57. Bölüm

45. Bölüm

Mislanet
mislanet

Merhabalar efenim 🤓

Kitappad kilitlenmeden yetiştim inşallah 🤭3

Nedir Ay bu her yere yazdım adamlar dükkan kapatır gibi kapatıp gidiyor 🙄

Twitter da ocak ayına kadar sürecek yazmışlar vaziyet alın 🫣2

Neyse gelelim bölüme 🤗

Takın kulaklığı medyadaki enstrümantel şarkımızla okuyun🫠ben onunla yazdım. 😊

HİKAYEMİZİN BAŞ KARAKTERİNİN İDMİ DEĞİŞMİŞTİR. ARTIK LEYLA İLE DEVAM.

Keyifli okumalar 🫠1

🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Duyduğum sesle gözlerim hızla açıldı. Kalbim, dört nala koşan bir at gibi çarparken, elim istemsizce göğsüme gitmişti bile. Hiç ses çıkarmadan bekledim, nefes alırken bile ürkekleşmiştim. Kapının ardından gelen bir inleme sesi değdi kulağıma. Acıyla yoğrulmuş bir ses…2

“L-leyla. Aç lütfen.”

Mahir’in titreyen ve boğuk gelen sesini duyduğumda, kaşlarım istemsizce çatıldı. Bir kaç adımda kapıya gelip ve hızla açtım. Karşımda duran Mahir’in yüzü gözü kanlar içindeydi. Şok içinde ona bakarken ne hareket edebildim ne de konuşabildim. Gözlerim, karşımdaki kanlı bedeni tararken dilim tutulmuş gibiydi.6

“N-ne oldu sana böyle?” diye sorabildim sonunda, titreyen sesimle. Bir adım attım, aramızdaki mesafeyi hızla kapatırken, neredeyse bayılacak gibi duran bedenini tutup omzundan destek aldım.2

Koltuğunun altına girdim hemen. Her zamanki tanıdık sıcaklığı beni sarıp sarmalamıştı. O kokusu, o özlem dolu varlığı... Ne kadar da uzun zamandır ondan yoksundum.1

Başımı kaldırdığımda, yüzlerimiz birbirine çok yakındı. Mahir’in bakışlarındaki derin özlem, gözlerimi bir girdap gibi içine çekti. Kalbim bir an için her şeyi unuttu. O an sadece onun varlığı vardı. Nefes alışlarım hızlanırken, Mahir’in dudaklarından fısıltı gibi bir cümle döküldü:

“Çok... Çok özledim seni…”5

Bu cümlenin ardından anın büyüsü birden dağıldı. Yüzümdeki sakinlik yerini öfkeye bırakırken gözlerimi onun bakışlarından çektim. Koluna bir hışımla asılmam ile bir inleme sesi yükseldi ondan da.1

“Ahhh! Yavaş... Güzelim…” dedi, nefesini tutarak. Kaşlarım daha da çatıldı.

Yanında durup, “Ya sabır. ” diye mırıldandım. Bedenini zorlanarak da olsa oturma odasındaki kanepeye taşıdım ve yavaşça oturttum. Bir kez daha acıyla inledi. Elini omzuna götürmüş, yüzü ise tamamen acıya bürünmüştü.2

Üstü başı dağılmış, yüzü kan içindeydi. Bu hali içimde bir yerlere dokunurken “Bir yerlerde ilk yardım çantası olacaktı. ” diye söylenip aceleyle salondan dışarı çıktım.2

Koşar adım gittiğim banyoda daha önce gördüğüm dolaptan ilk yardım çantasını aldım. Elimi lavaboda hızlıca yıkarken aklım hâlâ Mahir’deydi.

Salona geri döndüğümde Mahir başını koltuğun arkasına yaslamış, tavana boş bakışlarla bakıyordu. Geldiğimi hissettiğinde başını hızla bana çevirdi.

Yanına oturup ilk yardım çantasını kucağıma koydum. Onun bakışlarının üzerimde olduğunu hissediyordum ama ben bakışlarımı bir kez bile ondan taraf çevirmemiştim. Çantanın içindeki malzemelere göz gezdirdim.

Bir enjektör alıp, çantadan çıkan serum fizyolojikten çektirdim içine. Yüzüne yaklaşırken Mahir’in dikkatle bana bakışı, bir kaç saniyeliğine duraklamama neden oldu. Gözlerimi hızla ondan kaçırırken derin bir nefes alıp, yaralarını temizlemeye başladım.

Nasıl bu hale geldiğini deliler gibi merak ediyordum ama sesim yine de ilgisiz ve soğuk çıkmıştı.4

"Nasıl oldu bu?"

Mahir derince aldığı nefesi yüzüme vururken gözlerimi kırpıştırırdım hızlı hızlı. Yakınlığı ile de dikkatimi toplamak bir hayli zordu.

“Evinin önündeydim…” dedi. Hareketlerim durdu, yüzüne baktım. Devam etmesini beklerken o biraz daha sessizleşti. “Üç beş genç geldi. Burayı neden gözlediğimi sorunca…” Cümlenin ortasında sustu. Dudaklarımda alaycı bir gülümseme belirdi.2

“Yok artık! Seni dövdüklerini söyleme bana?” dedim. Mahir bakışlarını kaçırarak acı bir inleme bıraktı. “Ahh… Sanırım omzum çıktı.”7

Hareketlerini dikkatle incelerken cevap vermekten kaçmak için bu bahaneye sığınması ile kaşlarım çatıldı derince.

Elini omzuna götürmüştü, acı içinde kıvranıyordu. Gözlerimi kapatıp açtım öfke ile. O sırada göz göze geldik. Başımı sağa sola sallayıp elimdeki gazlı bezle kaldığım yerden devam ettim işime gözlerine bakmadan.

Üzerimde hissettiğim yoğun bakışları kendimi çırılçıplak hissettiriyordu bana. içimde bir yerlerde bir şeyler eriyor, ılık bir his tüm bedenimi kaplıyordu.

Titrek bir nefes alırken açılan kaşının üstünü özenle temizledim.

“Buraya dikiş gerekebilir. Temizledikten sonra ilçe devlet hastanesine gidebilirsin. Hem omzunu da gösterirsin.” Diye ciddi ve duygusuz bir sesle konuşmama Mahir cevap vermedi.

Yeni bir gazlı bez almak için geri çekilecekken bileğimden tutup kendine doğru çekti. Yüzümün her bir yanında gezindi özlem dolu bakışları. Kırgın bakışlarımı çekemedim gözlerinden. Sanki kaybolduğum bir karanlık bir denizdi gözleri.

“Leylam…” dedi, sesi içliydi, adeta canından bir parça kopuyor gibiydi. Hiçbir şey demeden sadece gözlerine baktım bir kaç saniye kanamaya devam eden kaşı ile bakışlarım oraya kaydı. Elimdeki gazlı bezi oraya götürüp tampon yaparken o devam etti.

“Ben seni ardımda bırakmadım. ” dedi titreyen bir sesle. Gözlerimi kapattım. Bu sözü bu gün ikinci deyişiydi. Sakin bir deniz gibiyken içim, bir cümlesi ile yeniden sert dalgalar kıyılarıma vurmaya başlamıştı.

'Sen beni ardından bıraktın.' diye avaz avaz bağırdı içimde ona aşık, o gittiğinde yarım kalmış tarafım.

