Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@mislanet

2. Bölümle sizlerleyim. Aslında kafamda çok güzel yaşıyorlardı ama böyle yazıya aktarmak o kadar zormuş ki🙃 Bir yıldızı esirgemezsiniz heralde dimi canlar? 😉 İmla, yazım yanlışlarım varsa da şimdiden özür diliyorum.

 

O zamaaaan dansss diyoruzz❤️

🌸 🌸 🌸 🌸 🌸

 

İzlenildiğim hissi ile gözlerimi açtığımda bir çift meraklı ela gözle karşı karşıya kalmıştım. Uyanmam onu sevindirmiş olmalı ki neşeli sesiyle şakıdı.

 

"Oh, nihayet açtın gözlerini. Ne zamandır bekliyorum başında biliyor musun?" diye de paylamayı unutmadı beni.

 

Karşım da yine eski tarz elbiseli, ela gözlü 17 yaşlarında bir genç kız vardı. Gerçekten birileri bana şaka mı yapıyor yoksa ben mi kafayı yiyordum bilmiyordum. Şaşkın şaşkın ona baktım.

 

"Sen de kimsin?" diye sordum.

 

"Ah! Ben bu evin kızı Ayşe. Bir süredir dayımlardaydım. Şu işe bak ki ben yokken ne olaylar olmuş ne olaylar? Annem senden bahsedince hemen yanına geldim ama uyuyordun. Bir türlü uyanmak bilmedin ama vazgeçmeden başında bekledim. Gece biraz ateşin çıkınca annemle babam ilaç vermişler. Onun etkisidir dedi annem." Ardı sıra sıraladığı cümleleri kaşlarım çatılı halde dinlerken gece yaşadıklarım geldi zihnime.

 

Gece hem acıdan hem de ateşim çıktığı için inlerken Hacer ana yanımda uyuduğundan hemen eşine haber vermiş o da sağolsun gece gece benimle ilgilenmek zorunda kalmıştı.

 

Hazırladığı karışımları yaralarıma sürmüş, biraz da el yapımı ilaç içirmişlerdi. Odanın çeşitli yerlerinde olan kandiller ile loş bir ışıkta zor da olsa pansumanımı değiştirmişti Muzaffer amca.

 

Neden bunlar yanıyo elektirikler mi yok, soruma yine bana ne diyo bu der gibi bakıp işlerine dönmüşlerdi. Kısa süre sonrada uyuya kalmış olmalıydım ki gerçekten iyi bir uyku çekmiştim. Burdan ayrılmadan bu yapma ilaçların tariflerini almam lazımdı.

 

Şuan ise kendimi yeniden doğmuş gibi hissediyordum. Hem bir süredir olan ağrılarım yoktu hem biraz da olsun gücüm yerine gelmiş gibi hissediyordum. Yatmaktan dolayı hantallaşan vücudumu esnettim ve doğrulmaya çalıştım. Şükür ki bunları da yapabiliyordum artık. Ayşe hemen heyacanla yardım için yanı başıma geldi.

 

"Bana söylesene abla, bak ters bir hareket yapacaksın Allah korusun. Hala tam iyileşmiş sayılmazsın." Dedi azarlayan bir ses ile bir yandan da arkama yastık koyuyordu.

 

"Sağolasın, kendimi bugün çok iyi hissedince kendim yapmak istedim. Adım Ayşe demiştin dimi? Ya merak ediyorum siz niye böyle eski şeyler giyiniyorsunuz? Babanda da fes var, Osmanlıdan mı kaldınız?"dedim espiri yapmaya çalıştım ama bir ben güldüm. Kızcağız üstüne baktı sonra üzgün gözlerle bana baktı.

 

"Niye öyle dedin ki abla? Ben bunu yeni dikmiştim kuzenim Kamile ile. Senin için gitmiştim oysaki." Dedi üzgün sesi ile.

 

O an kırdığım pot yüzünden karşımdaki kızcağıza içim acıdı. Bir genç kız için ağırdı söylediklerim. Hemen gönlünü almak için olayı başka bir yere çekmek istedim.

