bir çocuğu andırıyordu. Arkadaşının yüzüne bakmakta olan sarışın adam bunun üzerine gözlerini devirip, yüzünü tabloya dönmüştü. Bir anlamda aralarından çekildiğini göstermişti. Maddalena, durumu kavramakta güçlük çekerken yüzündeki muzip ifadeyi toparlamaya çalışan adamın rengini tam olarak seçemediği gözlerindeki parıltıyı kısa bir anlığına da olsa yakalayabilmişti. Panzio Asilzadesi, eğleniyor gibiydi! Bu kafasını daha da karıştırmakla birlikte adamın ne kadar da tuhaf olduğunu düşünmeye başlamasına sebep olmuştu. Bu sırada Bruno konuşmaya başlamıştı ve Maddalena nasıl olduğunu anlayamadan iki ressam hararetli bir sanat tartışmasına başlamıştı.

"Tanrı'nın yarattığı onca şey arasından idealize edilmiş boş bir saçmalık yaratmışsınız."

Bruno'nun ses tonunda kurnazca ayarlanmış bir hakir görme söz konusuydu. Görüşlerini bir beyefendi gibi dile getiriyor izlenimi verse dahi sınırı aşmakta kendine engel olamıyor gibiydi. Olduğu yerde sabit durmakta zorlanan heyecanlı bir yapıya sahipti. Fakat Franco'nun tavırlarının da ondan aşağı kalır bir yanı yoktu. Aynı şekilde o da adamın sanatını hakir görüyordu.

"Ben ilahi olanı çiziyorum. Yeryüzündeki kutsal cenneti."

"Hepsi hiçbir duygu içermeyen boş yüzler. Bazen kusurlu bakan gözler güzelliğin içinde en olağanüstü olandır."

"Ben onlara idealize edilmiş güzellik diyorum."

"Ben yapsaydım böyle olmazdı, Meryem'in bir mimiği, bir duygusu olurdu. Bu klasiklerin yavan bir kopyası olmuş. Hakikatten yoksun."

Son sözleri söyleyen Bruno konuştuğu sırada kolunu tabloya doğru savurmuştu. Hemen önünde duran Franco ise öfkeden al al al olmuş yüzüyle adeta burnundan soluyordu. Tartıştıkları sırada her ikisinin de beden dilleri oldukça hareketliydi. Uzaktan bakıldığında birbirleriyle didişen yaşlı karı koca gibi görünüyorlardı. Maddalena, bu düşünceyle gülmemek için ellerini panikle dudaklarının üzerine kapatmıştı. Hala yanında oturmakta olan Natilda, ne yaptığını sorarcasına başını iki yana sallamıştı. Elini yavaşça dudaklarının üzerinden çektiğinde, fısıldamıştı.

"Franco'yu daha önce hiç böylesine çileden çıkmış görmemiştim. Aşağıdaki ressam çok küstah ve kendini beğenmiş fakat haklılık payı var. Didişirken iki yaşlı karı kocaya benziyorlar. Birbirlerinin üzerine atlamalarından korkuyorum ya da korkmuyorum emin değilim."

"İki yaşlı karı koca mı?"

Natilda onun gibi elini ağına kapatarak sesine hâkim olmaya çalışmıştı. Birbirlerinin gözlerinin içine bakarak bir süre gülmelerini bastırmaya çalışmışlardı. Sonunda kendini toparlayan Maddalena, zihninde yankılanan hakikatten yoksun sözleriyle perdenin arkasından yeşil gözlerini tabloya çevirmişti. Bakire Meryem, Bruno adlı ressamın da söylediği gibi gerçekte olduğu şekliyle; muhtemel eksik ve kusurlarıyla değil kendi zihninde mükemmelleştirip Tanrısal bir boyuta taşınarak çizilmişti. Elbette Meryem'in sureti onun yüzünün tüm hatlarını taşıyordu lakin yan yana durduklarında kendisinin daha hayat dolu ve canlı Meryem'in ise bu dünyadan değilmiş gibi göründüğünü söyleyebilirdi. Aynaya baktığında gördüğü yansıma kesinlikle tablodaki Meryem değildi.

Üstat Franco ona yapım aşamasındaki tabloya bakmasına her zaman izin vermişti. Fakat şimdi modelliğini yaptığı tabloya Bruno'nun penceresinden bakmaya başlamıştı ve bir miktar haklılık payı olduğunu düşünüyordu. Fakat her ne denmiş olursa olsun Altın Gökteki Meryem tablosu ömrünün sonuna kadar onun için büyük bir manevi değere sahip olacaktı.

Maddalena değişen bakış açısıyla incelemeye devam ederken, taş kemerin altındaki sanat tartışması hararetlenmişti. Ayağını yere vurarak karşısındaki adamın sözünü kesen Franco'nun bağırdığını duymuştu.