“Ben sensiz nefes dahi alamazken seni nasıl arkamda bırakırım? " Bir kaç saniyeden uzun bir süre sustu. Bakışları yüzümün her tarafında gezinirken devam etti,

" Kendimde değildim. Kendime geldikten sonra da aklımdan bir an bile çıkmadın. Sana kavuşacağım günü bekledim, yarım halimle...”

Sözler üzerine kaşlarım çatılırken elimi yaralı kaşının üzerinden çektim ve gözlerine baktım sorgulayan bir bakışlarla.

“Yarım halimle derken?” dedim fısıldayarak. Mahir gözlerini kaçırdı, acıyla kıpırdandı olduğu yerde.

“Masanın toplandığı gün... Dönüş yolunda tuzak kurmuşlar." dedi, sesi uzaklara dalıp gitmiş gibiydi. Önünde birleştirdi ellerine bakarak anlatmaya devam etti.

“Önümüzdeki arabanın patlaması, içinde olduğumuz arabanın kontrolünü kaybederek şarampole yuvarlanması... Hepimizin bedeni bir yerlere savrulması… ” Birkaç saniye sustu, derin nefes aldı. "Hepsi hayal meyal zihnimde. Beni oradan çıkardıklarında da bilincim kapalıymış. İlhan albayın emriyle görevden ölmüş olarak ayrılmışız.”2

Başını kaldırıp gözlerime baktı. “Sana yemin olsun, seni yok sayıp da bırakmadım. Kendimde değildim uzun bir süre.” Sesi titremeye devam ederken yüzümde buruk bir gülümseme belirdi. Elimdeki malzemeleri toparlayıp çöp torbasına koydum.

Ayağa kalkmaya çalışırken bileklerimden tuttu yine beni durdurdu. Hüzün dolu gözlerle bakarken,

“Leylam… Yalvarırım... Yalvarırım bana böyle buz gibi bakma. ” dedi. Sesindeki acı, içimi acıtıyordu.

Anlatıkları aslında benim de ihtimal olarak düşündüğüm şeylerden biriydi. Belli ki Mahir kızgınlığımın, kırgınlığımın asıl nedenini anlayamamıştı.

Duyduğum her cümlesi kalbimdeki eski yaralar yeniden açılıyordu. Onu öldü sanarak, yasını tutarak geçirdiğim bunca zaman... Ve şimdi, karşımdaki bu adam, tüm kırık parçalarımı sarsarcasına önümde duruyordu.

Oysa ben, onun geri dönmeyeceğini kabullenmiştim. Operasyonun bittiği gün nihayet yasımı tutacağım derken yaşadığı gerçeği sert bir yumruk gibi afallatmıştı beni. Karşımda o kadınla konuşmasını kulaklarımla duyduğumda adeta yıkılmış ve çekip gitmiştim.5

Ama şimdi buradaydı, gözlerimin önündeydi Mahir. Onca özleme rağmen, içimde kabaran öfkeyi bastıramıyordum. Zamana ihtiyacım vardı. İyi bir pskilojiye sahip değildim.

“Nasıl bakmamı bekliyorsun, Mahir?” dedim, dudaklarım sertçe bükülürken. Sesim buz gibiydi, soğukluğu ruhumdan gelen bir yankıydı sanki.

Bu kadar sert bir tepki beklememiş olmalı ki, bakışlarındaki şaşkınlık belirginleşti. O gözler, bir zamanlar kalbimi titretirirken şimdi çektiğim acıları da hatırlatıyordu bana. Gözlerime acımı hisseder gibi bakarken bir damla göz yaşı yanaklarına doğru süzüldü.

“Ben... Ben sana bakmaya dahi kıyamazken, beni seven kalbini... Paramparça ettim. ” dedi titreyen sesi ile. Ben ise çoktan kaybolmuştum o eski güven dolu gözlerin içinde.2

Önce yutkundum, sonra derin bir nefes alıp gözlerimi yere diktim. İçinde kaybolduğum o koca boşluğu anlatmaya çalışırken, kelimeler boğazıma düğümleniyordu. Mahir karşımda, ama ben hâlâ onun yokluğuyla doluydum.

“Yaşadığını öğrenene kadar, her gece, her sabah, senin geri dönmeyeceğini bilerek uyanmanın ağırlığıyla yaşadım. O kadar çok şey eksik kaldı ki… sanki içimde koca bir çöl vardı ve ben kaybolmuştum. ”

Duraksadım, gözlerim doluyordu ama kelimelerim devam etmek zorundaydı. Ona, bu acının, yokluğunun bende açtığı derin yaraların izini anlatmak zorundaydım. Affetmenin benim için ne denli zor olduğunu anlamalıydı.

“Ben… sana veda edememiştim mesela. Bunun benim için ne kadar zor olduğunu anlayamazsın. Senin için ağlayan bir kadını öylece izledim aylar boyunca. Yasımı bile tutma lüksüm olmadı. ”5

 

Dudaklarım titredi, gözlerimden gözyaşlarım artık seri şekilde yanaklarıma doğru akarken. Sanki o an yeniden yaşıyormuş gibi ruhum azap içerisindeydi.

“Geceleri uyuyamıyordum. Gözlerimi kapattığımda hep yüzünü görüyordum, yanımda sandığım ama aslında olmayan yüzünü. Sen gidince… Bir daha elini tutamayacağımı, sesini duyamayacağımı, yüzünü göremeyeceğimi düşündükçe…” artık hıçkıraklarımdan konuşmalarım da paramparçaydı.

Bir an için gözlerimi ona çevirdiğim acımın yoğunluğu onun gözlerindeydi. Yanaklarından süzülen damlalara takıldı bakışlarım.

“O kadın yaşadığını söylediğinde inanamadım. Telefon ile seni aradığında sesini duyduğum da ise… Sen beni bir daha toparlanamayacağım bir yıkıma sürükledin Mahir. Senin öldüğünü kabul edebilirdim belki, ama kalbimde sana dair bütün umutlarımı bir başkası tarafından yıkılmış hâlde bulmak… o acıyı tarif edemem.”

Başımı eğdim, kırık bir fısıltıyla devam ettim. “Şimdi buradasın, nefes alıyorsun, ama benim içimde kopmuş olan o parçalar hâlâ eksik. Sanki gidişinle hayatımdan sadece seni değil, kendimi de kaybettim. Ve artık, sen buradayken bile… bir yanım hâlâ o eksiklikle dolu. Dönmen… her şeyi eski hâline getirmiyor.”1

"Ben... Ben seni.... Bekliyordum. Karşına çıkıp buradayım demek için." Telaşlı sesi ile kendine açıklama çabasına yüzümü sertçe silip burnumu çektim.1

Bakışlarımı yeniden ona çevirdiğim de gözlerimdeki öfke, bakışlarıma sızan hüzünle birleşti. Dudakları aralandı ama bir şey diyemedi. Sessizliğinde içime işleyen bir pişmanlık vardı, ama benim için yeterli değildi.

Yüzümü ona çevirdim, tüm kırgınlığımı kelimelerime yükleyerek devam ettim.

"Birilerinin telefonuna cevap verecek kadar iyi olduğunda beni de arayabilirdin. Ben..." gözümden şiddetle akan damlaları sertçe silerken devam ettim.

"Sana sadece tek bir soru soracağım Mahir. Görev bitmeden ne kadar zamandır beni arayabilecek kadar iyiydin?"

Gözlerinde acı ve suçluluk vardı. “Leyla… " dedi ama devamını getiremedi. Acı acı güldüm başımı sallarken.