 

"Oha. Sen mi diktin bunu? Nasıl da rengini açmış. Kızım sen kaç yaşındasın da böyle güzel elbise dikebiliyosun? Maşallah valla ben söküğümü bile dikemem." Diye sıraladım cümlelerimi. Sözlerim hoşuna gitmiş olacak ki o güzel gülümsemesi yerleşti dudaklarına yeniden. Hatta ben konuştukça daha da büyüdü.

 

"17 oldum yenice. Kız kısmı dikişi, yemeği, temizliği bilmelidir ki gittiği yerde anasını, atasını rezil etmesin." Sözlerine kaşlarımı çatmadan edemedim. Feminist damarım içten içe beni konuş kızım diye dürtüyordu.

 

"Kim öğretiyor kızım bunları size? Kız erkek farketmez kimse kimsenin uşağı hizmetçisi değildir. Çok meraklı ise hizmete o oğlanlar, analarından ayrılmasın." Diye homurdandığımda kıkırdama sesi geldi.

 

"Ay abla Nerde öyle dünya?"

 

"Nerde mi? Şahsen ben senin bu dediğin hiç bir şeyi bilmiyorum. Ve mümkünse beni de alan böyle alacak senin tabirin ile. Kızım ezdirmeyin kendinizi bu kadar. Böyle böyle tepenize çıkarıyorsunuz bu dallamaları. " Diye çıkıştığımda sesli bir şekilde kıkırdamaya başladı.

 

"İlahi abla vallahi güldürdün beni. Bulursan öyle bana da söyle, geldi de geçiyo valla yaşım."

 

"Kızım ne geçmesi? 17 oldum demedin mi? En az 10 yılın var." sözlerime kaşlarını kaldırdı alayvari bir şekilde güldü.

 

"Abla sen benim evde kalma mı istiyosun acaba? 1 ya da 2 yıl içinde evlenmem lazım. Arkadaşlarımdan bir ben kaldım, hepsi evlendi 16 demeden. Benim de babam okumuş görmüş biri olamasa çoktan gitmiştim." Şaşırma sırası bu sefer ben de idi.

 

"Ne 16'sı yaa? Kanunen yasak, nasıl evleniyor bu kızlar? Bu devletin yasları, polisi, askeri, hakimi, savcısı var. Kimse şikayette mi etmiyor? Ben bir ayaklanayım gösteririm çocuk yaşta kızları nasıl evlendirmişler koyduğumun sübyancıları!" Sinirimden olduğum yerden doğrulmaya çalışmamla acı ile inledim. Ayşe hemen kolumdan tutup yatırmaya çalışırken,

 

"Abla sakin ol, bak acıttın yaralarını. Hem yasak falan da duymadım ben. Besbelli İstanbul da işler öyle yürüyor heralde. Şeyy... Annem dedi de İstanbullu olduğunu."

 

Cevap vermedim, sinirlerim bozulmuştu. Nasıl bir yerdi ki burası bu işlere bir Allah'ın kulu engel olup şikayette bulunmamıştı.

 

"Abla konuşmaya daldık bak sen acıkmıştırsın. Anneme uyanınca haber verecektim. Geliyorum ben hemen." diyerek çıktı Ayşe.

 

Ben de İlk defa bu kadar kendimde olarak odayı incelemeye koyuldum. Yattığım yatağın sağından itibaren başlayan sedir, L şeklinde diğer duvara doğru devam ediyordu. Hemen karşı duvarda ise bir eski yüklük tarzı bir dolap vardı. Onun önünde de benim yattığım bir yer döşeği vardı.

 

 

Aslında bir lavaboya ya gitsem fena olmayacaktı. Ayşe ve Hacer ana gelince bu isteğimi belirtmeliydim. Ben kendi kendime düşünürken Hacer ana önde Ayşe elinde tepsi ile arkadan girdi.

 

"Şey... Aslında kahvaltıyı etmeden önce bir tuvalete gitsem iyi olacak."

Sonra bir aydınlanma yaşayarak dehşetle gözlerimi açarak baktım Hacer anaya.

 

"Ben, Bunca zaman nasıl bu ihtiyacımı giderdim ki? " çok normal olağan bir şeymiş gibi cevap verdi Hacer Ana.

 

"Ben hallettim yavrum. Yatalak hastalara bez bağlarız, sana da öyle yaptım." sözleriyle gözlerim kocaman açıldı.

