Yeni Üyelik
33.
Bölüm

32. Bölüm

@mislanet

BAS KIZ YILDIZA ZALIMIN GELİNİ OLASICA😈

Merhabalar çiçeklerim 🥰 Yeni bölümümüz ile karşınızdayım.

Beğenmeyi ve yorum yapmayı katiyen unutmuyoruz. 😚

 

Keyifli okumalar🤗

 

🌸 🌸 🌸 🌸 🌸

 

Kendimi konaktan dışarı attığımda bir an nereye gideceğimi bilmez halde çevreme baktım. Sert bir şekilde hala nemli olan yanağımı silerek öfke ile sesli bir nefes çektim içime. Nereye gidecektim? En önemlisi ne yapacaktım. Nasıl böyle büyük bir hata yapıp hiç olmayacak bir adama yakalanmıştım?

 

Etrafa baktığımda bir kaç koruma ile göz göze gelmiş olsam da aldırmadan az ilerideki göle doğru yürümeye başladım. Bir süre sessiz ve sakin bir şekilde kafamı toplamalı beni bu pisliğin içinde çıkaracak bir plan düşünmeliydim.

 

Panik halim yüzünden kendini kapatan zihnim bana çıkar yol bulmak şöyle dursun kafamı ne kadar çok bulandıracak görüntü varsa onu matığımın önüne set olarak çekmiş, çıkış yollarını kapatmıştı adeta. Tüm zerrelerime değin hissettiğim bir alarm durumundaydım. Eğer bu krizi yönetemez, çıkış yolunu bulamazsam başta kendimin ardından da benimle olan herkesin infazı an meselesiydi.

 

Gözlerimi kapatarak derin derin nefesler çektim içime. Yücel'in bu işin peşini bırakmayacağını ve şahit olduğu halimi Mahir ile ilgili yorumlayacağının farkındaydım. İnkar etmek bu noktadan sonra daha çok şüphe çekecekti. Benim ona sunacağım bahane Pars ile Elena'nın eskiye dayanan bir tanışıklığı hatta daha fazlası ile ilgili olmalıydı.

 

Çalan telefonum ile daldığım düşüncelerimden sıyrılarak elimi cebime attım. Arayan Mahir'di. Telefonu meşgule attığım da tekrar araması düştü ekrana. Sinirli bir nefes bırakarak telefonu direk kapatarak cebime attım.

 

Şuan onunla konuşmak yeni yeni toparlamaya başladığım zihnimi bulandırmaktan başka bir işe yaramayacaktı. Ona suçu olmasa da hakkım olmayarak kırgın ve kızgındım. Daha öğlen beni öptüğü dudaklarında o kadının izleri vardı.

 

İlerleyen günlerde daha nelere şahit olacak, nelere tahammül etmek zorunda kalacaktım?

 

Bugün öpen yarın...

 

Başımı yukarıya doğru kaldırarak gözlerimi kapattım sıkıca. Zihnimde dönen ve katil olmama sebep olacak görüntüler yüzünden sıkıntı ile nefes verdim.

 

'Of Allahım, yardım et. Ne olur daha fazlasını yaşatma bana!'

 

"Haftalar sonra yine buradayız ha Elena?"

 

Yücel'in sesi ile boş bulunarak sıçradım olduğum yerde. Alaylı çıkan sesi ile tüm vücudumu ele geçirmiş gerginliğim zaptedilmez boyutlara ulaşmışken nefesimi tutup keskin bakışlarımı ona çevirdim.

 

Önünü arkasını düşünmeden ağlayarak çıkışımın sonucuyla bu kadar çabuk yüzleşiyor olmak tedirginliğimi daha da artıyordu. Daha tam manasıyla çıkış yolları için düşünme fırsatı bulamamışken karşımdaki adamın radarına girmek intihar değildi de neydi?

 

"Bir şey mi vardı Yücel bey?" dedim daha az önce yakalanmamış gibi.

 

"Bilmem bir şey mi var onu da sen söyleyeceksin?" Yüzünde beni yakalamış ve sıkıştırmış olmaktan kaynaklanan keyifli bir gülüş vardı. Ya da şuan ben öyle yorumluyordum ama yüzündeki gülümseme bile dikkatimi dağıtıyor sakin kalmama darbe üstüne darbe vuruyordu.

 

"Neyi merak ediyorsunuz?" dedim içimdeki fırtınalara tezat ruhsuz bir sesle.

 

Aferin kızım iyi başladın.

 

Bok iyi başladın. Düşün bir şeyler düşün.

Çalıştır kafanı.

 

Bırak Mahir'i bir tarafından vurduğunu hayal etmeyi, ana odaklan.

 

İç seslerimin motivasyon konuşmalarının sesini kısıp sıkacağım mantıklı yalanları tek tek sıralarken bir yandan da karşımdaki adama odaklanmaya çalışıyordum.

 

Pars ile Elena, mantıklı bir yalan bul.

 

Sorum karşısında kaşları havalandığında karanlıkta bile parıldayan mavi gözleri de kısıldı. Dudakları sinsi bir şekilde sağa doğru kıvrılırken başını sağa sola salladı.

 

"Elena! Ah Elena! Neyi merak ettiğimi sen çok iyi biliyorsun. Bütün gece böyle soru cevap mı oynacağız?" diye sordu.

 

Alaylı sesi ile soruma soru ile karşılık verirken bir açığımı bulmak ister gibi bakışlarını gözlerimden bir an bile çekmiyordu. İçimde deli gibi salgılanan adrenalinin etkisini kontrol altında tutmaya çalışırken sakin görünme çabam yüzünden enseme şiddetli bir ağrı saplandı. Sessiz kalışım, istediği cevabı vermeyişim karşımdaki adamın da artık tahammülünü bitirmiş olmalı ki yüzündeki gülümsemesi yavaş yavaş solmaya başladı. Yüzüne yerleşen ciddi ve soğuk ifade ile delici bakışlarını gözlerimin en derinine mıhlarken lafı dolandırmadan merak ettiği şeyi direk sordu.

 

"Pars ile aranda ne var?"

 

Sorusu ile bakışlarımı onun gözlerinden kaçırıp etrafa baktım sanki büyük bir sırrımı açıklayacak gibi sıkıntılı bir poz kesiyordum.

 

"Düşündüğünüz gibi bir şey değil Yücel bey." Sıkıntılı bir nefes verip vücudumu ona döndürdüm. Ciddi bakışları gözlerimde konuşmuyor devam etmem, sorusuna aradığı cevabı vermem için bekliyordu.

 

"Pars bey ile geçmişte... Bir şeyler yaşadık." dediğimde çatılı kaşları daha fazla çatıldı başını anlamak ister gibi sağa doğru çevirip, "Nasıl bir şeyler?" diye sorduğunda bakışlarımı önüme düşürerek mırın mırın bir sesle anlatmaya başladım.

 

"Biz... Onunla birlikte olduk." dediğimde bakışlarımı tekrar yüzüne kaldırdım. Bir tepki vermiyordu ama inanmıyor gibi de bakmıyordu. "Sevgili miydiniz?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım.