"Bak ben arayamazdım. Yürüyemezken, yarım kalmışken, sonumun ne olacağını bilmezken..." telaşla kurduğu sözleri benim sert bakışımla yarıda kaldı.1

"Gerçekten mi yaa? Gerçekten ben orada... Cehennemin içinde sen gittin diye yanarken sen bu sebepten mi beni aramadın?" dedim.5

Sesim hiddetli ve yüksek çıkmıştı. Gözyaşlarım ise ardı sıra akmaya devam ediyordu. Bir cevap vermemiş olmaması öfkemi daha da harlıyordu.

"Ben seni kaybettim diye acılar içerisindeyken bu mu sebebin?" diye bağırdım.

"Ben sen gittin diye ölecekken bu mu sebebin?" diye yeniden bağırdığımda dumura uğramış gibi baka kaldı bana.

"Ne demek ölecekken?" diye sayıklar gibi mırıldandığında sinirle gözlerimi kapatıp açtım. Yüzümü silerken derin bir nefes alarak ayağa kalktım, ama Mahir elimi bileğimden yakalayarak beni durdurdu. Gözlerindeki derin acı içimi sızlattı.

"Ne demek Leyla ölecekken?" dedi. Bu sefer seni öfkeli ve tahammülsüz çıkmıştı. Ruhsuz gözlerle yüzüne bakarken cevapladım sorusunu.

"Bir şey demek değil Mahir. Git yarana baktır." dedim konuyu değiştirmek için. Başını hızlı hızlı sallarken kapıya doğru az önceki haline nazaran dinç ve hızlı adımlar ile ilerledi. Arkasından bakarken öfke ile derin bir nefes alıp ben de yürüdüm ardından.

"İlçenin girişinde hastane. " dedim ama cevap vermedi. Kapıyı açarak yüzüme dahi bakmadan evden çıkıp kapının önündeki aracına bindiği gibi motorunu çalıştırdı. Sert bir şekilde bastığı gaz ile aracın tekerlekleri patinaj atarken hızlı bir şekilde evin önündeki yola çıkıp gözden kayboldu.

Derin bir üzüntüyle bakıyordum bomboş yola. İçimde biriken sıkıntı, kalbimin her atışında biraz daha derinleşiyordu. Birden, sağ yanımdan gelen sesle irkilerek sıçrarken daldığım yerlerden de sıyrıldım.

"Kusura bakma, Leyla abla. Korkuttum seni."

Sese doğru döndüğümde, köyün gençlerinden Sefa’yı gördüm. Yüzünde hafif bir mahcubiyet vardı, ellerini tedirgince arkasında birleştirmişti bana doğru birkaç adım atarken.

"Önemli değil, Sefa. " dedim, yüzümde hâlâ şaşkınlığın izleri vardı. "Bir şey mi diyecektin?" diye sordum.

"Yok, abla... " dedi biraz tereddütle. Bakışları yine yola kaydı, sonra kısa bir an duraksadı. “Demin yanındaki abi, arkadaşın mı?”

Sorusuna karşılık kaşlarım çatıldı, ama sakin kalmaya çalışarak, belli belirsiz bir tebessümle yanıt verdim. “Evet, arkadaşım, Sefa. Bir sorun mu vardı?”

Tek kaşımı kaldırarak ona sorgulayıcı bir bakış atarken rahatsız olduğumu belli etmek istercesine başımı hafifçe salladım.

Sefa, bir an yüzüme bakıp boş yola göz gezdirdi, sonra başını eğdi. Bir şeyleri toparlamaya çalışıyor gibiydi, ses tonunda şaşkınlık ve hafif bir pişmanlık vardı. "Ee… biz sorduğumuzda öyle demedi. " diye mırıldandı, dudakları bir an kıpırdayıp durdu. "Bir kamyon dayağı boşa mı yedi şimdi?"2

Sözleri beynimde yankılanırken gözlerim şokla açılarak ona döndüm. "N-ne? Nasıl yani? Siz mi o hale getirdiniz onu?"

Sefa, utangaç bir şekilde yere bakarak, ayak ucuyla toprağı eşelerken yanıtladı.

“Valla abla, kendisi resmen bizi kışkırttı. Biz de…” Gözlerini kaçırarak devam etti. “Sonra da hiç karşılık vermedi, bir güzel dayağını yedi, sonra bıraktık.”3

 

O an gözlerimi sımsıkı kapattım, içimdeki öfkeyi yatıştırmaya çalışıyordum. "Mahir, Mahir!" diye dişlerimin arasından hiddetle fısıldadım. Aklıma düşen düşünceler canımı daha da yakıyordu. Demek, kendini bu hâle bile isteye sokmuştu. Belli ki beni karşısına alıp konuşmamı sağlamak için, bana böyle görünmeyi istemişti. Kalbim bir an burkuldu, içine düştüğü çaresizlik canımı yakıyordu.5

Bir an için daldığım düşüncelerden Sefa’nın sesiyle sıyrıldım. “Bir şey mi dedin, Leyla abla?”

Sefa’nın şaşkın bakışları bana dikilmişti. Sert ama abla şefkati taşıyan bir bakışla bakarken, “Yok bir şey, Sefa. Ama şunu unutma… Bu devletin polisi var, askeri var. Bir dahaki sefere böyle bir şeyle karşılaştığınızda onları çağırmayı deneyin. Ali kıran baş kesen gibi kendi borunuzu öttürmeye kalkmayın, tamam mı kardeşim?”

 

Sefa, mahcup bir ifadeyle gözlerini yere indirdi, elini ensesine götürüp hafifçe kaşındı. “Eyvallah, abla. Tekrar kusura bakma. Hayırlı geceler.”

Sefa’ya kısa bir tebessümle karşılık verdim, ama içimdeki sıkıntı yüzümden silinmemişti. Ağzımın içinde hayırlı geceler diledim, ardından içeri adım atıp kapıyı sessizce kapattım. Kapı kapanırken yüreğime bir ağırlık oturmuştu.

Pencerenin önüne geldiğimde boş ve karanlık yola bakarak, fısıltı ile "Ne yaptı acaba?" dedim kendi kendime. Ama o an içime bir sıkıntı düştü. Telefon numarasının bile bende olmayışına yüzümü düşürerek derin bir nefes aldım. Karaca bulurdu onu.1

Hemen Karaca’yı aradığımda telefonu birkaç kez çaldıktan sonra, o kendine has neşesiyle açtı.

“Efendim çiçeğim. ” dedi.

“Karaca, Mahir buradaydı. Yaralıydı. ” diye hızlıca konuya giriş yaptım.

Ses tonu hemen ciddileşmişti. “Nasıl yaralı? Ne olmuş ki?”

Derin bir nefes alıp içimdeki karmaşayla boğuşarak, “Boş ver, uzun hikâye... Biz biraz konuştuk. Yaralarını temizlerken çıktı, gitti. ” sonlara doğru sesim mırıltı şeklinde çıkmıştı.

“Aklın onda kaldı tabii. ” diye konuştu Karaca, belli belirsiz bir gülümsemeyle.1

İnkar edecek hâlim yoktu. “Telefonu yok. Nerede, ne yapıyor, benim için bir soruşturur musun? Tuna... Tuna bilir. ” dedim, aklıma gelen fikirle biraz rahatlamış hissederek.

“Tamamdır, bebek. Hemen bakıyorum, sana dönüyorum. ” diyerek telefonu kapattı.