 

"Ne,neee! Yaa Hacer

ana ben size ne büyük zahmetler vermişim." Mahcubiyetle başımı eğdim. O an elimi eliyle tuttu sıvazladı.

 

"Bak bakim bana." Diyerek diğer eli ile de çenemden tutup kaldırdı başımı. Sevgiyle gözlerime bakarak, "Kızım biz seni ölme diye bekledik. O utandığın olay düşüneceğim en son şeydi. Allah'ıma şükür seni bağışladı bize, sevdiklerine."

 

"Allah sizden razı olsun. Ne yapsam hakkınızı ödeyemem." Dedim minnet dolu bir sesle. Ellerimi tutup koluma girdi yavaşça kaldırdı beni.

 

"Hadi bırak şimdi çeneyi. Seni önce bir helaya götürelim sonra da kahvaltını yaparsın."

 

Onların yardımı ile ayağa kalkınca şöyle bir üstüme bakıverdim. Üstümde eski tip uzun kollu içlik tarzı bir şey vardı. Saçım başım bayağı dağınık olmalıydı. Yakın zaman da bir de banyo yapmak için yardımlarını isteyecektim.

 

Ayşe ve Hacer Ana'nın desteği ile zorla tuvalete gelebilmiştim. Ama burası da yine bildiğim tuvaletlerden farklıydı. Bir kere musluk yoktu. Bir kap vardı içi su dolu eski tip bir tuvaletti.

 

Hacer Ana'nın ben de gireyim, yardımım dokunur ısrarlarını kabul etmemiştim. Daha fazla ona bu konuda yük olmak istemiyordum. Bin bir zorlukla hallettim işimi. Ellerimi yıkayıp çıktığımda elinde havlu ile bekleyen Ayşe annesine seslendi.

 

Hacer Ana ile yine destek yaparak beni odaya getirdiler. Yatak yerine bu sefer sedire oturdum. Ayşe önüme getirdiği kahvaltılık tepsisini koyup yatağa temiz çarşaflar seren annesine yardıma koyuldu.

 

"Hacer Ana! Sizlere de bir sürü iş çıkardım. Hakkınızı helal edin ne olur."

 

"O nasıl söz evladım. Sen Allah'ın misafirisin. Hadi yemene bak sen. Yatağına da mis gibi çarşafları seriverdim. Yorulunca yatarsın."

 

"Sağolasın Hacer Ana."

 

Yavaş yavaş kahvaltı yaparken Ayşe'de karşıma geçmiş beni izliyordu.

 

"Ay maşallah valla abla, peri padişahının kızı gibisin. Yaraların berelerin bile güzelliğini gölgeleyememiş." Diyince gülümsedim.

 

"Diyosuuun. Valla şaftım kayık hali ile bile böyle bana yürüyosan hala iş var demekki güzel bedenimde." Dedim dalgaya alarak.

 

"İlahi abla. Var var maşallah iş sen de."

 

Kahvaltıya devam etmeden onlara da eşlik edebileceklerini söyledim ama ikisi de erkenden kahvaltı yaptıklarını söyledi. O sırada kapıya vurulma sesi ile birbirimize baktık.

 

"Mahir oğlum gelmiştir. Seni buraya bıraktıktan beri sabah akşam uğruyor."

 

"Sağolsun." Diye ağzımın içinde mırıldandım. Az soğuk nevale bir şeydi ve ben onunla konuştuğumda geriliyordum. Ayşe'nin sesi ile düşüncelerimden sıyrılıp ona döndüm.

 

"Abla ya İstanbul'u ben çok merak ediyorum. Mahir abim bir kaç kez gitmişti onun anlatmalarından biliyorum bir kaç da getirdiği mecmualardan ama hiç gitmedim. Bu gidişle de zor gibi."

 

Ağzıma peynir ile ekmeği atmadan konuştum: "Niye zor olsun ki? İstanbul Bursa arası çok yok ki. Hem feribotla hem otobüsle gidebilirsin, sürse sürse 3 4 saat."

 

"Aman ne ettin abla. O dediğin şeyleri bilmiyorum ama en az 3 4 gün belki daha fazla sürer."

 

"Kız ne 3, 4 günü? atla mı gidiyorsun ?"

 

"Yani at olur, at arabası olur başka ne ile gidilir ki?"

