Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm

@mislanet

Merhaba çiçeklerim 🌸

Yeni bölümümüzle karşınızdayım 🤗

 

LÜTFEN SİZ DE BEĞENİLERİNİZ VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLUN. E KADAR ÇOK İLGİ GÖSTERİRSENİZ O KADAR ÇOK HIZLI BÖLÜM GELİR.🤗 YAZMAK İÇİN EN BÜYÜK MOTİVASYONUM SİZLERSİNİZ😚

🌸 🌸 🌸 🌸 🌸

Daha dün gece beni bul diye fotoğrafı ile konuştuğum adam canlı kanlı karşımdaydı. Kalbim göğsümü şiddetli bir şekilde döverken, ayaklarım ona koşmak , gözlerim hali hazırdaki damlalarını akıtmak isterken ben içinde bulunduğum durumlar gereği kendimi sıkmakta buldum çareyi.

Bunu ne kadar yapabiliyordum bilmiyorum.

Dışarıdan nasıl görünüyordum bilmiyordum?

3 yıldır sadece rüyalarımda tanıyıp sevdiğim bu adamı deliler gibi her yerde ararken hiç ummadığım bir yerde karşımda görmek hak verirsiniz ki şokların en büyüğü olmuştu bana.

Ne aldığım eğitimler, ne uzun görev tecrübelerim, hepsi şu içinde bulunduğum duygu durumunu kontrol etmemde bana yardımcı olmuyordu.

Göz kırpma refleksim bile sanki devre dışı kalmış gözlerimi karşımdaki adamdan alamıyordum. Gözlerimi kapattığımda kaybolacağını düşünüyordum. Kendimi o kadar çok kasmıştım ki yürüyüp konuşabilir miydim onu bile bilmiyordum.

"Aa hoş geldin canım. Elena, Andrei'in benim için göndermiş olduğu yakın korumam. " diye beni tanıttı Benan. Benim gözlerim sadece onun üzerindeydi ama o bakmak şöyle dursun gözünü bile değdirmemişti. Bir kere bile göz göze gelmemiştik.

Bir dakika yaa canım mı dedi bu kadın?

Gözlerimi kıpıştırıp bakışlarımı önde düşürdüm, kendime gelmek için derin bir nefes aldım. Ama nafile yaklaşan adım seslerini duydukça heyecanım kat ve kat artıyor, kalbimin göğsümü dövüşleri sertleştikçe sertleşiyordu.

Her şeyi mahvetmem an meselesiydi.

Adım sesleri kesildiğinde kendimde bulduğum cesaret kırıntısıyla nihayet bakışlarımı yerden kaldırabildim. Mıknatıs gibi bakışlarımı çeken çehresine takıldım kaldım yine.

Buradaydı, yakınımdaydı. Elimi uzattığımda dokunabilceğim bir yakınlıkta ama aynı zamanda fersah fersah uzaktı bana.

Alelade bir bakış attı yüzüme, Benan'a döndü.

"Bütün işimiz bitti şimdi de güvenlik mülakatı mı yapıyoruz?" bunları söylerken bir kere bile bakmadı bana. Kalbimde bir yerler kırıldı hakkım olmayarak.

İşimiz mi dedi o?

Bakışlarımı ondan çekip Benan'a diktim. Karşımdaki adamın göstermiş olduğu bu soğuk tavır üzerimde de soğuk su etkisi yaratmış, biraz olsun beni aptal aşık modundan çıkartıp dikkatimi buraya toplamamı sağlamıştı.

Pembe dizi çekmiyorduk!

Benim çektiğim aşk acısına varana kadar binlerce insanın canı söz konusuydu.

Benan elleri ceplerinde ona bakan adamın koluna girerek bedenini onun bedenine yapıştırdı. Cilveli bir gülüşle sanki ben orda yokmuşum gibi yanağına bir öpücük bırakıp çekildi.

"Elana her daim yanımda olacak. Onunla öncesinde görüşmek istedim canım." bunu söylerken bana bir bakış attı ve tekrar yüzünü yanındaki adama çevirdi.

Bakışlarımı ona çevirdiğimde buz gibi bakışları ile baştan aşağı süzdü beni.

"İyi! Ben çalışma odasındayım hemen bitir şu tanışma merasimini ve yanıma gel."

Diyerek yine bana tek kelam etmeden çıkışa doğru sert ve kendinden emin adımlarla yürümeye başladı. Benan o gözden kaybolana tıpkı benim gibi arkasından bakıp çıkışını izledi.

