Merhabalar efenim.
Bir bölümle daha karşınızdayım.
Bu bölümümüz bu gün doğum günü olan mavispapatyam a gelsin. 😚
Nice mutlu yıllara bebişim🤗
Evet bölüme geçmeden önce bir uyarı vereyim. Bak okuyonuz beğeniyonuz yorum yapmıyorsunuz.
Zalımsporlar az yorum yapın da biz de şenlenelim. Sizin reaksiyonlarınıza göre bri sonraki bölüm de o sahnelere daha çok yer veririz ayol 🤗
Hadi bakalım pamuk eller klavyeye🤭
HİKAYEMİZİN BAŞ KARAKTERİNİN İSMİ DEĞİŞMİŞTİR. LEYLA İLE YOLA DEVAM.
Keyifli okumalar efeeem🫠
🌸 🌸 🌸 🌸 🌸
Fosfor yeşili üniformam ile yaldır yaldır yanarken eski birimimin önünde durdum bir an. Göğsümde yavaş yavaş yükselen gerginlikle çevreme bakındım. İlk haftamı tamamlamış olmakla birlikte yeterince işim yokmuş gibi bir de yeni amirim tarafından eski amirime evrak gönderilmekle görevlendirilmiştim. Adeta bilerek yapılmış bir eziyet gibiydi. Kalbim hızla atarken dudaklarımı sıktım, yüzümde sert bir ifade belirdi, başımı yukarıda tutmaya çalışarak etrafa meydan okurcasına bakışlar atarken karşıma çıkan tanıdık gözlerde bir şaşkınlık ve ardından yüzlerinde beliren alaylı gülümsemeleri gerginliğimi daha da artırıyordu.
Kaşlarımı çatıp, dudaklarımı inatla büzdüm ve bakışlarımı etrafa adeta ateş edercesine gezdirdim. Gözlerim tehditkârdı, “Hadi bakalım, alay edin de görün. ” der gibi.
İçeri doğru adımlarımı attıkça kalbimin sesi kulaklarımda yankılanmaya başlamıştı. Biraz daha ilerlediğimde, tam o sırada, elinde çay tepsisiyle Yusuf’la göz göze geldim. Şaşkınlıkla olduğum yerde kalırken o da bana bakıyordu. İkimiz de birbirimizi baştan aşağı süzerken Yusuf’un gözleri, üzerimdeki fosfor yeşili üniformam geziniyordu. Kırışan yüzünden gülmemek için kendini zor tuttuğu belliydi.
Elindeki tepsiyi işaret ederek,
“Ne iş, seni de çaycılığa mı getirdi?” diye sorduğumda Yusuf’un gözleri sinirle kısıldı, dişlerini sıktı.
“Ebemi s... Tövbe estağfurullah.” diye patladı sonunda. “Asansör kullanmak yasak. Çay soğudu diye kaç kez geri gönderdi, az kaldı sıkacağım kafama.”
Yüz ifadesi o kadar bezgindi ki kıkırdamadan edemedim. Yusuf’un kısılmış gözleri kısa bir an için bana döndü. Ben ise devam ettim,
“Ne yaptın da bu kadar sinirlendirdin?” diye sordum kaşlarımı merakla kaldırarak. O ise bakışlarını kaçırırken dudaklarını buruşturdu.
“Boş ver.” dedi, derin bir iç çekerek. “Sen ne yaptın, alıştın mı?” diye sorduğunda, gülümsemem silindi yüzümden. İçimdeki o ağır duyguyu saklayamadan üzgün gözlerle yüzüne baktım.
“Benan’ın yanında olmayı tercih ederim. ” diye mırıldandığımda. Yusuf’un kaşları gülerek havalandı.
“O kadar diyorsun! Kızım, ne olursa olsun, vallahi hiç bir şeye tercih etmem orayı.” dediğinde başımı iki yana salladım.
“Kaç tane araba çeviriyorum, haddi hesabı yok. Yanıma da sağ olsunlar, seçmece bir arkadaş vermişler. Çin işkencesinden hallice. ” dedim. Sinirli bakışlarımı etrafta gezdirirken eski görev arkadaşlarım hâlâ bakışlarıyla beni taciz ediyorlardı. İçimde patlamaya hazır bir öfke vardı, gözlerimi kısarak ters bir bakış attım.
“Bunlara da eğlence çıktı” Diye sinirle çıkıştığım da Yusuf da alaycı bir kahkaha koyuverdi. “Sayende kırk yıllık konuşacak malzeme buldular. Neyse, geriye döndüğünde getirirsin burunlarından. Sana güveniyorum, arkandayım. ” dediğinde burukça gülümsedim. Dudağımı büzüp ağır ağır başımı iki yana salladım.
“O biraz zor Yusuf. Dönmeyi düşünmüyorum. ” dedim kararlı bir sesle. Yusuf’un gözleri irileşti, neredeyse dehşetle bana baktı.
“Kızım saçmalama! Sonsuza kadar trafikte mi kalacaksın? Elbet geçer siniri Kürşat Müdürün. ” dedi. Kaşlarımı sertçe çattım.
“Ya benim sinirim?” dedim, sesim bir bıçak gibi keskindi. Yusuf gözlerini devirdi, başını iki yana salladı, sen adam olmazsın der gibi.
“Neyse hadi, çekil. Beyefendi Latte Macchiato istiyormuş bu sabah. ” dediğinde sinirli halini komik bulup kıkırdamaya başladım. Yusuf tepsiyle koridorda ilerlerken, peşinden gözden kaybolana kadar baktım gülen gözlerle.
Önüme dönüp amcamın odasının bulunduğu dar koridora girdim. Dar koridorda adımlarım yankılanırken yüzümde ince bir gülümseme belirmişti ama içimdeki gerginlik gittikçe büyüyordu.
Amcamın odasının önüne geldiğimde, aylardır onu görmemiş olmanın gerginliği yüreğime çöktü karabasan gibi. Omuzlarımı dikleştirdim, duruşumu daha sağlam hale getirdim. Kapıyı tıklattp içimden derin bir nefes alarak amcamın otoriter sesi ile “Gel!” deyişini bekledim.
