Yeni Üyelik
39.
Bölüm

38. Bölüm

@mislanet

 

 

Merhaba çiçeklerim🌸

 

1000k beğeni şerefine çok bekletmeden yine geldim 🤗

 

 

Ee sizler de biraz yıldızlar, yorumlar ile çoşturun buraları 🤓

 

 

Stok bölümlerim bu bölüm itibari ile bitt🥲 Yeni bölümü yazıyorum inşallah yakın zamanda gelir ama bu kadar yakın aralıklar olur mu bilmiyorum? 🤷

 

 

Siz buraları çoşturun ben de az gaz alayım hızlı hızlı yazayım🤗

 

Keyifli okumalar efenim🫠

 

🌸🌸🌸🌸🌸

 

Elimde kahve ile başını ovarak ağrısını azaltmaya çalışan Benan'a bakıyordum.

Sabah erkenden yine Mahir'in tatlı dokunuşları ile uyanmış zorla ayrılmıştım yanından. Odama geçmeden evvel de kulağımdaki zımbırtıları uzun uğraşlar sonucu çıkarmıştı. Takması ayrı çıkarması ayrı bir dertti valla.

 

Odama zorla da olsa geçmiş, hazırlanır hazırlanmaz Benan'ın yanına gelmiştim. Gelmiştim gelmesine ama karşımda enkazdan çıkmış gibi duran bir Benan vardı. Ve bir saattir hanımefendinin nazını çekiyordum.

 

Benan duştan çıkmış bornozu ile karşımda otururken sabır için derin bir nefes çektim. Zorlu bir gün bizi bekliyora benziyordu.

 

"Başım çatlıyor yaa! Ağrı kesici getir Elena." dedi tahammülsüz ve sinirli bir sesle. Elimdeki kahveyi uzattım sözlerini duymazdan gelerek.

 

"Benan hanım kahveniz." diyerek uzattığım kahveyi alırken ben devam ettim. "Ben kahvaltıyı buraya istedim hemen akabinde alırsınız ilacınızı." dediğimde elini savuşturur gibi çırptı.

 

"Hiç bir şey istemiyorum. Sen ağrı kesiciyi ver, çıkacacağız zaten." dedi.

 

Seni düşünen de kabahat zaten mal karı.

 

Bu böyle dünyadan soyutlanmış gibi yatarken Kudret'ten de haberi yoktu tabi. Boğazımı temizler gibi bir ses çıkardığımda bakışlarını önündeki kahveden bana kaldırdı. Kızarmış ve şişmiş gözleri dağılmış saçları ile oldukça bitmiş görünüyordu.

 

"Bir şey var." dedi çatılı kaşları ile kuşku dolu bakarken.

 

"Efendim. Kudret Atalay....Dün gece uçakta kalp krizi geçirmiş." Bir anda ayağa kalktığında elindeki kahvenin yarısı da yere dökülmüştü.

 

"N-ne diyorsun sen? Nerden duydun."

 

"Tüm haberlerde, son dakika şeklinde geçti efendim. Şuan Almaya'da bir hastanede tedavi altına alınmış. Durumu ile ilgili bir bilgimiz yo..."

 

"Bana telefonumu getir çabuk." dediğinde kendini koltuğa yıkılmış şekilde bıraktı.

 

Telaşlı ve üzgün haline bakılırsa Kudret'e düşündüğümüzden daha fazla değer verdiği belliydi. Kudret onu ne kadar düşünmeden bu cehenneme atsa da belli ki Benan için iş böyle değildi.

 

En son bıraktığım yerde gördüğüm telefonu komidinden alıp Benan'a uzattım. Telefonunu eline aldığında, yüzüme bakmadan, " Pars ve Andrei gördün mü?"

 

"Pars bey de Bay Yumkin de henüz kahvaltıya inmemişlerdi."dediğimde başını salladı usulca.

 

"Ben Kahvaltıya inmeyeceğim. Andrei ile ilgilen ve mümkünse gönder lütfen Elena . Şimdi çıkabilirsin. Ben çağırmadan gelme." dediğinde başımı tamam anlamında sallayarak

 

"Peki Efendim." dedim.

 

Odasından hızlı bir şekilde çıkarken Karaca'ya da mesaj atmayı ihmal etmedim. Odadan çıkar çıkmaz Kudret'ten haber alabileceği aramalar yapacağına emindim.

 

Merdivenlerden aşağı ağır adımlar ile ilerledim. İstikametim salondu. Önce şu Andrei belasını göndermem sonra da Benan ile konuşup. Yücel'i getirmem gerekti. Salona girdiğimde tek başına kahvaltı yapan Mahir'i görmem ile yüzüme yerleşen gülüşü, dudaklarımı ağzımın içine yuvarlayarak gizlemeye çalıştım. Zira sevdiğim yalnız değildi hemen yanında kahvaltı için servis yapan Sena vardı.

 

Masaya doğru ilerlediğimde beni ilk fark eden Mahir oldu. Dudağının bir kenarı kıvrılırken başımla selam vererek onlara doğru iyice yaklaştım.

 

"Günaydın Pars bey. Benan hanım inmeyecekmiş kahvaltıya, iletmemi istedi." dedim. Gözlerime öyle bir bakıyordu ki her bir yanımı ateşler içerisinde bırakıyordu. Tedirgin gözlerle Sena'ya baktığımda onun bakışları bizim üzerimizde değildi, kenarda işi ile ilgileniyordu. Yine de bu yaptığı çok tehlikeliydi. Kaşlarım yapma der gibi kaldırdığımda dudağı daha bir kıvrıldı ve göz kırptı.

 

Onun bu haline ben de kendimi tutamayıp gülümsedim.

 

Teşkilatın bir araya getirdiği en tehlikeli çift olabilirdik. Her an her şeyi berbat etme potansiyelimiz vardı. Çünkü birbiri için yanıp tutuşan iki aşık, en olmayacak yerde bulmuştu birbirini.

 

Gülerek başımı iki yana sallarken Sena ile göz göze geldik. Kaşları havalanmış şaşkın bir şekilde bakışlarını üzerimden çekerken az önceki sevecen bakışlarımdan eser kalmamıştı. Dik bir şekilde Mahir'e bakarken o ise keyifli bir şekilde gülerek önündeki çaya uzandı.

 

Ay bu adamın rahatlığı beni öldürecekti. Sena kaçar şekilde salondan çıkarken öfke ile gözlerimi kapattım.

 

"Ne yaptığını zannediyorsun?" diye fısıldadığımda arkamdan gelen adım sesleri başımı o tarafa çevirdim. Gelen Andrei'ydi.

 

"Tamam. Sen çıkabilirsin Elena." dedi Mahir az önceki sevecen halinden uzak sert sesi ile. Burada olmamı istemiyordu.