Bakışlarını bana çevirdiğinde yüzümdeki sorgulu ifadeyi fark etmiş olacak ki kendini açıkladı.

" Pars, hem rahmetli babamın sağ koluydu hem de nişanlım."

Mahir değil pars...

Nişanlı...

Onlardan...

Daha onu görmeyi hazmedememişken duyduğum şeyler beynimin içinde yankılanıyordu.

İşler benim için iyice çıkmaza girerken, lütfen dayan, lütfen dayan, dedim. Benan'ın açıklamasına sadece kafa sallamakla yetindim. Ağzımı açtığımda sesimin titremesi ihtimaldi.

"Korumalarımız için bahçe içerisindeki müştemilatlarda odalarımız var. Odan hazır, çocuklar gösterecek. Bugün dinlen yarın daha detaylı konuşuruz." tam arkasını dönecekkken seslenmemle duraksayıp bana döndü.

"Benan hanım!"

"Bir sorun mu var?"

"Annem... Annemin mezarı İstanbul'da... İzin verirseniz bugün ilk oraya gitmek istiyorum." Aklıma gelen ilk yalan dökülmüştü bir çırpıda dudaklarımdan. Boğazımdaki düğüm konuşmamın önüne durmuş izin vermese de son gayretimle derin bir nefes alıp konuşmama devam ettim.

"Her geldiğimde mutlaka uğrarırım...daha sonrası için fırsat bulamayabilirim." dediğimde gözlerini kısarak sözlerimi tarttı. Fazla şüpheciydi ve ben ilk günden şüpheleri üzerime çekmiştim. İçten olmayan bir gülümseme ile kafa salladı.

"Peki madem... Git gör annenin mezarını. Görüşürüz yarın."dedi ve cevabımı beklemeden arkasını dönerek o da çıkışa doğru ilerledi.

Tekrar derince bir nefes alıp elimi kalbime götürdüm ama çok tutmadan indirdim. Göz yaşlarım gözlerime hucum etmek için fırsat kollarken, şimdi değil, dedim içimden şimdi değil ne olur siz durun bari.

Yalnız kaldığım salondan binbir güçlükle attığım adımlar ile çıktım. Çıkışa geldiğimde Salim ve Yusuf bir kaç koruma ile konuşuyorken beni gördüklerinde kaşları çatıldı.

Nasıl göründüğüm konusunda hiç bir fikrim yoktu. Bir şeylerin ters gittiğini anlamış olacaklar ki selam verip ayrılarak yanıma geldiler. Yüzlerindeki meraklı ifadeyi yatıştırmak için gülümsedim.

Ne yapıyordum ben? Şuan şüphelenseler sadece kendimi değil onları da yakacaktım.

Yüzüme taktığım ifade ile yanlarına yaklaştım. Rusça, "Annemin kabrine gideceğim, Benan hanımdan izin aldım. Sizleri hazırlanan odalara yerleştirecekler." dediğim de Salim elini omzuma atarak ortaya atmış olduğum yalanı destekleyerek tuttuğu yeri sıvazladı.

"Git tabi biz buradayız. Gelmemizi istersen de geliriz Elana." demesiyle başımı iki yana sallayarak bu desteğini reddettim.

"Sağolun, yalnız gitsem iyi olacak." dedikten sonra arabama kendimi zor attım. Aldığım nefesler batıyor, kendimi kasmaktan kitlenen vücudum yüzünden direksiyonu bile tutamıyordum.

"Hadi lütfen şu cehennemden çıkalım. Söz veriyorum istediğin kadar ağlamana izin verecem." diye fısıldadım kendime.

Arabayı çalıştırıp cehennemime tekrar bakmak için başımı kaldırdığımda onu gördüm. Yanında Benan ile yukarıdan benim gidişimi izliyorlardı. Yine Benan elleri ile sıkıca koluna girmiş, bedenini yapıştırmıştı onun bedenine.

Kalbim acı ile kasılırken tetikte bekleyen göz yaşlarım kapılarını daha bir zorlamaya başlamıştı. Alışmam lazımdı kim bilir başka hangi hallerine şahit olacak kalbim kızgın demirlerle dağlanır gibi kaç kez aynı hatta daha fazla acılar ile kavrulacaktı. Derin bir nefes aldığımda ne kadar zamandır nefesimi tuttuysam ciğerlerim acı ile kasıldı. Bu bataklıktan yine kendi kendimi çıkaracaktım.

