Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@mislanet

Merhaba canlar. Üçüncü bölümle sizlerleyim. Eğlenerek yazdığım bir bölüm oldu inşallah beğenirsiniz. Güzel yorumlarınızı ve beğenilerinizi bırakırsanız çok müteşekkir olurum efendimm❤️

 

Bir yıldızınızı alırım valla🥰

 

"Abla kıpırdamasana, iğne batacak bir yerine."

 

Kamile hanım ve Ayşe hanımın konu mankeni olmuştum. Söz de dikiş dikmeyi öğrenecektim ama giyinecek elbisem olmadığı Ayşe ile de bedenim uymadığı için ilk aşama da bizim küçük terzilere müşteri olmuştum. Sıkılmış bir şekilde pofladım.

 

"Offfff! Kızım kaç saat oldu başlıyacam yapacağınız işe. Bir bitmedi yaa. Koptu belim bacağım." dedim bunalmış bir sesle.

 

"Mızıkcıklık yapmaz mısın acaba abla? Bitecek işte iki elden hanımefendi hazretlerine çalışıyoruz yine de yaranamıyoruz. Hem napalım bilmediğimiz şeyler çizip istedin. Katlanıcan bir zahmet. Kamile iğneyi uzatır mısın bacım?"

 

Kamile de Ayşe'den bir yaş küçük kısa boylu, ufak, zayıf bir kızcağızdı. Başta Ayşe gibi girişken görünmese de biraz vakit geçirince içinden tam bir fırlama çıkmıştı.

 

"Ay abla büyünce benim götüm, memelerim de böyle olacak mı? Baksana şuna tahta gibi her bir yanım."dedi üzgün şekilde kendini göstererek.

 

Kahkaha atmamak için dudağımı ısırdım.

 

"Tabiki yavrucum, Kaç yılda büyüttüm ben bunları biliyor musun sen? Bak dur sana tarif vereyim aklında tutabilecen mi?"dedim oltaya sazanı çekmek için.

 

"Ay ne olur söyle abla tutmam mı hiç ? Dağ bayır gezer bulurum istediğin her şey... " kafasına gelen darbe ile sözü yarım kaldı.

 

"Bu kız valla salak. Tarifle oraların büyüdüğü nerde görülmüş a saftirik dayı kızım? Ver şu iğneyi ver. "

 

Kuzeninin lafları anlık bir aydınlanma yaşasa da bana baktı yine de sözlerimin doğruluğunu teyit edeyim diye. Kıyamadım kızcağızıma. Bu yaşlarda bedeni beğenmemek, değişimini kabullenememek çok normaldi. Ama ne yazık ki bu yüzden içine kapanıp, ağır depresyonlar yaşayan ve hayatı kendine zindan eden çok genç de vardı.

 

"Tamam kabul tarif falan yok ortada. Şaka yapmak istemiştim. Siz daha çok küçüksünüz. Vücudunuz daha yenice gelişiyor. Şöyle 18 20 yaşına gelince daha kadınsı hatlarınız olur. Eminim ki çok güzel birer genç kadın olacaksınız. İşimiz bitsin size nefis bir maske yapıcam. Bebek poposu gibi olacak yüzlerimiz. " Dedim çoşku ile.

 

"Kahve yapıp fal da bakarız dimi?"

 

"Ayıp ettiniz, tabiki de maskelerimiz kuruyana denk dedikodunun gözüne gözüne vururuz." dediğimde ikisi de ellerine çırparak bu teklifime ne kadar hevesli olduklarını gösterdiler.

 

"Hadi bitirelim şu prova işini de. Kamile, şu kol kısmı sen de ben de bu etek kısmını ayarlayım."

 

Kamile kuzenini başı ile onaylayıp işine koyuldu. Bir yandan da merak ettiklerini sormaya devam etti.

 

"Abla ayıptır sorması sen kaç yaşındasın?"

 

"25 olucam 20 kasımda inşallah." Diyince ikisi de şaşkın şaşkın baktılar.

