24. Bölüm

24. Bölüm

Mislanet
mislanet

Selaaaaam🌸 sizleri çok bekletmeden geleyim dedim. 🤓 Siz de az yazarınızı mutlu edin beğenin yorum yapın.

Medyadaki şarkımız bölüm içerisinde Mahir& Leyla sahnemize aittir. Oraya gelince dinlerseniz pek bir anlamlı olur.

Beğenmeyi ve yorum yapmayı pek tabiki de unutmuyoruz canlarım ❤️

Yorumları okumak harika hissettiriyor bana.

Önerin bizi dağa taşa, uçan kuşa, yerdeki karıncaya 🧨

🌸 🌸 🌸 🌸 🌸 🌸

Karşısında kendine doğru hırçın adımlarla gelen adamı görmek bozuk olan asabını hepten bozmuştu Mahir'in.

"Bir sen eksiktin." diye tükürür gibi sessizce mırıldandı.

İfadesiz bakışlarını kendine yaklaşmakta olan adama dikmiş sakin bir şekilde yaklaşmasını bekliyordu.

Serhat tam karşısında geldiğinde içinde dolup taşan öfkesini dizginlemiş tıpkı karşısındaki adam gibi ifadesiz gözlerle baksa da nefret ve öfke kendini ele veriyordu. Aralarındaki gerilim sessizlik devam ettikçe giderek artıyordu. Bir şey demedi Mahir! Ne söyleyecekse söylesin defolup gitsin istiyordu.

"Leyla yi mi?" diye sordu sanki normal bir arkadaşından haberdar olmak ister gibi. Leyla'nın ismini duyar duymaz Mahir'in gözlerine delici ifade yerleşti.

"Siz... Aynı yerdeymişsiniz. Haber alamıyorum ondan iyi mi?" sesindeki memnuniyetsizlikle birlikte merak da kendini belli ediyordu. Mahir'in, Serhat'ın ağzından çıkan isimden sonra bir de sanki ona malumat verecekmiş gibi duyduğu soru ile sinirli bir gülüş kaçtı dudaklarından.

"Var git yoluna Serhat, belanı benden bulma!" diyerek arkasını döndüğünde Serhat'ın sesi ile durdu yine olduğu yerde.

"Ben... Ondan hiç bu kadar ayrı kalmamıştım. O iyi mi?" Sinirle gözlerini kapatarak sakinleşmeye çalıştı Mahir. Ama konuşamaya devam eden adam ona bu konuda hiç yardımcı olmuyordu.

"İyi olduğunu bilmeme ihtiyacım var. Ben onsuz..."

"Kes sesini!" Boş sokak Mahir'in sesi ile inledi. Sesi kükreyen bir aslanın pençesi gibi kesindi.

Arkasını dönüp yakasından tuttuğu gibi yüzüne yüzünü yaklaştırıp tıslar gibi konuşmaya başladı.

"Bir daha çıkma karşıma, onunla ilgili bana tek kelime etme." dediğinde Serhat'ın dudaklarının arasından sinirli bir gülüş kaçtı. O da en az karşısındaki adam kadar öfke doluydu. Onların bir arada olduğunu bugün öğrenmiş, Kürşat müdür sinirle ağzından kaçırdığında kendini buraya atmıştı o da.

Daha Leyla'yı görmeden Mahir'in içine sığdıramayıp onlara anlattığı aşkı ile tanımıştı. Çok seviyordu o zamanlar eski arkadaşı Leyla'yı.

Ve bir gün... Tek bir gün Serhat'ın, Mahir'in aşkı ile yandığı Leylasını görmesi aynı yangınlara kendisinin de düşmesine yetmişti. Sessiz sedasız büyüttüğü kıvılcımı önü alınmaz bir yangına döndüğünde başta Mahir'i, sonrasında ise karşısına kimi aldıysa yakıp küle çevirmişti. Şimdi ise kartlar yeniden dağıtılıyor, oyun tekrardan başlıyordu.

Ama kendisi şanslıydı. Mahir onurlu bir adamdı ama saftı. Sırf Leyla'yı korumak, ona vazife olarak verildi diye aşkını kalbine gömüp acıdan kavrulsa da çıkıp karşısına tek bir kelime etmemişti. Ama Serhat Mahir değildi. Zorla da olsa olduracak Leyla'nın hayatında bir yere sahip olacaktı.

Leyla Mahir'i tanımaz etmezdi ama o öyle miydi?

Tam manasıyla olmasa da hayatında kısa da olsa bir dönem sevgilisi olabilmişti. Mahir ise bir hiçti öyle de kalacaktı. Eski günlerde olduğu gibi canını yakmak ister şekilde konuşmaya devam etti Serhat.

"Hala aşıksın ona... Benim gi..." içini yakıp kavuran öfke volkan gibi taştı gözlerinden Mahir'in. Yeniden inledi boş sokak sesi ile.