Kapıyı açıp içeriye adımımı attığımda görüş açıma giren amcam ve hemen karşısında Serhat ve Karaca oturuyorlardı. Herkesin bakışları bana döndü. Gözlerim hafifçe kısılırken boğazımı temizledim. “Gelebilir miyim, müdürüm?” dedim, sesim soğuk ve neredeyse mekanik bir tonla.
Amcamın yüzünde sinirli bir ifade vardı, gözleri benimkiler kadar soğuktu. “Gel. ” dedi kısa ve net bir şekilde.
Masasına doğru yürürken üzerimde hissettiğim bakışların ağırlığı ile gerginliğim daha da artarken başımı o tarafa çevirmedim. Kararlı, dimdik adımlarla ilerleyip elimdeki evrakları uzattım.
“Rıza Müdür’üm gönderdi. ” dedim, sesim hâlâ aynı mesafeli tondaydı. Amcam başını salladı, evrakları alırken yüzünde hiçbir duygu belirtisi yoktu.
“Dışarıda bekle. ” dedi. Şaşırdım ama çaktırmadan başımı onaylar gibi salladım ve kapıdan çıkıp dışarıda öylece beklemeye başladım. Gözlerimi kapının ahşap yüzeyine sabitlerken derin bir nefes alarak sabırla bekledim.
Cebimdeki telefonu çıkarıp saate baktım. Mesai saatime daha iki saatim vardı. Umutla iç geçirdim; inşallah şu imza işi çabucak biter de bir an önce buradan kurtulurdum. Beklemekten içim içimi yiyor, koridorda geçen her dakika yavaş yavaş sinirlerimi yıpratıyordu. Çevreme baktım; dar ve sıkıcı koridorda zaman sanki geçmek bilmiyordu. O an fark ettim ki, beklerken sol elimi yumruk yapmış, sağ ayağımı yere sinirle vurmaya başlamıştım. Gelen geçen herkesin bakışları üzerimde toplanıyor, ama kimsenin garip bakışlarına aldırmadan homurdanarak sıkıntıyla iç çektim.
Yirmi beş dakika geçmişti. Gözlerim kapıya takılırken hala içeriden bir ses yoktu. Öfkeyle nefesimi verip ellerimi belime koyarak sinirle iç geçirdim. Tam o sırada kapı açıldı, başımı hızla kaldırıp duruşumu dikleştirdim. Kalbim aniden hızlanırken beklediğim kişinin çıkmış olmasını umarak gözlerimi kapıya diktim. Çıkan Karaca'ydı.
Karaca kapıyı yavaşça kapatıp bana döndü. Yüzünde üzgün bir ifade, gözlerinde bir parça hüzün vardı. Bunu görünce sinirim daha da arttı, gözlerimi devirerek huysuz bir şekilde mırıldandım, “Bakma şöyle.”
Karaca öfke ile nefesini verirken “Bilerek yapıyor ya, resmen! Atacağı bir imza. ” diye sinirle patladı. Sinirle gülümsedim. Bu bekleyişe asla yenilmeyecektim, inadım inat, başımı gururla dikleştirdim.
“Yıldıramayacak beni, Karaca. İsterse akşama kadar bekletsin, başımı eğmeyeceğim.” dedim, sesim inatçı bir güvenle doluydu. Burnumu gururla havaya kaldırmama Karaca gülümsedi.
“Yürü be kızım! Arkandayım. ” dedi, kolumu dostça patpatlayarak. Gözlerindeki destekleyici, sıcak bir bakış her zamanki gibi beni de rahatlatmıştı.
Kararsız bakışlar ile arkasındaki kapıya baktı, “Serhat da az sonra çıkar. Gel, bir çayımı iç diyeceğim de...” dediğinde istemsizce kıkırdayarak başımı sağa sola salladım.
“Sabah içtim, sağ ol bebeğim. Hadi geç yerine, ben de şu lanet evrakı alıp gideyim mesaime.” dedim. Karaca başını salladı, gözleri hala biraz endişeyle doluydu ama bir şey demeden geri çekildi.
Kapının önünde biraz daha bekledim. Zaman ilerlemiyordu, saniyeler birbirine eklenerek benim sabrımı daha da zorluyordu. Nihayet, on beş dakika sonra, kapı yavaşça aralandı.
Serhat dışarı çıktığında gözleri anında beni buldu. Gözlerinde alışık olduğum o tanıdık, fakat görmek istemediğim o yoğun bakış vardı. Kapıyı kapatıp tam önümde durdu, sanki gitmeme engel olacakmış gibi konumlandı.
İfadesi kararsız ve hüzünlüydü. Gözlerindeki burukluğun beni etkilemeyeceğini bilmeliydi ama belli ki denemekten vazgeçmemişti.
Gözlerimi ona dikerek sert bir tavırla, “İşim var, Serhat. Hiç çekemeyeceğim seni. ” dedim. Sesimdeki bıkkınlık neredeyse elle tutulur hale gelmişti.
Serhat’ın yüzü bariz bir şekilde bozulurken dudakları istemsizce aşağı kıvrıldı. Ama yine de, pes etmeyecek gibiydi. “Ben... Uzun zaman oldu, nasılsın diye merak ettim. ” dedi, sesi hafif titriyordu. Bu cümle, kalbimde hiçbir kıpırtı yaratmadı. Sıkıntıyla derin bir nefes alıp verdim, gözlerimi kapattım, bir an için sabrımı topladım.
“Hiç vazgeçmeyeceksin, değil mi?” dedim, gözlerim onu delip geçiyormuşçasına sertti. Serhat buruk bir gülümsemeyle başını iki yana salladı.
Kaşlarımı kaldırdım, sinir bozucu bir şekilde gülerek başımı hızlıca salladım. Yeterince sinirliydim. Bu yersiz duygusal çıkışlar sinirlerimi daha da bozuyordu. İçimdeki öfke aniden kaynar bir sel gibi yükseldi.
Serhat’ın bu tavrı beni sabrımın son noktasına getirmişti. Başımı öne doğru uzatıp yüzümü onun yüzüne yaklaştırdım gözlerimi kısarak.
“Sana ekmek yok bu kapıda, Serhat kardeşim. Bak, kardeşim diyorum, bundan ötesi yok bende. ” dedim, kelimelerim tane tane ama keskin bıçaklar gibi soğuk ve sertti.