Elimde telefonla cam kenarına yürüdüm. Gözlerim üzgünce karanlıkta kaybolan yola dikili kaldı, kalbim de onun peşinden gitmiş gibiydi. Keşke o kadar ağır konuşmasaydım... Ona hem kırgındım hem de kızgındım ama kendime hâkim olsaydım, belki akşamın bu vaktinde yaralı hâlde çekip gitmezdi. Bir an içimde yükselen pişmanlıkla hırçın bir "Of!" çektim ve arkamdaki koltuğa kendimi bıraktım.

Kısa bir süre sonra telefon çaldığında heyecanla hemen açtım.

“Karaca, ne oldu? Var mı bir haber?” Sesim telaşlıydı.

“Seninki açmamış telefonunu, ama Tuna merkezdeymiş, şansa sinyalden baktırdı. İstanbul yolunda hareket hâlinde.”

Karaca'nın sözleri üzerine hayal kırıklığı ile gözlerimi kapattım. Ne yani, bu kadar mı çabuk vazgeçmişti? Beklentilerim yerle bir olmuştu.2

“Tamam. Kapatıyorum. ” diye sessizce mırıldandım.

Karaca'nın sesi yumuşaktı. “Sen iyi misin canım?”

“Bilmem... İyiyim herhalde.”

“Canını sıkacak bir şey mi dedi Mahir?”

Başımı hafifçe eğdim, gözlerim daldı. “Yok... Yani, tahmin ettiğim şeyler. Sadece… sadece onu beklemiyordum. Karşımda öylece dururken, gözlerimin içine bakarken... Aynı zamanda fersah fersah uzağımdaydı. Özleminden delirmek üzere olduğum kişiye bu kadar uzak olmak çok acı veriyor.”

 

Karaca, derin bir iç çekti. “Ben sizi hiç anlamayacağım galiba. İkiniz de aşıksınız ama ikiniz de acı çekiyorsunuz.”2

Burukça gülümsedim. “İnşallah hiç anlamazsın kardeşim. Bazen aşkın da yetmediği zamanlar oluyor işte.”

“Zaman bebeğim, zaman… Her şeyin ilacı. Biraz üstünden geçsin, öfken dinsin. Her şey yoluna girer inşallah.”

“İnşallah. Ben şimdi kapatıyorum.” Diye sessiz bir şekilde fısıldar gibi konuştum.

“Haa, seninkinin kullandığı numarayı da şimdi atıyorum. Bu kıyağımı unutma. ” dedi, muzipçe gülerek.

“Eyvallah kardeşim,” diyerek telefonu kapattım. Hemen ardından gelen mesajda Mahir’in numarası vardı. Elimde telefon, ekrana bakakaldım. Arasam mı, aramasam mı? Saat geç olmuştu ama içimdeki merak ağır basıyordu. Bir şeyler demeyecek olsam bile, sesini duymak istiyordum.5

En sonunda, tereddüt içinde numarayı tuşladım. Kalbim deli gibi çarpıyordu, her an nefesim kesilecekmiş gibi hissediyordum. Telefonun çalma sesi kulaklarımda yankılandı. Çaldı, çaldı... Ama açan olmadı. Kaşlarımı çatıp tekrar arayıp aramamak konusunda tereddüt ettim, sonra bir daha arama tuşuna bastım. İkinci kez de açmayınca derin bir "Off" çektim, içimdeki sıkıntı iyice arttı.

Karaca’yı tekrar aramayı düşündüm ama bir süre duraksadım. En sonunda mesaj kısmına girdim ve kısa bir mesaj yazdım.

“Ben Leyla. Seni merak ettim. Vardın mı?”

Gönderdikten sonra ekrana bakakaldım. Beş kelimelik mesajı defalarca okudum, "Yanlış anlar mı acaba?" diye düşünmeden edemedim. Kendime güldüm, ne hâle gelmiştik böyle?

Zaman geçtikçe bekleyiş daha da zorlaştı. Neredeyse yarım saat olmuştu, ama ne Mahir’den bir mesaj gelmişti ne de bir arama. İçimde dayanılmaz bir endişe büyümeye başladı, daha fazla dayanamayıp Karaca’yı tekrar aradım.

“Karaca… Mahir’e ulaşamıyorum. Bir şey olmuş olabilir mi? Omzu çok kötüydü, kaşı açılmıştı. Tekrar Tuna’ya sorar mısın?” diye adeta bir solukta, telaşla anlattım. Karaca birkaç saniye sustu, belli ki endişemi hissediyordu.

“Tamam, merak etme. Tekrar arayacağım Tuna’yı. ” dedi yumuşak bir sesle.

“Lütfen beni de haberdar et. ” diyerek telefonu kapattım. Odanın içinde dört dönüyordum, zihnim en kötü senaryolarla dolmuştu. "Allah'ım, ne olur bir şey olmasın. " diye fısıldıyordum dualarla.

Bu kez Karaca’nın araması daha uzun sürdü. Telefon çalınca hemen açtım.

“Karaca, var mı bir haber?”

Tedirgin bir sessizliğin ardından, “Tuna bulmuş” dedi. “Şu an yanındaymış.”

Derin bir nefes alarak arkamdaki koltuğa çöktüm. “N-nasıl, iyi miymiş?”

Karaca sesimi sakinleştirmeye çalışıyordu. “Yani, tam bilmiyorum. Bir şey demedi, ama korkma; başına bir şey gelmemiş, anladığım kadarıyla.”

Uzun süredir tuttuğum nefesi bırakıp, bedenimden akan bir rahatlama dalgasıyla, “Tamam kardeşim. Çok sağ ol. ” dedim.

Neşeli sesiyle beni rahatlatmaya çalışıyordu. “Sen de kendini üzme daha fazla, olur mu? O da belli ki aşk acısı çekiyor, tıpkı senin gibi.”5

“Tamam. ” dedim hafif bir sesle.

“ Bir şey olursa haber veririm. ” diyerek elefonu kapattı.

Telefonu kapattıktan sonra arkamdaki koltuğa oturdum. Dirseklerimi dizlerime dayayıp başımı ellerimin arasına aldım. Yorgunluk, endişe ve kalbimdeki karmaşa beynimi zonklatıyordu. Hafif doğrulup koltuğa uzandım. Gözlerim, orta sehpaya bıraktığım telefonda öylece aramasını beklerken yavaş yavaş kapanmaya başlamıştı.

 

******

Sena, kapıya doğru aceleyle yürürken duyduğu inatçı kapı zili tedirginliğini de artırıyordu. Kapının dürbününden dışarı bakarken nefesi tutuldu. Mahir, yüzü gözü dağılmış, kapısının önünde yorgun bir şekilde duruyordu. Panikle kapıyı açtı, gözleri dehşet ve endişe doluydu.

"Komutanım! Ne oldu size?" derken bir yandan da yardım etmek için koluna girmeye yeltendi, ama Mahir’in soğuk eli ona mani oldu.1

"Sena... Ben yokken ne oldu? Leyla'ya ne oldu?" Sesi bitkin ve titrek bir fısıltıydı. Dudaklarından dökülen kelimelerde acının izleri vardı.

Sena, apartman boşluğuna kısa bir bakış atarak Mahir’in sabırsız bakışlarına karşılık içeri geçmesini işaret etti.

"İçeriye geçin. " dedi nazik ama kararlı bir sesle. Mahir, başını hafifçe sallayarak Sena'nın yanından geçerken koridorda birkaç saniye bekleyip ona yol göstermesini bekledi. Sena kapıyı kapattıktan sonra karşıdaki odayı eliyle işaret ederek

"Buyrun, bu taraftan."dedi.