"Benim atölyemde-"

O ana kadar geriye çekilmiş geniş göğsünde kavuşturduğu elleriyle iki ressam arasında uzlaşma sağlansın diye bekleyen Panzio Asilzadesi başını yukarı kaldırıp bıkkınlıkla nefesini dışarı vermiş bununla birlikte Maddalena onu görebileceğini düşünerek panikle geriye çekilmişti. Fakat adam onun varlığını fark etmiş değildi. Aralarına uzun boyu ile kolayca girerken doğrudan doğruya iki ressama yönelen bakışlarında açık ikaz vardı. Maddalena'yı şaşkına uğratacak bir hızda asilzadelere özgü sert bir tavra, emreden bir ifadeye bürünmüştü. Gücünü üstüne biçilmiş bir kaftanmışçasına doğallıkla taşıyordu.

"Tamam beyler. Tanrı ikinize de bir yetenek bahşetmiş ama herkes kendi sanatını kendi köşesinde icra etsin."

Her iki ressam da toparlanarak tek söz etmeden geriye çekilmişti. Maddalena, sözlerinin yarım kalmasıyla birbirlerini hoşnutsuzlukta süzen ressamların yüzlerine bakarken durumunun önemini unutup, kıkırdamıştı. Bunun üzerine başını bir hışımla ona doğru çeviren Natilda, alışkanlıkla kolunu sertçe dürtmüş Maddalena ise beklenmedik darbeyle ağzından kısık bir inleme kaçırmıştı.

"Sanırım yukarıdaki küçük hanımları eğlendirdik."

Maddalena, ilk anda kendisinden bahsedildiğini anlamamış yalnızca Panzio Asilzadesinin ses tonunun büründüğü alaylı tınıya şaşırmıştı. Fakat bir an sonra parçalar yerine oturup küçük hanımlar olarak bahsedilen kişinin kendisi olduğunu anladığında balkondan hızla geriye çekilmişti. Kalbi panik hissiyle çarpmaya başlamış, duyduğu utançla yanakları adeta alev anlamıştı. Aşağıya indirdiği yeşil gözlerini tereddütle Natilda'ya çevirirken adamın konuyu uzatmaması için Tanrı'ya dua etmeyi düşünmüştü lakin o an hissettikleriyle doğru sözcükleri bulabileceğinden emin değildi.

O sırada adamın aynı alaylı ses tonuyla bir kez daha olduğu balkona doğru seslendiğini duymuş, ne yapacağını bilmez halde iki elini yüzüne kapatarak sırtını balkona dönmüştü. Dudakları arasından Franco hayal kırıklığına uğrayacak sözleri dökülmüştü. Aynı anda Natilda, yaklaştırdığı başıyla fısıldayarak felaket haberciliği yapmaya başlamıştı. Bu şekilde yakalanıp rezil olduğunu öğrendiğinde asıl Madonna Cardello hayal kırıklığına uğrayacak, Maddalena bir hışımla parmaklarını ellerini yüzünden çekip kadına bakmış ve teşekkür ederim Natilda, çok yardımcı oluyorsun. demişti. Onlar birbirlerine endişeli yüz ifadeleriyle bakmayı sürdürürken Franco, aşağıda ününe ün katacağını düşündüğü tablonun modelini gizli tutabilmek için büyük bir azimle durumu kurtarmaya çalışmıştı.

"Efendim, meraklı hizmetçi kızlar olmalı."

Franco'nun söylediklerinin bir kısmını yarım yamalak duysa dahi kendisinden hizmetçi kızlar olarak bahsettiğini oldukça net bir şekilde duyan Maddalena, hayret içindeki yeşil gözlerini önce omzunun üzerinden yavaşça balkona doğru çevirmiş tekrar Natilda'ya dönerken işaret parmağını kendine doğru yönelttiğinden dudaklarını sessizce oynatıp hizmetçi kızlar diyerek adamın saçmalık derecesindeki sözlerini tekrarlamıştı. Kendini düşürdüğü durum öylesine trajikomikti ki bir anda kendini tutamayarak sessizce gülmeye başlamıştı. Gülmesini bastırmaya çalışıyordu lakin gerilim, utanç ve sarışın adamı gördüğünden beri hissettiği tuhaf şaşkınlık sinirlerini öylesine yıpratmıştı ki bir gün içinde ikinci kez gülüşünü bastırmak için elini dudaklarının üzerine kapatmak zorunda kalmıştı.

"Ekselansları tabloyu paketlemelerini söylememi ister misiniz? Ekselansları?"

