Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Giriş

@mirenamartinell

 

"Korkuların Hayatın Olur"

 

Roma

1502

Tarihi geçmişi antik kalıntılarıyla eşi benzeri olmayan, kalbinde papalığın merkezi Vatikan'ı bulunduran ölümsüz şehir Roma, madalyona benzer. Ön yüzü güneş ışığında altından yapılmışçasına cezbedici şekilde parlarken arka yüzünün karanlığı ve kasveti insanın ruhuna işler. Işık ve karanlığın birlikte yarattığı bu büyüleyici kontrast arada kalan gerçek hikayeleri görünür kılar.

Hayatın neşeli ve kederli yönleri gibi ilk bakışta birbirlerine zıt olarak görülen iki kavram Roma'da birbirleri ile kusursuz bir uyum içinde işler. Anıtsal boyuttaki katedraller, saraylar ve meydanlar kenti taçlandırırken, aralarında kıvrılarak uzanan Tiber Nehri papalığın gölgesinde renk değiştiren bir yılanı andırır. Kilisenin kardinalleri parlak kırmızı renkli cübbeleriyle devasa sütunların altında Romalılarla gezinir, yüzyıllardır sayısız savaşa sahne olmuş ve yenilerine gebe olan yarımada hakkında politik entrikalar içinde geçen konuşmaları sırasında yukarıdan küçük sinsi cücelere benzerler. Sert bir güzelliğe sahip olan bu şehir her insanoğlunun arzulayacağı türden bir yaşam sunmaz.

Parlak bir yaz gününde katedralin çanları öğleyi gösterirken kent merkezindeki saraylardan De Benardi çatısı altında bulunmakta olan Agnesia Cardello, Roma'nın kasvetinden hoşnut olmayanlar arasındaydı. Henüz genç bir kızken evlilik bağı sonucunda yerleştiği Toskana bölgesindeki Lucca şehrini benimsemişti ve doğup büyüdüğü yere göre daha canlı ve huzurlu olduğunu düşünüyordu.

Bir zamanlar anne babası ile birlikte yaşadığı üç kata sahip saray, şimdilerde ağabeyi karısı ve üç çocuğuna ev sahipliği yapıyordu. Dışarıdan bakıldığında son derece saygın ve muntazam görünen De Benardi Evi mermer duvarları ardında bambaşka sıkıntılar barındırıyordu. Kocası Edmondo Cardello'nun iş görüşmesi sebebiyle ziyarette bulunduğu sarayda dört gün boyunca tanık olduklarıyla Agnesia'nın yüreği paramparça haldeydi. Sıkıntıyla içine derin bir nefes çekerken oturduğu yerde hafifçe yana dönmüş, yüzünü yanı başında ayakta olan kocasına doğru kaldırmıştı.

"Eminim hekim hiçbir sorun bulamayacak. En azından fiziksel bir sorun. O küçük zavallı, masum çocuğun tek sorunu sevgisizlik."

Elini karısının oturmakta olduğu ahşap sandalyenin sırt kısmına yerleştirmiş Edmondo Cardello, o ana kadar yanındaki kemerli pencereden görünen parke taşlı Roma sokağını izliyordu. Odadaki gergin bekleyişten kaçışı bu şekilde bulmuştu. Dikkatleri üzerlerine çekmemek adına duruşunu bozmamış, yalnızca anlayış dolu olan gözlerini Agnesia'nın hüzünle gölgelenmiş zarif yüzüne doğru çevirmişti.

"Bende senin gibi düşünüyorum lakin beslenme yetersizliği, yediklerini midesinde tutması ve yaşıtlarına göre zayıf oluşu ciddi hastalıkları beraberinde getirebilir. Hekimin bakması iyi olacaktır."

Söz konusu olan küçük kızın mahzun yüzü gözü önünden bir an olsun silinmezken, uzun yıllar evli olduğu adamın her zaman başarıya ulaşan yatıştırıcı ses tonu Agnesia için bu kez yeterli gelmeyecekti. Diğerlerinin duymaması için onun yaptığı gibi fısıldayarak karşılık vermişti.

"Hiçbir günahı yokken ölümden suçlu tutuldu o küçük kız, üstelik sadece dokuz yaşındaydı. Bir insan bunu çocuğuna nasıl yapar aklım almıyor."

Sözlerine devam ettikçe normal zamanda zarif bahar esintileri andıran kısıksesi hiddetlenen Agnesia, sade bir mücevherle süslü yüzüğünün yüzeyinde parmakuçlarını gezdirmeye başlamıştı. Kimileri neredeyse bir ömür kilise basamaklarını aşındırıp kadınların en mübareği mucizelerin anası Kutsal Meryem'e bir evlat için yakarırken, kimileri ise elindeki çocuğu hor görüyordu. Uzun yıllar önce metanetini korumayı öğrenmiş kadın yarasını bir kenara bırakırken derin bir nefes alarak konuşmaya devam etmişti.

"Ben de yaşanılanları senin gibi, son derece hüzünlü buluyorum. Fakat sevgili karım eğer Maddalena'nın dikkatle çevresini izleyen o küçük gözlerinin ardında halasına çekmiş bir yön varsa ileride son derece hoş bir genç kız olacağına eminim. Bu şekilde düşünüp kendini rahatlatabilirsin."

Maddalena'nın günün birinde kendisine benzeme ihtimali Agnesia'nın yüreğine dokunmuştu. Okyanus mücevherlerini andıran mavi gözleri tekrar canlanmış, yüzünde usulca sıcak bir gülümseme belirmeye başlamıştı. Kakmalarla süslenmiş büyük sandalyesinde duruşunu kendine has bir zarafetle düzeltirken heyecanını yalnızca bir parça gizleyebilmişti.

"Değil mi Edmondo, mücevherler gibi parlayan ama hüzünlü bakan yemyeşil gözleri var. Fakat sadece güzel olan gözleri değil, bakışları da öyle. Göz göze geldiğin zaman insanın kalbine işliyor. Tanrım, eminim büyüdüğünde son derece hoş bir genç kız olacak."

Hafifçe tebessüm ederek sözlerini onaylayan Edmondo, omzunu sevgiyle hafifçe sıkmıştı. Lucca'nın yönetim konseyi üyelerinden biri olan adam mesleki tecrübeleri sayesinde insanların yüzlerindeki ifadeleri iyi tanır ardında yatan gerçekleri sezerdi. Fakat buna rağmen daha önce böylesine derin bakan gözlerle karşılaşmamıştı. Hem sıcak sevimli hem hüzünlü.. bir arada bulunması zor özellik. Düşüncelerini karısına açmayı tercih etmişti.

"Sana katılıyorum. Burada da geçirdiğim kısıtlı vakitte gördüğüm kadarıyla aslında konuşmak istiyor da konuşmaktan çekiniyor gibi. Sanki sözler dilinin ucuna kadar geliyor da sonradan vazgeçiyor. Gizemli bir yeğenin var hayatım."

"Dinleyeni var mı ki? Bu evde bir değeri var mı ki anlaşılmak için konuşsun? Maddalena anlayanı olmadığı için konuşmuyor. Asıl derdini görmek istemedikleri için konuşma zorluğu çekiyor kılıfı uydurmuşlar. Ağabeyimin aile düzeni hakkında fikir ileri sürmek belki bana düşmez ama şunu söyleyeyim bu çatının altındaki kasvet kimi olsa boğar. Ferrando, Contessa ve ailesinden kaçarken işleri arkasına sığınıyor. Contessa'da mutsuzluğunu ve yasını evdekiler üzerinden çıkartıyor."

"Agnesia duyacaklar."