"Kes lan artık siktiğimin sesini kes!" Mahir'in öfke ile bezeli sesi Serhat'ı ürkütmekten çok ona garip bir haz veriyordu. Güler gibi bir ses çıkardı Mahir'in çok yakınında olan öfkeden kızarmış yüzüne doğru.

"Ne o, zoruna mı gidiyor? Sen alışkındırsın uzaktan uzaktan aşk acıları çekmeye. Ama ben sen değilim. Aldım bir kez onun tadını iflah ol..." demesiyle Mahir'in başını Serhat'ın yüzüne şiddetli bir kez gömmesi bir oldu. Acı bir haykırışla kan akan burnunu tutarak karşısında öfkeli bir boğa gibi solayan adama baktı.

"Siktir ol git şimdi." dedi öfkesinin büyüklüğü hissedilen sesiyle Mahir. Ağzına dolan kanı tükürerek nefretle baktı karşısındaki öfkeli adama ama susacak gibi de değildi. Buz gibi sesi ile tehditkar tonda devam etti.

"Uzak duracaksın ondan! Leyla benim anladın mı?" demesiyle Mahir, kükrer gibi bağırarak Serhat'a okkalı bir yumruk attı. Acı ile yere serilen adamın kendine gelmesine müsaade etmeden üzerine oturup sağlı sollu bir kaç yumruk daha savurdu Mahir hırlar gibi sesler çıkararak. Yaşadığı stresin üstüne Serhat'ın da gelip ileri geri konuşması yüzünden kontrol etmekte zorlandığı öfkesini daha zaptedemiyordu. Yumruklarının arasında nefes nefese kesik kesik de öfkesini kusmayı ihmal etmiyordu.

"Kes...Dedim... Sana.... Siktir... Ol... Dedim... Almayacaksın... Ağzına....Onun... Adını... Dedim... Bu... Sefer... Olmayacak... Bu sefer... Bırakmayacağım sana meydanı...."

"Laaan napıyosun. Kim o? Hihh! Lan Serhat'mı o?" Tuna'nın sesi ile hipnoz olmuş halinde uyanır gibi uyandı. Serhat kendinden geçmiş acıdan inleyerek yarı açık gözleri ile ona bakıyordu.

"Lan siz ne kadar gerizekalı adamsınız. Millet camda sizi izliyor. Allah sizi kahretsin. Kalk adamın üstünden puşt herif." Mahir'in şuan millet zerre umurunda değildi. Altında haşatı çıkmış ona yarı baygın gözlerle bakan adama baktı yerli yerinde öfkesiyle. Yakalarından tutarak kendine çekti, ölüm gibi ürpertici sesi ile yüzüne doğru eğilerek fısıldamaya başladı.

"Bir daha karşımda onunla ilgili ileri konuşursan bu kadarla kalmam. Seni öldürürüm!" başını tüm kuvveti ile yere vurarak bıraktı ve kalktı üzerinden. Serhat kendinden geçmiş şekilde yolun ortasında yatarken hemen arkasında onu sakinleştirmeye çalışan arkaşına bakıp,

"Halledersin!" Sinirle gözlerini devirerek cevap verdi tuna.

"Siktir ol git, piç herif! İnşallah Kürşat abi ile Bekir komutanın kulağına gitmez." Mahir ise arkadaşına cevap vermeden arkasına dönerek sakin adımlar ile karanlığa doğru çoktan yürümeye başlamıştı bile...

********

(Şimdiki zaman)

Pars'ın gözlerindeki öfke aramızdaki mesafeden dahi hissedilir cinstendi. Alev saçan gözleri Andrei'in kolumu tutan eline indiğinde daha da karardı gözleri. Ağır adımlar ile yanımıza doğru gelirken her adımı infazına giden bir cellatın ürkütücülüğü gibi sessiz ortamda yankılanıyordu.

Gözlerim pür dikkat onun üzerindeyken o bana değil Andrei'ye bakıyordu alev saçan bakışları ile. Başımı Andrei'ye çevirdiğimde ise onun da gözlerinde aynı alev saçan bakışlar vardı. Sıktığı dişlerinin emaresi gergin bir yüz ile bize yaklaşan Pars'a bakıyordu.

Pars tam karşımızda durduğunda bana üstün körü bir bakış atarak öldürücü bakışlarını tekrar Andrei'ye çevirdi.

"Bırak kolunu!" Andrei sanki bu komutu bekliyor gibi, koluma pençesini geçirmiş gibi tuttuğu parmakları gevşedi ve bıraktı. Bir adım yana çekilerek karşılıklı durmuş bakışlarla birbirlerini öldürmeye çalışan ikiliye diktim bakışlarımı. Andrei yüzüne tüm akşam boyunca yerleştirdiği o psikopat gülüşü ile sanki iki dost karşılaşmış gibi kaşlarını kaldırarak konuşmaya başladı.

