Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm

@mislanet

SELAAAM GENCOLAR 🥳

 

ÖNCE BİR YILDIZ ÇÖKÜVERİN BAKİM🤗

YORUMLARINIZI DA MERAK EDİYORUM.

BEĞENİYOR MUSUNUZ?

ÜÇ BEŞ BİR ŞEY KARALAYIN🤓

 

KEYİFLİ OKUMALAR ❤️

🌸🌸🌸🌸🌸

Yüksek sesle esnememle tüm başlar bana çevrildi. Sabahtan beri sürekli esneyip oraya buraya kafamı koyduğum için biraz fazla dikkat çekmişti halim.

 

"Yani abla, Mahir ağabeyim burda olsa uyutmamış gece seni diyecem de..."

 

Kamile'nin yine doğru tespiti ile panikle doğruldum yerimden "Ay ne alakası var canım şeyden esniyorum şeyden... "

 

Kaşlarını havaya kaldırmış ikisi de bana bakıyordu. Ay bunlar böyle bakınca da iyice saçmalıyordum.

"Nazardan.... Tabi ya nazardan. Yoksa ne Mahir'i ne uyutmaması. Ağzım ayrılacak şimdi, okuyun bana. "

 

"Tamam abla, biz şimdi üç gulhu bir elham okuyalım bir şeyciğin kalmaz." diyiverdi Kamile.

 

Başladılar hareretli bir şekilde okuyup okuyup üflemelere. Onlar okuyup üflerken sevdiceğim düştü aklıma.

 

Pis adam dediğini yapmış sabaha kadar uyutmamıştı beni. Ben yeter dedikçe o yetmez diyip tekrar tekrar kıvama getirmiş tekrar tekrar birbirimize karışmıştık. Sabaha karşı ben artık uykuya yenik düşmüş koynunda sızarken o da saçlarımı okşayıp defalarca beni sevdiğini fısıldamıştı. Fısıltıları ninni gibi beni uykunun derinliklerine doğru çekerken farkında olmadığım bir zamanda Mahir de çıkıp gitmişti.

 

Sabah onun tarafının boş olduğunu hissetmemle özlem yeniden peydah olmuştu yüreğimde. Sanki bütün gece birlikte değilmişiz gibi sanki birbirimize defalarca karışmamış gibi. Yatakta oturup biraz da onun için ağlamıştım.

 

Tekrar kocaman esnememle okuması biten Kamile sazı aldı eline.

 

"Mahir ağabeyden olmadığı kesin canım, dolabın içinde falan saklanayamacağına göre."

 

Bu kızlar çok fenaydı Mahir burada olsa dillerinden düşmezdik kesin. Ayşe ters ters baktı Kamile'ye.

 

"Hadi abla az uzan istersen sen."

 

Valla hiç hayır diyemeyecektim. Başımı sallayarak ayağa kalktım, "Ben biraz uzanayım kızlar. Siz keyfinize bakın."

 

"Tamam abla yemek hazır olunca seni uyandırırız." Dedi Ayşe

 

Gülümseyerek öpücük attım, yattığım odaya doğru yöneldim.

 

Odaya girdiğimde dün gecenin sahneleri gözümün önünden geçti. Gerçekten konu birbirimiz olunca iki doyumsuza dönüyorduk.

 

Üzerimdeki hırkayı çıkardım, yatağın örtüsünü açarken eğildiğimde sızlayan vücudumla biraz hareketsiz kalsamda kendimi yatağa atabildim.

 

"Hayvan herif buldozer gibi geçtin üstümden."

 

Sen hiç istemedin tabi! Adamı kuruttun kuruttun.

 

Şuan bile onu istemem normal miydi? Hey Yarabbim biz bu azgınlıkla 7 8 buluruz.

 

10 dan aşağısı kesmez sizi.

 

"Bebeğim! Babanın senden haberi olduğunda ne kadar mutlu olacak. Şu pislikten bir kurtulalım hemen verelim haberini."

 

Gözlerim dolu dolu tavana kaldırdım bakışlarımı. Ağlamak istemiyordum artık. Bir bilinmezlik içerisinde debeleniyor, yoktan yere hasret çekiyorduk. Ya bu iş çözülmezse ya suç onun üstüne kalırsa diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Yatağın içine iyice girip yorganı üzerime çektim. Göz yaşlarımı silerek karnıma sıkıca sarıldım.

 

Her şey düzelecek, biz üçümüz mutlu güzel bir aile olacaktık. Tüm kalbimle dualarımı sıraladım Rabbime.

 

*****

 

Avludan gelen bağırış sesleri ile uykumdan sıçrayarak uyandım. Bir an nerede olduğumu anlayamadım. Akşam olmak üzereydi ki, içerisi de hafif kararmıştı. Sesler artmaya başladıkça hemen olduğum yerden toparlanıp üstümü başımı düzelttim. Yatmadan çıkardığım hırkayı da bir hışımla üstüme alıp odadan çıktım.

 

Mahir'e bir şey olduğu düşüncesi ile daha da hızlandım. Birer ikişer indiğim merdivenlerden sonra avlunun çıkış kapısında Halis bey ile evi koruyan adamlar onların tam karşıda da daha önce dere kenarında gördüğüm adam vardı. O da arkasındaki adamları ile hayli kalabalık şekilde gelmiş tartışıyorlardı.

 

"Halis bey, Mahir'i nerde saklıyorsan bulacağım. O zaman feriştahı gelse alamaz benden kimse onu. Yaptığının bedelini ödeyecek kardeşimin kanı yerde kalamayacak."

 

Ölen adam, bu adamın kardeşi miydi yani?

 

"Cihan, topla adamlarını git buradan. Mahir yok! İster inan ister inanma ama kardeşinin katili Mahir değil. Birilerinin lafıyla benim oğlumu katil ilan edemezsin."