 

"Ee abla sen daha evlenmemişsin. Evde kalmışsın valla." Dedi bilmiş bilmiş bir diğer evlilik meraklısı.

 

"Ne evde kalması bee çarparım ha bir tane. Hem millet 30 olmadan evlenmiyor artık. Önce ekonomik özgürlüklerini ellerine alıyorlar sonra evleniyorlar. Hem ben de şuan hiç düşünmüyorum evliliği falan. Gerek yok o tantanaya girmeye. Ama aşık olursam bir gün şöyle karizmatik, ultra yakışıklı, el değmemiş, helal süt emmiş bir yiğit hemen basarım nikahı hiç affetmem. " Dedim bilmiş bir edayla.

 

Kızların ikisi de komutanlarının konuşmasını dinleyen askerler gibi pür dikkat beni dinliyor yer yer kafalarını salıyorlardı.

 

Sözlerimi bitirdiğim de Aralık kapıdan 1 haftadır duymadığım, duyunca da içimde kelebeklerin uçtuğu o sesi duydum. Az kalsın çıktığım iskemle tarzı şeyden düşecektim. Kızlar heyacanla ve panikle beni tuttu.

 

"Ablaa amaan düşeceksin."

 

Kapı arkasından telaşlıca geldi sesi: "Bir şey mi oldu? Düşmedi değil mi?"

 

Sesi geliyordu ama kendisi görüş açımızda değildi. Görmesem de paylamaktan da geri durmadım. Sinirim düşeyazmaya mıydı yoksa 1 haftadır ortada olmasına mı bu konuyu şimdilik düşünmeyi erteledim.

 

"Ne öyle ajan gibi sessiz sessiz geliyorsun bee! Ödümü kopardın."

 

Çıkışmama çok takmadı hala merakla iyi olup olmadığımı sorguluyordu.

 

"Ayağına falan Bir şey oldu mu? Daha yeni ayaklanmışsın düşme ihtimalin olan nereye çıkmış olabilirsin acaba?" diye günlük azarlama seansımızı da 1 hafta rötarla gerçekleştirdi.

 

"Ay kes bee! Sana hesap mı vericem. Siz de şu üstümdeki şeyi çıkarın kızlar başlıcam yapacağınız işe gerçekten."

 

Kızlar kıkır kıkır gülerek dikkatlice üzerimdeki prova ettikleri günlük elbiseyi çıkardılar. Tabi Ayşe kapı önünde bekleyen abisinden de müsade istemeyi ihmal etmedi.

 

1 hafta olmuştu son görüşmemiz üzerinden. Ben ise son görüşmemizde 2 gün sonra ayaklanmıştım nihayet. Ayaklandıktan sonra keşfe çıkmayı da ihmal etmemiştim tabikisi de. Amma ve lakin tek bir falso tek bir yanlış görmemiştim. Ayşe'nin dediği gibi zamanla anlamıştım gerçekten de geçmişe geldiğimi.

Ne muzaffer amcaya be Hacer Ana'ya bununla ilgili bir şey söylememiştim. Onlar da baştaki saçmalayışlarımı başıma aldığım ağır darbe yüzünden olduğunu düşünerek sonrasında o zamanın muhabbetini açmamışlardı.

 

Ciddi ciddi 1856 senesine gelmiş gibi görünüyordum. Zaman zaman kabul edip zaman zaman yok var bu işte bir iş diyerek ip uçları bulmaya çalışıyordum. Ruh halimin sağlığı şuan kızlara mankenlik yapmamdan belli değil miydi?

 

İki gündür ise garip bir rahatlık, kabullenmiş çaresizlik hali vardı üzerinde. Mahalle yanarken saçını tarayan zatı muhteremin durumundan halliceydi halim.

