Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bölüm

@mislanet

 

 

MERHABALAR ÇİÇEKLERİM 🌸

BEĞENİ VE YORUMLARINIZ ÇOK KIYMETLİ, GÖRDÜĞÜMDE ÇOK MUTLU OLUYORUM..

 

MUTLU EDİN BENİ VE YILDIZINIZI TAKINIZ EFENİM❤️

 

KEYİFLİ OKUMALAR....

🌸 🌸 🌸 🌸 🌸

 

Villadan çıktığımız da akşam olmuştu. Merkezden gelen haberle de 1 yıla yakındır çektiğimiz çileden sonunda kurtuluyorduk. İşin kötü tarafı bu kurtulmanın yarın değil Cuma gününe kalıyor olmasıydı.

 

Henüz yeni duyduğumuz bu haber ise benim canımı hayli sıkmıştı. Eğer bu işin içinden çıkabilirsem Kürşat amir önemli bir göreve de beni gönderecekti. Şuan ki geldiğimiz noktada kendimi ispatlamış eskisi gibi olduğumu herkese göstermiştim.

 

Zaman her şeyin ilacıydı.

 

Zaman hiç bir şeyin ilacı değildi.

 

İnsan sadece çektiği acıya, kaybettiklerinin yokluğuna alışıyordu. Acı yerinde duruyordu arada da ataklarla kendini hatırlatıp ben buradayım, seninleyim diye fısıldıyordu. Zaman geçtikçe sesi kısılmıştı ama ben duyuyordum. Aynı onun gibi ben de acımı sessiz ve içimde yaşıyordum.

 

Zaman her şeyin ilacıydı...

 

"Yani bir hafta daha Şehmus'u oyalayacağız. Adam bir hafta için dönmez Mardin'e. Bilin bakalım nerede takılacak?"

 

Ağzıma attığım pudingli petibörlü pastanın tadı bile kaçmıştı. Oysaki ne zevkle yaptırmıştım bunu Didem'e. Daha günlerden pazardı ve Şehmus ayısının öğrendiğimize göre bu görüşme dışında önemli bir planı da yoktu. Elimdeki kaşığı Karaca'ya sallayarak konuşmaya başladım.

 

"Ulan hani bitiyordu yarın. Bir de diyorsun yine gelebilir. Her defasında götümü zor kurtarıyorum."

 

Omuzlarını kaldırıp indirdi Karaca, "Ay ne bileyim sevkiyat başı mıyım? Yanlış tarih anlamış sizin dallama Allah'tan aralarında konuşma geçti de, operasyon için henüz hazırlanmamıştık."

 

"Onu bunu bilmem oyalayın abi bir şey yapın. Villayı mı yaksak? kökten çözüm. Yangın çıktı, bitti bu kadar." Sözlerime gözlerini devirdi Karaca.

 

"Delirdin. Öyle bir şey yapma sakın. Senin sağın solun belli olmaz. Kürşat müdür seni de atar villanın içine odun niyetine valla." Sözlerine ters ters bakıp pudingimden koca bir kaşık alıp ağzıma attım.

 

"Valla Esra abla haklı, Şeymus öyle bir bakıyor ki götünü kolla abla derim. Zaten giderken de veda busesini kondurdu dudaklarına gelince hayatta kaçışın yok."

 

Didem'in sözleri yüzünden unuttuğum hadise yine gözlerimin önünde canlandı. Dudaklarıma vura vura silerken bir yandan da yükselmiştim iyice.

 

"Laaan, lan ben onu unutmuştum. Ağzımda nimet var ne diye hatırlatıyorsun."

 

Yalandan ağzını kapatan Didem, üzgünüm der gibi suratını buruşturunca, elimdeki kaşığı kafasına attım. Son anda kafasını eğip bu hamlemi de savuşturan Didem bu kez isyanlara geçti.

 

"Abla, akşamdan beri ağzıma sıçtın valla farketmiyorum zannetme. Kaç kez sanki beni öldürme planı yapıyor gibi bakarken yakaladım seni. Şimdi de düşmana bomba atar gibi kaşıklıyon beni. Ayıp oluyor ama?"

 

Kaşlarını kaldırarak inanmaz gözlerle baktım ona, "Ayıp oluyor öyle mi? Seni kaşıkla döverim kaşıkla... Laan Serhat'ı üzerime kim saldı. Unuttum zannetme bir bitsin şu iş, cezalardan ceza beğen."

 

Ağlar gibi Karaca'ya baktı ama Karaca'dan da destek göremedi.

 

"Haklı, boş boğazlığının cezasını çekmelisin ki bir daha olduk olmadık yerde konuşmayasın."

 

"Lütfen dosya işi falan olsun, geçen ki gibi temizlik olmasın. Lütfen yaratıcı cezalarını bedenimde deneme ."

 

Geçen sefer Kürşat müdüre merdivenden düştü diye teslim ettiğimiz tutukluyu, " Valla eline sağlık Esra amirim fena makyajladı." Diye gevrek gevrek gülerek anlatınca yediğim azarın faturasını bu ağzı gevşeğe kesip, birimin koridorlarının derz aralarını diş fırçası ile beyazlayana kadar temizletmiştim.

 

"Bakıcaz bakalım." Diyip şeytani gülümsemem ile bakışlarımı üzerine diktim. Daha da telaşlandı yüzü şekilden şekile giriyordu.

 

"Bak ben bu bakışları biliyorum. Valla bilmeden oldu acı bana."

 

Elimle savuşturur gibi "Onu sonra düşüneceğim." dedim. Dizlerimin üzerinde bedenimi döndürerek hunharca çekirdek çitleyen kankama döndüm. Çekirdek kola diyince kendinden geçiyordu hatun.

 

"Kürşat müdür geldi mi?" diye sormamla ağzındaki çekirdek kabuğunu cennet mahallesi pembe misali ortaya tükürerek sırıttı. Bu sırıtışı biliyordum kesin bir şey olmuştu.

 

"Gelmez mi? Haberler bende. Gelir gelmez de sevdiceğine gitmiş. Gitmeden de büyük bir buket yaptırmış Aylin'e. Şakayık buketi." Karaca'nın sözlerine sesli bir şekilde güldüm. Hele de Kürşat müdür ve elinde şakayık buketi ile Asuman ablanın karşısında hayal edince.

 

"Kürşat müdüre bak sen. Adamın içinden Romeo çıktı valla duy da inanma." Dedim kıkırdayarak.

 

"Vay be! Biz daha ömrümüzde baharı görmeden adam ikinci baharı da hunharca harcıyor." Elindeki kolayı sanki içki gibi tepesine dikti Didem.

 

Salak, bir anda anın gazıyla kolayı dikmesi ile genzine kaçan kola yüzünden boğulacak gibi öksürmesi bir oldu.

 

Sırtına vurdum nazikçe. (!) büyümüş gözlerle bir yandan bana bakıyor bir yandan kendine gelmeye çalışırken huysuzca konuşmaya başladı.

 

"Böğrümü deldin abla yaa! Koladan değil ama senin bu elinin hafifliğinden bir gün ölecem yeminle." Sırtına pat patlamaya devam ederken sırıttım pis pis.

 

"Olmaz sana bir şey it gibi canın var maşallah koçuma." Sözlerime gözlerini devirerek başını çevirdi.

 

"Tey Allahım ya."

 

Telefonumuza aynı anda gelen bildirimlerle mesajın nerden geldiğini anlasak da hepimiz mesajı okumak için telefonları elimize aldık.

 

"Operasyon planlaması için mi acaba?" diye sordu Didem. Elindeki telefona bakarken başını iki yana sallayarak cevap verdi Karaca.

 

"O da bir ihtimal ama Rusya ziyareti ile ilgili bir şey olabilir. Hani şu sana hazır ol deyip talimatlar gönderdiği operasyon." usul salladığım başım ile onayladım onu.

 

Üç ay önce Rusça ve aksanlı Türkçe konuşan Rus konuşması ile ilgili çalışma yapmamı istemişti. Masaj salonundan arta kalan zamanlarda yine ayarlamış olduğu eğitmenden sıkı bir şekilde ders alarak zaten bilmiş olduğum Rusçanın yanında bir de aksanlı Türkçe konuşan bir Rus gibi konuşma eğitimi almıştım.