Kendine gelmem lazımdı. 'Kendine gel Esra Salim'i, Yusuf'u düşün. Öldürülen nice masum kadını, çocuğu, gençleri düşün. Senin oynamıyorum diye ağlayıp mızırdanacak oyundan çıkan çocuk olma lüksün yok! Senin böyle bir lüksün yok! Acıdan öl ama ayakta dipdiri kal...'

Başımla selam verdiğimde Benan hanım yine aynı tehditkar bakışları ile başını salladı. Pars'ın gözlerinde ise yine donduran ve ifadesiz bakışları vardı.

Pars... Alışmam gereken kabullenmem gereken o kadar çok şey vardı ki...

Daha fazla oyalanmadan çıkışa doğru sürdüm arabayı. Çok dikkat çekmiştim ve bunun bedelini başkalarına ödetmelerini istemiyordum. Hele ki yanımdaki çalışma arkadaşlarıma asla...

Çıkışa geldiğimde kapıdaki korumalara malumat verilmiş olacak ki durdurmadan çıkışıma izin verdiler.

Cehennemimden çıkar çıkmaz sıkmış olduğu bedenim de kendini bırakmıştı. Durmadan Akan göz yaşlarım görüş açımı kapatıyor, aldığım her bir nefes bıçak gibi göğsüme saplanıyordu.

Daha fazla bu halde devam edemedim, boş yolun ortasında ani bir frenle durdum.

Hiç bir şekilde nefes alamıyordum. Şiddetli ağlamam yüzünden kesik kesik aldığım nefesler yetmiyordu.

Yaşadığım duygu yoğunluğu ve şok yüzünden panik atak geçiriyordum. Vücudum uyuşmaya başlamış, kalbimin atışı daha şiddetli bir hale gelmişti. Vücudumu kontrol edememek endişemi daha artırıyordu. Krizim git gide şiddetlenmeye başlamıştı.

'Yapabilirsin Esra, sen neleri atlattın. Çocukları düşün...'

'Sakin ol daha önce de yaşadın.'

İçimden sürekli kendi kendime belki işe yarar diye verdiğim telkinler etkisizdi. Bir yerlerden bir telefon sesi geliyordu ama şuan onu arayıp bulacak takatim de yoktu.

Asuman ablanın kriz anında söylediği tavsiyeleri düşünüyordum.

'Neydi? Neydi?'

Sakinleşmeye çalışırken arabanın ön koltuğunun üzerindeki evrak çantasını gördüm. Hızlı hareketler ile içerisinde bulduğum poşet dosyayı boşaltıp ağzıma dayadım.

İçerisine doğru Asuman ablanın dediği şekilde sayarak nefes alıp vermeye başladım.

Ne kadar süre o halde kaldım bilmiyorum sakinleşmiştim ama üzerimden sanki tır geçmiş gibiydi. Gözlerimi kapatıp başımı koltuğa yasladım.

Telefonum tekrar çalınca zoraki gözlerimi açarak sesin ne taraftam geldiğini anlamak için kafamı kaldırdım. Yan koltukta aşağıya düşen çantamdan geliyordu.

Telefon ekranına baktığımda Andrei ismini görmemle açma tuşuna basmam bir oldu.

"A-alo..."

"Esra bir şey mi oldu? Neden çıktın oradan? Yolun ortasında ne yapıyorsun?

Karaca'nın sesini duymam ile durmuş olan göz yaşlarım akmaya başladı az önceki şiddetine nazaran daha usul usul.

" Karaca..."

"Esra ne oldu? Neden ağlıyorsun?" Karaca'nın panik ve endişeli sesi ile ağlamam daha da şiddetlendi. Ağlamam arasında cevapladım sorusunu.

"Buldum onu..."

"Kimi?"

"Mahir'i..." diye fısıldamamı duymamıştı Karaca.

"Allah'ını seviyorsan bir sakinleş. Öldüm burada meraktan. Bak sakin ol tamam mı? Arkanda seni takip eden aracı farkettin dimi?" sözleri ile bakışlarımı dikiz aynasına kaldırdım.

Arkamda bana çok da yakın olmayan bir mesafede bir araç benim gibi yolun kenarına çekmiş bekliyordu.

"Sen çıktığından beri arkandalarmış. Böyle uzun süre yolun ortasında durunca sen, aralarında bizden olan arkadaş operasyon merkezine haber verdi bir şekilde. Ne oldu canımın içi?"

Gözlerimi sımsıkı kapadım. Korktuğum başıma gelmişti. Ne kadar zamandır buradaydım bilmiyordum.