 

Her bir şeyi akışına bırakmıştım. Ama zaman zaman ağlama ve sinir krizi nöbetleri de geçirmeme engel değildi bu durum tabi. Çıkmaz sokaktan çıkmaya çalışıyordum ama yine aynı sokakta gibiydim. Sağolsun şu 1 haftadır da ayrı bir nazımı niyazımı çekmişlerdi ev halkı.

 

Şu 1 haftadır sanki yıllardır onlarla yaşıyor gibi düzenlerine de kolay adapte olmuştum. Tabi bunda Ayşe'nin hızlandırılmış oryantasyon eğitimi de etkili olmuştu. 1856 senesine hızlı bir giriş yapmıştım.

 

Mahallede küçük çaplı bir hayran kitlesine sahip bile olmuş olabilirdim. Tanıştığım herkes gerçek samimiyetle yaklaşıyor sanki yıllardır onlarlaymışım gibi hissettiyorlardı.

Anadolu Kültürünü dibine kadar yaşıyordum vesselam.

 

Hacer Ana ve Muzaffer amca beni civardakilere İstanbul'dan gelen uzak akraba olarak tanıtmıştı. Onlarda sağolsun işlerini güçlerini bırakıp aynı kızları gibi benim mutluluğum için çabalıyorlardı. Artık evden biri gibi olmuştum 2 haftada. Özetle yeni hayatıma gitgide alışıyordum.

 

Tabi alıştık dediysek de yaşadığım çağın 167 yıl gerisindeki hayatı yaşamak çok da kolay değildi. Yüce Rabbim ne büyük nimetler içinde yaşıyor muşum da haberim yokmuş. Nankörlerin en nankörüymüşüm ben ki Allah da benim belamı vermişti.

 

Hayatımdaki basit, sıradan gördüğüm her şey ne büyük bir nimetmiş oysa ki! Şöyle sıcacık bir duş, bir filtre kahve, diş macunu ve fırça, şampuan ve daha niceleri. Siz ne güzel nimetlermişsiniz oysa yavrularım.

 

Bir gün tekrar kavuşursam size özenle bir bebek gibi sevmeyeni sevsinlerdi. Ah ahh Allah'ın insanı gördüğünden de geri koymasını böyle trajik kimse yaşamamıştı heralde.

 

Yine düşüncelerime daladurmuşken Mahir Efendi ve karizması ortama giriş yaptı. Heey maşallah be diyen iç sesimin çoşkusunu çaktırmadan incelemeye koyuldum benimkini. Evet bu süreçte kendisini benimki ilan etmiştim. Tabi şimdilik bundan onun haberi yoktu. Kızlardan duyduğum kadarıyla boştaydı yiğidim.

 

Bak işte başlamıştı yine enerji transfer seansı. Baştan aşağı incelemeye başladı beni yine hiç çekinmeden. Ama bu sefer daha bir kendinden emin ve çekinmeden alenen.

 

Tabi ben de ona inceler bakışlarla bakıyordum. Ama bu manasız bakışmaları acilen bölmem gerekiyordu, kızlar vardı ve Allah onların diline düşürmesindi.

 

"Hoşgeldiniz Mahir Bey. Bayadır yoktunuz buralarda gözümüz yollarda kaldı. Görmeyeli nasılsınız?"

 

Lan lan napıyosun manyak karı hızın 180!

 

Gözün çıksın senin inşallah. Osmanlı bile Avrupa'ya böyle yürümedi.

 

İç sesimin ağzıma etmelerine Mahir Efendinin sesi eşlik etti.

 

"Çok hoşbuldum, iyiyim çok şükür Esra hanım. Böyle beklenildiğimi bilseydim işlerimi daha çabuk bitirir gelirdim."dedi hoş bir gülümseme ile.

 

Ay valla gülebiliyordu. 3 4 kez karşılaşmış olsak da yüzünde gülmeye benzer bir emare görememiştim. Ne de güzel gülmüştü öyle bu şapşiik.

 

"Yaniiii, merak ettim. Buraya geldiğimden beri sabah, akşam uğrayınca insan merak ediyor."