 

"Evet, benim için planladığı önemli bir görev olduğunu söyledi."

 

"Saçlarını ondan mı boyattın tabi ben dövmesi de ondan?" diye soran bu sefer Didem'di. Elim saçlarıma gitti yalandan bir karıştırdım.

 

"Evet iki gün önce bir fotoğraf attı. Ona benzemem konusunda talimatlarını sıraladı. Fotoğraftaki kadın az beni de andırıyor ama gözleri ela renk bir de yanağında kocaman bir ben var. Ondan dövme yaptırmak zorunda kaldım"

 

"Böyle eski zaman kadınları gibi bir havan oldu abla. Valla yakıştı sildirmeye bilirsin."

 

"Bakıcaz artık şu iş bitsin de hayırlısı ile." diyip bakışlarımı tavana diktim.

 

"Esra hazırsın değil mi?" bakışlarımı Karaca'ya çevirdiğimde onun da bakışlarında safi bir endişe ve hüzün vardı. Her ne kadar güvendiklerini söyleseler de kazadan sonra ruh halimden ötürü çok da böyle ciddi işlerde bulunmamı istemiyorlardı.

 

"Bak masaj salonu işine benzemeyecek bu iş. Ayrıntılı bilmesem de bu pisliği temizlediğimiz de sarmalın bir üst kısmına geçmiş olacağız. Ve işler iyice karma karışık bir hal alacak. Belki bizimle bir irtibatın bile olmayacak." Başımı çevirerek kısık bakışlarımı gözlerine diktim.

 

"Sen!... Bir şeyler biliyorsun. Ondan değil mi bu endişen?"

 

Bakışlarını kaçırarak önündeki kola bardağına uzandı.

 

"Karacaaa?" diye tekrar seslendiğimden bakışlarımı yeniden buluştu. Gözlerini kapattı sabır dilenir gibi.

 

"Bak bir şeyler duydum ama bunu sana söylemem doğru olmaz. Şunu bil bir ateş çemberinin içine tek başına gireceksin. Ayrıntısını yarın ki toplantı da anlatır zaten Kürşat müdür." Diye kestirip atınca çok da kurcalamak istemedim.

 

Mesajlardan sonra ortama bir sessizlik çökmüştü. Hepimiz televizyondaki Survivor'ı, sanki milli maç gibi biraz da az önceki gerginlikten dolayı pür dikkat izliyorduk.

 

"Off şu dallamayı da çağırmaktan bıkmadılar. Evlat olsa eldivenle sevilir." İkisinin aksine televizyona baksamda kafam başka yerde olduğu için kimden bahsettiğini anlamak için televizyonda dönen görüntülere dikkatimi vermeye başladım. . Karaca ağzındaki çekirdeği kabuğunu tükürüp çekirdekli elini ekrana doğru uzattı.

 

"Ay valla ben seviyorum izlemeyi. Adam yakışıyor adaya." Dediği şeye bakarken yüzümü buruşturdum.

 

"Ay bunun hakikaten neresi beğenilir? Tip desen yok hele şu abuk subuk kamyon arkası lafları..." Yüzümü kusar gibi yaparak Didem'i işaret ettim.

 

"Bak bu bile beğenmedi." Lafıma alıngan şekilde bakış atan Didem bozulmuştu.

 

"Bu bile derken? Pardon da ben zevk sahibi bir insanım." Bakışlarını bana çeviren Karaca bilmiş bilmiş kafayı salladı.

 

"Hııı Salim'den belli zevkin." Gözlerini kocaman açan Didem ellerini çırparak panik haliyle kendini anlatmaya başladı. Yalnız anlattığı kişilerin kaçın kurası olduğunu bile bile ladesti yaptığı.

 

"Ay benim o dağ ayısı ile ne işim olur? Gitsin o köyünden alsın tertemiz helal süt emmiş bir kız."

 

Vay olaya gel, bunların arasında kesin bir şey geçmişti.

 

"Niye sen haram sütle mi büyüdün?" Diye soran Karaca bir yandan da çekirdeğine devam ediyordu. Gözünden geçen saliselik hayal kırıklığı ve hüznü görmediğimizi düşünerek işi yine gırgıra vurdu ellerini sallayarak.

 

"Ay ne alakası var ben öylesine dedim. Annesi gelmişti ya bayramdaki yemeğe o öyle dedi. Hem beni alakadar etmez onunla biz olamayız. Kimyamız ters ters bir kere..."

 

Telefonumun çalması ile Didem'in sözleri yarım kaldı arayan annemdi, gün içerisindeki aramalarına dönemediğim için muhtemelen iyi bir fırçasını yiyecektim. Elime telefonumu alıp ayağa kalktım.

 

Üzerimi hızlıca yere serdiğimiz sofra bezine sirkeleyip, "Hadi gençler ben kaçar." Elimi tehdit eder gibi Didem'e sallayıp, "Bana bak bu konu burada kapanmadı. Var sen de bir şeyler görecez bakalım."

 

Didem'i büyümüş gözlerle, Karaca'yı da çekirdeği ile arkamda bırakıp odama doğru yol aldım. Telefon kapanmadan açma tuşuna basmamla annemin çığırması kulaklarıma doldu.

 

"Neredesin kız sen?" beni görmese de gözlerimi devirerek kendimi yatağa attım.

 

"Sizin gibi boş oturup vaktim olmadığı için özür dilerim Süheyla Sultan." dememle tekrar kulağıma kulağıma doğru bağırıd.

 

"Kim boş oturuyor acaba, bir bidon yaprak sardık Nuran teyzenle. Löpür Löpür götürünce size kolay geliyo tabi."

 

"Oyy benim güzel anam, valla canım çekti olsa da yesem."

 

"Yemedin mi yavrum bir şeyler. Ah ah hiç dikkat etmiyorsun yenene içmene. Şimdi burada olsaydın aha az önce altını kapadım. Yarın çık gel kuzum bir haftadır gelmedin zaten."

 

Süheyla sultanın siniri bu kadardı. Açım, hastayım dedim mi sinir minir kalmıyordu merhametini sevdiğimde.

 

"Aç değilim sultanım, yarın önemli bir toplantım olacak sonrasında gelirim." Sözümle hemen bir heyecanlandı. Yerinden kalkıp mutfağa gitmediyse ben de bir şey bilmiyorum.

 

"Tamam yavrum. İstediğin bir şey var mı?"

 

"Valla anacım şöyle mis gibi tavuklu pilavına hayır demem. Dolma nohutlu mu?"

 

"Yok Zeytinyağlı pişirdimdi, ama sardım nohutlu da yarın erkenden koyarım sıcak sıcak yersin kuzum. Çocuklarda gelir mi?"

 

Derin bir nefes çektim içime. Yarın ki toplantı da Karaca'nın dediği gibi bir görevle görevlendirilirsem muhtemelen süresi belli olmayan bir görev olacaktı. İşin kötü tarafı anneme bunu nasıl söyleyeceğimdi.

 

"Esra yavrum orda mısın?"

 

"Burdayım anacım burdayım. Yok ben yalnız gelirim muhtemelen."

 

"Bir şey yok değil mi yavrum?" hemen kestirip attım. Biliyordum ki şimdi bile huzursuzlanmıştı biraz çıtlatsam daha fazla canı sıkılacaktı.

 

"Yok anacım akşam olmadan orda olurum."

 

"Tamam yavrum hadi Allah rahatlık versin. Dikkat et kendine."

 

"Sana da anacım hadi görüşürüz." Diyerek kapadım.

 

Uzandığım yerden başımı komidine çevirdiğim de üzerindeki defterimi elime alıp doğruldum. Sokak lambasının ışığı bu noktada yetersiz kalmıştı. Hemen diğer yanımdaki komidinin üzerindeki abajurun ışığını açtığımda ortam daha aydınlıkta şimdi.