 

Halis beyin sözleri üzerine kaşları havalanarak alayvari bir şekilde güldü.

 

"Senin oğlun bir katil, önce Kazım sonra Ferhat..."

 

"Nee..." Diye sadece benim duyabileceğim bir sesle fısıldadım. Cihan denilen adam bütün hiddeti ve öfkesiyle konuşmasına devam etti.

 

"Benim kardeşim dün gece can çekişerek öldü. O yemekte kiminle ters düştüyse sırayla yok edi..."

 

"Kardeşini öldüren Mahir değil."

 

Sesimle bütün gözler bana döndü. Cihan denilen adam ise arsız bakışları ile kardeşinin ölmesine üzülen bir ağabey görüntüsünden çok uzaktı.

 

"Oo... Mahir beyin güzel hatunu da buradaymış."

 

Sözlerine delici bakışlarım ile karşılık verirken Adem bir hışımla yanıma gelerek önüme geçti. Adem'e küçümseyici bir bakış atarak, "Biz beyin gibi katil değiliz hele ki bir kadına asla elimiz kalkmaz."

 

Adem'in yaptığı harekete ve Cihan'ın gereksiz konuşmasına göz devirecek bir adım yana geçtim.

 

"Mahir tüm gece buradaydı, senin kardeşini her kim öldürdüyse suçu Mahir'in üzerine yıkmak istiyor anlaşılan."

 

Sözlerim ile yüzündeki alaycı bakış sertleşti.

 

"Yalan söylüyorsun, kardeşimi o öldürdü."

 

Umursamaz şekilde omuzlarımı silktim. "İnanıp inanmamak sana kalmış. Ben gibi buradaki tüm adamları da onun dün gece burada olduğunu biliyor."

 

Sözlerimin üzerine hiç bir adamının ağzından tersi bir söz çıkmadı. Bir nevi sözsüz tasdik etmişlerdi beni.

 

"Ne malum doğru söylediğin hatun. Pek ala kocanı korumak için de söylemiş olabilirsin."

 

Açıp boynunu boğazını göster kesin inanır.

 

Adam tüm gece yedi bitirdi ispatı benim de.

 

Yiğidim tüm gece benimleydi bunlar da mühürleri de diyebilirsin.

 

Ay açıp gösterecem yani onu istiyo. Hiç inandırmaya çalışamayacaktım bu dangalağı.

 

"Kendin bilirsin, sen burada oyalanırken kardeşini öldüren kaçıp gitmiştir bile."

 

Umursamazca kurduğum cümle onu sinirlendirmişti. Bakışlarını gözlerime dikti, sinirlendiği kararmış havaya rağmen gözlerinden belli oluyordu.

 

"Kardeşimi Mahir öldürdü." Dişlerini sıkarak tane tane üzerine basarak tekrar etti sözlerini. Böyle konuştuğunda ikna edici olduğunu mu düşünüyordu?

 

Adem'in in sağından geçip adamın tam karşısında, Halis beyin yanına geçtim.

 

"Ben de sana o öldürmedi diyorum. Varsa elinde kanıtın konuş yoksa terket evimin önünü."

 

Cüretim karşısında bir an şaşırsa da bendeki potansiyeli bildiğinde gözlerini sinirle devirerek geri çekildi

 

"Bu olay burada bitmedi! Er ya da geç onun yaptığını ispatlayacağım."

 

Başımı salladım usul usul elimle kapıyı gösterdim, " İspatla bakalım ispatlayabileceksen." Arkasını dönecekken söylediklerimle durdu olduğu yerde.

 

"Tabi olayı kendinin kurguladığı ipuçları ile Mahir'in üstüne yıkamaya çalılıyorsan o ayrı." Hışımla bana döndü.

 

Halis bey hemen önüme geçse de onun da arkasından çıkıp meydan okuyan bakışlarımı diktim gözlerine. Kaşınıyorsa kaşırdım.

 

"S-sen ne demek istiyorsun hatun! Kendi kardeşimi kendim mi öldürdüm?"

 

Diye kükredi, bağırarak haklı çıkmaya çalışıyor, yaptığım suçlamaya karşı savunmaya geçmişti.

 

"Bilmem, neden olmasın? Miras, aile reisliği, ters düşme pek ala kardeşini ortadan kaldırmış suçu da aranan bir suçlu olan Mahir'in üzerine atarak bir taşla iki kuş vurmuş olabilirsin."

 

Her bir kelimemde gözlerindeki yangın büyüdü. Konuşmamı bitirmem ile beklemediğim bir şekilde büyük ve ürkütücü bir kahkaha atmış herkesi şaşırmıştı.

 

Hiç istifimi bozmadan yüzümde sinir bozucu bir gülümseme ile kahkahasının bitmesini bekliyordum.

 

"Sen, sen nasıl bir kafadasın. Neler yazdın öyle ayak üstü." Omuzlarımı indirip kaldırdım

 

"Mesleki deformasyon diyelim."

 

"Nee nee?" anlamaz şekilde bakmasına elimi salladım boş ver der gibi.

 

"Boş ver gitsin, anlatsam da anlamazsın. Neyse uzadı bu muhabbet. Dediklerinin hiç biri doğru değil, ha uzatırsan bu mevzuyu biz de uzatırız bilmem anlatabildim mi?"

 

Başını usul usul salladı ama anlamış gibi değil de daha çok görüşeceğiz gibi.

Görüşelim bakalım Cihan bey.

 

Cihan bey adamları ile ayrıldığında Halis bey beğeni dolu bakışlarıyla bana baktı.

 

"Mahir efendinin sana iki güne neden deli divane olduğu belli. Tam kendi kalıbında hatunu bulmuş meğer."

 

Ne sandın bey baba! Torosla geldik diye civata mı sandındı sen bizi?

 

Hayda rinna rinna rinna rinanay

 

Arka fonda deli yürek iç sesimde toroslu cesur yürek nağmeleri olsa da utanmış gibi bakışlarımı kaçırdım.

