Yeni Üyelik
29.
Bölüm

28. Bölüm

@mislanet

​​​​​​ÖNCE BİR YILDIZA ÇÖK BAKİM!

 

Merhabalar çiçeklerim 🌸

Evet bu bölümümüze rekor beğeni gelir mi? Okuyorsunuz ama beğenmiyorsunuz zalımın kızları 😈

 

Bir gün 100 beğeni görecek mi bu gözler?

O kadar uğraşıyorum, zaman ayırıyorum yazarken küçük bebişimle? 🤓

 

Ablanızı beğeni ve yorumlarınızla mutlu Edin ve tabiki takip edin ☺️ Takib ie takippp o kadaaaarr😎

Haydi bölüme uçun bakim ☺️

 

🌸 🌸 🌸 🌸 🌸

 

KudretAtalay!

İç işleri bakanı Kudret Atalay!

Sıktığım dişlerim ile bir an bile gözlerimi kırpmadan karşımdaki adamın her hareketini sanki ağır çekimde gibi izliyordum. Önce gözündeki güneş gözlüğünü, sonra başındaki şapkayı çıkardı ağır ağır. Gözlerim yaşlanan yüz hatlarında gezindi aheste aheste.

Bu kadar yakından ilk kez yıllar önce gördüğüm bu adam ile hatırlamak istemediğim anılarım da kapattığım kuytulardan çıkmıştı.

Babamın cenazesindeydik..

Annemin kucağında her şeyden habersiz etrafa bakan kardeşim ve hemen yanında her şeyin farkında olan ama donuk bakışlar ile etrafa bakan ben....

Yıkılmış şekilde babamın tabutuna dalan annemin yanına gelişi, baş sağlığı dileyip hemen benim önümde eğilerek üzgün gözlerle bakıp yüzümü elleriyle okşaması...

O zamanların İstanbul emniyet müdürü Kudret Atalay...

Tüm o zamanlar zihnimde yavaş yavaş dönerken yaşadığım aydınlanma ile bir kez daha tekledi ne zamandır tuttuğumu bilmediğim nefesim.

 

Belki de babamın katillerinden biri olan Kudret Atalay...

 

Babam gibi kaç şehidin katili Kudret Atalay...

 

Derin bir nefes alıp yüzüme takındığın ifadesiz maskemle bakışlarımı yüzünden çekerek masaya düşürdüm. Kudret oturduktan sonra Benan ile Yücel de masadaki yerini aldığında, Kudret'in konuşması ile bakışlarım yeniden onun beni inceleyen gözlerine çıktı.

 

"Kim bu?" diye sordu bir yandan da baştan aşağı süzerken beni.

 

"Elena, benim yakın korumam efendim." diye bana ürkekçe bir bakış atarak titrek bir sesle cevap verdi Benan.

 

"Güvenilir mi? Tutup getirmişsin buraya bana sormadan." Sinirli şekilde konuşması ile bakışlarım bir an karşımdaki Yücel'e kaydı. Sıkıntılı bir şekilde Benan'a bakış atıp Kudret'e dönerek o cevap verdi,

 

"Efendim Benan geçen hafta silahlı saldıraya uğradı. Siz acil görüşme talep edince yalnız gelmemesi gerektiğini ben söyledim." dedi Yücel.

 

"Ne saldırısı, kim yapmış?" diye sordu kaşları çatılı şekilde Kudret ikisi arasında gidip gelen bakışları ile.

 

"Geçen hafta masa toplanacaktı biliyorsunuz. Mekanın önündeyken bir anda silahla ateş açıldı. Elena beni canı pahasına korurken yaralandı, ölümden döndü." Minnet dolu bakışlarla bana bir kaç saniye yüzüme bakıp Kudret'e dönerek devam etti.

"Ben yalnız çıkmak istemedim. Bir de Pars faktörü var. Pars her dışarı çıktığımda sorguluyor ve yanımdaki adamlardan da malumat aldığına eminim. Bu yüzden yanımda benim belirlediğim adamlar olsun istiyorum artık." dedi sonlara doğru kısılan sesi ile. Bakışlarım Kudret'e döndüğünde neden Benan'ın sonlara doğru sessizleştiğini anlamıştım. Kudret keslşn bakışlarını yüzüne dikmiş, Benan'ın anlattıklarından çok da memnun olmadığını belli eden bir ifade ile ona bakıyordu.

Benan Kudret'ten bir cevap alamayınca hemen karşısındaki Yücel'e baktı yardım ister gibi. Yücel ise yalnızca Kudret'e bir bakış atarak tek kaşını kaldırdı bir şey ima ediyor gibi.

"İsterseniz dışarı çıksın." dediğinde Kudret onun sözlerini duymazdan gelerek masanın ortasındaki kutuyu işaret etti.

 

"İstediğim gibi olmuş mu?" diye sorması ile ben de sessiz bir nefes bıraktım. Buraya kadar gelmişken dışarıya çıkarılsaydım kahrolurdum.

 

"Ben açmadım efendim, ama eminim bu kadar beklememize değecek bir iş çıkarmıştır Basil." diyen Benan hemen yan tarafındaki Yücel'e dönerek sırıtarak konuşmasına devem etti,

 

"Bu kez çıkarır çıkarmaz götürdü Yücel daha canlı oluyormuş Basil özellikle uyarmıştı." dedi.

 

Kudret yanındaki adamına işaret ettiğinde bir adım gerisinde olan adam yaklaşarak paketi yavaş ve özenli hareketlerle açmaya koyuldu. Peketin içinden çıkan şeyi ortaya koyan adam geri çekildiğinde hediye de görüş alanıma girmişti.

 

Bir çift gözün olduğu ürkütücü gümüş şamdana bakarken kaşlarımı çatmama engel olamadım. Bunlar gerçekten bir insana ait olmalıydılar ki çok gerçekçi duruyorlardı.