"Karaca bir şeyler yap. Ben ilk günden çok dikkat çektim. Kendimi düşünmüyorum ama Salim ile Yusuf oradalar." sözlerime kızgınlıkla cevap verdi.

"Saçmalama! Hiç birinize bir şey olmayacak. Biz halledeceğiz tamam mı? Sakin ol, şimdi ne için çıktın oradan?" Derince bir nefes çektim.

"Karaca... Mahir orada."

"Nee?" bağırarak verdiği tepkiden sonra hızlı adımlama sesleri ve bir kapı kapama sesi geldi.

"Ne diyorsun sen? O mu gerçekten?" fısıltı ile sorduğu sorulara görmese de kafa salladım.

"O... B-benan'ın... N-nişanlısı..."

Sözcükler öyle zor çıkıyodu ki ağzımdan ben daha gerçekliğini kabullenemeden başkası ile olduğu gerçekliği ile de yüzleşmiştim.

"N-ne diyorsun sen?"

"Duydun. B-ben onu karşımda görünce bir de Benanla... Offf Karaca ben duramadım orada." bir süre sessizlikten sonra Karaca üzgün ve ılımlı bir sesle konuşmaya devam etti.

"Dostum... Geri dönmek zorundasın biliyorsun değil mi? Geri dönüşü yok. Nasıl olacak sen böyle iken..."

"Yapacağım Karaca... Çıktım ama cehennemime geri döneceğim."

"Şimdi nereye gidiyorsun peki? Bak peşinde adamlar da var. Bir planın var mı?"

"Ben o an annemin Türk olduğunu ve mezarının burada olduğunu söyledim."

" Polonez Hristiyan mezarlığına geç. Ben halledeceğim, ama yalvarırım hata yapma dostum. Seni çok seviyorum ve inanıyorum ki üstesinden geleceksin. Sen babanın kızısın."

" Ben de...Teşekkür ederim... " fısıktılarımla telefonu kapattım. Arabanın torpidosundan aldığım suyu içtikten sonra kontağı açarak arabayı çalıştırdım.

*****

Mezarlığın giriş kısmına yakın yere arabamı park ettikten sonra dikiz aynasından, arkamdan yol boyunca ayrılmayan siyah araca baktım. Yine uzak bir mesafeye park etmişler içinden hiç bir şekilde çıkan olmamıştı.

Arabadan indiğimde hafif çiseleyen yağmura aldırmadan mezarlığın içerisine doğru yürüdüğüm de kimseler yoktu.

Mezarlık üzerindeki isimlere bakarak kendi hikayeme uydurabileceğim bir kadın mezarı aradım. Buradan çıktıktan sonra da eminim ki hem benim hem de mezarda yatan kadının hakkında araştırma yapacaklardı. Neyse ki Karaca için çok zor bir şey değildi bizim hikayelerimizi birleştirmek.

Biraz ilerlediğimde Sofia adında 17 yıl önce 38 yaşlarında ölmüş bir kadın mezarının görmem ile durdum.

Ağırca mezarın hemen karşısındaki mezarın mermerine oturarak baktım.

"Kusura bakma seni de yalanıma ortak edeceğim ama başka çarem yoktu." kendi kendime güldüm. Başımı yukarıya kaldırdığımda şiddetini artıran yağmur yüzünden gözlerimi kapadım.

Bakışlarım tekrar karşımdaki mezar taşlarını taradı hızlıca.

"Yalnızsın... Eşin ya hiç olmadı ya da yaşıyor hala." durdum bir nefes çektim tekrardan.

"Hayat işte yaşı gelen değil sırası gelen gidiyor. Benim de... Babam gitti... Senin gibi genç yaşta... Ardında çok sevdiği karısını bıraktı iki kızıyla... Bir şey diyim mi? Sizlik bişey yok olan kalana oluyor. Kim bilir sen kimleri bırakıp gittin?" gözlerim dolu dolu gülerken karşımdaki mezarlar konuşmaya devam ettim.

" Şimdi diyordursun bu deli nerden buldu beni? Duyabiliyor musun acaba? Bak bunu harbi merak ediyorum. Çünkü ben..." dolan gözlerim ardı sıra boşalmaya başladı.

" B-ben babamın hep beni duyduğuna inanırım. Duymuyorsanız öbür dünya da bunu öğrendiğimde büyük şok olacak bana." Ağlamam şiddetlendi ama bir yandan da deli gibi gülüyordum.

