Yeni Üyelik
30.
Bölüm

29. Bölüm

@mislanet

Zamansız 29

BAS ZALIMIN KIZI ŞU YILDIZA ARTIK 😈

 

Merhabalar çiçeklerim 🌸

Güzel gidiyor değil mi? Beğeniyorsanız bir dönüş yapın ayol😏

Keyifli okumalar 😚

🌸🌸🌸🌸🌸

 

Duyduğumuz ses yüzünden gözlerim korkuyla kocaman açılmış şekilde karşımdaki adama bakarken o benim aksime oldukça öfkeli şekilde arkamdaki kapıya bakıyordu.

 

Kapı daha kuvvetli şekilde çalarken tekrar ismimi seslenen Yücel ile Pars kısık bir küfür savurdu.

 

"Siktiğimin piçi... Akşam akşam ne diye geldi kapına?" diye öfke ile tıslar gibi fısıldadı. Çok yakındı bana hatta yakından da öte. Kokusu, yüzüme vuran ferah nefesi, vücudunuma temas eden sert vücudu ile başım ciddi anlamda beladaydı. Mantıklı düşünememem için tüm ortam oluşturulmuştu adeta. Ağlar gibi yüzümü buruşturup gözlerimi kapattım.

 

"İyi misin? Ne oldu?" diye fısıldadı tekrar. Sinirle gözlerimi açarken

"Elinin körü oldu anladın mı elinin körü? Sus artık yalvarırım sus!" diye fısıldayarak paylarken onu, dışarıda hala beklediğini düşündüğüm Yücel'e sesimi yükselterek cevap verdim. Karşımdaki vatandaş ise gözleri seğirerek bakışlarını arkamdaki kapıya dikti tekrardan.

 

"Efendim Yücel bey."

 

"Biraz konuşabilir miyiz, odanda müsaitsen? " dediğinde karşımdaki adam geri çekilerek sinirle yüzünü sıvaladı. Onun bu hareketleri beni de geriyordu.

 

"O piç buraya, senin kaldığın odaya girmeyecek." Sinirle fısıldadı. Bir adım ile hemen yakınına gelip elim ile ağzını kapattım.

 

"Sus lütfen, artık sus!" diyerek fısıldadım. Sonra yeniden dışarda cevap bekleyen Yücel'e seslendim.

 

"Şey ben duşa girecektim, odam müsait değil. Ben hemen üzerime bir şey alıp geliyorum." dediğimde Pars'ın gözleri öfke ile parladı.

 

"Tamam seni çalışma odasında bekliyorum." diye cevap veren Yücel'e ben de hızlıca seslendim.

 

"Tamam geliyorum hemen."

Adım seslerini dinleyerek bir süre gitmesini bekledim. Karşımdaki adam ise sinirli bakışları ile beni öldürecek gibi bakıyordu. Ellerim onun ağzında bakışlarımız birbirimizde öyle kısa bir süre bekledik konuşmadan. Eli ile bileklerimden tutup ağzından sinirle çekti ama bırakmadı.

 

"Daha usturuplu bir bahane bulamadın mı?" diye sinirle sorduğunda ben de aynı sinirle elimi elimden çekip cevap verdim.

 

"Bulamadım. Az kalsın yakalanacaktık sen bunu mu düşünüyorsun cidden? " hemen bir adım yakınımdaydı ama cevabımla yine çok yakınıma gelip belime sardığı kolları ile bedenimizi yapıştırarak yüzüme doğru eğildi.

 

"Evet bunu düşünüyorum. O siktiğimin piçinin seni hayalinde bile öyle düşünmesine tahammül edemiyorum." diye öfke ile fısıldadı. Karnıma yumruk yemiş bir hisle yüzüne bakakaldım yine. Daha biraz önce diklenen ben değilmişim gibi mırıl mırıldandım

 

"T-tamam. Ben çıkıyorum sen de benden sonra çık." Bakışları anlık dudaklarıma kaysa da tekrar gözlerime çıkararak ağır ağır başını sallasa da hala sımsıkı sardığı kolları gevşemiş değildi. Ben bir şey yapmadan da bırakacağa benzemiyordu. Rahatsızca yerimde kıvrandım sanki yerim çok rahat değilmiş gibi.

 

"Şey bırakır mısın? Çıkmam lazım." dediğimde saçlarıma dayadığı dudakları ile bir öpücük bırakarak kollarını ve bedenini üzerimden çekti. Bir anda boşluğa düşmüş gibi bir his sarmaladı bedenimi. Beni bu kadar çabuk kıvama getirmesi haksızlıktı. Kesik bir nefes alıp konuşmaya başladım.

 

"Ben... Ben çıkıyorum. Sonra görüşürüz." dedim geri geri yürürken bir anda sırtıma çarpan kapı ile sıçrayıp afalladım. Dudakları kıvrıldı bu şapşal halime.

 

"Görüşeceğiz, ona hiç şüphen olmasın." dedi tüylerimi ürperteren bir ses tonu ile. Benim acilen buradan topuklamam lazımdı yoksa işler çok farklı yerlere gidebilirdi. Kapıyı açarak hızlı bir şekilde kendimi dışarı attığımda hemen kapının yanındaki duvara elimi dayararak derin bir nefes çektim içime.

 

Bu adam karşısında çok başka bir şeye dönüşüyordum ve Allah kahretsin ki kontrolu sağlamak şöyle dursun kontrol ne demek onu bile unutuyordum. Elimi kalbime götürdüm. Hem onun yakınlığı hem Yücel'in gelmesi adrenalinimi zirvelere doğru çıkarmıştı. Hala tam anlamıyla sakinleşmiş sayılmazdım ama sakinleşmeyi bekleyip oyalanamazdım da.

 

Üzerime çeki düzen vererek çalışma odasına doğru yürüdüm hızlı adımlar ile. Yücel çalışma odasının penceresinin önünde elleri ceplerinde dışarıyı izliyordu. Kapıyı açmam ile bedenini bana çevirerek gülümsedi.

 

"Kusura bakmayın ben duşa girecektim siz gelmeden, beklettim. " diye tekrar açıklama yaparken olduğum yerde ona bakıyordum.

 

"Sen kusura bakma, ben yalnız konuşmak istedim bugün ki olanlarla ilgili." başımı salladım usulca,

 

"Buyrun dinliyorum."

 

"Elena... Bugün ki şahit olduğun buluşma ile artık sen de resmen aramızdasın." diyerek bir kaç saniye duraksadı. Sonra sertleşen bakışlarını gözlerime dikerek devam etti.

 

"Artık senin için de bizimle olan ilişkilerin için de hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Kime hizmet ettiğimizi öğrendin." Tehdit eder tavrına istemeden kaşlarımı çattım.

 

"Farkındayım." diye mırıldanırken o devam etti.

 

"Patronun dünyasında acıma yoktur Elena. Kurallarının ne kadar sert cezalarının ise ne kadar acımasız olduğuna kısmen de olsa görmüş oldun. Kötü şeyler yaşanılsın istemeyiz değil mi?" Tehdit kokan sözlerine başımı sallamakla yetindim. Onlar tarafından seçilmiş biri olarak koşulsuz şartsız kabullenmişlikle birlikte yüzde yüz sadakat istiyorlardı benden belli ki. O yüzden odya geldiğimden beri alenen tehdit eden bir tavırla konuşuyordu Yücel.