Mahir’in ardında, ikisi de sessizce salona geçtiler. Mahir, kapının karşısındaki koltuğa oturur oturmaz Sena, sesinin kırılganlığını gizlemeye çalışarak, "Kahve getiriyorum komutanım. " dediğinde Mahir, başını iki yana salladı.

"Hiçbir şey istemiyorum. Sadece cevap ver. Leyla benden sonra ne yaşadı? Her şeyi anlat bana, Sena... Buraya gelene kadar kafamda binbir türlü şey dönüp durdu. Yüreğimin kaldıramayacağı şeyleri hayal etmekten delirmek üzereyim."

Sesi kırık, kelimeleri ise acıyla ağırlaşmıştı. Dudaklarından dökülen her kelime içindeki fırtınayı da dışa vuruyordu.

Sena, yanındaki koltuğa oturup derin bir nefes aldı. Gözlerinde bir an için tereddüt belirerek kararsız gözlerle Mahir'e baktı.

“Bunları anlatmak bana düşmez…” diye fısıldadı ama cümlesi Mahir’in keskin çıkışıyla yarıda kalmıştı.1

"Sena... Kime düşer, kime düşmez bırak artık. Leyla ... Leyla yüzüme bile bakmıyor. Onun yanından geliyorum. Bana bir şeyler söyledi ama yarım bıraktı. Anlat ki sevdiğim kadının yaralarına dokunmadan sarabileyim."

Sözcükleri, sımsıkı kenetlenmiş dişlerinin arasından acı bir fısıltı olarak çıkıyordu. Gözleri Sena’nın gözlerinde asılı kalmıştı. Anlayış bekleyen bir komutan değil, sevdiği kadına ulaşmaya çalışan yıkılmış bir adamdı Sena'nın karşısındaki.

Sena, kısa bir an derin bir nefes aldı, komutanına karşı hissettiği öfkeyle karışık üzüntü yüreğini ağırlaştırıyordu. Anlatması zor olsa da, Mahir’in bakışlarındaki ısrar onu daha fazla susturamazdı. Başını ağır ağır sallayarak her şeyi, tüm yaşananları tane tane anlatmaya başladı.

Mahir’in ifadesi, her bir ayrıntıda biraz daha katılaşmış, gözleri yavaşça dolmaya başlamıştı. Mahir’in gözleri bir an için boşlukta gezindi damlalarını bırakırken yanağına doğru.1

Sena ise hayatında belki de ilk defa bu kadar mahrem bir anda, böylesine büyük bir acının karşısında buluyordu kendini. Komutanın anlatırken hem utancı hem de derin bir üzüntü hissediyordu içinde.

Ancak anlatacağı en vurucu noktayı sona bırakmıştı. Birkaç saniye susup duraksadığında Mahir'in boşlultaki bakışları sorar gibi ona döndü. .2

"B-bir şey oldu. Ç-çok daha kötü bir şey... " dedi Mahir, kekeleyerek. Sesindeki titreme derinleşirken duyduklarının yükünü taşıyamaz hale gelmişti. Acısı bir türlü son bulmuyor, her yeni söz yüreğine başka bir yara açıyordu.

Sena, bu anın yüküyle huzursuz bir şekilde olduğu yerde kıpırdanıp gözlerini yere indirirken ağır ağır başını salladı.

“Bir gece, odada uyumadan evvel bir gürültü duydum. Bir kapının hızla açılıp kapandığını ve birisinin uzaklaşan adımlarını işittiğim de içime bir kurt düşmüştü. İşittiğim seslere Leyla'nın sesi de eklenince hızla ben de sesin geldiği yöne yöneldiğimde dış kapının ardına kadar açık olduğunu görmem ile kapının önüne çıktım. Onu... Leyla'yı göle doğru giderken gördüm…” Derin bir nefes aldı Sena, kelimeler artık boğazına düğümleniyordu. Mahir’in donmuş yüz ifadesi ona dönmüştü, “Devam et” der gibi bir bakışla gözlerinin içine bakıyordu.

Sena, yutkunarak devam etti. “Ben… hemen Yusuf’u aradım, o da uyanıkmış. Ben hızla peşine düştüm. Ancak tam ona ulaşamadan… Leyla… kendini bir anda göle attı.” Son sözleri fısıltıya dönüşmüş şekilde döküldü dudaklarından.

Sena’nın sözleri salonda yankılanırken, Mahir’in yüzü sanki donmuş gibi kaldı bir noktaya takılı kalan gözleri ile. Yavaşça başını Sena'dan taraf çevirirken gözlerinde tarifsiz bir dehşet parıltısı vardı. Anlamaya çalışır gibi başını sağa doğru eğerken gözünden bir kaç damla daha süzülüverdi.

Sessizlik, Sena'nın söylediklerinin ağırlığıyla daha da büyümüş, boğucu bir hal almıştı. Birkaç saniye öylece bakakaldım Mahir, sanki duyduklarını anlamladırmaya çalışır gibi baktı Sena'nın ona dönmeyen yüzüne.

"N-ne... Ne yaptı dedin?" Mahir'in derinden gelen titrek fısıltısına karşılık başını yerden kaldırarak acıdan gerilmiş yüzüne üzgün gözlerle baktı Mahir’in.

"İ-intihar... İntihar mı etti?" Mahir'in sorusuna karşılık başını iki yana salladı Sena. Derince yutkundu. Karşısındaki adamın Her kelimesinde ne kadar yıkıldığını görse de içinde ne varsa dökecekti. Tek bir gece de ne yaşandıysa bir bir serecekti önüne.

"Biz de öyle zannettik Yusuf ile. O... O çok kötüydü. Yemiyor, uyumuyor, konuşmuyordu... Tüm bunların yanında açık vermemesi gereken bir görevin içindeydi. Anlayacağınız tam bir cehennemdi yaşadığı." Mahir şok halinde gibi onu dinlerken gözlerini kaçırıp önüne dikti bakışlarını yeniden. Haddinden fazla gerilmişti ve üzgündü. Bir kaç saniyeden uzun bir süre sessizliklerini korurken Mahir'in kırık dökük kelimeleri bu sessizliği bozdu.

"Sen yetişmeseydin..." devamını getiremedi eliyle yüzünü kapatarak kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu sayıklar gibi.

Sena gözlerini Mahir’den kaçırarak, boğazını düğümleyen acıyı bastırmaya çalıştı. “Yusuf… yetişti. Ben şoktaydım. Gölün kenarına kadar geldim ama o an, elimden hiçbir şey gelmedi. Yusuf hemen suya atladı, Leyla'yı kıyıya çıkardı."

Mahir elini yüzünden çektiğinde Sena'ya baktı. Dudakları bir şeyler söylemek ister gibi titredi, ama kelimeler dudaklarına ulaşamadan, sadece ağır bir nefes olarak çıktı. Elleri başının iki yanına gitti, saçlarını kavrayıp başını eğdi. İçinde birikmiş olan acıyı, öfkeyi, pişmanlığı nasıl kontrol edeceğini bilmiyordu.

"Ben ona kavuşacağım diye gün sayıyorken sevdiğim kadın benim acımdan intiharın eşiğine gelmiş." kendi kendine sayıklar gibi konuşmasına karşılık Sena araya girdi.2

"Komutanım intihar değilmiş. Dedim ya başta biz de öyle zannettik ama sonrasında odasında gördüğüm ilaçlardan dolayı halisinasyon gördüğünü anladık."