"Pars! Hoş geldin ama biz de tam kalkıyorduk. Eğlenceli sohbetimize otelde devam edelim dedik." diyerek bana baktı iğrenç gülüşü ile. Öfkeden seğiren çenem ve gözlerim ile hiç bir cevap vermeden bakışlarımı diktim yüzüne. Ama o benim bu halimi umursamadan tekrar döndü Pars'a.

"Eğlenceli? Bana pek öyle gelmedi. Elena... Bana lazım onu almaya geldim." dediğinde pis bir sırıtışla kaşları havalandı Andrei'in.

"Elana sana lazım?" dedi sorar gibi bir alayvari bir sesle. Pars ise elleri ceplerinde kendinden emin duruşu ve dik bakışları ile ona bakmaya devam etti. Her an her şey ortaya çıkabilir Andrei beni yem olarak atabilirdi. Derin bir nefes alarak aralarındaki anlamsız sessizliği konuşmam ile böldüm.

"Aslında ben de konağa geliyordum Pars bey. Bay Yumkin ile vedalaşıyorduk." dediğimde ikisinin bakışı bana döndü. Andrei'in bana bakarken gözlerindeki hırsın aksine Pars daha yumuşak bakıyordu.

"Sen arabama geç, geliyorum ben de." dediğinde hızlıca cevap verdim.

"Benim arabam var efendim. Kendim geçebilirim." dediğimde alt dudağını ağzının içine yuvarlayarak sinirli bir gülüş bıraktı.

"Benim arabama geç ve beni bekle." dedi tane tane, öfkesine hakim olmaya çalışıyor gibiydi. Bakışlarım Andrei'ye döndüğünde avını elimden kaçırmış bir hayvan gibi öfkeli görünüyordu. Pars'ı daha fazla kızdırmak istemiyordum ama burada onu Andrei ile bırakmak da hiç akıl mantık işi değildi. Kürşat müdür ipleri elimde dese de bu sağı solu belli olmayan psikopatın öfke ile gemileri yakıp beni de o yangının içine atması muhtemeldi. Bırakamazdım onları yalnız. Hala cevap vermemem üzerine Pars'ın çatılı kaşları mümkünmüş gibi daha da çatılmış delici bakışları ile bana bakıyordu.

"Ne kadar özlediyse eski patronunu Elena'nın çok gidesi yok galiba?" Andrei'in alaycı sözlerine Pars'ı umursamadan sinirle gözlerimi devirdim.

"Pars bey gidelim lütfen." diye mırıltı gibi çıkan sesim ile gözlerinden geçen anlık endişeyi görmüştüm. Muhtemelen Andrei'den çekindiğimi düşünüyordu. Ağır ağır başını sallayıp Andrei'e çevirdi dik bakışlarını. Tehdit dolu bir sesle,

"Mazi... Hep geçmişte kalmaz. Kurcalandıkça çıkar açığa. Kurcalama..." Andrei ben içeriğini bilmesem de almıştı mesajı anbean öfkeden kararan gözlerinden belliydi. Yüzündeki bozulmayı ve öfkeyi umursamadan,

"İyi akşamlar bay Yumkin." dediğimde öfkeli bakışlarından ben de nasibimi almıştım.

" İyi akşamlar... Elena..." dedi tehdit kokan sesi ile. Bir şey demeden yanlarından ayrılarak dışarıya doğru yürümeye başladığım da adım seslerinden Pars'ın da hemen arkamdan geldiğini anlayabiliyordum. Girişte beni karşılayan adam elinde montum ile beti benzi atmış şekilde bekliyordu. Elindeki montumu giymem için kaldırdığında Pars bir hışımla elinden alınca olduğu yerde korkudan sıçradı adam. Bana dönüp elindeki montu uzattığında teşekkür ettikten sonra kendimi dışarıya atmıştım.

Bir hayli kalabalık olan kapı önündeki adamlar bizim çıkmamız ile teyakkuza geçmiş şekilde arabaların başına geçti. Andrei'in adamları ise oldukları yerde temkinli bakışlar ile bize bakıyorlardı. Daha önce Pars'ın yanında gördüğüm Celil olan adam binmem için hemen önündeki arabanın kapısını açtığında daha fazla tatsızlık çıkmaması adına ona doğru ilerledim. Binmeden önce de çantamdan çıkardığım anahtarı uzatarak,

"Benim arabamın anahtarı, aldırırsınız." dediğimde bakışları bir anlık Pars'ı buldu ve tekrar bana bakarak başını salladı.

"Peki bayan Barinov."

Arabaya bindiğimde ise ayrı bir gerginlik sarmıştı beni. Pars ile yaklaşık bir saat sürecek bir yolculukta muhtemelen baş başa gidecektik.