 

"Hayır. Tek gecelik bir şeydi. Bundan 3 yıl önce Rusya'ya geldiğinde Bay Yumkin'in talimatı ile otel odasında bulundurduğu çok önemli bir dosya için yakınlaşmıştım. Sonrası malum." dedim gözlerimi kaçırarak. Sessiz kalışı ile gözlerimi terden kaldırarak yüzüne baktım.

 

Söylediklerime ne derece inanmıştı onu tahlil etmeye çalışıyordum. O kadar ifadesiz bakıyordu ki bakışlarından hiç bir şey okuyamıyordum. Ama ben gittiği yere kadar yalanımı devam ettirecektim.

 

"Andrei'in adamı olduğunu bilmeden seninle oldu yani." dedi sorar gibi, başımı evet anlamında salladım.

 

"Sonra ne oldu peki? Bir kez mi görüştünüz sadece?" dedi şüpheci gözlerle bakarken sakin kalmaya çalışmak benim için oldukça zordu.

 

"O geceden sonra birbirimizi burada karşılaşana kadar bir daha görmemiştik. Beni görür görmez tanıdı tabi ben de onu." İnanmasını umarak gözlerine baktım kararlı bakışlar ile. "Ben burada onu görünceye kadar sizinle bağlantısı olduğunu bile bilmiyordum. Bay Yumkin de söylemedi bir şey. " dediğimde bir süre sessiz kalarak sözlerimin doğruluğunu kendi içinde tartmaya çalışıyor gibi yüzüme dalmıştı. Onun sormasını beklemeden devam ettim.

 

"Siz beni onunla ilgili uyarmak için çağırdığınız da size yalan söyledim. Ben bana karşı olan ilgisinin farkındaydım ama düşündüğünüz gibi bir şey geçmedi aramızda burada ." Başımı yere eğdiğimde zaten laçkalaşmış sinirlerimin de etkisi ile gözlerimi doldurarak yüzümü tekrar kaldırdım yerden. Gözlerim dolu dolu üzgün gözlerle yüzüne bakarken titreyen sesimle, "B-ben... " Bir damla yanağımdan süzüldü. "Ben... Düşündüğümden fazla derinleştirmişim hislerimi."

 

Bir damla daha süzülürken, "Ben gerçekten engel olamadım."

 

Ve bir damla daha süzüldü, "Aslında kendi içimde bitirmeye çalıştığım bir şeyken... Offff... " diyerek ellerimi yüzüme kapatarak ağlamamı şiddetlendirirken karşımdaki adamın bu muhteşem performansıma inanması için bir yandan da dua ediyordum.

 

Omuzlarımda hissettiğim el ile dışardan daha da şiddetlenen ağlamama içimde attığım zafer naralarım eşlik ediyordu.

 

Yürü be kızım, Oscar'lı oyuncular da yok böyle yetenek.

 

"Şiştt! Tamam sakinleş artık." diyerek beni kollarının arasına alan Yücel'e engel olmadım. O kadar çok sıkmıştım ki kendimi özellikle uğraşsam bu kadar iyi performans sergileyemezdim. Geri çekilerek dağılmış yüzüme baktı üzgün gözlerle. Gerçekten inmamışa benziyordu söylediklerime.

 

"Yücel bey... Ben... Ben çok özür dilerim. Güveninizi boşa çıkardım değil mi? Ama inanın düşündüğünüz gibi bir şey olmadı. Zaten biliyorum sonu olamayacak bir şey. Ama duygularım yüzünden asla ama asla bir yanlışım olmaz size. Eğer öyle bir şey farkederseniz çekin vurun beni. Bir daha da yaklaşmam emin ol... " hıçkırımlarım arasında telaşla sıraladığım cümlelerimi dinlerken ifadesiz bakması yüzünden doğru yolda mıydım bilmiyordum.

 

"Ama ben senden ona yaklaşmanı istiyorum." diyerek sözlerimi kestiğinde şaşkınlıkla yüzüne bakakaldım.

 

"N-ne demek istiyorsunuz? Ne yaklaşması?" sesimdeki şaşkın ve öfkeli tını ona pek etki etmemiş olacak ki yüzünde sinir bozucu bir gülüş ile cevap verdi. Gerçekten şaşkındım. Yücel hiç düşünmediğim bir teklif ile gelmişti.

 

"Gayet açık isteğim. Pars'a yaklaşacak onun aklını bulandıracaksın. Eğer samimiyetine inanmamı ve bu sırrı saklamımı istiyorsan Pars'ın sana olan ilgisini kullanacaksın. Ama kendi duygularını yok edeceksin. Eğer ki duygularına yenildiğini anlarsam işler senin için hiç iyi olmaz. " dedi az önceki gülüşünün emarasi dahi olmayan ciddi ve tehditkar bir ifade ile.

 

Sanki daha az önce üzgün gözlerle bana bakarak beni teselli eden o değil gibi, eline düşmüş olmamı kendi lehine kullanmak isteyecek kadar da şerefsizdi. Ama canı oyun istiyorsa ben de çok güzel oynardım. Söylediği şeyler Mahir ile bir arada olmam için bulunmaz bir fırsat verecekti bana. Ama hemen kabul etmeyecek işi yokuşa sürecektim diğer türlüsü karşımdaki çakal için fazla dikkat çekici olurdu. Tehditkar bakışlarına karşılık öldürücü bakışlarım ile meydan okur gibi baktım.

 

"S-siz ne zannediyorsunuz beni?" diye sinirli duruşuma uymayan titreyen sesimle ile sorduğum soruya ellerini ceplerine koyarak umursamaz şekilde omuzlarını kaldırıp indirdi.

 

"Ne zannetmeliyim? Daha önce de yapmışsın aynı şeyi? Şimdi farkeden ne?" dediğinde yalandan bir öfke ile hiddetlice konuşmaya başladım.

 

"İkisi aynı şey mi? Bana patronumun arkasından iş çevirmemi teklif ediyorsunuz. Ben bunu Benan hanıma yapmam." Ellerimi birbirine vurarak devam ettim."Üzüldüm, bitti geçti. Ama bu demek değil böyle bir aldatmanın parçası olurum." diyerek sırtımı bir hışımla ona döndüm. Blöfümün tutmasını umuyordum.

 

Bir kaç saniye sonra daha ılımlı bir şekilde konuşmaya başladı Yücel.

 

"Emin ol Pars'ın Benan ile olmasına göz yummamız daha büyük bir kalleşlik." dediğinde kaşlarım çatılı tekrar ona döndüm.

 

"Siz benden ne istediğinizin farkında mısınız? Aynı çatı altında patronumun nişanlısını ayartmamı istiyorsunuz. Kusura bakmayın ama o kadar da değil." dedim sinirle arkamı ona dönerek konağa doğru yürüyecekken kolumdan sıkıca tutarak durdurdu beni. Sinirle ona döndüğümde onun da benden aşağı kalır hali yoktu.

 

"Konuşmamız bitmedi." diyerek yüzüme doğru tısladı. Öfkemin dolup taştığı gözlerim ile önce sıkıca tuttuğu koluma sonra yüzüne diktim.

 

"Bırak kolumu." diye sinirle mırıldandım.

 

"Konuşmamız bitmedi dedim sana." Yüzünü yüzüme yaklaştırırken tutuşu da sıkılaşmış kolumu bir pençe gibi kavraması can acıtıcı bir hal almıştı. "Pars'a yaklaşacak onu ayartacaksın." dedi sinirli bir şekilde fısıldarken.

