Merhabalar 🌸 Hikayemi okuyarak benimle birlikte bu yola giren tüm çiçeklerim: Hoş geldiniz sefalar getirdiniz Efenim ☺️
Hikayeye başladığınızdaki mahallenizin muhtarı kimdi, yorumlara yazınız adadafagagag 😁😁😁😁
Tamam tamam şöyle bir ısınalım istedim. Başladığınız tarihi yazınız🫠
Evet efendim kemerleri takıyoruz ve uçuşa hazırlanıyoruz. Yıldızını takmayı ve yorumlar yazmayı unutmayın emi canlarım?🫠
LÜTFEN BAŞLAYIP BU NE BE DİYE BIRAKMAYIN!
İLK BÖLÜMÜ OKUYUP KAÇMAYIN! 🫣
İLERLER ÇOK GÜZELMİŞ🤭
BEN DEĞİL ARKADAŞLAR DİYOR VALLA 😚
Keyifli okumalar 🫠
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Karanlık, çok karanlıktı...
Göz kapaklarım sanki beni bu karanlığın içerisinde mahkum etmiş gardiyan gibi kapımda bekliyor, ışığa ulaşmama geçit vermiyordu.
Zamandan ve mekandan soyutlanmış gibi sadece hissettiğim yoğun acılar ile karanlığa mahkumiyetim devam ederken çok uzaklardan sesler geliyordu kulağıma. Bir şeyler duyuyor ama bırak tepki vermeyi gözlerimi bile açacak mecali bulamıyordum.
Sadece yapabilğim tek şey duaydı. Çok şey istemiyor, sadece biraz olsun ışığı görebilmek, yaşadığımı hissebilmek için sessiz bir şekilde Rabbime dua ediyordum.
Gözlerimi nihayet açabildiğimde loş bir oda ve tavanı ile karşı karşıya kalmıştım. O kadar zamandır karanlığa karşı bir mücadele içindeydim ki tekrar beni yutmaması için panikle yerimden kalkmaya çalıştığımda başıma saplanan korkunç ağrı ve vücudumda hissettiğim yoğun acı ile gözlerimi kapatıp çok da kaldıramadığım başımı yastığa geri bıraktım.
Dayanılmayacak bir ağrı değildi daha kötüsünü de görmüş ve yaşamıştım ama bu sefer sanki içimde can yok gibi halsiz ve hissiz gibiydim. Kim bilir kaç zamandır bu haldeydim?
Kısa bir an nasıl bu hale geldiğimi düşünmek istesem de odaklanabilecek sağlıklı bir zihne sahip değildim henüz. Çünkü kafam kazan gibiydi ve vücudumda müthiş bir ağrı vardı.
Etrafa bakmaya çalışsam da bunu başaramadım. Acaba neredeydim? Bir hastane ya da muanehane? Ya da herhangi bir yer.
Dudaklarımı aralayıp sesimi çıkarmaya çalıştım ama nafile sanki dudaklarım zamkla yapışmış gibi açılmak bilmiyordu. Bu durum paniklememe sebep olduğu için kendimi sakinleştirmek adına yarı açık gözlerimi sıkıca kapayıp saymaya ve derin nefesler almaya başladım.
Ne kadar süre geçti bilmiyorum bir erkek ve bir kadının konuşma seslerini duyuyordum. Çok yakınımdaydılar ama sesler tanıdık değildi.
"Kaç gün oldu uyanmak bilmedi ama dirençli hatunmuş! Bana mısın demedi o kadar yaraya bereye." dedi erkek olan. Benden bahsediyor olabilirler miydi?
"Sence uyanır mı Muzaffer Bey? Kaç gün oldu hakikaten iyiye gittiğine dair bir emare de göremedik." Diye cevap verdi kadın. Sesinden üzgün olduğu belli oluyordu. Bana mı üzülüyordu?
"Biz elimizden geleni yaptık Hatun gerisi Rabbimin işi. Mahir uğradı mı bugün?"
"He ya uğramaz mı? Kızcağızı bulduğundan beri sabah ayrı, akşam ayrı uğruyor. Eli kulağında gelir az sonra."
Daha fazla konuşmalarını dinlemek istemedim. Çok canım yanıyordu ses vermek istedim ama ağzımdan sözcükler yerine bir inleme çıkabildi.