Arabanın yolcu koltuğuna oturduğumda emniyet kemerimi takarak hemen arabanın önünde konuşan Pars ile Celil'e kaydı bakışlarım. Pars ne söylüyorsa karşısındaki Celil başını sallayarak ayrıldı yanından. Pars'ın bakışları ise bir an beni bulduktan sonra şoför mahali tarafına geçerek arabaya bindi.

Arabaya binip çalıştırıp yola çıktığımızda yan gözle onu izliyordum. Bir eli direksiyonu kavramışken diğer eli vites kolunun hemen üstünde idi... Şu görüntüye bile insanın içinden bir şeyler akar mıydı?

Ben çok uzun zamandır hasrettim ona... Şuan bu ortam ise hasretimi kamçıladıkça kamçılıyor beni içinden çıkamayacağım ateşlere atıyordu. Kısa, çok kısa bir an.. İçinde olduğumuz durumdan soyutlanıyor olamayacak hayallere dalıyordum yine.

İş çıkışı gelip beni almış evimize, yuvamıza gidiyorduk. Yolda evimize yakın markete uğrayıp bir kaç eksiği alıp hemen yanındaki fırından da sıcacık ekmeğimizi alarak sıcak yuvamıza doğru ilerliyorduk. Yolda sıcak ekmeğin kokusu arabayı sarınca dayanamayıp ucundan koparıp önce onun ağzına sonra kendi ağzıma atıyordu. Evimize vardığımızda birlikte hazırladığımız yemeğimizi yedikten sonra koyun koyuna oturduğumuz koltukta bir yandan da çayımızı içiyorduk. Mutluyduk çok mutlu... Ama yalnızca hayallerde olacak işler ile yalnızca hayallerde mutluyduk. Sıkıntı ile istemdışı derin bir nefes alarak bıraktım.

"İyi misin?" dediğinde yaptığımın farkına varıp gözlerimi kapattım sinirle. Bir kaç saniye sessizlikten sonra cevap verdim.

"İyiyim, gergin bir akşamdı. Kusura bakmayın size de zahmet oldu." Mahçup bir sesle konuşmama o da bir kaç saniye cevap vermedi. Cevap beklerken uzun uzun yüzüne baktım ben de. Vücudumu saran heyacana kalbimdeki sızı da eklenmişti. Allah benim belamı vermişti. Bu işin sonunda benden de geriye bir enkaz kalacaktı.

Başını bana çevirdiğinde boş bulunup hafiften sıçradım yerimde.

"Kusura bakılacak bir durum yok." diyip yola çevirdi bakışlarını. Ben de daha fazla kendime acı çektirmemek adına onun üzerinden çektiğim bakışlarımı yola çevirdim.

"Andrei seni bir şeylere mi zorluyordu?" dedi kelimelerin ağzından zorla çıkıyor gibi.

Acaba ne düşünüyordu? Belki benim bir hain olduğumu, ya da ikimizin eski birer aşık olduğunu. Kafamda o an yazdığım hikayeye göre cevap verdim.

"Geceyi onunla geçirmemi istedi." dediğimde direksiyondaki ellerinin tutuşu sıkılaştı dudağından bir küfür kaçtı.

"Evveliyatını siktiğim." öfkeli bir fısıltı ile çıkan küfürü duymam ile gözlerim kocam açıldı. Sonra hışımla bana döndü.

"Siktiğimin sınırı bir bana." dediğinde benim de kan beynime sıçramıştı.

"N-ne demek istiyorsunuz siz? Benim ona kuyruk salladığımı mı ima ediyorsunuz?" sesim öfkemden dolayı yüksek çıkmıştı. Onunda benden aşağı bir öfkesi yoktu.

"Ben öyle bir şey demedim. Diyorum ki Bana ki bir bana senin şu duvarlar. Bir bakıyorum Yücel beyle kol kola gülerek muhabetler, bir bakıyorum Andrei bey ile yemekler. Ben senin gözünde onlardan daha mı o duvarlara layığım? " dediğinde hayretle gözlerim fal taşı gibi açıldı.

"Bu sizi ilgilendirmez Pars bey. İstediğimle konuşur istediğimle gülüşürüm. Sizinle arkadaşlık ilişkimizin konumum gereği uygun kaçmayacağını söyledim ben. Zaten başka türlüsü düşünülemez." dediğimde yine ağzının içinde bir şeyler söyledi ama tam anlayamadım. Anlayabildiğim kısımlar ise küfür tarzı şeylerdi.

Beş on dakika ikimizden de ses çıkmazken sinirli nefes alışverişlerimiz durulmuş ortamda yalnızca aracın motorunun sesi vardı. Pars da benim gibi sessizlikten sıkılmış olacak ki eli hemen önündeki ekrana uzandığında arabayı bir erkek sesinin söylediği türkü sesi doldurdu.

"Türkü sever misin?" diye sorduğunda bakışlarım ona döndü. Daha beş dakika önce birbirimize yükselmiştik, şimdi ise gayet ılımlı bir ses ile sormasına karşılık şaşırmıştım. Uzattığı bu beyaz bayrağı da geri çevirmeyecektim.