Edmondo'nun kısık sesiyle yaptığı uyarı üzerine sözlerine ara vermek zorunda kalan Agnesia, sıkıntıyla iç çekmişti. Tüm bu hüzün ve kasvet onun huzurlu sıcacık dünyasına çok uzak kalıyordu. Çevresinde yardımsever, sağduyulu, her kesimdeki insana saygılı bir kadın olarak anılır üstelik kimi münasebetsiz kişilerce soylu kana sahip evli bir kadına göre fazlaca insanı duygulara sahip olduğu konuşulur ve hissettiklerini göstermesini yakışıksız bulurlardı. Fakat Roma'da De Benardi çatısında geçirdiği günler sırasında kendinin dahi tanıyamadığı sinirli yüzü ortaya çıkmıştı. İçinde yükselen haksızlığa karşı hissettiği duyguları elinden geldiğince bastırıp, kısık sesiyle devam etmişti.

"Duymazlar. Her ikisi de acıları ile öylesine meşgul ki önlerini göremiyorlar. Contessa'nın zavallı Maddalena'yı karnında taşıdığı zamanlar gözlerimin önüne geliyor. İlk çocukları Alfonso varisleriydi, sonrasında doğan Marianna ise ailenin siyasi hırslarına kurban gidecek proje kız çocuğuydu. Contessa üçüncü çocuğunun erkek olacağına öylesine emindi ki.. ailenin ikinci erkek çocuğunu kardinal yapma hatta gelecekte papalık tahtına aday çıkartma geleneğini sürdürdüğünde ağabeyim Ferrando'nun sevgisini tekrar elde edeceğine bağlamıştı tüm umutlarını. İkinci bir kız çocuğunu gereksiz görüyordu."

Geçmiş Agnesia'nın zihninde soğuk bir rüzgâr gibi esiyor, konuştukça yüreğini sıkıştırıyordu. Bulundukları yüksek tavanı altın rengi ve gümüşe boyanmış mermer kolon ve kemerlerin altın rölyeflerle süslendiği büyük çalışma odasının diğer tarafındaki ağabeyi Ferrando ve karısı Contessa'ya dönüp bakmıştı. Çalışma masasının başında elindeki raporlardan birini okuyor izlenimi veren ağabeyini, hekimi beklerken oyalanmaya çalıştığını bilecek adar iyi tanıyordu. Boş şöminenin karşısında dikilmekte olan Contessa, beden diline yansıyan orada bulunmaktan hoşnut olmadığı gerçeğini gizlemeye dahi gerek duymuyordu. Son iki yıldır üzerinden çıkartmadığı birbirlerinin benzeri olan yakası ince dokunmuş siyah tülle kapatılmış koyu renkli elbiselerine bürünmüştü. Kadının ruhunu kaplayan karanlık öylesine derine işlemişti ki içeriye birazcık olsun dahi ışık sızmasına izin vermiyordu. Tuttuğu yas sanki onun vazgeçilmez bir parçasıydı ve bunu çevresine özellikle küçük kızı Maddalena'ya asla unutturmamaya ant içmişti. Agnesia, bir zamanlar hayal meyal de olsa başaklar gibi parlayan uzun sarı saçlarının beline dökülmesine izin veren, porselen tenine uygun rengarenk elbiseler giyen Contessa'nın mutlu gülümseyen, kahkahalar atan hallerini hatırlıyordu.

Sessizce iç geçirerek bakışlarını tekrar önüne çevirmişti. İçinde yankılanan hatıralara devam etmiş, konuşurken adeta geçmişi tekrar yaşıyordu.

"Büyük kızı Marianna'yı da bağrına basmamıştı belki ama eğitiminden bizzat alakadar oldu, ilgilendi. Ölü doğan iki erkek bebeğin ardından dünyaya gelen Maddelena'yı her türlü ilgisinden mahrum etti, yüreğini küçük kızının sevgisine hiç açmadı. Doğduğu gün sütannelerin kucağına bıraktı sonra da dadılara, büyükannesine. Tek amacı Ferrando'nun sevgisini kazanmaktı, hastalıklı kız çocuğu doğurmasından utanç duydu. Kocasının her türlü sadakatsizliğini, günün birinde kardinal olacak De Benardi erkeği verememesini Maddalena'dan önce ve sonraki kaybettiği çocukları.. hepsinin suçlusu olarak onu gördü. Kadere bak ki iki sene önce o talihsiz kayıp yaşandı, sonunda da adeta düşmanı olarak görmeye başladı. O masum çocuğu her şekilde hırpaladı, tüm ailenin onun yüzünden lanetlendiğini söylemiş biliyor muydun?"

"Haklısın, yaşanılanların hepsi çok acı şeylerdi Agnesia."

Agnesia'nın hissettikleri bundan çok daha fazlasını barındırıyordu. Kederden çökmüş omuzlarını tekrar dikleştirirken Maddalena'yı yaraları arasından çekip almak isteyen bir fısıltıyla patlayıvermişti.

"Hiçbiri Maddalena'nın suçu değildi."

Edmondo, kırklarının sonuna yaklaşmış olmasına rağmen hala pürüzsüzlüğünü koruyan pırıl pırıl yüzündeki kalbinin yüceliğini gösteren Agnesia'nın ifadesini izlerken dudaklarını birbirine bastırarak gülümsemeye çalışmış, onu başıyla onaylamıştı. O sırada çalışma odasının çift kanatlı kapısında bir hareketlenme olmuştu. Onlar bakışlarıyla kapıya sakin bir dönüş yaparken, elindeki parşömeni sert bir hareketle masaya bırakan Ferrando De Benardi, rahatlamışçasına nefesini dışarı bırakmıştı. Altın brokar kumaş kaplanmış gösterişli sandalyesinde arkasına yaslanıp, ellerini oturduğu sandalyenin oval biçimli kuplarına yerleştirmişti.

"Sonunda, muayene bitmiş olmalı."

Kapının her iki kanadını da açan muhafızların arasından De Benardi Sarayı'na özel bir davetle gelmiş hekim Gualtier gözükmüştü. İçeriye giren yaşlı adam bakışlarını önce koltuğunda oturan Ferrando'ya ardından birkaç adım mesafede donuk bakışlarla etrafı izleyen Contessa'ya çevirmişti.

"Sinyor, Sinyora."

Hekim Gualtier'in vakit kaybetmeden asıl konuya girmesini bekleyen Ferrando De Benardi, sert bir tavırla selamını kestirip atmıştı.

"Seni dinliyoruz Gualtier."

Üzerine giydiği kadife ceketin alt kısımlarını avuç içleriyle şöyle bir düzelten yaşlı hekim hızlı adımlarla Benardi ailesinin başı olan adamın karşısına geçmişti. Ailenin on bir yaşındaki küçük kızlarının muayenesi sonucunda söyleyeceklerini hala toplayabilmiş değildi. Karşısındaki adamın konuşması gerektiğini vurgulayan bakışları altında sözlerine tereddütle başlamıştı.

"Efendim istediğiniz gibi küçük hanımı detaylı bir şekilde muayene ettim. Yeme bozukluğu ve kilo kaybı ilk bakışta ciddi rahatsızlıklara işaret ediyor olsa da beklediğim üzere ateş, titreme, soğuk algınlığı morluklar veya kızarıklar gibi çeşitli tıbbi sorunların varlığına rastlamadım. Dadısı ile de uzun uzun konuştum, vardığım kanıyı destekleyecek bilgiler edindim. Efendim, küçük hanımın korktuğunuz gibi ciddi bir hastalığının olduğunu düşünmüyorum."

Sözlerini bitirene dek herhangi bir tepki vermeyen Ferrando, ciddi bir hastalığı olmadığını söylediğinde ifadesiz yüzü huzursuz bir havaya bürünmüştü.

"Konuşurken zorlanma, neyin nesi?"

"Dadısı Natalia'nın dediğine göre bazı zamanlar sorunsuz bir şekilde konuşabiliyormuş. Benimle konuşmayı reddetti lakin bunun da fiziksel bir sebebi olduğunu düşünmüyorum."

"Yani buraya seni boşu boşuna çağırdım, bunu mu söylüyorsun?"