 

Geri çekilip döndüğümde Andrei ile karşı karşıya geldik. Dik bakışlar ile yüzüne bakıp yoluma devam edecekken,

 

"Bir günaydın demek yok mu Elena?" dişlerim sıkılı şekilde gözlerine aynı diklikle bakmaya devam ettim.

 

"Günaydın... Bay Yumkin." dedim dişlerimin arasında. Sesli bir şekilde güldü bu tavrıma. Deli cin diyor geçir bir tane ağzının tam ortasına. Sakinleşmek adına derince bir nefes aldım.

 

"Ne kadar sevimlisin." diye sessizce mırıldandı. Hemen arkamda masaya sertçe bırakılan çatal bıçak sesi Andrei'in bakışları da Mahir'e döndü.

 

"Korumanda buradaymış." Sesindeki iğneleme ve alaydan ötürü gözlerimi devrirken,

 

"Kes sesini." diye fısıldadım.

 

Andrei yüzündeki sinirli bir gülüş ile yanımdan kahvaltı masasına doğru geçerken arkamı döndüm ben de. Ağır adımlar ile geçtiği masada Mahir'in en uzağına tam karşısına oturdu. Bakışlarını tekrar bana çevirdiğinde ciddi bir sesle,

 

"Benan ile görüşmem gerek, acil. " dedi gözlerimin içine bakarak. Dudağım kendini beğenmiş bir ifade ile kıvrıldı. Kuyruğu kıstırılmış it gibi kalmıştı ortada.

 

"Benan hanım rahatsız, iletirim." diyerek cevabını beklemeden arkamı dönerek yanlarından ayrıldım. Mahir ile Andrei salonda tek bırakıp kendimi konaktan dışarı atmıştım.

 

Dışarı çıkar çıkmaz gözlerim çocukları ararken çok da uzaklara bakmama gerek kalmadı.

 

Hemen arabaların başındaydılar. Yanlarında başka bir korumanın olmamasına sevinerek hızlı ve sessiz adımlar ile yanlarına doğru ilerledim. Hararetli bir şekilde bir şeyler konuşuyorlardı. Beni fark etmemeleri üzerine sesli bir şekilde,

 

"Ne haber gençler?" diye bağırarak yanlarına sokulmam ile boş bulunup oldukları yerde sıçradılar.

 

"Kızım ne öyle sessiz sessiz geliyorsun?" diye çıkıştı Yusuf. Hemen yanlarında arabanın kabortasına oturur gibi yaslandım. Dik bakışlar ile bir Yusuf'a bir Salim'e bakarken Rusça çıkışmaya başladım.

 

"Ben değil de bir başkası olsaydı gelen? Daha dikkatli olmanız gerekiyor gençler." dedim.

 

Yusuf etrafa temkinli bakışlar atarak sessizce mırıldandı.

 

"Ne oldu dün? Bu Andrei nerden çıktı?" Sıkıntılı bir nefes verirken nerden başlasam anlatmaya onu düşünüyordum.

 

"Gölün kenarına geçelim mi? Tedirgin oluyorum burada." dediğimde başlarını salladılar. Hızlı adımlar ile gölün yanındaki çardağa geçtiğimiz de karşılıklı oturduk. Yusuf sabırsız şekilde,

 

"Hadi anlat bakalım ne oldu bitti? Bu adam niye burada?" diye sordu.

 

"Andrei dün ki toplantıya yeni ortak olarak katıldı." dediğimde ikisinin de kaşları çatıldı.

 

"Ama bu adam bizle çalışmıyor muydu? Nasıl bizim haberimiz olmaz ki?" Sinirli bakışlarım gölün her köşesinde gezinirken dünden beri kafamı kurcalayan bu soruyu düşünüyordum.

 

"Bilmiyorum ama öğreneceğiz." Bir kaç saniye sessizlikten sonra dün toplantı da ne yaşandıysa hepsini anlattım tek tek.

 

"Yücel bize mi çalışıyor yani?" Salim'in sorusuna başımı iki yana sallayarak, "Bilmiyorum.Bizden olsa ben bilmesem Mahir bilirdi. Bu Hüseyin Efe denilen adamı tanımıyorum. Belki de Kudret gibi biri."

 

"Ee şimdi biz bu Yücel'i bizden alıp tekrar buraya getireceğiz. Neden böyle bir şey yapıyoruz?"

 

"Mahir'in planı. Bana da mantıklı geldi. Şuan Kudret'e bilenmiş durumdalar. Benan tek dostunu, Yücel de canını kaybedeceğini düşünüyor. İkinci bir şans gibi düşünün. Mahir onların kendisi ile bile iş birliği yapmak için geleceklerini söylüyor."

 

"Daha fazla elimiz nerelere ulaşır aslında biz bunun için uğraşıyoruz. "

 

"Aynen öyle. Her eşelediğimiz yerden yeni bir bir şey çıkıyor. Size asıl bombayı söylemedim tabi." dedim dudağım sağa doğru kıvrılırken.

 

"Mahir ile evleniyoruz deme de." dedi her zamanki yılışıklığı ile Yusuf. Başına gelen sert darbe benden değildi. Sevgili iş arkadaşım, kendi hayatı dışında kafası zehir olan Salim'den gelmişti.

 

"Ya bir cıvıma! Sen de anlat. Taksit taksit bir bitemedi." diye beni de paylamayı ihmal etmedi.

 

"Öff tamam bee! İki dakika heyacan katayım dedim." susmam ile sabırsız şekilde, ee hadi devam, der gibi başını salladı hızlıca. Başımı karşımdaki ikiliye doğru uzattım.

 

Fısıltıyla, "Kudret, Benan'ın babası olabilir. " dediğimde Yusuf’un ve Salim'in gözleri şaşkınlıkla kocaman açıldı.

 

"Ha siktir lan! Nasıl babası?" Sesi inanamayan bir tonda yükseldi Yusuf'un.

 

Omuzlarımı silkerek, kaşlarımı derinlemesine çatmış halde cevap verdim. "Ne bileyim nasıl babası? Zaten doğru mu bilmiyorum. Dün Yücel için ağlayıp içti bir ton Benan. Sarhoşken de dedi işte, 'Babam Kudret' diye." dedim. Yusuf’un gözleri daha da büyüdü, dudakları aralandı ve bakışlarını uzaklara dikti.

 

Yusuf, başını iki yana sallayarak alnını kaşıdı. "Bu işler iyice sarpa sardı," dedi, sesi daha çok kendi kendine konuşur gibiydi.

 

"Mahir, Macit'in özel dosyalarına eriştiğinde Benan'a bir çok test yapıldığını, hepsinde de sonucun Benan'ın Macit'in kızı çıktığı yönünde olduğunu söyledi."