 

Eline aldığı hediyeyi incelerken yüzünde iğrenç bir gülüş vardı Kudret'in. "Muazzam..." dedi keyifli bir sesle.

 

Benan ise gülümseyerek oturduğu sandalyede geriye doğru yaslanarak hemen yanındaki Yücel'e bir bakış attı.

Yücel ise bu bakışa kayıtsız kalamayarak çapkınca göz kırptı.

 

"Diğerlerinin yanına çok yakışacak. Orada olup kendi ellerimle çıkarmayı çok isterdim." dediğinde Yücel yüzünü buruşturdu memnuniyetsiz bir sesle,

 

"Ahh patron, çıkarana kadar kafam şişti gerçekten. Dayanıklı herifmiş senin şu polis. Acıdan da bayılmak bilmedi."

 

Polis? Bunlar bir polisin mi gözleriydi? Yüreğimi sanki bir şey sıkmış bırakmıyordu. İçimde delice çağlayan kanımı zaptetmek için var gücümle kendimi sıkıyordum. Bu...Bu çok fazlaydı. Gözlerim önümdeki şamdanda şuan tek düşündüğüm bu pisliklerin dünyadan temizlemekti. Karşımdaki adam elindeki hediyeyi masaya bırakıp bakışlarını benim yüzüme dikti. İfadesiz kalmak için yoğun çaba sarfetmeye çalışırken bir de bu adamın radarına tekrar girmek daha çok gerilmeme sebep olmuştu.

 

"Gözler... Onlara iyi bakarsan ihanetin sessiz çığlıklarını görürsün." Bir kaç saniye sustuktan sonra elindeki şamdanı işaret ederek, "Bu gördüğün bana ihanet edenlerin başına gelebileceklerden yalnızca bir tanesi. Onları ihanetler ile birlikte toprağa gömmeden önce kendime hatıralar alırım ki atılan kazığı unutmayayım, yeniden aynı hatalara düşmeyeyim." Yüzündeki psikopatça gülüşü yavaş yavaş silinirken ifadesi sertleşti.

 

" Bilmem anlatabildim mi?" Ölüm kokan sesi ile sorduğu soruya gözlerimi gözlerinden çekmeden ağır ağır başımı sallayarak cevap verdim.

 

" Çok iyi anladım efendim, şüpheniz olmasın." Bakışlarını üzerimden çekerek karşısındaki ikiliye çevirdi.

 

"Naptınız gitti mi ilk part mallar?" diye konuyu değiştirdiğinde sessiz bir nefes bırakarak önüme indirdim bakışlarımı.

 

Yücel'in sesini duymam ile başım yerde karşımdaki konuşmaya odaklandım.

 

"Evet efendim, güzergahı değiştirmemiz Gürcülerin hoşuna gitmese de tereyağından kıl çeker gibi sorunsuz bir şekilde yerine ulaştı mallar." dedi Yücel keyifli bir şekilde geriye doğru yaslandı. Yüzündeki kendiyle gurur duyan gülüşten sevkiyatı yöneten kişinin kendisi olduğu çok aşikardı. Sözlerine Kudret bir şey demeden başını sallasa da Benan sıkkın bir sesle devam etti.

 

" Efendim... Gürcüler ile uzun yıllara dayanan bir ilişkimiz var. Kararınızı elbette sorgulamak haddim değil ama başımıza iş almadık değil mi? Maşo beni aradı dün çok öfke..." Kudret elini kaldırdığında Benan'ın cümlesi yarım kaldı. Gözlerinden okunan öfke ile sanki muhatabı Benan gibi ona bakarak sert sesi ile o devam etti.

 

"Benim dünyamda benim kurallarımla hüküm verildiyse bunun geri dönüşü mevzu bahis olamaz. Bunu en iyi sizin bilmeniz gerekirken kalkmış karşımda bu lafları etme cürretini nerde buluyorsun?" Sonlara doğru hiddetinden sesi de yükselmişti. Benan ise böyle bir tepki beklemiyor olacak panikle kendini açıklamaya çalıştı.

 

"Efendim, yanlış anladınız. Size akıl vermek..." Sözleri yine karşısındaki tahammülsüz adam yüzünden yarı da kesildi.

 

"Veremezsiniz de zaten. Unutmayın ki siz ikiniz, benim sayemde buralardasınız." Küçümseyici bakışlar ile masadaki ikiliyi işaret ederek sözlerine devam etti, "Gürcülere gelincek olursak onların kalemi çoktan kırıldı. Onlar benim mallarımın yol güvenliğini sağlayamayı beceremedikleri gibi bir de üstüne üstlük bu beceriksizliklerini kapatmaya çalışıp beni aptal yerine koydukları an ölüm fermanlarını imzaladılar."

 

Ne Benan ne de Yücel bir şey diyebildi yalnızca ağır ağır başlarını salladılar.

 

"Masanızın İtalyanlarla olan göstermelik sevkiyatının da artık zamanı geldi. Çok yakın zamanda gerçekleşecek ama baştan beri planladığımız gibi istihbarat engeline takılacak. " dediğinde Benan girdi lafa,

 

"Her şey ayarlandı mı? Şehmus İtalyanların ona sunduğu bahaneye inanmış, canı sıkılsa da beklemekten yana. Pars ile Atilla bu durumdan çok hoşlanmasa da şuan sesleri çok çıkmıyor." dediğinde karşıdaki adamın küçümseyici şekilde dudağı sağa doğru kıvrıldı.

 

"Pars... Onun da suyu ısındı. Çıkmaz sesi tabi. " dedi nefret dolu bir sesle devam etti Kudret.

 

"İki gün sonra Pars'ın işi bitecek." dediğinde Benan'dan hiç ses çıkmazken Yücel'in de tıpkı karşısındaki adam gibi dudağı sağa kıvrıldı keyfili bir şekilde.