"Boşu boşuna olduğunu söyleyemem ekselansları, ben size küçük hanımın bedensel bir hastalığı olmadığını söylüyorum. Benim hekim olarak kanım; zihinsel bir sıkıntı içinde olabileceği üzerine. Küçük kızların kafalarına neler takabileceği neleri büyütüp dert edebileceğini ancak Tanrı bilir. Kızlar narin ve zayıf bünyeli olurlar. Her ne oluyorsa kafasının içinde oluyor, belki de zihni yaşıtlarına göre yeterince gelişmemiştir. Kafatasının ölçüsünü alıp birkaç meslektaşıma fikir danışsam dahi zihninin durumu hakkında yine de kesin konuşamayız. Zamana bırakmanızı önerebilirim, ne de olsa bir kızınız daha var ikinci kız çocuklarının ilklerine göre parlak evlilikler yaptığı görülmemiştir."

Olduğu yerden konuşulanları dinleyen Agnesia'nın dudaklarına şaşkınlığını gösteren boş bir ifade yerleşmişti. Altın Çağ olarak adlandırılan klasik kültür ve bilimin yükseldiği yeniden doğuş döneminde İtalya yarımadası tüm Avrupa'ya her açıdan yön verirken böylesine anlayış ve duyarlılıktan yoksun hekimlerin hala var olması bir anlamda dahayürüyecek çok yollarının olduğunu gösteriyordu. Maddalena'nın zihninin yaşıtlarına göre geri olduğunu böylesine rahatça söyleyebilmiş hekime karşı içinde büyük bir nefret uyanmaya başlamıştı.

Yaşanılan duruma dair hissettiklerin sorumluluktan kurtulmayı uman Ferrando ve Contessa'nın istediklerini duyamamış olması, her ikisi için farklı tepkilere neden olmuştu. Küçük kızlarının sorunun zihinsel değil de yaşadıklarından ötürü olduğunu biliyor olsalar dahi her ikisi de bunu itiraf edecek değildi. İçten içe bildiği gerçeği yüksek sesle duyan Contessa, hızla savunmaya geçmişti. Aksi bir hareketle yüzünü öteye verirken bir hışımla eteğini düzelmişti. Aynı zamanda hekimin sebebini sormaya cüret edemeyeceği bir tonda söyleniyordu.

"Tek amacı dikkat çekmeye çalışmak onun."

Ferrando ise parmak uçlarını sıkıntıyla kısa sakallarının arasında gezdirmeye başlamıştı. Adını taşıyan, çocuklarını doğurmuş kadının sözlerini duymuşsa da sert bir havaya bürünmüş bakışlarını kısa bir anlığına üzerine çevirmek dışında herhangi bir karşılık vermemişti. Onu her anlamda yok sayıyordu.

Hekim küçük kızın bedensel bir rahatsızlığını olduğunu söyleyerek ilaç tedavisine başlayıp kısa sürede yeme bozukluğu, konuşmada zorlanmayı ve zayıf bünyesini tedavi edeceğini söylese o an olduğundan daha rahatlamış hissedeceği su götürmez bir gerçekti. Bu düşüncelerle birlikte huysuz bakışlarını tekrar hekime çevirmişti.

"Vereceğin bir ilaç herhangi bir şey yok mu?"

"Yediklerini midesinde tutmasına yardımcı olacak birkaç ot vereceğim. Fakat yemek yemeyi reddetmemesi en önemli tedavi olacak. Dadısına gerekli talimatları yardımcım ile gün içinde gönderirim."

Bunun üzerine büyük ellerinden birini havada savuran Ferrando buz gibi emredici bir sesle görüşmeyi sonlandırmıştı.

"Ekleyeceğin herhangi bir şey yoksa çıkabilirsin."

Omuz hizasından hızlı bir reverans yapan hekim Gualtier Tanrı küçük hanımı kutsasın mırıltısı eşliğinde geriye çıkmıştı. Olduğu yerde çalışma odasından ayrılan yaşlı adamı izleyen Agnesia, içine düştüğü şaşkınlıktan sıyrıldığında, tuttuğu etekleriyle yavaşça yerinden kalkmıştı. Ağırbaşlı adımlarla çalışma masasına yaklaşırken ağabeyinin ağzından çıkanları işittiğinde ince kaşları çatılmıştı.

"Belki de büyüyüp evlilik çağına gelene dek manastırda kalması daha iyi olacaktır. Roma'daki pek çok ailenin küçük kızları manastırlarda eğitim alıyor. Eğer isterse rahibe bile olabilir."

"Manastır mı? Manastırın soğuk rutubetli duvarları arasında iyileşeceğini mi düşünüyorsunuz?"

Olduğu yerde adeta donup kalmış Agnesia kendini araya girmek zorunda hissetmişti. Sözlerinin bitirir bitirmez Contessa omzunun üzerinden ona doğru keskin bir dönüş yapmıştı. Tutuğu sonu olmayan yasın izlerini taşıyan bakışlarındaki mesaj oldukça açıktı; bu konunun onu ilgilendirmediğini söylüyordu. Ferrando'nun konuşmasıyla birlikte Agnesia kadınla göz temasını kesmiş, başını çalışma masasının olduğu yöne çevirmişti.

"Manastırda bu evde olduğundan daha fazla mutsuz olmayacak Agnesia. Belki daha mutlu bile olur."

Meşe masanın ardında oturmaya devam eden Ferrando, kinayeli sözlerini karısının yüzüne bakarak dile getirmekten geri kalmamıştı. Soğuk bakışlarında kelimelere dökmeyeceği pek çok hoş olmayan söz barındırsa dahi yalnızca bakışlarıyla hedef belirtiyordu. Bunun üzerine hala mermer şömine önünde dikilen Contessa yönünü adamın üzerine doğru çevirmişti. Belki de çalışma odasına girdiklerinden beri ilk kez tam anlamıyla yüz yüze bakıyorlardı. Contessa iç dünyasında agresif duygular ve düşünceler barındırırsa dahi asla yüksek tepkilere baş vurmaz, dışavurumu rahatsız edici bir sakinlik ve aşağılama şeklinde gerçekleştirdi. Öyle ki konuştuğunda normal bir konudan bahsedercesine durgun olan ses tonu konunun ciddiyetine bakıldığında son derece rahatsız edici ve sevgisizdi.

"Onun yüzüne baktığım her seferinde Roberto'yu görüyorum ben. Her seferinde. Elimden gelenin en fazlası bu."

Elinden gelen; çocuğun hayatını zindan etmek mi? diye geçirmişti içinden Agnesia, kalbinden boğazına kadar çıkan sözlerini yutmakta her an daha da zorlanıyordu. Hayata dair içinde taşıdığı tüm neşeyi öldüren kadına bakmamış, sinirinin yatışmasını umarak birkaç adım arkasındaki Edmondo'dan medet umarcasına bakışlarını yüzüne çevirmişti.

O sırada, odaya akan Roma güneşi altında rengi açılarak cam parçasına benzeyen yeşil gözlerini Contessa'nın üzerinden çekmiş Ferrando, ebeveynlik konusunu devam ettirmeyeceğini açık etmişti. Evli olduğu kadınla münakaşaya girmeyi bile lüzumsuz görüyordu.

"Manastır Maddalena için en doğrusu olacak. Düzenlemelerle yarın ilgileneceğim."

"Bizimle Lucca'ya gelsin."

Çalışma odasındaki tüm gözler bir anda Agnesia'nın üzerine çevrilmişti. Kendisine hâkim olamayarak sesinin tonunu dahi kontrol edemeden öne atılmıştı. Hekimin zihninin geriliğinden bahsetmesi dahi küçük Maddelena'nın geleceğini dönüşü olmayan bir şekilde etkileyebilecekken manastıra gönderilme düşüncesi dayanılmazdı. Ferrando koltuğunda yavaşça doğrulmuş, alnı hafif kaş çatışıyla kırışmıştı.

"Agnesia ne teklif ettiğini bilmiyorsun."