 

"Güzel! Seviyorum senin şu leb demeden leblebiyi anlama becerini. Güzel bir ekip olacağız." Keyifle gülerek söylediği sözlere ben de soğukça güldüm.

 

"Aslında bir şey daha vardı seninle bayadır konuşmayı düşündüğüm ama patron sağolsun sorunu kökten çözecek bir emir verince..." dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

"Ben anlamıyorum Yücel bey, bir yanlışım mı oldu?" diye sorduğumda soğuk bir şekilde gülümseyerek arkasına doğru yaslanıp bacak bacak üstüne attı.

 

"Aslında senin tarafında bir şeye şahit olmadım ama rahatsız olduğum şey doğrudan seninle ilgili. Pars ve sana olan ilgisi... Pars'ın sana olan bakışları, Pars'ın sana karşı davranışları... Sana da biraz fazla ilgili gelmiyor mu?" dediğinde içimdeki tedirginlikten kaynaklı heyacana nazaran sakin ve duygusuz bir sesle cevap verdim.

 

"Ben... Farketmedim efendim." dediğimde dudakları kıvrıldı aheste aheste. Baştan aşağı beni rahatsız edici bir tavırla süzerken bacağının üzerinde sanki bir toz varmış gibi silkemeye başladı. Hal hareketleri sinirlerimi bozuyor her an bir falso verir miyim diye tedirgin oluyordum. Belki de benim de Pars'a karşı bir şeyler hissedip hissetmediğimi anlamaya çalışıyor, iki gün sonra yapılacak suikasti ona haber vermeyeceğimden emin olmak istiyordu.

 

"Oysa ki farkedilmeyecek gibi de değil. Özellikle o vurulduğun gün ve akabindeki günlerde sanki çok yakını vurulmuş gibi nasıl da kendini paraladı. Ne kadar zamandır tanıyor ki seni de böyle etkilendi?" Tek kaşını kaldırmış cevap bekler gibi bakarken sinir bozucu bir gülümsemesi hala yüzündeydi. İfadesiz gözler ile bakarken cevap verdim.

 

" Pars bey ile aramda bir şey olduğunu ima ediyorsan..." elini kaldırarak susturdu beni.

 

"Ben böyle bir şey demedim. Seni uyarmak istedim sadece. Pars... Oldukça tehlikeli bir adamdır. Her şeyin onun kontrolünde olmasını, kuş uçsa haberi olmasını ister." nefret dolu bakışları sanki Pars karşısında gibi karşıya dikti. Sinirle gözlerini devirerek bakışlarını yüzme çıkardı.

 

"Bundan önce koruma ekibi onun gözetiminde olduğu için Benan'ın her hareketinden haberdardı. Benan'ı öyle korkutmuştu ki kesinlikle ne korumasız ne ondan habersiz dışarı adımını atmıyordu. Patron ile bile bugünki buluşmadan önce yıl olmuştur yüzyüze görüşmesi. Tam Benan'ı onun kıskacından kurtardım derken beyefendi taktik değiştirdi. Seni kendi tarafına çekmeye çalışıyor ki eskisi gibi Benan'ın ne yapıp ettiğinden haberdar olsun. Eee bunu da en iyi kim sağlar bir düşün?"

 

Böyle bir şey mümkün olabilir miydi? Daha dakikalar önce sevdiğim diyen adam beni kullanmak için mi yanıma yanaşıp aşık gibi davranmıştı günlerdir?

Yücel, sözlerinin benim için birer hançer olduğunu bilmeden saplamaya devam etti.

 

"Sana böyle yakın ve ilgili olmasının altında yatan en büyük sebep bilgi akışının kesilmesi. Bugünü düşün Benan'ın seninle dışarı çıkacağını söyledikten sonra sorgulamasını." Dikkatli şekilde yüzüme bakarken benden onu onaylamamı bekler gibi bir hali vardı. Benim ise kafam karışmış, bir yandan yoğun bir hayal kırıklığı içerisinde ruhum can çekişirken bir yandan kalbim hissettiğim şeylerin yalan olmadığının savaşını veriyordu.

 

"Haklısınız... Doğru olabilir. Dikkat ederim. " diyebildim sakin tutmaya çalıştığım sesim ile.

 

"Her neyse... Zaten iki gün sonra Pars falan kalmayacak öyle değil mi?" dedi keyfili bir sesle.

 

"Öyle..." diyebildim yine sakince.

 

"Ama Pars bu, ne cenderelerden geçti. Patronun bu kaçıncı bilet kesişi. Benan hanım arka tarafta ne uğraşlar veriyordur vazgeçmesi için şimdi." Sonlara doğru düşen sesi ile bir kaç saniye önceki keyfi toz bulutu gibi dağılmıştı. Ben ise öylece ona bakıyordum.

 

"Neyse asıl meseleye gelelim. Sana bir paket vereceğim yarın. Aslında onun için çağırmıştım. Çok gizli kesinlikle kimsenin bilmemesi gerekiyor." dedi.

 

"Benan hanım da mı bilmiyor?" diye sorduğumda kaşlarını indirip kaldırdı.

 

"Hayır, patronun emri. Özellikle senin bırakmanı istedi." dediğinde kaşlarım çatıldı. Şuan yine bir denemenin içerisinde de olabilirdim, gerçekten böyle bir emir de verilmiş olabilirdi. Ama benim önceliğim zayıf halka olan Benan'ın güvenini kaybetmemek olacaktı.

 

"Benan hanımın izni ve haberi olmayan hiç bir şey yapamam Yücel bey. Biliyorsunuz benim önceliğim her zaman o." dediğimde kaşları kalktı sorgular gibi .

 

"Patronun isteği bu anlamadın galiba?" dediğinde omuzlarımı kaldırıp indirdim.

 

"Patronunuzun isteğini ancak Benan hanım iletirse yaparım Yücel bey, siz de beni anlamadınız galiba." dedim buz gibi bir sesle. Dudaklarını büzerek kaşlarını kaldırdı düşünür gibi.

"Bu sözlerini ileteceğim patrona." dedi tehdit eder gibi. Ben ise sakin ve kendimden emir bir tavırla, "Siz bilirsiniz, başka bir şey yoksa ben çıkıyorum." dediğimde yine o sinir bozucu gülümseyişi ile kapıyı gösterdi.

 

"Tabi çıkabilirsin." dedi. Kendimi çalışma odasından dışarıya attığımda sinirle gözlerimi kapattım. İnşallah bu patron denilen adam iş açmazdı başıma. İsteksiz adımların odama gitmek yerine aşağıya doğru ilerledi. Odama gidip onu orada görmek şuan en son isteyeceğim şeydi. Salona girmek üzereyken duyduğum ses ile olduğum yerde kaldım.

 

"Çok özledim seni....Eskiden biraz olsun yanında olmama izin verirdin. Şimdi ise sanki kaçıyor gibisin. Git gide uzaklaşıyorsun benden."