 

Laaan bıraksana saçınla oynamayıı. Aptal aptal aptal.

 

"Çok önemli erteleyemeceğim işlerim vardı. Yoksa sizi burada merakta koymazdım."

 

Neydi acaba önemli işleri. Neyse ben bunu bir ara bizim saftirik takımından öğrenirdim. Ne diyeceğimi bilemedim ama bir şey de söylemem lazımdı.

 

"Eee biz de bana kıyafet dikiyorduk yani kızlar dikiyordu. Malum hiç bir eşyam yanımda değil ve ne zaman buradan giderim bilmediğim için sağolsunlar giyebileceğim üç beş bir şeyler dikiyorlar. "

 

"Aslında ben de onlar için geldim. Sizin için bir kaç hususi eşyalar getirdim hemen diğer odaya bıraktım." mahçup şekilde bakarak ellerimle oynamaya başladım.

 

"Yaa, aslında hiç gerek yoktu. Muzaffer amca, Hacer Ana, Ayşe sağolsunlar hiç ihtiyaçta koymadılar."

 

"Olsun siz yine de kabul edin." Dedi yüzünde güzel gülümsesiyle.

 

"Peki madem, zahmet etmişsiniz kabul edeyim." Çiftini etkilemeye çalışan arizona kertekelesinin çok başka bir halindeydim şuan. Engel olamadığım nazlı sevgili rolüne bürünüveriyordum bu yiğidin yanında. Yalnız benimki de bir farklı bakıyor, davranıyordu.

 

Ay buna 1 hafta da güncelleme falan mı gelmişti. Bu hali pek bir tatlı pek bir mıncırmalıktı. Yalnız bizim saftirik takımına da iyi malzeme çıkmıştı. Bir bana bir ona bakıp meraklı meraklı bizi dinliyorlardı.

 

"Aslında Esra hanım sizle konuşmam lazım, yalnız."diyerek kızlara baktı.

 

"Ben de çok bunalmıştım. Konuşacağımız konuyu dışarıda konuşsak olmaz mı?" diye sordum. Bu elbise dikme işleri beni gerçekten bunalmıştı.

 

"Tabi, bahçedeki çardaktayım." Dedi ve çıktı yiğidim. Arkasından öyle bakakalan bir ben bırakarak. Ayşe Kamile'yi dürterek:

 

"Kız Kamile kulaklarımız neler duydu öyle? Ağabeyim ne olmuş kız?"

 

"Valla ne bilem, Mahir ağabeyin şahit olduğum en uzun konuşması bu olabilir."

 

İkisini de kenara itip saçlarımı savurdum.

 

"Biz buna Esra etkisi diyoruz canlarım. Neyse gideyim de bakim bakalım ne konuşacakmış benimle Mahir ağabeyiniz." bir çift şaşkın saftirik takımı bırakarak dışarıya doğru yöneldim.

 

Giriş katta bir oda da olduğumuz için kendimi 4 5 adımda dışarıda buldum. Yüzüme vuran sıcak hava ile mutlulukla gülümsedim. Çok severdim sıcak havaları.

 

Mahir Efendi ileride çardakta bana dönük bir şekilde oturmuş yine hiç çekincesiz bakışlarını üstüme dikmişti. Dilimi damağımı kurutan bu bakışlar eşliğinde yürümek de hiç kolay değildi.

 

O böyle bana bakarken kendimi başrol kızın sahneye giriş halini canlandırıyor gibi hissediyordum.

Kafamda: 'onlyyy youuu can make al this...' şarkısı ile iyice bir havaya girdim tabi.

 

Saçlarımı bir oyana bir bu yana ahenkle sallayarak, yüzümde karşıdakinin içini titrettiğimi düşündüğüm bir gülümseme ile yürümeye devam ettim.

 

Onun gözleri ise hala üzerimdeydi. İyice havaya girmiş artist artist yürürken önümden canhıraş bir şekilde hızla viyaklayarak koşan bir kedi hemen arkasından da onu havlayarak kovalayan bir köpek geçiverdi.