"Aahh! Duydun mu sesi çıktı. Çok şükür Rabbime, gözlerini de açmış. Allahım çok şükür." diye sevinçle haykırırken kadın, erkek olan adam yüzüme doğru eğildi.
"Dur hele hanım, hanım kızım beni duyabiliyor musun?"
Ahh! duyordum ama ağzımı açacak gücüm yoktu. Çabalasam da nafile. Bir gayret gözlerimi daha fazla açmaya çalıştım. Loş ışıktan bile gözlerim kamaşıyor, görüntüler netleşemiyordu. Gözlerimi yarı açtığımda bana doğru eğilmiş fesli orta yaşlı bir adam dikkatle yüzüme bakıyordu.
Fes mi?
"Şükür gözlerini açtın kızım. Ben tabibim bu hatun da benim hanımım." Diyerek yanında bana doğru eğilmiş gülümseyerek bakan kadını işaret etti.
"Şükür, gözlerini açtın. Artık yavaş yavaş kendine gelmeye başlarsın."
Ağzımı açmaya çalıştım ama susuzluktan dudaklarım yapışmış gibiydi.
"S-su..." ne demek istediğimi anlayan doktor hanımına bir hışımla dönüp,
"Hanım şuradaki tası getir hele az su verelim kızcağıza." dedi.
Karısının telaşlı koşuşu göremezsem de duyuyordum. Büyük adımlarla neredeyse koşarak suyu aldı geldi.
Hemen yanındaki tahta kaşıkla yudum yudum Sudan verdi ağzıma erkek olan fesli adam. Ama yetmiyordu, öyle içim yanmıştı ki sanki çöllerde kalmış gibiydim. Yüz ifademden halimi anlayan adam kendini açıkladı.
"Kızım bir bakalım durumuna, Kaç gündür uyuyordun bir anda yüklenirsek alimallah zehir olur bu su sana."
Dedikten sonra arkamdaki eşine seslendi, "Hanım az tarhana kaynat, çok yağ koyma ha!" Dedi.
Adamın bana sözlerine belli belirsiz kafa salladım geriye doğru yaslanınca arkamdaki kadın da yatmama yardım etti. Sonra odadan çıktı. Kafam bir milyondu, nasıl buraya geldim, bana ne oldu annem, kardeşim neredelerdi?
Sonra yine karanlığım ele geçirdi beni. Uyku uyanıklık arası bir vaziyetteydim. Uyanamıyordum ama bazı zamanlar ilaç benzeri acı bir şeylerin ve damla damla suların ağzıma verildiğini hissediyordum.
Ama bugün ilk defa karanlığımdan daha kolay sıyrılmış, gözlerimi daha kolay açabilmiştim. Ağrı ve acı hala vardı. İnleyerek kıpırdanmaya çalıştığımda görüş açıma doktor olduğunu söyleyen adam girdi.
"Nasılsın kızım bu sabah? Daha iyisin sanki. Ağrın var mı?" diye sordu. Çok zorlanarak konuşmaya başladım.
"B-başım... B-bacağım... " kelimeler hece hece döküldü dudaklarımdan.
"Tamam, tamam yorma kendini. Şimdi hanım sana bir şeyler yedirecek. Ondan sonra ilaç yaptım onu verecem. Ama bir bacağına bakalım önce."
Ayak bileğime yakın bir yere sardığı sargıyı açıp bir şeyler sürdü ve yine yavaş bir şekilde sardığını hissettim. Ne kadar geçti bilmiyorum başımdaki ağrı yerli yerinde dururken bacağım daha iyiydi.
Elinde çorba ile nihayet doktorun karısı gelmişti. Yanıma gelip biraz başımı doğrultarak çorbayı içebileceğim bir pozisyona getirdi beni. Acı ile inlerken gözlerimi de zorla açıyordum. Burnuma gelen çorba kokusu ile aynı anda seslendi.
"Hadi aç ağzını yavrum, kursağından biraz bir şeyler geçsin. Sonra ağrını kesecek ilaç vericez sana."
Kadının uzattığı kaşığa karşı ağzımı zorla da olsa açtım. Tarhana çorbasını çok sevmesem de ağzıma bıraktığı tat öyle hoşuma gitmişti. Tekrarı için sabırsızca yeniden ağzımı açıverdim.