 

Bir anlık sessizlikten sonra Salim, derin bir nefes aldı ve bakışlarını bana çevirdi. "Testlerle mi oynamış olabilirler ?" diye sorduğunda omuzlarımı kaldırıp indirdim.

 

"Bilmiyorum, hepsi ayrı ayrı kliniklerde yapılmış bir çok test varmış. Mahir, Macit'in gerçekte bir çocuğunun olduğunu ve onların elinde olabileceğini söyledi." Bir kaç saniye susup kaşları çatılı halde beni dinleyen ikili arasında gidip geldi bakışlarım.

 

"Yani bana da mantıklı geldi ama bilmiyorum bekleyip göreceğiz. " dedim.

 

"Vay anasını satayım. İşin ucunda babam çıkacak diye korkmuyor değilim. " dedi Yusuf, gülerek. Sözlerine hem Salim hem de ben katıla katıla gülerken, Yusuf'un gözlerinde bir parça endişe belirdi, ama bunu çabucak bastırdı.

 

"İki bakan, bir MİT elemanı. Bakalım daha neler çıkacak?" diye ekledi, kaşlarını kaldırarak.

 

Salim, gülmeyi kesip ciddileşerek, "Yücel'i ne zaman alıcaz peki?" diye sordu.

 

"Bu gün. " dedim, derin bir nefes alarak. "Benan geceden kalma. Az kendine gelsin. Ondan olası yerlerin adreslerini alıcaz."

 

Yusuf, hafifçe gülerek, göz kırptı. "Ama Yücel oralarda değil tabi. Bir nevi Kudret'in mekanlarını öğrenmiş olacağız."

 

Yusuf’un yüzündeki kurnaz ifadeye karşılık vererek, "Aynen dostum, ondan. " dedim, aynı şekilde sırıtıp. "Şu an bir yerde kapalı şekilde beklemede. Bizimkiler açık vermemiş. O zannediyor ki Kudret'in elindeyim."

 

Salim, kaşlarını çatıp düşünceli bir şekilde başını salladı. "İyi bir plan. Ama dikkatli olmalıyız. " dedi, gözlerinde bir parça endişeyle.

 

Yusuf, Salim'in omzuna dostça bir yumruk attı ve gülümseyerek, "Merak etme, bu işin üstesinden geleceğiz. " dedi. Ardından alaycı bir ifadeyle devam etti. "Az kaldı, inşallah kavuşturacağız seni yavukluna. "Bir yandan da Salim’in omzunu pat patlıyordu.

 

Salim ise Yusuf’un bu cıvık hallerine tepki olarak elini tutup ittiriverdi. "Kes şunu," diye tısladı. Yusuf, Salim’in bu tepkisine aldırmadan sırıtmayı sürdürürken karşısında her an ona dalacak kızgın bir boğa vardı. Didem meselesinin konuşulması; iması her daim sakin ruhlu, soğuk kanlı olan arkadaşımızı çılgına çevirirebiliyordu.

 

Yerimden kalkarken ikisinin de bakışları bana döndü. "Size doyum olmaz. Ben içeriye bir bakayım. Şu Andrei pisliğinin icabına bakmamız lazım. " dedim. Can sıkıcı bir mevzuydu ve modum an itibari ile adını andığım gibi düşmüştü.

 

Enerji emen pislik puşt!

 

Yusuf, başını sallayarak, "Direkt Kürşat Müdür'e teslim etmek lazım. O baksın icabına." dedi. Az önceki muzip halinden çok uzak gözlerindeki ciddiyetle.

 

Ben de başımı onaylarcasına sallayarak, "Bakalım, ben de öyle düşünüyorum. Dün akşam ömrümden on yıl gitti bu pislik herifin yüzünden. Bu adam yırttık dondan çıkar gibi sürekli karşımıza çıkacaksa işimiz yaş. Bir şekilde buradan çıkacak da dışarıda ne yapacaklarsa yapsınlar artık. Bir daha karşıma çıkarsa yemin ederim ölümü benim elimden olacak." dedim sinirle, yumruğumu sıkarak.

 

Salim de aynı sinirle, "Bence de geç bile kalındı. Bir daha böyle bir şeyin yaşanmamasına izin vermemeli Kürşat müdür. " dedi, dudaklarını ince bir çizgi haline getirip gözlerini kısmıştı.

 

Çocuklara ayrıntıları tam anlamamıştım. Andrei benimle ilgili pis imalarını, birlikte olmak istediğini bilseler tepkileri bu kadarla kalmazdı eminim. Çok uzatıp da mantık abidesi sevgili arkadaşım Salim'in beyin fırtınası ile bu ayrıntılara bile ulaşabileceği riskini göz ardı etmek istemedim.

 

Konağa doğru yönelirken, " Neyse Ben geçiyorum, benden haber bekleyin. " dedim, ciddi bir ses tonuyla.

 

"Tamamdır," dediler ikisi de aynı anda, başlarıyla onaylayarak.

 

Konağa doğru ilerlerken içimdeki gerginliği hissetmemem imkansızdı, ama bir yandan da arkadaşlarım ile konuşmak iyi gelmişti. Mahir ile kurmuş olduğumuz planın üzerinden onlara geçince içim de rahat etmişti. Ne kadar inkar etsem de Mahir'in varlığını öğrenmem ile kendime kader ortağı dediğim arkadaşlarımdan kopmuştum.

 

Konağa yaklaşırken, hemen kenarda Serdar ve bir koruma ile konuşan Celil'i gördüm ve olduğum yerde durdum.

 

Az biraz eğlenmekten kimseye zarar gelmez, değil mi?

 

Yanlarına ağır adımlarla yaklaştığımda beni ilk fark eden Serdar oldu. Gözleri hafifçe büyüdü, boğazını temizlerken karşısındakilere baktı.

 

"Bir şey mi vardı, Bayan Barinov?" dedi, gayet saygılı bir sesle, ama gözlerindeki şaşkınlığı saklayamamıştı.

 

"Sadece Elena, lütfen," dedim gülümseyerek. "Böyle kendimi resmi dairede gibi hissediyorum. " diye ekledim. Serdar'ın kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı, ama bir şey demeden başını ağır ağır salladı.

 

"Şey! Celil'i alabilir miyim sizden?" diye devam ettiğimde, Celil'in gözleri kocaman açıldı, bakışları hızlıca yanındakilere kaydı.

 

"T-tabi. Biz de bitirmiştik zaten, değil mi Mehmet?" dedi Serdar, yanındakine sevimsiz bir şekilde gülümserken.

 

Mehmet dedikleri yaşça onlardan küçük olan koruma, anlamaz gözlerle bir Serdar'a bir Celil'e bakarken başını sağa doğru eğdi sadece.

 

"Bir şey mi oldu, Elena Bacım?" diye araya girdi Celil, kaşlarını çatıp endişeyle gözlerini kısmıştı.