 

Ağır çekim yürümem çığlık çığlığa 3x hızlı çekim yürümesine dönüşünce bir anda kendimi Mahir'in yanında buldum. Arkasına geçtim hemen. Altıma işemem an meseleseydi. Lütfen Yüce Rabbim bunu da yaşatma bana lütfen.

 

"Ananı avradını o neydi laan." Ahh bu çıkmıştı benim ağzımdan bir de dimi?

 

Ben nerelere gideyim alıp başımı. Hayatımda ilk defa kur yapmak isterken dönüştüğüm hale bakar mısınız sayın seyirciler?

 

Neyse ki benim kibar dağ ayım takılmadı apaçi tepkilerime. Kollarımı tuttu araştırır bakışlarla yüzüme baktı. O sırada Ayşe'lerin de sese çıktıklarını anladım ama ben hipnoz olmuş gibi gözlerine bakıyordum. Bu aramızdaki çekim büyü gibiydi. Daha önce yaşamadığım engel olamadığım bir büyü.

 

"İyisin değil mi? Bir anda korkup koştun ayağın da tam iyileşmemişti. Ağrın var mı?"

 

"Haa, yok ya iyiyim iyiyim. Korktum bir anda karşıma çıktıklarında. Dalmışım sana.. Imm, şey bakıyordum sana boş bulundum." Diye kıvırdım.

 

Bir adım geri çıkıp Ayşe'den su getirmesini istedi. Beni de kolumdan tutup kalktığı yere oturttu. Kısa bir süre sonra Ayşe koşarak bir elinde tas bir elinde çömlek testi ile geldi.

 

Suyu doldurup elime verdi ama ellerimin titemesinden içemiyordum. Mahir yetişti imdadıma suyu yavaş yavaş içirdi. Bu arada muhteşem iç sesim susmuyordu. Pek hayırlı bir şey de söylemiyordu.

 

'Aptal, aptal,aptal. Rezil aptal. Rezil oldun. Olmaz olsun senin gibi polis. Puu sana yok mu ayakkabı terlik çalın kafasına... '

 

"Abla çığlık atınca başına bir şey geldi sandık." Dedi Ayşe.

 

"İlla kafayı, gözü mü kırmam lazım ha Ayşecim? Korkunca çığlık atmak yasak mı? Dalmışım boşluğuma geldi."

 

"Neye daldıysan artık?" dedi ağzının içinde. Ah Mahir olamayaydı da ben o dillere kızgın demir basmaz mıydım."

 

"Aa Hacer ile Esma geliyor. Abla dün söz vermiştin yaa bizim yüzümüze yaptıklarından onlara da yapacaktın hani. Çok sürer mi konuşmanız? " Dedi Kamile.

 

Evde can sıkıntısından kızlara verdiğim vücut, saç bakım tüyolarının öyle bir reklamını yapmışlardı ki çeşme seanslarında duyan garipler de bende bir hikmet var zannedip benimle tanışmak istemişti.

 

Gelenlere verdiğim üç beş tüyoyla mahalede namım almış başını gitmişti. Allah'tan annem tam bir İbrahim Saraçoğlu fanıydı da zorla anlattığı, üzerimizde uyguladığı kürler sayesinde üç beş bir şey kapmıştım. Ah canım anacım ne çok özlemiştim onu. Eğer dönebilirsem her anımızın tadını çıkararak yaşayacaktım.

 

"İyi misin, daldın gittin." Diyen Mahir'in yüzüne çıktı bakışlarım. Şuan kendimi o kadar çok üzgün, o kadar çaresiz hissediyordum ki. İçimi görür gibi baktı. Bakışları benim üzerimde ama Ayşe'ye hitaben konuşmaya başladı.

 

"Ayşe, sen idare ediver arkadaşlarını. Esra ablanla bizim mevzu derin bitmez. Biz ırmak tarafına doğru gidiyoruz." Dedi ve ayaklandı.