"Bilmem." dedim onun gibi ılımlı bir ses ile. Aslında çok severdim ama Elena olarak buna en mantıklı cevabı vermiştim. Konuşmaya başladığında bakışlarım ona döndü.

"Ben... Çok severim" dedi gözlerimin içine bakarken. O an yine kalbimdeki sızı peydah oldu. Bakışlarını bende çekip tekrar yola çevirdiğinde ben onun kadar kolay çekemedim bakışlarımı. Yine söylüyordum ki Allah benim belamı öyle böyle vermemişti.

Eli ekrana tekrar uzandığında önündeki klasörden bir şarkı seçip açtı. İkimizin de gözü yolda kulağımıza dolan türküyü dinliyorduk. Daha önce bir kaç kez duymuş olduğum bu türküyü sanki benim için çalınıyor gibi her zerremde hissederek dinliyordum şuan ise.

Kurusa fidanın güllerin solsa

Göynümde solmayan gülümsün benim

Gülümsün benim

Yaprakların gazel olsa dökülse

Daha taze fidan dalımsın benim

Dalımsın benim

 

Saçların ağarsa belin bükülse

Birer birer hep dişlerin dökülse

Canım dökülse vücudun kurusa kanın çekilse

Yine şu gönlümün yarisin benim, yarisin benim

Türkü bitmiş yeniden başa sarmıştı. İkimizden de çıt çıkmıyordu ama arada Pars'ın derin nefes alışı ve sıkıntı ile bırakışı kulaklarıma doluyordu. Aynı sıkıntıyı ben de hissediyordum, diken üstünde gibi huzursuzdum.

Kafamdaki Pars profili ile şuan ki Pars çok farklıydı. Bu hiç iyiye işaret değildi. Ben kafamda bitirmeye çalıştıkça gönlümün engeline takılırken, bu kendimi bulduğum ortamlar da gönlümün elini güçlendirdikçe güçlendiriyordu.

Ben sessizce içimdeki savaşla mücadele ederken bu kez de Pars'ın türküye eşlik eden kısıktan güzel sesi değmeye başladı kulaklarıma. Rüyalarımda Mahir'in söylediği türküler gibi gönlümü okşuyordu sesi. Kalbim heyacan ve acı ile kasılırken ona gözlerimin dolması eşlik etti. Önümde bağladığım ellerime düşürdüğüm bakışlarım bulanıklaşmaya başladığın da göz kapaklarını hızlı hızlı kırpıştırmaya başladım. Az da olsa kendime geldiğimde ortamdaki ağır duygusal havayı dağıtmak adına konuşmaya çalıştım.

"Siz bizim orada olduğumuzu nereden biliyordunuz?" dediğim de bakışları yüzüme döndü. Duraksamadan cevap verdi, "Andrei'in adamlarının arasında adamım var."dediğinde gözlerim şaşkın bir şekilde açıldı.

Ya Elena'nın öldüğünü de biliyorsa?

"Kürşat, o haber verdi." dediğinde çatıldıkça çatıldı kaşlarım cevap veremiyordum. Kürşat derken amir olan Kürşat'tan haberdar mıydı? Benim polis olduğumu öğrenmiş benimle oyun mu oynuyordu? Ben kendi iç hesaplaşmamla meşgulken, o anlatmaya devam etti.

"Pedrik adını kullanıyor, tanırsın." dediğinde ne diyeceğimi bilemedim. Tanıyorum desem ayrı tanıyorum desem apayrı bir dert.

"Ben... Ben çıkaramadım." dediğimde bakışları yoldan bana döndü yüzümü kısa bir süre tarayıp tekrar yola çevirirek konuşmaya devam etti.

"Çok iyi arkadaş olduğunuzu söylemişti oysa ki!" sözleriyle gözlerimi kapatıp açtım bakışlarım yola bakan yüzünü buldu

"Ben... Çok insancıl biri değilimdir Pars bey. Bir kaç kez konuştuğum kişi de benim için arkadaş sınıfına giremez. Hatırlayamadım dediğimde" acı bir tebessüm yerleşti dudaklarına.

"Vefasızım diyorsun." Kaşlarım çatılı bakmaya devam ettim yüzüne, gülüşüne. Söylediğim şeyi üzerine alınış hali canımı sıksa da bir şey demedim. Sanki benim kaçırdığım bir şeyler varmış da bu onu yaralıyor gibi, adam için söylediğim söz ona yapışmıştı.

Arabayı dolduran telefon zil sesi ile ekrana baktık ikimizde. Arayan Benan'dı. Armayı cevapladığında bu sefer de arabaya Benan'ın sesi doldu.

"Aşkım, neredesin? Bir hışımla çıktın gelmek bilmedin." dediğinde Pars'ın bakışları beni buldu. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki sanki üzüldüğümü anlamış da özür diler gibi.