 

"Bacım mı?" dedim inanmayan gözlere bakarken bir gülüş kaçtı ağzımdan. Celil'in yüzündeki şu ifade... Şaşkınlık ve tedirginlik son zamanlarda beni eğlendiren nadir şeylerdendi.

 

Celil, sakinleşmek için derin bir nefes alıp gözlerini kapatıp açtı, çevreye hızlı bir bakış atıp daha sessiz devam etti. "Bak yen... Elena Bacım. Çocuklar bizden. Yani rol kesmene gerek yok. " dedi, fısıltılı ama öfkeli bir sesle. Dudaklarını sıkmış, gözleriyle etrafı kolaçan ediyordu bir yandan da. Öfkesine hakim olmaya çalışsa da her hali ile o kadar belli ediyordu ki.

 

"Haaa! " Bakışlarım Serdar ile Mehmet arasında gidip gelirken başımı salladım, anladım der gibi. Celil tedirgin bir şekilde konağa bakış atıp devam etti.

 

"Bak, abim görmesin. Zaten fena haşladı. Bu sefer haşlamaz, direkt kelle paça yapar. Az geri dur sen benden, mümkünse hiç görme beni. " dedi, ağlamaklı bir ifade ile.

 

Yüzümdeki gülümseme büyürken, kahkaha atmamak için elimi ağzımla kapattım. Serdar ile Mehmet de gülmemek için dudaklarını ısırırken, Celil ne yaptığını anlamış gibi yüzündeki ifadeyi silip öldürücü bakışlarla onlara baktı.

 

"Siz de kesin lan." diye paylayması ile iki kafadar elleri ile ağızlarını kapattı bu sefer.

 

"Öf, tamam be! Az uğraşayım senle dedim. Çok hoşuma gidiyor seninle uğraşmak. " dediğimde, gözleri yine kocaman oldu.

 

"Ama bacım, benim hiçbir şeyim senin hoşuna gitmesin mümkünse. Senin yüzünden kara listeye girdim zaten. Gözünü seveyim, ilk üçe sokma beni," dedi, yüzündeki çaresizlik ve panik dolu ifade ile Konağa tekrar bakış atarken.

 

Serdar ve Mehmet, kendilerini tutamayıp kısık sesle gülmeye başlarken, Celil'in omuzları hafifçe düşmüş, yüzünde ise sıkıntılı bir ifade belirmişti. Onun bu hali, eğlencemi daha da arttırmıştı ama uzamayacaktım artık. Ellerimi havaya kaldırarak,

 

"Tamam tamam. Bir şey demiyorum bak." dedim gülümseyerek. Bir şey demedi. Boncuk boncuk terleyen alnını elin tersi ile silerken kaşlarım havalandı.

 

"Bu kadar mı çok korkuyorsunuz yaa?" dediğimde Celil derin bir nefes aldı, yüzünde hafif bir utanç ifadesi belirdi, gözlerini yere dikti.

 

"Yani korkmak demeyelim de, endişe. Evet evet geleceğim de endişe etmek." dediğinde gülümsememe engel olmak için dudaklarımı ısırdım yine. Serdar sessizce eğilip,

 

"Kimse onun radarına girmek istemez. Girerse ebesi... Şey girerse ebelenir. " dedi.

 

Celil, Serdar’a sert bir bakış attı. " Sen bakmak yenge bunlara. Onun kalbi pamuk gibidir." dediğinde Serdar da Mehmet de böğürür gibi bir anda kahkaha atmaları ile bende güldüm sesli bir şekilde.

 

"Pamuk dedi lan!" Diye Serdar Mehmet'in omzuna vura vura gülmeye devam etti.

 

"Ha ha ha! Çok komik. Gül gül puşt herif seni!" ağzından yanlış bir şey çıktığı mahçup şekilde bana bir bakış atarak

 

"Pardon yenge." dediğinde elimi kaldırarak,

 

"Hiç sorun değil." dedim gülümseyerek.

 

"Siz de kesin şu gülmeyi. Çıkacak bir yerlerden patron. Asıl pamukla o zaman tanıştıracak sizi uygulamalı olarak. " dediğinde ağızlarını kapatarak başlarını hızlı hızlı salladılar.

 

Tam o esnada yerleşkeye hızla giren iki aracın sesi ile hepimizin bakışları o tarafa döndü.

 

"Kim bu?" diye mırıldandım kendi kendime. Araçlar konağın tam önünde durduğunda, araçtan bir hışımla inen Atilla denen adamı görmemle kaşlarım çatıldı. Benim gibi çatık kaşlarla arabaları izleyen adamlara bir bakış atıp ciddi bir sesle, "Sonra görüşürüz," diyerek yanlarından hızlıca ayrıldım. Konağa doğru yürürken sıkıntılı bir nefes verdim.

 

"Nereden çıktı bu adam?" diye düşündüm, kaşlarımı çatık, dudaklarımı hafifçe büzerek. Hızlı adımlarla içeriye girdiğimde, salondan gelen konuşma sesleri beni oraya doğru çekti. Konuşan Mahir'di.

 

"Neye borçluyuz bu ziyaretini?" dedi. İfadesiz tutmaya çalışsa da sesindeki hoşnutsuzluk kendini belli ediyordu. Salona sessizce süzüldüğümde, hemen karşımdaki koltukta oturan Mahir ile göz göze geldiğimizde, bakışlarını üzerimden kaçırdı.

 

"Benan aradı," dedi Atilla, birkaç saniye sustuktan sonra bakışları diğer köşede oturan Andrei'yi buldu.

 

"Yücel'in ortada olmadığını söyledi." Mahir, dik bakışlarla karşısındaki adama bakarken tane tane döküldü soğuk kelimeler dudaklarından. "Dün ona da söyledim. Yetişkin bir adam. Çocuk gibi kaybolacak değil ya! Vardır bir meşguliyeti. Ne bu telaş? Bilmediğim bir şey olduğunu düşünmeye başlayacağım," dediğinde, Atilla bir an sessiz kaldı, ama çok sürmeden cevap verdi.

 

"Telaş etmiş kız. Beni de arayınca bir şey oldu zannettim." Etrafa hızlı bir bakış atarak, "Nerede o? Odasında mı?" diye sordu.

 

"Rahatsızmış. İnmedi," dedi Mahir, sesinde sabırsız bir ton vardı.

 

Başını ağır ağır sallarken, bakışları Andrei'ye döndü yeniden. "Sen de hoş gelmişsin Andrei. " dedi soğuk bir sesle. Andrei sinir bozucu bir şekilde gülümserken, "Hoş bulduk Atilla." demekle yetindi.