 

Poz çeeek!

 

Çok kısa süren sessizlikten sonra konuşmasına devam etti.

 

"Demek Mahir bey geldi akşam." Başımı salladım usul usul.

 

"Evet geldi ama sabaha karşı çıktı gitti."

 

"Neredeymiş peki?"

 

Başımı iki yana sallayarak, "Nereye gittiğini de söylemedi. Sadece bu işi halledeceğini merak etmememi söyledi." dediğimde benden çektiği bakışları Adem'e çevirdi.

 

"Adem evladım ben demedim mi bana haber verin hemen Mahir geldiğinde " diye çıkıştığı Adem mahçup bir şekilde başını eğdi.

 

"Beyim, Mahir beyim kimseye bir şey dememizi tembihledi. Kusura bakmayasın beyim ne derse o bizim için."

 

"Öyle olsun bakalım." bozulmuştu ama sorgulamadı daha fazla.

 

Adem'den çektiği bakışlarını bana çevirerek bulunduğum yere doğru yaklaştı. Tam karşıma geldiğinde ses tonunu düşürerek,

 

"Kızım biliyorum iyi tanışmadık ama beni kötü bilmeyesin. Oğlumun sevdiği, eşi olan kadın benim de kızımdır. Bir ihtiyacın olursa ne olur çekinme. Hem..." durdu ne diyeceğini bilemez gibi eliyle alnını kaşıyacak çekinerek karnıma bakıp bakışlarını yüzüme çıkardı.

 

"Rabbim hayırlı etsin torun geliyormuş, Hacer dedi." Yine durdu yanlış duymuyorsam koca adamın sesi titriyordu. Acı dolu bir gülüş peydah oldu dudaklarında.

 

"Beni öyle mutlu ettin ki! Cahillik edip oğluma iyi babalık yapamadım. Fark ettiğimde ise çoktan gitmişti benden. Sen ona yuva olmuşsun. Ben çok mutluyum sizin adınıza. Gölge düşürecek kimseyi de yanaştırmam bilesin. "

 

Mukaddes cadısından bahsediyordu. Ben ona öyle bir kara gölge olacaktım ki. Ama vakti vardı. Sustum devam etmesini bekledim.

 

"Ben bir şeyleri düzeltmek istiyorum. Yardımına ihtiyacım var bu yaşlı ve pişman adama yardım eder misin?"

 

Bir zamanların genç ve hızlısı götürmüş malları, ayak çukurda olmuş yaşlı ve pişman

 

Son benzetmesine bir an gülesim gelse de dudaklarımı sıkıca yumdum başımı salladım sadece.

 

"Ben baba oğul arasına giremem. Çünkü ortada yaşanmışlıklar, kırgınlıklar var. Ama adım atmaktan vazgeçmeyin. Mahir'in gönlü çok geniştir. Unutmaz bir şeyleri ama siz telafi etmek için samimi iseniz de bir şeyleri gömer içine o da adım atar."

 

Başını sallayıp omzuma bir kaç kez yavaşça vurup, "Dediklerini unutmayacağım, sen de benim dediklerimi unutma. Bir ihtiyacın olursa her zaman elimden ne geliyorsa yapmaya hazırım. Haydi selametle." Diyerek kapıya doğru ilerledi.

 

Halis bey çıkar çıkmaz evin cumbalı balkona benzeyen kısmından kızların alkış ve tezahüratlarıyla oraya döndüm. Olayın başından beri orda olduklarını yeni anlamıştım.

 

"Yürü beee ablaların hası!"

 

"Mahir'in hatunu da böyle olur!"

 

" Adamı öyle morartırlar!"

 

"Sen kim köpeksin acaba?"

 

Art arda sıraladıkları tezahüratları başımı iki yana sallayarak, "Geçin içeri şebekler geliyorum."

 

Sözlerimle gülerek Pencereyi kapatıp içeri geçtiklerinde Adem'e doğru yöneldim. Kendisine doğru geldiğimi gören Adem bakışlarını az önce kızların baktığı camdan çekip olduğu yerde hazır ol vaziyetine geçti.

 

"Adem, akşam herkes uyuduktan sonra beni Mahir'in olduğu yere götüreceksin."

 

"Hanımım ben bilmi..."

 

Elimi kaldırarak susturdum onu. Az daha yanaşıp fısıldayarak devam ettim.

 

"Sana nerde diye sormadım? Beyin neredeyse beni ona götüreceksin dedim. İkimizde yerini bildiğini biliyoruz değil mi?" doğrulup tam karşısına geçtiğimde bir kaşımı kaldırıp başımı salladım cevabını beklediğimi gösterir gibi. Sözlerimi ikiletmedi başını salladı ağır ağır.

 

"Akşam görüşürüz." Sessiz talimatıma yine başını salladı. Çok durmadan yukarıya kızların yanına çıktım.

 

İçeriye girdiğimde tüm başlar bana döndü.

 

"Ay abla ne yaptın öyle adamın rengi alardı da alardı." Dedi Kamile

 

"Abla valla çok doğru yere parmak bastın. Bu Cihan beyin kardeşini günahı kadar sevmediğini cümle alem biliyo da sen nerden biliyorsun onu anlamadım. Bilerek mi o damarına bastın?"

 

Ayşe'nin sorusuna cevap vermeden önce içimden kendimi tebrik ettim.

 

"Aslında yem attım, sadece tavırlarından kardeşi ölmüş birini yıkılmışlığını görmedim desem doğru olur. Yine de şansımı deneyip oradan yürümek istedim. Demek doğru yere parmak bastım."

 

"Valla bize çok uzaklar ama bilmeyen yoktur. Kardeşi Ferhat, ağabeyinden de beter. Her halt vardı onda. Yani Allah günah yazmasın iyi ki de ölmüş gebermiş."