" Düşünsene bunca sene boşa konuşmuşum deli gibi." burnumu çektim serçe elimle gözlerimi sildim. Etrafa baktım yakınımda yöremde kimse yoktu. Uzaktan izlenildiğime emindim.

"Ama iyi geliyor. Bak buraya gelmeden önce hayatımın şokunu yaşadım mesela." yerimden kalkarak hemen mezarının yanına çöktüm. Elimle toprağını okşayarak konuşmama devam ettim.

"Yıllardır... aradığım sevdiğim a-adamı buldum." yine acı dolu bir kıkırdama çıktı dudaklarımdan ağlarken.

"Ama ne bulma?" mezara doğru eğilerek fısıltı ile devam ettim.

"Yıllardır aradığım adam, bitireceğim kadının... nişanlısı... O da bir..." ağlamam artık hıçkırıklara dönmüştü.

"Hain..." diye belli belirsiz fısıldadım.

"Hain... Hain..." sayıklar gibi fısıldamam ile hıçkırıklarla ağlamama devam ettim.

Hiç tanımadığım bir kadının mezarına kapanmış en mahrem sırrım için zavallı bir şekilde ağlıyordum. Yağan yağmur zerre içimdeki yangına etki etmiyordu. Şuan gelse dünyanın tüm yağmurları üzerime yağsa bu yangının tek bir zerresini bile yok edemezdi.

Daha da kapandım önümdeki mezara sanki sarılır gibi.

"Her gece... Beni bulması için dua ederdim..." elimle tutunduğum toprağa vurdum.

"Keşke..." gözyaşlarım öyle şiddetliydi ki kelimeler ağzımdan çıkamıyor, içimdeki yangını harladıkça harlıyorlardı.

Avuçlarımın altımdaki toprağı sıktım.

"Keşke... Bulmasaydın... Beni..."

Ne kadar süre orada o vaziyete kaldım bilmiyorum adım sesleri ile ani bir şekilde başımı kaldırdım. Elinde çiçek demeti olan yağmurluklu bir çocukla göz göze geldim.

"İyi misin abla?" diye meraklı gözlerle bana bakıyordu.

Bu yağmurda mezara kapanmış salya sümük ağlayan birine sorulacak en mantıksız soruyu sormuştu.

 

Çok uzatmak istemedim, halim ortadaydı.

"İyiyim canım, biraz duygusal bir ziyaret oldu benim için."

Mezara bakıp üzerindeki ismi okudu, "Sofia kim annen mi?"

Ben de mezar taşına bakarak ayaklandım. "Evet, annem."

Yağmur biraz olsun sakinlemiş çise şeklinde atıyordu. Karşımdaki çocuk baştan aşağı süzdü beni.

"Çok ıslanmışsın, hasta olacaksın."dedi üzgün bir sesle. Sözlerine gülümsedim ve ona doğru yürüdüm.

" Bişeycik olmaz, sen napıyosun bakim bu hava da burda." elindeki çiçekleri gösterdi.

"Ben çiçek satıyorum gelen ziyaretçilere. Almak ister misin?" elindeki çiçekleri baktım bir şey söylemeden hepsine uzanıp alırken elime bir şey daha verdi. Bakışlarımız kesiştiğinde, "Karaca abla gönderdi." diye fısıldadı.

Küçük eski tip bir telefondu. Çiçeklerin arasında çaktırmadan üzerimdeki ceketin koluna doğru sıkıştırdım.

Başımı sallayarak ellerim omuzlarına gitti sıvazlayarak arkamdaki mezara döndüm.

Elimdeki çiçekleri özenle mezarın üzerine serdim. Doğrulduğumda mezar taşındaki ismi okşayarak vedalaştım.

"Hadi gel bakalım, çantam arabada paranı vereyim. Arabaya doğru yürüdüğümüzde hafif esen rüzgar içimi ürperti. Islanmış bir sıçan gibiydim tek kuru yerim yoktu.

Arbaya vardığımızda çantamın olduğu tarafı açıp çantamın içerisinden cüzdanımı çıkararak içerisinden aldığım parayı yanımdaki çocuğa uzattım.

"Abla bu çok..." elimi başına atarak yağmurluk üstünden başını okşadım.

"Bana ettiğin iyilik yanında. Hadi evine git daha fazla ıslanma."

Sözlerim ile gülümseyerek başını salladı ve arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı. Ben de daha fazla beklemeden arabaya attım kendimi. Kolumdaki küçük telefonu hızlı bir şekilde boyumun içine, ayağımın altına yerleştirdim.