Contessa, ellerini sıkıca önünde kavuşturmuş taş gibi bir duruşa sahip olsa dahi donuk gözlerinde parlak kıvılcımlar çakıyordu. Lucca fikrinden son derece rahatsız olmuştu. Kadını ustalıkla görmezden gelen Agnesia, Ferrando'nun çalışma masasına yaklaşmaya başlamıştı. Üzerinde hissettiği keskin bakışlara rağmen konuşurken mantıklı bir ifadeye sahipti

"Hayır ne teklif ettiğimi biliyorum. Oldukça da ciddiyim, izin ver bizimle Lucca'ya gelsin. Maddalena'nın anne babası tabi ki sizsiniz kastettiğim öyle bir şey değil. Ben sadece bizimle yaşamasından memnuniyet duyacağımızı söylüyorum. Buna Edmondo'da çok mutlu olur."

Agnesia vakit kaybetmeden omzunun üzerinden bakışlarını arkasında sessizliğini koruyan Edmondo'ya çevirmişti. En az Contessa ve Ferrando kadar şaşırdığını tahmin edebiliyorsa da onu yarı yolda bırakmayacağından emindi. Destek isteyen sessiz tebessümü ile tek kaşını havaya kaldırmıştı. Bunun üzerine onu beklediği gibi hayal kırıklığına uğratmayan kocası şaşkın bir gülüşle öne çıkmıştı. Bir elini Agnesia'nın koluna yerleştirirken, Ferrando'ya dönmüştü. Aynı zamanda baş parmağı ile sürprizlerle dolu olan karısının kolunu muzip bir edayla okşuyordu.

"Tabi ki de Maddalena'yı evimizde ağırlamaktan memnuniyet duyarız.. Lucca'nın havası da hastalığına iyi gelecektir."

Hakarete uğramışçasına soluğunu dışarı bırakan Contessa'nın dudağının kenarında bir seyrime belirmişti. Sert ifadesindeki iğneleyici bakışlarını kısa bir anlığına Edmondo ve Agnesia'nın üzerinde gezdirmiş sonrasında onları muhatap almasının lüzumsuz olduğunu gösterircesine yanlarından geçip çalışma masasının tam önünde durmuştu. Konuşurken sözlerini vurgulamak istercesine parmak uçlarını ahşap yüzüne bastırıyordu.

"Olmaz. Ferrando olmaz, Maddalena'yı Lucca'ya gönderemezsin."

Ağabeyi Ferrando'nun vereceği karar dışında kulaklarını her şeye kapamış Agnesia, ellerini doğal bir zarafetle önünde birleştirerek beklemişti. Contessa'nın sözlerine şaşırmamış bilakis beklediği gibi bir tepkiyle karşılaşmıştı. Maddalena'nın büyürken onun etkisi altında kalmasından memnun olmayacağını biliyordu. Tüm bunlara rağmen yaptığı tekliften vazgeçmeyecekti. Ferrando'nun Contessa'ya herhangi bir cevap vermeyeceğini gördüğünde mutlak bir inançla konuşmuştu.

"Ferrando, Lucca'nın ne kadar huzur verici canlı bir şehir olduğunu biliyorsun. Bu değişiklik Madddalena'ya iyi gelecektir. Bir yıl. Eğer bir yıl içinde hala bugünkü gibi içine kapanıklığı ve hastalığı devam ediyorsa kendi ellerimde Roma'ya geri getireceğim. Sonrasında istediğin gibi manastıra yerleştirirsin. Sadece bir yıl istiyorum senden."

Agnesia'nın masmavi gözleri Ferrando'nun yüzüne odaklanmış, sabırla alacağı cevabı beklemeye koyulmuştu. Ferrando bir süre çenesini ovuşturarak düşünmüş, tek bir anlığına bile masanın karşısındaki Contessa'ya dönüp bakmamıştı bile. Gergin bekleyişle geçen sessizliğin ardından sonra bakışlarını kararlılıkla Agnesia'ya ardından yanındaki Edmondo'ya çevirmişti.

"Umarım nasıl bir sorumluluk aldığının farkındasındır Agnesia. Dediğin gibi olsun bir yılın var. Sizinle birlikte Lucca'ya gidebilir."

Kazandığı zafer sonucunda yüzünde ufak bir gülümseme belirdiyse de bunu ustalıkla gizlemiş, Agnesia Contessa'nın ürperten bakışları altında usulca başını sallamıştı. Bir an Ferrando'nun Contessa'ya bir anlamda inat olarak izin verdiğini sezer gibi olmuşsa da üzerinde durmamıştı. Kadının küçük kızını yanında tutmak istemesinin sebebini bilmeseydi eğer kendini suçlu hissedebilirdi fakat daha ilk andan Maddalena adına rahatlamış kendi adına ise tarifsiz bir heyecan yaşamaya başlamıştı.

Çalışma odasında oluşan gergin sessizlik uzamadan kapı çalınmıştı. Ferrando'nun izni üzerine içeri giren yaşlı kâhya bir baş selamının ardından, hürmetkar bir tavırda beklediği ziyaretçinin geldiğini söylemişti. Bunu bir fırsat bilen Agnesia, Edmondo'yu Ferrando'nun yanında bırakıp topladığı etekleriyle kendini gösterişli büyük hole atmıştı. Onun gibi odayı terk etmiş Contessa'nın uzun siyah eteklerinin zemindeki hışırtısını işitse dahi oralı olmamayı düşünüyordu. Niyeti bir an önce kendilerine ayrılmış daireye ulaşmaktı. Fakat arzuladığı huzur dolu anların hayali Contessa'nın adını üzerine basarak söylemesiyle uçup gitmişti.

"Agnesia."

İçine derin bir nefes çekip, arkasına dönen Agnesia, barışçıl bir tavırla hafif bir tebessüm etmişti.

"Contessa."

Karşısındaki kadın tıpkı onun gibi konuşmalarının münakaşaya dönüşmesinin istemiyor olsa da duyduğu rahatsızlık gözlerine yansıyordu. Normalde son derece güzel ve alımlı bir kadın olmasına rağmen kalbindeki soğukluk bakışlarına yansıyor, karşısındaki insana ürkütüyordu. Onun gibi hafifçe tebessüm etmişti fakat samimiyetten son derece uzaktı.

"Lucca'da istediğin parlat ama gerçek şu ki her parlayan altın değildir."

Yalnızca onların bulunduğu büyük holde birbirlerinin yüzlerine bakarken söylenmiş bu sözler aralarında soğuk bir rüzgâr gibi kıvrılmıştı. Agnesia yanıldığını söylemek için dudaklarını aralamıştı lakin eskiden gözlerinde olan ışığı kaybetmiş bu kadının etrafını saran karanlığı geçemeyeceğini düşünüp vazgeçmiş yalnızca manalı bir şekilde başını sallamıştı.

"Anlıyorum. Başka bir şey var mıydı?"

"Var. Nereye ait olduğunu, kim olduğunu unutturma çünkü sonunda döneceği yer yine aynı ev olacak."

Sözlerinin sonunda geldiğinde saygıyla bir reverans yapan Contessa, arkasına dönüp koridor boyunca uzaklaşmıştı. Agnesia olduğu yerde uzaklaşan kadını dalgın bakışlarla öylece izleyebilmekten başka herhangi bir tepki vermemişti. Her insan hayat denilen süreç boyunca pek çok yara alırdı. Fakat aldığımız yaralar yolumuzu çizer, bize yön verirdi. Ruhumuza ilmek ilmek dokunanlar arasında ya kaybolurduk ya da kaybettiğimizi sandığımız her şeyin sonunda kendi gerçeğimizi bulurduk. Bir süre sonra kararlılıkla yüzüne umut vaat eden bir gülümseme yerleştiren Agnesia, Maddalena'nın annesinin biçtiği kasvetli elbiseden çok daha fazlasını barındırdığından emindi. İnsanın içine işleyen o gözlerin ardında umut vaat eden tatlı bir kız çocuğu yattığını canı gönülden hissediyordu.