"Oh! hoşuna gitti değil mi? Afiyet şifa olsun." Dedi kadın sevecen bir sesle. 3 5 kaşık tan sonra gözlerimin önüne ışık geldi resmen. Artık daha iyi hissediyordum kendimi.
Kafam da az kendine gelmiş şimdi daha net her şeyi görebiliyordum. Kaldığım o da bir köy evi ya da konağı gibiydi. Büyük ama eski eşyalar vardı. Karşımdaki kadının kıyafetleri de çok farklıydı. Kapı tıklatılıp içeri fesli ve eski dönem kıyafetli doktor olduğunu söyleyen adam girince hepten bir şaşırdım. Sanki Osmanlı zamanı konulu dönem filmi içindeymişiz gibi eşyalar ve kıyafetler hep o dönemlere ait gibiydi.
"İlacı hazır, yediyse yemeğini verelim ağrısı azalır bir nebze inşallah"
Benim şaşkın ve anlamaya çalışır bakışlarım arasında ağzımı temiz bir bezle silen karısı. "Getir beyim, yedirdim dediğin kadar çorbayı. " dedi.
"Hadi aç kızım ağzını, ilacını verelim." Sorgulanacak o kadar çok şey vardı ki! Bense ne kadar şaşkın ve panik halinde olsamda içinde bulunduğum halden ötürü kendimde o sorgulamayı yapacak takati bulamıyor, ne derlerse komut alan robot gibi yerine getiriyordum.
Panik seviyem alarm veriyordu ama belli etmemek için yoğun çaba sarfediyordum. İlacı alıp yine geriye doğru bıraktım kendimi. Doktorun eşi beni yatırdı ve şefkatle yüzüme baktı.
Gözlerimi kapayarak uyuduğumu düşünmelerini istedim. Şuan ne konuşacak ne sorgulayacak halde değildim. Sakin bir şekilde düşünüp içinde bulunduğum durum için kafamda planlar kurmalıydım.
Gözümü kapattığım gibi düşünceler de beynimde dönmeye başladı. Bir film setinin ortasında değilsem kesinlikle deli bir karı kocanın evindeydim. Başka bir açıklaması olamazdı.
Pek ala yöresel kıyafet giyen insanlar da olabilirlerdi ama? İyice kafam karışmıştı. Yeni moda bir şey olabilir miydi? Günümüz dünyasında öyle değişik yaşayış şekilleri benimseyen insanlar vardı ki böyle bir akım da niye olmasındı değil mi ama?
Sorgulama işini sonraya bırakmaya karar verdim. İnsanların suyuna gidecek iyileşene kadar ters düşmeyecektim. Ama şu da bir gerçekti ki gördüğüm kadarı ile iyi insanlardı. Duyduğum kadarıyla başımı da beklemişler iyileşmem için çabalamışlardı da. Bir şey yapacak olsalar en savunmasız halimde yapmazlar mıydı?
Buraya nasıl gelmiştim?
En ilk cevabını bulmam gereken soru buydu. Ama nalet zihnimde hiç bir şey yoktu. Düşünceler beynimi fare gibi kemirirken içtiğim ilaçtan olsa gerek bilincimin kapanmaya başladığını hissediyor ve yine karanlığıma hapsolmaya doğru gidiyordum.
*****
Uykumdan yine konuşma sesleri ile uyanmıştım. Bu sefer farklı bir erkek sesi daha vardı. Gözlerimi açmadan konuşmalarını dinlemenin daha iyi olacağını düşünerek ses etmeden konuşmalarına odaklandım.
"Neden hala uyanmadı? Kimmiş, nerelerden gelmiş sormak icap eder amca? Belki bir yakını, bekleyeni var?" dedi yeni duyduğum erkek sesi.
"Valla oğlum Sabahınan uyandı lakin ağzını açıp da bişey demeye mecali yoktu. Karnını doyurup, hazır ettiğim ilacı verdim. O saattir uyuyo yavrucak." dedi doktor olduğunu söyleyen adam.
Çok kısa süren sessizlikten sonra genç olan adamın sesini duydum.
"Neyse bekleyelim bakalım. Elbet uyanacak."