 

"N-neden? Pars... Bir şey mi yaptı?" Benan'ın titreyen sesi ile sorduğu sorusu ile Kudret alev saçan bakışlarını ona dikti gözlerini.

 

"Neden sesi çıkmıyor acaba? Geçen hafta İtalya'da yeni bir aile ile görüşmüş sevkiyatı hızlandırmak için. "

 

"Ne! A-ama bize bir şey söylemedi." Benan'ın fısıltı çıkan sesinin aksine karşısındaki adam öfkesinden sesi yankılandı boş ortamda.

 

"Sizi adam yerine koyduğu mu var? Kafasına göre yaptığı işler yüzünden ne kadar zararım var biliyor musun sen? Bu kaçıncı? Dizginle dedim, her adımında haberdar ol dedim, kendine aşık et dedim. Sen ne yaptın? Göstermelik nişanlıcılık oynamaktan başka ne yaptın? Umrumda değil sahip olduğu gücü de bilgiside. 2 gün... Yalnızca 2 gün sonra sonra tim işini bitirecek. "

 

2 gün sonra... Bitti artık diyen ben değilmişim gibi yüreğimi bir el sıkıyordu sanki. Ben sonumuzun olamayacağını kabullenmiş geri çekilmişken onun yaşamayacak olduğunu düşünmek acı çeken ruhumu mümkünmüş gibi daha büyük azapların içine atıyordu.

 

Gözlerim bulutlanmış, etrafımdaki dünya ise gri bir sisle kaplanmış gibiydi. Nerdeydim, kimleydim her şey silinmiş yalnızca Pars'ın gözlerime aşk ile bakan gözleri vardı karşımda. İçimde yankılanan çaresizliğin sesi yükseldikçe yükselmiş tüm bedenimi panik hali ele geçirmişti.

Derince bir nefes almaya çalıştığımda uzun süredir nefesimi tutmuş olduğumdan ciğerlerim acı ile kasıldı. Kesik kesik alıp verdiğim nefeslerim ile başımı tekrar önüme eğerek bir nebze sakinleşmek için bekledim.

 

Sakin ol Esra sakin ol!

 

Duygularımı dizginlemeye çalıştıkça konu o olduğunda çaresizce her seferinde bu mücadelenin kaybedeni ben oluyordum. Kesik kesik nefesler almaya devam ederken bir yandan da içimden sayıyordum. Şuan burada kendimi açık etmek intihardan başka bir şey değildi.

 

Yap şunu artık, sakinleş! Bir, iki, üç...

 

Bana ne yaparsa yapsın buna izin veremezdim. Bir geleceğimizin olması imkansız olsa da benden uzakta yaşamalıydı.

 

Allahım bana yardım et!Ben razıyım ne olursa olsun, ama beni onun ölümüne şahit etme.

 

"Pars'ı ortadan kaldırmak bu süreçte riskli olmaz mı?" Yücel'in sesi ile daldığım düşüncelerden sıyrılarak önümdeki konuşmaya verdim tüm dikkatimi.

 

"Dizginleyemediğin hayvanın sana yarardan çok zararı vardır. Malum dizginleyemediniz, biz de daha fazla zarara uğramamak için ortadan kaldıracağız, 2 gün sonra bu iş bitecek." dedi kararlı bir sesle.

 

Ne Yücel ne Benan tek bir kelime etmedi Kudret'in sözlerinden sonra. Ben ise kafamdaki olasılık hesapları ile Kudret'in yüzüne kilitlenmiş kalmıştım. Kısa süren sessizliği Kudret'in sesi bozdu,

 

"Gelelim İtalyanlarla olacak sevkiyata. Sevkiyat benim belirlediğim bir tarihte olacak, bilgileri istihbarat ve polise geçecek. İstihbarat küçük balık ile uğraşırken biz başka bir taraftan büyük balığı çoktan mideye indirmiş olacağız." dedi sonlara doğru keyifli olduğu belli olan bir gülüş ile. Keyifli gülüşü bile insanın içini üşüten cinstendi. Patronunun gülüşüne Yücel eşlik ederken Benan düşünceli bir şekilde masa üzerinde birleştirdiği ellerine bakıyordu.

 

"Bütün fatura da Şehmus lavuğuna kesilecek." dedi gülerek Yücel. Sözlerine başını ağır ağır salladı Kudret.

 

"Peki ya İtalyanlar bu sevkiyatın başarısızlığının faturasını hepimize keserlerse? Karşımızdaki adamlar İtalya'nın en tehlikeli uyuşturucu karteline mensup. Korkarım ki Şehmus ile kalmaz bu iş. " diye devam etti Benan.

 

Kudret, soğuk bir gülümsemeyle cevapladı, "Onların nereye mensup oldukları benim için sorun değil. Onlara da gereken mesajı ilettim iş birliği halinde olacaklar benimle. Eğer akıllarını başlarına alıp işbirliği yapmazlarsa, sonuçlarına katlanacaklar."

 

Yücel sessizce ve tedirgince, "Bu İtalyanlarla neden bizle iş birliği yapıyor, ne vaadettik onlara? " diye sordu.

 

Kudret, yüzünde yine kendinden emin ve kendini beğenmiş gülümsemesi ile cevapladı, "Bu işbirliği, onlara Türkiye de çalışabilecekleri en iyi adamla çalışma fırsatı ve tabi daha fazla güç verecek. İtalyanların benimle olan ilişkileri güçlendiğinde, sadece Türkiye ile değil orta ve uzak doğu ile de tüm illegal işlerinin önü açılmış olacak. Onlara vaadettiğim şeyleri kimse veremez. Bunu onlar da biliyor. 5 10 milyar doları gözleri görmeyecektir."

 

"Peki efendim bu İtalyanlar ile yapılacak sevkiyat için belli bir tarihi mi bekliyoruz?" diye sordu Yücel.