**

Agnesia dilimli taş kemer sıralarıyla birbirine bağlanan gösterişlikoridorda ilerleyip De Benardi Evi'nin sol kanadına uzanan nispeten diğerinegöre daha küçük koridora saptığında çift kanatlı kapıyı görmüştü. Yüzhatlarında insana huşu veren sakin bir ifade olmasına karşın görünüşün ardındason derece gergindi. Biraz sonra vereceği haberi hangi anlatış biçimiyleyumuşak ve sevimli hale getirebileceğinin sıkıntısını yaşıyordu. Roma'danayrılmalarına yalnızca iki gün kalmıştı ve ne Contessa ne de Ferrando, Maddalena'yaonlarla birlikte Lucca'ya gideceğini söylememişti.

O gün kahvaltının ardından Contessa ile Lucca hakkında tekrar konuşma sabrını kendinde bulan Agnesia, kadının Maddalena'ya haberi verme işini kucağına bırakıvereceğini aklının ucundan dahi geçirmemişti. Contessa taş gibi kıpırtısız bir halde yüzüne bakmış eğer onlar ziyarete gelmemiş olsaydı Ferrando'nun yılın bu zamanlarında kırdaki villadan işlerini yürütüyor olacağını ve Maddalena'ya onlarla gideceğini söylemesine vakit ayırmayacağını söyleyip kestirip atmıştı. Agnesia ısrar edecek gibi olduğunda ebeveynlik işlerini gözünde fazla büyüttüğünü eğer çok önemsiyorsa kendisinin söylemesini teklif etmişti.

Meşale ışıklarının dans ettiği koridordan ağır tavırla geçip ahşap kapının önüne gelen Agnesia, uzun ve derin bir soluk almıştı. Önce usulca kapıyı tıklatmış davet edildiğini işittiğinde pirinç tokmağı çevirerek içeriye süzülmüştü. Onu ilk karşılayan elinde fildişi saplı fırça ve beyaz bir kurdele tutan Maddalena'nın dadısı Natalia olmuştu.

"Madonna Cardello."

Mum ışıkları ile aydınlanan odada bakışlarını gezdiren Agnesia, Maddalena'yı ararken bir yandan da ufak tefek kadının reveransını kabul edip bir baş hareketiyle çıkabileceğini işaret etmişti.

Odanın küçük balkonunda sırtı dönük halde gökyüzünü izleyen Maddalena gözüne çarptığında pürüzsüz çehresinde hoş bir tebessüm belirmişti. De Benardi Sarayı'nın taş duvarlarla çevrili bahçesini ardında ise Roma'nın parke taşı döşeli büyük meydanını göze seren balkona doğru yürümeye başladığında bakışları küçük bedeninin üzerinde gezinmişti. Mermer duvarlara sabitlenmiş meşale ışığı, altını andıran buklelerinde ve dalgalarında özgürce oynaşıyordu. Çocuksu bedenine göre dikilmiş beyaz geceliği ile gözüne elbise giydiği halinden çok daha zayıf ve kemikli görünmüştü. Kemikleri sırtından kolayca seçiliyordu. Yaşıtlarına göre bir hayli zayıf olmasına karşın boyu uzun ve ince vücut yapısına sahipti. Agnesia, biraz önce dadısının elinde tuttuğu fırçayı ve kurdeleyi alıp gördüğü en parlak ve gür sarı saçları bizzat tarayıp ışıldayan bir örgü haline getirmek için büyük bir istek duymuştu.

Balkona adım attığını fark ettiği ilk an altına kıvırdığı ince bacaklarını mahcubiyetle indiren Maddalena, kollarını taş korkuluğun üzerinden çekip, dik bir duruşa bürünmüştü. Meraklı bakışların hâkim olduğu sevimli yüzünü yavaşça omzunun üzerinden ona çevirmişti. Yanına gelmesini tuhaf bulmuş ne yapacağını bilemeyen bir hali vardı. Bunun farkında olan Agnesia sempatiyle eteklerini kaldırıp yanına ilişivermişti.

"Küçük balkonun çok güzelmiş Maddalena, burada biraz otursam hiç fena olmayacak. Edmondo bu akşam bir iş yemeğine gitti bende birlikte vakit geçirebiliriz diye düşündüm. Ne dersin?"

Çekingen bir halde yerinde oturmaya devam eden Maddalena, konuştuğu sırada bakışlarını üzerinden ayırmayı bir türlü başaramamıştı. İrileşmiş gözlerindeki bakış içinden geçenleri ele veriyordu. Minik ellerini kucağında birleştirmiş, ince parmaklarıyla oynamaya başlamıştı. İlgisini çekmişse de sesli bir yanıt verecek gibi görünmüyordu. Yüzü konuşmak istemediğini belirtircesine isteksizdi. Yalnızca yanında oturmasının fark etmeyeceğini göstermek için ince omuzlarını usulca silkmekle yetinmişti.

Maddalena'yı konuşturmak için attığı daha ilk adımda başarısız olan Agnesia, yanağına düşen bir tutam koyu kestane saç tutamını çektiğinde parmaklarını usulca dudaklarının üzerine gezdirmişti. Bir an üzerine fazla gitmenin daha kötü sonuç doğuracağını düşünmüştü.

"Tamam istemiyorsan bizde konuşmayız. Gökyüzünü seyrederiz."

Büyük bir heves gösterisiyle yüzünü yıldızların parladığı gökyüzüne çevirmişse de kaçamak bakışlarla yeğenini gözlüyordu. Büyüdüğünde çok hoş bir genç olacağı mahzun yüzünün her bir çizgisinden belliydi. Süt beyazı cildi solgun mum ışığında parlıyordu. Gözlerini gölgeleyen sarı kirpikleri, gür ve uzun, dudakları hafifçe dolgun, yüzünü uzundu. Burnu küçük ve kusursuz, elmacık kemikleri hafifçe çıkıktı. Burnunun üzerinde ve kenarlarında belli belirsiz çiller güzelliğine sevimli bir hava katıyordu. Agnesia hüzünle, yeterince kilo aldığında o an sönük olan yanaklarından renk fışkıracağını üzerine düşen ışığa göre maviye dönen yeşil gözlerinin daha da belirginleşeceğini düşünmüştü. Yaşının masumiyetini taşıyan Maddalena'yı sıcacık bir gülüşle görmeyi ne çok isterdi.

Hafif hafif esen Roma yaz akşamı meltemi altında bir süre sessizce gökyüzünü seyretmişlerdi. Üzerinde oturdukları kadife örtüler serilmiş sedir, merkezinde taştan anıtsal bir çeşmenin bulunduğu meydanı rahatça görebilmeleri için yükseltilmiş; cumbalı bir pencereyi andırıyordu. Maddalena bu süre zarfından yalnızca bir kez dönüp ona bakmış, ardından gözlerini hızla tekrar göğe çevirmişti. Bu kısa ana rağmen Agnesia parlak yıldızlara çevrilen bakışların bir anda nasılda hüzne büründüğünü yakalamıştı. Kısa bir zaman önce yeni bir şey yaşamışta onun hüznünü atlatamamış gibi bakmıştı. Küçük haliyle sanki etrafında olup bitenleri büyük bir bireyin anladığı gibi anlıyor, hissediyordu. Sessizdi belki lakin bakışları çok fazlasını anlatıyordu.

Agnesia, o akşam Maddalena'yı konuşturmakta kararlıydı. Kendini ifade etmekte zorlandığı taktirde yardımcı olabileceğini mırıldanan dadısını dahi kararlılıkla odadan çıkartmıştı. Aynı evi paylaştıkları zamanlarda genellikle yanlarında bulunmayan, zorunda kalmadıkça konuşmaktan kaçınan yeğeniyle yakınlaşmak istiyordu. Tüm dikkatini Maddalena'nın baktığı yıldızlara verip, ilgi çekici bir tınıya bürüdüğü kısık sesiyle tekrar denemişti.

"Edmondo ile Milan'da katıldığımız bir davette yıldızların konumuyla gelecek hakkında tahminler yapan bir adamla tanışmıştım. Her gece yıldızların gökyüzündeki dizilişlerini not edip, kozmik değerlendirme yapıyordu. Adına yıldız haritası demişti, bazen bir işten kar edip etmeyeceğini bazen de kocaman savaşın galibine dair ipuçları bile görebiliyormuş."