“Lütfen çekil git, yattığın kalktığın kadınlarda ara aradığını. Yeteri kadar sinirim tepemde, sana sıçramasın canım kardeşim. ” dedim, sesimdeki sertlik her hecede vurgulanıyordu. Serhat’ın yüzü birden allak bullak oldu, sanki o an donup kalmış gibiydi. Yüzü önce şaşkınlıkla, sonra da derin bir hüzünle kasıldı.
Ona daha fazla bakmadan hemen yanından geçip gittim. Onu geride bırakmak içimde bir rahatlama hissettirdi. Ne halt yerse yesin, benim için önemi yoktu. Gözlerim ileriye, yoluma odaklanmıştım. Sinirim hala tavandı ama en azından kendi yolumda ilerliyordum.
Kapının önüne geldiğimde kapıyı çalarak bu sefer amcamın cevabını beklemeden içeriye daldım. Evet girmek değildi yaptığım dalmaktı. Çok sinirliydim ve öfkeme hakim olmak için yoğun çaba sarfediyordum.
Masasının tam karşısına geçip beklemeye koyuldumduğumda kafasını kaldırmadan getirdiğim evrakı okuyordu amcam da. İmzasını attıktan sonra dosyayı kapatıp başını kaldırdı. Göz göze geldiğimiz de baştan aşağı süzdü beni.
"Nasıl gidiyor?" diye sordu huysuz bir tını ile. Dik bakışlarım gözlerinde iken aynı terslik ile ama saygı çerçevesinde cevap verdim ona.
"İyi gidiyor. Mesaim başlamak üzere efendim. Evrak işi bittiyse alıp çıkayım." dediğimde kaşlarını kaldırıp önündeki dosyaya baktı. Ağzının içinde yok anlamında bir ses çıkarıp,
"Bitmedi. Bizim de eklememiz gereken kısımlar var. Yarın gel veririz evrakı." dediğinde bir kaç saniye öylece kalırken sinirli bir gülüşle başımı salladım hızlı hızlı. Dişlerimin arasında öfke ile bedeli kelimelerim tane tane çıktı.
"Keşke... Keşke bunu daha önce iletseydiniz." dediğimde kaşları havalandı alayla.
"Kusura bakma fikrini almak aklıma gelmedi. Şimdi çıkabilirsin." dediğimde bir kaç saniyeden daha uzun bir süre gözlerine baktım tüm iyi niyetlerimi bakışlarımdan anlaması için.
Başımı sallayarak hızlı ve sert adımlar ile odasından çıkarken kapıyı tam çarpacakken kısa bir an göz göze geldik. Derince yutkunup, ya Sabır, diyerek daha az sertlikte kapıyı çektim.
Hızlı adımlar ile koridorda yürüken tepemden duman çıktığına yemin edebilirdim. Ama tekrar söylüyordum ki yıldıramayacaktı beni. Çıkışa gelene kadar da arkadaşların bakışları üzerimdeydi.
"Alacağın olsun amca ama." diye mırıldandım ağzımın içinde öfke ile. Otoparka geçtiğimde yaldır yaldır yanan ekip otomuzun yanına gelip şoför koltuğuna oturdum.
Arabaya biner binmez arabayı saran ağır koku ile yüzümü buruştururken hemen yan koltukta hala bir şeyler tıkınan Kerem'e döndüm. Önüne açtığı sefer tası benzeri beslenmelerinin kokusu tüm arabayı sarmış hepsi birleşince çok kötü ağır bir koku ortaya çıkmıştı. Tüm camları açarken hızlı bir şekilde huysuzca söylemeyi de ihmal etmedim.
"Bu ne lan! Leş mi kemirdin?" sorumdan hemen önce ağzına tıktığı lokmasını hızlı hızlı çiğnerken huysuzca baktı bana.
"Ee napayım komiserim. Gelmek bilmeyince siz annemin koyduğu beslenmeleri yedim can sıkıntısından."
Başımı iki yana sallayıp sinirle güldüm. Kerem de imtihanımın içinde imtihandı gerçekten. İtina ile seçip yanıma koymuşlardı. Çok bir polis fenotipine sahip olmayan oldukça kilolu saha tecrübesi sıfır bir arkadaştı.
Es kaza polis akademisi okuyup mezun olmuş. Sonrasında ise kamera takip kısmında görev vermişlerdi kendisine. Şimdi ise stajyer gibi yanımda ama zerre işle ilgisi olmadığı için de iş yükümü artırmakla meşgul bir arkadaştı.
Önündeki boşalan kaplara hoşnutsuz bir bakış atıp, "Ee daha mesai başlamadan hepsini bitirmişsin, sonra başımın etini yeme de?" gülerek arkaya uzandı koca göbeği izin verdiği müddetçe. Elindeki kocaman çantayı gösterdi.
"Onlar atıştırmalığımdı asıl yemeğim burada. Annem size de koydu amirim." dediğinde başımı iki yana sallayarak güldüm yine.
"Sağolsun." dedim sevecen bir sesle. Arabayı çalıştırıp mıntıkamıza ulaştığımız da arabayı kenara çektim. Arabadan inerken Kerem'in hala oturuyor olduğunu gördüğümde sinirli bir nefes bıraktım.
"Neyi bekliyorsun acaba?"
"Amirim yaa! Bir ağırlık çöktü ki sormayın gitsin. Az biraz gözlerimi dinlendirsem... Çok değil 5 10 dakika nasıl iyi gelecek bir bilseniz." dediğinde inanmaz gözlerle yüzüne baktım.
Sanki anasından izin alan çocuklar gibi yüzünü düşürüp dudağını büzmüştü. Başımı yukarıya doğru kaldırıp,"Ya Rabbim sen bana sabır ver."
Alev saçan gözlerimi tekrar ona çevirirken derince yutkunup emniyet kemerini çözdü.
"Ben şey yapayım... Dubaları koyayım." diye mırıldandığında cevap vermedim. Arabanın kaputuna oturarak Kerem'in işini bitirirmesini bekledim. Usul yavaş dizdiği dubalardan sonra yanıma geldiğind nefes nefese kalmıştı.
"Ulan şu halini gören dağ aşıp geldin sanacak. Alt tarafı 5-6 tane duba dizdin." dediğimde dudaklarını büzüp üzgün gözlerle yüzüme baktı.