İlk gidişimi aksine beni neyin beklediğini bilmek daha fazla gerilmeme sebep olsa da üstesinden gelmeliydim, gelecektim.

1 saatlik yolun sonunda yerleşkenin girişine geldiğimde beklediğimin aksine arama yapılmadan direk içeri alınmıştım. Konak görüş açına girdiğinde derin bir nefes alarak, "İşte başlıyoruz." diye fısıldayarak park edilmiş arabaların yanına doğru çektim arabamı.

Arabadan iner inmez, yanımda beliren korumaya ne vardı diye baktığımda, "Benan hanım kalacağınız yeri göstermemi istemişti efendim." bir yandan da perişan halim dikkatini çekmiş olacak ki beni çaktırmadan incelemeye koyuldu.

Başımı salladım, "Tamam valizimi almalıyım." diyerek arabanın arkasına doğru ilerleyerek bagajdan valizimi aldım. Diğer iki valizi de indirerek, "Bunları İvan ve Nikolay'a götürün." dememle çok uzakta olmayan bir koruma gelip valizleri aldı.

"Sizinkini de ben alayım." diyen korumaya ters bir bakış atarak, "Ben götürürüm siz odamı gösterin." dedim sert sesimle.

"Bu taraftan." diyerek önüme geçti. Çevredeki tüm korumaların gözü üzerimdeydi. Tek bir tane bile kadın yoktu. Başımı kaldırıp konağa bakmadım bu kez, bu gün ki kotamı fazlasıyla doldurmuştum.

Konağın hemen yanındaki müştimalata geldiğimizde elindeki anahtarı vererek, "Buyrun, burada sadece siz kalacaksınız. Benan hanımın emri. Tüm odalar boşaltıldı, temizlendi. Bir ihtiyacınız olursa içerideki telefonun hemen yanında numaralar var." söylediklerine sadece başımı salladım, bir şey demeden içeri geçtim.

Tek katlı orman evi tarzı eve girdiğimde beni mutfak ile salon bir arada olduğu bir giriş karşıladı. Sağımda klasik siyah mobilyalar ile döşenmiş ufak bir salon takımı, yine siyah konsol üstüne bir televizyon vardı. Ayağımdaki botları çıkararak kenara koydum. İçerisindeki telefonu şimdi almayacaktım, öncesi bir tarama yapmam lazımdı her hangi bir kayıt cihazı ya da kamera varmış diye.

Odanın içerisine geldiğimde etrafa bakındım. Hemen solumda yine koyu ahşap renginde amerikan bir mutfak vardı. Büyün değildi ama iş görürdü. Lazım olan tüm küçük ev aletleri vardı. Kahve çay makinesi, bir tane tost makinesi, mini bir dolap.

 

Hemen karşımdaki koridora doğru ilerlediğimde 4 tane oda vardı. Tek tek baktığımda üçünün yatak odası en sol köşedekinin de banyo olduğunu farketmemle banyoya en yakın olan büyük odaya girdim.

Valizimi yere bırakıp odaya şöyle üstün körü baktım. Yine koyu renk mobilyalar ile döşenmiş bir odaydı. Odanın ortasında çift kişilik bir yatak hemen karşısında aynalı bir masa, yatağın iki yanında koyu renk komidinler vardı. Odadının girişinden hemen sağımda büyükçe bir dolap ve yatağın hemen yan tarafında bir berjer vardı.

Koyu renk mobilyaların aksine 2 penceresi ile oda çok ferah ve aydınlıktı. Valizimi kenara bırakıp içerisinden çıkardığım çamaşırlarımı ve eşofman takımını yatağın üstüne bıraktım.

İyi bir banyoya ihtiyacım vardı. Sırılsıklam olmuş tekrar kurumuştum. Banyoya yürürken bir yandan da herhangi bir kamera var mı diye etrafa bakıyordum.

Banyo kapısını açtığımda ferah bembeyaz bir banyo karşıladı beni. Hemen kapının yanındaki dolaptan aldığım havluları duşa kabinin yanındaki askıya asıp üzerimi çıkarmaya başladım. Yine bir yandan da etrafa bakıyordum.

Duşu ayarlayıp altına girdiğimde ılık su kasılan ve üşüyen bedenime iyi gelmişti. Uzun bir süre suyun altında hiç bir şey yapmadan durdum. Zihnime gelen görüntüleri, siluetleri silme gayreti ile yapmam gerekenleri düşünüyordum.