Konuştuğu sırada sıklıkla Maddalena'yı gözlemiş Agnesia, dinlediğini fark ettiğinde rahatlamıştı. Dikkatini daha da üzerine çekebilme amacıyla balkonda yalnız olduğunu düşündüğü anlarda oturduğu gibi sedirin üzerinde hafifçe yana dönüp, bir yandan eteklerini düzeltirken aynı anda sol bacağını kıvırıp altına almıştı. Maddelena gizli bir ilgiyle onun rahat hareketlerini izliyor, tepkisiz kalmaya çalışsa dahi çocuksu bakışları onu taklit etmesinden hoşlandığını ele veriyordu. Son olarak sırtını yumuşak yastıklara dayayıp dirseğini ay ışığının düştüğünü taş korkuluğa yaslamış Agnesia, aynı tınıyla devam etmişti.

"Adına Astronomi deniliyor, yarımadada gittikçe popülerleşen bir kültür halini almaya başladı. Tabi din adamlarına göre geleceği yıldızlara bakarak görmeye çalışmak büyük günahlardan. Çok ilginç değil mi?"

Agnesia, küçük sorusuna sesli cevap almayı umarak nefsini tutmuş bir şekilde beklemeye koyulmuştu. O sırada kucağında birleştirdiği ellerini yavaşça taş korkuluğun üzerine koyan Maddalena, başını kaldırmış ay ve yıldızlara bakarken yutkunmuştu. Sesinin onu yarı yolda bırakacağından korkuyordu.

"İn-san-lar benim-le konuş-maz."

"Neden öyle dedin?"

"Çün-kü ben ko- konuşurken zorlanı-yorum. Sab- sabre-demiyorlar."

Başladığı kelimenin ilk hecesinde nefes almakta güçlük çekiyormuş gibi zorlanan Maddalena, kendini devam etmeye zorladığında zar zor duyulan bir sesle anlatmak istediklerini kontrolsüz bir hızda tamamlıyordu.

Sözlerini bitirdiğinde tekrar eskisi gibi sedirin üzerine yerleşip, serin taşın üzerine doğru kaydırdığı ince kollunun üzerine minik çenesini yaslamıştı. Aynı zamanda kaçamak bakışlarını halasının üzerine çeviriyor, yanında bu şekilde oturmasını kınayıp kınamayacağını görmeye çalışıyordu. Fakat Agnesia beklediği gibi saygısızca davrandığını söylemek yerine elini yüzüne doğru uzatıp, yanağına düşen sarı saç tutamını geriye çekmişti. Üstelik halasının gereğinden fazla oyalanıp, parmaklarını saçları arasında gezdirip okşadığını hisseder gibi olduysa da inanamayacak kadar böylesi bir ilgiye yabancıydı.

"Anladım ama şansa bak ki ben çok sabırlıyımdır. Üstelik şimdi konuşman çok da uzun sürmedi. Sence de öyle değil mi?"

Maddalena, şaşkınlık taşıyan mavi gözlerini kocaman açmış halasının nazik yüzüne bakmıştı. İfadesinden tekrar o hüzünlü esinti geçmişti. Küçük zihnini meşgul eden onu üzen bir şey vardı lakin söylemek konusunda kararsızlık yaşıyordu. Onu merakta bırakan diğerine göre daha zararsız gördüğü konuyu seçmişti.

"Yıl..dızların ba..kıp bun..ları bi..lebiliyor mı ger..çekten?"

"Tabi ki. Büyüleyici değil mi? İlk duyduğumda bende çok heyecanlanmıştım. Tabi yıldızlar üzerinde uzmanlaşmış birini bulmak kolay değil. Yine de duyduğum kadarıyla Lucca'da bir uzananımız varmış."

"Da-dım eş-yalarımı top-luyor. Luc-ca iç-için."

Yanına geldiğinden bu yana Maddalena'nın gözlerinde sezdiği hüzün parıltısının sebebinin Lucca olduğunu anlamasıyla Agnesia'nın yüzündeki tebessüm bıçak gibi kesilmişti. Maddalena her zamanki duyarlılığıyla halasının hissettiği suçluluk duygusunu ilk anda seçmişti. Canı yandığı zamanlarda dayanabilmek için görmezden gelmeyi, hissettiklerini gömmeyi iyi öğrenmiş bir kızdı o. Halasına yüzünden ayırmadığı bakışlarıyla hafifçe omuzlarını silkmişti.

"Be-nim ç-çok eşyam yok. Hemen toplanırım."

Maddalena, küçük haliyle yara almış guruna tutunmaya çalışırken bir çırpıda konuşmuş, üstelik son sözlerinde zorlanmamıştı bile. Agnesia bunu dillendirmenin yanlış bir etki edeceğini düşünmüştü. Hissettiği suçluluk duygusu ile sesinin normal tutmaya çalışarak sormuştu.

"Maddalena ben senin henüz bizimle Lucca'ya döneceğini bilmediğini sanıyordum? Kim söyledi?"

"Ken-dim öğ-rendim. Hiz-metçiler konuş-amadığım gibi duya-madığı-mı da sa-nıyorlar. Has-talıklıyım ben, yaş-lı hekim size de söy-lemedi mi?"

Duyduklarına karşı hissettiği hüzün Agnesia'nın yüzüne yansıyordu. Maddalena yüzündeki incinmiş ifadesini gizlemek için başını çevirirken, o ne söylemesi gerektiğini bilememişti. Tüm De Benardi Evi'nin sürekli söylediği gibi onun da hastalıklı olduğunu kabul etmesini bekliyor öte yandan kaçırdığı gözleri aksini söylemesini umuyordu. Agnesia'ya göre bu bir hastalık değil yalnızca hor görülmenin bir şekilde dışarıya yansımasıydı. Onun yerine küçük bedeni konuşuyordu. Yüzüne şefkatli bir tebessüm yerleştirip, ürkütmemeye özen göstererek Maddalena'nın kucağındaki diğer eline uzanmıştı.

"Maddalena sana yalnızca ikimizin arasında kalacak bir itirafta bulunmamı ister misin?"

Beklemediği temas ile başını kaldırmış Maddalena, ona şaşkınlıkla bakarken sıkıca elini tutmaya devam eden Agnesia, sedirin üzerinde eğilip muzip bir tınıda usulca konuşmuştu. Bakışları geceliğini üzerinde kenetlenmiş elleri ile halasının yüzü arasında gidip gelen Maddalena yavaşça başıyla onaylamıştı. Bunun üzerine Agnesia, yüzünü biraz daha yaklaştırıp sır veren bir edayla konuşmuştu.

"Hekim Gualtier'in sözlerini dinledim ama senin hastalıklı olduğundan bahsetmesi balıkların uçabildiğini söylemesi kadar saçma geldi kulağıma. Bana kalırsa bir an önce emekli olmalı yoksa Tanrı korusun, bir gün dikiş atarken yanlışlıkla hastasının kulağını kapatıverecek."

Agnesia, hüzünlü konuşmaya son vermek için doğuştan gelen güler yüzlülüğünü ve tüm cazibesini ortaya koyuyordu. Öyle ki samimi tavrı Maddalena'nın hoşuna gitmişti. O ana dek koruduğu mesafeyi aşıp balıkların uçması mı? diyerek küçük omuzları sarsılarak hafifçe gülmüştü. Yeğenin gülümseyişinin seyretme keyfinin tadına varan Agnesia, aynı şekilde devam etmişti.

"Peki bizim geldiğimizin ikinci günü Marianna ve sana Latince dersi veren eğitmen, ne kadar da somurtkandı öyle?"

Agnesia, küçük eli son kez sevgiyle sıktıktan sonra sırtını tekrar kadife yastıklara vermişti. Alacağı cevabı beklemeye koyulduğunda Maddalena, beklenmedik bir şekilde mahcubiyet yerleşmiş yüzünü öne eğmişti.