 

Yine bir ritüel gibi ilk sayfayı açtığımda karşı karşıya geldiğim bakışlar ile burukça gülümsedim. Latif abinin çizdiği resimlerden en onun gibi bakanıydı bu resim.

 

Ellerim resim üzerinde dolanmaya başladı çoktan. Gözlerini sevdim önce usul usul. Sağ yanağındaki o güzel çukura gitti ellerim sanki gerçek bir gamze gibi itina ile sevdim. Kemerli burnuna gitti elim, sonra altı üstünden az kalın dolgun dudaklarına.

 

Duyduğum özlem öyle içimi yakıyordu ki! Bu yaşadığım durumun akılla mantıkla izahı yoktu. Çoktan vazgeçmiştim mantıklı bir sebep aramaktan.

 

Onu aramaktan da vazgeçtin...

 

Vazgeçmemiştim, ama geçen 3 yıl biraz daha Mahir krizlerimin şiddeti de azalmıştı.

 

Böyle aşkın ızdırabını...

 

Arada Yeşilçam'ın ızdıraplar kraliçesi Hülya Koçyiğit'e bağlayıp arka fonda senede bir gün çalarken ben de acı dolu bakışlarım ile camın hemen önündeki ağacın yapraklarına dalıyor gidiyordum.

 

Rasgele açtığım sayfada Mahir ile pek ateşli sahnelerimizi anlattığım satırları görünce, "Töbe Yarabbim, sanki daha önce biriyle yatmışım gibi nasıl da öyle ayrıntılı gördüm her şeyi."

 

Grey abimiz ile Anastasia sağolsun.

 

"Ay böyle ateşler bastı beni. Ulan Mahir seni beklerken kuruyup kalacam o olacak!" söylenerek odamın hemen yanındaki banyoya geçmek için ayaklandım. Kapıyı açıp çıktığımda bizimkiler hala televizyon karşısında malum programı izliyorlardı.

 

Banyoda kısa bir duştan sonra pijamalarımla yatağıma girerek uyumaya hazırlanmıştım. Hemen yanı başımdaki defterimin ilk sayfasını açarak adamımın resmine okkalı bir öpücük kondurup, "İyi geceler sevgilim, bul beni artık."

 

Defterimin kapağını kapatıp yerine koyarak huzursuz bir gecenin daha kollarına bıraktım kendimi.

 

********

 

Tüm ekip toplantı salonunda Kürşat müdürü bekliyorduk. Normalde çok dakik olan ve dakik olmayanların her daim ensesinde olan Kürşat müdür toplantı saatinden 10 dakika geçmesine rağmen ortada yoktu.

 

Karaca eğilerek Kulağıma, "Adamın başarısını sırrı eşinin olmamış olmasıymış. Şuna bak! Deseler Kürşat müdür toplantıya geç kalacak, hasiktir!, derdim."

 

Sözlerine kıkırdamamla tam kaşımdaki Serhat'la göz göze geldik. Bozuk atıyordu bana ama bakmaktan da geri durmuyordu.

 

Toplantı salanonun kapısı apar topar açılınca boşluğumuza geldi sıçradık Karaca ile olduğumuz yerde.

 

"Eveet, arkadaşlar kusura bakmayın geciktim." diyerek canlı ve afilli bir giriş yaptı.

 

Önemli değil amirim diye, mırıldanmalarımız ile yerine geçti ama oturmadı. Gözleri beni buldu elleriyle saçımı işaret etti. "Yakışmış."

 

"Sağolun, amirim." Demekle yetindim.

 

Ellerini masaya dayamış şekilde hepimizin yüzüne baktı, en son benim yüzümde oyalandı.

 

"3 gün sonra büyük operasyonumuz başlayacak. Operasyonumuz un ilk görevi, kilit isim olan Macit Yıldız'ın tek varisi olan kızı Benan Yıldız ile başlayacak. Biliyorsunuz 5 Ay önce İtalyanlar ile yaşadıkları anlaşmazlıkların bedelini Macit Yıldız canı ile ödemişti." Gözlerini tekrar bana sabitleyip eli ile beni işaret ederek,

 

"Esra, 3 gün sonra Benan Yıldız'ın yakın koruması olarak yanında işe başlayacak." Aklıma yatmayan kısımlar vardı. Benim soracağım soruyu Didem benden hızlı çıkarak sordu.

 

"Peki amirim bu kadın salak mı temizlikçi seçer gibi yakın koruma seçiyor kendine."

 

Gözlerini devirerek Didem'e ters ters baktı.

 

"Bir siz akıllısınız." Elindeki sunum kumandasını tıkladığında ekrana gelen kadın geçen günlerde bana attığı fotoğraftaki kadındı.

 

"Elena Barinov. Adrei Yunkin'in adamlarından, oldukça maharetli ve gözü kara bir korumaydı."

 

" Korumaydı derken?" Dedi Karaca anlamaya çalışır gibi.

 

"Çok yakın zamanda rahmetli olmuş. Ama şanslı ki Esra ile yaşamaya devam edecek." Kürşat müdürün sözlerine yalandan "He he he!" diye güldük. Çok da umursamadan devam etti.

 

" Evet şimdi Esra nasıl Elena oldu devam edeyim. Andrei hepiniz biliyorsunuz, Macit'in eski dostu ve ortağı."

 

Ekrandaki ellili yaşlarda oldukça fit ve yakışıklı adamı göstermek devam etti konuşmasına.

 

"Anrei, Macit'in ölmeden önce son yaptıkları silah sevkiyatında da bilerek kendini zarara uğrattığını düşünüyor."

 

"Niye böyle bir şey yapsın ki? Karşılıklı alışveriş de kendisi de zarara uğramaz mı?"

 

Karaca'nın sözleriyle başını ağır ağır salladı.

 

"Elbette ki ortak zarara uğrayınca otomatikman kendisi de zarara uğrayacak. Oda bu düşünceye güvenerek Andei'nin en büyük düşmanı ile iş birliği yapmış. Bir yandan zarara uğrarken bir yandan da zarara uğrattığı için kaybettiğinin 3 mislini kazanıyor."

 

"Amma şerefsizmiş." Diyen Didem'i dirseğimle dürterek uyardım.

 

"Andrei tabi bunu kazıklandım diyerek alenen hesap soramıyor gururundan ama Macit'in bitişi için de aynı o da içten içe kazıyor kuyusunu."

 

"Bizimle bağlantıya geçen oydu yani. "Dememle.

 

"Aynen öyle. Benan Yıldız ise babasının ölümü ile kalan işlerin başına geçti. Babası ile Andrei arasındaki husumeti bilmediği için babasının eski dostuna çok güveniyor. Ondan kendisi için güvenilir adamlar istemiş."

 

"Güvenilir adamlar da biziz yani." Dedi Karaca gülerek.

 

Başını sallayarak Karaca'yı onayladı Kürşat müdür, "Ekibin hepsi olmayacak. Bizim birimden Esra, Salim, Yusuf seçildi."

 

"Ben neden yokum müdürüm." Serhat'ın haddinden fazla çıkan sesi ortamın gerilmesine sebep oldu.

 

"Ben öyle uygun gördüm Serhat, bir itirazın mı var?"

 

Buz gibi sesi ve tane tane konuşmasıyla Serhat da geri vites yaptı.

 

"Kusura bakmayın müdürüm."

 

"Seninle ilgili başka planlarım var. Şehmus'u avucumuzun içine aldık sayılır henüz bundan haberi olmasa da. İtalyanlar ile gerçekleştireceği uyuşturucu sevkiyatı operasyonu sen de."

 

Olduğu yerden Karaca'ya dönerek, "Ne alemde dinlemeler?"

 

"Sevkiyat ayın 20 si gibi planlanıyor ama hala net bir tarihleri yok. İtalya ' da işler biraz karışıkmış galiba."

 

Başını sallayarak cevapladı Kürşat müdür. "Bugün İtalya istihbaratından üst düzey yetkililer ile görüşmelerimiz olacak. Ortak bir operasyon için planlama çalışmaları yapacağız. Neyse o sonraki konu biz konumuza dönelim."