 

"Yapmazsam?" diye hala diklenmeye devam ettim. Yüzünde beliren ona özgü sinsi gülüş yine ortaya çıkmıştı. Ne zaman bu gülüşü ortaya çıksa sinirlerimi bozacak kelamlar da ağzından dökülüyordu.

 

"Sen bilirsin. Benan öğrenir her şeyi." Gözlerinden çektiğim bakışlarım artık her yerdeydi. Kendimce karşımdaki adama kararsızlığımın, arada kalmışlığımın pozunu kesiyordum bir kez daha.

 

"Sadece aklını bulandırmak ile kalmayacak Pars ile ilgili malumatları da taşıyacaksın bize." Cevap vermeden düşünür gibi önüme diktiğim bakışlarımı kaldırmadım yerden.

 

"Bunu yapacaksın değil mi Elena?" dedi kolumdaki tutuşu gevşediği için kolumu kurtararak dik bakışlarımı gözlerine saplar gibi diktim.

 

"Nasıl güveniyorsun bana? Ya Pars'a aşıksam ya sizden ona haberler uçaracaksam?" Aslında olan ve olacak olan şeyler dudaklarımdan dökülürken karşımdaki adam sözlerime güldü alayla.

 

"Böyle bir şeyi yapman... Hem de tüm bu konuşulmuşluklar üzerine, intihar gibi bir şey olur." Cebindeki elini çıkarak uyarır gibi işaret parmağını salladı. "Gözüm her daim üzerinde. Bir hata yapacak olursan neler olacağını az çok tahmin ediyosundur zaten değil mi? " dedi yüzünde ölümün izleri olan soğuk bir ifade ile gözlerimin en derinine bakarken.

 

"Ben... Yapamam." Titreyen kararsız sesime karşılık sinirlenen Yücel'in kaşları daha da çatıldı. İstediği cevabı duymayışı sabrını da zorluyordu.

 

"Yapamam yok Elena. Sana seçenek sunmuyorum. Kurşunların önüne atladığın patronun için başka bir kurşunun önüne atlıyormuş gibi düşün." Bakışlarımı gözlerinden kaçırıp yönümü göle doğru döndüm. Kısa bir süre ikimizden de ses çıkmazken karşımdaki adamın sabrını daha fazla zorlamanın bir anlamı olmadığını düşünerek konuşmaya başladım usulca.

 

" Tamam. Yapacağım ." bitmiş bir sesle cevap vermem üzerine elini omzumda hissettim.

 

"Seninle muhteşem bir iş çıkaracağız." Bakışlarım gölde başımı ağır ağır sallarken dudağım kıvrıldı.

 

Aynen muhteşem bir iş çıkaracağız.

 

Kısa bir süre süren sessizlikten sonra, "Sohbetine doyum olmuyor ben kaçıyorum. Sen de çok geç kalma yarın çifte mesain başlıyor." diyerek sinir bozucu gülüşü ile yanağımdan bir makas alarak geri çekildi. Yaptığı harekete sinirle gözlerimi devirirken, "İyi akşamlar." demekle yetindim.

 

"Çok iyi akşam, çook..." dedi arkasını dönmüş konağa doğru yürürken bir yandan ıslık çalıyordu. Bir süre

arkasından öfke dolu gözlerle baktıktan sonra yönümü tekrar göle çevirdim. Yine bir çok duygunun iç içe girdiği beni hallaç pamuğuna çevirdiği muhteşem bir akşam geçirmiştim. Sıkıntılı bir nefes alıp verirken elim cebimdeki telefonuma gitti.

 

Telefonumu açtığımda üst üste gelen bildirimlerde Mahir'in ne denli çıldırdığı aşikardı. Mesajlarını hızlı bir göz gezdirip cevap yazmadan Karaca'nın attığı mesajı açtım. Onu aramamı istiyordu. İsminin üzerine basıp aramayı başlattığımda daha ilk çalışta açtı.

 

"Ne oldu?" Telefonu açışıma bozuk sesi ile cevap verdi.

 

"Sana da merhaba ya!" cevabına o görmese de göz devirdim. Etrafı hızlı bir şekilde kolaçan edip yalnız olduğumdan emin olunca devam ettim konuşmama.

 

"Karaca, gerçekten hiç sırası değil. Önemlidir diye döndüm."dediğimde gevrek gülüşü kulaklarıma doldu.

 

"Heeee anladım. Fan fin fon işleri." dedi gülmesinden dolayı değişik çıkan sesi ile.

 

" Karaca!" Tahammülümün son raddesine geldiğimden ismi dişlerimin arasından çıkarken son harfi bir hayli uzamıştı.

 

"Ay tamam bee! Pislik anlatma bir şey. Ben alırım senin ifadeni sonra. Asıl meseleye gelelim, adamımız otele giriş yaptı haber vereyim dedim. Kürşat müdür gizli bir ekip oluşturdu, takipteler."

 

"Adamı hemen almayacak değil mi?"

 

"Yok almayacak. Başka bağlantıları olacak mı takip ediyoruz bakalım." dediğinde derin bir nefes alıp verdim etrafı tekrar hızlı bir şekilde gözlerimle tararken, "Tamam ben kapatıyorum şimdi görüşürüz." dedim.

 

"Tamam kendine dikkat et. Hadi hayırlı işler." kıkırdayarak söylediği şeye ben de mimik oynamamıştı. Bir şey demeden telefonu kapattım.

 

"Ne hayırlı işler ama!" diye fısıldarken sıkıntı ile gözlerimi kapattım. Bu kadın kesinlikle rahat durmayacaktı. Ben nasıl dayanacak, tepkisiz kalacak ne kadar sabredecetim. Mahir'i tam manasıyla tanımıyordum ama ona karşı içimde zerre bir şüphe de yoktu. Ama bazı şeyler onu da aşacağa benziyordu, bu gün ki olay gibi.

 

Bugün öpen yarın odasına geceliği ile gider.

 

Acaba her akşam uyku ilacı mı atsam içkisine?

 

Bu arsız kadına gece gündüz fark etmez ki!

 

Zihnimde dönen görüntülerden dolayı irkilerek başımı hızlı hızlı iki yana salladım. Çalan telefonumla elimi cebime attığımda arayan Mahir'di. Telefon uzun uzun çalarken öylece ekrana bakakaldım. Arama biter bitmez ekrana mesajı düştü.

 

AÇ ŞU TELEFONU, LÜTFEN.

 

Tekrar aradığında ilk çalışta ses vermeyip açıp kulağıma dayadığımda sesli şekilde bıraktığı nefesi kulaklarıma doldu. Bir kaç saniye ikimizde konuşmazken sessizliğimizi ilk bölen onun sesi oldu.

 

"Ben... Ben özür dilerim." dediğinde üzgün sesi kalbimde bir yerleri sızlattı. Gözlerimi sıkıca kapatırken alnımı sıkıntı ile sıvazladım. Ne diyeceğimi bilemez şekilde etrafıma bakarken onu gördüm odasının açıldığı balkonda. Kulağında telefon, gözleri üzerimde pür dikkat beni izliyordu. Suçu olmadığını biliyordum ama kırılmaktan ve ona uzak davranmaktan kendime engel olamıyordum.