"Çün-kü Mari- Marianna bir son-raki derse kadar oku-masını söy-lediği bölümünü okumamıştı."

Bu açıklama üzerine Agnesia kaşlarını şaşkınlıkla havaya kaldırmıştı. Maddalena'dan yalnızca iki yaş büyük olan Marianna, tüm çocukluğunu Contessa'nın sert terbiyesi altında, De Benardi ailesini temsil eden titizlikle işlenmiş bir oya gibi geçirmişti. Hastalıklı ve gelecek vaat etmeyen Maddalena çocukluğunun bir kısmını Roma yakınındaki kır villasında büyükanneleri ile geçirmişken, Marianna şehirde De Benardi Hanesi'nin siyasi ve ticari çıkarları için evlendirileceğini öğretileriyle büyütülmüştü. Bunun yanında ailenin kızına 'her zaman önce De Benardi olacaksın, sonra birinin karısı olacaksın. Kiminle evlenirsen evlen.' öğretileri verilmiş, gelecekte sadık olacağı taraf çocukluktan kafasına yerleştirilmişti. Marianna, küçük yaşına rağmen kibirli ve anneleri gibi incitici konuşan bir kızdı. Evliliği henüz dört yaşındayken planlanmış, zamanı geldiğinde Roma'nın saygın ailelerinden birine gelin olarak gidecekti. Müzik, dans ve edebiyatta başarılıydı tıpkı Maddalena gibi sarı saçları gür, narin bir vücuda sahipti. Müzik aletleri çalar adeta bir melek gibi şarkı söylerdi. Agnesia, Marianna'nın eğitmeninin verdiği ödevi yapmamış olmamasına inanamıyordu.

"Nasıl okumamıştı? Marianna unutmuş muydu?"

Maddalena bu soru karşısında, alt dudağını dişlerinin arasına almış, geceliğinin kollarındaki sarı kurdeleler ile oynamaya başlamıştı. Suskunluğu ile bilinen kızın altında uyuyan küçük cadı zaman zaman bu şekilde kendini belli ediyor sonrasında annesinin üzerindeki soğuk ve sert varlığı ile birlikte tekrar sessizliğe gömülüyordu. Maddalena alçak ve merak uyandırıcı bir sesle sorusunu yanıtlamıştı.

"Ki-taptaki yan-lış kısmı oku-muştu."

Derin derin iç çekmiş küçük kız kurdeleleri bırakıp, yüzünü halasına doğru kaldırmıştı. Agnesia o an bakışlarına küçük isyankâr ifade oturduğunu ve yanaklarını hafifçe renklendiğini görmüştü. Bu görüntü daha da meraklanmasına yol açmıştı.

"Hikâyeyi tamamını merak ettim doğrusu."

"Bay ders-lerden son-ra yal-nızca Maria- Marianna'ya öd-ev ve-riyor. Ko-nuşamadığım iç-in be-nimle ilgilenmiyor. Fakat Marianna verdiği kısımları okumaya başlamadan ben hepsini günler önce bitirmiş bir sonrakini de okumuş oluyorum. Elimde kitabı gördüğünde benimle dalga geçti, güldü bana. Eğitmenimizin eve gelmesine birkaç gün kala hangi kısmı okuyacağımızı sorduğunda bende yanlış yeri söyledim."

Maddalena, halasının onu kınayacağını ve annesi gibi kıskançlığın içindeki iyiyi zehirlediğini ona boyun eğdiği için kötü, uğursuz bir kız olduğunu söyleyeceğinden emindi. İstediği yalnızca onu Lucca'ya götürmeye gönüllü olan kadının nasıl bir kız olduğunu tam anlamıyla öğrenmesiydi. Lucca'ya yerleştiğinde birkaç gün sonra onu Roma'ya geri göndermesinden korkuyordu. İşte o zaman annesi daha çok kızar, halasının da onu istemediğini söylerdi. Bu Maddalena'nın isteyeceği son şeydi.

Fakat o büyük bir yüreklilikle yaptığı küçük aldatmacayı anlatırken Agnesia'nın içinden geçen his kınamadan çok daha farklıydı, anlattıklarını dokunaklı bulmuştu. Evlerine gelen bir eğitmen nasıl olurda büyük kızla ilgilenirken diğeri önemsemez derslere katılmasını sağlamazdı. Nasıl olurda tüm ev halkı karşısındaki küçük kızı yok sayılmakla cezalandırırdı? Yalnızca iki yaş büyük olan Marianna'ya da kızamıyordu, küçük kız annesinden gördüklerini devam ettiriyordu.

De Benardi çatısı altında bulunduğu beş gün boyunca hissettiği o tuhaf sinir halini tekrar hissetmeye başlamış Agnesia, tüm haksızlığın arasındaki komik yöne tutunmaya zorlamıştı kendini. Maddalena'nın bir anlamda kendini savunması, kendini ezdirmemeye çalışması hoşuna gitmişti Üstelik ağlamadan veya inkar etmeden ablasını yanılttığını anlatış biçimini taktir edip, gülmemek olanaksızdı.

"Ve Marianna yanlış kısmı okumuş oldu."

Maddalena halasını yüzünde görmeyi beklemediği gülümsemeye önce şaşkınlıkla bakakalmıştı. Annesinden oldukça farklı bir yapıya sahip olan anlayışlı halini yavaş yavaş anlamaya başlamış, kendine engel olamayarak heyecanla konuşmaya devam etmişti.

"La-tince'yi on-dan da-ha hızlı oku-yorum ben ama ta-bi içim-den. Ba-na gül-düğü za-man içimden yerden bir taş alıp kafasına atmak geçiyor. Ama o da ölür diye yapmıyorum. Çok küçükken bir defasında da sevdiği bebeğinin sarı saçlarını siyaha boyamış, yüzüne bir sürü çil çizmiştim. "

"Neden çil?"

"Çün-çünkü çil-çil- çillerimin büyü-dükçe yüzü-mü kap-layacağını kimsenin benimle evlenmeyeceğini, sevmeyeceğini söylemişti. Bende çil çizdim. Ne yapsaydım ki? Yapmasaydım da başka kızlar gibi saf mı olsaydım? Akılsız değilim ki ben."

Duraksayarak konuşan Maddalena sözlerini bitirdiğinde fazla ileri gitmiş olma telaşı ve utancıyla küçük parmaklarını ağzının üzerine kapatmış, kısık bir özür mırıldanmıştı. Halası öncesinden düşünmemişse de şimdi kesinlikle onun kötü bir ruhu olduğunu düşünecekti. Belki de çoktan onu Lucca'ya götürmekten vazgeçmişti. Yüzüne öteye çevirip usulca konuşmuştu. Bu kez konuşmakta daha çok zorlanmış, duraksamaları artmıştı. Ne zaman kendini kötü hissetse konuşması adeta imkansızlaşırdı.

"An- an- annem di-yor ki be-nim be-bedenim gibi ak-lım da has-talıklıymış. Huy-larımda kötüy-müş. Tahammül edemiyor bana çünkü ben onun utanç kaynağıyım. Beni Lucca'ya götürme fikrinden vazgeçtiniz değil mi?"

Agnesia duyduğu hüzünlü sözlerle birlikte yerinden doğrulurken, zihninden geçen isyanı bastıramamış Yüce İsa! Bunlar ne kadar manasız sözler! diyerek çıkışmıştı. Dudakları arasından çıkan sert sözlere kendi dahi şaşmıştı. Maddalena'ya karşı koruma içgüdüsü arttıkça Contessa'ya olan siniri ve daha önce hiçbir Tanrı kuluna beslemediği nefreti harlanıyordu. Uzanıp Maddalena'nın önüne düşen sarı bukleyi geriye çekip, küçük çenesini nazikçe tutarak yüzünü kendine doğru çevirmişti.