 

"Benan, çekil önümden." Kalbimi tekleten sesini duymam ile kapının hemen yanındaki duvara sindim. Dikkatimi içerideki konuşmaya vermeye çalışıyordum ama içerden gelen sesler boğuk şekilde geliyordu kulaklarıma. Kulaklarım sanki duymak istemediğim şeyleri duymama engel olur gibi uğulduyordu.

 

"Neden yaa? Niye çekileyim? Nişanlım değil misin? Niye bana, aşkıma karşılık vermiyorsun?" Benan'ın ağlar gibi konuşması Pars'ın sert duvarlarına çarparak paramparça olmuştu.

 

"Çünkü seni sevmiyorum. Seni istemiyorum. Bu nişanlılık tantanasının da nasıl çıktığını sen benden daha iyi biliyorsun." Buz gibi sesine Benan'ın hıçkırıkları karıştı.

 

"Pars... Ben seni çok seviyorum. Senin uğruna nelerden vazgeçtim ne bedeller ödedim bilmiyorsun. Bir kez olsun sevmeye çalış..."

 

"Beni buna mecbur bıraktığında da sana söyledim. Benden seni sevmemi bekleme dedim. Benim sana verecek ne bir aşkım ne bir sevgim olabilir dedim. Sen de bunu kabul ettin." Pars'ın soğuk sözlerine Benan sesini yükselterek cevap verdi.

 

"Allah benim belamı versin, ettim... Ettim ama ben, beni seversin sandım. Sen hiç buna yanaşmadın, çabalamadın. Ya o buraya seninle yatmaya gelen orospuya yaptığın muameleye bile razıydım ben." Bildiğim ama sürekli duymak durumunda olduğum gerçekler yüzünden acı zehir gibi tüm zerreme yayılmaya başlamıştı. Gözlerim dolu dolu duymak istemesem de konuşulanları, dinlemek için yerimden milim kımıldamıyordum.

 

"Ama ben seninle öyle bir münasebete razı değilim. Bir kere o tuzağa düşürdün beni. Bundan sonra senle ben diye bir şey olamaz. Artık vazgeç... Vazgeç etrafa beni nişanlın olarak tanıtmaktan. Biz nişanlı falan değiliz. Babanın mezara girmesiyle bizim seninle olan bu aptal nişanlılık mevzusu mezara girdi. Şimdi çekil önümden, çok yorgunum." Pars'ın öfkeyle sıraladığı sözlerine karşılık Benan'ın tehdit dolu sesi doldu salona.

 

"Son sözün bu mu?" Benan'ın sözlerine Pars alaycı bir şekilde gülerken,

 

"Ne bu şimdi? Seninle nişanlıcılık oynamadım diye vurdurtacak mısın beni? Buyur elinden geleni ardına koyma. Beni yok et, sonrasında iki güne akbabaların arkamdan seni nasıl öbür tarafa gönderdiklerini izle ve gör. Ne babanın adı ne o embesil kuzenin hiç biri seni yaşatamaz." diye cevap verdi.

 

Salonun çıkışına doğru yaklaşan tanıdığım adım sesleri ile yerimden doğrularak dikleştim. Pars, salon kapısından çıktığında hemen solunda beni fark etmesi ile bir an afallasa da bir şey söylemeden bakakaldı. Çatılan kaşları ile araştıran gözlerle yüzüme dikti bakışlarını. Onun endişe dolu bakışlarına tezat öfke dolu bakışlarım vardı gözlerimde. Konuştuklarınızı duydum diyordum bakışlarımla.

 

Yücel ile konuşmamız olmasa konuştuklarında beni bu denli öfkelendirecek bir şey yoktu aslında. Karşımdaki adamın da araştıran bakışları bunu çözmeye çalışır gibi yüzümün her karışında gezindi. Gözlerim sinirle seğirirken bakışlarımı yüzünden çekerek hemen solundan salona doğru adımımı atmamla kolumdan tuttu. Başını ne oldu der gibi sağa yatırdığın da kolumu konumdan kurtarıp salondan içeriye girdim.

 

Benan koltukta ellerinin arasına aldığı başı ile öylece oturuyordu. Boğazımı temizlediğimde başını ağır ağır kaldırdı yüzüme boş bakışlar ile baktı.

 

"İyi misiniz efendim?" diye sorduğumda başını iki yana salladı.

 

"İstediğiniz bir şey var mı?" diye tekrar soru sorduğumda kendini koltuğa bırakıp yaslandı.

 

"Bana içecek bir şeyler getirir misin? Sert bir şeyler..." Başımı sallayarak hemen onun arkasında kalan mini bara ilerledim. Camekanlı dolaptan çıkardığım viski bardağına hemen yanındaki dolaptan aldığım daha önce de Benan'ın içtiğini gördüğüm viskiden koydum bir miktar. Tepsiye koyduğum içki bardağı ile hemen önümdeki şişeye düştü bakışlarım. Muhtemelen bu gece bu şişenin dibini görecekti, tekrar tekrar servis yapmaktansa şişeyi de götürmek en mantıklısı diyerek onu da koydum tepsiye. Afiyetle zıkkımlanabilirdi.

 

"Buyrun efendim." diyerek uzattığım tepsiden kadehi alarak tepesine dikti.

Hemen önüne şişeyi koyarak tepsiyi de arkasındaki masaya bıraktım. Ayakta içmesini izlerken benim aklım ise çok başka bir yerdeydi.

 

İçimde yine mantığım ile kalbimin gürültülü savaşını sessizce dinliyor ama bir çıkış yolu bulamıyordum. Bir şeyler uğruna sevmediği bir kadın ile nişanlanan adam beni de o uğurda neden harcamayı düşünmesindi ki?

 

Ama bir tarafta da bana bakarken gözlerinde gördüklerim... Yalan olsa bir kere bile görmez miydim o yalanın kırıntılarını? Ama ben o gözlerde özlemi gördüm, aşkı gördüm, acıyı gördüm...

 

Kafam çok karışıktı. Bilmediklerim yüzünden kafamda oturtamadığım şeyler vardı. Dakikalar öncesi konuşmaları düştü zihnime.

 

Ne demişti? Senden başkası olmadı, olmayacak. Sanki çok öncesinden beri olan sevdasının yeminini tekrar hatırlatır gibi fısıldamıştı kulağıma.

 

Elena ile bir geçmişi olsa bu kadar yakınıma girmişken benim Elena olmadığımı anlamaz mıydı?

 

Ben onda Mahir'i gördüğüm için tutulurken, benim görüntüm dışında Elena ile benzerliğimin olmadığını anlamaz mıydı?

 

Böyle ilk defa gördüm seni demişti. Bu ne demekti mesela? Esra olduğumu bilmesinin imkanı olamazdı.

 

Olabilir miydi?

 

Esra olduğumu biliyorsa polis olduğumu da biliyor olurdu. Ama polis olduğumu bilse beni burada barındırmazdı.

 

Bizden değilse tabi... Yaşadığım aydınlanma ile kaşlarım çatılırken olabilitesini düşündüm.

 

Olabilir miydi?

 

Ama öyle olsa neden benden gizliyordu ki? Hadi o gizledi amcam bunu neden bana söylemesin ki?