"Öyle demeyin amirim. Valla kolay iş değil." dediğinde kaşlarım havalandı inanmaz gözlerle yüzüne bakarken gülüyordum.
"Geç hadi radar ekibi gelmiş mi? Telsizden anons geç." dediğimde başını sallayıp ekip otosuna geçti. Ben de elimdeki cihazımı açıp oturum açmakla uğraştım. Günün belli saatler radara giren araçları durdururken belli saatlerde rutin kontrol için durdurma yapıyorduk.
10 gün olmuştu başlayalı ve düşünüldüğü kadar da kolay değildi ya da bana zoru özellikle verilmiş olabilirdi. Şehrin oldukça dışında otobana alternatif bir otoyol üzerindeydik. Kerem de sağolsun elinden geldiğince yardım ediyordu. İşin kötü tarafı elinden bir şey gelmiyordu.
Günün ilerleyen saatlerinde radar çevirmesi bitmiş rutin çevirme işine dönecektik. Ayakta kalmaktan bacaklarımı hissetmiyordum artık. Kerem ise yine tıkınmakla meşguldü.
"Yemek istemediğinize emin misiniz amirim?" dediğinde telefonumdan çektiğim bakışlarımı ona çevirdim.
"Kerem'cim sık sık ye az ye olayını yanlış anlamış olabilir misin, ha güzel kardeşim? Bak bünyene de zarar. İki duba diziyorsun nefes nefesin."
"Ne yedim ki amirim?"
Başımı camdan dışarıya çevirip, "Bir beni yemedin anasını satayım." diye ağzımın içinde söylendim.
"Anlamadım amirim."
"Bir şey demedim Kerem. Ye koçum ye. Can boğazdan gelir. Hadi ben çıkıyorum kontrol için. Sen de gel günlük kotayı doldurup gidelim." sözlerime başını salladı.
Üst üste yaptığımız çevirmeler ile nihayet bitmek üzereydi. Kerem durduruyor ben de elimdeki tabletten kontrolü yapıp gönderiyordum.
Gönderdiğim araçtan sonra Kerem'e düştü bakışlarım. Bu yol kenarlarında, restoranta çağırır gibi eli hareket eden şişme balon adamlara benziyordu. Kendi kendime kıkırdarken uzaktan gelen siyah araca işaret etti o da durması için. Hızını düşüren jip hemen yanımda durdu.
Elimdeki tabletten yeni bir sayfa açarken jipin de sürücü camı yavaşca aşağı indi. Karşımda yaklaşık 2 haftadır görmediğim adam, bana gülen gözlerle bakarken öylece bakakaldım.
Dolaylı da olsa burada olmama, bu çileleri çekmeme sebep olanlardan biri de oydu. Trafik şube yazısını görür görmez, Mahir’in bana defalarca seni trafiğe alalım sözleri yankılanmıştı kulağımda.
"Kolay gelsin amirim." dedi sevecen bir sesle. Sözlerini duymazdan gelerek,
"Ehliyet, ruhsat." dedim.
"Hay hay." dedi gülümseyerek. Çıkardığı belgeleri okuturken yüzümde hissettiğim bakışlarına karşılık vermedim.
Bok gibi geçirdiğim günün ardından böyle bir karşılaşma beni sakinleştirmek şöyle dursun öfkemi daha da harlıyordu.
"Leylam... Bir kez olsun bakmayacak mısın bana?" dediğinde tabletteki boş bakışlarım öfke yüklenmiş halde ona kalktı. Bir kaç saniyeden daha uzun bir süre birbirimize bakarken arkada da en az 3 araç vardı. Başımı salladım hızlı hızlı.
"Bekleyin lütfen." diyerek ekip otosuna doğru yürürken hemen ilerideki Kerem'i çağırdım. Elimdeki tableti kucağına fırlatır gibi bıraktım.
"Sen devam et öndeki jipten sonrasına. O kalsın. " öfkemi görmüş olacak ki itiraz etmedi. Ekip otosuna geçip yapmak istediğim şey için yetkili yerlerle görüştükten sonra araçtan indim.
Mahir de aracından inmiş, aracın kaputuna dayanmış kollarını bağlamış şekilde bana bakıyordu. Arabadan inmem ile yanıma doğru yavaş adımlar ile yaklaşırken baştan aşağı süzdüm onu. Siyahlar içinde kalbimi tekletecek kadar yakışıklı iken karşısında ciddi bir şekilde durmak çok zordu.
Bunu başarabiliyordum belli ki gergin bir ifadesi vardı. Tam karşımda durduğunda özlem dolu bakışları yüzümün her bir yerini karışladı. Bir kaç saniyeden daha uzun bir süre bakarken birbirimize,
"Nasılsın?" diye fısıldadı.
"İyiyim." dedim duygusuz ve sakin bir sesle. Burukça gülümserken,
"Sormadın ama ben hiç iyi değilim." diye mırıldandı.
"Oluyor arada öyle. Geçer." Sözlerim alayvari bir şekilde çıkmıştı dudaklarımdan. Sözlerim yüzünü daha da düşürürken başını sağa doğru eğdi.
"Geçmiyor. İyi olmam için gereken kişi yanımda olmayınca geçeceği de yok." Sözleri ile kalbim heyacanla garip bir şekilde kasılsa da kuyruğu indirmeden burnumu diktim.
"Görünüşe göre de geçmeyecek o vakit." dediğimde gülümserken yüzünü yüzüme eğdi.
"Buradan dönmesine asla izin vermem komiser hanım. Ne kadar beklemem gerekiyorsa bekler, ne kadar sürünmem gerekiyorsa sürünürüm ama senin tarafından sevilmenin tadını aldıktan sonra anca ölüm geçirir beni bu yoldan." Yüzüme vuran nefesi ve sözleri kalp atışlarımı hızlandırırken bu büyülü anı bozan Kerem'in borazan sesi oldu.
"Amirim bir sorun mu var?" Ben daha cevap vermeden Mahir başını çevirerek cevap verdi.
"Var koçum. Amirin bir türlü affetmiyor beni." dedi.
"Ne affetmesi?" diye anlamaz şekilde baktı Mahir'e.
Ufukta görünen çekici ile sinsice gülümsedim.