 

Kürşat müdür elindeki sunum kumandası ile bir fotoğraf açtı. Esmer, uzun boylu ve güzel bir kadın geldi.

 

"Benan Yıldız, 31 yaşında. Macit'in tek kızı ama psikopat herif hiç öyle nazlayıp tel evladım var dememiş. Kızın sokaklarda bile yaşamışlığı var. Tabi tüm bu yaşadıkları da onu babası gibi bir şeye dönüştürmüş. Çok acımasız, bencil ve kurnaz biri. Dikkatli olun en ufak bir falso vermeyin." Sonra bakışları bana döndü.

 

"Özellikle Esra sen. Andrei ile görüştüğü esnada ben yanındaydım. Çocukluğundan beri babasının ortağı olarak bildiği bir adama az çok bir güveni var. Şuan bir ortağı ve yardımcısı olmadığı için tek güvenebileceği adam babasının ortağı."

 

"Peki müdürüm, biz bu Andrei'ye nasıl güveneceğiz. Ne malum bize de bir kazık atıp kızı korumayacağı. Kızı avucunun içine alırsa malına ulaşmış olmaz mı?" gülümseyerek omzuma elini koydu.

 

"Ben sizleri garantiye almadan hiç o ateş çemberinin içine atar mıyım? Andrei'in yuları elimizde, tüm iş siz de o kısım ben de düşünmeyin."

 

Elindeki sunumu ilerlettiğinde Elena ve Andrei'in fotoğrafı yine gözlerimizin önüne geldi.

 

" Elena bir kaç kez Andrei'in Türkiye ziyaretinde yanında bulunmuş. Andrei'in dediğine göre Benan ile bir arada hiç bulunmamışlar ama dikkat çekici bir kadın olduğu için aşina olabileceğini söyledi. Ama şanslıyız ki kendisi ile hiç konuşmamış yakından da görmemiş. Karaca iyi bir hazırlık yapın."

 

Kadın gerçekten de andırıyordu beni. Bir kaç rötuşla pek ala benzeyebilirdim.

 

"O iş ben de müdürüm, öyle bir hazırlanacağım ki Elena'nın anası görse kızı sanacak."

 

Kürşat müdür kahkaha attı. "Hadi bakalım güveniyorum size. Salim ve Yusuf da Esra ile olacaklar Andrei'in gönderdiği güvenlik ekibinin üyeleri olarak. Başka birimlerden de elemanlarımız olacak içerde."

 

Konuşması bitince ellerini çırparak, "Hadi bakalım 3 gün izinlisiniz. Zaten sonrası malum ne zaman biteceği belli olmayan bir görevde olacaksınız. Gidin iyice bir stres atıp dinlenin"

 

Ayaklanarak çıkışa doğru yöneldik. Kapıyı açıp dışarı çıktığımızda Serhat'ın seslenmesi ile yönümü ona döndürdüm.

 

"Biraz konuşalım mı Esra?" Başımı onaylar anlamda sallayarak odama doğru ilerledim. Arkama bakmıyordum ama adım seslerinden hemen arkamda olduğunu hissediyordum.

 

Odaya girdiğimde masanın arkasına geçip koltuğa bıraktım kendimi, elimle de Serhat'a işaret ederek karşımdaki koltuğa oturmasını istedim.

 

"Evet Serhat."

 

"Şey... Esra bu görev biraz tehlikeli bir görev." Devam etmesi için kaşlarımı kaldırarak bekledim.

 

"Sen bence gitme, yani Kürşat müdüre söylesen o seni kırmaz." Sinir kat sayım yavaş yavaş katlanıyordu ama bekledim devam edip daha ne kadar saçmalayacak diye.

 

"Eee..." dedim sadece.

 

"Sen bence hazır değilsin. Hem süresiz diyor kızım. Nasıl yapacaksın ki? Annen var kız kardeşin var arkadaşların var?"

 

Yaslandığım yerden yavaşça doğrularak ona yaklaşabildiğim kadar yaklaştım.

 

"Serhat, bu seninle bu konuda son konuşmam olacak. Kendini üzerimde karar verme hakkına sahip gibi görerek, sürekli hayatıma müdahil olmaya çalışmana tahammül edemiyorum. Fark etmiyor musun aramızdaki mesafenin fersah fersah açıldığını? Senin aksine seni arkadaşım olarak seviyor ve sana değer veriyorum. Ama bu demek değil ki üzerimde söz hakkın olabilir. Arkadaş kalmaya..."

 

Bir hışımla ayağa kalktı ve hiddetli bir şekilde bağırarak konuşmaya başladı.

 

"Sikecem arkadaşını da görmeni de."

 

Onun aksine sakince geriye yaslandım, "Ağzını topla."

 

" Ya ne arkadaşı ne arkadaşı? Ben ağzından güzel bir söz duyar mıyım, belki yeniden bana bir şeyler hisseder diye beklerken..."

 

Bu sefer ben ayağa kalktım sinirle, "Serhat... Ben sana o dediğin şekilde hiç bir zaman bir şey hissetmedim. Senin ısrarların yüzünden şans vermek istedim ama görüyorum ki en büyük hatayı o zaman yapmışım."

 

Sözlerim onu daha da çıldırtmıştı.

 

"Niye yaa niye? Niye beni sevmiyorsun, biraz olsun sevmeye çalışmoyorsun niye?"

 

"Çünkü başkasına aşığım." Sözlerim ile bir anlık şok yaşasa da ne düşündüyse gülmeye başladı.

 

"7/24 birlikteyiz ne aşkından söz ediyorsun sen? Hangi ara fırsat bulup da aşık olmuş olabilirsin benim kaçırdığım? Rüyanda falan oldun galiba? "

 

Ohaa lan nasıl bildi. Valla rüyasında aşık oldu biz de anlamadık.

 

Dalga geçer gibi kurduğu cümleler ile sinirlerim iyice bozuldu. Daha fazla çekemeyecek laf anlatmaya da çalışmayacaktım. Çantamı aldığım gibi çıkışa doğru ilerledim.

 

"Nereye? daha bitmedi konuşmamız."

 

Dediğinde ters bir şekilde baktım. "Benim için bitti. Anladığım kadarıyla benim bu yumuşak tavrımdan yüz bulup böyle karşımda efeleniyorsun. Ama bu son ikazım, arkadaşlık falan dinlemem koparırım aramızdaki bağı. Bu da son sözüm hadi selametle."

 

Arkadaşlık kısmına özellikle vurgu yaparak bitirmiştim cümlemi. Arkamda onu bırakarak binanın çıkışına yöneldim. Otoparktan çıktıktan arabamı Beykoz'a doğru sürmeye başladım. Şanslıydım ki öğlen trafik biraz daha iyiydi. Yaklaşık bir saati bulmadan mahallemize girişimi yapmış bulunmaktaydım.

 

Mahallenin girişindeki çiçekçi Ali abiden anneme şöyle güzel bir canlı çiçek aldım. Annem öyle buketmiş süslemeymiş sevmezdi. Sonra atılıyor güzelim çiçekler diyip özellikle bana almayın öyle kopmuş çiçeklerden diye kızardı.

 

Çiçeği aldıktan sonra bir kaç sokak ilerideki evimizin önüne arabayı çekip indim. Tam tahmin ettiğim gibi annem balkonda bekliyordu beni tabi yanında Nuran teyze ile. Gülerek el sallamalarına ben de el sallayarak karşılık verdim.

 

1. katta oturuyorduk, apartmanın merdivenlerini hızlıca çıktığımda annem ve Nuran teyze yüzlerinde gülümseme ile kapıdaydılar.

 

"Oy kuzum benim 1 hafta da nasıl özlemişim. Ay ay baksana ahretliğim saçları da nasıl güzel yakışmış yavruma, o ne öyle ben mi yaptın yüzüne bakim?" Diyerek bir yandan inceliyor bir yandan da öpüyordu. Sıkıca sarıkdığında arada kalan çiçeği ezilmekten Nuran teyze kurtardı.

 

Ah yavrum anam göreve gidiyo kızın kaç hafta göremeyeceksin haberin yok. Doya doya o huzur veren kokusunu içime çektim.