Mahir yüzünü sertçe silip çatılı kaşlar ile Sena'ya baktı sorar gibi.

"Ne ilacı?"

"Antidepresan alıyormuş ama kafasına göre. Sizin onu çağırdınızı duymuş o gece de." diyerek başını aşağıya eğdi Sena. Sonlara doğru sesi kısılmıştı.

Mahir duydukları ile ayağa kalktı bir anda. Duydukları içerisinde engel olmadığı bir tufana sebep olmuş, ruhu kabına sığamıyordu sanki. Hemen karşısındaki duvara doğru birkaç adım attı, ellerini duvara dayayıp başını eğdi. Nefesi hızlanmış, gözleri acıdan kararmıştı.

"Sena… Ya o öl… Allah kahretsin! Allah beni kahretsin!” dedi, sesi neredeyse duyulmayacak kadar kısık ve titrekti. Ama sanki avaz avaz bağırıyor gibi şiddetliydi. Derin bir suçluluk, içindeki çaresizlikle birleşip ağır bir yük gibi omuzlarına bindi.1

Sena, çaresizce Mahir’e baktı. İçindeki kırıklık, komutanını bu hâlde görmekle daha da derinleşmişti. Sessizce ayağa kalkıp Mahir’in yanına yürüdü, eliyle ona dokunacak gibi yapıp duraksadı. Onu avutmak istiyordu ama bu kadar derin bir yarayı nasıl saracağını bilmiyordu.

“Komutanım…” dedi hafifçe, Mahir’e güç verecek bir kelime bulmak istercesine. “Zamana ihtiyacı var Leyla'nın. O size ölesiye aşık. Ama çok zor zamanlar geçirdi. Yaraları çok taze daha. Vazgeçmeden doğru zaman için bekleyin.”

Mahir, gözlerini ağır ağır kapattı. Derin bir nefes alıp yavaşça doğruldu, başını yukarı kaldırarak tavana baktı. Sena’nın haklı olduğunu biliyordu ama bu suçluluk duygusu yüreğini sarmış, nefes almasını bile zorlaştırıyordu. Birkaç saniye derin nefes aldıktan sonra gözlerini Sena’ya çevirdi.

Mahir, derin bir nefes alıp gözlerini yere dikti, yüzü kederle kırmıştı.. Kelimeler dilinin ucunda dolanıyor, acı içinde yankılanıyordu.

"Sena..." dedi boğuk bir sesle, sesi çatallıydı. "Ben onun yüzüne nasıl bakarım? Nasıl sevdiğimi söylerim? Sanki hiçbir şey olmamış gibi… Yaşadığı o karanlık günleri hiç yaşanmamış gibi nasıl elini tutup ona 'biz olalım' derim?"6

Cümlesinin sonuna doğru sesi kırılmış, kelimeler ağırlaşmıştı. Gözleri dolmuştu, ama bakışları hâlâ yere dikiliydi; sanki o an bile Leyla’nın yaralı bakışları gözlerinin önüne geliyordu.

Sena, Mahir’in kırılganlığını gördüğünde yavaşça derin bir nefes aldı, kelimelerini özenle seçerek konuşmaya başladı. “Yapmayın, komutanım. Onun en çok şimdi, tam da bu hâlde, size ve aşkınıza ihtiyacı var. Bu saatten sonra siz de vazgeçerseniz, işte o zaman gerçekten yarı yolda bırakmış olursunuz onu.” Sesinde hem şefkat hem de kararlılık vardı, Mahir’in yüzünde büyüyen pişmanlığı yumuşatmak istiyordu. "Siz de yaralısınız, o da. İkinizin de acıları taze ve bu yüzden birbirinize destek olmanız gerekiyor. Ona biraz daha zaman tanıyın. Bekleyin. Göreceksiniz… sabrettiğinizde, her şey yavaş yavaş düzelecek.”2

Mahir Sena’nın yüzüne baktı kısa bir an söylediklerini tartar gibi. Bir kaç dakika öncesi çekip uzak diyarlara gidip Leyla'yı kendinden kurtarmak geçerken aklından şuan bambaşka düşünüyordu. Sena başını salladı kendinden ve söylediklerinden emin bir şekilde.

Mahir de sadece başını sallamakla yetindi cevap vermedi ona. Yavaşça dayandığı duvardan doğrulup kısa bir an Sena’ya baktı, gözlerinde minnetle karışık bir hüzün vardı.

"Her şey için sağ ol, Sena. Sadece benim için değil, ikimiz için de... ”1

Sena hafifçe başını sallayıp ona güven dolu bir bakışla karşılık verdi. Mahir, Sena’ya son bir kez daha teşekkür edercesine baktıktan sonra, yavaşça kapıya yöneldi. İçindeki gittikçe ağırlaşan yüküni hafifletmeye çalışır gibi derin bir nefes çekti içine.

Bir an için durup kendisine üzgün gözlerle bakan Sena'ya yeniden baktı. Son bir kez başını eğip selam verircesine hafifçe başını salladı ve ardından kapıyı sessizce çekip çıktı.

Mahir, arabanın yanına geldiğinde şoför koltuğuna kendini boş bir çuval gibi bıraktı. Gözleri dalgınca bir noktaya takılmış, ne yapacağını, nereye gideceğini bilmiyordu. Sena'nın söyledikleri içini kavurmuş, ruhu bedenine sığmaz olmuştu. Ellerini direksiyona koydu, ama gözleri karşıya boş bakıyordu. Motoru çalıştırdı ve rotasız bir gemi gibi, daldan dala savrulan düşüncelerle sokaklardan geçmeye başladı.

Bir sahil kenarında durdu. Arabadan indi, ayakları bile isteksiz bir ağırlıkla yere basarken en yakın banka yöneldi. Gözü kapkaranlık denize dalmıştı; içinde fırtınalar kopuyordu, ama dışarıdan sadece sessiz ve boş bir bakışla görünen bir adamdı. Gözlerini denizin üzerine dikti. Zifiri karanlıkta bir başına kalmış gibiydi.

'Ya geri döndüğümde onu bulamasaydım? Ya o...'

Kafasının içinde dönüp duran bu düşünceler onu esir almış, yüzüne acı dolu bir ifade yerleştirmişti. Avuçlarını yüzüne bastırarak bir iç çekişle dirseklerini dizlerine dayadı.

Ne kadar bu şekilde kaldığını bilmiyordu, zaman sanki durmuş gibiydi. Tam o sırada, omzuna hafif bir el dokundu ve yerinden sıçradı. Başını çevirince Tuna’yı gördü. Tuna, ona sırıtarak bakıyordu.

"Paslanmışsın yiğido. Daha adım attığımda fark etmen lazımdı" dedi Tuna, alaycı bir tonda. Mahir ona ters ters baktı ama Tuna, onun bakışlarını hiç umursamadan hemen yanına oturdu.

“Ee, napıyon be yaa? ” diye devam etti, sanki her şey sıradanmış gibi takılmasına Mahir gözlerini devirerek,2

"Siktir git Tuna, hiç havamda değilim. " dedi. Sesi sert çıkmıştı. Gözlerini yeniden denize çevirdi.

Tuna, sanki ciddileşmeye çalışıyormuş gibi yaparak omzunu silkti. “Yenge seni merak etmiş. ” dedi sakince. Mahir, bakışlarını ona çevirdi.