 

"Kız sus deme öyle günahtır. Ölmüş gitmiş." Diye uyaran Selvi bizim kızlara göre daha iyi niyetliydi.

 

"Ay niye demeyecek mişim? Dünya bir pislikten kurtardı." Böyle insanların ölmesine ben de Ayşe gibi gram üzülmüyordum.

 

"Bu Cihan'ın başka kardeşi var mıydı peki?" diye sorduğumda bir süre düşündüler.

 

"Valla benim bildiğim ablası ile 2 de bacısı var. Bir de bu Ferhat vardı işte. Şimdi tek kaldı mal mülk de hep buna kalır artık."

 

Başımı salladım anladım der gibi, daha fazla konuşmak istemiyordum Cihan'dı Ferhat'tı içimi karartmışlardı. Ölümüz birken iki olmuş, dert halkamıza bir yenisi daha eklenmişti.

 

O sırada kızların ellerinde olan el işleri yenice fark etmiştim.

 

"Ay bunlar nee?"

 

Ellerini kaldırıp sırıtarak gösterdiler.

 

"Bebeğimize, bak ben yelek örüyorum." Dedi kamile gülümseyerek.

 

"Ben de patik." Diye gösterdi Ayşe.

 

"Ben de yelek ben de.. " Diye ekledi Selvi.

 

Gözlerim doldu yine en ihtiyacım olduğu anlarda bu kızlar bana birer kardeş, yaralarıma ise merhem oluyorlardı.

 

"Gelin kız buraya!" Diyerek kollarımı açtım. Gözlerim dolu dolu kocaman sarıldım. Biz böyle aşk kuşları gibi sarılırken kapı açıldı.

 

İçeriye Hacer Ana ile Zarife babaanne girdiğinde bir an şaşırsam da hemen ayaklanıp yanlarına gittim. Eline uzanıp öperken,

 

"Hoş geldiniz Zarife Nene." Dememle elime vurdu.

 

"O ne öyle nene diyeceksin sede demedim mi sana ben." yüzümü buruşturup gözlerimi yumdum.

 

" Şey Nene tabi ya bir anda öyle çıktı ağzımdan."

 

Sözlerime cevap vermeden geçti baş köşeye oturdu. Bende Hacer anaya da hoş geldin demek için dönüp sıkıca sarıldım.

 

"İyisin değil mi yavrum? Ağrın sızın yok inşallah. " diye sessizce sarılırken sordu.

 

Geri çekilip gülümseyerek baktım yüzüne. "İyiyim ana daha iyi olacağız inşallah." Dediğimde gülerek omzumu sıvazladı. "İnşallah yavrum inşallah."

 

"Ee hadi orada dikelmeyi bırakın. Gel bakim yamacıma küçük gelin." Diye çıkıştı pek sevimli ton ton bebemiz.

 

Burada küçük gelin ben oluyordum. Pıtı pıtı yanına geçip oturdum. Oturmamla omzuma elini atması bir oldu.

 

"Maşallah maşallah dedesi gibi hızlı çıktı Mahirim de. Koymuş bebeyi karnına."

 

Sözleriyle ilk bir an sessizlik olsa da kızlar patlattı kahkahayı. Hacer ana onaylamaz şekilde başını sallarken

 

"Ana yüzü açılmamış kızların yanında konuşma şu mevzuları."

 

Valla hiç uyarıyı dinleyecek göz yoktu bu süper babannede.

 

"Sen bakma bunlara böyle yüzü açılmamış olduklarına ne şam şeytanları onlar. Bilmedikleri halt yok. Oysa biz öyle miydik? Valla koynuna girdiğim gece gördüm adamı."

 

"Amaan korkmadın mı hiç nene? Ben hayatta öyle bir şey istemem."

 

Ayşe'nin lafından sonra Hacer Ana kolunu çimdikledi.

 

"Almayım ayağımın altına edepsiz seni! nasıl konuşuyorsun büyüklerinin yanında?"

 

"Uf anne yaa acıttın, nenem konuşuyo ona ayıp yok." Kolunu ovarken bir yandan da laf yetiştiriyordu.

 

"Sus edepsiz! Ana konuşma şunların yanında sonra ayarları bozuluyor."

 

"Aman bir şeycikler olmaz. Öğrensinler, biz bilmedik. Beni nasıl kandırdılar kocan kambur, gözü şaşı, boyu kısa. Gelin geldim gözümden yaş eksilmedi. Babam beni kime verdi diye göz yaşı döktüm. Millet de anamdan ayrıldım diye ağladım sandıydı."

 

"Sonra ne oldu öyle miymiş büyük bey?" diye sordu Selvi.

 

"Yok be! Bir tane Hamiyet vardı o bilirmiş Mahirimi." Demek beyim ismini dedesinden almıştı.

 

"Çekemediğinden gider ayak beni kör kuyalara atmış zilli. Mezarında ters dönsün inşallah." Demeyi de ihmal etmedi. Hamiyet teyze yunan yapmaz senin yaptığını.

 

"Ee sonra ne oldu?" diye ben sordum bu sefer merak ediyordum ilk karşılaşmalarını.

 

"Ben ağlarken odaya girdi. Korkumdan gözlerimi yumdum. Kafamda kurduğum adamın karşımda olduğunu düşünerek daha da sıktım kendimi. Sonra duvağımı açtı çenemden tuttu narince yüzümü kaldırdı. "

 

Hepimiz film izler gibi pür dikkat Zarife neneye bakıyorduk.

 

"Gözlerimi açtığım gibi karşımda yağız, eli yüzü düzgün bir delikanlıyı görünce sıçrayıverdim."

 

"Yani arkadaşların seni kandırmış mı?"

 

"Ay yeni mi anladın Selvi? Mahir dedem çok yiğit adamdı. Tabi ki de kandırmışlar." Dedi Ayşe.