"Kerem'cim. Arkadaşın arabasını çektiriyoruz." dediğimde Kerem de dönüp baktığım yere baktı. Bakışlarım tekrar Mahir'e döndüğünde yüzünde sanki ona ödül vermişim gibi bir gülümseme ile yüzüme bakıyordu. Bunun böyle olmaması lazımdı.
"Çektir güzelim. Çilemiz buysa çekeriz. Beni yoksayıp buz gibi bakmandansa istediğini yap razıyım."
Bu sefer dumura uğramış kişi bendim. İçim pişmanlık hissi ile dolsa da çok kısa bir an sürmüştü. Sözlerine karşılık vermeden hemen aracın önündeki çekiciye doğru yürüdüm. Kerem de ardımdan yürürken,
"Amirim hangi zamandan kaldı bu çektirme işi. Adamın muanesi sigortası geçtiyse affedip gönderseydik. Yazık uğraşacak bir sürü." dediğinde ters bir bakış ile Kerem'e baktım.
"Çekilecek dediysem çekilecek Kerem." Dudaklarını büküp başını salladı. Çekicinin şoförüne de ayrı bir tutanak teslim edip arabayı çekmesini söylerken o da şaşkındı ama Kerem gibi sorgulamadı.
Çekicinin yanında ben, Kerem ve Mahir yanyana dizilmiş arabanın çekilmesini izlerken hiç birimiz konuşmuyorduk.
Aracın yükleyen şoför de gerekli evraklara imza atıp yola çıktığında Kerem'e döndüm. "Topla dubaları Kerem, çıkıyoruz." dediğimde başını sallayıp dubaları toplamaya koyuldu. Mahir hemen yanımdaydı ama ona taraf dönüp de bakmıyordum.
Kerem'in işi bittiğinde araca geçerken ben de Mahir'e döndüm. "Ara birini almaya gelsin seni. Bizim mesaimiz bitti." diyerek arkamı döneceğim sırada kolumdan tuttu. Yüzünde tedirgin bir ifade ile,
"Beni bu dağ başında mı bırakacaksın?" dediğinde alayla kaşlarım kalktı.
"Cehennemin ortasında bırakmadım birileri gibi. Az önce edebiyat yapıyordun " Etrafı elimle gösterek, "Hem ne güzel doğa, kuşlar böcekler. Az oksijen beynini de açar." Sözlerimin bitiminde sinir bozucu bir şekilde bir gülüş atarken kolumu ellerinin arasından kurtarıp arkamı dönüp aheste aheste yürümeye başlarken sesli nefes alış verişi geldi kulağıma.
"Öyle olsun güzelim. Ama alış bu karşına çıkmalarıma. Bırakmayacağım peşini." dediğinde gülmemek için dudaklarıma dişlerimi geçirdim.
İçimdeki buzlar çoktan erimeye başlamıştı ama birilerinin artık bir adım atacakken iki kez düşünmesi gerekiyordu. Ben de bunu çok güzel öğretecektim.
Arabaya bindiğimde Kerem tedirgin gözlerle karşıdaki Mahir'e baktı.
"Amirim, adamı burada mı bırakacağız?" dediğinde cevap vermeden arabayı hareket ettirdim. Dikiz aynasından arkamda bıraktığım adama bakarken az içimde bir yerler rahatsız oldu. Başımı iki yana sallayarak bu hissi uzaklaştırdım hemen.
Madem bu kadar istiyordu çekecekti çilesini komutan bey.
" Amirim bu adamı siz tanıyor musunuz?" diye sorduğunda evet anlamında ağzımın içinde bir ses çıkardım.
"Eski manit galiba?" diye sorduğunda yüzümü buruşturarak, "Aynen ondan kardeşim."
"Ama ona göre eski de kalmamışsınız. Size çok aşık bakıyordu." dediğinde dudaklarımı öne doğru büzüp gülmemi bastırdım. Hoşuma gitmişti Kerem'in bu tespiti. Demek öyle bakıyordu.
"Boşver şimdi benim özel hayatı. Nereye bırakacağım seni?" diye konuyu değiştirdim.
"Eve, size zahmet olmazsa." dedi.
"Zahmeti yok kardeşim." diyerek hızımı attırdım. Kerem'in eve geçecekken, kendi evimize geçmekten vazgeçip Kereme daha yakın olması sebebiyle annemlere geçmeye karar verdim.
Apartmanın önüne arabayı park edip içeri girdim. Kapıyı çaldığım da annemin uzaktan, "Geldim!" sesini duymam ile yüzüme bir gülümseme yerleşti.
Başında örtüsü, üzerinde mutfak önlüğü ile akşam telaşında olduğu oldukça belliydi.
"Oy boncuğum hoş geldin." diye sarılıp yanaklarımı öptü en şap şaplısından.
"Hoş bulduk anacım. Son dakika aradım yemeğin mi yoktu kız yoksa? Ne bu telaş? " Bir yandan konuşurken bir yandan da üzerimde yaldır yaldır yanan fosfor yeşili montumu çıkarıp vestiyere bıraktım.
"Şey... Vardı yemeğim de. Bir misafirimiz daha olacak ona hazırlanıyordum. " dediğinde kaşlarım çatıldı.
"Of anacım yaa! Öyle zor bir gün geçirdim ki valla inşallah tanımadığım biri değildir." dedim içeriye doğru adımlarken.
"Şey.. Tanıdığın biri kızım da... Ay ben yemeği unuttum deli kız. Lafa tuttun beni." diyerek hızlı hızlı mutfağa geçti. Ben de kendimi koltuğa bıraktım. Aşırı derece bitkin ve yorgun hissediyordum. Normalde üniformamı hemen üzerimden çıkarırdım ama şu an ona bile mecalim yoktu. Tüm gün ayazı yiyip şimdi de sıcağı görünce kedi gibi mayışmıştım. Gözlerim ağır ağır kapanırken engel olmadım.
"Sadece 5 dakika." Diye kendi kendime mırıldanırken uykuya dalmam çok uzun sürmemişti.
Ne kadar uyudum bilmiyorum yanağımda hissettiğim tüy gibi dokunuşla gözlerim bir anda açılırken karşımda bana gülen gözlerle bakan Mahir'i görmem birden afallatmıştı beni. Gözlerimi hızlı hızlı kırpıp açarken mırıldandım.