 

"Önümüz hafta TBMM genel kurulu toplantısında Irak ve Suriye tezkerelerinin uzatılması görüşülmeleri yapılacak. Görüşmeler esnasında Rasuleyn'de bulunan birliğe terör saldırısı düzenlenecek . Türk ordusundan oldukça fazla zayiyat olacak. Tabi bu zayiyatın görüşmelerin yapıldığı esnada olması ülke geneli intihal yaratacak."

 

Duyduklarım karşısında ensemden başlayan bir ağrı baş göstermeye başlamıştı. Karşımdaki bu şereften yoksun adamın tüm bunları bir oyun kurucu edası ile karşısındakilere anlatışına şahit olup hiç bir şey yapmadan dinlemek ise kanıma dokunuyordu. Çıkarıp silahımı tek bir mermi ile karşımdaki haysiyetsiz adamı alnından vurmayı öyle çok istedim ki o an. Elim mecbur içim kan ağlarken soğukkanlılığımı koruyarak sabredecek öğrenebilceğim her şeyi öğrenecektim.

 

"Bir yandan İtalyanlarlar ile olan sevkiyat baskını bir yandan terör saldırısı bir yandan ülke geneli protestolar derken işler iyiden iyiye karışacak. Biz de İran üzerinden ilk part mallarımızı elimizi kolumuzu sallayarak sokacağız Türkiye'ye. Buradan da hiç durmadan Avrupa'ya sevkiyatını gerçekleştireceğiz." diyerek planı özetledi Kudret.

 

"Yani terör saldırısı bizim için başlama işareti olacak." Yücel'in sözlerine başını sallayarak cevap verdi Kudret.

 

"İtalyanlarla hazır olmaları için talimat verdim. Benden haber bekleyin." diyerek ayaklandı bir anda. Hiç bir şey söylemeden çıkışa doğru ilerlediğinde Yücel ile Benan da ayakta gidişini izliyorlardı. Bir kaç dakika süren sessizliği Yücel'in bana seslenen sesi bozdu. Gözleri yere bakan Benan'daydı ama bana konuşuyordu.

 

"Elena, bizi biraz yalnız bırak." dediğinde ben de başımı salladım,

 

"Peki efendim." diyerek çıkışa doğru ilerlerdim. Dışarı çıktımda konuşacaklarını çok merak etsem de şuan onu dinlemeye çalışacak kafada değildim. Yarım saat süren bir görüşme ruhen o kadar çok yıpratmıştı ki beni, sanki kırk yıl yaşlanmış gibiydim. Zihnimde sürekli Kudret'in konuşmaları dönüyordu.

 

Acilen bunları amcamla yüz yüze konuşmam gerekiyordu. Gözlerimi kapatıp başımı gri bulutların olduğu gök yüzüne çevirdim. Ortamın kasvetine havanın kapalı olması eklenince içim karardıkça karardı. Derince bir nefes çekip oflayarak bıraktım. Çok geçmeden Yücel ile Benan da çıktı binadan. Onlar önde ben arkada da ağır adımlarla girdiğimiz bu yerden bu sefer hızlı adımlar ile ayrılıyorduk.

 

Aklım fikrim 2 gün sonra Pars'a yapacakları suikasteydi. Nerede ve nasıl yapılacağını bilmediğim bir şeye nasıl engel olurdum. Düşünüyordum ama işin içinden çıkamıyordum. Sabah ki koyduğum postadan sonra da tekrar nasıl irtibat halinde olurdum onunla.

 

Bahçe kapısından çıktıktan sonra arabaların yanına geldiğimizde Yücel Benan'a tekrar sarılarak kulağına bir şeyler fısıldadı. Geri çekilip yüzüne koyduğu elleri ile usulca okşadı tenini.

 

"İstersen benimle gel, biraz kafaları dağıtırız. Sonra Elena ile buluşup dönersin." dediğinde bu fikir hoşuna gidecek olmalı ki hafifçe tebessüm etti, bana dönerek.

 

"Elena sen geç Beykoz taraflarında bir yere. Seni aradığımda olduğum yerden alırsın beni." diye buyurdu Benan hanım.

 

"Tamam efendim. Ben bir hastaneye geçebilirim dikişlerim için. Sonrasında sizin aramanızı bekliyor olacağım." dediğimde başını sallayarak Yücel'in arabasına geçti.

 

Ben de geçtiğim arabayı çalıştırarak hemen arkalarından yola koyuldum. Bir süre sonra Yücel hızla önden devam ederken ben bir hayli gerilerinde kalmıştım. Arabanın içinde herhangi bir şey vardır diye de telefonla ne amcamı ne Karaca'yı arayabilmiştim. Hemen yol üzerinde karşıma çıkan benzin istasyonuna çektim arabayı. Benzin istasyonunun tuvaletine geçerek etrafa baktığımda boş olduğunu anlar anlamaz amcamı aradım İkinci çalışta açılan telefondan ses gelmezken ben hemen konuya girdim.

 

"Amca acil görüşmemiz lazım."

 

"İyi misin kızım? Nerdesin?" diye telaşla sordu.

 

"Amca ben iyiyim ama acil görüşmemiz lazım. Ben şimdi Şile'den çıkıyorum. Beykoz taraflarında bir hastanede görüşelim. Dikişlerimi aldırıcamı söyleyerek ayrıldım."

 

"Tamam ben hemen çıkıyorum. Sana konumunu atacağım hastaneye gel. Kendine dikkat et."

 

"Sen de." diyerek telefonu kapatıp tuvaletten çıktım.