 

"He ya kandırmışlar. Ben sıçrayınca güldü. Sonra yüz görümlüğümü taktı. Tabi ben öyle bakakaldım yüzüne. Ne beklerken ne bulmuştum."

 

"Ee sonra ne oldu nene?"

 

"Gelin güvey bir arada olunca ne oluyorsa o." Diyince bastık kahkahayı.

 

"Ee dedem seni önceden görmüş mü peki?"

 

"Görmez olur mu? Bana vurukmuş meğer benim haberim bile yoktu. Yaşı küçük deseler de laf dinletememişler. İyi ki de dinlememiş. Rabbim nur içinde yatırsın. Burada ayrıldık ahirette ayırmasın."

 

Amin diye mırıldandı herkes. Eğlenceli konuşmamızın sonu Mahir dedenin vefat etmiş olması ile buruk bitmişti . Zarife nene elimi tutarak ona bakmamı sağladı.

 

"Mahirimin de sadece adı değil kendisi de tıpkı dedesi gibidir. Ondan bir ayrı severim onu. Sen sıkmayasın canını Allah'ın izni ile bu kötü günleriniz de geride kalacak yavrum." Diyince gözlerim doldu.

 

"İnşallah." diye mırıldandım.

 

"Ee koca gelin hani sofra? Acıktık yaa hazırlayın hele sofrayı." Diyince ayaklanacakken beni oturttu.

 

"Onlar halleder şimdi. Horoz kestimdi sana. Onu da suya koyun kanı çıksın iyice Hacer, yarın pişirin de yavrumu yavrusuna şifa olsun."

 

Hacer Ana ve kızlar hemen ayaklandı. Zaten Lütfiye abla yemekleri hazır etmişti. Zarife nene ve kızların da etkisi ile neşe içinde yemeklerimizi yedik.

 

Tabi kızların Cihan beye posta koyarken dün gece Mahir buradaydı dememi duymuş olmaları da akşamın en çok malzeme veren konusu oldu.

 

"Biz de diyoruz ablam niye böyle yorgun. Niye olduğu belli oldu?"

 

"Mahir ağabeyim uyutmamış belli ki!"

 

Hacer ananın ve Zarife nenenin namaza kalkmış olmaları ile akşamdan beri imayla takılmalar artık açık konuşmaya dönmüştü.

 

"Konuştuk kızım! O kadar meselenin içinde ne yapmış olabiliriz acaba?"

 

Şehirlere bombalar yağardı her gece

 

Biz durmadan sevişirdik.

 

Valla Ahmet Kaya bu şarkıyı bize yazmış olabilirdi. Hiç bir durum libidomuzun düşmesine engel değildi. Zaten başrollerden biri olarak yangında saç tarayan ben olunca bunun tersi düşünülemezdi.

 

"Hee gerdanındaki morluklarda öyle diyordu. Yeme bizi abla!"

 

Hemen ellerimi gerdanıma attım başımı eğip bakmaya çalıştım. Sıcaktan farketmeden boğazıma kadar düğmeli elbiseyi açmıştım. Bakınca göremesem de konu yamyam Mahir olunca oralarda bir yerler de izlerinin olması muhtemeldi.

 

"Edepsiz! Sana ne acaba kocam değil mi? iki koklaşıp öpüşemez miyiz?"

 

"Tabi ki canım zaten insanlar niye evlenir? Şapmak için."

 

Ayşe'nin sözlerine kaşlarımı kaldırıp ağzımdan bir nefeslik gülme çıktı.

 

"Evlilikten bunu mu anlıyorsun sen yani?"

 

"Yok canım çocuk da yapılıyor, ııım sonra aynı evi tarlanın işini birlikte yapıyorsun falan." Diye devam etti Kamile.

 

Kafamı iki yana salladım. Daha çocuktu bunlar ama işin acı tarafı muhtemelen benim yaşıma geldiklerinde de onları anlayan seven bir eşe denk gelmezlerse evlilik karşılıklı görevden hatta sadece kadının sırtlandığı bir sorumluktan ibaret olacakdı.

 

"Kızlar aslında evlilik ne ihtiyaç için ne de işler yürüsün diye yapılan bir şeydir. İki insanın hayatını birleştirmesidir. Aynı hayatın onlara getirdiği sevinci, hüznü birlikte yaşayarak bir olmalarıdır. Diğer türlüsü olursa evlilik anlamı olan bir müessese olmaz."

 

Dediklerimden sonra bir sessizlik oldu. Anlaşılmış olmayı diledim ama Kamile'nin lafı ile bu dileğimi gerçekleşmediğini anlamış oldum.

 

"Sonuç olarak tarlaya birlikte mi gideceğiz?"

 

Ağlar gibi başımı yukarıya kaldırdım. Ayşe benden önce müdahale de bulundu. Kafasına vurup, "Gerizekalı sen tuvalete de birlikte git." Dedi.

 

Hacer ananın içeriye girmesi ile konu otomatikmen kapanmıştı. Zarife nenenin yan oda da çoktan uyuduğunu söyleyip kızları da alıp kendi kaldıkları odaya götürdü.

 

Herkesin yattığından emin olduktan sonra üzerime iyice kamufle olabileceğim kıyafet ararken yüklüğün içinde kalın çarşafa benzeyen uzun pelerin gibi bir hırka buldum . Yine bulduğum siyah başörtüsü ile başımı iyice kapatıp ucunu da yüzüme peçe olacak şekilde uzunca bıraktım.

 

Ağır ve dikkatli adımlar ile aşağıya indiğim de Adem'in kapıda 3 adamla konuştuğunu gördüm. Bunlar evin güvenliğinden sorumlu adamlardı.

 

Beni gördüğünde onlarda ayrılıp yanıma geldi.

 

"Atlar hazır hanımım. Beyime haber veremedim gündüz. Görünce inşallah bir posta da bundan dolayı dayak yemem."