 

Ondan ayrılınca Nuran teyze sarıldı bu kez sıkıca. "Hoş geldin yavrum."

 

"Ay çok hoş buldum kızlar. Valla ev mis gibi kokuyor anne, kurt gibi açım kahvaltı bile yapmadım."

 

"Hiih! Ah kızım Ah! Kahvaltısız hiç çıkılır mı? Ay amaan bana çiçek mi aldın yavrum. Amaaan ne kadar da güzel baksana Nuran. " annem heyacanınca otomatiğe bağlar konudan konuya geçerdi. Güldüm bu haline yine başta aç oluşuma üzülürken konuşmasının sonunda aldığım çiçekten ötürü havalara uçuyordu.

 

Elindeki çiçeği hayranlıkla bakan ikiliyi arkamda bırakarak üzerimdeki kabanı çıkararak pormantoya asıverdim.

 

İçeriye geçtiğimiz de, "Ben bir elimi yüzümü yıkayım anacım." Elindeki çiçeğini sehpanın üzerine koyup gülümseyerek onayladı beni.

 

"Tamam yavrum, her şey hazır hemen sofrayı kurayım ben de." Diyerek mutfağa geçti. Nuran teyze de peşinden gitti.

 

Banyoda elimi yüzümü yıkadıktan sonra, üzerime rahat bir şeyler giymek için odama geçmiştim. Üzerime pijamalarımı giyerken gözüm kitaplığıma takıldı. Saçlarımı da tepede toplayarak yaklaştım iyice. Ellerim kitaplarımın üzerine gittiğinde en sevdiğim kitaplardan olan, Ahmet Hamdi Tanpınar Huzur kitabını aldım elime. İlk sayfasını açtığımda muntazam bir el yazısı ile yazılmış sözün üzerinden geçti dokunuşlarım.

 

"Görünmezsen ne çıkar, ben seni kendimde taşıyorum!"

 

17 yaşımda; tipik her ergenin sahip olduğu depresif ve dünyaya tepkili hali, ben babamın vakitsiz gitmesinin atlatamayışım yüzünden daha yoğun yaşıyor ve hissediyordum.

 

Bir kere Doğru dürüst bir arkadaş ortamım yoktu, olanlarda serseri takımındandı. Annem benim kavgalarım yüzünden sürekli okula geliyor bıkmadan usanmadan düzelmem içim elinden geleni yapıyordu benim için.

 

O dönemlerimde en güzel kaçış yerim olan, her okul çıkışı kendimi attığım sahildi.

 

Yine şimdilerdeki gibi her gittiğimde aynı banka oturur saatlerce denizi izlerdim. Bir zaman sonra her haftanın bitişinde beni bekleyen bir kitap bulur olmuştum bu bankta.

 

İlk başlarda birinin bıraktığını düşünüp dokunmasam da gittiğimde yine aynı kitabın hala orda olduğunu gördüğümde artık benim için olduğu kanaatine varmıştım. Her Cuma oraya yöneldiğimde bu hafta hangi kitabı bulacağım konusunda heyecanlanırdım.

 

Aldığım kitabı bir sonraki haftaya kadar bitirmeye gayret eder yenisini heyacanla beklerdim. Bu döngü artık ben de bir rutine dönüştüğü için kitap okumaya kendimi o kadar çok kaptırmıştım ki otomatikman o kötü ortamlardan da uzak kalmıştım. Her yeni kitap ile yeni bir dünyaya giriş yapıyor, oradaki kahramanlar birer yakınım haline dönüşüyordu.

 

Çok sonradan anlamıştım ki bunu kim yaptıysa kayan yörüngemde yolumu bulmam için ışık olmuş , şaşan şirazemi düzeltmem için bana fırsat vermişti. Acaba diyordum şehit olan babam benim o hallerimi gittiği diyardan görüp de üzüldü. Allah da şehidinin gönlünün kırılmasına razı olmadığından birilerini mi vesile kılmıştı.

 

Bazen babamın bile yaşadığını düşündüğüm olmuştu. Annemin sesi ile daldığım düşünce deryasından çıktım.

 

"Hadi yavrum, yemek hazır." Elimdeki kitabımı itina ile yerleştirip odanın çıkışına yöneldim.

 

İçeri girdiğimde sofrada bir kuş sütü eksikti.

 

"Valla hep burada kalsam 100 kilo olurum, of anam şunlara bak." Oturduğum gibi tabağımı doldurmaya başladım. Annem ile Nuran teyze de otururken.

 

"Ye ye kuzum hepsini sana yaptık." Dedi Nuran teyze.

 

"Ah Ecem hiç böyle değil, valla yapınca insan yensin istiyor. Yok kilo alıyorum, yok bunlar çok kalorili diye diye mundar ediyor yemeklerimi."

 

"Sahi o sıpa nerde? Dersi yoktu onun bugün."

 

"Bir arkadaşının doğum günü varmış, akşama kalmadan gelecek."

 

Güzel keyifli bir sohbet ile yemeğimizi yemiş şimdi de keyif kahvesi içiyorduk. Mahallenin dedikoduları hiç bitmiyordu.

 

"Ulan ne mahallesiniz. Haftada geliyorum, ben merkezde bu kadar olay yaşamıyorum. Valla maşallah hızınıza yetişilmiyor." Dememle kıkırdadı benimkiler.

 

Akşama doğru kapının çalınması ile ben ayaklandım açmak için. Kapıyı açar açmaz yakama koala gibi sarılan sevgi pıtırcığı kız kardeşim...

 

Tıpkı güneşin tutulması gibi 40 yılda bir bana sarılıyorsa kesin net bir düzdüreceği vardı.

 

"Ablaların en polisi hoş geldin. Ovv bu saçlar ne böyle efso olmuşsun." Yanaklarıma haddinden fazla kondurulan öpücük... Alıyordum girecek kazığın kokusunu. Bu öpücüklerin her biri acaba kaç TL? Ya da kaç dolar? Euro da olabilir? Yalandan gülerek kendimi geri çektim.

 

"Heh heh heh. Kardeşimi yiyen canavar şimdi onu nasıl yediysen çıkar. Ben kardeşimi istiyorum." Bence komik olan mini tiyatral gösterime gülmedi. Gözlerini devirerek huysuz huysuz homurdandı.

 

Gösterim komik olamayabilirdi ama düşmanı geri püskürtmekte etkili olmuştu.

 

Ağzının içinde homurdana homurdana üzerindeki kabanı. başındaki kendisine çok yakışan kırmızı renk şapkasını çıkarak portmantoya astı.

 

Benim gibi yeşil gözleri vardı Ecem'in de ama benim aksime daha sarışındı tıpkı annem gibi. Beyaz tenli açık kumral saçları ile güzel bir benim zottiri kardeşim.

 

"Ağzının içinde homurdanma, yüzüm burada buraya konuş bakim."

 

"Ay ne konuşcam be! Sana sevgi gösterende kabahat. Eldivenle sevmeye devam."

 

Kolumu omzuna atıp kendimle birlikte içeriye doğru yürütmeye başladım.

 

"Ne istiyorsun söyle."

 

"Ne isiticem yaa? istemiyorum hiç bir şey." Omuzlarını silkip diğer tarafa dönderdi başını.

 

Gözlerimi devirerek annemlere baktım. Onlarda mevzuyu anlamaya çalışıyordu.

 

"Tamam lan hadi verecem ne kadar istiyorsun?" gözünün ucu ile bana baktı kısık gözleriyle. Doğru söyleyip söylemediğimi kestirmeye çalıyordu.

 

"Söz mü?" demiştim ben bir düzdüreceği var diye.

 

"Sen söyle de bakarız." Omuzlarını silkti. Küskün küskün konuşmaya başladı.

 

"Bak söz bile veremiyorsun." İsyan bayrağını çekmesiyle kollarımı da omuzlarından çekmem bir oldu.

 

"Lan bilmediğim bir şeye nasıl söz vereyim. Hayırsız kardeş, fırsatın olsa donuma kadar alıcan."