 

Arabaya atladığımda amcamın da gideceğim hastanenin konumunu atması üzerine yola koyuldum. Hastaneye geldiğimde en üst kata çıkmamı belirten bir mesaj daha atmıştı. Yaklaşık 50 dakika sonra amcamın dediği hastanenin otoparkındaydım. Arabayı park etmesi için valeye verirken hemen asansörlerin olduğu yere doğru ilerledim. Asansöre bindiğimde en üst katı tuşlayıp asansörün çıkmasını bekledim. Asansörden indiğimde sakin olan kata gelişi güzel bakarken hemen karşımdaki merdivenlerden ağır ve temkinli adımlar ile yukarıya doğru çıktım.

 

1 kat yukarı çıkmam ile karşıma çıkan teras kapısını açarak önümdeki terasa çıktım. Amcam arkası dönük elleri ceplerinde manzarayı izlerken kapattığım kapının çıkardığı sesten hızlıca arkasını döndü. Beni görmesi ile koşar adım yanıma gelerek kollarının arasına aldı.

 

"İyi misin kızım? Bir şey yok değil mi? Acil diyince nasıl geldiğimi bilemedim." diyerek geri çekildiğinde bir yandan da baştan aşağı hasar tespiti yapar gibi bakıyordu.

 

"Amca ben iyiyim ama acil görüşmemiz lazımdı. 1 saat önce Benan'ın görüşmesi vardı. Amca... Benan Kudret Atalay ile görüştü." Dediğimde gözleri şaşkınlıkla büyürken kaşları çatıldı anlamaya çalışır gibi yüzüme baktı.

 

"Amca... Kudret Atalay, Benan ile Yücel'in patronu. Amca o da onlardan. Amca o şerefsiz çok büyük bir sevkiyattan bahsetti. Ortalığı karıştıracaklar. Rasuleyn de Türk askerlerine terör saldırısı planlamışlar. Haftaya ama zaman vermedi sadece Irak-Suriye tezkere görüşmeleri olacağı günlerde. Amca...Bir şeyler yapmamız lazım amca. Çok kan dökecek bu şerefsizler amca. İtalyanlarla olan sevkiyatı göstermelik yapıyorlar boşuna onu bekliyoruz. Biz o sevkiyata çökerken onlar İran üzerinden daha büyük bir sevkiyatın ilk partını geçirecekler. Terör saldırısı ile de ülkede kaos çıkarmayı planlıyorlar. Ortaya çıkan güvenlik açığı ile tüm malı geçireceklerini söyledi." Telaş ile sıraladığı cümleler ile amcam kıpkırmızı olurken derin derin nefesler alıp vermeye başladı. Gözlerini sinirle kapatarak başını sağa sola salladı. Gözlerinde derin bir hayal kırıklığı vardı.

 

"O... Nasıl... Nasıl böyle biri.... ?Allahım aklıma mukayyet ol. O benim, babanın abisi gibiydi. Akademi de herkesin kendisine idol olarak gördüğü amirimiz, müdürümüz... Bakan olduğunda nasıl sevinmiştim. Mert sözünün eri tuttuğunu koparan..." sonra sesli sesli gülmeye başladı deliler gibi. Amcamı daha önce hiç böyle görmemiştim. Yüzü öfkeden kıpkırmızı iken gözleri dolu dolu ağladı ağlayacak deli gibi kahkaha atıyordu.

 

"Lan biz bunca zaman boşa kürek çekmişiz." Gözlerinden yaşlar akarken sertçe sildi. Üzgün gözlerle sadece ona bakıyor hiç bir şey diyemiyordum.

 

"Lan ben bunca zaman nerede yanlış yaptım diye kafayı yerken adam kedinin fare ile oynaması gibi tüm teşkilatla oynamış."

Öfke ile bana dönerek işaret parmağını sallarken bağırdı.

 

"Kaç tane memurum şehit oldu başarısız operasyonlarda, kaç tane polisin başını yaktı muhbir diye." Sinirle arkasını dönerken bir anda bağırarak ellerini saçlarına geçirdi. Hemen önündeki duvara ellerini koyarak omuzları sarsılarak ağlamaya başladı.

 

"Amca..." fısıltı ile seslenerek amcama doğru ilerken,

 

"Şahin abimin de katili o belki de." dedi acı dolu bir ses ile. Bu gün gözleri ile biblo yapılan polis geldi aklıma. Yüreğimi sıkıştıran düşünce ile panikle amcama döndüm.

 

"Amca sen babamı defenedilmeden gördün mü? Yani vücudunu, eksik bir yeri var mıydı? " diye sorduğumda amcam yüzünü silerek anlamaz gözlerle bana baktı.

 

"N-neden soruyorsun?"

 

"Amca... Bu gün Benan bir hediye yaptırmıştı Kudret'e. Bir çift gözü gümüş bir şamdana takmışlar dekor olsun diye. Gerçek gözler... Bir polisin gözleri..." Amcam şaşkınlıkla ve dehşetle kaşları çatılırken,

 

"N-ne diyorsun sen?" diye sordu.

 

"Duydun amca. Bir polis ama kim bilmiyorum. Yücel gözlerini nasıl çıkardığını anlattı. Ben... O kadar kötü oldum ki... O an hiç bir şeyi umursamadan hepsine tek tek sıkmak istedim." dediğimde panikle tuttu omuzlarımdan.

 

"Sakın! Sakın! Böyle bir şey yapmıyorsun. Yaşatmazlar seni." Elimi onun koluna atarken okşadım usul usul.

 

"Bir anlıktı. Onların öyle alayla anlatmalarına dayanamadım. Sen bir bak Kudret'e yakın biri belli Kİ. Belki korumalarından olan bir polisti. Şamdanı işaret ederek tehdit eder gibi konuştu. Yanlış yaparsan sonun bu der gibi?" Amcam bana sıkıca sarılırken saçlarıma öpücük kondurdu.

 

"Lütfen dikkat et. Öyle pişmanım ki seni oraya gönderdiğim için." dediğinde geri çekilerek üzgünce baktım.