 

"Yemezsin yemezsin! Hem ben senin daha Selvi ile başını bağlıca. Bu yaptığın iyilikler yarın sana yol, köprü, su olarak geri dönecek."

 

Sözlerim hoşuna gitmiş olacak ki gülümseyerek başını iki yana salladı.

 

"Sağ salim seni şu eve geri getireyim de başka bir şey istemiyorum şuan hanımım."

 

Kaşlarımı öyle mi der gibi kaldırarak başımı salladım.

 

"Selvi duymasın bu isteksizliğini. " Hemen panikle başını ve ellerini iki yana salladı.

 

"Yok yok hanımım Selvi ile evlenmek şu dünya da isteyeceğim en önemli şey. Ben onu şuan sıkıntıdan söyledim. Deme sakın valla süründürür beni, bakmaz yüzüme."

 

Kıkırdayarak ağzını kapadım. "Bak sen bizim Selvi'ye mum etmiş koca adamı."

 

"Hem de ne mum!"

 

"Hadi hadi konuşmaya daldık. Mahiri görmem lazım acil." Anlamak ister gibi baktı gözlerime.

 

"Bir şey yok değil mi hanımım?" gözlerimi devirdim.

 

"Yok adem yok. Hadi bir şeyi de bilme." Sözlerimle başını salladı düştü önüme.

 

Atların olduğu yere gittiğimiz de atım akcanın yanına geçerek önce başını okşadım. Hemen tepki vererek başını ellerime sürttü. Ben de alnımı onun başına sürterek karışıklık verdim.

 

"Hadi bakalım kızım beni babana götür."

 

Diyerek fısıldadım. Alnına küçük bir öpücük kondurarak geri çekildim. Adem de atların eyer takımlarını yerleştirdi.

 

"Hazır hanımım, binebilecek misin?"

 

Akcanın yanına gelip bir anda zıplayarak üzerine bindim. Adem gözlerini devirdi.

 

"Valla bir şeyi de yapma, dişimi kıracam."

 

" İyi hadi dişlerin sağlam kalacak. Bin bakalım gidelim hemen." Adem önde ben arkada temkinli bir şekilde Mahir'in olduğu yere kadar ağır ağır ilerledik.

 

Ormanın içinde zifiri karanlıkta Adem'in elinde meşale benim elimde gaz lambası çok sürmeden bir barakaya geldik.

 

Atları barakanın önüne doğru sürdüğümüzde barakadan elinde hançeri ile çıkan Mahir şaşkındı. Hançeri yerine takıp yanıma hızlıca gelerek beni attan indirdi. Etrafa temkinli bakışlar atarak Adem'e baktı. Sinirli miydi sanki?

 

Adem, sözsüz anlaşmalarından ne anladıysa hızlıca indi atından ve hemen önündeki ağaca bağladı ve barakanın arkasında doğru ilerledi.

 

"Yavrum ne işin var burada?"

 

"Ben seni çok özledim, duramadım. Adem'e kızma sakın zorla getirdi beni."

 

Erkeksi bir şekilde gülerek tekrar sarıldı bana.

 

"Ahh ahh ben senle ne yapacağım. Çok tehlikeli buraya gelmen. Ya bir şey olsaydı yolda sana."

 

Nazlı modumu aktifleyip omuzlarımı silktim. Burnumu kaldırıp gözlerimi kısarak meydan okur gibi baktım.

 

"Ya kalede yaşayan prensesle evlenmiş gibi konuşuyosun." Burnuma bir fiske atıp, "Serseri, gel buraya." Diyip sıkıca sarıldı.

 

Alnıma bir öpücük kondurduktan sonra geri çekilerek elimi tuttu. Barakaya doğru ilerlerken 4 5 tane atlının bize doğru hızla yaklaştıklarını gördük.

 

"Allah kahretsin." Mahir hemen beni arkasına alarak kınındaki hançeri çıkardı. Sesler duyan Adem ve yenice gördüğüm beş adamda onunla birlikte ortaya çıkarak önümüze geçtiler.

 

Gelenler Cihan ve adamlarıydı.

 

"Bakım burada kimler var." Diyerek kahkaha attı Cihan.

 

"Ne istiyorsun Cihan?" atından inip tam karşımıza geçti. Gözleri bir an beni buldu sonrasında tekrar Mahir'e baktı.

 

" Kardeşimin kanını."

 

"Git belanı başka bir yerde ara Cihan, kardeşini ben öldürmedim." Mahir'in hiddetli sözleri Cihan'a etki etmiyordu. Yüzünde sinir bozucu gülümsemesi ile sözlerine devam etti.

 

"Belamı bulmaya değil bela olmaya geldim. Hem neydi o bugün hatunun bir laf demişti." Gözleri yine beni buldu sinir bozucu gülümseyişi yüzündeydi. Çenesini kaşıyıp yalandan düşünür gibi yaptı.

 

"Hah buldum, bir taşla iki kuş. Hem başıma bela olmaktan başka bir şeye yaramayan kardeş bozuntusundan hem de ezeli düşmanımdan aynı anda kurtulacağım. Muazzam bir denk geliş değil mi?" demesiyle arkasında adamları hayvanların böğürmesi gibi kahkaha attılar.

 

Cihanın elini kaldırmasıyla kahkahaları kesildi. Beni işaret ederek,

 

"Yamanmış hatunun, olayı hemen çözdü. Şanslı adamsın Mahir hep öyleydin ama bu sefer şansın buraya kadar. Seni ortadan kaldırınca her şeyinin üzerine konacağım gibi hatunun da üzeri..." diyemeden Mahir'in yakasından tutup sert şekilde kafa atmasıyla yere yığıldı. Adamları hemen önüne geçmiş Mahir'i zaptetmeye çalışıyorlardı.