Ben ifadesiz tutmaya çalıştığım bakışlarım ile bakıyordum oysa ki! Üzüldüğümü hisseder gibi böyle bakması daha fazla canımı acıtıyordu.

Bakışlarımı gözlerinden çekip ellerime düşürdüm.

"İşim vardı Benan. Araç kullanıyorum, gelince görüşürüz." Buz gibi sesi beni bile üşütmüştü.

"Tamam bekliyorum canım." diyen Benan'ın da modunun düştüğü belliydi.

Telefonu kapattığında ise ikimizden de ses çıkmıyordu. Yolumuz da az kalmıştı da daha fazla kalbime işkence olan bu yakınlığı yaşamayacaktım. Konağın olduğu yerleşkenin kapısından içeriye girdiğimiz aramızdaki sessizlik devam ediyordu. Arabayı park ettiğinde kısa bir an birbirimize baktık.

"Ben çok teşekkür ederim." Bir şey demedi kalbime zarar olan bakışları yüzümün her bir yanında geziyordu.

"Ben ineyim. İyi akşamlar." diyerek kapıya uzandığımda sesini duydum.

"İyi akşamlar." sesini duymamla bakışlarımı çevirerek hafiften gülümsedim. Bakışları dudaklarıma kaydığında ortam ısınmaya başlamıştı. Boğazımı temizler gibi bakışlarımı kaçırarak çıktım arabadan. Tam karşımda kaşları havaya kalkmış şekilde Salim bana bakıyordu. Yanına yürüdüğümde arkamdaki bakışların ağırlığını sırtımda hissediyordum.

"Ne haber?" Dedim gülümseyerek.

"İyidir, erkencisin." dediğinde yanımızdan hızlı adımlar ile konağa geçen Pars'a bakışlarımız düştü. Pars konağa girdiğinde Salim çatılı kaşları ile bana bakıyordu. Etrafa bir bakış atarak Rusça,

"Kızım bu herif ne alaka? Sen Andrei ile buluşmayacak mıydın?" arkamda bir noktaya bakış atıp devam etti, "Arabanı da başkası getirmiş. Ne iş?" sıkıntılı bir şekilde nefes alıp oflayarak bıraktım.

"Anlatırım, şu an yeri değil." dediğimde kaşları çatılı şekilde başını salladı.

"Neyse ben eve geçiyorum. Sana iyi akşamlar." diyerek eve doğru hızlı adımlar ile yürümeye başladım.

Eve girer girmez kendimi banyoya atıp kısa bir duşun ardından pijamalarımı giyer giymez hemen Karaca'yı aradım.

"Alo Karaca!" dediğimde konuşmaya başladı.

" Ay nihayet benim de aklım sendeydi aramanı bekliyordum." dedi merakla bir sesle.

"Yeni geldim. Duş alıp seni aradım."

"Ee nasıl geçti, niye yemek yemek istemiş bu pezevenkler senle?" diye merakla soruşuna gülümsemekle yetindim. Hiç keyfim yoktu akşam yemekte olanlar, Pars ile yolculuğumuz derken hiç iyi bir ruh hali içinde değildim.

"Karaca bu adam Elena'yı kendi öldürmüş. Ajanmış kadın ve Andrei'in de 2 yıldır sevgilisiymiş." dediğimde bir şakınlık nidası çıktı dudaklarından.

"Neee!"

"Adam tam bir psikopat, kadınla sevişirken öldürmüş. Bana bunları anlattı yemek boyu. Sonra da ben oymuşum gibi bana yürümeye başladı."dediğimde öfke ile konuşmaya başladı.

"Piç kurusu, şerefsiz. Kürşat amir onun defterini dürer. Sana bir şey yapamadı değil mi? Nasıl çıktın yanından?"

"Pars geldi adamlarıyla." dediğimde kısa bir sessizlik oldu.

"Karaca?"

"Leyla, bu Pars sence de çok dönmüyor mu etrafında?" diye sorduğunda sıkıntılı bir nefes verdim.

"Bilmiyorum Karaca. Ben inan bilmiyorum. Bazen öyle bir bakıyor ki sanki ateşlerin içinde kalmış sebebi ben gibi. Bazen de öyle bir bakıyor dünya huzuru benim gözlerimde." sıkıntılı ile ofladı.

"Elena ile ilgili bir şey dedi mi sana?"

"Demedi, bugün bir saat yolculuk yaptık yalnız, ikimiz. Bir ilişkileri olsa bir şeyler sorar ima ederdi değil mi? Yok hiç bir şey demedi. Ama başka bir şey var orada olduğumuzu nereden biliyordunuz diye sorduğumda Kürşat diye bir adamının olduğunu söyledi Andrei'in adamlarının arasında." dedim sinirli bir tonda.

"Ne dedin ne dedin?"