 

"Iyy napıyım ben senin pis donunu?" diyerek yüzünü buruşturdu.

 

"Kurban ol sen benim çiçekli donlarıma. Yok sana para mara. Donumu istemeyeni ben hiç istemem." dedikten sonra kalktığım koltuğa oturdum. Restimi gördü pıtı pıtı yanıma geldi.

 

"Donların sultanı, senin üzerinde olan bir şey kötü olmuş olabilir mi? Senin üzerinde olan bir şey..."

 

Daha fazla saçmalamasına tahammül edemeden susturdum.

 

"Ay kes be tıraşı, ne kadar istiyorsun?"

 

"Çek defterini cebinden çıkaracak gibi de sormaz mı?" Dedi kıkırdayarak. Tehditkar bakışlarımı üzerine diktim.

 

"Kendin bilirsin." Diyerek geriye doğru yaslandım.

 

"Ya tamam abla ne istersen yaparım destek ol bana."Diyip ayaklarımın ucuna oturdu. Ayağımla hafifçe geri iteleyip iki ayağımı da kucağına uzattım. "Hadi başla."dedim. Önce ayaklarıma sonra bana baktı anlamaz bakışlarla.

 

"Neye?"

 

"Ayak masajına, kaç aydır topukluların üstünde mahvoldu minnoş ayaklarım."

 

Sesli bir nefes bırakıp şaka mısın sen der gibi baktı. Hiç istifimi bozmadan ayaklarımı kıpırdattım başlaması için. Yavaş yavaş başladı ovalamaya bir yandan da ağzının içinde söyleniyordu. Öyle iyi gelmişti ki daha bir yayıldım koltukta.

 

"Bir de minnoş ayak demez mi 40 numara ayağa."

 

Rahatlamayla gözlerim kapalı konuşmaya başladım, "Duyuyorum az laf çok iş. Hem ben 39 buçuk giyiyorum."

 

"Yaa nasıl da abartmışım hakkaten."

 

Tüm bunları annem ve Nuran teyzem yüzlerinde tebessüm ile yorum yapmadan izliyorlardı.

 

"Ee yeter mi?" gözüm kapalı yol der gibi, "Iıı ıh."

 

"Ya anne şu kızına bir şey der misin? Allah düşürmesin eline valla. Hem topuklu ne alaka kızım biz seni polis biliyoz ne haltlar yiyon. Gece iş..."

 

Ayağımla kafasına vurdum dan diye. "Gerizekalı yorumlarını kendine sakla."

 

Kardeşin olanlar bilir, isterse okul birincisi olsun kardeşler sizin geri zekâlı kontejanınızda birinci sıradadır.

 

"Ay acıttın yaa deli manyak."

 

"Sen de ağzından çıkanı önce olmayan beyninin süzgecinden geçir." Annem artık daha fazla dayanamış isyan bayrağını çekmişti.

 

"Ay susun yaa kaç yaşına geldiniz hala aynı. Ne zaman şu dalaşmanız bitecek vallahi usandım."

 

Pis pis sırıttım. "Valla ben okeyim ama bu beni kaşıyo anne."

 

"Lan kafama düşmana vurur gibi vurmadın mı?"

 

Annem yine olaya müdahil oldu. "Ayy, tamam."

 

Sonra birden aydınlanma yaşar gibi ayaklandım.

 

"Anne İsmet nerde?" anneme sorduğum soruya yerden kalkan Ecem cevap verdi.

 

"Karı kız avındadır." Annem ecemin lafına ters ters baktı.

 

"Ay ne be? Yalan mı geçen hafta Rıfkı amcanın kedisi süslünün üstünde yakalamadık mı? pis sapık insan bir çekilir, kendine çeki düzen verir. İşine devam etti." Ecem'in sözlerine kahkaha atarak ayaklandım.

 

"Helal lan koçuma, bir torunum olsun ilk altın benden." Diyerek İsmet'in kaldığı odaya doğru ilerledim.

 

İçeri girdiğimde camın önünde dışarıya bakıyordu. Kapı açılıp beni görünce koşarak inip parçalarıma sürünmeye başladı. Tekir cinsinde çok tatlış bir şeydi. Kucağıma aldığım gibi yüzümü yalamaya başladı. İçeri kucağımda girdiğimde kalktığım koltuğa geri oturdum.

 

"Oğlum, özledin mi sen anneni bakim?"

 

"Miyav!"

 

"Ben de seni çok özledim."

 

"Miyav."

 

"Ay siz iki aynı cins nasıl güzel anlaşıyorsunuz öyle." Diyen Ecem'e boşta olan elimle kafasına vurduğumda bir sendeledi.

 

"Geri zekalı. Anlaşıldı senin paraya ihtiyacın kalmamış ben içeri gidip gelene kadar."

 

Gerizekalı kardeşimin anlık bir aydınlanma yaşadığı için gözleri fal taşı gibi açıldı.

 

"Ablamm, sen yanlış anladın ikinizde çok minnoşsunuz yaa minnoş minnoş öyle tatlısınız ki."

 

"Ayağım peki o da minnoş mu?"

 

"Ay o en minnoşu, kim demiş 40 aman 39 buçuk numara sanki 35."

 

"Abartma lan, tamam ne için istiyorsun sen bu parayı?"

 

"Şey biz vizelerden sonra Nisanda İtalya'ya gidelim diyoruz. Biraz annem biraz sen destek çıkarsan..."

 

"Tamam."

 

"Valla öyle çok değil biraz da ben biriktirmiştim."

 

"Tamam."

 

"Hemen öyle itiraz etme. Borç gibi düşün ben de yiğenlerimi gönderirim ha?"

 

"Lan tamam diyorum yaa daha niye uzatıyorsun?"

 

Bizimki anlayınca bir anda ayağa kalkıp zıplayarak hepimizi sırayla öpmeye başladı.

 

"Ayy canım ailem benim. Valla nasıl ödeyeceğim hakkınızı?"

 

"Tamam tamam sen bana ne kadar lazımsa yazarsın atarım."

 

Tekrar gelip en sulusundan öptü, "Hemen Gülseren'i aramam lazım. Geliyorum" Diyerek odasına geçti.

 

Nuran teyze de ayaklanarak, " Hadi komşum İsa bey gelmeden çıkayım ben de." Sonra bana dönerek, "Yarın da ben bekliyorum yavrum, kahvaltıya gelin tamam mı Süheyla?"

 

"Tamam Nuran abla." Ben de ayaklanarak İsmet'i koltuğa bıraktım. Nuran teyzeyi uğurladıktan sonra çekirdek ailemiz ile kabuğumuza çekilmiştik.

 

Biraz eskiler biraz mahalleden konuşurken geceyi ettik. Ecem yarın dersi olduğu için çoktan yatmaya gitmişti. Bizde annemle televizyonda annemin izlediği entrikalı dizilerinden birine bakıyorduk.

 

Benim 2 gün sonra olacak operasyonu düşünmekten çok da diziye baktığım söylenemezdi.

 

"Kızım?"

 

"Hıh?" boş bulunarak öyle bir cevap vermiştim.

 

"Kaçtır sesleniyorum, nerde senin kafan? Yine şu rüyalarındaki damadım da mı?"

 

Annemin takılmasına güldüm.

 

"Ha yok! 2 gün sonra önemli bir göreve gideceğim." Dan diye cevabı vermemle şaşırsa da sakin karşıladı. Konu ciddileşmişti ve Süheyla Sultan da tam bir dinleme pozisyonunu almıştı. Elimdeki elma dilimini önündeki tabağa bırakarak bana döndü.

 

" Nereye?"

 

" İstanbul içi ama gizli bir görev. Çok bir bağlantım olamayacak sizlerle. Ararım ama fırsatını bulursam."

 

2 gün sonra bir bilinmezliğe gidiyordum, her şeyi tam anlatmasam da anlardı annem benim. Şehit eşi, polis annesiydi. Bu iki günün en güzel şekilde geçirmek için elimden geleni yapacak onun o mahsun yüzünden tebessümü eksik etmeyecektim.