Ecelden kaçış yok diyip gözlerimi bir ahh çekerek açtım. Doktor ve yanındaki adam hemen karşımda belirdiler.
Genç olan adam bakışlarını gözlerime dikmiş biraz merak biraz da endişe ile bana bakıyordu. İşin garibi onun üzerinde olan kıyafetler de çok eski dönemlere ait gibiydi. Kafayı yiyecektim neredeydim bu adamlar kimdi niye böyle giyinmişlerdi?
Gözlerimdeki sorgulamayı gören doktor ondan önce davrandı.
"Kızım iyi misin?" diye sordu rahatlatıcı bir sesle.
Artık dayanamadan doktorun sorusunu es geçip,
"Neredeyim ben, ne oldu bana?" Mecalsiz sesimle, kelimeler hece hece çıktı dudaklarımdan. Düne göre daha iyi konuşuyordum, şükür ki daha iyiydim en azından anlaşabilecektim karşımdaki bu insanlarla.
Kuyu gibi gözleri olan adam konuşmamaya and içmiş gibi gözlerini bana dikmiş pür dikkat beni izliyordu. Bir karanlıktan çıkmış başka bir karanlığa çekilir gibi bakışlarımı çekemedim ondan. Ona bakarken sorularıma cevap veren doktor oldu.
"Seni beldemizin yolu üzerinde Mahir bulmuş." Diyerek genç olan adamı işaret etti. Bakışlarımız yine birbirini bulurken ikimiz de çekmiyorduk bakışlarımızı. Benim yarı kapalı gözlerime inat onunkiler şahin gibi dikkatle gözlerime dikilmişti. Ürkütücüydü ama bir o kadar da içine çeken bir girdap gibiydi.
"Getirdiğinde başından ve bacağından yaralanmıştın, kanlar içimdeydin. 5 gündür uyuyorsun kızım. Şükür kendine geldin. Ne oldu, ne geldi başına? Bir şey hatırlıyor musun? " Bakışlarımı zor da olsa kuyu gözlü adamdan çekip doktora baktım.
"B-Been..." Diye kekeleyerek ne diyeceğimi bilemez halde kelimeler kaldı boğazımda. Çünkü gerçekten başıma ne geldiğini bilmiyordum. Kaza mı geçirmiştim arabamla ya da görevde mi başıma bir şey gelmişti?
"Hiç mi bir şey hatırlamıyorsun kızım?" doktorun sözleri ile kendi kendime düşünmeyi bıraktım. Sorularıma cevapları bulmak için önce onların benim sorularıma cevap vermeleri lazımdı. Çünkü zihnim bomboş bir tahta gibiydi. Kim olduğum nerede yaşadığım her şeyi hatırlarken buraya ne oldu da gelmiştim hatırlamıyordum.
"Ben hatırlamıyorum. Sanırım araba ile bir kaza yaptım. Başka biri var mıydı yanımda?" mecalsiz sesimle ile yavaş yavaş konuşmamın bitmesini sabırla beklediler. Sorumdan sonra sustuğumda bu sefer tok sesi ile cevap veren Mahir bey oldu.
"Yoktu hiç bir şey yanında yamacında yalnızdın." Dediğinde başımı salladım ağır ağır. Fersiz sesim ile konuşmama devam ettim.
"Çok teşekkür ederim hayatımı kurtarmışsınız. Benim acilen aileme ulaşmam lazım. Telefonunuzu kullanabilir miyim?" Diye sorduğumda bana anlamaz gözlerle baktılar. Mahir bey ne diyeceği konusunda kararsız kalmış gibi doktora baktı. Sonra doktor devam etti sorularına,
"Ailen kimdir kızım? Buralardan mı, biz haber gönderelim." dedi doktor ılımlı bir sesle. Ben ise olayı kökten çözecek çözümle karşılarına geçtim.
"Aslında ben polisim. Ulaşırsanız emniyete yardımcı olurlar." Dediğimde yine sanki İngilizce meramımı anlatıyor gibi birbirlerine baktılar. Oysa ki çok net bir şekilde derdimi anlatıp, istediğimi söylemiştim.