Tekrar Franco'nun sesini duyduğunda gülmesi belirli bir ölçüde geçmiş adamın cevabı beklemeye koyulmuştu. Gergin sessizlik Maddalena'ya bir ömür gibi hissettirirken dönüp bakmadan dahi sarışın adamın ısrarla balkonu gözlediğini içgüdülerine dayanarak rahatlıkla söyleyebilirdi. Franco bir kez daha telaşla Ekselansları diyerek adamın ilgisini üzerine çekmeye çalışmıştı.

"Evet söyleyin. Görünüşe göre hanımlar bize yüzlerini bahşetmek yerine saklanmaya devam edecekler. Umarım yukarıdan izlerken kendilerini yeterince iyi eğlendirebilmişizdir. "

Adamın kendisine alay eder gibi seslenmesi karşısında irkilmiş Maddalena hissettiği hoşnutsuzlukla sarı kaşlarını çatmış, dudaklarını büzmüştü. Bir hışımla balkona dönüp çok merak ettiği yüzünü ona gösterirken sözlerine ukala bir cevap vermek için büyük bir istek duyuyorsa da yapamazdı. İnsanları gözetlemenin mantıklı ve kabul edilebilir bir açıklaması olmazdı ve yaptığıyla yüzleşmeye hiç niyeti yoktu. Biraz önce niyetlendiği gibi atölyeden ayrılmak ve bu tuhaf karşılaşma hakkında her şeyi unutmak için eteklerini toplayıp vakur bir tavırla üzerine çevirdiği yeşil gözleriyle Natilda'ya gidebileceklerini söylemişti.

Balkonun önünden ayrılırken arakasında bıraktıklarına karşı zihninde herhangi bir düşünce oluşmasına izin vermemişti lakin ahşap merdivenlere yaklaşırken Panzio asilzadesinin birinin söylediklerine boğuk bir şekilde gülen sesi atölyede yankılanmıştı. Maddalena, bunun üzerine iki ressamın tartıştığı sırada dudaklarının kenarında oluşmuş eğlenen gülüşünü hatırlamış ve kıpkırmızı kesildi. Yakışıklı olabilirdi lakin küstah ve kendini beğenmiş olduğu da bir gerçekti. Bir anda hala ismini bilmediği fark etmiş bununla birlikte gergin bir ifadeyle yanındaki Natilda'ya dönmüştü.

"Sen bu adamın kim olduğunu biliyorsun değil mi?"

Natilda sorusunu duymuşsa da karşıya bakmaya devam etmiş, bakışlarını üzerine dahi çevirmemişti. Söz konusu adamdan hoşlanmadığı oldukça açıktı. Maddelena sabırla sorusunu tekrarlamaya hazırlanırken nihayet konuşmaya başlamıştı.

"Elbette biliyorum, kendisi Sandrino Panzio. Kim olduğunu bilmemek mümkün değil, hakkındaki bunca dedikoduya bakılırsa ünü değil İtalya yarımadasını Fransa'yı dahi aşmış Avrupa'ya yayılmış olmalı. "

"Anlamıyorum.

"Bu, zaten senin gibi iyi yetiştirilmiş terbiyeli bir genç hanımın anlamasına lüzum olmayan bir konu."

"Ne ününden bahsediyorsun? Natilda?"

Natilda onu asla ilgilendirmemesi gereken bir konu hakkında soru sormaya devam etmesi üzerine sahip olduğu en sert bakışı atmışsa da Maddalena, gözlerinin içine ısrarla bakmaya devam etmekteydi. Sert duruşuna rağmen birkaç açıklamaya yapmaya razı olmuştu.

"Böyle konuların dile dökülmesinden hiç hoşlanmasam da yalnızca bir defalığına anlatacağım. Sandrino Panzio, Antik Roma'ya kadar dayanan asil soyu ve fazlasıyla zengin oluşuyla pek ailenin kızı için arzu ettiği damat adayı gibi görünse de kadınlar ve şarap söz konusu olduğunda ayyaş ve sapkın Dionysos'un ta kendisidir."

Bu yaratıcı benzetmeyi dinleyen Maddalena'nın yüz ifadesi açık bir şekilde ilk şaşkınlıktan idrake, ardından yavaşça beliren bilmiş kurnaz tebessümeye geçmişti. Başını yana çevirip sol tarafındaki kemerin açıklığından gözüken salona göz atmaktan kendini alamamıştı. Tablo kaidenin üzerinden alınmıştı. Franco etrafta görünmüyordu lakin adını henüz öğrendiği ünlü Sandrino Panzio hala oradaydı. Tabloyu beklerken belini şarap sürahilerinin olduğu masaya dayamış alaycı bir ifadeyle hafif hafif sırıtarak arkadaşıyla konuşuyordu.