 

Hiç bir şey söylemeden hatırı sayılır uzaklıkta gözlerimiz birbirine kenetlenmişken nefes alış verişlerimizi dinliyorduk sessizce. Sesli sıkıntılı bir nefes verir vermez yine konuşan o oldu.

 

"Sen böyle uzak bakarken bana ben... Ben yönümü kaybetmiş, kaybolmuş gibi hissediyorum." dedi. Sözleri ile kalbimde sancıyan yerim yeniden acı ile kasılırken dolan gözlerimden usul usul yanaklarıma süzülen yaşlar yüzünden görüntüsü flulaşmıştı.

 

"Sana daha yeni kavuşmuşken... Ne olur kendinden mahrum etme beni." dedi yalvarır bir sesle.

 

"Ben seni bile isteye asla kırmam, ölürüm de yapmam bunu. "

 

Sesi içimde bir yerleri tarumar ederken artık dayanamadım acı dolu sesine.

 

"Ben... Anlamaya çalışıyorum seni. Sadece hazırlıksız yakalandım. B-ben... İ-iyiyim. Sanırım... Ama iyi olacağım merak etme. "

 

İnanmasını umarak dudaklarımdan zorla dökülen kelimelerle yanıt verdim. Oysa içimdeki fırtına daha yenice dinmeye başlamıştı. Bakışlarımı ondan kaçırarak, içimdeki karmaşayı gizlemeye çalışmak için arkamı döndüm. Derince alıp verdiği sıkıntılı nefesi yeniden kulaklarıma doldu.

 

"Gelmeyecek misin?" Bir çocuk gibi çıkan sesi ile yüreğimdeki ağırlık buhar olup dağıldı. Dudağıma yerleşen gülümsememi bastırmak için dudaklarıma dişlerimi geçirdim.

 

"Geleyim mi?" diye fısıldadım.

 

"Gel..." dedi, sesindeki ihtiyaç, çaresizlik içimi acıttı yine. Arkamı döndüğümde bakışlarımız yeniden buluştu. "Lütfen... Sana çok ihtiyacım var." dediğinde başımı salladım usulca.

 

"Tamam... Geliyorum." dedikten sonra telefonu kapattım gözlerim üzerinde. Yüzünde beliren gülümsemesi bu mesafeden bile belli oluyordu. Kalp atışımı hızlandıran bu görüntü ile ağır ağır konağa doğru yürürken bakışlarım arada balkonda beni izleyen adamıma kayıyordu. O böyle beni izlerken elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırmış her an bir sakarlık yaparım diye daha dikkatli yürümeye başlamıştım.

 

Bakışlarım belli aralıklarla konak çevresinde konuşlanmış korumlara kayıyor arada bazıları ile göz göze geliyordum. Konağın önüne geldiğimde usulca açtığım kapıdan içeriye girdim. Ağır adımlar ile önümdeki merdivenleri tırmanırken karışık duygular içerisindeyim.

 

Daha önce bir kez gelip darmaduman döndüğüm odanın kapısına gelmiştim işte yine. Garip bir tutukluk hali vardı üzerimde, elim varıp da çalamıyordu kapıyı. Açılan kapı ile daldığım düşüncelerden sıyrılarak başımı kaldırdım karşımda bana yoğun bakışlar ile bakan adamın yüzüne kilitlendim. Elini usulca kaldırdığında bakışlarım eline düştü. Gözlerine tekrar kilitlediğim bakışlarım ile soğuk ellimi sıcacık avcunun içine bıraktım.

 

Elimin tuttuğu gibi kendine çekip sıkıca sarıldığında gözlerimi kapatıp boynuna yüzümü gömdüm adeta. Kapatılan kapının sesi geldi kulağıma kaldırmadım başımı. Huzur bulduğum yerdeydim. Tüm karmaşık duygular, beni boğan düşünceler ona sarılmam ile içimden silinip kaybolmuştu. Sadece o ve ben vardık. Kendini biraz geri çektiğinde ben de başımı o çok sevdiğim kuytudan çıkarmış yüzümü aşık olduğum yüzüne kaldırmıştım.

 

Elini usulca kaldırarak yüzümü usul usul okşamaya başladı.

"Ben çok üzgünüm..." sözlerine devam etmesine dudaklarını hafifçe parmaklarım ile kapatmam engel oldu.

 

"Lütfen... Bunun hakkında konuşmayalım" dedim usulca elimi çekerken devam ettim.

 

"Bana sürekli açıklama yapmak zorunda değilsin. Bir şeyleri yaparken bunlara mecbur olduğunu biliyorum. " dediğimde yüzündeki tebessüm solarken çatılan kaşları ile anlamaya çalışıyordu neden böyle bir cümle kurduğumu. Araştıran bakışlarla gözlerimin içine baktı bildiğim şeyleri anlamak ister gibi.

 

"O yüzden, beni sıkıtı etme. İkimiz de aynı şey için burdayız. Mahir." Fısıltı ile ismi dudaklarımdan çıktığında karşımdaki adamın dağılmış, şaşkın yüzünü izlemek görülmeye değerdi doğrusu.

 

Kendimce kimliğini bildiğimi belli etmeyecek bir gün kendisinin bana bunu itiraf edeceğini bekleyecektim. Ama şu surat ifadesinin verdiği hazzı bu denli yaşacağımı bilseydim daha önce yapardım bunu.

 

Ciddi bir ifade ile bir adım geriye çekilip kollarımı göğsümde bağlayarak tam karşısında durdum. Mahir'in şaşkın bakışlarına yaptığım şey ile bu sefer korku dolu bakışlar eklenmişti.

 

"B-bak konuşalım. " Şaşkınlıkla kekelemesine kahkaha atmamak için zor tuttum kendimi. Kaşlarımı kaldırarak sinirli bir gülüşle yüzümü yüzüne hafif yaklaştırdım ve sadece ikimizin duyacağı bir fısıltı ile konuşmaya başladım.

 

"Sobelendin... Yüzbaşı." dediğimde gözleri şaşkınlıkla açılırken öylece bakakaldı. Bir kaç kez bir şey söylecek gibi ağzı açılıp kapandı ama ne diyeceğini bilemediği kesindi.

 

"Ben...." cümlesini devam ettirmesine engel olmak için elimi kaldırdığım da susup yüzüme baktı üzgün gözlerle.

 

"Sen bana güvenmeyen bencil herifin tekisin." diye sinirle fısıldadığımda başını sağa sola salladı panikle.

 

"Hayır, hayır, hayır. Bak beni dinle. Ben seni korumak için yaptım. Sana güvenmemem söz konusu bile olamaz. Bir gün bir şey olur da ifşa olursam sen bunun içinde olma istedim." diye fısıldadığında sinirli bir gülüş çıktı ağzımdan.

 

"Tam tersi de olabilirdi. Ya ben ifşa olsam ne olacaktı." dediğimde kaşları çatıldı.

 

"Buna izin vermezdim. Saçının teline dokunan kim varsa sağ bırakmazdım." dediğinde kaşlarım kalktı havaya alayla güldüm bu sefer dediklerine.

 

"Yapma yaa! Ben sen ifşa olduğunda köşeye geçip izleyecektim oysa ki!" dedim dalga geçer gibi.