Beklediğim tepkiler bunlar değildi. Hele ki polis olduğunu söylediğimde işlerin benim için daha hızlı ilerleyeceğini düşünürken öyle birbirlerine bakıp kalmaları sinirlerimi daha çok bozuyordu. Sakin kalmam gerektiğini bilmeme rağmen dayanamayıp takatsiz de olsa ters ters söylendim.
"Arayın şubeyi... Ambulans ile beni de alımlar, aileme de ulaşırlar."
Mahir bey baştan beri temkinli ve ilgili iken azarlar gibi konuşmamdan ötürü bakışları lav alevi gibi tutuşmuştu. Sinirlendiğinden o da artık beklemeden ters bir şekilde cevap verdi.
"Konuşmana dikkat et hatun. İnsanlık namına sana yardım etmeye çalışıyoruz. Ne dediğini anladık, ne yerini yurdunu, ne de derdini! "
Karşımdaki adamın çıkışması bende kayışları koparsa da kendimi zor da frenlenmeyi başardım. Konuşmam artık iyiden iyiye açılmıştı. Ama yine de sesim kuvvetli çıkmıyordu.
"Bakın beyefendi. Buraya nasıl geldim, başıma ne geldi bilmiyorum ama dediğim gibi polisim ben. Arkadaşlarım muhtemelen beni arıyorlardır her yerde. Siz onlara ulaşırsanız gelip alırlar."
Kabullenmiş bir sesle,
"Tamam. Söyle nerdeler? Ben adamlarımı göndereyim." Dedi.
"Yok yok hiç zahmet etmeyin. Telefonunuzu kullanmama izin verirseniz internetten şubenin numarasını bulup ararım." Diyince yine İngilizce konuşuyorum gibi anlamaz gözlerle bana baktı.
"nefon nefon?" dedi.
"Telefon yaa, hani şu bildiğimiz... Konuştuğumuz... Yaa neden yeni bir icattan bahsediyor gibi bakıyorsunuz. Görmediniz mi hiç telefon?"
Cevap yok. Derin bir sessizlik. Yok yemin ederim aklımla oynuyorlardı. Düşman eline düşmüştüm de beni mi delirtmeye çalışıyorlardı anlamıyordum. Başka açıklaması yoktu içine düştüğüm bu saçmalığın. Kendi kendime düşünürken Mahir denilen adamın derin baktığını fark etmemke kaşlarım çatıldı. Utanmasam yüzümde bir şey mi var diyecektim. Bir şey söyleyecek gibi oldu ama vazgeçti, olduğu yerden doğrularak,
"Sen az daha dinlen, biz böyle anlaşamıyacağız." dedi sıkıntılı bir sesle.
Lan ne anlaşamıyacağız? Kafamı duvarlara vurup vurup patlatasım vardı. Daha ne kadar net ve kolay çözüm önerileri sunabilirdim?
Cevabımı beklemeden amcasına dönüp konuşmasına devam etti dağ ayısı.
"Amca, ben gidiyorum. Bir sıkıntı olursa Adem burda. O beni bulur, iletir."
Yüzüme bakıp "Selametle..." der demez çıkıverdiğinde arkasından bakakaldım. Neydi yani şimdi bu? Bu kadar zor muydu istediğim şey?
Paşa paşa sabredeceksin Leyla dedim içimden. Ah bir ayağa kalksam ah bir ayağa kalksam önce bu dağ ayısını bir güzel pataklayacaktım.
"Haydi kızım ben de çıkayım. Hacer hanımı göndereyim yanına. Az biraz ilaç hazırladım sana, ağrılarına iyi gelir. Gönderirim onunla şimdi."
Doktor bey de çıktıktan biraz sonra elinde yapma ilaçlar ile eşi girdi.
"Daha iyisin değil mi kızım? Çok şükür bu haline geldiğinde vahimdi durumun. İyisin iyi." dedi yanıma otururken.
"Çok teşekkür ederim efendim. Siz olmasaydınız bu kadar iyi olamazdım. Allah razı olsun." dediğimde gülümseyerek elindeki ilaçtan kaşıkla ağzıma uzattı. Belki bu teyze yardım edebilirdi. İyi birine benziyordu bir de burdan yürüyecektim.
"Şey Mahir bey ve eşinize de sordum ama cevap alamadım. Telefonunuzu kullanabilir miyim? Ben, ailemi arasam. Annem mahvolmuştur meraktan. "
Ben konuşurken kafası karışmış bir ifade ile yüzüme baktı.