 

Atilla'nın bakışları sabit, kaşları hafifçe çatılmıştı. Andrei'nin ise gevşek oturuşuna ve rahat tavrına rağmen, gözlerinde meydan okuyan bir parıltı vardı. Atilla'nın Andrei ile olan önceki muhabbetlerini bilmediğimden dolayı şuan ki tavırlarına da bir anlam yükleyemiyordum. Belki de bütün her şeyi bilenlerden biri de Atillaydı.

 

Mahir koltuğunda geriye yaslanmış, bacak bacak üstüne atmış şekilde gözlerini Atilla'dan ayırmıyordu. Odadaki gerilim neredeyse elle tutulur hale gelmişti.

 

"Ben bir bakayım Benan'a" dediğinde Mahir bana bakarak,

 

"Elena, eşlik et Atilla beye." dedi.

 

Atilla arkaya döndüğünde gözlerinde geçen anlık şaşkınlığı görebilmiştim. Geldiğinden beri ilk defa beni farkediyor olmalıydı.

 

"Bu taraftan efendim."diyerek yolu işaret ettiğimde başını sallamakla yetindi. Ben önde o arkada salondan çıktık. Merdivenleri çıkarken sesli alıp verdiği soluklar ile kızgın bir boğayı andırıyordu. Hiç bir şey konuşmadan Benan'ın odasına geldiğimiz de,

 

"Ben bir bakayım müsait..." demeden sert bir şekilde sözümü kesti. Bu adamın tarzı mı böyleydi yoksa bana mı hastı bu ayrılığı henüz çözememiştim.

 

"Gerek yok. Haberi var." dediğinde düz bakışlar ile yüzüne baktım bir şey söylemeden kapıyı çalarak Benan'ın gel sesini duymam ile kapıyı açtım. Atilla içeriye girerken ben de hemen arkasından içeriye girdim. Git demedikleri müddetçe gitmeye niyetim yoktu.

 

Benan bizi görür görmez oturduğu koltuktan fırlayıp koşarak Atilla'nın boynuna sarıldı. "Hoş geldin dayı. " dedi, sesi titrek ama sevinç doluydu.

 

Gözlerinde mutlulukla karışık bir rahatlama vardı. Atilla da en az onun kadar içten bir şekilde karşılık verdi sarılmasına. Onların bu haline kaşlarım çatılmıştı. Aralarındaki bu yakınlık dikkatimi oldukça fazla çekiyordu. Kimdi bu Atilla?

 

"Hoş bulduk güzelim. " dedi Atilla, Benan'ın yüzünü ellerinin arasına alarak dikkatlice inceledi. "Bu halin ne böyle?" diye sorduğunda, Benan'ın gözleri yeniden doldu, alt dudağı titremeye başladı.

 

"Yücel... Yücel'i patron aldı. Onun arkasından iş çevirmiş, öğrendi. " dediğinde Atilla'nın bakışları beni buldu. Burada olmamdan rahatsız olduğu her halinden belliydi. Benan'ın da ağlamak üzere olan bakışları Atilla gibi bana dönerken, "Elena biliyor her şeyi dayı. O da oradaydı. " dedi titreyen bir sesle.

 

Atilla başını ağır ağır sallarken, gözleri bir an için boşluğa daldı, sanki bir şeyi tartıyordu. Sonra bakışlarını bana çevirdi, kaşları çatık ve gözleri soğuktu. "Bizi yalnız bırak. " dedi sert bir şekilde. Bakışlarım Benan'ı bulduğunda, o da sadece çıkmamı işaret ettiğinde gözlerinde mahçup ve suçlu bir ifade vardı.

 

Başımı sallayarak, "Ben, aşağıdayım efendim. " dedim ve odadan çıktım. Kapıyı arkamdan kapatırken derin bir nefes aldım.

 

Ulan ne vardı ya yani kenarda duru verseydim!

 

Koridora çıktığımda bir an ne yapacağımı bilmez halde kaldım öylece. Birkaç adım atıp durdum, sonra kapıya doğru kulağımı uzattım ama odanın büyüklüğünden midir nedir, gelen sesler çok uzaktan ve boğuktu. Duyduklarımı anlamlandıramıyordum. Sıkıntılı bir nefes vererek bulunduğum yerden sessiz ve hızlı adımlarla uzaklaştım.

 

Alt kata kendi odama geçtiğimde kapıyı hızla kapatıp kilitleyerek cebimden telefonu çıkardım. Parmaklarım amcamın numarasını bulduğunda üzerine basarak aramayı başlattım. Telefonu kulağıma götürdüğümde amcam ilk çalışta telefonu açmıştı.

 

"Amca. Nasılsın?" dedim, sesim endişeyle doluydu.

 

"Nasıl olayım kızım? Dünden beri diken üstündeyim. Andrei'in bu kadar pervasız davranacağını tahmin etmiyordum. Elimde onu dibe batıracak onca şey varken hala beni bu kadar zorlamasını aklım almıyor. " dedi amcam, sesi yorgun ve sıkkın geliyordu.

 

"Ah amca! İnan bana o manyaktan her şey beklenir. Dün beni o kadar zor durumda bıraktı ki! Ağzından adım çıkmadı ama o an panikle ile her türlü hatayı yapabilir, kendimi açık edebilirdim. Ki onun yüzünden çıktı dün ki çatışma da. " dedim, öfkeyle dişlerimi sıkarak. O anki çaresizliğim ve korkum yeniden canlanmıştı içimde.

 

"Mahir anlattı. Yapacak bir şey yok, en doğru olanı yapmış. En azından Yücel'i ele geçirdik. Sözüm ona Kudret ile bizim operasyonun bir bağlantısı olduğunu bilmiyormuş Andrei. " dedi amcam öfke ile bir kaç saniye susup devam etti. " Ama ben ona ne yapacağımı biliyorum. "

 

"Andrei birkaç saate kalmadan çıkacak buradan. Gözünü seveyim şu adamı al başımdan da ne yaparsan yap. " dedim, sabırsızlıkla. Andrei'nin varlığı beni fazlasıyla huzursuz ediyordu. Gözümün önünde beliren sinsi gülüşü yüzü ile sinirle gözlerimi kapattım.

 

"Ben onunla çok yakından ilgileneceğim. İçini ferah tut. Çıktığını haber vermen yeter. " dediğimde mutlulukla gülümsedim. İçimdeki gerginlik biraz olsun azalmıştı. Şimdi asıl mevzuya gelebilirdik.

 

"Amca..." sıkıntı ile derin bir nefes alırken devam ettim. "Dün Benan, Kudret'in babası olduğunu söyledi. " dediğimde, karşıdan bir kaç saniyeden uzun bir süre ses gelmedi.

 

"Amca orda mısın?" dediğimde, sakin bir şekilde cevap verdi.

 

"Buradayım. Sadece beklemiyordum böyle bir şeyi. Peki bundan emin miyiz?"