"Dionysos, işte şimdi anladım."

"Güzel, o halde bu bahsi burada kapatabiliriz. Halanız Sinyora Cardello, geç kaldığımızı fark etmiş olmalı artık bir an önce köşke dönmeliyiz. Galeazzi'ların verdiği aile yemeğine katılmak için hazırlanman gerek. Bernardo Galeazzi'i bu vakte kadar çoktan Venedik seyahatinden dönmüş olmalı."

Bu sözlerin altında yatan anlamı oldukça iyi bilen Maddalena'nın yüzü düşmüştü. Natilda, daveti veren ailenin oğlu ve varisi Bernardo Galeazzi'ya karşı büyük bir hayranlık besliyor evlilik için doğru bir seçim olacağını eline geçen her fırsatta tekrarlıyordu.

Galeazzi'ler halası Agnesia ve Edmondo Cardello'nun yakın aile dostları aynı zamanda Lucca'nın önde gelen soylu ailelerinden biriydi. Ailenin babasının tıpkı Edmondo Cardello gibi şehrin yönetim konseyinde ayrıcalıklı bir konumu vardı. Maddelena Lucca'ya geldiğinde aile tarafından sıcak ve sevecenlikle karşılanmıştı. Hepsi onu Cadello ailesinin kızı olarak görüyorlardı. Öyle ki Maddalena'da ailenin tek kız çocuğu olan Isabella ile yakın bir dostluk kurmuştu. Oğulları Bernardo ile ise onun arkadaşlık olarak kalmasında yoğun çaba harcadığı fakat Bernardo'nun evlenme niyetini açık ettiği duygusal anlamda inişli çıkışlı bir durumun içindelerdi. İnsanların eskiden beri dost olan iki ailenin çocukları arasında bir evliliğin beklendiğini konuştuklarını duyan Maddalena, son aylarda Bernardo ile çocukluklarında olan arkadaşlıklarını geri getirmek için elinden geleni yapıyordu.

"Biliyorum, mektubunda sabah Lucca'da olacağını yazmış."

"Görüyorsun işte karşısında Bernardo Galeazzi gibi gerçek bir beyefendi duruyorken böyle adamların seni hiç ama hiç ilgilendirmemesi gerekir. Üstelik o çocuk seninle evlenebilmek için yıllardır bekliyor."

Maddalena gözlerini devirmemek için dudaklarını birbirine bastırarak başını öteye çevirmek zorunda kalmıştı. Natilda'nın hatırlattıkları hoşuna gitmemişti. Ahşap merdivenlere ulaşmak için galeri biçimindeki koridorda tekrar ilerlemeye başladığında söylenmişti.

"Hayır Natilda, Seninle bu tartışmayı yapmayacağım. Üstelik burası bunu konuşacağımız en son yer."

"Ben buna tartışma demezdim yalnızca bir hatırlatmaydı."

"Hatırlatma? Bernardo benimle evlenmek istediğini on iki yaşımdan bu yana söylüyor, yeni bir şey değil ki unutabileyim."

Bernardo tıpkı Natilda'nın bahsettiği gibi gerçek bir beyefendi, muzip bakışlı ve son derece kibardı ve bunlar her yıl düzenlenen Lucca'daki turnuvalarda en iyi mızrak kullanan kişi ve usta bir binicisi olmasıyla tuhaf bir şekilde tezat oluşturuyordu. Turnuvalarda geniş beyaz gülümsemeleri kadar parlak olan zırhıyla sahaya çıkar şehrin insanlarına zevkle büyük bir ustalık gösterisi sergilerdi. Maddalena onun pek çok genç kızın hayalini süsleyen mükemmel erkek olduğunu biliyordu fakat Bernardo ile evlilik fikrini düşünmek, üzerinde garip bir kararsızlık ve belirgin bir huzursuzluk yaratıyordu. Bu konu hakkındaki düşüncelerini bilen Natilda, onu bir adım arkasında takip ederken kısık sesiyle konuşmuştu.

"Bana kızamazsın küçük hanım. Benim görevim sana hizmet etmek olduğu kadar seni mutlu edecek ideal bir beyfendiyle evlilik yapmanı da sağlamak."

Maddalena kime göre ideal diye sormamak için kendini tutmuştu. Fakat eteklerini toplayıp merdivenden inmeye başladığında omzunun üzerinden içlerinde ani bir ışıltı beliren yeşil gözlerini Natilda'ya çevirip neşeli lakin son derece kendinden emin bir ifadeyle konuşmalarına son noktayı koymuştu.

"Halam bu konudaki kararın bana ait olduğunu söyledi ve bende kararımı vermiş değilim."

Yazan; Mirena Martinell

✨✨

Loading...
0%