 

"Amca... Bak bizden biri orada olmasaydı kaç tane ailenin canı yanacak, ocağı sönecekti. Zaten her gün birilerinin ocağı sönerken biz engel olabileceğimize engel olalım." dememle başını salladı.

 

"Çok dikkat et, bize anlık olarak da dönüş sağla. Ben hemen istihbarat ile bir planlama yapacağım. Başka bir şey var mı?" dediğinde içimde başka bir yangın olan konuyu söyleyip söylememek de karasız kalsam da dayanamadım söyledim.

 

"Bir de... P-Pars... Kudret onun ölüm emrini verdi. 2 gün sonra..." dedim üzgün çıkmasına engel olamadığım bir sesle. Amcam yine dehşetle kaşlarını çattı.

 

"Ne dedin sen?" diye bağırdığında en az önceki söylediklerim kadar sinirli ve şaşkındı. Anlam veremesem de sorgulamayı sonraya bıraktım.

 

"Geçen hafta İtalya'da başka bir aile ile görüşmüş. Kudret... Ölüm... Emrini verdi." sonlara doğru düşen sesimle cevapladım. Sıkıntı ile arkasını dönerken ağzından da bir küfür çıktı. Hızlı bir hareketle bana dönerek,

 

"Sen dikkatlice takip et Benan'ı. Bir şey duyarsan hemen bana haber veriyorsun. Sakın, sakın kendini tehlikeye atmıyorsun. Anlaşıldı mı?" dediğinde başımı salladım sadece. Şefkatle kollarına alıp alnıma bir öpücük kondurdu yine. Geri çekilerek yüzüme baktığında,

 

"Hadi şimdi koluna bir baktır hemen. Aşağıda Gürkan var. Sen sadece onu sor, haberi var senin geleceğinden." dedi.

 

"Tamam amca, ben geçiyorum. Görüşürüz yine." diyerek hızlı adımlarla hastanenin terasından asansörün olduğu kata indim. Hastanenin aciline geçtiğimde ise Gürkan denilen adam beni bekliyordu. Omzundaki dikişleri kontrol edip, aldı. Hastaneden çıktığımda ise Benan'dan hala haber yoktu. Hastanenin hemen karşısındaki kafeye giderek kendime bir kahve söylediğimde çalan telefon ile hemen çantamı açtığımda Benan'ın aramasını görmem ile açma tuşuna bastım.

 

"Efendim Benan hanım."

 

"Elena, benim işim sürecek biraz. Sen geç konağa. Pars beni sorarsa Yücel ile ayrıldığımı söylersin." dedi.

 

"Peki efendim." dediğimde kapattı. Hesabı ödedikten sonra arabaya atlayarak konağa doğru yola çıktım. Zihnimde sürekli bugün öğrendiğim bilgiler dönüyordu. Amcam sevkiyatlar ve terör saldırısı konusunda eminim ki bir şeyler yapacaktı ama Pars konusunda çok emin olamıyordum. Sıkıntı ile nefes verdim. Elim cam açma düğmesine gitti. Yüzüme vuran serin hava toplayamadığım zihnime de iyi gelmişti.

 

Yarım saat sürmeden yerleşkeye geldiğimde arabayı parkedip indim. Hemen ilerde bana bakan Salim ve Yusuf' u gördüğümde hızlı adımlar ile yanlarına doğru adımladım.

 

"Selam gençlik ne habersiniz?" dedim Rusça.

 

"Beklemeye devam. Benan hanım yok mu?" Dudaklarımı büzüp kaşlarımı indirip kaldırdım.

 

"Bir arkadaşıyla. Var mı bir sıkıntı?" diye sorduğumda etrafa bir bakış atıp sessizce cevap verdi Yusuf.

 

"Pars bey yeni gelmişti ama girmesiyle çıkması bir oldu. Yanına yalnızca Celil'i alarak çıktı. Başka da bir şey yok. Sen de var mı bir şeyler?" diye sorduğunda sıkıntı ile gözlerimi kaçırdım. Ben de neler vardı neler.

 

"Var bir şeyler ama sonra." Hemen yanımızda suratı sirke satan Salim'e döndü yüzüm, ama o bizimle değil gibiydi.

 

"Neyi var bunun?" dediğimde Yusuf da gözlerini devirerek Salim'e baktı.

 

"Sence? Ben bu surat ifadesini çok iyi biliyorum. Bu ifade her şeyi sıçıp batırdım ifadesi, nerde olursa tanırım." dediğinde kaşlarımı kaldırarak tekrar yandan bir bakış attım Salim'e.

 

"Bizi duymamış gibi elimdeki telefona bakıyordu. Sıkıntı ile yüzümü buruşturdum.

 

"Çıkar yakında kokusu." diyerek Yusuf'a doğru eğilerek fısıldadım.

 

"Bakacaz bakalım. Çay getireyim mi sana?" dedi.

 

"Ya aslında yanına atıştıracak bir şeyler de varsa getirsene. Sabahtır beri doğru düzgün kursağımdan bir şey geçmedi." dediğimde,

 

"Tamamdır sandviç de hazırlayayım sana." diyerek ayakalanıp mutfak tarafına doğru ilerledi. Yusuf giderken ben de hala elimdeki telefona dalmış bakakalan Salim'e yaklaştım. Dirseğimle dürttüğümde boş bulunup irkildi.

 

"Oğlum hayırdır? Biri gelse ensenden silahla vuracak olsa seni anında bitirir işini. Ne bu halin?" dediğimde sıkıntı ile etrafa baktı.

 

"Bir şey yok."diyerek kestirip atınca kaşlarım havalandı.

 

" Didem'den değil diyorsun yani." dediğimde şaşkın gözlerle bana baktı.

 

" N-ne Didem'i? Yok öyle bir şey."diyerek fısıldadı.

 

"Bak... Her şeyin farkındayım, hatta artıryorum herkes farkında." dediğimde kaşları sinirle çatıldı.