 

"Bilmiyorum amca. Çok sarhoştu. Sayıklar gibi söyleyince çok da emin olamadım ama doğru da olabilir."

 

"Sen yine de dikkatli ol. Eğer böyle bir şey varsa er geç ortaya çıkacaktır." derin bir nefes alıp asıl canımı sıkan mevzu döküldü dudaklarımdan.

 

"Kudret ne olacak? Ya elimizden kaçarsa? O pisliğin yaptıkları yanına kar kalırsa?" dedim sinirle.

 

"Adamlarımız izliyor. Şu an kaçma gibi bir niyeti yok bence. Kendini güvene aldı ortalığın yatışmasını bekliyor. Tıpkı bizim gibi malumat bekliyor adamlarından. " dedi, güven veren bir tonla. Sözleri bir an için içimi rahatlattı ama hala endişeliydim.

 

"Amca neyi bekliyoruz ki? Yeteri kadar delil yok mu elimiz de?"

 

"Fevri hareket edersek, öğreneceğimiz bir çok bilgiden de oluruz. Sen zannediyor musun bu adamı aldığımızda konuşacak? Şuana kadar öğrendiklerimiz buz dağının görünen kısmı. Ben onu ipe götürecek ne varsa ele geçirmek istiyorum." Öyle hınç doluydu ki bir çırpıda sarfettiği öfke dolu sözlerden bile anlaşılıyordu amcamın Kudret'e olan nefretini büyüklüğü. Bir kaç saniye o da ben de konuşmazken sessizliği bozan amcam oldu.

 

"Bugün Yücel için alacağın adresler bizim çok önemli. Benan'ı öyle bir manupüle etmelisin ki Kudret ile ilgili bildiği tüm adresleri sana söylesin."dedi.

 

"Tamam amca. Halledeceğim inşallah. Şimdi kapatıyorum. Kendine iyi bak, Asuman ablaya selam söyle. " dedim,

 

"Tamam güzelim söylerim. Sen de Allah'a emanet ol. " dedi ve kapattık. Telefondan gelen tıklama sesiyle birlikte derin bir nefes aldım. Amcamla konuşmak içimdeki gerginliği biraz olsun azalmıştı.

 

Derin bir nefes alarak başımı iki yana salladım. Bitecek diye düşünürken sürekli yeni bir şeyler çıkıyordu. Başımı yukarıya çevirip gözlerimi kapattım.

 

"Allahım gerçekten kuruyup kalacağım burada!"

 

Elimdeki telefonumun çalması ile içinde bulunduğum bu buhran anından sıçrayarak çıkarken hemen arayana baktım. Arayan Benan'dı.

 

"Efendim Benan hanım?" diyerek telefonu açtım.

 

"Buraya gel Elena." dedi ciddi bir ses ile ve kapattı. Kapatılan telefonu kulağımdan indirip sinirle gözlerimi devirdim.

 

"Hadi bakalım başlıyoruz." diyerek odadan çıktım. Benan'ın odasının önüne geldiğimde çalan telefonumu baktığımda arayan Yusuf'tu. Telefonu meşgule atarak kapıyı çalıp içeriye girdim.

 

Atilla denilen adam camın önünde dışarıya izlerken Benan hemen sol tarafta masaya dayanmış şekilde duruyordu. Bıraktığım gelinden daha iyiydi.

 

"Gel Elena." Atilla'ya bir bakış atıp devam etti. "Andrei hala aşağıda mı?"

 

"En son Pars beyle salondaydı efendim. Sizinle görüşmek istiyordu. " dediğimde kaşları çatıldı.

 

"Ama ben onu görmek istemiyorum. Gitmek istediği yere götür. Yalnız gitme yanına adamlardan al. " dediğinde başımı sallayarak, "Tamam efendim. Başka bir şey yoksa ben çıkayım." dediğimde başını iki yana sallamakla yetindi. Odadan çıkıp hızlı bir şekilde aşağı salona geldiğimde beklediğim gibi Andrei ve Mahir burada değildi.

 

"Nerede bunlar?" cebimden çıkardığım telefon ile Mahir'i aradığımda sonuna kadar çalan telefona cevap alamadığım da iyice çatıldı kaşlarım. Tam merdivenlere doğru yöndeldiğim de Sena çıktı karşıma telaşlı bir şekilde beni görünce dondu kaldı. Bir kaç saniye sürmeden hızlı adımlar ile yanıma gelip kolumdan tutarak etrafa hızlı bir bakış atıp,

 

"Patron Andrei'i aldı sürüyerek müştemilatlardan birine götürdü. Öldürecek onu. Bir şeyler yap!" sessizce fısıldadığında kaşlarım çatıldı. Önce kolumu tutan eline sonra yüzüne baktım.

 

"Sen de mi?" dediğimde başını salladı yalnızca.

 

"Git hemen, yoksa başımıza çok büyük iş alacağız." dediğinde hızlıca başımı sallayarak koşar adım dışarı çıktım. Korumalar yerli yerlerinde beklerken müştemilatların olduğu yere doğru bakıyorlardı sık sık.

 

O tarafa doğru ilerlerken az ilerde Yusuf ile Serdar'ın arasında diz çökmüş şekilde bekleyen Oleg'i görmemle koşar adım yanlarına gittim.

 

"Ne oluyor burada?"

 

"Bir şey olduğu yok. Pars bey Andrei ile hasbihal ederken biz de bu delikanlı ile hasbihal edelim dedik." Yusuf'un sözlerine gözlerimi devirirken sinirli bir nefes bıraktım.

 

"Neredeler?" diye tıslar gibi konuşmam ile başı ile ilerideki binayı işaret etti Serdar.

 

Başımı sağa sola sallayarak öfkeli adımlar ile o tarafa yürüdüm. Girişi arka tarafta olduğu için binanın arkasına koşar adım ilerlediğimde Mehmet ile isimini bilmediğim koruma kapıda bekliyordu.

 

"İçerdeler mi?" diye azarlar gibi sormama Mehmet cevap verdi.

 

"İçerdeler yenge de sen girme bence." dedi gayet olağan bir durumu aktarır gibi.

 

"Başlatma yengene, çekil kenara." diye iteleyerek aralarını açtım. Aralıklı olan kapıdan içeri girdiğimde duyduğum acı dolu inleme sesleri ile dar koridordan ilerleyerek salona geldiğimde Andrei kanlar içinde yer de yatarken Mahir hemen üzerinde sağlı sollu sert yumruklar geçiriyordu.

 

"Sikerim lan seni.... Senin o zihnini de... Zihninde canlandırdığın hayallerini de sikerim... Hele bir daha konuş... Hele bir daha onunla ilgili öyle... O dilini koparıp köpeklere vermeyeni siksinler." Gözlerim büyümüş şekilde yanlarına doğru hızla ilerlerken şişmiş gözlerine rağmen beni ilk farke eden Andrei oldu.