"Rüyada mıyım ben?" diye fısıldarken eğilip alnımdan öptü.
"Bilmem rüyada mısın?" diye muzipçe gülerken fısıldadı. Kaşlarım git gide çatılırken olduğum yerden doğruldum hışımla.
"Sen... Senin ne işin var burada."
"Süheyla anne çağırdı." dediğinde daha da çatıldı kaşlarım. Kendi kendime sinirle gülerken,
"Nereden annen oluyormuş?" diye çıkışmama gülümserken başı ile beni işaret etti.
"Söylememe gerek var mı?" dediğinde hayret eder şekilde ağzım açılırken başımı sağa sola doğru sallayarak güldüm.
"Uyuyan benim ama senin bir tarafın açıkta kalmış gibi konuşuyorsun." Olduğum yerden doğrulurken ters ters bakmayı da ihmal etmedim. "Biz diye bir şey yok Mahir kabul etsen iyi olur." derken üzerimdeki örtüyü toplamaya çalışıyordum.
Arkamdan yaklaşmış kulağımda hissettiğim nefesi ile gözlerimi hızlı bir şekilde kırpıştırdım. "Şimdilik güzelim, şimdilik." Kulağımın arkasına sürerek çektiği dudakları ile gözlerimi sıkıca kapattım. Kendime gelebilmek için etki alanından uzaklaşmam gerekiyordu. Ona bakmadan salondan çıktığımda kendimi hemen ilerideki banyoya atıp kapıyı kapatıp bir de kilitledim. Bu deli aslanın ne yapacağı belli olmazdı.
Lavobaya yaklaşıp kızarmış yanaklarıma bakarken inceleyen bakışlar ile yüzüme baktım. Uyku hali yani her insan gibi benimde şaftım kaymış olabilirdi. İnşallah ağzım falan açık olup, horlamamışımdır ya.
Düşündüklerimle kaşlarım anında çatılırken, "Gerizekalı, senden adam olmaz. Hala nasıl görünüyordum derdindesin." sinirle kendi kendime konuştum.
Yüzümü açtığım su ile sertçe vura vura yıkadıktan sonra kenardaki havlu ile kuruladım. Banyodan çıktığımda üzerimi değiştirmek için odama geçtiğimde kapıyı açar açmaz İsmet yattığı yatağımda ayaklanıp koşarak yanıma geldi. Bacaklarımın arasında sürtünmesine gülümserken kucağıma aldım.
"Oğlum özledin mi sen anneni?" Her zaman ki gibi sanki anlıyor gibi miyavladı sözlerime. Yüzümü yüzüne sürterken kucağımda İsmet ile dolabımın başıma geçtim. Öyle bir şey seçmeliydim ki hem özendiğim belli olmasın hem de güzel görünmeliydim. Ama burada olan kıyafetlerim o kadar fazla olmadığı için seçeneğim azdı.
Ecem'den bakınsam benim gerizekalı kardeşim kesinkes herkesin içinde ifşalar, rezil ederdi beni. Elime gelen eşofman takımına umutsuz gözlerle bakınırken mecbur geçirdim üzerime. Ev hali artık anca böyle olurdu. Saçımı yeniden toplayıp az da yüzüme hafiften bir şeyler sürerken aynadaki halimi beğenmiştim.
Odadan çıktığımda salondan gelen konuşma ve gülüşme sesleri ile derin bir nefes aldım. Kendi evimde ben geriliyordum beyfendiden ötürü.
İçeri girdiğimde bakışlar bana döndü teker teker.
"Nerde kaldın yavrum?Hadi masa hazır geçelim hemen." dediğin de annem sevimsiz bir şekilde gülerken direk masaya geçip oturdum. Ecem çorbaları kaselere doldururken annem ile Mahir de gelip oturmuştu masaya.
"Buyur ablacım." dediğinde elimdeki ekmek ile öylece kalırken başımı hızlıca Ecem'e çevirdim. Kendine yakışmayacak kibarlıktaki konuşmasına karşılık şaşkınca bakarken havada öpücük attığında kaşlarım hayretle havalandı. Önüme döndüm gülerek.
"Ee nasılsınız yavrularım?" diye sorduğunda annem elimdeki kaşık havada kalmış şekilde kaldım öyle. Her şey fazlaca garipti. Sanki Mahir ile biz bir çift olarak buraya yemeğe gelmişiz de annemler bizi ağırlıyordu.
"İyiyiz çok şükür Süheyla anne." dedi Mahir. Bu lanet olası yerde neler oluyordu. Sanki üçü bir olup benim şuan aklımla oynuyordu.
"Kendi adına konuş." diye oldukça ciddi bir şekilde araya ben girdim. "Ayrıca Süheyla teyze... Süheyla teyze diyeceksin." Teyzeyi oldukça üzerine basa basa söylemiştim.
Ama kime diyordum karşımdaki adam umursamaz bir halde çorbasını içerken annem ile Ecem de aynı şekilde yemeklerini yemeye devam ediyorlardı. Yemeğin ilerleyen dakikalarında da aralarındaki muhabbet tüm koyuluğu ile devam ederken ben özellikle dahil olmuyordum. Hoş beni de dahil etmek için uğraşan yoktu.
"Çok geç kaldın oğlum sıkıntı olmadı değil mi?" annemin sorusu üzerine muzipçe bana bir bakış attı Mahir.
"Arabamı çektiler. Gelmem o yüzden sürdü. Ama sağolsun arkadaşım almaya geldi." dediğinde annem üzgün gözlerle baktı Mahir'e.
"Aa çok geçmiş olsun evladım." Ecem araya girerek, "Niye çektiler ki abi?"Mahir omuzlarını kaldırıp indirip başını iki yana salladı. Bakışlarını gözlerime mıhlar gibi dikerken,
"Bilmiyorum, çekesileri varmış heralde. Arkadaş halletmiş alacaktı arabayı, ben buraya gelirken." diye cevap verdi. Sonra anneme dönerek,
"Ellerine sağlık Süheyla anne her şey harika olmuş." diye ekledi sevecen bir sesle.
Önümdeki yemeğimi henüz bitirmemiş çatalımla eziyet ederken Mahir'in sözleri ile ters bakışlarımı tabağımdan ona kaldırdım.