 

Eğer öyle bir şey varsa, eğer tüm o yaşadıklarımı boşu boşuna yaşadıysam bunu hepsinin burnundan fitil fitil getirirdim. Benan'ın önüme doğru elini sallaması ile daldığım düşüncelerden sıyrılıp bakışlarımı bana bakan gözlerine diktim. Dili hafif peltekleşmiş gülerek bana bakarken,

 

"Sesleniyorum sesleniyorum duymuyorsun. Karşıdaki koltukla ne alıp veremediğin var öldürecek gibi bakıyorsun?" dedi. Derin bir nefes alarak, "Ben, dalmışım efendim. Biraz yorucu bir gün oldu." dediğimde sırıtmaya başladı.

 

"Ne gündü ama? Asıl yorucu gün yarın. Cenazemiz var cenazemiz." dedi bir yandan gülerken bir yandan ağlıyordu. Hemen arkamdaki açık olan kapıya doğru ilerleyip birileri var mı yok mu diye baktım. Kimselerin olmaması üzerine salonun iki kanatlı büyük kapısını çekerek kapattım.

 

"Efendim, çok içtiniz. Bence daha fazla içmeyin." derken bir yandan kadehe doldurduğu şişeyi elinden almaya çalışıyordum. Elimi iterek kadehini doldurdu.

 

"Bırak, ben içmeyim de kim içsin. Köpek gibi aşık olduğum adam beni zerre sevmiyor. Ben naptım? Bir sor bakim ben naptım?" Dolaşan dili ile zorlukla konuşurken birden kahkaha atmaya başladı. Çatılı kaşlarım pür dikkat ona bakarken o devam etti,

 

"Beni zerre sevmeyen adam için patrona bu gün köpek gibi yalvardım." Bir kaç saniye nefesini toparlamaya çalışır gibi kesik nefesler aldı hıçkırıklarının arasında.

 

"Ama o... Az önce yine siktiri çekti bana. Beni yine istemedi. Bu saatten sonra kılımı kımıldatmayacağım onun için." Derken hıçkırıkları şiddetlendi. Bir şey yapmadan sakinleşmesini beklerken benim de içim ateşler içerisindeydi. Benan bir şey yapmayacaktı ama ben yapacaktım. Hele ki içime doğan kuşkulardan sonra bunu yapmak zorundaydım. Karşımda zil zurna sarhoş olan kadına bir bakış atarak yamacına iliştim. Koluna uzandığım elim ile bakışlar bana döndü,

 

"Yeter artık Benan hanım daha fazla içmeyin." dediğimde acı acı güldü.

 

"Nasıl içmeyim Elana? Yarın... Pars..." dedi devam edemedi.

 

"İsterseniz ben buna engel olabilirim?" dediğimde anlamaz bakışlar ile yüzüme baktı.

 

"Ben... Ben böyle bir şey yapamam, Patron anlar." Hızlı hızlı başını sallayarak kendi kendine sayıklar gibi devam etti,

 

"Kesin anlar. Çok yalvardım bugün ama dinlemedi beni. Pars kurtulursa kesin anlar." Elimi omzuna atarak sakinleştirmeye çalıştım. Bunu zaten yapacaktım ama Benan'a ihtiyacım vardı. Suikastin nerede olacağını öğrenmek için, orada olduğumda burayı idare edebilmek için Benan'ın yardımı gerekliydi.

 

"Siz bana güvenin. Ben Pars beyi kurtaracağım, sonrasın da iş sizde. Bilmiyorum patron dediğiniz adam başarısız olunduğunda nasıl bir yol izler? Ama siz izin verin ben onu kurtarayım." dedim fısıltı ile ısrar ederek. Benan boşluğa diktiği bakışları bir süre cevap vermeden düşündü. Sözlerimi kafasınd tartığı belliydi.

 

"N-nasıl yapacaksın?" sorusunu duymazdan gelerek,

 

"Pars beye saldırı nerede olacak biliyor musunuz?" diye sorduğumda bayık bakışları ile bana baktı. Bir an cevap vermeyecek diye düşündüm ama sanki bir sırrı söyler gibi fısıltı ile konuştu,

 

"Yarın şirketten dönerken otobandan çıktıktan hemen sonra." dedi. Başımı salladım ağır ağır.

 

"Yücel beye bir şey söylemeyin." dediğimde hızlı bir şekilde başını iki yana salladı.

 

"S-söylemem. O Pars'ın ölmesini istiyor."

Sıkıntılı bir nefes verdiğimde Benan'ın odağı çoktan benden ayrılmış boşluğa diktiği gözleri ile aldığı kararı düşünüyor olmalıydı. Bir süre o şekilde durduğumuz da salonun kapısının açılması ile ikimizin de başı o tarafa döndü. Gelen Yücel'di. İçeriye girdiğin de bakışları direk Benan'ı buldu. Önüdeki içki şişesine baktıktan sonra sinirle göz devirerek yanımıza doğru adımlamadan önce kapıyı da kapatmayı ihmal etmedi.

 

"Ne bu hal?" diye sinirle sorduğunda Benan önündeki kadehten bir yudum daha aldı.

 

"Karışma!" diye cevapladı. Yücel'in bakışları bana döndüğünde.

 

"Elena bizi yalnız bırakır mısın?" dedi. Yavaşça ayağa kalkıp, Benan hanıma döndüm.

 

"Benan hanım ben çıkıyorum. Bir isteğiniz var mı?"

 

"Yok." dedi sadece.

 

"İyi geceler." Diyerek ikisine de bakış atıp salondan çıktım. Odama doğru ağır adımlar ile çıkmaya başladığım yapacağım şeylerin planlamasını yapıyordum. Karaca'nın yardımına ihtiyacım vardı. Buradan elimi kolumu sallayarak Pars'ın yanına gidemezdim.

 

Odaya girdiğimde beklediğim manzara karşıladı beni. Hemen karşımdaki koltukta oturan adama alelade bir bakış atarak sırtımı ona döndüm kapıyı kapatarak kilidi çevirdim. Oturduğu koltuktan kalkarken ağır ağır adımlar ile bir yırtıcı gibi gözleri üzerimde yaklaşmaya başladı bana.

 

Kalbim yine bana ihanet ederek çoktan uçuşa geçerken bu sefer dizginleri ona vermeye niyetim yoktu. Sert bakışlarıma karşın yumuşak bakışları ile çoktan yakınıma girmişti bile.

 

"İyi misin?" diye sorduğun da başımı salladım usulca.

 

"İyiyim." dediğimde eli saçlarıma gitti kulağımın arkasına atarken,

"Neden çağırmış Yücel seni?" diye sorduğunda kaşlarım çatıldı.

 

Yücel'in sözleri düştü zihnime. Seni bilgi akışı için kullanacak demişti bana. Pars'ın girer girmez beni etkisi altına alarak direk bu soruyu sorması içimde bir şeylerin kırılmasına sebep oldu.

 

Belki Yücel ile bu konuyu konuşmasaydık çok da dikkatimi çekmeyecek bu ayrıntı şu an içimi bir kurt gibi kemiriyordu. Gözlerine diktiğim bakışlarım ile içimdeki yangını hissettirmemeye çalışarak,

 

"Hiç, öyle sohbet etmek için gelmiş." dediğimde bakışlarına anbean yerleşen öfke ile kaşları çatılırken gözleri sinirle seğiriyordu. Sinirli bir gülüş belirdi dudaklarında.