 

Tam cevap verecekken kapımız çalındı. Şöyle bir üzerime bakınırken sağolsun Ayşe uzun bir hırka ile başörtüsü uzattı. Hırkayı üzerime geçirip önümü kaparken bir yandan umutsuz vaka dalgalı uzun saçlarımı düzeltmeye çalıştım. Ayşe de sağolsun kapıya doğru yaklaşıp Mahir abisinden az müsade isteyerek hazırlanma işimi kolaylaştırmış oldu.

 

Hazır olduğumda buyrun diye seslenmeme rağmen kapı arkasından tok sesi ile seslendi Mahir Efendi yine de.

 

"Müsade var mı?"

 

"Buyrun lütfen." Dedim tüm samimiyetimle. Adama hayatımı borçluydum. Kalas malastı ama harbi delikanlıydı. Tabi bu şimdiki gözlemlemelerime göreydi. Yine de tedbiri elden bırakmamak lazımdı.

 

En güzel gülümsememle ki daha kendime aynada bakmadığım için öyle olduğunu düşünüyordum, baktım ona. Bir an gülümsememe bakakaldı sonra gözlerime ve saçlarıma. Yine aynı tarz kıyafetler vardı üstünde.

 

Doğu da görev yaparken yöresel kıyafetlerle gezen insanları görmüştüm ama bu taraflarda hiç rastlanmamıştım. O beni incelerken ben de onu inceliyordum. Hey maşallah denecek kadar yakışıklı bir yüzü olmasa da aurası yüksek karizmatik yüz hatlarına sahipti. Koyu kahve gözler, düz kısa gür saçlar, kavruk bir ten rengi, sakallı bir yüze. Ee daha ne olsun yani?

 

"Ben hazırsın sandım. Saçlarını kapatmamışsın." Kendimi onu incelemeye öyle kaptırmıştım ki anlamadım ne dediğini.

 

"Hı, ne dedin anlamadım?"

 

"Saçlarını kapatmamışsın diyorum hani hazırdın? "dedi. Etrafa bakarak. Sanki az önce her bir teline inceler bakışlarla bakmamış gibi pis domuz.

 

"Yoo, gayette hazırım. Saçımı niye kapatıyorum ayol. Ben kapalı değilim normalde de."

 

Sözlerimle dönüp yüzümü saçlarımı incelemeye başladı bir yandan da sorgu suale devam tabi.

 

"Niye, ecnebi misin?"

 

"Ee yuh yani. Her açık olan ecnebi mi? Elhamdülillah Müslümanım da o vazifemi yerine getiremiyorum diyelim." Dedim.

 

Kaşlarını hava ya kaldırdı anladım der gibi başını salladı . Daha fazla sorgulamadı Allah'tan.

 

"Neyse, daha iyi gördüm seni. Bir kaç güne ayaklanırmışsın amcam öyle dedi."

 

"Evet çok şükür, Allah razı olsun sizlerden hayatımı size borçluyum. Sen bulmasaydın, Muzaffer amca ile Hacer Ana öyle bakmasaydı bana çoktan ölmüş olabilirdim."

 

" Mühim değil. İnsanlık vazifemizdi. Sağlığına dönmene sevindim, yani sevindik."

 

Sözlerinden sonra ifadesiz gibi görünse de derin derin inceleyen bakışları yine üzerimdeydi. Nasıl görünüyordum Allah kahretsindi ki bilmiyordum. Bir dakika ya ben şimdi buna niye böyle kafayı taktımdı ki? Düşüncelerimi Ayşecik'in sözleri böldü.

 

"Abi biliyor musun? Esra abla İstanbulluymuş. Oradan buralara kadar gelmiş ama nasıl geldiğini hatırlamıyor." Dediğinde gözleri hala üstümdeydi. Bir şeyler konuşup bu garip havayı biraz da ben dağıtmak istedim.

 

"Ben nasıl bulduğun yerdeydim bilmiyorum."

 

"Sıhhatin gibi yakında hafızan da yerine gelir. Buralara nasıl geldiğini hatırlamıyorsun ya peki öncesi, o kısımları hatırlıyor musun?" diye sordu. Gerçek bir merakla soruyordu.

 

"Evet her şeyi hatırlıyorum. Ama buraya niye geldim o kısım hiç yok. Burası ile ilgili öncesinde de hafızamda bir şey yok. Bir şekilde aileme, arkadaşlarıma ulaşırsam beni buradan alırlar."