 

"O mu bir şey söyledi?" Öfke ile hesap sorar gibi soruşuna gözlerimi devirdim.

 

"Yok o da senin gibi gerizekalı, mal ayağına yatıyor. Ama ikinizin de anlamak istemediği şey şu ki boş yere acı çekiyorsunuz. İkiniz de anladık ki boş değilsiniz, olurunuz var neyin inadı anlamadım gitti? " dediğimde gözlerini kaçırarak susmaya devam etmesine sinirlenmeye engel olamadım. Ellerimi alkışlar gibi çırparak,

 

"Aferin aynen böyle mal gibi susun abi. Yok yere aşk acısı çekin. İmkansızmış gibi karalar bağlayın. İki günlük dünyada her an ölümle burun burunayken siz iki şımarık kavuşmayı mahşere bırakın abi. Çünkü siz duble salaksınız. " Anlamaz bakışlar atarken kaşları çatıldı.

 

" Sen iyi misin?"

 

" Değilim abi hiç iyi değilim. Sizin gibi kıymet bilmezleri gördükçe sinirlerim daha çok bozuluyor. Sizin sahip olduğunuz şartlara sahip olamayan ne kader çok aşık insan var biliyor musun sen?"

 

"Vay be biz ney mişiz? Allah bizim belamızı versin."dedi gülerek.

 

" Aynen kardeşim versin. Gerizekalı embesiller. " dediğimde gülerek başını iki yana salladı.

 

"Kızım sen bir şeylere dolmuşsun belli patlayacak yer ararken beni buldun galiba. Neyse, o dediğin olayda da benim hiç bir suçum yok. Çok sevgili arkadaşın yeni sevgilisi ile iki günlüğüne Kartalkaya'ya gitti. Yani bizimki senin hayal ettiğin gibi karşılıklı olan bir şey değil. Neyse boşver Allah mutlu mesut etsin." dediğinde bu sefer benim kaşlarım çatıldı.

 

"Nasıl lan? Yanlış anlamıştırsın. Didem..." diye devam edeceğim sıra elini kaldırıp susturdu beni.

 

"Boşver. Daha fazla konuşmayalım. Benim bugün kafam dumanlı ama yarın daha iyi olurum." dediğinde daha fazla uzatmak istemediği için ben de sustum. Bir kaç dakika sonra Yusuf elinde bir tepsi ile yaklaştığında konağın arkasındaki çardağa geçtik. Sıcak çay ile tost boş mideme iyi gelmişti. Salim de başlarda keyifsiz olsa da Yusuf faktörü sayesinde ilerleyen dakikalarda onun da keyfi yerine gelmişti.

 

Keyifli geçen bir kaç saat sonrasında ise ayaklanarak evlere dağıldık. Mutfak kapısından girdiğimde ortalık apriklerle aydınlatılmış halde loştu. Mutfak tezgahına yaklaşıp kendime büyük bir bardak su doldurup merdivenleri usul usul çıktım. Etraf oldukça sessizdi. Anlaşılan o ki benden başka kimse yoktu evde.

 

Odamın kapısını açıp içeri girdiğimde etrafın dışarıdaki alana nazaran karanlık olmasından dolayı kapıyı kapatır kapatmaz elim ışık düğmesine gitti. Işığı açmam ile karşımda tekli koltukta oturan Pars'ı görmemle bir anda çığlık atmam bir oldu. Elimdeki suyun hatrı sayılır miktarı yeri boylamıştı. Karşımdaki adam ise sanki onun yüzünden bu halde değilmişim gibi bir eli çenesinde yoğun bakışlar ile bana bakıyordu. Öfkeden gözlerim seğirirken sinirli şekilde gülmeye başladım. Dişlerimin arasından tıslar gibi tane tane konuşmaya başladım.

 

"Siz de alışkanlık oldu galiba benim odama izinsiz girmeler?" dediğimde dudakları iki yana doğru kıvrıldığında ortaya çıkan gamzesine gitti gözlerim.

 

Nasıl da güzel gülüyor zalımın oğlu. Allahım beni oraya tam o çukurun içine gömün, üzerime beton dökün gıkım çıkmaz.

 

An itibari ile yine aşık modum sazı eline almış, arsız arsız içimde serenatına devam ediyordu.

 

Off şimdi o koltukta kucağına oturmak vardı. O güzel dudaklarına yumulmak, sonra...

 

İçimde susmayan arsız tarafım hali hazırda Pars'ı her gördüğümde çıkan ateşimi harladıkça harlıyor, olmayacak görüntüleri hayalimde canladırıyordu. Sinirle gözlerimi kapatarak sakinleşmeye çalıştım. Ama karşımdaki adam hiç bir şey söylemedikçe sinir kat sayım daha da artıyordu. Gözlerimi açarak elimdeki suyu hemen kapının yanındaki masaya bıraktım. Öfkeli bakışlarımı onun yumuşak bakan gözlerine diktim.

 

"Pars bey nişanlınızın odası bir üst katta. Ha yok onu istemem diyorsanız metresiniz de bir telefonunuza bakar." dediğimde yüzündeki o yumuşak ifade git gide sertleşmeye başlamıştı. Bir anda ayağa kalkıp ağır ağır adımlar ile üzerime doğru gelirken tedirgin bakışlar ile ben de geriye doğru bir adım attım ama arkamda kapı olduğundan daha fazla ilerleyememiştim. Yakınıma geldiğinde yüzüme doğru eğilerek fısıldarken kalbim heyacanla kasıldı.

 

"Ben bir tek seni istiyorum ama onu ne yapacağız?" dediğinde kaşlarım şaşkınlıkla havalandı ağzım açıldı ama bir şey diyemedim. Bu pervasızca cevabını beklemediğimden dona kalmıştım.