 

"Sohbet etmeye gelmiş... Akşam akşam... Senin odana..." tane tane tekrar ederken sözlerimi kendine hakim olmaya çalışır gibi gözlerini kapattı sıkıca. Sonra yine sinir bozucu o gülüş ile yüzüme bakarken, "Ben olmasaydım... Belki de odanda yapardınız o sohbetinizi." Sözlerine anında kaşlarım çatılırken sinirle cevap verdim ben de.

 

"Ne demeye çalışıyorsun sen?"

 

"Sen ne yapıyorsun asıl? Bu adam senin kapına gelecek yüzü nerden buluyor? Nasıl yüz verdin ki rahatça odana gelebiliyor? Sen bana onu söyle önce." yüzüme öfke ile fısıldarken ben de en az onun kadar öfkeliydim. Öfke ile söylediği sözlerinin gideceği yerleri düşünmeden konuşmasının beni ne denli yaraladığını göremeyecek kadar öfke gözünü kör etmişti.

 

"Ben herkese kuyruk sallarım böyle." dediğimde afallamış bir yüzle bakakaldı bana.

 

"Öyle demek istemediğimi biliyorsun. Hayır, hayır... Bana böyle hayal kırıklığı ile bakma. Bak ben o adamın sana yaklaşmasına tahammül edemiyorum. Sinirle çıktı o sözler ağzımdan." ellerini yüzüme doğru uzattığında bir adım geri çekilerek kapıyı gösterdim.

 

" Çık dışarı." Buz gibi sesim ile kaşları telaşla çatılırken,

 

" Es... Ben... Beni dinle. Bana böyle bakma. Senin için asla öyle bir şey düşünmedim. Böyle bakma bana."

 

Kulaklarım yanlış duymadıysa adımla seslenecekken kendini tutmuştu. Kesinlikle emindim ki karşımdaki bu adam beni tanıyordu. Endişeli yüzüne bakakaldığımda boşluğumdan faydalanarak kollarının arasına aldı beni. Ben bu sarılmaya karşılık vermemiş kollarım yanlarımda öylece duruken sadece düşünüyordum.

O ise bir yandan saçlarıma sayısız öpücük bırakırken bir yandan da sürekli özür diliyordu.

 

Pars beni tanıyordu. Pars beni kesinlikle tanıyordu. Tıpkı benim onda Mahir'i aramam gibi o da bende Esra'yı arıyordu.

 

"Özür dilerim güzelim. Ben nasıl öyle şeyler söyledim sana. Bak bana." diyerek geri çekildi yüzümü ellerinin arasına alarak yaklaştı.

 

"Ben asla o söylediğin şeyleri düşünmem yakıştırmam sana. Affet ne olursun." dediğinde boş bakışlar ile yüzüne bakarken fısıldayarak tek bir soru sordum.

 

"Sen.. Sen kimsin?" sorum karşısında afallayan bakışlar ile yüzüme bakakaldı.

 

"Ben... Seni canını verecek kadar çok seven bir adamım." dedi yalnızca. Duyduğum cevap kalbimi hatırı sayılır bir şekilde tekletse de istediğim cevabı alamadığım için duyduğum hayal kırıklığına engel olamıyordum.

 

Sıkıca sarılmasına bu sefer ben de karşılık verdim. İçimde bir şeyler paramparça olsa da bunu şuan hissetirmeyecektim. Önümüzde çok kritik bir gün vardı ve benim karşımdaki bu adamdan hesap sorabilmem için acilen bu duygu halinde çıkıp planlama yapmam lazımdı. Geri çekilerek dudaklarıma doğru yaklaşmasına bu sefer izin vermedim. O kadar da değildi. Yaptığım hareket karşımdaki adamı bir an afallatmış olsa da bir şey demedi burukça gülümsedi yalnızca.

 

"İzin verirsen uyumak istiyorum." Buz gibi sesim yüzündeki hafif gülümsemeyi de silmişti.

 

"Affetmeyecek misin beni?" diye sorduğundaki yüzünde olan çocukça korku içimi titretse de kuyruğu çok da indirmeye niyetim yoktu.

 

"Bana zaman ver. Bu yaptığın ima..." diyecekken sözümü kesecek gibi atılmasına elimi kaldırarak engel oldum.

 

"Her neyse, ben şuan yalnız kalmak istiyorum. Anlayışla karşılarsan sevinirim." dediğimde başını burukça sallayarak odanın kapısına doğru ilerledi. Kilidi açtıktan sonra bana bakış attığında aklıma gelen şeyi söyledim.

 

"Bu kameralar... Senin bu odaya girip çıktığını görebilirler. İlgilenirsen sevinirim." dediğimde başını salladı yalnızca ve çıktı odadan.

Pars çıktıktan sonra kendimi hemen arkamdaki koltuğa atıverdim. Akşamdan beri çorba olmuş kafamı toparlamam lazımdı. Elime aldığım telefon ile Karaca'yı aradım.

 

"Bana acilen ekipman lazım. " diyerek konuya girdim.

 

"İyi misin?" diye sormasını duymazdan gelerek devam ettim.

 

"Yerleşke yakınlarına bir motor, kimliğimi gizleyecek kamüfile olmam için korunaklı kıyafetler, silah ve bu ses değiştirici bir zımbırtıdan bahsetmiştin. Bunları yarın öğlen gibi hazır edip koyduğunuz yeri konum bilgisini atarsınız. Çok fazla uzakta olmasın, korunaklı orman içinde bir yere yerleştirin. Yürüyerek geleceğim ona göre bir yer ayarla. " Talimatlarımı sıraladığımda Karaca'dan bir süre ses çıkmadı.

 

" Anladım konuşamıyorsun, iyi misin? Bir şey yok değil mi? Yoksa yok de." dedi endişeli bir sesle.

 

"Yok, sadece acil lazım dediklerim. Öğlenden sonraya kesinlikle kalmasın."

 

"Tamam. Kendine dikkat et."

 

"Tamam. Görüşürüz." diyerek telefonu kapattım.

 

"Allahım yardım et.Ne olur bir şey olmasın. " diyerek fısıldadım. Eğer yarın yapılan planı bozar da onu kurtarırsam akabinde yapacağım şey belliydi. Kafamdaki soruların cevabı bir an önce almam önümdeki mevzuya odaklanmam gerekiyordu.

 

"İnşallah düşündüğüm gibidir. İnşallah..." diyerek fısıldayarak ayağa kalktım.

 

Saat epey ilerlemişti ama kendime gelebilmek adına ılık bir duşun iyi gelebileceği düşüncesi ile kendimi banyoya attım. Kısa bir duşun ardından duştan çıktığımda pijamalarımı giyerek yatağa girdim. Yarın için garip bir heyacan içindeydim. İçimden bir ses düşündüğüm şeylerin doğru olduğunu söylüyordu. İçimde engel olmadığım bir bahar ılıklığı yayılmaya başlamıştı bile. Söylediği aşk sözleri düştükçe zihnime heyacanım katlanıyordu. Karnımdaki kelebeklerin zaptetilmez kanat çırpışları içimi kıpır kıpır ederken gözlerimi kapattım.