 

Düşünceli şekilde sakallarını kaşır gibi yaparak düşünüyordu.

 

"Şimdi haber göndersek İstanbul'a posta ile 1 haftadan fazla sürer. Kendine gel biraz daha bizzat ben bırakayım istersen benim de İstanbul'da işlerim olacak."

 

Bu insanlar neden yıllar öncede yaşıyor gibi davranıyordu gerçekten çıldırmama ramak kalmıştı. 1 günlük iş neden 1 haftaya yayılıyor ya da niye çok daha kolay şekilde halletmek varken en zorunu seçiyorlardı. Kendime hakim olamayıp öfke ile çıkışmaya başladım.

 

"Ya gerçekten artık çıldırmama ramak kaldı çok ciddi diyorum. Bakın telefon diye bir icat var arayıp karşıdaki insanla konuşuyorsun. Polis olduğumu söyledim. Neden Nuh yılında yaşıyor gibi davranıyorsunuz. Sanki 2023 değil de 1800'lü yıllarda yaşıyor gibi davranıyorsunuz?"

 

Yine o garip anlamaz bakışlar. Gerçekten sıyıracaktım şimdi. Tam Mahir Efendi konuşacağı sırada konuşmamızın başından beri uzaktan gelen davul ve bağıran adam sesi iyice yakınımıza kadar gelmişti. Davula vuran adam vurmaya ara verip devletin vergi topladığı duyurusunu yapıyordu. Şaşkın gözlerle Ayşe ve Mahir'e baktım.

 

"B-bu ne demek? Vergi istiyo davulcu?" kaşlarımı kaldırarak gülmeye başladım. Anlamaya çalışıyordum ama kafam iyice karışmıştı.

 

"Eee?" diye devam etmemi bekledi Mahir.

 

"Ne eeesi? Kaçıncı yüzyıldayız arkadaş kaldı mı böyle duyuru? Davul dediğin düğünde çalar." güldüm kendi kendime devam ettim. "Osmanlı Devleti zamanına mı döndük?" diye dalga geçtiğimde karşımda baştan beri deliye bakar gibi bakan dağ ayısı hiddetle cevap verdi.

 

"Ne demek döndük? Bu topraklar Devlet-i Aliyye-i Osmaniye toprakları zaten."

 

Bir anda kahkahama engel olamadım. Gülmemin arasında,

 

"Abi siz neyin kafasını yaşıyorsunuz? Ne Osmaniyesi? Osmanlı 1922 den önceki zamanlarda kaldı yaa. Anladım sizi valla güzel şaka. Hastane travması yaşamayım diye mi bu işlere girdiniz? Nerde kamera? Serhat, Karaca abi sizin başınızdan çıktı dimi? Yalnız prodüksiyon falan süper olmuş çok masraf ettiniz mi lan? Oyuncular da süper."

 

Mahir'e dönüp sordum. "Yalnız seni daha önce hiç görmedim? Piyasa da yenisin galiba? Bak var sen de o star ışığı valla yaşayarak oynuyorsun. Sanki gerçekten Osmanlı zamanında gibiyim."

 

İkisi de bana deli görmüş gibi bakmaya devam ediyorlardı. Ama benim daha fazla sabrım kalmadı yüksek sesle bağırmaya devam ettim.

 

"Karaca, abi tamam güldük eğlendik çıkın yaa. Eve gitmek istiyorum. Annemleri, İsmet'i çok özledim. Nasıl merak etmiştir beni. Neredesiniz bee?"

 

Ses yok bizim oyuncular yine bana garip garip bakmaya devam ediyor.

 

"Ee hadi ama anladım işte oyununuzu. Niye hala devam ediyorsunuz abi? Ne, nee niye öyle deliymişim gibi bakıyorsunuz?"

 

" Çünkü şuan karşımızda bir delinin olduğunu düşünüyoruz değil mi Ayşe bacım?"

 

Ayşe cevap vermedi hala şaşkın biraz da hayran bakışlarla bana bakıyordu. Mahir ise dikkatli, hazır vaziyette sanki ters bir hareket yapacakmışım da beni altına alacakmış gibi. Neler geçiyor aklımdan tövbe tövbe.