 

Ağzı, burnu kan içinde kalmış şekilde pis pis sırıtırken,"Ahh geldi benim güzel fahişem de." dediğinde Mahir başını hızlıca geri çevirerek bana baktı ama bu bakış bir kaç saniye sürdü. Öfkesine öfke katan bu sözler yüzünden yabani bir hayvan gibi çıldırmıştı. Andrei'in sırıtan suratına okkalı bir yumruk indiriken,

 

"Öldürüm lan seni öldürürüm. Ona bakan gözlerimi sikerim orospu çocuğu. Bakmayacaksın... Onunla ilgili konuşmayacaksın... Onu zihninden geçirmeyeceksim..." Her cümlesinin sonunda bir öncekinden daha şiddetli bir şekilde yumruk atarken Andrei artık boş bir çuval gibi yığılmış kalmıştı. Hangi tarafına yumruk gelirse diğer tarafa cansız gibi başı düşüyordu.

 

Durdurmazsam öldürecekti onu. Elimi Mahir'in omuzlarına koyarak durdurmaya çalıştım.

 

"Dur! Dur artık! Napıyosun öldüreceksin onu. Kendinde değil artık." dediğimde sert bir şekilde Andrei'in kafasını yere çarpıp birden ayakladığında geriye doğru sendeledim. Öfkeden gözü beni dahi görmüyordu. Odanın içinde bir o tarafa bir bu tarafa giderken tedirgin gözlerle onu izliyordum. İkimizde konuşmazken odayı Mahir'in hızlı ve öfkeli soluklarının sesi dolduruyordu.

 

Sıkıntı ile oflayıp yerde hareketsiz yatan Andrei'in yanına yaklaştım ağır adımlar ile. Çok fazla kan vardı yüzünde. Elim nabzına doğru uzatırken,

 

"Dokunma ona!" diye kükremesi ile sıçradım olduğum yerde. Öyle öfkeli bakıyordu ki bana, sanki Andrei'den sonra beni dövecek gibiydi. Sakinleşmek için derince bir nefes alıp ılımlı bir sesle,

 

"Çok kötü dövdün adamı. Yaşıyor mu bir bakalım. Zaten ben onu buradan çıkarıp Kürşat müdüre teslim edecektim." sözlerime karşılık yüzündeki sinirli ifadeye bir de şaşkın bir ifade eklendi. Sinirle gülerek,

 

"Hah çıkaracaktın öyle mi? Lan bu adamla bir de seni mi gönderecektim? Bu piç kurusunun seninle olan hayallerini biliyor musun sen?" diye kükremesine karşılık gözlerimi sinirle devirirken sakinleşmek için bir kaç saniye gözlerimi kapattım. Ters cevap verip daha da kızdırmanın bir anlamı yoktu.

 

"Yine de böyle dövmene gerek yoktu sevgilim." dediğimde kendine kendine sesli bir şekilde gülerken başını iki yana salladı.

 

"Doğru dövmeme gerek yoktu direk sıkmalıydım seninle olmayan münasebetini anlatan ağzına."

 

"Böyle bir şey olmadığını biliyorsun. Yerine geçtiğim ölmüş kadına takıntılı, beni onun yerine koyan psikopatın teki." başını hızlı hızlı sallayarak yerde yatan Andrei'in yanına hızlı adımla ile gelirken, "Ben şimdi psikopat nasılmış gösterecem ona." dedi. Hemen önünü kestim. Ellerimi omuzlarına koyduğumda yüzlerimiz çok yakındı.

 

"Yalvarırım bırak artık. Çocuklar çıkarsın. Amcamlar alacak zaten, haber bekliyorlar." dediğimde yüzüme baktı öfke ile solurken.

Biraz daha yumuşatabilmek adına, başımı sağa doğru eğerek dudaklarımı büzdü üzgünce. Çatılan kaşları ile sıkılı dişlerin arasında tıslar gibi konuştu.

 

"İyi işte! Ölüsünü alsınlar."

 

"Ay yeter artık! Kes şunu! Başımızda onca bela varken bir de bununla mı uğraşalım." Başımı çevirip yerde yatan Andrei'e baktım.

 

"Nasıl çıkaracağız biz bunu yaa?" Mahir geriye çekilip kenara fırlattığı telefonunu eline alarak birini aradı.

 

"Gel al, bu pisliği buradan." diyerek kapattı. Çok geçmeden içeriye elinde kalın bir ceset torbası ile Celil, hemen arkasından da Mehmet ile ismini bilmediğim koruma girdi içeriye. Yerdeki Andrei bulduğunda bakışları yüzlerini buruşturarak yanına yaklaştılar.

 

"Abi temiz çalışmışsın. İnşallah yaşıyordur." diyerek nabzını kontrol eden Celil'e, "Çok konuşma! Kaldırın şunu ortadan." dedi Mahir. Andrei nasıl kızdırdıysa hala öfkesini atamamıştı. Sağa sola bakışları ile ateş ediyordu adeta.

 

Sert bakışları beni bulduğunda, "Ara amcanı, neredeyse konum atsınlar bırakacaklar bizim çocuklar." diyerek üsten üsten konuşması bende de kayışları koparmıştı artık.

 

"Bana bak!" İşaret parmağımı sallayarak üzerine doğru yürüdüm. "Ben senin emir verdiğin adamlarından değilim. Ağzından çıkanları o kulağın duyacak. Çıkacakları da o beynin süzgeçten geçirecek. "

 

Öfke ile ağzımdan çıkan kelimeler sanki birer bıçakmış gibi keskindi. Mahir'in yüzümdeki sert ifade silinse de bir şey dememişti.

 

"Şimdi ne bok yerse ye! Ben gidiyorum."diyerek devam ettim ve bitirdim. Arkamı döndüğümde kaşları havalanmış, şaşkın bir şekilde bana bakan 3 adamla karşı karşıya geldim. Yolumun üzerinde olan Mehmet sanki çok büyük bir kabahat işlemiş gibi panikle kenara çekildi.

 

"Size de Allah kolaylık versin." diye söylenerek yanlarından geçerken Celil'in "Amin." fisıltısını duymuştum.

 

Sert adımlarla müştemilattan çıkarken sinir küpüydüm.

 

"Şuna bak yaa! Çok kaldırmışlar senin o götünü. Ama ben indirmesini bilirim." Kendi kendime söylenerek ilerlerken hemen yanımda çıktığım müştemilata doğru siyah bir caravella geçti.

 

Buraya gelirken gördüğüm Yusuf ve Serdar da yoktu yerinde. Anlaşılan Oleg'i de eşantiyon olarak paketlemişlerdi. Sinirli bir şekilde konağa doğru ilerlerken mutfağın bahçeye açılan kapısının önünde Sena'yı gördüm. Sanki soluklanmaya çıkmış gibi etrafa bakanırken sık sık da gözlerimiz birleşiyordu.