Sıfır hata ile ilerlemem hatta Benan için bir numaralı adam olmam gerekiyordu. Son yaptığımın ondaki karşılığını gördükten sonra bir planlamanın daha sağlıklı olacağını düşünerek hızlı bir duş ile yıkanma işini tamamlayıp çıktım.

Yatak odasına geçip kendimi yatağın üzerine bıraktım. Ben görüntüsünün zihnimde canlanmasına direndikçe gözlerimi her kapattığımda bir kaç saat önce yaşadığım olaylar tekrar tekrar dönüyordu.

Derin bir nefes çekip ofladım. Gün boyu o kadar çok kendimi kasmıştım ki ne kadar kafam dolu olsa da uyku beni gitgide içine çekiyordu. Kalkıp giyinecek takatim dahi yoktu.

 

*********

İzlenildiğim hissi ile gözlerimi açtığımda bir anda yerimden kalkmamla hemen yatağımın yanındaki koltukta oturmuş beni izleyen onu gördüm.

Pars'ı....

 

Bir eli çenesinin altında dikkatli bir şekilde bana bakıyordu. Gözleri aşağılara doğru kaydığında ben de hemen üzerime baktım.

Uyku hali ile üstüm başım dağılmış üzerime aldığım havlum açılmıştı. Sinirle baktım yüzüne,

"Ne işiniz var odamda?" sorumla birlikte boğazını temizleyip sorumu duymazdan gelip konuşmaya başladı.

"Ne işin var burada?" sorusuna karşılık kaşlarımı çatarak şaşkınca yüzüne baktım bir kaç saniye.

"Ne demek ne işin var burada? Ne için geldiğimi öğlen nişanlınız açıklamıştı." sözlerim üzerime soğuk bir gülümseme yerleşti dudaklarına. Bakışlarım hipnoz olmuş gibi gülümsemesine kayarken bir an yaptığım salaklığı farkına vararak gözlerimi kapattım sanır dilenir gibi. Dik ve meydan okuyan bakışlarımı tekrar yüzüne çıkardığımda konuşmaya devam etti.

" O, onun bildiği. Ben gerçeği öğrenmeye geldim."

Her sesini duyduğumda pelte kıvamına gelmem normal miydi? Hasret kaldığım yüzü, sesi, kokusu dikkatimi hep mi böyle dağatacaktı? Bir kaç saniye yine konuya odaklanmak için gözlerimi sinirle kapatıp açtım.

Dur artık dur!

Derince bir nefes alıp verdim. "Gerçek bir tanedir Pars bey. Ben işimi yapmak adın buradayım. Aksi bir şey düşünmeniz çok normal, beni tanımıyorsunuz. Ama zaman... zamanla tanırsınız." sözlerim üzerime bir hışımla ayağa kalkıp üzerime doğru eğildi. Gözlerinde anlam veremediğim bir kızgınlık ve öfe vardı. Sanki öncesinde ona bir şey yapmışım da karşısına çıkmışım gibi.

Onu eğilmesi ile kendimi zannetiğinin aksine geri çekmedim. Çok yakındık çok fazla yakındık. Bir an bu halimize bıçaklar gibi baksa da çok kolay toparladı bakışlarını ve yine öfke zırhını geçirmişti bakışlarına.

Gözlerime gözlerini dikti. Ben de aynı diklikle ve kendinden eminlikle ona bakmaya devam ettim. Kısa bir an çok kısa bir an bir şey görür gibi olsam da yine aynı buz gibi ama sinir barındıran bakışları ile konuşmaya başladı.

"Gözüm üzerinde, ben Benan değilim. İlk hatan sonun olur." diyerek doğruldu ve sert adımlarla odadan sonrasında ise evden çıktı.

O gittikten sonra ise sinirimden ve stresimden bağırarak üzerinde olduğum yatağı dağıttım.

"Aağhhh! Allah kahretsin! Allah kahretsin! Allah kahretsin!"

Darma duman yatağın hemen önüne çöktüm. Derin derin hırıltılı nefeslerime hıçkırıklarım eklendi. Bu son dedikçe başa sarmaktan yorulmuştum. Hemen yanımdaki çamaşırları üzerime geçirerek ayaklandım. Eşofmanları giyerken yaşadığım aydınlanma ile ayakkabıları çıkardığım yere koştum. Ayakkabının ucuna doğru elimi soktuğumda telefonun orada olmasıyla derin bir nefes aldım.

Koluma sıkıştırdığım telefon ile yerimden doğrularak tekrar kaldığım odaya geldim. Işığı yakarak hızlı bir şekilde taramaya başladım.