"Duydun işte! Pedrik adını kullanıyormuş. Seni tanıyor dedi. Öyle biri var mı yoksa benim polis olduğumu öğrendi benimle mi oynuyor anlamadım? Ama öyle tehdit eder gibi değildi konuşması. Yaaa gerçekten kafayı sıyıracağım artık! "

"Ben bakacağım sen dikkatli ol Allahını seversen. Bu adamın senin kafanı karıştırmasına müsaade etme ne olursun. Çok korkuyorum bir şey olursa diye." Üzgün çıkan sesiyle konuşması düşük olan modumu daha da düşürdü. Keşke bu cümleleri kurmak kadar cümlelerdekini yapmak da kolay olsaydı.

"Tamam merak etme. Kapatıyorum şimdi, kendine iyi bak."

"Tamam, sen de kendine iyi bak kardeşim."dediğinde kapatma tuşuna basarak telefonu kaldırdım yerine.

Yatağıma uzanıp kafamda yine günün değerlendirmesini yaparken, arka planda dönen türküyü açma isteğiyle telefonu elime aldım. Arama ekranına yazdığım isimle ilk gelen videoya tıkladım. Odanın içine dolan ses ile gözlerimi kapattım.

Mahir ile Leyla'yı düşledim... Kısacık bir ömrü de olsa aşk dolu anlarının hayaline daldım. Dilimde dönen türküye gözlerimden damla damla akan yaşlar eşlik etti.

*****

Andrei ile buluşmamızın üzerinden 3 koca gün geçmişti. Bu üç gün içerisindre Pars'ı yalnızca birlikte geldiğimiz akşamın sabahında görüşmüştüm. Kahvaltıda Benan'a bir kaç gün burada olamayacağını söyleyerek ayrılmıştı konaktan.

Bugün ise nihayet masanın toplandığı büyük gündü. Evden çıkmadan Karaca'nın vermiş olduğu ekipmanlardan mikro kulaklığı kulağıma yerleştirip karaca ile denemesini yapıyorduk.

"Ah Leyla, sana uydum ama gece gözüme uyku girmedi. Ya sana bir şey olursa?" Diye kulaklıktan gelen sesine cevap verdim ben de.

"Merak etme. Tereyağdan kıl çeker gibi halledeceğiz her şeyi. Cenk hazır değil mi?"

"Hazır herkes. Kamerayı yakana taktın mı bakayım görüntüye. " dedi sıkıntılı sesi ile.

"Taktım olmuş mu?"

"Tamam her şey yolunda, haydi Allah yardımcımız olsun."

"Amin, Hadi ben çıkıyorum." dediğimde tamam demekle yetindi. Evden çıktığımda Salim ile Yusuf hemen evin önünde bekliyorlardı. Onların da yüzünde aynı korku ve endişe vardı.

"Ne oldu be hortlak görmüş gibi bakıyorsunuz?" dediğimde ikisi de anlamış gibi aynı anda gözlerini devirdi.

"Elena, bak bu iş çok riskli...." diye fısıldadığında sözünü kestim.

"Bak bu cendereden çıkmak istiyorsak o riski almalıyız. Burada her geçen günümüz risk. Rüzgarı bizim tarafımızdan estireceğiz." dediğimde kararsız gözlerle bana baktılar.

"Allah yardımcın olsun." dedi Salim

"Amin, hadi gidelim geç kaldık." Ben önde Salim ile Yusuf arkamda konağa doğru ilerledik. Konağa girdiğimde Benan merdivenlerden iniyordu yanında pek sevgili kuzeni Yücel.

Karşıma geldiklerinde, "Günaydın Efendim, her şey hazır." dediğimde gülümseyerek cevapladı Benan beni.

"Tamam tatlım. Oyalanmadan çıkalım." diyerek kapıya yöneldiğinde ben de arkada kalan Yücel'e döndüm.

"İyi günler efendim."dediğimde yanağımdan makas alarak,

" İyi günler buzlar kraliçesi, dikkat et bizim kıza." dedi arkasını dönerek salona doğru yöneldi. Kulağımda Karaca'nın sesi,

"Kim lan bu dallama?" dediğinde cevap veremedim. Hemen Benan'a hanıma yetişmek için hızlıca çıkışa yöneldim ben de. Hazır halde bekleyen arabalara korumalar dağıldı. Ben de Benan'ın bindiği aracın önüne, şoförün yanına oturdum. Yola çıktığımız da Benan'ın telefonu çaldığında neşe ile açtı.

"Efendim aşkım."

"Evet çıktık şimdi. Şehmus'un dediği mekana doğru."

" Evet yanımda Elana var. Ama bayağı adam da aldım."

Seni soruyor.

Günler sonra konuşmasam da ondan bir haber duymak kalbimin hızını artırmaya yetmişti. Benan telefonu kapattığında, bana seslenerek talimatlarını sıralamaya başladı. Ön koltuktan arkaya doğru dönerek büyük bir dikkatle onu dinliyordum.