 

Bir şey diyecek oldu sustu. Biliyordu ki ağzından çıkacak sözler gitmeme engel değildi ama gittiğim yerde benimle birlikte geleceklerdi.

 

Kucağına atıp kendimi karnına doğru kafamı İsmet'in bana sürünmesi gibi sürttüm. Başıma bir öpücük kondurup okşamaya başladı. Küçükken hep söylediği yer yer de sesinin titrediği ninniyi söylemeye başladı. Gülümseyerek gözlerimi kapadım.

 

Çamlıbel'den çıktım yayan

Dayan, ey dizlerim dayan

Bacı atlı, kardaş yayan

 

Nenni nenni, nenni nenni

Nenni nenni, nenni bebek, oy

Nenni nenni, nenni nenni

Nenni nenni, nenni bebek, oy...

 

Daldığım yerden bir sıçrama ile uyandığımda ilkin nerde olduğumu anlamadım. Başımı kaldırdığım da annem başını koltuğa koymuş şekilde uyuyakaldığını görmem ile sıkıntılı şekilde yerimden yavaşça doğruldum.

 

Benim gibi tilki uykusuna sahip bir kadın olan annem de hemen açtı gözlerini.

 

"Uyuya kalmışız. Hadi anacım yerine geç." Diyerek ayağa kalktım onu da kendimle kaldırdım. İsmet beyfendi de yanımıza kıvrıldığı yerden doğrularak arkamızdan ilerledi.

 

Sonraki iki gün biraz daha hareketli geçmişti. Sabah Nuran teyze de kahvaltı ardından akşam yine bizdeydik.

 

Ertesi gün de Annemin ahretlik timi tam kadro bizdeydi. Kısırlı, rus salatalı, Islak kekli , sarmalı, börekli, kurabiyeli bir gün tabağı ile ihtiyacım olan ortamı bulmuştum. Üzerine de attığımız göbeklerle iyi deşarj olmuştum.

 

Kürşat müdür git dinlen derken böyle bir ortamda görev öncesi stres attığımı tahmin bile edemezdi.

 

Akşam olduğunda artık gitme vaktimin yaklaşmış olmasından ötürü evde bir hüzün havası vardı. Ecem de durumun farkında olarak kendini olgun moda almış bir tane bile sululuk yapmıyordu.

 

Kürşat müdür sabah 7 de merkezde olmamı söylediği için akşam kendi evime geçmem gerekiyordu.

 

Annem, vedalaşırken diğer vedalar göre daha bir hüzünlüydü. Kulağına eğilip, "Çok dua et anacım. Bu işin içinde de alnımın akıyla çıkayım." Dolu dolu gözlerle bakıp sessizce başını salladı.

 

"Allah'a emanet ol kuzum. Dikkat et kendine emi. Yemene, içmene, uyumana. Fırsatın olursa ara ama zor durumda kalacaksan sakın arama. dualarım hep seninle." Diye sıraladı cümlelerini. Derin nefes alarak alnına bir öpücük kondurup ayrıldım.

 

Kardeşim Ecem bizi izliyor, o da annemin halinden anlıyordu bu vedanın normal bir veda olmadığını. Kollarımı açarak, " Gel buraya!" Dememle hemen girdi kollarının arasına.

 

"Annem sana emanet." Gözlerinden yaşlar sırasıyla aktı. O annem gibi alışkın ve metanetli değildi.

 

"Çok mu uzağa gideceksin?" Başımı salladım sadece. Yanaklarından öpüp iki elimin arasına aldığım başına başımı hizalayıp konuşmaya başladım.

 

"Derslerine iyi çalış,alttan ders kalmayacak. Hesabına da para attım. Her şeye yeter, sakın yemedenden içmenden kesip harçlık biriktirme. Hem sil bakim şu gözyaşlarını çirkinsin daha çirkin oluyorsun." Dediğimde ağlama arasında yalandan kızgın bakışlar attı.

 

"Canım ablam kendine dikkat et, çabucak gel olur mu?"

 

Yanaklarını öperek başımı salladım. Hızlıca indiğim merdivenlerin ardından çıkış kapısını açarak dışarıya çıktığımda ikisi de balkona çıkmış hüzünlü gözlerle bana bakıyordu. Elimi kaldırıp burukça gülümseyerek arabama atladığım gibi eve sürdüm.

 

Karaca bu gece merkezde olacağı için evde kimse yoktu. Kısa bir duşun ardından kendimi yatağa atara iki gündür elime almadığım defterimi elime aldım. Onunla da vedalaşma gerekiyordu. Ne kadar süre çıkamayacağımı bilmediğim bir çukura girerken vedalaşmalarımda hüzünlü oluyordu.

 

Yine baba bakan cansız bakışları elimle sevdim.

 

"Gidiyorum... Dönebilir miyim bilmiyorum... Ama duam hep şudur ki, Allah seni bulmadan canımı almasın."

 

Bir kaç mutlu anlarımızın satırlarını okurken dudağımdaki buruk gülümsemelere bu sefer gözyaşlarım da karıştı. Asuman ablanın verdiği ödevi en afillisinden yapacaktım. Ama şuna emindim ki bu defteri ancak ölünce bırakırdım.

 

Ya da onu bulunca...

 

Saatin geç olmasından ötürü artık uyku vaktim gelmişti. Kollarımda defterim, gözümde yaşlarım, kalbimde aşkım ile bir huzursuz uykuya daha bırakmıştım kendimi.

 

*******

 

Sabah 6'da çalan alarm ile uykumdan uyandım. Bir kaç bir şey atıştırdıktan sonra hazırlanarak evden çıktım. Merkeze geldiğimde saat 6.50'ydi. Birime doğru ilerlediğimde günün henüz kendisine aymamış Karaca çıktı karşıma.

 

"Oo Elena hanım günaydınlar. Buyrun müdür bey sizi bekliyor." Dedi gülerek

 

"Zevzek, geldi mi Kürşat müdür."

 

"Hiç gitmedi ki!" kapıyı çalarak içeriye girdim.

 

"Gel Esra! Hazır mısın?" Başımı emin bir şekilde sallayarak.

 

"Hazırım amca." Masanın çekmecesini açarak bir kaç bir şey çıkardı önüme koydu. Kimlik, pasaport, sürücü belgesi. Belgeleri elime aldığımda, bir adet tabanca ile telefon da çıkardı.

 

"Bunları da yanına al. Muhtemelen arayacaklar ama boş olmadığını görsünler."

 

Silahı alıp belime taktım.

 

"Nasıl yapman gerektiğini biliyorsun. Zaten seni nasıl hazırladıysak onlara da o şekilde gitti bilgilerin. Rahat ol hazırlandığın gibi davran. Seni deneyecekler dikkatli ol. En ufak falson öncelikle seni tehlikeye sokar."

 

"Anladım efendim."

 

Bir araba anahtarı ve otel kartı uzattı.

 

"Bu da arabanın anahtarı, bu da otel kartın. Oda sana tahsis edildi ne zaman o otele gitsen aynı oda senin için hazır şekilde bekliyor olacak. Seninle görüşmem gerektiğinde de orada yapacağız. Şimdi git hazırlan neye benzemen gerektiğini biliyorsun."

 

"Tamam efendim." Diye çıkacakken Kürşat müdürün seslenmesi ile durdum. Arkamı döndüğümde hemen yanıma gelmişti. Kollarını açarak sarıldı bana, "Allah'a emanet ol kızım. Şahin abime karşı başımı eğdirme benim tamam mı? Sana güveniyorum."

 

"Merak etme amca, güvenini boşa çıkarmayacağım." Alnımdan öpüp gülümseyerek yüzüme baktı.

 

"Biliyorum, baban yaşasa nasıl gurur duyardı seninle." Bir şey demedim. Bir yerlerden beni gördüğüne emindim. Sadece buruk bir şekilde gülümseyerek baktım Kürşat amcama.

 

"Hadi hazırlan, Allah yar ve yardımcın olsun."