"Hangi yenge?" diye sordu şaşkınlıkla, sanki başka bir ihtimal varmış gibi. Tuna, alaycı bir ifadeyle başını iki yana salladı.2

"Abi, senin ayazdan sadece götün değil, beynin de donmuş anlaşılan. Kaç yenge var? Karaca birkaç kez aradı beni. Leyla, Mahir çok kötüydü, ona ulaşamıyorum diye aramış onu da. ” dediğinde Mahir, duyduklarının şokuyla birkaç saniye kalakaldı.

Leyla’nın onu merak edeceğine ihtimal vermemişti, aralarında geçen ağır konuşmalardan sonra ona dönüp bakacağına bile inanmıyordu. Bir an afalladı, gözleri büyüdü.

Telefonunun cebinde olmadığını hatırlayınca kaşları çatıldı ve bir küfür mırıldandı. "Allah kahretsin. ” dedi fısıltıyla. Arabaya doğru aceleyle yürüdü ve Tuna’nın şaşkın bakışlarını geride bırakıp hemen direksiyonun yan koltuğunda bıraktığı telefonu aldı. Ekranda Leyla'nın iki kez aradığını ve kısa bir mesaj attığını gördü: "BEN LEYLA . SENİ MERAK ETTİM. VARDIN MI? "

 

Telefonu açtı ve heyecanla arama tuşuna bastı. Kalbi her çaldığında bir an daha sıkışıyor, yüzüne huzursuz bir gülümseme yerleşiyordu. Leyla nihayet telefonu açtığında sesi mahmur ama telaşlıydı.

"Mahir!" dedi Leyla endişeyle.

“Efendim güzelim,” diye karşılık verdi, sanki Leyla karşısında oturuyormuş gibi ona şefkatle gülümsüyordu.

“Bir şey yok değil mi? Aradım ama ulaşamayınca merak ettim. Yaralıydın. ” diye telaşını belli etmeye çalışmadan sordu.

Mahir bir iç çekişle, “İyiyim, telefon arabada kalmış. ” dedi. “Malum pek iyi bir gün geçirmedim.” Diye de ekledi huysuz bir ses tonu ile.

"Öyle. ” dedi Leyla , sesi hafifçe kısıldı, “Şey... Neyse, ben kapatıyorum. Sadece merak ettim. İyiysen sıkıntı yok." Bir kaç saniye cevap vermeden durdu Mahir.

“İyi değilim. Sensiz hiç iyi değilim” diye fısıldamasına engel olamadı. Sözleri içten ama üzüntü doluydu. Leyla’dan bir yanıt gelmeyince, ona uzanamamanın acısını kalbinde hissetti. Sesi titreyerek, “Ben kapatıyorum. İyi geceler,” dedi.

"İyi geceler. " fısıldar gibi yanıtladı Leyla sessizce, ama Mahir’in yüzünden gülümseme silinmişti bile. Yavaşça yürüyerek Tuna’nın yanına döndü. Telefonu kapatıp düşünceli bir şekilde yerine oturdu.

Tuna, umutsuz ve anlayışlı bir ses tonuyla, "İkna edemedin değil mi?" dedi. Mahir başını iki yana salladı.

Bir süre sustular. Tuna, arkadaşının bu haline içten içe üzülmüş halde, "Biraz zaman ver...” diyerek devam etmek istedi ama Mahir sözünü kesti.

"Zamanla olacak iş mi bilmiyorum Tuna? Sena’nın yanından buraya geldim. ” dedi Mahir dalgın bir halde. Tuna kaşlarını çatarak sorar gözlerle ona baktı ama konuşmasını bölmedi.

“Leyla… O benden sonra çok şey yaşamış orada. Ölümün kıyısından almışlar sevdiğimi. Benim yüzümden ölüme yürümüş.” Mahir’in sesi titredi, acı yüzüne yayılmıştı. Birkaç damla gözyaşı yanaklarından süzüldü.

“Akşamdan beri kafayı yiyorum burada. Ya yetişemeselerdi… ya…” diye devam etti ama boğazı düğümlenmişti. Ellerini yüzüne bastırdı, gözlerindeki yaşları sildi, Tuna’ya kırgın gözlerle baktı. “Affetmesin beni. Çünkü ben kendimi affetmeyeceğim.”3

Tuna duyduklarının etkisiyle bir süre sessiz kaldı. Mahir’in yanında nasıl duracağını bilemeden düşüncelere daldı ama sonunda kendini toparladı.

“Ne demek affetmesin?” dedi Tuna, kaşlarını çatarak. “Abi, kolay şeyler yaşamadın sen de. Ama ne zaman haber verelim dedik, inat ettin. Al şimdi. Ahmaklığına doyma! Hadi kalk, ezilip büzülmeyi bırak.” Mahir’i yerden kaldırmak istercesine kolundan tutup çekti. “Eşek gibi kendini affettireceksin.”2

Mahir, umutsuz bir bakışla ona baktı. “Ben nasıl yapacağımı bilmiyorum, Tuna. Beni istemiyor. ” diye fısıldadı.

Tuna sinirlenerek gözlerini devirdi. “Abi, sen aşık olunca bir mal oldun! Kadın sana kırgın, tabii ki istemiyorum diyecek. Sen ne yapacaksın? Kapıdan kovarlarsa bacadan gireceksin. Bak, akşam sana ulaşamayınca nasıl telaşa kapıldı. Bu mu affetmeyecek kadın?” dedi kararlı bir tonda.3

Mahir, arkadaşının sözlerini içselleştirirken hissettiklerini analiz ediyordu. Tüm yaşananlara rağmen çekip gitmek yerine, senelerdir içinde biriken bu sevda için savaşmalıydı. Yolu zor ve meşakkatliydi ama sonunda sevdiğine kavuşmak varsa her şeye razıydım.

Tuna, yorgun bir şekilde ayağa kalktı, üşüyen ellerini ovuşturdu. “Hadi yürü, valla götüm dondu burada. Bir çorba içip eve geçelim. Ben bu aşkın ıstırabını senle birlikte niye çekiyorum anına koyayım? ” dedi sitemkâr bir tonla.

Mahir ona cevap vermeden birlikte arabaya doğru yürümeye başladılar.

"Soracam soracam soramadım. Oğlum bu yüzünün gözünün hali ne? Habeş maynuna dönmüşün?" Mahir gözlerini sinirle kapatırken başını sağa sola çevirdi.

"Sorma abi. Bak işine." Mahir'in sözlerine gözlerini devirdi.

"İşimize de bakmamıza izin vermiyorsunuz ki anasını satayım."

Mahir, Tuna’ya cevap vermeden sessizce yürüyerek kendi arabasına yöneldi. Yavaş hareketlerle kapıyı açıp arabanın içine yerleşirken, Tuna’nın sesi arkasından yükseldi.

“Arif abinin oraya gel, arkamdan,” dedi Tuna.

Mahir, dalgınca ona döndü ve başını hafifçe onaylar gibi salladı. Kafasını dağıtmak istiyordu. Bu boğucu düşüncelerden bir an olsun kurtulmaya ihtiyacı vardı ama gitmekle gitmemek arasında ikilemde kalmıştı.

Kapıyı kapatırken içeri yayılan yalnızlık hissi, üzerine ağır bir battaniye gibi örtüldü. Gözleri, direksiyonun metalik soğukluğuna takılı kaldı. Bir an, başını yavaşça koltuğun arkasına yaslayıp gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı ama içindeki o kasvet dolu bulutlar yerinde duruyordu. Sanki nefesi göğsünde takılı kalmış, içindeki o ezici yükle yer değişmemek için direniyordu.