 

Bir adım ileri atarak dibime girdiğinde ben de geriye büyük bir adım atarak aramıza daha uzak bir mesafe koyarken paylamayı da ihmal etmedim.

 

"Yaklaşma bana!" diye fısıldadım öfke ile. Sözlerim onu da sinirlendirmiş olacak ki onun da yüzünde de öfke hakimdi. Çatılı kaşları, alev saçan gözleri, öfkeden kızarmış yüzü ile büyük bir adım atarak tam dibimde durdu yeniden.

 

"O, biraz zor yavrum." dediğinde bir yerlerimden başlayan erimelerimi umursamadan bir adım geri atarken canını biraz daha yakmak için aralandı dudaklarım.

 

"Yavrum? Sen bu sevgililik olayını gerçek sandın galiba?" Yüzünden geçen anlık bozulmayı hemen toparlayıp sinirli bir şekilde güldü yeniden bir adım atarken, "Aynen! Ondan sandım güzelim." dedi.

 

Bir adım daha geri attığımda sırtıma değen duvarla gözlerimi sinirle kapatırken bir yandan konuşmaya devam ettim, "O, her şey ortaya çıkmadan önceydi. Sevgililik falan yok." dediğimde sözlerimi umursamadan yine çok yakınıma girdi yeniden.

 

"Öyle mi diyorsun?" diye tüm tüylerimi havaya kaldıracak bir tonda yüzüme yaklaşıp dudaklarıma bakarak konuşaması ile ben de yine devreler yanmıştı. Dudaklarıma vuran nefesi, vücudumu kafeslemiş vücudu ile benim yine başım belalardaydı. Ne konuşuyorduk, ne yapıyorduk ben benden geçmişken dudaklarına doğru,

 

"Hıı!" diye bir ses çıkarabildim sadece.

 

"Hıı? Güzel cevap. Ne oldu o bülbül dillerine suspus oldu güzelim?" dedi dudaklarıma doğru gülerken. Gardım düşse de kırgınlığımı göz ardı edemiyordum. Sinirle gözlerimi kapatarak kendime gelmeye çalıştım başarılı oldum da. Gözlerimi açtığımda sinirle,

 

"Susturana sormak lazım. Bırak gideceğim ben." diyerek kollarının arasından çıkmak için hafif debelensem de bırakmadı alnını alnıma koyarak daha sıkı sarmaladı beni.

 

"Bırakmam, ölürüm de bırakmam seni." dedi sayıklar gibi.

 

"Ben... Seni istemiyorum ama." dedim küskün çıkan sesim avaz avaz seni istiyorum diye bağırıyordu adeta. Sözlerim tam da böyle tesir etmiş olacak ki karşımdaki adam acı dolu bir gülümseme ile karşılık verdi bana.

 

"Beni gerçekten istemediğini bilsem, taş basarım bu sen diye atan gönlüme yine de çıkmam karşına. Yapmadığım iş değil. Ama artık biliyorum." Hafif geri çekilerek gözlerime baktı huzurla.

 

"Neyi biliyorsun?" diye fısıldadım ben de ona gardı düşmüş sakin bakışlarım ile.

 

Sorum karşısında gülümsemesi büyüdü yüzünde, kuyu gözleri kısıldı, gamzeleri tomurcuk gibi açtı gözlerimin önünde. İstemsiz iç çekerek bir nefes bırakırken,

Mahir de derin bir nefes bıraktı sanki büyük bir sıkıntıdan kurtulmuş da rahatlamış gibi. Elini yüzüme getirdiğinde yanağımı avucuna yaslarken ikimizin de yüzünde huzur hakimdi.

 

"Esra... Esram... "diye fısıldadı."Sana böyle seslenilmek, seni böyle özgürce sevebilmek ne büyük bir mutlulukmuş." dediğinde bir anda yine pembe rüyalardan uyanmış gibi avucundaki yüzümü kurtarıp ellerimle var gücümle yittim.

 

"Mutluluk öyle mi mutluluk? Anamı ağlattı pislik herif. Gelmiş şimdi bir de sanki kendi itiraf etmiş gibi ni gizil bir mitlilik. Tutma beni, tutmaa!" diye fısıldarken bir yandan da neresine dek gelirse vuruyordum.

 

"Ya güzelim ne oldu yine çıkardın pençeleri? Dur, dur bak fena olacak." dedi şapşal şapşal gülerken

 

"Fena olacakmış. Gelip baştan adam gibi söyleseydin. Lan ben vatan hainine aşık oldum diye kafayı sıyırdım. Beyimiz söyleyememiş. " sesimin tonuna hakim olmaya çalışsam da öfkemden bazen yükseliyordu. Derin derin nefesler alıp sakinleşmeye çalışırken Mahir öylece bakıyordu bana.

 

"Ne dedin sen?"

 

"Ne, ne dedim? Çekil gidiyorum odama." diyerek geçemeyen çalışsam da tekrar duvarla kendinin arasına sıkıştırdı.

 

"Tekrar söyle." dedi heyacanla yüzüme doğru eğilirken.

 

"Neyi söyleyim ya? Bırak bak! İki bir sıkıştırıyorsun beni duvarlara."

 

"Bana aşık olduğunu." dediğinde debelenirken sözleri ile bir anda durdum. Gözlerime beklenti ile bakışına bir an dayanamayacak gibi olsam da söylemeyecektim. Onun o yumuşak bakışının tersine ben alev saçan bakışlar ile bakıyordum yüzüne.

 

"Çok beklersin. Kaybettin sen o hakkını. Çekil şimdi gideceğim odama." dediğimde geri çekildi hiç beklemediğim için anlık hayal kırıklığı ile yüzüne baktım. Ne bok yiyecektim ben şimdi? Ölüyü yine fazla yıkamış nazı abartmıştım.

 

Bir kaç saniye öyle yüzüne bakıp kapıya doğru dönmüşken bir anda tekrar kollarına çekilmiştim. Yüz yüze bakarken, "Nereye hayırdır?" dedi tek kaşını kaldırıp başını salladı. İstemem yan cebime koy misali sinirle gözlerimi devirirken, "Odama beyefendi, müsaade edersen." dedim.

 

Sözlerime cıklayarak burnumun ucuna tüy gibi bir öpücük kondurdu.

 

"Bundan sonra ayrı yatmak yok yavrum. Senin yerin benim yanım, benim yerim de senin yanın." Yanağıma doğru burnunu sürterken ben çoktan pelte kıvamına gelmiştim.

 

"İstemiyorum, bırak." diye mırıldandım kollarının arasında daha çok istiyorum bırakma der gibi.

 

"Bırakmam, dedim."diye devam etti saçlarıma bir öpücük kondururken. Bir şey demediğimde hafif geri çekilerek yüzüme baktı gülümseyerek,

 

"Şimdi, benim güzel sevgilim. Çok yoruldum. Ve ben yalnızca senin kollarında dinlenebiliyorum." dediğinde gözlerine baktığımda omzumu yukarı aşağı kaldırıp indirip küskün bakışlar attım.

 

"O nazına kurban olurum senin. Bırak şimdi bu anın tadını doyasıya yaşayayım. Sonra yine kes cezamı. Ha yavrum?" dediğimde başımı sağa sola sallayarak gülmem ile sessizce onaylamış oldum. Elimi tutarak yatağa doğru götürdü beni. Başını çevirip üzerime bakarak,

 

"Ben sana benim kıyafetlerden bir şeyler ayarlayım şimdi çıkarsan maazallah geri yakalayamam seni. " dedi gülerek.