 

"Sikerim lan seni. Ona değen gözlerini oyar, ellerini ayaklarını budarım." Mahir'in avazı çıktığı kadar bağırması çok da etkilememiş Cihan'ı. Yattığı yerden doğrulup burnundan akan kanı kabaca silip yüzüne yine o sinir bozucu gülümsemesi ile konuşmaya devam etti.

 

"Ölüler o dediğini yapamaz. Çıkın ortaya!" diye bağırdığında daha yenice fark ettiğimiz 10 atlı daha ortaya çıktı. Gözlerim korku ile büyüdü. Çok fazlalardı ve biz sadece 8 kişiydik.

 

"Buradan anca ölünüz çıkar."

 

"Dene bakalım kimim ölüsü çıkacak." Mahir elimden tuttuğu gibi beni barakanın içine soktu ve kapıyı kapadı. Odanın ortasındaki halıyı kaldırdığımda bir tünel kapağı çıktı karışımıza. Kapağı tutup kaldırıp,

 

"Esra, burası ormana çıkıyor, koş ve ne olursa olsun koru kendini. Ben geleceğim yanına söz." Diyerek elindeki hançeri bana verdi. Adem ile beş adam dışarıda vuruşmaya başlamıştı sesleri geliyordu kapının önünden.

 

Başımı salladım iki yana "Olmaz, hayatta olmaz." Alnını alnıma dayadı.

 

"Esram, yalvarırım dediğimi yap. Sen burada olursan dikkatimi veremem. Geleceğim söz."

 

Göz yaşlarımla başımı sallayarak dudaklarına bir öpücük bıraktım. Titreyen sesimle,

 

"Söz verdin bak geleceksin sapasağlam." Alnımdan öperek uzaklaştı.

 

"Söz, hadi ne olursun geleceğim sana. Çık git buradan." Kulubenin içini aydınlatan gaz lambalarından birini elime tutuşturup tünelin kapağını üzerime örttü.

 

Sık sık arkama bakarak ve ağlayarak hızlıca tünelin çıkışına doğru ilerlerken içimden bildiğim tüm duaları okuyordum. Mahir sözünü tutmalıydı, sağsalim bana ve bebeğimize gelmeliydi. Yoksa hayatta affetmezdim onu.

 

Ne hayal ederken neler yaşamıştık. Oysa ona bebeğimizin müjdesini vermek için gelmiştim. Gelmez olaydım.

 

Bitmeyen tünel ile sinirlerim daha da bozulmuş, yoğun stres ve adrenalin yüzünden nefesim kesilmişti. Kendimi tünelin topraklı zemine bırakarak ellerimle yere vura vura çocuklar gibi ağlamaya başladım.

 

"Allah kahretsin! Allah kahretsin!"

 

Başımı kaldırıp tünelin görünmeyen çıkışına baktım. Buradan acilen çıkmam lazımdı. Belki çoktan tüneli farketmiş, peşime düşmüş bile olabilirlerdi. Elime karnıma atarak,

 

"Hadi bebeğim! Baban bize gelecek söz verdi. Baban onurlu bir adam, sözlerini tutar."

 

Durmadan akan gözyaşlarımı silerek görüş açımı netleştirdikten sonra tekrar koşmaya devam ettim.

 

Tünelin çıkışına geldiğimde temkinli bir şekilde kapısını açarak dışarıya çıkmayı başarmıştım. O kadar çok koşmuştum ki nefes alamamaktan ciğerlerim sızlıyordu.

 

Dışarı çıktığım da ortalık öyle zifiri karanlıktı ki gaz lambası bile aydınlatmıyordu. Başımdaki baş örtüsünü çıkarıp gaz lambasının üzerine kapattım. Işıktan dolayı açık bir av olmak istemiyordum.

 

Elimde hançer ile göremediğim karanlıkta bir hareketlilik var mı diye pür dikkat etrafa bakıyordum.

 

Ne kadar o vaziyette bekledim bilmiyordum. Tüm vücudum kaskatı kesilmişti ama milim kımıldamıyordum. Yabani hayvan sesleri ve hafif esen rüzgarla sallanan ağaçların yaprakları dışında ses yoktu etrafta.

 

Nefesimi dahi öyle sessiz alıp veriyordum ki ormanın içinden ya da tünelden gelebilecek herhangi bir sesi kaçırmak istemiyordum.

 

Bir süre sonra ormanın içinden gelen nal sesleri ile yaslandığım ağaçtan doğruldum. Sesin nereden geldiğini anlamaya çalışırken sesler git gide yaklaşıyordu.

 

Uzaktan yakalaşan bir ışık gördüğümde hemen ağacın arkasına saklandım ve gelen kişinin görüş açıma girmesini beklemeye koyuldum.

 

Gelen kişi görüş açıma girdiğinde Mahir olduğunu görmem ile olduğum yerden sevinçle çıkmam bir oldu.

 

Dikkatli bakışları beni bulduğunda olduğu yerde durup attan indi. Elime aldığım gaz lambası ile ben de dikkatli ve hızlı bir şekilde de ona doğru yürürken o da aynı şekilde bana doğru yürüyordu.

 

Karşı karşıya geldiğimiz de elindeki meşaleyi kuvvetlice yere sapladı. Doğrulduğunda beklemeden attım kollarının arasına kendimi. Bir yandan ağlıyor bir yandan da ellerimle vücudunu kontrol ediyordum bir şey var mı diye. Yüz yüze geldiğimizde hafif berelenmiş yüzünü ellerimle sildim.

 

"Allah'ım şükürler olsun geldin. Şükürler olsun."

 

O da elleri ile yüzümdeki saçları okşayarak kulağımın arkasına atarken bir yandan da göz yaşlarımı siliyor bir yandan da yüzümün her bir yanına ezberine alır gibi bakıyordu.

 

"Geldim gülüm, yolun sonu sana çıkıyorsa hep gelirim."