"Maddalena bence Lucca'da seninle birlikte çok güzel zamanlar geçireceğiz. Sen kesinlikle bir utanç kaynağı değilsin sadece biraz iyi bakılmaya ihtiyacın var. Son derece zeki, çok güzel gözleri olan, annenin senin için biçtiği elbiseyi giymeye zorlanan fakat sana biçilenlerden çok daha fazlasını barındıran eşsiz bir kız çocuğusun. Büyüdükçe aradığın şifanın yalnızca kendi içinde olacağını keşfedeceğinden hiç şüphem yok. Her daim kendin ol, sen seni anlayana mucizesin."

Agnesia karşısında gözlerini ona dikmiş sessizce söylediklerini dinleyen yeğenin kafasının karışıklığını yansıtan yüzüne bakıp, alçak bir kahkaha atmıştı. O yaşında sözlerini tam anlamıyla anlayamayacağını bilse de kendini tutamamıştı. Yüreğinden dile gelen sözler bir anda dudaklarından dökülüvermişti. Maddalena'yı neşelendirmek amacıyla ince kolunu okşayıp, sözü daha eğlenceli kısma taşımıştı.

"Lucca'da eminim çok daha iyileri vardır. Latinceni geliştirmen için sana özel bir eğitmeni tutarız. Eminim İngilizce ve Fransızca da ilgini çekecektir hatta Yunanca bile olur. Edebiyat matematik, hitabet sanatı hatta filoji derslerine de Lucca da devam edersin. Ben şiirden çok zevk alırım eğer senin de hoşuna gidiyorsa birlikte okuruz. Genç bir kadın olduğum zamanlarda ise dans etmek vazgeçilmezimdi, istersen birlikte yalnızca evde dans edebiliriz. Bence Lucca'yı çok seveceksin Maddalena, sana göstermek istediğim pek çok yer var. Yakın aile dosalarımız tanışırsın, artık her Pazar kiliseye giderken yanımda bana eşlik edecek son derece güzel bir genç kız var. Lucca'da çok da mutlu olacağını düşünüyorum."

Maddalena annesinin soğuk ve hor gören bakışlarını kısa hayatı boyunca her an üzerinde hissetmişti. İki yıl önce yaşanan talihsiz olayın ardından yeme bozukluğu ciddi boyutlara ulaşmış, kimi zaman günlerce ağzına tek lokma sokamaz hale gelmişti. Zorla birkaç lokmayı yuttuğunda ise istifra eder olmuştu. Konuşması hiç olmadığı kadar gerilemişti, çok uzun süreler tek kelime etmediği oluyordu. Annesi çevresinde olduğu süre boyunca hep göze batmamaya çalışmıştı. Üzerine geldiğinde ise her zaman hayal kurmuş, sözlerine kulaklarını tıkayıp, bakışlarını görmezden gelmeye çalışmıştı. Fakat artık hastalığı sığındığı sessizliğini bozuyor hiç olmadığı kadar göze batmasına neden oluyordu. Maddalena, Lucca'ya gönderileceğini duyduğu ilk andan beri ailesinin onu başından atmak istediğini düşünüyordu. Özellikle annesi artık tahammülünün sonuna gelmiş olmalıydı. Küçük yüreğini sızlatan acılara rağmen o akşam odasına gelip düşüncelerini dinleyen halası Agnesia sayesinde geleceği için kurduğu hayallerine kavuşabileceğine dair içinde bir umut yeşermişti.

Çocuksu duygularıyla tıpkı o an olduğu gibi gökyüzünü seyredip zaman zaman sessizliğini bozan kıkırdamaları eşliğinde kurduğu hayalleri bir bir zihnine doluşmaya başlamıştı. Ona ilk andan beri samimi tavırla yaklaşan halasına kendisini de itirafta bulunma isteği duymuştu. Renkten renge bürünen zayıf yüzünde hayalperest fakat bir o kadar da ne istediğini bilen ve hayattan gelecekte alacakları için dirençli görünen bir tavırla anlatmaya başlamıştı. Konuşurken her zaman olduğu gibi sıklıkla duraksıyor, olsa da sözlerini sonuna kadar götürmeye hevesliydi.

"Hem ben büyüyünce zaten mutlu olacağım. Hayallerimde hep mutluyum. Çok büyüdüğümde kimse beni aşağılamayacak. Benim babam anneme hiç Bay Cardello'nun size baktığı gibi gülümseyerek bakmıyor, annemde babama hep kızgın oluyor. Biz hep evdeyiz ama bazen babam uzun zamanlar eve gelmiyor. Hizmetçiler konuşurken duydum; babamın dışarıda başka arkadaşı varmış. Marianna diyor ki iki soylu aile arasında yapılan evlilikte sevgi olmazmış. Sürekli benim bulutlar üzerinde gezdiğimi söyleyip bana gülüyor, umarım bir an önce nişanlısı olan çocuk gelip Marianna'yı alıp götürür. Ama ben çok büyüyüp evlendiğimde hiç öyle olmayacak. Benim kocam beni çok sevecek en iyi arkadaşı da ben olacağım. Eğer babam gibi olursa Alfonso'nun oklarıyla yaptığı gibi bende onu haklarım."

Agnesia, Maddelena'nın sıklıkla ciğerlerine nefes çekerek tamamladığı sözler karşısında hayrete düşmüştü. Yüzünde şaşkın bir gülümseme ile son cümlesinde büründüğü sevimli görünen hırçın ifadeye izlemişti. Maddalena göründüğünden çok daha fazlasını barındıran yalnızca keşfedilmeyi bekleyen bir cevherdi. Aynı zamanda da küçücük haliyle evdeki tüm yaşanılanları anlamış, hissetmişti. Ne var ki onu kimse anlamamış, hizmetçiler dahi yok saymıştı. Agnesia, ağabeyi Alfonso'nun okları ile ne yapmayı düşündüğüne bir türlü bir anlam verememişti.

"Alfonso'nun okları gibi mi?"

Maddalena çocuksu dudakları hafifçe kıvırıp eğlenen bir sesle konuşmaya başlamıştı.

"Evet, Alfonso bahçede çalışırken ben hep onu izliyorum. Kıpkırmızı elmaları uzağa koyuyor sonra okuyla hepsini bir anda haklayıp ortadan ikiye ayırıyor."

Sözlerine devam ettiği sırada yumruk yaptığı küçük ellerini havada birleştirip, elmaların akıbetini göstermek istercesine ağır hareketle iki yana ayırmış Maddalena küçük omuzlarını da silkmekten geri kalmamıştı. Mavi gözlerinin içindeki yaramaz parıltılar son derece kararlı olduğunu işaret ediyordu. Bu gösteri karşısında kendini daha fazla tutamayan Agnesia, hala havada duran ellerini avuçlarının arasına alırken kısık bir kahkaha atıyordu. Tereddütsüzce küçük yeğenini ipeği andıran ellerinin üzerine bir öpücük kondurmuştu. Sözler hala gülen ifadesiyle dilinden dökülüvermişti.

"Evleneceğin adamın vay haline o zaman."

Bakışlarını aralarında birleşmiş ellerine indirmiş Maddalena'nın gözleri sevilme isteği ve hoşnutlukla parlıyordu. Agnesia, sevgisiz bir kadın olan Contessa'dan böylesine içten ve canlı hayat dolu bir çocuğun çıkmış olmasını yalnızca Tanrı'nın bir lütfu olarak anlamlandırabiliyordu. Maddalena annesi gibi aldığı yaralarla yaşadığı zorlu hayatın içinde kaybolmayacak, yaraları ona pek çok insanın yapamadıklarını yaptıracaktı. Maddalena ipekli giysilerinin altında, nihayetinde özünde bir taş olan altından daha değerli olan içten ve güçlü bir kalp taşıyordu. Agnesia tıpkı Maddalena gibi bakışlarını sıkıca kavradığı ellere indirdiğinde, büyük bir inançla iç çekmişti. Hayat buydu işte, bazen yaralarının arasından bir el sanki yüreğine bir ışık uzatır ve en parlak gölgelerden en parlak ışıklar doğardı.

Yazan; Mirena Martinell

Loading...
0%