 

Ben de o ayaklanınca kızlara bir bakış atıp peşinden ayaklandım. Atının olduğu tarafa doğru ilerledi ve yanında durdu. Atı da onun gibi heybetli ve asil bir duruşu vardı. Simsiyah renkliydi ama ayaklarında ve yüzünün bir kısmında beyaz lekeleri vardı.

 

"Hiç ata bindin mi?" Başımı salladım.

 

" Kendim binebilecek kadar binmişliğim var. "

 

" O zaman amcamın atını da alayım. Sen Karacan'ı al. Uysaldır korkma. Önce başını sevmelisin ki sana alışsın, kokunu alsın."

 

Atın yanına yaklaştığım da önce hırçınlaşmış gibi başını sağa sola sallayıp kişner gibi ses çıkardı. Mahir rahatlatmak için başını okşayıp onunla konuşmaya çalışıyordu.

 

"Şiştt sakin kızım. Sadece seni sevecek onunla tanış. O benim arkadaşım zarar verecek biri değil."

 

Mahir bana dönüp hadi der gibi işaret etti Karacan'ı. Yavaşça yaklaşıp elimi uzattım. Öncekine nazaran daha az ürktü ama hala yabancılıyordu beni. Mahir tam arkama geçmişti. Sırtım onun gövdesine çok yakındı.

 

"Hadi şimdi korkma dokun."Dedi tam kulağıma doğru eğilerek.

 

Mevzu neydi? Neye dokunacaktım? Kafam niye hep başka bir yerlere gidiyordu.

 

Neler geçiyordu aklımdan tövbe tövbe...

 

"Hı.."dedim anlamadığımı belli etmek için.

 

Aslında mesaj kısa ve netti. Ama ben o dolaylı tümleci bulamıyordum. Error veriyordum görmüyordu muydu?

 

Şöyle bir döneyim dedim. Aman Yarabbim! Dönmez olaydım, görmez olaydım. Yüzyüze birbirimize bakakalmıştık. Ay neden şöyle bir 3, 5 cm ötesine bir operasyon düzenleye miyorduk?

 

Başlarımızın etrafında yaydığımız enerjiden cıngılar çıkabilirdi. Öyle bir çekim, öyle bir enerji transferi vardı aramızda. Benim bakışlarımda tahminimce olan şaşkınlığın onda esamasi bile yoktu.

 

Sanki olması gereken buymuş gibi öyle etkileyici ve kendinden emin bakıyordu ki kısa bir an bunu kaç kıza yaptı acaba da bu kadar rahat diye pataklayasım gelmişti. Etkileyici sesi ile yine konuştu dudaklarımın üstüne üstüne.

 

"Dokunmayacak mısın?"

 

Konumuz Karacan mıydı? Öyle bir hipnoz içinde gibiydim ki ne bir adım geri ne bir adım ileri gidebiliyordum. Sonra o muhteşem soruya karşı soru cevabımı verdim.

 

"Neye?"

 

Aptal neye olacak atın şeyine tövbe estağfurullah. Puu rezil olduk gerizekalı. Yok mu terlik ayakkabı çalın şunun kafaya...

 

Sorulu cevabım hoşuna gitmiş olacak ki anımızı muhteşem bir gülüşle taçlandırdı. Ay o beliren gamze miydi? O gamzelere kurşun atar kurşun yerdim ama ben. Oğlum taktım sana ben haberin yok başına nasıl bir bela aldın. Gül böyle gevrek gevrek bakim.

 

" Kafasına." Diye cevapladı sorumu.

 

Konu hakkaten Karacan mıydı?

 

Pervane döne döne. İtiatkar bir köle...

 

Kafam çok başka yerlerdeydi ve zannımca karşıdaki yiğidonun da öyle. Kedinin fareyle oynaması gibi oynuyordu benle zalım.

 

Neyse ki insafa geldi Mahir Efendi elimi tutup aramızdaki bu sexual bir hale doğru uzayıp giden muhabbeti kapattı.