Sözlerine gözlerimi devirerek ben de alayla güldüm.

 

"Av mıyım ben be yakalayamam ne?" Burnumu parmaklarının arasına. sıkıştırarak güldü.

"Aynen ceylanımsın sen benim. Ben de senin aslanın. " dedi.

 

Acıyan burnumu parmaklarından kurtarıp ovalarken, "Aslanım mı?" dedim.

 

"Hııı aslanın. Seni tek lokmada yiyecek aslanın." dediğinde başımı yana doğru sallayarak güldüm. Yüzünde hayran bir ifade ile bana bakıyordu. Elimle omzuna pat patlayıp giyinme odası tarafına doğru iteledim onu.

 

"Hadi Aslanım, ver bir şeyler de yatalım artık. Sabah erkenden çıkmam lazım burdan." dediğimde "Ağzına nasıl da yakıştı öyle."dedi gülerek ve giyinme odasına doğru ilerledi.

 

Getirdiği pijama takımını alıp banyoya geçerek ihtiyaçlarımı görüp elimi yüzümü yıkamış, pijamanın sadece üstünü giymiştim. Kısa bir gecelik gibi olduğundan altını giymeye gerek duymadan banyodan çıktığım da Mahir üstü çıplak şekilde yatağın içinde elindeki telefona bakıyordu.

Açtığım kapı ile keskin bakışları beni bulduğunda baştan aşağı süzdü.

 

"Yavrum sen üşümez misin öyle?" diye mırıldandığında istemsiz bacaklarıma baktım. Sonra karşımdaki üstsüz zatı muhtereme.

 

"Tarzan gibi yarı çıplak olan sen mi söylüyorsun bunu?" dediğimde bakışlarını kaçırarak, "Ben çok terlerim ondan. Sen üşürsün ama öyle. Ne güzel uzun pijama vermiştim giysen ya."dediğinde güler gibi bir sesli nefes verirken kaşlarım havalandı.

 

"Ben odama mı gitsem acaba?" dediğimde yattığı yerden doğruldu bir hışımla. Kaçacak gibi kolumdan tuttuğu gibi yanına çekiverdi.

 

" Ya kızım, ne dedik? Bundan sonra ayrı yatmak yok demedik mi? .Gel bakim sevgilinin göğsüne, koy başını." Bir yandan konuşurken bir yandan da beni göğsüne kapamıştı . Başımı tam kalbimin üzerine koyduğumda sıkıca sarmaladı kollarıyla. Alnıma kondurduğu öpücükle gülümseyerek gözlerimi kapattım huzurla.

 

"Allahım çok şükür, binlerce şükür. Onu bana bağışladın. Bizi birbirimize bağışladın."

 

"Ne kadar hayal ettim seninle böyle olmayı, Sana kavuşmayı. Rabbime ne kadar şükretsem az, çok şükür seni bana bağışladı." Daha şimdi içimden ettiğim şükür sevdiğim adamın dudaklarından da dökülmüştü.

 

"Sana kalsa daha çok beklerdin." diye homurdandığımda erkeksi kıkırdaması doldu kulaklarıma.

 

"Tahminen ne zamana kadar sürer bu başa kalkma olayı?" hışımla başımı kaldıracak olduğum da kocaman eliyle başıma tekrar bastırarak sertçe kapadı beni yine göğsüne.

 

"Şişt tamam. Kaldırmak yok başını. Sen ne dersen o. İstersen sabaha kadar konuş gıkım çıkmayacak. Ama başını kaldırmak yok, ayrı yatmak yok. " dediğinde gülmeme engel olamadım.

 

"Ama ben sabaha kadar böyle yatamam ki!" dedim.

 

Eli ile saçlarımı okşarken tekrar öptü alnımdan. "Alışacaksın güzelim, bundan sonra yerin benim göğsüm." dedi emir verir komutan edası ile.

 

"Alışacağız artık." dedim nazlıca. Sözlerim ile sıkı kollarını daha da sardı bedenime. Bir süre ikimiz de bir şey demeden anın tanıdını çıkardık birbirimizin kollarının arasında. Öyle mutluydum ki bana sorsalar bu anda kalmak ister misin diye düşünmeden evet derdim.

 

"Mahir!" diye çok kısık fısıldadım. İsmini seslenmem ile derin bir nefes alarak cevap verdi.

 

"Söyle, güzelim." diye cevap verdiğinde olduğum yerde doğrularak oturduğumda o da doğrulup tam karşıma oturdu anlamaya çalışan bakışlar ile yüzüme bakarken tedirgindi.

 

"Bir şey mi oldu?" dediğinde başımı iki yana sallarken gözlerim çoktan dolmuştu bile. Mahir'in kaşları çatılmış niye bu hale geldiğimi anlamaya çalışıyordu.

 

"Esra, güzelim ne..."

 

"Ben seni hiç unutmadım."

 

"Ne!" diye fısıldarken ben devam ettim sözlerime.

 

"Hatırlamadığım seninle olan yaşadıklarımız ama ben seni unutmadım, kalbim seni hiç unutmadı.

Hatta o kadar çok aradım ki seni." Göz yaşlarım birer birer yanaklarımdan akarken ona baktım. Öylece donmuş gibi bakıyor ama bir şey söylemiyordu. Bir şey desin istiyordum ben de seni aradım, bekledim desin diye bekliyordum.

 

Hayal kırıklığı mı kalp kırıklığı mı değişik duygular içerisindeyken gözlerimi sertçe silerken ellerimi tuttu nazikçe,

 

"Yapma! Acıtacaksın gözlerini."dedi şefkatle. Sözlerini umursamadan," Bir şey söylemeyecek misin?" dediğimde acı acı gülümsedi.

 

"Ne söyleyeyim? Ben seni o kadar uzun zamandır bekliyorum ki! Bilirim nasıl acı verdiğini nasıl can yaktığını. Beni aradığını bilseydim bir saniye durmaz karşına çıkardım." Sıkıntılı bir nefes verirken bir kaç saniye sustu. Gözlerindeki acıyı yüreğimin en derinlerinde hissediyordum.

 

"Ama ben beni unuttun bildim. Şimdi tüm bu duyduklarım bir düşte gibiyim. Öyle çok korkuyorum ki gözlerimi kapattığımda her şeyin bir anda kaybolmasından. Bu saatten sonra sensiz kalmak yaşamak istediğim en son şey." Bir anda kollarının arasına alması ile beni olduğum yerden yükselerek ben de ona sıkıca sarıldım. Burnunu saçlarıma sürterek kokumu içine çekerken sayıklar gibi konuşmaya devam etti.

 

"Esram, güzel sevgilim benim çok seviyorum seni. Şu canımdan geçecek kadar, her şeyi uğruna feda edecek kadar. Çok seviyorum seni. " hafif geri çekilirken güzel yüzünün her bir karışına aşk dolu bakarken elim ile her bir noktasına dokundum ağır ağır. Aşk dolu, özlem dolu gözlerinin en derinine bakarken gözlerim mutluluktan doldu bu sefer.