 

"Hiç kimse umrumda değil, senin dışında..." diye devam ettiğinde bir anda kabaran öfke damarım ile şamar atmak için elimi havaya kaldırdığımda eli ile nazikçe tuttu. Sinirden ve duyduklarımdan tüm vücudum titrerken sesimde nasibini almış titrekçe çıkmıştı dudaklarımın arasından.

 

"S-sen.. Hala bunu bana nasıl söylersin?" Elinin içindeki elimi okşayarak dudaklarına götürüp gözlerini kapatarak tüy gibi bir öpücük bıraktı. Sonra kalbinin üzerine bıraktı. Elimin altında şiddetle göğsünü döven kalbini hissettiğimde kalbinin üzerindeki bakışlarım gözlerine çıktı.

 

Yine gözleri bana ölesiye aşık gibi bakıyordu. Elimin altında deli gibi atan kalbi, gözlerime mıhladığı gözleri ile yine etkisi altına almıştı beni. Ne onu itebiliyor ne de bir şey söyleyebiliyordum.

 

"Sen dışında her şey yalan. Tek gerçek sensin. Tek gerçek bu hissettiğin... " Dediğinde heyacandan kulaklarım uğulduyor benim kalbim de tıpkı onunki gibi şiddetlice göğüs kafesimi dövüyordu. Sanki iki kalp birer mıknatıs gibi birbirine kavuşmak için hapsoldukları kafesten çıkmaya çalışıyordu.

 

"N-ne, ne demek bu?" Heyacandan kekeleyen dilime engel olamadım. Alnını alnıma dayayıp fısıltı ile cevap verdi.

 

"Ne anladıysan o... Sevdiğim..." diyerek bir öpücük bıraktı alnıma ve geri çekildi.

Ben ise bana söylediği hitaba takılmış şaşkın bakışlar ile yüzüne bakıyordum.

 

Ne demişti o? Sevdiğim mi?

 

Bir anda mutluluktan uçarak çıktığım gökyüzünden yere sertçe çakılmışım gibi bir hisle uyandım rüyamdan. Elimle tüm gücümle itsem de pislik herif bu sefer hazırlıklı gibi sadece milim kıpırdadı yerinden. Elimi elimden çekmeye çalışsam da bırakmadı diğer elimi de tutarak iyice bedenlerimizi yapıştırdı. Benim sinirimin aksine onun yüzünde huzuruna kavuşmuş gibi bir sakinlik vardı. Sinirlerimi bozuyordu onu bu tavırları.

 

"Sen... Sen nasıl arsız... Nasıl pislik bir adamsın? Utanmadan bir de bana sevdiğim mi diyorsun?" Sinirden titreyen sesimle zorlukla kurabilmiştim cümlelerimi.

 

"Yalnızca sana, arsız bu adam." diye fısıldaması ile şaşkınlıkla ağzım bir karış açıldı. Şaşkın halime gülümsediğinde kısılan gözlerinden ortaya çıkan gamzelerine kaydı bakışlarım. Yine çıkarmıştı gizli silahını. Gözlerimi sıkıca kapattım sakinleşmek adına sanki hemen yanı başımda değilmiş, nefesi yüzüme vurmuyormuş gibi. Gözlerimi açtığımda bana hayranlıkla bakan gözlerine diktim bakışlarımı, nicedir merak etiğim içimi kemiren o soruyu sordum.

 

"Sen... Beni önceden beri tanıyorsun değil mi? İlk defa burada görmedin. "

 

Başını salladı ağır ağır. Gözlerim aldığım cevapla hayal kırıklığı ile kapandı. Tahminlerim doğru çıkmıştı, Elena ile Pars'ın bir geçmişi vardı ve bu adam ondan aldığı cesaretle her seferinde bu kadar yakınıma girebiliyordu.

 

"Bu halinle ilk defa burada gördüm ama." dedi sevecen bir sesle. Duyduklarım ile gözlerimi yine şaşkınlık ve korku ile açtım.

 

"N-ne, n-nasıl." diye kekeleyerek fısıldadığımda gülümseyerek yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Dudaklarını yanağıma değdirerek kulağıma doğru bir yol izledi ağır ağır. Bütün tüylerim dokunuşlarıyla şaha kalkmış , her zerrem arzu ile onu istiyordu. Nabzıma bıraktığı tüy gibi öpücükle tekrar kulağıma getirdi dudaklarını. Öyle kıvama gelmiştim ki karşımdaki adamı her an arkamızdaki yatağa atabilir muhteşem bir gecenin fitilini ateşleyebilirdim.

 

"Onu da zamanı gelince konuşacağız. Ama şunu bil... Senden başka kimse asla olmadı olmayacak da. Kafanda kurduğun her şeyin bir açıklaması var." diye fısıldayıp kulağımdan yine dudaklarını yanağıma doğru sürterek duadaklarımın üzerinde durdu küçük bir öpücük de buraya bıraktı. Tekleyen nefesimi kontrol etmeye çalışırken zorlukla fısıldadım.

 

"Açıkla o zaman...Beni istiyorsan beni ikna et. Yoksa çekil yolumdan. " dediğimde dudağı sağa doğru kıvrıldı.

 

" O artık biraz zor güzelim. Öldürseler yolundan çekilmem sen istemedikçe. Bana güven ve yalnızca bekle." diye fısıldadığında kaşlarım çatıldı yine. Tam cevap verecekken kapının tıklatılması ve bana seslenen kişi ile içerisinde bulunduğumuz yoğun hava dağılmış çatılı kaşlar ile birbirimize bakakalmıştık.

 

 

Ayyy yine nerde bitirdin be zalım yazar dediğinizi duyar gibiyim 🤓

Merak iyidir diri tutar. 😎

 

Pamuk eller klavyelere bakim. Döşeyin bal yorumlarınızı şenlendirin bu garibi 🥰

 

Gelecek bölüm için ateşleyin ablanızı 🥰

 

Öpüyoreeee 😚

 

 

Loading...
0%