 

İnsafa mı geldi demiştim? Ellerim ellerinde, kalbim dört nala ha durdu ha duracak halde at seviyorduk. Kesinlikle kalbime kastı vardı bu beyefendinin. Sakin ve huzur veren bir sesle kulağıma doğru konuşmaya başladı.

 

"Bak nasıl sevdi seni, hırçınlığı yok oldu gitti. Anladı senin zararsız ve benimle olduğunu."

 

Mahirler ikinci bir emre kadar susturulmalıydı kesinlikle. Çünkü kalbe çok büyük zararlardı. Bir süre Mahir arkamda ben onun gövdesine yaslı el ele Karacan'ı sevdik. Dışarıdan kesinlikle pek hoş görülüyor olmalıydık. Ah ahh şimdi bir kamera, telefon olsaydı anımızı ölümsüzleştirseydik.

 

"Ben amcamın atını alayım ahırdan. Korkar mısın yalnız bıraksam biraz?"

 

" Yok yaa... Baksana alıştık biz kızımla birbirimize." Dedim bir yandan başımı Karacan'a yaslayıp sevmeye devam ettim.

 

" Sev bakalım kızımızı." Dedi ve gitti.

 

Ay neydi bu şimdi, evlilik teklifi falan mı? Bak böyle subliminal subliminal mesajlar verirsen ilk dikeceğim şey gelinliğim olacak yiğidim.

 

Kısa bir süre sonra yanında kahverengi bir at ile yanıma doğru geldi.

 

"Binmene yardım edeyim mi?"

 

"Normalde binerim ama üzerimdeki bu uzun elbise ile bir denemem lazım."

 

Bir kaç denemeden sonra binebilmiştim sonunda. Mahir de diğer ata bindikten sorma o önde ben arkada ilerlemeye başladık. Yol boyu karşılaştığımız insanların şaşkın bakışları eşliğinde sonunda söğüt ağaçlarının ırmak boyu sıralandığı yemyeşil bir mesire alanına geldik.

 

"Ayyy Mahir, burası çok güzel sanki cennet ." Diyerek ona döndüm.

 

"Evet tıpkı cennet gibi." Onun bakışları benim üzerimdeydi. Cevabına yüzüm kızardı. Biz ne ara bu hale gelmiştik valla anlamamıştım. Küfrettiğim o kediyi köpeği bulup en güzel etleri yedirmez miydim ama ben? Sabah sizli bizli konuşurken şimdi bahar da kuşlar gibi moduna doğru hızlı bir şekilde ilerliyor gibiydik.

 

"Benimle ne konuşacaktın?" diye asıl mevzumuza getirmek istedim sadedi.

 

Bu sefer ciddi bir şekilde bakmaya başladı yüzüme.

 

"İlk kendine geldiğin zaman bir şeyler söylüyordun ya hani. Ben yaşadığın yaralanmanın yüzünden öyle kafan karıştı sanmıştım. Ama sonra içime bir kurt düştü. Seni gece bulduğum için etrafı incelemeye pek vaktim olmamıştı. Ben de seni bulduğum yere tekrar gittim ve bunu buldum. Bu nasıl oldu bilmiyorum ama seninle birlikteyiz burada ve ben sanki bambaşka biri gibiyim."

 

Bana uzattığı fotoğrafa öylece şok içinde bakakaldım. Bu Mahir ile benim fotoğrafımdı. Birbirimize sarılmış halde benim üzerimde polis üniformam, yüzümde kocaman bir gülümseme ile kameraya bakarken Mahir de üzerinde askeri üniforması ile gülümseyerek bana bakıyordu.

 

 

Yeni bölümde görülmek üzere çiçeklerim 😘

 

Beğeni ve yorumları unutmayınız lütfen 🤩

 

Neee dediğinizi duyar gibiyim 🤓 çok eğlenecuk çook😎

 

 

Loading...
0%