 

"Ne olur Mahir, sen ol."

 

********

 

Sıkıntı dolu, bölük pörçük bir uyku ile geçirdiğim gecenin ardından sabah çok erken kalkmıştım. Aşağıya indiğimde tek başına kahvaltı yapan adamı görmem ile bir an duraksasam da yanına gitmekten vazgeçmemiştim. Yoğun duygu barındıran bakışları eşliğinde masaya yaklaşıp hemen çaprazına oturdum.

 

"Günaydın." diye mırıldanırken ben kafamdaki karışıklıklardan dolayı onun gibi bakamıyordum.

 

"Şimdi aydı günüm." dediğinde bakışlarım tekrar onun yüzüne tırmandı. Dudakları kıvrılmış karşısında bir şahaser varmış gibi hayran gözlerle bana bakması bir tık kızarmama sebep olmuştu. Gözlerim istemsiz kapıya kaydı fısıltı ile,

 

"Lütfen şöyle konuşma, biri duyacak." dediğimde gülüşü büyüdü. Kısılan gözleri, ortaya çıkan gamzeleri ile bütünleşince asıl şahaser benim karşımda der gibi erimeye meyillenen bakışlarım ile bir an bakakaldım yüzüne.

 

"Konu sen olunca, kendime engel olamıyorum. Dökülüveriyor dudaklarımdan hislerim." diye fısıldadı o da. Gözlerimi kırparak başımı ondan çevirip önümdeki tabağa indirdim bakışlarımı.

 

"Affettin beni değil mi?" dediğinde bakışlarım tekrardan üzgün ve cevap bekleyen çehresinde gezindi. Gülümseyerek başımı salladım usulca.

 

Yüzünde beliren gülümseme büyüdükçe büyüsü yine bana en sevdiğim manzaramı sundu bilmeden. Birbirimize dalan bakışmalarımızı yaklaşan adım sesleri böldü. İkimizde önümüze indirdiğimiz bakışlarımız ile kahvaltımıza döndük. Salon kapısında beliren Benan ile bakışlarım oraya dönerken ayağa kalktım, Pars ise o tarafa hiç bakmadı bile. Benan'ın bakışları Pars'ın üzerinde masaya doğru ilerledi. Bana çevirdiği bakışları ile, "Otur lütfen Elena devam et." Sonra Pars'a dönerek, "Günaydın." dedi. Pars ise ona hiç bakmadan kafasını sallayarak , "Günaydın." diye mırıldandı.

 

Benan oturduktan sonra ben de oturdum. İçeriye gelen yardımcı kızlar onun için ve benim için çay getirdiklerinde çıt çıkmıyordu. Sessiz şekilde kahvaltımızı yapmaya devam ederken Benan'ın konuşması ile bakışlarımı ona çevirdim.

 

"Ben bugün şirkete gelmeyeceğim." dediğinde elindeki çay fincanından bir yudum alan Pars, "Sen bilirsin, ben çıkacağım az sonra." dedi.

 

"Akşam geç gelir misin?" dediğinde duraksayarak Benan'a baktı çatılı kaşları ile.

 

"Hayırdır? Sorgu sualde miyiz?" diye çıkıştığında yerimde huzursuz bir şekilde kımıldadım. Kendimi ortamda fazlalık gibi hissetmeme engel olamıyordum. Tam o esnada salona giren Yücel ile gerginliğim daha da arttı.

 

"Günaydın." diyerek keyifli bir şekilde masaya oturdu. Herkes günaydın diye mırıldanırken ortamın buz gibi havasını onun bu keyifli hali bile dağıtmadı.

 

"Ben öylesine sordum." diyen Benan'ın konuyu kapatmaya niyeti yoktu. Ayağımla yan taraftaki adamı uyarmak için bacağına hafif dokunduğumda bir an irkilse de çaktırmadı. Bana dönmese de anlamış olacak ki az önceki kadar sert cevap vermedi.

 

"8 gibi çıkarım şirketten." dediğinde Benan daha fazla soru sormadı. Kahvaltımız bittiğinde Pars ile Yücel çıkarken Benan evde kalmıştı. Herkes gittiğinde bir şey istemediğini söylemiş ben de onu yalnız bırakmıştım.

 

Dışarı çıktığımda çocukları bulmam zor olmadı. Bir köşe de diğerleri ile bir sohbet içersindeyken beni gördüklerinde ayaklanıp yanıma geldiler.

 

"Konuşmamız lazım." dediğimde Salim gölün hemen yanındaki çardağı işaret etti.

 

"Aslında sizin eve gitsek." dediğimde başlarını salladılar.

 

Birlikte geçtiğimiz evde koltuklara yerleşirken uzun süredir bir araya gelip konuşamadığımızı farkettim. Ayrı bir evdeyken sık sık bir araya geldiğim arkadaşlarım ile konağa geçtikten sonra ne yazık ki bahçe dışında çok da görüşememiş, bir çok şeyden habersiz kalmışlardı. Merakla bana bakan arkadaşlarıma dünden beri yaşadığım bir çok şeyi özet geçtim. Kudret'i söylediğimde ikisi de fal taşı gibi açılmış gözler ile kalakaldı.

 

"Biz nasıl bir şeyin içindeyiz böyle?" diye mırıldanırken Salim, Yusuf öfke ile küfürlerini sıralıyordu.

 

"Orospu çocuğu piç. Yaa bu adam bizden biri. Bizim teşkilatımızın bağlı olduğu bakan. Biz boşa kürek çekiyor muşuz bunca zaman." dedi sinirle.

 

"Kürşat müdür de aynısını söyledi." diye mırıldandım.

 

"Ne yapacağız peki şimdi?" diye sordu Salim.

 

"Şu an beklemedeyiz. Adamın dediği sevkiyat tarihlerini takip edeceğiz. Bundan sonrası Kürşat müdürde."

 

"Pars'ı bu akşam mı öldürecekler?" Duyduğum cümle ile hışımla bakışlarımı Yusuf'a çevirdim.

 

"Öyle bir şey olmayacak, ben devreye gireceğim." Benim sert bir şekilde azarlar gibi konuşamam ile Yusuf'un kaşları çatıldı.

 

"O nasıl olacakmış?" dedi benim gibi bozuk atarak.

 

"Benan'ın emri ile. Karaca'ya söyledim gerekli ekipmanları yerleşkeye çok yakın bir yere gizleyecekler. Koşuya çıkıyorum diye bir şekilde yerleşkeden çıkacağım. Sonrasında pusu gerçekleştiğinde önce uzaktan sonra ise yakın temas ile yardımcı olmaya çalışacağım."dedim.

 

"Olmaz öyle iş, biz de geleceğiz seninle. Ya sana bir şey olursa?" diye telaşla sordu Salim. Yusuf ise gözlerini kısmış öylece bakıyordu yüzüme.

 

"Olmaz öyle, daha çok dikkat çekeriz. Ben sadece takviye olarak yardıma gideceğim. Pars'ın adamları da olacak. Heralde o kadarını başarılar."