 

"Ne düşündüğünüz umrumda değil arayın bizimkileri oyunun bittiğini, benim aydığımı söyleyin. Heyt yavrum beee benden kaçar mı?"

 

Mahir sinirli bakışları üzerimde dişlerinin arasında tısladı.

 

"Neyden bahsediyorsun anlamıyorum, aklında ne var bilmiyorum ama oyun falan yok. He tekrar söyleyim burası Osmanlı toprakları Elhamdülillah Bursa 1326 dan beri Osmanlı toprakları arasında."

 

"Tamam canııım, bir şey demedim de Osmanlı devri çoktan kapandı ne bu şimdi yani yeni bir akım falan mı? Osmanlıcılık diye. Atalarımız elbette saygımız sonsuz. Allah onlardan gani gani razı olsun da yıl olmuş 2023. Devletin adı Türkiye Cumhuriyeti iken topraklarını eski adı ile anmak da sanki çok normal değil?"

 

"Kaç yılındayız biz kaç yılında?" diye sordu şaşkın bir merakla Ayşe.

 

"Valla en son 2023 e girdik işte Haziranda olmamız lazım. Bir dakika yaa niye bana soruyorsun? Ben de saf saf cevap veriyorum."

 

Mahir bana yine inanamaz ve şaşkın gözlerle bakıp konuşmaya başladı.

 

"Delirmişsin sen, ne 2023 ne Haziranı ne Türkiye Cumhuriyeti?

 

"Ee sen söyle kaç yılındaymışız peki? Sizin bu kıyafetlere bakarsak 1800'lerde falanız galiba?" dedim alay ederek.

 

"Evet, 1856 senesindeyiz." Dedi dişlerinin arasında.

 

Yine bir kahkaha attım. "Tahtta kim var, Abdulhamid mi peki?"

 

"Hayır, Abdulmecid." Dedi yine yine dişlerinin arasında sanki git gide sinirleniyordu ama sinirine hakim olmaya çalışıyor gibiydi.

 

"İyi numaraydı sıkı çocuk ama ben yemem bu işleri. Hadi itiraf edin kurtulun."

 

Bana bakmadan Ayşe'ye döndü büyük bir ciddiyetle.

 

"Ayşe, amcama sor bakalım aklını bulandıracak afyon gibi bişey verdi mi? Normal değil çünkü. Benim çıkmam lazım şu vergi neyin nesiymiş bir bakayım. Topla topla bitiremediler."

 

Sonra bana hayırlı günler diyip cevabımı beklemeden çıktı dağ ayısı . Ayşe de peşinden uğurlamak için çıktı. Kafamı pencereden tarafa çevirip kısa bir süre sonra atı ile görüş alanıma girdi. Hiç bir masraftan da kaçmamışlardı. Atın üstünde daha bir heybetli ve karizmatik görünüyordu. Şu iş bitince Karaca'dan numarasını almalıydım.

 

Kendi kendime gülerken odaya Ayşe girdi. Meraklı gözlerle yanıma geldi ve ellerimi tutarak konuşmaya başladı.

 

"Abla sen gerçekten 2023'ten mi geliyorsun?"

 

"Kızım gelmek ne 2023'teyiz biz zaten. Ne, nee niye öyle bakıyosun sanki 2023 de değil mişiz gibi? Değil miyiz ki?"

 

"Abla yani ister inan ister inanma ama 1856 senesindeyiz. Gerçekten bak yalan söylemiyoruz. Ama ben sana inanıyorum sen bence gelecekten falan geldin. Böyle başka bir dünyadan gibi bir halin var ben anladım biliyor musun? Ay çok heyecanlı gelecekten üç beş bir şey öğreniriz senden."

 

"Ya kızım bırak şu kolumu, bacağımı. Yaa kafayı yiyeceğim ne gelecekten gelmesi? Ama ben sizin foyanızı çıkarırım ortaya."

 

"Valla buyur çıkarabiliyorsan çıkar bakalım." Dedi gülerek.

 

Kapının tıkanması ile ikimizde konuşmaya son verdik. Acaba Mahir efendi mi derken Muzaffer amca ve Hacer Ana girdi içeri. Muzaffer amcanın elinde hazırlamış olduğu ilaçlar vardı galiba.