Komidin düğmelerine, dolap kulplarına, avizenin her bir yanına, yatağın altına üstüne, çekmece içlerine tam 1 saat aradım her yeri. Kamera namına bir şey bulamadım ama bir böcek olma ihtimaline karşı Karaca'ya mesaj attım.

Mesaj 1: KARACA, BUGÜN MEZARINA GİTTİĞİM KADINI ARAŞTIRACAKLAR. BİLGİLERİNE ERİŞİP BİZİM PLANIMIZA UYDURMANIZ LAZIM.

Mesaj 2: O, GELDİ KALDIĞIM EVE. ŞÜPHELENİYOR BENDEN BİR ŞEYLER YAPMALISIN. BANA BURADA YAZ.

Mesajlarıma kısa bir süre geçmeden cevap verdi Karaca.

KARACA: O İŞİ ÇOKTAN HALLETTİM. BABAN AYYAŞ PİSLİĞİN TEKİYDİ VE BİR TÜRK. ADI RIZA KARA. ANNEN SOFİA SİVON İLE İSTANBUL'DA TANIŞIYORLAR. TEK ÇOCUKLARI SENSİN. BABAN ANNENİ SENİN GÖZLERİNİN ÖNÜNDE ÖLDÜRDÜ BIÇAKLAYARAK. SENi ALIP RUSYA'YA KAÇIYOR. SONRASI...

Bayağı uzun bir mesajla özetlemişti anlatmak zorunda olursam anlatacağım hikayeyi.

KARACA: Kürşat müdüre anlattım durumu her şeyi söylemedim özellikle niye çıktığını soruyor evden. Bilmiyorum diye geçiştirdim. Andrei ile görüştü akşam. O konuşacak Benan ile. Annen mevzusunu da özet geçtim. Kürşat müdür Andrei'in halledeceğini söyledi. Seni koruyacağının garantisini verdi.

ESRA: TAMAM, ŞİMDİ KAPATIYORUM TELEFONU AKŞAMLARI HABERLEŞİRİZ.

Dedikten sonra telefonu kapattım. Nereye saklayabirim diye etrafa bakarken avizenin üstü geldi aklıma. Çektiğim sandalye ile tekrar avizenin üst kısmına telefonu koydum.

Aşağıya indiğimde karnımın açlığı ile için ezildi. Sabahtan beri hiç bir şey yemiyordum. İçeri mutfağa geçip dolapları kontrol ettiğimde dolu olduklarını görmem ile biraz olsun mutlu olmuştum.

Kendime ufak bir sandviç hazırlayıp bir bardak su alarak masaya oturdum. Çok iştahım yoktu ama vücudum alarm veriyordu. Hepsini yiyemeden masayı toparlayıp kalktım.

Dış kapının sürgülü kilidini çektim. Tüm pencereleri de kontrol ettikten sonra kendimi yatağa attım. Bir gün içerisinde çok fazla şey yaşamamıştım.

Pars... En dikkat etmem kişiydi. Ben karmakarışık duygularımla baş etmeye çalışırken bir de onun düşmanlığı istemeden de zoruma gidiyordu.

O Mahir değil diyen aklıma inat kalbim, onu gördüğümde Mahirmiş gibi delicisine atıyordu. İmtihanım zordu, çok zordu...

Başımı iki yana salladım. Elime aldığım telefonuma alarm kurarak komidinin üzerine bıraktım. Gözlerimin uyumaya niyeti olmasa da kapattım.

Sabah alarmın sesi ile kalkıp lavobadaki işlerimi hallettim. Aynaya baktığımda dünden kalan enkazım karşımdaydı. Morarmış göz altlarım, şişmiş ve kızarık gözlerim, solgun yüzüm ve dağınık saçlarım ile muhteşem görünüyordum.

Baştan aşağı siyah giyinmiştim. Hemen gözlerimin önünü kapatıp yüzüme biraz renk verdim. Saçlarımı da sıkı bir at kuyruğu ile tepede topladım. Tekrar aynaya baktığımda gördüğüm görüntüden memnun olmuştum.

Ona mı süsleniyorsun? Diyen iç sesimi duymak istemedim. İçimden öyle gelmişti, benim elin nişanlısı ile hele ki bana açık açık meydan okuyan bir hainle işim olmazdı.

Tabi tabi

Silahımı, cüzdanımı ve telefonumu alıp çıkışa doğru ilerledim. Evden çıktığımda derin bir nefes alarak karşımdaki konağa baktım.

"Haydi bakalım, başlıyoruz."

Loading...
0%