"Elena çok dikkatli olun, gözünüzü dört açın. Adamları Serdar ile birlikte iyi konumlandırın." dediğinde başımı salladım.

"Hiç şüpheniz olmasın efendim." diyerek önüme döndüm. Çok sürmeden verilen adrese geldiğimizde arabadan inerek hazır ol vaziyette Benan'ın inişini bekledim. Şoförün açtığı kapıdan inen Benan şöyle bir etrafa bakınıp ve topuklu ayakkabısı ile ağır ağır önümüzdeki villaya doğru yürüdüğünde Karaca'nın sesi kulaklarıma doğru doldu.

"Eveet arkadaşlar başlıyoruz." dedikten 5 10 saniye sonra havaya açılan silah sesleri ile tüm korumalar şaşkın bir şekilde önlerinde ne varsa kendilerine siper etmek adına arkasına geçmişlerdi.

Benan ile ben ise açık hedef gibi ortada kalmıştık. Benan şok olmuş vaziyette her silah sesinde çığlıklar atarak elleri kulaklarında ağlamaya başlamıştı bile. Ben bir yandan panikle etrafa bakarken bir yandan da onu sakinleştirmeye çalışıyordum. Hızlı ve dikkatli şekilde geri geri giderken villaya yaklaşan Pars'ın arabasını görmem ile sıkıntı ile gözlerimi kapattım. Hemen sağ tarafa dönerek görüş açısından çıktığımızda resmen Benan'ı sürükleyerek götürüyordum.

Arkamda titreyen ve şok halinde olan kadını istediğim noktaya getirmek düşündüğümden daha zor olmuştu.

"Leyla villanın bahçe kapısının önüne gelmeniz gerekiyor. Süremiz azalıyor. " Karaca'nın sözleri üzerine sinirle gözlerimi kapatıp açtım. Kolunu tutuğum gibi arkama aldığım Benan ile hızlı bir şekilde dedikleri noktaya kadar gelebilmeyi başarmıştım. Şok halinde olduğu için nereye götürsem sorgulamayacak kıvamdaydı şuan. Dedikleri noktaya geldiğimiz de iki elimin arasına aldığım yüzünü yüzüme hizaladım.

"Benan hanım, kendinize gelin. Arkama geçin canım pahasına korayacağım sizi. Tamam mı?" dememle başını hızlı hızlı salladı.

Hemen önüme dönüp elimde silahım ile hayali düşmanlara karşı arkamdaki kadını korur gibi etrafa dikkatli bakışlar atıyordum.

"Şimdi." Karaca'nın komutu kulağıma dolmasıyla birlikte gözlerimi kapatarak gelecek olanı beklemeye başladım korku ve heyacanla.

Patlayan bir silah sesi... Omzumda hissettiğim yoğun acı ile arkamdaki Benan'ın üzerine verdiğim ağırlığımla ikimizi birlikte yere düşürmüştüm. Benan az önceki yaşadığı şokların üzerine daha büyüğünü şuan bana ve vurulmuş omzuma bakarken yaşıyordu.

"E-Elena... B-beni d-duyur musun? Titreyen sesi ve kekeleyen dili ile bir hayli korkmuşa benziyordu. Hipotermiye girmiş gibi tir tir titrerken bir yandan da etrafa attığı korkulu bakışlar ile vurulmaktan korkar gibi beni kendine siper ediyordu.

Gözlerimi hissettiğim yoğun acı ile kapattığımda silah sesleri de kesilmişti.

"Ah Leyla Ah! Sana uyan kafamı sikeyim. Bana bak uzatma şu oyununu omzunu bir an önce göstermen lazım." Karaca'nın öfkeli ve üzgün çıkan sesine içim gitse de cevap veremedim.

Duyduğum sesler ile gözlerimi açtığımda bize doğru koşan Pars görüş açıma girmişti. Bir an donup kalarak şok olmuş gözlerle bana baktığında tekrar panik halinde koşarak kendini yere yanıma dizlerinin üzerine bıraktı. Benan bir şeyler diyordu ama o hipnoz olmuş gibi dehşet içerisinde bana bakıyordu.

"N-ne yaptın sen?" Gözleri dolu dolu öfkeli ve çaresiz bir sesle, tekrar fısıldadı,

"Ne yaptın sen?"

🌸 🌸 🌸 🌸 🌸

Bölüm nasıldı genşlerrr🤓

Bak ben sizi bölümsüz bırakmıyorum siz de beni yorumsuz bırakmayın. 🫠

Klasörlerine ekleyen bebeklerime çok çok kalp❤️ hala eklemeyenler de eklesin bakim 🤓 meydan yiğit görsün bireee

Hadi iyi geceler yorumları okumak için uyumicimmmm

Öpüyoreeee

Bölüm : 22.12.2024 09:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...