Zihninde bir film şeridi gibi dönen sahneler, göz kapaklarının ardında onu esir almıştı. Leyla’nın endişeli bakışları, o son konuşmalarındaki kırgın yüz ifadesi, ardından çekip gitmesi... Göğsünde tarifi imkansız bir ağırlık hissetti. Göz kapakları istemsizce titredi; burnunun ucunda biriken acıyı engellemek için kaşlarını çatarak, dudaklarını sıktı.

Kendi kendine bir fısıltı gibi, “Bir kez olsun gülmez mi bu talih bana” diye fısıldadı. Derin bir iç çekişle gözlerini tekrar açtı ve yan aynada kendi yorgun yüzüne baktı. Bu sessiz çırpınışın içinde, kendini koca bir boşlukta kaybolmuş gibi hissediyordu. Elini direksiyona götürüp parmak uçlarıyla sertçe kavradı. Sanki tüm bu düşüncelerden kaçmak istercesine arabayı çalıştırdı.1

Motorun derin homurtusu sessizliği böldü. Mahir, gözlerini tekrar yola çevirerek direksiyona sımsıkı tutunurken gitmek istemese bile, kafasındaki karmaşayı biraz olsun dağıtmak umuduyla Tuna’nın peşinden Arif abinin yerine doğru ilerlemeye başladı.

******

Mahir’in gidişinin üzerinden tam bir hafta geçmişti. Zaman adeta ağır çekimde ilerliyor, her geçen dakika onu daha da yokluğuna mahkum ediyordu. Her kapı çalındığında, kalbim heyecanla yerinden fırlıyor, ayaklarım bir refleksle kapıya doğru koşuyordu ama hepsi boşa çıkıyordu. Kapının ardında Mahir’i görmek istediğim her seferinde, karşımda farklı bir yüz buluyordum. Bu, kalbime her defasında acımasız bir duvar gibi çarpıyordu. Özellikle akşamları, ışıkların loşluğu evin dört bir yanını sararken, onu her zamankinden daha çok bekliyordum. Fakat bu bekleyiş, her gece yeni bir hüsranla sonuçlanıyordu. İçten içe kendime kızıyordum. İstemiyorum, desem de onu deliler gibi karşıma çıkmış görmek için yanıp tutuşuyordum.

Pencerenin önünde kahvemi yudumlayarak dışarı bakıyordum. Kış kendini iyiden iyiye hissettirken artık buradan da gitmem gerektiğini hatırlatıp duruyordu. Bu evde aylarca kalmıştım ve Karaca'nın ailesi sağolsun bir şey demese de artık bu misafirlik uzamıştı bana göre.

Dalgınca dışarı bakarken, uzaktan bir araba belirdi. Kalbim yine heyecanla atmaya başladı ama bu kez bir yandan da kendimi sakinleştirdim, bekledim. Mahir olduğunu umarak yine de dikkatimle yaklaşan aracı izledim. Hayır, gelen Mahir değildi. Karaca’ydı.

Arabası eve iyice yaklaşınca, fincanımı pencere kenarına bıraktım ve hızlı adımlarla kapıya doğru yürüdüm. Kapıyı açtığımda, yüzünde neşeyle bana doğru koştuğunu gördüğüm de ben de içten bir şekilde gülümsedim ona. Ellerindeki yiyecek poşetlerini yere bırakıp boynuma sıkıca sarıldı.

“Yaa çok özledim kızım seni.” dedi Karaca, samimi bir heyecanla.

Ben de ona sarılıp içten bir gülümsemeyle karşılık verdim. “Ben de kardeşim, ben de...”

Birlikte içeri girerken Karaca hemen sobanın yanına geçti. İçindeki coşkuyla montunu çıkarıp sobaya doğru eğildi. “Ohh, yakmışsın sobayı. Vallahi çok özlemişim böyle sıcacık bir evi. ” dedi, avuçlarını ovuşturarak ateşin sıcağını hissetmeye çalışıyordu.

Bu hallerine gülümseyerek bakarken, poşetlerin içinden çıkardığım yiyecek paketlerini masaya koydum. Karaca, poşetleri boşalttıktan sonra beni neşeli gözlerle süzdü. “Hadi gel, soğutmadan yiyelim” dediğinde hemen masaya geçtik.

Yemek yerken, Karaca keyifle konuşuyor, olan bitenden bahsediyordu. Eski günleri hatırlayıp iç geçirirken, yüzümde hafif bir tebessümle onu dinliyordum. Yüzümdeki hüzünlü gülümseme fark etmiş olmalıydı ki, birden konuya giriş yaptı.

“Var ya, Kürşat müdür sen gittikten sonra canlarına okuyor. Özellikle Yusuf’un. Salim de ters zaten ama o ayrı bir ters Kürşat müdüre.” Kahkahasını tutamayarak konuşuyordu.3

 

Gözüm hafifçe uzaklara kaydı. Yusuf’u düşündüm, her zaman alaycı duruşunun ardında anlaşılması zor, karmaşık bir insan olmuştu. Belki de tüm bu olaylarda amcamın da payı olduğunu düşündüğünden, ona karşı öfkesini saklayamamıştı.

Bir anda, Karaca ciddileşip yüzünü buruşturdu. “Aslında, buraya beni Kürşat müdür gönderdi. ” dedi, mahcup bir ifadeyle gözlerini kaçırıyordu.1

O an, yüzümdeki ifade değişti, kaşlarımı çatıp ona baktım. Gözlerimi onun yüzüne dikerek, ne söyleyeceğini bekledim. Karaca bu ifadesiyle, istemediği bir şeyi yapmak zorunda kalmış gibiydi.

Bir an durdu, sonra derin bir nefes alarak, “Birincisi, istifanı kabul etmedi. ” dedi.3

Sinirle gözlerimi kapattım. Biliyordum, amcamın işi yokuşa süreceğini. Şaşırtmamıştı beni.

Dudaklarıma sızan sinirli bir gülümsemeyle, “İkincisi?” diye sordum.

Karaca, gözlerini kaçırarak devam etti. “İkincisi…” diyip durakladı. Yüzünde bir hoşnutsuzluk vardı. “Birimini değiştirdi.”

Sinirle, acı acı güldüm. “Sürdü yani, değil mi? İnşallah İstanbul'dayımdır hala.”

Karaca'nın yüzünde kararsız bir ifade belirdi, gözlerini benden kaçırarak, “İstanbul’dasın da... Off ya en iyisi kendin bak. ” diyerek yanında duran çantasından bir kağıt çıkarıp bana uzattı.

Kağıdı aldım, katlanmış kağıdı açarken içimde bir gerginlik vardı. Yazıları hızlıca taradım, okudukça gözlerim büyüdü ve şaşkınlıkla Karaca’ya baktım.

“Ne!” Ağzımdan çıkan kelime neredeyse bir fısıltı gibiydi ama şaşkınlığım yüzümde apaçık görünüyordu.12

🌸🌸🌸🌸

Kestiiiiim😎1

Zalım yazar dediğinizi duyar gibiyim 🤭4

Birim hakkında tahmini olan var mı 🤓3

İnşallah beğendiğiniz bir bölüm olmuştur.3

Ay valla Medyadaki şarkı ile okuyun duygu komasına girin🤓

Diğer bölüme kadar Sağlıcakla kalın.1

Bizi beğenip yorum yapın lütfen 🤩

Öpüyoreeee 😚4

Bölüm : 28.10.2024 19:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...