"Kızım ne istediğini anlamadım. Muzaffer amcana dedin mi? Mahir de bilir."
Başımı iki yana salladım. Yok burdan da bana ekmek çıkmayacaktı.
"Tamam teyze, bir ayaklanayım ben bir hal çaresine bakıcam." dedim. Kimse yardım etmeye yanaşmıyordu. Bir iş vardı bunda ama bakalım çıkardı.
"Ee adın ne, de bakim hele?" dedi sevecen bir sesle. Kafamda oturtamasam da bu teyze de eşi doktor amca da iyi insanlara benziyorlar. Aradığım cevapları bulamamanın verdiği huzursuzluğu teyzenin sevecenliği geçmişti. Ben de aynı samimiyetle cevap verdim.
"Adım Leyla efendim."
"Aa Efendim ne öyle adam mıyım ben? Hacer ana derler bana civarda, sen de öyle diyebilirsin." sözlerine güldüm. Ee istiyorsa derdim, sıkıntı yoktu yani.
"Tamam madem öyle derim, Hacer ana" dedim gülümseyerek. Elindeki tepsiyi göstererek üzerindeki çorbayı karıştırmaya başladı.
"Bak sana az aşlık çorbası yaptımdı. Az iç de kuvvet olsun. Muzaffer amcan ilaç hazır etti sana yeniden akşama doğru da onu verecem. Beyim diye demiyorum şifasını bilmediği hastalık yoktur. Senin için ot toplamaya çıkıverdi şimdi de."
Bir yandan konuşuyor bir yandan da çorbadan veriyordu. Gerçekten çok güzel olmuştu. Boş midem sıcak çorba ile bayram etmişti.
"Hacer ana? Biz şimdi neredeyiz?" diye sordum.
"Bursa'dayız ya güzel kızım ." dediğinde kaşlarım çatıldı.
Bursa ne alakaydı? Şaşkınlığımı gizleyemeden sordum,
"N-ne... Ne Bursa'sı? Ama nasıl olur ben buraya nasıl geldim ki? Ben İstanbul'daydım en son."
"Ben bilmem ki kızım. Mahir bir gün geldi atının üstünde sen bayağı kötü durumdaydın. Çok korktuk, hemen Muzaffer bey baktı yaralarına işte. Kaç gündür yenice kendine geldin" dedi gerçekten halime üzülmüş gibiydi.
"Ben hiç bir şey hatırlamıyorum. Bana ne oldu niye buradayım, neden bu haldeyim? Hiç bir şey hatırlamıyorum." diye sızlanarak başımı ellerimin arasına aldım. Beynimi düşünmeye zorluyordum ama yoktu hiç bir şey, en son merkezden eve geçerken yanımda Serhat vardı ama gerisi yoktu. Hacer ana halime acımış olacak ki tuttu ellerimi başımdan ayırdı.
"Hadi yorma kendini. Mahir oğlum ile Muzaffer Bey biçaresine bakar. İstanbul'a haber salarlar. Biraz iyileş götürüp bırakırız da."
"Ya aslında telefon yok mu? Şuan beynim çalışmıyor ama polis merkezini arasanız beni alılar."
O da diğerleri gibi anlamaz ve üzgün gözlerle bana baktı.
"Dediklerini hiç anlamadım ama Mahir oğlum gelsin bulur o dediklerini."
Neden kimse anlamıyordu beni. Aslında istediğim bir telefondu sadece. Ama artık kendimi anlatmaktan yorulmuştum. Hacer ananın dediği gibi en iyisi dinlenmekti.
Yatağın içine girerek lafına geldiğimi göstermiş olmuştum. En iyisi dinlenip güç toplamaktı. Kendi kendime telkinler vermeye başladım içimden. Sen gücünü topla her şeyi hal yoluna koyacaksın diyerek teselli ederken beni bekleyen büyük şoklardan habersiz huzursuz uykunun kollarına kendimi bırakırdım.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Hadi bakalım bismillah dedik başladık. 💃
Hepinizi öpüyore😚
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
23.16k Okunma |
4.12k Oy |
1.11k Takip |
52 Bölümlü Kitap |