 

"Amin amca." Diyerek odadan çıktım. Sonrası hızlı bir hazırlanma süreciyle geçmiş bir saat içinde, fotoğraftaki kadın gibi olmuştum. Sağ yanağımdaki ben ve gözlerimdeki ela renk kontak lensler ile kendi halimden çok farklı bir şeye dönüşmüştü. Yanağımdaki beni geçen hafta dövme şeklinde yaptırmış, makyaj ile yapma konusunda risk almak istememiştim.

 

"Hadi bakalım yılanın deliğine girme vakti." Diye ayaklandığımda, beni bekleyen ekip arkadaşlarımın yanına geçtim. Benimle birlikte Yusuf ve Salim'de gelecekti. İçeri girdiğimde buruk bir sessizlik hakimdi. Yusuf Cenk ve Karaca ile konuşurken bir diğer köşe de Didem diğer üçlü arasındaki muhabbeti dinlemiyor Salim'in kaçamak bakışlarla Didem'e bakıyordu. Didem ise o yok gibi sırtını ona dönmüş ona taraf bakmıyordu.

 

"Haydi ekip ayrılık vakti." dediğimde sesimle herkes bana bakıp ayaklandı.

 

"Vav tıpkısının aynısı olmuşsun." dedi Karaca gülerek.

 

"Valla süper olmuşsun, kendi halinden eser kalmamış" diye ekledi Yusuf.

Gülümseyerek, "Hadi oyalanmayalım gençler." dedim. Ben çıktığımda arkamdaki kalabalık da beni takip etti.

Dışarı çıkmadan girişte hepsiyle tek tek sarılarak vedalaştık. Dışarı çıktığımızda ise arabanın başında Serhat'ı görmeyi beklemiyordum.

 

"Yolunuz açık olsun arkadaşlar." Dediğinde

 

"Sağolun amirim." Diye cevaplayan çocuklar daha fazla durmadan arabaya bindi.

 

"Gidiyorsun." Başımı salladım ağır ağır.

 

"Evet izin verirsen." Soğuk sesimle gözlerinden geçen hayal kırıklığını görsem de bir şey demedim.

 

"Kendine dikkat et, seni bekliyor olacağım." Başımı salladım tekrardan gider ayak canımı sıkacak bir muhabbet içine girmeyecektim.

 

"Bana da sarılır mısın?" öyle bir sesle söylemişti ki yine içimdeki minnoş kıza sövüp açtığı kollarının arasına girdim. Saçlarıma dayadığı burnu ile aldığı nefesi hissettiğim de ise ateşe değmiş gibi çekildim. Bir an şaşırıp bocalasa da bir şey demedi.

 

"Ben gideyim." Diyerek bir şey demesini beklemeden kapıyı açıp şoför mahallîne oturdum.

 

Kürşat amirin verdiği telefonda Andrei'den gelen evin konumunu navigasyondan açarak yola koyulduk.

 

"Hadi bakalım gençler gazamız mübarek olsun."

 

"Amin inşallah kardeşim. Bir heyecanlanmadım değil yani?" Dedi Yusuf gülerek.

 

Salim nasıl büyük çamlar devirdiyse sesi hiç çıkmıyor kukuman kuşu gibi sus pustu. Didem bakmamakla kalmamış vedalaşmak için sarılmamıştı da.

 

"Salim çıkmıyor sesin." Dediğimde diliz aynasından göz göze geldik.

 

"Bilmem konuşasım yok sadece." Dedi mırın mırın bir sesle.

 

Sonrası ise istikametimiz Beykoz'a doğru yol almaya başladık. Evin konumu Beykoz'un dışarısında oldukça tenha olan bir muhitti. Hedefe ulaştığımızda ise çevrilmiş büyük bir arazinin kapısındaydık.

 

Kapıdaki adamlar hem bizi hem de arabayı titizlikle aradılar. Benan hanımın bekliyor olması bile bu aramanın ayrıntılı yapılmasına engel değildi.

 

Nihayet aramaları bittiğinde üzerimizdeki silahları alarak geçişimize izin vermişlerdi.

 

Bir kaç km daha ilerlediğimizde arazinin ortasındaki büyük malikane görüş açımız gitmesiyle Yusuf bir ıslık çaldı.

 

"Vay yavrum vay. Derebeylik gibi mübarek."

 

Devasa bir malikane ve onun çevresinde 5 6 tane de ev vardı. Yol üzerinde belli aralıklarla konuşlanmış güvenlik kulübeleri ile Benan hanımın güvenliğine ne derece önem verdiği aşikardı.

 

Malikanenin önüne geldiğimizde hemen korumaların işaret ile gösterdiği alana park edip arabadan çıktık.

 

Arabadan çıkmamız ile gelen korumalar tekrardan üzerimizi aradıktan sonra, İçlerinden biri bana dönerek, "Benan hanım sizi bekliyor, buyrun." Diyerek yolu işaret etti.

 

Malikane den içeri girdiğimizde geniş bir giriş bizi karşılaşmıştı. Çok fazla dikkat çekmeden etrafı incelemeye koyuldum. Koruma önce ben arkada büyük bir salona gelmiştik.

 

"Buyrun lütfen,"Diyerek koltukları işaret etti.

 

"Teşekkür ederim." Dedim kendimden emin bir sesle işaret ettiği koltuğa oturdum. Beni getiren koruma başka bir şey söylemeden salondan çıktı.

 

Ne kadar çok etrafa bakmak istesem de bu istediğime ket vurdum. Muhtemelen salonun bir çok yerinde kameralar vardı. Kısa bir süre sonra topuk sesleri ile başımı sesin geldiği yöne çevirmem ile meşhur Benan Yıldız karşımdaydı.

 

Soğuk havaya rağmen oldukça cüretkar giyinmiş esmer tenini cesurca sergilemişti.

 

Ay Allah'ım bu karının götü başı donmuyor mu?

 

Hakkaten bu karının götü başı donmuyor muydu? Onun yanında anneannesi giydirmiş lahana çocuk gibi kalmıştım.

 

Esmer güzeli olan Benan hanım bir ton makyaj olan yüzünde büyük bir gülümseme ile bana yaklaştı. Elini uzatarak

 

"Merhaba Elena, hoş geldin." Diye samimi bir giriş yaptığında ben de gülümseyerek elimi uzattım.

 

"Merhaba!" dedim r harfini bir Rus gibi baskılı söyleyerek.

 

"Andrei çok methetti seni, biliyorsun her şey çok yeni ve ben kendi düzenimi kurmak istiyorum."

 

Başımı sallamakla yetindim.

 

"Elimden ne geliyorsa yapacağım bayan Yıldız. Zaman gösterecek düzeninize uyup uymadığımı."

 

Bakışları o an itibariyle şeytanileşti. "Bir yerde olmaya karar verdiysen ve düzene uymadıysan ne olacağını biliyordursun Elena." Kaşlarımı kaldırarak kendimden emin bakışlarımı bakışlarına diktim.

 

"Hiç şüpheniz olmasın efendim. Bunun bedelini ödeyen nice hain gördü bu gözlerim." Yüzündeki gülümseme büyüdü.

 

"Sevdim seni. Özellikle görüşmek istedim. İlk intiba benim için çok önemlidir. Birini baştan sevmediysem sonrasında hiç şansı yoktur."

 

"Sevmiş olmanız beni mutlu etti bayan Yıldız." Konuşmamı bitirdiğimde salonun girişinde bizi izleyen birinin varlığını fark etmemle başımı çevirmem bir oldu.

 

Gördüğüm suret, rüyalarımdan aşina olduğum hatta zihnime her bir ayrıntısını nakşettiğim ezbere bildiğim kişinin ta kendisiydi.

 

Gel artık bul beni dediğim adam canlı kanlı karşımdaydı.

 

🌸 🌸 🌸 🌸 🌸 🌸

 

 

EVEET BÜYÜK BULUŞMAMIZ GERÇEKLEŞTİ.

 

BÖLÜMÜ BEĞENDİNİZ Mİ?

 

LÜTFEN SINIRI GEÇİN CANLARIM.

 

YORUMLARINIZI VE BEĞENİLERİNİZİ BEKLİYORUM🥰

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%