"Afiyet bal şeker olsun oğlum. Leyla, Mahir oğluma hazırladığım tatlı tabağını da getir." dediğinde ters bakışlarımın muhatabı bu sefer annemdi.
"Az yesin de kedine uşak tutsun." diye sinirle mırıldanmamla annemin gözler büyüdü.
"Sağolasın Süheyla anne, tatlıyı almasam. İnan çok yedim." diye araya girdi Mahir.
"Yok olur mu öyle şey oğlum? Senin için yaptım ben." sözlerine kaşlarım çatılırken elimdeki çatalı sesli bir şekilde bırakıp kollarımı bağladım göğsümde.
Karşımdaki dahil olamadığım aile saadetine ters bakışlar ile izlerken, "Hadi Leyla." diye yeniden şansını denedi annem. Kaşları çatık bir şekilde başı ile mutfağı işaret ederken gözlerimi devirip Mahir'e diktim bakışlarımı.
"İstemiyorum diyor ya anne. Bence tatlıyı da evinde yiyebilir." diye mırıldanmam üzerine annem sabır dinlenerek mutfağa geçti. Ecem de kaostan kaçmak ister gibi koşar adım annemin ardından gitti.
"Amacın ne?" diye başımı iki yana sorar gibi sallayarak sorduğumda gülümsedi.
"Bir amacım yok. Sevdiğim kadının ailesi ve tabi ilerde benim ailem olacak insanlarla vakit geçirmek istiyorum."
"Avucunu yalarsın." dediğimde cevap vermedi ama öyle bir bakıyordu ki vermek istediği sublimal mesajı net bir şekilde anlamıştım. Yanaklarım yanarken hemen önümdeki suya uzandım.
"İç iç... Su iyidir. Alır hararetini." dediğinde elimdeki bardağı indirip ters ters baktım yüzüne. Tam cevap verecekken annem elinde tepsi ile girdi içeriye,
"Buyur evladım." dedi önce Mahir'in önüne koyarken.
"Teşekkür ederim efendim." dediğinde annem gülen gözlerle yüzüne baktı. Başka zaman kalbimi eritecek bu sahne şuan acayip derece de sinirlendiriyordu beni.
Beni önüme de tatlıyı bıraktı annem az önce onu kızdırmamışım gibi tıpkı Mahir'e baktığı gibi gülen gözlerle.
Tatlımızı yemiş, çayımızı içmiştik. Biz Ecem ile sofrayı toparlarken annem ile Mahir koltuklara geçip samimi bir sohbet içerisinde girmişlerdi. Görünüşe göre Mahir efendi kaleyi çoktan fethetmişti.
Bulaşıkları makineye dizerken Ecem de kahve yapıyordu. Makine vardı ama annem Mahir oğluşuna bakır cezvede yapmasını söylemişti Ecem'e.
"Annem bayılıyor Mahir abiye." diye hevesle konuştu Ecem. Ağzımın içinde onaylar bir ses çıkarırken cevap vermedim.
"Çok şanslısın valla. Durdun durdun turnayı gözünden vurdun abla. Hem yakışıklı, hem centilmen bir de sana sırılsıklam aşık. O kadar it gibi davranmana rağmen gıkı çıkmıyor." Yandan bir bakış atıp,
"Çıksın bir de. Az bile ona yaptığım. " dediğimde kaşları havada kıkırdadı.
"Fazla naz aşık usandırır ablacım. Adamı ite ite kendinden soğutma da." dediğinde elimdeki tencere ile öylece kaldım. Başımı sorar gibi sallarken,
"Hayırdır kardeşim? Ne tecrüben oldu da böyle beylik cümleler kuruyorsun?" dediğimde tutuştu bizimki.
"Yaa ne ilişkim olacak? Bilinen bir şeyi söyledim işte." diye kıvırma çabalarını gözlerim kısılı şekilde izledim. Vardı bu süslü Pakize de bir şeyler.
"Öyle olsun bakalım. Yiyelim şimdilik. Annem de yer mi bilmiyorum?" dediğimde gözleri fal taşı gibi açıldı.
"Abla... Ablacım anneme bir şey söyleme olur mu? Yani bir şey yok ama var zanneder başımın etini yer." gözlerimi dikmiş ona bakarken bakışlarımı üzerinden çekip ellerimi yıkadım.
"Kahveyi getir, sonra buraları toparla." diyip çıktım mutfaktan.
Annemin kıkırdar hallerini görünce benim de yüzüme bir gülme yerleşti. Karşılarına oturduğum da annem de Mahir de gülen gözlerle bana bakarken,
"Demek sen çektin oğlanın arabayı."dediğinde yüzümdeki gülümsemem soldu. Aksi şekilde Mahir'e bakarken ağzımın içinde mırıldandım.
"Her şeyi de yumurtla."
"Kızma Mahir oğluma. Ben sordum o da anlattı." dedi.
Ecem kahveleri getirdiğinde kahveleri de içmiş artık geç olmasından ötürü Mahir de ayaklanmıştı. Kapıya doğru uğurlamaya ilerlerken annem ben olduğum koltuğa daha bir sinip olarak dik bakışlar ile onlara bakıyordum.
Annem arkasını dönüp kaş göz işareti yaparak gelmemi işaret etse de omzumu silktim hayır anlamında. Aslında kalkmak da istiyordum ama gururumdan yerimden milim kımıldayamıyordum.
Annem Mahir'i yol ettikten sonra içeri geldiğinde kınayıcı bakışlar ile tam karşıma oturdu.
"Ne bu anacım? Sanki dedeni öldürdü. Ben siz barışın diye uğraşıyorum, sen hala burnunun dikine dikine gidiyorsun." dik bakışlarla sözlerinin bitmesini beklerken annemin hemen yanında fark ettiğim telefonla ayağa fırladım.
"Telefonunu unutmuş." diye mırıldandım sakin bir sesle hevesli görünmemek için.
"Koş koş. Yetiştir çocuğa." diye benden daha çok telaş yaparken annem ben de koşar adım çıkışa doğru ilerledim. Hızla ayağıma giydiğim annemin terlikleri ile koşar adım merdivenleri indim.
Mahir apartmanın önünde bir motorun başında ceplerine bakarken yanına doğru ilerledim.