 

"Çok seviyorum seni çok." dedikten sonra dudaklarımız birer mıknatıs gibi birine doğru çekilmeye başladığında her zamankinin aksine acelesiz şekilde buluştular. Birimizi tüketir gibi değil de özlem ile ağır ağırdı bu sefer ki öpüşümüz. Dudaklarımız ayrılmadan geriye doğru uzandığımda Mahir de hemen yanıma uzandı. Nefessiz kalana kadar devam eden kavuşmamızı bir süre sonra Mahir geri çekilerek bitirdi.

 

Yüzlerimiz birbirine çok yakın aşk dolu gözlerle bakarken sevdiğim adamın yüzünde huzurlu bir gülüş vardı. Elini kaldırıp elinin tersi ile yüzümü hafifçe okşarken, "Güzel sevgilim benim." dediğinde yüzümdeki gülümseme de büyüdü. O ise bıkkın bir nefes vererek yana bıraktı kendini nazikçe başımı da göğsüne çekmeyi ihmal etmedi.

 

"Neden burada yaa? Neden burada olmak zorundaydı seninle kavuşmamız anasını satayım? Ne bahtsız bir adamım" mızıldanır gibi konuşmasına istemeden kıkırdadım.

 

"Müstehak sana, ben seni neredesin kimsin bilmezken bile aradım. Bir kez karşıma çıkmaz mı bir insan ya?" dedim sona doğru sinirlenmiştim yine.

 

Sıkıntılı bir nefes bırakırken, "Ben... Ben o piçe inananan beynimi sikeyim." dedi kendi kendine konuşur gibi.

 

"Kime? Ne diyorsun anlamadım?" dedim gerçekten anlamamıştım kime niye kızmıştı. Daha sıkıca sardı kollarıyla, "Boşver yavrum, eski eskide kaldı. Sen benimsin, ben seninim. Dünya yansa umrumda değil." dediğinde güldüm bu şapşal haline.

 

"Valla dünyayı bilmem de canım, şuan bir görevdeyiz." doğruldum yine yerimden. Benim huysuz homurdandı ama sallamadım.

 

"Yücel... Ben Benan'la seni görünce..." sözlerim ile o da panikle yerinden doğruldu karşıma oturdu.

 

"Güzelim, ben... Ben inan anlamadım. Bir anda yaptı." şu haline gülmemek için zor tuttum kendimi. Yüzündeki üzgün ve mahçup bir ifadeye içim acıdı. Elimi kaldırıp yüzüne koyduğumda başını avucuma sürterek tam ortasını öptü.

 

"Bak, ben üzüldüm ama mecburuz. Ben biliyorum... Senin de bu duruma ne kadar canını sıktığını. Yapacak bir şey yok sabredeceğiz. Ama lütfen dikkatli ol. Bu kadın çok arsız." dediğimde başını salladı ağır ağır.

 

"Yücel ile yatıp kalkıyorlar. Gözlerimle gördüm. Sonra da gelip senin boynuna atlıyordu ya saçını başını yolmak istiyordum" dediğimde gözlerini devirdi sözlerime.

 

"Biliyorum güzelim. O ikisinin nasıl birer pislik olduğunu. O piç Yücel ne dedi sana? Gördüm yanındaydı gölün orda. " huysuz huysuz homurdandı.

 

"Beni öyle üzgün görünce sorguladı haklı olarak. Daha öncede senin bana ilgili olman dikkatini çekmişti biliyorsun. Ben bir şeyler sıktım inandı bence." dediğimde gözleri kısıldı,

 

"Ne dedin peki?"

 

"Senin üç yıl önce Rusya' ya geldiğin bir vakitte birlikte olduğumuzu."Sözlerim ile kaşları havalandı ama bir şey demedi ben de devam ettim Yücel'e anlattığım şekilde anlatmaya. Tüm konuşamamızı özet geçtikten sonra,

 

"İşte böyle. Şimdi sana tekrar yaklaşmamı, kafanı bulandırmamı ve senden ona haber uçurmamı istiyor." dediğimde soğuk bir şekilde gülümseyerek yüzüme baktı.

 

"Biz de ona istediğini verelim o halde." dedi .

 

"Bir de bunların bir misafiri geldi yurt dışından. Aranan eski bir mafya lideri Cemil Koran." dediğimde kaşları çatıldı. Söylediğim ismi tanıyordu.

 

"Cemil Koran. Türkiye de mi şuan?" başımı sallayarak devam ettim.

 

"Yücel bir otelde kendi adına yer ayırttı. Benan da özel bir hediye yaptırdı. Orada gördüm adını. Sonrasında bizimkilere bildirdim. Kürşat müdür özel gizli bir ekip oluşturmuş, takiptelermiş."

 

"O adam... Çok güçlü biri. Tahmin edemeyeceğin kadar sayıda bir çok ülkede önemli bağlantıları var. İnşallah başarılı olurlar." dedi sıkıntılı bir sesle.

 

"Bence önümüzdeki günlerde Kudret ile görüşecekler. Tabi Benan ile Yücel de olacak. Umuyorum ki beni de götürürler." dediğimde sıkıntı ile göğsünü şişirip sesli bir nefes bıraktı.

 

"Çok dikkatli ol güzelim." dediğinde üzgün gözlerle yüzüne bakarken elim ile yüzüne uzanarak okşadım.

 

"Asıl sen dikkatli ol. Yücel hala büyük patronun seni yok edeceğini düşünüyor. Ben çok korkuyorum benim haberim olmadan seni pusuya düşürürler diye."

 

"Şişşt! Gel buraya. Sen sıkma o güzel canını. Hiç bir şey olmayacak Allah'ın izni ile. Hadi yatalım artık, çok yoruldun." dediğinde itiraz etmedim. Mahir önce kendisi yatağa doğru uzandı elini uzatarak beni de göğsüne çekti. Başımı bundan sonra yastığım olacak göğse bırakırken kollarım ile sıkıca sarmaladım büyük bedenini.

 

Saçlarımı okşayan elleri ile gözlerim yavaş yavaş kapanırken, "Seni çok seviyorum sevgilim." diye mırıldandım. Sözlerim ile başımdaki elleri bir an duraksadı. " Ben de seni güzelim ben de seni çok seviyorum." diye fısıldadı alnıma bir öpücük kondurup saçlarımı okşamaya devam etti. Uyuyamam dediğim yerde kısa bir süre sonra uykuya dalmıştım huzurla.

 

Sabah olduğunda yüzümde hissettiğim dokunuşlar ile gözlerimi yavaş yavaş açtım. Mahir hemen üzerime eğilmiş gülümseyerek yüzüme bakıyor bir yandan da elinin tersi ile tüy gibi dokunuşlar ile yüzümü seviyordu.

 

"Günaydın." diye fısıldadığım da eğilip burnumun ucuna bir öpücük kondurdu.

 

"Günaydın güzelim." diye fısıldadı. Doğrularak etrafa bakındım.

 

"Saat kaç?"

 

"6 olmak üzere."

 

Yüzümü sertçe sıvazlayark ayılmaya çalıştım. Yüzümü ona döndüğümde hala o huzurlu gülümsemesi ile bana bakıyordu. İç çekerek,

 

"Çok, çok güzelsin. " dediğinde beklemediğimden yüzüm anında yanmaya başladı. Yüzümdeki sırıtmamı bastırmak için dudaklarımı dişlerimle kıstırarak hemen yanımdaki adamın kucağına tırmandım.