 

" Dikkatli ol." Salim'in sözleri ile ayaklandım.

 

"Ben çıkıyorum. Benan'a bakayım bir." dediğimde ikisi de görüşürüz diyerek mırıldandı.

 

Konağa geçtiğimde tanımadığım bir adamla görüşme yapıyordu. Salona geçtiğimde ikisinin bakışları da bana döndü. Adam devam etmek için Benan'a baktı. Benan devam etmesi için başını salladığında ise adam kaldığı yerden devam etti anlatmaya.

 

"Sen şimdi diyorsun ki bunu yapan sizlerde biri." dedi Benan.

 

"Evet efendim, önceki raporumda da bildirmiştim. Böylesi bir saldırı da sonrasında bir mesaj beklenir. Yaklaşık on gün oldu ama her hangi bir mesaj tarafınıza iletilmedi. Bence bunu kim yaptıysa o toplantının yapılmamasını veya ertelenmesini planlamış olmalı." dedi.

 

Temiz iş çıkarmıştık şükür sıkıntı çıkmamıştı. Yaklaşık 10 gündür titizlikle kimin yaptığı konusunda araştırma yapmışlardı ama tek bir şey bulamamışlardı.

 

"Aklımda birileri var bakalım biraz bekleyelim. Sen çıkabilirsin Sinan."

 

Sinan denen adam selam verip çıktıktan sonra Benan'ın yanına yaklaştığımda başını kaldırarak gözlerime baktı.

"Her şey hazır mı?" dediğinde başımı salladım.

 

"Birazdan çıkacağım." dediğimde başını sallayarak. "Dikkat et, seni fark etmesinler." dedi.

 

"Tamam efendim, görüşmek üzere." diyerek hızlı adımlar ile odama geçtim üzerime geçirdiğim eşofmanlarımla ve lazım olacağını düşündüğüm malzemelerimi koyduğum sırt çantam ile konaktan dışarıya çıktım. Tempolu adımlar ile yürümeye başladığımda cebimdeki telefondan Karaca'nın gönderdiği konuma bakarak o yöne doğru yürümeye başladım. Belli mesafelerde karşıma çıkan korumalara baş selamı vererek tempomu arttırdım.

Sık sık yürüyüşe çıktığımdan korumalar için olağan bir şeydi bu durum. İstediğim noktaya geldiğimde karşımdaki uzun demir örgülü duvara. Etrafta kamera yoktu, çantamdaki kesiciyi çıkarıp demirlerden geçebileceğim büyüklükte bir alanı keserek kendimi dışarıya attım.

 

Karaca'nın attığı konuma geldiğimde dikkat edilmezse fark edilmeyecek çalıların arkasında branda ile kapatılmış motorun yanına yaklaştım. Brandayı çekip kenara attığımda motorun yanındaki çantadan giyeceğim kıyafetleri çıkardım. Kalın vücut hatlarımı belli etmeyen siyah bir tulum vardı. Eşofmanımın üzerine giyinip saçlarımı arkadadan topladım.

 

Cebimden çıkardığım telefondan bir kaç saat önce engelini kaldırmış olduğum Pars'ın numarasını bulup arama tuşuna bastığımda daha ilk çalışta açıldı.

 

"Efendim. " derken sesi oldukça keyifli geliyordu.

 

"Benim, Elena." dediğimde erkeksi kıkırdaması doldu kulaklarıma.

 

"Biliyorum. Bir şey yok değil mi?"

 

"Ben, merak ettim sadece. Nerdesin? Var mı gelmene daha?" sorgular gibi peş peşe kurduğum cümlelere bu sefer sesli güldü ama konuşurken bir tık düşürdü sesini birilerinin duymasından çekinir gibi.

 

"Yollarım gözleniyor galiba?" diye sorduğunda ben de güldüm.

 

"Merak etmiştim sadece." dedim.

 

"Öyle olsun bakalım. Az kaldı otobandan çıkıcağız az sonra." dediğinde telaşlanmama engel olamadım.

 

"T-tamam benim şimdi kapatmam lazım. Görüşürüz." dediğimde konuşmasını beklemeden yüzüne kapattım. Hemen çıkmam gerekiyordu.

 

Konuşmak gibi bir niyetim yoktu ama belki zorunda kalırsam diye ağzıma taktığım ses değiştiriciden sonra hızlı bir şekilde başıma geçirdiğim kar maskesinin üzerine motorcu kaskını taktım. Silahları da kontrol ettikten sonra bacağımdaki silah kemerine taktım. Motoru düzeltip hemen yan taraftaki patikaya kadar çalıştırmadan götürdüm. Etrafı kolaçan ettikten sonra telaşla çalıştırdığım motor ile hızla yola koyuldum.

 

Ben onlardan önce orada olamayı planlarken gerçekten de geç kalmıştım. İçimden dua ede ede Benan'ın tarif ettiği yere doğru hızla yol alırken uzaktan durdurulmuş arabaları fark etmem ile motorun gazına daha fazla yüklendim.

 

"Allah kahretsin! Allah kahretsin!"

 

Araçların olduğu yere geldiğimde gördüğüm manzara karşısında gözlerim fal taşı gibi açıldı. Simsiyah giyininimli kar maskeli 4 adam Pars'a önlü arkalı sağlı sollu silah çekmişlerdi. İşin kötü tarafı Pars'ın tüm adamlarının hemen yanında başlarına silah dayayan bir maskelinin olmasıydı.

 

Bir anda durmamla arkalarından gelen fren sesi ile Pars'ın başındaki adamların başlarının bana döndü. Nasıl olduğunu anlamadığım şekilde bir kaç saniye içerisinde Pars hepsini tuş etmiş kendi silahları ile öldürmüştü.

Gözlerim şaşkınlıkla açılırken, "Sen kimsin?" diyerek fısıldamama engel olamadım.

 

Diğer adamlar da Pars'ın bu hareketini bekler gibi çok zorlanmadan yanlarındaki elemanları kısa sürede tuş ederken çevreye yayılmış olan maskeliler ise ateş açmaya başlamışlardı. Motoru olduğu yere bırakıp hemen en yakın arabanın olduğu yere siper alarak bacağımdaki silahlardan birini çıkararak çatışmaya arka taraftan ben de katılmış oldum. İki ateş arasında kalan adamları kısa sürede temizlerken silah sesi de kesilmişti.

 

Bir süre olduğum yerden çıkmazken Pars'ın adamlarından olan Celil'in, "Temiz abi." demesiyle hepsi siper aldıkları yerden ortaya doğru yürürken ben de olduğum yerden çıktım tam karşılarına geçtiğimde hepsinin bakışları bendeydi.

 

"Sen de kimsin?" diye sordu daha önce görmediğim bir adam. Adamı sorusuna görmezden gelerek pür dikkat bana bakan kuyu gözlere diktim bakışlarımı.

 

"Dikkatli ol, bir daha deneyecekler." dediğimde kaşları çatıldı ama bir şey demedi.

 

"Kral adamsın, biz yine çıkardık bu cendereden ama sayende zayiyatsız çıktık." Ne zaman yanıma geldiğini anlamadığım bir adam daha tam iyileşmemiş omzuma hayvan gibi pat patladığında acı ile iki büklüm olurken elim omzuma gitti.