 

Bir anda anda arı vızıltısına benzeyen bir ses ile Mahir'in ağzından çıkan acı dolu nefes birbirine karıştı.

 

"N-ne oldu?"Ne olduğunu anlamaya çalışırken aynı vızıltılı ses tekrar kulaklarıma değdi.

 

Mahir'in acı dolu inleyişi ile gövdemden sıyrılarak yere doğru düşmesi bir oldu. Şok içinde yerde yatan Mahir'e bakakaldım. Adının ağzımdan çıkması ile acım yankılandı ormanda. Sesime dört nala uzaklaşan bir atlının sesi karıştı.

 

"MAHİİİİİR! "

 

Olduğum yere sert bir şekilde çökerek titreyen ellerimle başını kucağıma almaya çalıştım. Birbiri ardınca düşen göz yaşlarım yüzünden bulanıklaşan yüzünü seçemiyordum. Bir yandan sesleniyor bir yandan da yüzünü sert bir şekilde okşayarak tepki vermesine uğraşıyordum.

 

"M-mahir, a-aç lütfen. B-bak ben burdayım. N-ne olur bir şey söyle."

 

Neresinden yaralandığını anlamaya çalışırken sırtında hissettiğim iki oku farketmemle zor da olsa üzerimdeki hırkayı çıkarıp yarasına tampon şeklinde bastırması için altına hizaladım.

 

Nabzına giden titrek elimle nabız almaya çalışıyordum ama nafile Zangır zangır titreyen bedenimi kontrol altına almadığım için nabızını bir türlü hissedemiyordum.

 

"M-mahir beni duyuyor musun?"

 

Sonra ormana doğru avazım çıktığı kadar bağırdım.

 

"ADEEEEEM , ADEEEEEM . KİMSE YOK MUU ?"

 

Sesime Mahir inleyerek tepki verdi. İnlemesini duyar duymaz.

 

"Mahir! Burdayım sevgilim ne olur dayan."

 

"G-gülüm." Diye fısıldadı.

 

Ağlamam yüzünden ne konuşabiliyor ne de net görebiliyordum. Kendimi toparlamak için derin derin nefesler aldım verdim. Aldığım her nefes ciğerime ok gibi saplanıyordu.

 

"Mahirim, ne olur dayan birileri gelecek."

 

Mahir derin ama hırıltılı nefesler ile cevap vermeye çalıştı.

 

"Kimse gelmeyecek! Hepsi öldü."

 

"N-ne?" fısıltılı sesim Mahir'e ulaştı mı bilmiyorum ama derin bir acı içindeydim. Burada çaresiz olmama ayrı, ölen gencecik adamlara ayrı, geriye bıraktıklarına ayrı içim yandı.

 

"M-mahir, aç gözlerini bir yolunu bulurum. Ne olur yalvarırım dayan." Az ilerimizdeki atlara baktım. Yanlarına kadar taşırsam hemen yola koyulurduk.

 

"E-Esram, yolun sonuna geldim."

 

"H-Hayır , Hayır , Hayır . Ş-şimdi değil anladın mı beni? Hayıııır! Bebeğimiz olacak onu söylemek için geldim ben. B-bitmedi bitemez. B-ben... Ben seni yetiştiricem, ne olur dayan." kalkmaya yeltenirken

Birden öksürmeye başladı. Ağzından gelen kan ile daha çok panikleyerek üzerimdeki elbisenin eteğine uzanıp0i onunla hızlı hızlı siliyordum. Ama ben sildikçe yeniden silmemiş gibi ağzı kan içinde kalıyordu.

 

"S-seni... Ç-çok sevdim. B-ben..."

 

Bir kaç hırıltılı nefes almaya çalışırken nefesi kesildi. Bir anda yana düşen başı dehşetle gözlerim açıldı.

 

"M-mahir..." diye fısıltı sesimle seslendim ama Mahir kıpırtısız durdukça daha hızlı sarsmaya başladım bir yandan da feryat figan bağırarak.

 

"HAYIIIR! ALLAHIM HAYIIIR! MAHİİİR! AÇ GÖZLERİNİ MAHİİİİİR !" Çıldırmış gibi ağlayarak debelenişime Mahir'in soğuk bedeninden çaresizce tepki bekleyerek defalarca sarstım onu.

 

"MAHİİİR!"

 

Acı dolu feryadım ile birden beynimin içinde yoğun bir ağrı peydah oldu. Ağrıma kulaklarımın yoğun uğuldaması eklendiğinde acıyla inleyerek gözlerimi kapattım. Öyle yoğun bir acıydı ki olduğum yere Mahir'in yanına bıraktım kendimi.

 

Acı hiç geçememişti ama olduğum andan sanki soyutlanmış gibiydim. Acı ile gözlerimi hafifçe araladığımda görüş açıma giren beyaz bir tavan oldu. Çok açık tutamadan geri kapanı verdi gözlerim. Bir dejavuyu içerisinde gibiydim. Yine aynı acı ile uyanış ama bu sefer başka bir dünyaya uyanıyordum.

 

Etraftan gelen makine sesleri üzerime eğildiğini hissettiğim bir karartı...

 

Gözlerimi zorlukla tekrar hafifçe aralasam da hala tam açamıyordum. Üzerime eğilen karartı yüksek sesle konuşmaya başladı.

 

"Hasta uyandı! Hemen doktora haber verin Yunus bey! Hemeeen!"

 

🌸 🌸 🌸 🌸 🌸 🌸

 

 

Uuuh ne bölümdü ama. Valla yaşayarak yazdım desem yeridir.

 

İnşallah beğenmiştirsiniz.

 

Olaylar artık farklı bir kanalda yeni bir kadro ile devam edecek. 😁

 

Yarışmacı arkadaşlara başarılar diliyorum 🥳

 

BEĞENİ VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM BEBİŞLER❤️

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%