 

Birbirimize gülen gözlerle bakarken ellerim ile o çok sevdiğim yüzünü seviyordum." Hım, güzelim yani." dedim cilveli bir şekilde yüzüne bakarken.

"Kalbimi durduracak kadar güzel hem de." sözleri ile büyüyen gülümsemden uzanıp öptü. Çalan alarmım ile ikimizin de bakışı anlık telefonuma kaydı. Alnımı alnına dayayıp ofladım.

 

"Yaa ben hiç gitmek istemiyorum. Ama gitmem lazım." Geri çekilip doğrulacakken bir anda kolumdan tutması ile kucağına geri oturdum.

 

Dudaklarıma okkalı bir öpücük bırakırken geri çekildi sırıtarak.

"Hoşçakal öpücüğü vermeden nereye acaba?" dedi benim şapşal halime bakarken. Omzuna hafiften geçirerek yalandan kızdım.

 

"Ay şöyle ani hareketler yapmasana. Öpecektim heralde." dedikten sonra bu sefer ben bir öpücük bırakarak doğruldum.

 

"Hadi ben gidiyorum. Yakalanacağız vallahi." diye söylenerek kapıya doğru ilerledim Mahir de peşimden geldi.

"Dur bir dakika yavrum." diyerek telefonuna baktı kısa bir süre. Ne yapıyor diye eğilip baktığımda tüm kameraların görüntüsünün olduğu ekranda hızlı hızlı kontrol yaptı.

 

"Tamam temiz."dedi gülümseyerek.

 

" Tamam, görüşürüz kahvaltıda." diyerek çıktım odasından. Hızlı bir şekilde odama geldiğim kapıyı kapatarak elim kalbimin üzerinde mutlulukla kocaman gülümsedim.

 

"Allahım çok şükür,çok şükür." diye fısıldadım. Cama doğru ilerlediğimde camı açarak yüzüme vuran hafif serin bahar havasını içime çektim derince. Gerçekten şuan tam manasıyla yaşadığımı hissediyordum. Gülümseyerek çok uzaklara daldı bakışlarım, zihnim ise Mahirli hayallere.

 

Bir süre o şekilde kaldıktan sonra kendimi banyoya attım kısa bir duştan sonra çıkarak giyeceğim kıyafetleri hazırladım. Henüz vaktim vardı o yüzden aheste aheste içimde engel olamadığım mutlulukla hazırlandım. Bu gün biraz daha özendim onun için. Saçlarımı daha değişik topladım, hafif makyaj yaptım.

 

Üzerimdekiler klasik koruma kıyafetleri olsa da onları bile giyerken ayrı bir özen gösterdim. Beğensin, onun için özendiğimi anlasın istedim. Saat 7 buçuğa yaklaşırken odadan çıkarak aşağıya indiğimde kahvaltı masası hazırdı ama kimse inmemişti.

 

Camdan dışarıya bakarken kısa bir süre sonra arkamdan gelen adım sesleri ile yönümü oraya döndüm. Yücel ile göz göze geldiğimizde yanıma doğru ilerledi.

 

"Bakıyorum yeni verdiğim görev için hazırlanmışsın." diye fısıldayarak baştan aşağı süzdü pis bakışları ile. Sözlerine cevap vermedim.

 

"Unutmadın değil mi konuştuklarımızı?" dediğinde ifadesiz şekilde baktım gözlerine.

 

"Unutmadım." dedim.

 

"Güzel, senden iyi bir performans bekliyorum. Yüzümü kara çıkarma." dedi tehdit eder bir tonda. Başımı salladım yine bir şey söylemeden.

 

"E hadi kahvaltıya geçelim." dediğinde o önde ben arkada masaya oturduk. Çok sürmeden Mahir ile Benan girdi salona. Bakışlarım önümdeki tabaktan onlara döndüğünde ifadesiz kalmak için tırnaklarımı avucuma geçiriyordum.

 

Benan Mahir'in koluna doladığı kolları ile tüm vücudunu yine yapıştırmıştı Mahir'in vücuduna. Anlık bakışlarım Mahir'i bulduğunda onun üzgün gözleri benim üzerimdeydi.

 

"Günaydın." dedi cıvıldayarak Benan. Günaydın diye mırıldanarak cevap verirken ağır ağır masaya doğru yaklaşıyorlardı. Başımı önümdeki tabağa çevirerek bana acı veren bu görüntüden uzaklaşmak istedim.

 

Masaya oturduklarında sessiz bir şekilde kahvaltımıza devam ederken, Mahir ve Benan'a tarafa bakmıyor yalnızca önümde oynadığım tabağıma odaklanmıştım. İştah falan da kalmamıştı.

 

Onları her gördüğümde kalbimi kızgın bir demirle dağlıyorlar gibi acı çekiyordum. Deli gibi kıskanıyordum sevdiğim adamı. Buna nasıl engel olacağımı bununla nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. Buna alışmalıydım ama bu çalışılacak bir şey değildi ki!

 

Kahvaltıdaki muhabbet daha çok Benan ile Yücel arasında geçerken Mahir de tıpkı benim gibi sessizdi.

 

"Yarın Eraslanlar ile yapacağımız toplantıyı bugüne alma durumumuz olabilir mi sevgilim?"

 

Sevgilim diyor pislik. Benim sevgilime sevgilim diyor. Şeytan diyor ki elindeki bıçakla, yatır o sevgilim diyen dilini kes.

 

Mahir bir kaç saniye sonra soğuk bir sesle cevap verdi.

 

"Neden? Bugün zaten 2 tane toplantımız var."

 

"Yaaa! Sıkıştırsak. Bir kaç gün zaten önemli bir işimiz yok. Onu da bugün yapsak." Sıkıntılı bir nefes bıraktı Mahir.

 

"Tamam bakarız. Bir şey mi oldu?" dediğinde yanımdaki Benan hareketlenerek ona doğru meyillenmesi ile bile bile başımı onlara doğru çevirdim. Mahir'in elinin üzerine elini koyarak okşamaya başladı.

Bakışlarım karşımdaki Yücel'e kaydı anlık. O da keskin bakışları ile Benan'ın ve Mahir'in birleşen ellerine bakıyordu.

 

Benan ise ne beni ne aşığı Yücel'i umursamadan biz yokmuşuz gibi cilveli şekilde konuşmasına devam etti. Eli yavaş yavaş Mahir'in göğsüne doğru tırmanırken usul usul da okşuyordu. Gözlerim seğirirken bu görüntü karşısında dişlerimi var gücümle sıktım.

 

"Diyorum ki! Barışmamızın şerefine senle ben başbaşa bir tatile çıksak?"

 

🌸🌸🌸🌸🌸

 

Bu Benan'ın ölümü bizim kızın elinden olacak galiba 🤓

İnşallah beğendiğiniz bir bölüm olmuştur. ☺️

Artık sır kalmasın diyenler seri mutlu 🤓

 

Beğeni ve yorumlarınızı lütfen unutmayın. Beni nasıl motive ediyor bilemezsiniz.

 

VE TABİKİ TAKİP EDİN BU ARAKDAŞINIZI. Öpüyoreeee😚

 

 

Loading...
0%