 

Yanıma doğru ilerlerken bakışlarını üzerimden çekmedi.

 

"Varsa bir sade kahven içerim Sena." dediğimde gülerek başını salladı ve içeriye geçti. Hemen arkamdaki oturma grubuna kendimi atıp başımı koltuğun arka kısmına bırakarak gözlerimi kapattım. Yüzüme vuran hafif rüzgarın hissetirdiği rahatlatıcı etkiye kendimi bıraktım bir süre.

 

Çok geçmeden yanımda hissettiğim hareketlilikle gözlerimi açtığımda karşımda oturan Mahir'i beklemiyordum. O yokmuş gibi geri gözlerimi kapattığımda olduğumuz yerin sıradan bir yer olmadığını hatırlayınca, "Bir rahat yok!" diyerek olduğum yerde doğruldum. Bana özür diler gözlerle bakışlarını yok sayıp,

 

"Ne vardı?" dediğimde sıkıntı ile nefes alıp verdi.

 

"Ben..." Sözünü elimi kaldırarak kestim.

 

"Özür dileyeceksen hiç dileme." Etrafa bir bakış atarak, "Lütfen git. Sana karşı çok öfkeliyim. Burası konuşulacak bir yer değil. Daha fazla dikkat çekmek istemiyorum." diye devam ettim. Sözlerim üzerine iyice düştü yüzü.

 

"Akşam peki, akşam konuşur muyuz?"

 

Ben cevap vermeden Sena elinde kahveler ile dışarı çıktı. Bizi gördüğünde şaşırsa da gözlerini hızlı hızlı kırpıştırarak yanımıza doğru ilerledi. Ortaya uzattığı tepsiden ben kahvemi alıp geri yaslanırken, Mahir öylece bana bakıyordu.

 

" Pars bey buyrun efendim." dediğinde onun yerine ben cevap verdim.

 

"Pars bey içmeyecek Senacım. Hazımsızlık yapıyormuş. Hazmetmesi gereken şeyler varmış da. Şimdi de kalkıyordu zaten." dedim sinir bozucu bir gülümseme ile yüzüne bakarken kahvemden bir yudum aldım. Sena'nın kaşlar havalanırken rahatsız bir şekilde etrafa bakışlar atmaya başladı.

 

Sözlerime karşılık Mahir'in dudakları kıvrıldı. Ağır bir şekilde ayağa kalkarken,

 

"Sağolasın Sena. Bana bir süre yediğim içtiğim haram gibi görünüyor." dedi sonra bana baktı yeniden şefkatli bakışları ile.

 

"Akşam konuşacağız." diye yeniden hatırlattığında başımı hızlı hızlı salladım, He he, der gibi.

 

Sıkıntı ile aldığı nefesi ile göğsü şişip indi. Bir şey söylemeden arkasını dönerek konağın kapısının önünde onu bekleyen araca doğru yürüdü.

 

Onun bu halini hayretler içinde izleyen Sena'ya, "Hadi soğutma kahveni iç." dediğimde cinli gibiymişim gibi bana bakarken başını ağır ağır sallayarak oturdu yanıma.

 

Sessiz birine benziyordu. Etrafa tarayan bir nakış atarak, "Eline sağlık çok güzel olmuş." dedim gülümseyerek.

 

Kahvesinden kaldırdığı bakışlarını gözlerime çevirerek gülümsedi. "Afiyet olsun." dedi.

 

"Çok sevmiyorsun galiba konuşmayı." yüzüme baktı tekrardan omuzlarını kaldırıp indirirken dudaklarını büzdü.

 

"Bilmem aslında konuşkandımdır. Kaç aydır buradayım. Alıştım galiba sessizliğe." dediğinde gülümsedim.

 

"Maşallah her yerdesiniz."diyerek huysuzca homurdanmama karşılık güldü.

 

"Ben sizin tam kadro listenizi alayım da bari sürekli bir şaşırma hali yaşamayayım." diye devam ettiğimde daha da büyüdü gülüşü. Etrafa bakınarak sessizce fısıldadı.

 

"Kadın olarak bir tek benim." dedi. Sonra bir şey hatırlamış gibi gözleri kocaman açıldı, "Bir de Aysun var." diye ekleğinde kaşlarım çatıldı.

 

"O kim diğer çalışan mı?" dedim. Başını iki yana salladı.

 

"Hani şu eskort kılığında gelen biri var ya, o." dedi fısıltı ile.

 

İnanmaz gözlerle Sena'nın yüzüne bakarken sinirli bir şekilde gülmeye başladım.

 

"Bu eskort... Yani gelen arkadaş benim kim olduğumu biliyor mu?" dedim dişlerimi sıkarken tehlikeli bir fısıltı ile. Sena dudaklarını öne doğru büzerken, kararsız bakışlar ile yüzüme baktı.

 

"Biliyordur heralde. Sonuçta onlar dışarıda. Biz bile bildiğimize göre." dedi. Kaşlarım havalandı. Zihnimde Aysun denilen kadın ile en son ki yaşadıklarımız canlandı. Dişlerim daha bir sıkıldı. Seğiren gözlerim uzağımızda kalan göldeyken dudaklarımı dişledim.

 

Bütün o tavırları, konuşmaları... Film şeridi gibi geçti gözümün önünden.

 

Hepsini bilerek yapmıştı. Benim duygularımı ilikinde olmasa da ikinci kez beni gördüğünde eminim ki anlamıştı. Ama o bilerek üzerime basıp geçmeyi seçmişti. Tabi ben de Mahir'in.

 

"Elena... Çok ürkütücü bakıyorsun. Bir şey mi yaptı sana o?" diye fısıldadı.

 

Sena haliyle niye böyle olduğumu sorguluyordu. Bakışlarımı Sena'nın yüzüne çıkardım. Yüzümde beliren tehlikeli bir gülümseme ile dişlerimin arasında konuştum

 

"Hiç, hiç bişey yapmadı. Ama ben ona yapacağım."

 

🌸🌸🌸🌸🌸

 

 

Eveet böyle bekliyoruz dedikoduları 🤓

 

Daha heyacanlı bir yerde kesip de burada da kesilmez ki demeyin diye bu hafta böyle oldu🤗

 

Şaka şaka yazdıkça başka sahneler giriverdi araya. Asıl planladığım yerde bitiremedim 😚

 

Siz bölümümüzü okuyup yıldızlar verip, yorumlar yaparken ben de diğer bölümü yazıyor olacağım.

 

Beni motive eden hareketler yapın lütfen.

 

Hepinizi öpüyore 😚

 

 

Loading...
0%