 

Yaptığımı anladığımda hızla geri çekildim ama Pars'ın radarına girmiştim. Çatılı kaşları ile önce omzuma ardından yüzüme baktı. Anlamıştı. Sinirle gözlerini kapatırken yanımdaki adama kükrer gibi bağırdı.

 

"O elinin ayarını sikerim lan senin." derken büyük adımlar ile yanıma doğru yaklaşırken diğerleri de nasibini almıştı Pars'ın öfkesinden.

 

"Geçin arabalara." diye bağırdı. Ben ise ona aldırmadan hemen yere savrulan motorumun yanına geçtim. Motoru kaldırmaya çalışırken arkamdan benimle birlikte o da kaldırmama yardım etti. Motora binecekken binmeme izin vermeden motorla beni arasına alarak sessiz bir şekilde konuştu.

 

"İyi misin?" diye sormasına başımı salladım kollarının arasından kendimi kurtararak motora bindiğimde elini hemen fren koluna atarken yine çok yakındı. Yüzünde endişeli bir ifade vardı.

 

"Omzun... Sürebilecek misin bu şekilde." dediğinde yine başımı salladım. Sıkıntılı bir nefes verdi.

 

"Dikkatli git. Gece görüşürüz." diyerek geri çekildi. Ben ise hiç bir tepki vermeden motorun gazına yüklenerek hızla uzaklaştım oradan. Gideceğim adres belliydi. Bu gece her şeyin aslını ne olursa olsun öğrenecektim. Süratle katettiğim yol ile kısa sürede varmıştım varmak istediğim yere.

 

Motoru hemen bahçe kapısının önüne park edip, hışımla önce başımdaki kaskı, kar maskesini ve ağzımdaki zımbırtıyı çıkardım. Elimdeki malzemeleri motorun üzerine gelişi güzel bırakarak hızlı adımlar ile bahçe kapısından içeriye girdim.

 

Kapıya vardığımda bir yandan zile basıyor bir yandan da yumruklarım ardı sıra hemen önümdeki kapının üzerine iniyordu. Bir kaç dakika sonra kapı açılırken amcanın öfke dolu sesi sureti karşıma çıkmadan doldu kulaklarıma.

 

"Ulan Mahir sikecem senin der..." Beni gördüğünde cümlesini tamamlayamadan kıp diye sesi kesildi. Kapıyı açarken yüzündeki öfkeli halinden ise eser kalmamış sanki çam devirmiş gibi yüzüne şaşkın ve tedirgin bir ifade yerleşivermişti.

 

"E-Esra..." dedi ama gerisini getirmedi. Ben ise söylediği isim de kalmıştım.

 

Mahir demişti.

 

Bir an düşündüğüm şeylerin doğru olabileceği düşüncesi ile kalbim heyacanla kasıldı ama belli etmedim. Yüzümde yerleşmiş olan hali hazırdaki öfkeli ifademi mümkünmüş gibi daha da sertleştirdim.

 

"Amca bir kez soracağım sen de bana ne biliyorsan söyleyeceksin. Pars kim?"

 

Amcam yüzünde kararsız ve sıkkın bir tavır ile içeir geçmem için geri çekildi.

"Geç içeriye geç." dediğinde hiç bir şey söylemeden sinirle içeri salona doğru yürüdüm.

 

Salona girdiğimde Asuman abla koltukta oturmuş tedirgin şekilde bana bakıyordu. Önlerinde çay ve çayın yanına hazırladıkları aparatifler ile tam da çay keyiflerinin ortasına gelmiş olmaktan dolayı mahçubiyetle Asuman ablaya baktım.

 

"İyi akşamlar abla, kusura bakma ben... Benim acilen amcam ile konuşmam lazımdı. Hala alışmadım evli oluşuna hayvan gibi kapıya yüklendim." dedim utana sıkıla. Asuman abla gülümseyerek ayağa kalktı.

 

"Hoş geldin bitanem. Önemli değil ben sizi yalnız bırakayım. Ama sonrasında kal lütfen, bize eşlik et." dediğinde başımı iki yana sallayarak üzgün gözlerle baktım.

 

"Benim gitmem lazım. Çok sürmeyecek zaten." hemen yanıma gelen amcama diktim tehdit dolu bakışlarımı, "Amcama bir kaç soru soracağım o da güzel güzel cevap verecek. Değil mi amca?" başını sıkıntı ile salladı çiçeği burnunda eşine dönerek, "Yavrum sen bize biraz müsaade et." dediğinde Asuman abla gülümseyerek başını salladı. Asuman abla çıkar çıkmaz amcama döndüm.

 

"Evet dinliyorum." dediğimde gözlerini devirdi. "Neyi dinliyorsun acaba? Sor anasını satayım ne merak ediyorsan sor?" dedi bıkkın bir sesle.

 

"Pars kim? Bizden mi?" diye sorduğumda başını salladı ağır ağır.

 

"Polis mi?"

 

"Hayır asker istihbarat için çalışıyor." dediğinde cevabını artık bildiğim ama kulaklarımla duymak istediğim o soruyu sordum.

 

"A-adı... Adı Mahir mi?" dediğimde dudaklarını ağzının içine yuvarlayarak mahçup bir şekilde başını salladı.

 

"Evet, Mahir... Mahir Turanşah." dediğinde kalbim uzun zamandan sonra özgürce mutluluktan atmaya başladı.

 

"Mahir..." diye fısıldarken kendi kendime gülümsememe engel olmamıştım.

 

Bulmuştum, onu sonunda. 2 aydır içimde yaşattıklarım, ona karşı hislerim yüzünden kendime lanetler okuduğum adam benim Mahirimdi. Yaşadığım aydınlanma ile birden gülen yüzüm soldu.

 

"Amca... Bunu ben niye şimdi öğreniyorum. Ben bu adamı baştan beri düşmanımız zannederken..." sözlerim amcamın cevabı ile kesildi.

 

"Bunu Mahir istedi benden." dediğinde anlamaz bakışlar ile bakakaldım yüzüne.

 

"N-neden? Ben..." Ben ne acılar çektim ne ateşler içinde kavruldum diyemedim. Sinirden seğiren gözlerim ile amcama diktim sert bakışlarımı.

 

"Amca, şimdi de bana bir söz vereceksin." dediğimde amcam olduğu yerde dikleşti kaşlarını çatarak bir şey söylemeden devam etmemi bekler gibi bakışlarını gözlerime dikti "Benim... Benim onun kimliğini öğrendiğimi Mahir'e söylemeyeceksin. Ben söylemeden kesinlikle bilmeyecek amca."

 

🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

 

Ayy sonunda öğrendi Esra Mahir'i. 🤭 Valla Allah Mahir'e yardım etsin ne diyelim. 🤓

 

Bölümümüzü inşallah beğenmiştirsiniz. Hızlı oldu hatalarım varsa kusura bakmayın.

 

Hikayemizi beğeniyorsanız güzel klsörlerinize eklemeyi unutmayın 🤓

 

Önerin bizi ey cemaati müslimin 🤗

 

Loading...
0%