 

"Oo maşallah tanışmışsın bizim cadı ile." Dedi tam karşıma oturdu Muzaffer amca.

 

"Yaa baba..."dedi nazlı bir eda ile Ayşe. Babam canlandı gözümde içime bir cam parçası battı. En son babama böyle nazlandığımda 10 yaşındaydım. O zamanki Esra babasının nazlı prensesi, yaramazlık ve eğlenmekten başka derdi olmayan bir kız çocuğuydu. Bir akşam babamın şehit olduğu haberi ile nazlı Esra bir daha asla nazlanmadı. Bir gecede büyünür müydü? Ben büyümüştüm. Sonra annem geldi gözümün önüne. Yıllardır acısını içinde yaşayıp içten içe yanan annem. En çok anneme ne cevap vereceğimi düşünüyordum. Her sabah dualarla işe uğurlayan anacığım ölmüştü kesin meraktan. Düşüncelerimi muzaffer amcanın sözleri böldü.

 

"Uzat bakalım bacağını, son inşallah bir 6 7 güne basacaksın. Allah tan incinmiş de kırık olsaydı çok uzun sürerdi. Bak hanım yarası kapanmış, şişi de inmiş iyice, sen sür kremini şimdi."

 

"Oh çok şükür, iyi olmuş bak güzel kızım. Az biraz şiş kalmış." Diyerek bana gösterdi.

 

"Bir de başına bakalım, şöyle bir arkanı dön bakalım." Dedi Muzaffer amca. Kafama sardığı bezden sargıyı açtı ve getirdiği ilaçtan sürüverdi. Ben de bir yandan onları inceliyordum. Çok dizi kültürüm yoktu o yüzden onları tanımamam çok normaldi.

 

Yaa peki dedikleri gibiyse.

 

Ben gerçekten taa ebesinin tarihine gelmiş olabilir miydim? Hadi bir şekilde becerdim bunu, ulan geri nasıl dönecektim ki!

 

Muzaffer amca gülümseyerek yüzüme baktığında nasıl görünüyorsam kaşlarını çattı.

 

"Kızım iyi misin?" dedi. Ama ben boş bakışlar ile bakmaya devam ettim. Ne diyecektim adama? Zaten uyandığımdan beri beni için normal onlar için hiç anlamı olmayan sorular ile yeteri kadar bir tahtası eksik görüntüsü vermiştim.

 

"Ben... Ben iyiyim. Başım az ağrıyor sadece." dediğimde dikkatli ve üzülen bakışlar ile yüzüme baktı.

 

"Normal kızım, hadi yat sen . Allah rahatlık versin. " diyerek odadan çıktı.

 

"Ben de yemeğe bakakayım, İstediğin bir şey var mı kızım?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım sadece.

 

"Ayşe, sen kal Esra ablanın yanında." diyerek o da çıktı. Bir süre boş bakışlar ile karşımdaki duvara bakarken bir yanda da düşünüyordum. Gerçekten böyle bir şey mümkün olabilir miydi? Bakışlarımı Ayşe'ye çevirdiğimde pür dikkat bana bakıyordu.

 

"Ayşe... Biz... Biz gerçekten 1856 senesinde miyiz?" dediğim de Ayşe üzgün bir şekilde dudaklarını büzerek başını salladı.

 

"Kandırmıyorsun beni değil mi?" dedim yıkılmış bir sesle.

 

"Vallahi abla, iki gözüm önüme aksın. Yani sen de zamanla zaten doğru söylediğimi anlayacaksın." dedi üzgün gözlerle bana bakarken ve sonlara kısılan sesi ile.

 

"Ayşe... Şimdi sana bir şey diyeceğim. Bu gelecek mevzusu... Şimdilik aramızda kalsın tamam mı? Sana güvenebilirim değil mi?" dediğimde başını salladı hızlı hızlı.

 

"Hiç merak etmeyesin abla, kimselere söylemem." dedi ant içer gibi.

 

Başımı düşünceli gözlerle etrafa bakarken usul usul salladım. Yatağın içine yıkılmış vaziyette kendimi bıraktım usulca.

🌸 🌸 🌸 🌸 🌸

 

Ben ne bok yiyecektim şimdi?

 

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın ballarım☺️

 

 

 

Loading...
0%