" Bunu mu arıyorsun?" dediğim de boş bulunup irkilerek bana baktı. Özel bir askere göre fazla mı irkilmişti?
"Unutmuş muyum?" diye mırıldandığında bana doğru adımladı.
"Belki bilerek bıraktın bilerek dayak yediğin gibi." dediğimde ifadesiz gözlerle yüzüme bakarken,
"Yok öyle bir şey." diye ağzının içinde mırıldandı yine. Gülümsememi bastırmak için dudaklarımı dişledim.
"Öyle diyorsan... Neyse al telefonunu. Lütfen artık karşıma çıkma." diyerek arkamı döndüm. Ağır adımla ile ilerlerken sözleri ile olduğum yerde kaldım.
"O biraz zor güzelim. Alışsan iyi edersin. Sen ve ben diye bir şey yok biz diye bir şey var artık. Ve benim senden vazgeçmeye hiç niyetim yok." dedi. Kararlı sesi kalbime kanatlar takıp uçururken ilgisiz bir bakış ile ona döndüm.
"Görüşeceğiz diyorsun yani. " dedim. O ses benden mi çıkmıştı?
Bir de mendil atıp kıvararak eve gir gerizekalı.
Mahir'in yüzündeki gülümseme büyürken, derince aldığı nefeste geniş göğsü inip kalktı. Şuan her hareketi niye bana böyle çekici geliyordu?
" Ona hiç şüphen olmasın güzelim." dedi ve hemen elindeki kaskı başına geçirdi. Eriyen bakışlarıma zor engel olurken karizmatik bir şekilde önündeki motora bindi.
Çalıştırdıktan sonra hareket etmeden son kez bakışları bana döndüğün de eli ile selam çakar gibi bir hareket yaptı. Başımı ağırca eğerek selamını alırken o da motorunu hareket etttirdi ve çok kısa sürede gözden kaybolmuştu. Arkasından öylece bakarken,
"Abla ne kadar daha orada dikilmeyi düşünüyorsun?" diye Ecem'in sesini duymamla bakışlarımı bizim balkona çevirdim. Annem, ne zaman geldiğini bilmediğim Ayten teyze ve sırıtarak bakan Ecem'i görmem ile sinirle soludum.
"Siz... Siz bizi mi dikizliyordunuz? " dediğimde annem ve Ecem hevesle başını sallarken Ayten teyze gülümseyerek baktı sadece. Başımı sağa sola sallayarak güldüm. Hızlı adımlar ile indiğim merdivenleri bu sefer içimde peydah olan Mahir özlemiyle ağır adımlar ile çıkıyordum.
Söz de ona çektiriyordum ama en çok yine kendime ediyordum. Salak salak işler yapmasaydı şuan kendi evimizde koyun koyuna yatağımızda yatabilicekken ayrı düşmüştük. Derince bir of çekip adımlarımı daha da hızlandırıp eve geçtim.
******
"Amirim son bir kaç araç daha durduruyorum bitiyor." diye seslendi Kerem. Başımı tamam anlamında sallayıp durdurduğu arabaların ehliyet ruhsat kontrolünü yaptım hızlıca.
Bugün oldukça yoğun ve zor bir gün olmuştu ikimiz içinde. Kerem reis ara öğünlerini bile yapamamıştı düşünün olayın vehametini.
Son arabayı gönderdikten sonra araca binip yola çıktık. Köprüye geldiğimiz de normalden daha fazla sıkışık olan trafik ile kaşlarım çatıldı.
"Amirim bir şey oldu galiba ilerde." diyen Kerem'i onayladım.
"Aynen bir bakalım." Güvenlik şeridine geçip hızlı bir şekilde ilerlerken köprü de bir kaç polis ve itfaiye araçlarını görmemiz ile oraya doğru ilerledik. Araçtan çıkıp hemen önümüzdeki polislerin olduğu yere doğru ilerlediğimiz de etrafa da araştıran bakışlar atıyordum.
Bir kaç polis aracı, bir itfaiye. Bir kanala ait canlı yayın aracı ve bir sürü izleyen. Kalabalığı yarıp bu hengameye neden olan olay nihayet görüş açıma girmişti.
Bir aracın üstünde genç bir adam elinde benzin bidonu ile bağırıyordu. Bir yerden tanıdık gelmişti ama çıkaramamıştım.
Hemen önümdeki polis arkadaşa, "Devrem kolay gelsin. Ne iş?" dediğimde bana döndü bakışları.
"Ya sorma devrem. Artist işte! İntihar edecem diye çıktı 1 saattir bizi burada dikti. Trafik felç, kamuya ait araçları meşgul etmesi de cabası." diye yakınırken öfkeli bir nefes verdim. Arkama döndüğümde Kerem'i görmeyişimle etrafa bakınmaya başladım. Elimde simiti ile yanımda bir anda belirirken,
" Beni mi arıyordunuz amirim? " diye sordu ve simitinden bir ısırık alıp.
" Nereye kayboldun sen?" diye çıkıştım.
"Amirim bu mevzu uzar gider. Midem kazındı baktım simitçi alayım dedim. Size de aldım." diyerek elindeki simit olan paketi uzattı. Bu sefer geri çevirmedim. Çok acıkmıştım ve bu iş uzayacağa benziyordu. Simitlerimizi kemirirken karşımızdaki adama bakıyorduk.
"Pelin gelsin buraya! Yoksa yakarım lan kendimi." diye bağırdı. Etrafındaki polisler ise onu ikna etme çabasındaydı. Muhtemelen bu kadar kibar olmalarına sebep hemen karşılarındaki canlı yayın yapan gazeteciler yüzündendi. Yoksa çoktan gösterirlerdi dedesinin fotoğrafını.
Simitimden kocaman bir parça ısırıp Kerem'e döndüm.
"Su aldın mı la?" diye sordum. Hemen elindeki poşetten uzattı. Suyumu içerken elimdeki şişe ile karşımdaki adamı işaret ettim.
"Bence kendini yakacak göt yok bu dallamada." dedim.
"Bence de zaten işi gücü artislik amirim. Canlı yayında kafasında şişe kırmıştı." dediğinde kaşlarım çatıldı.
"Kim ki bu?"
"Hani Evlen benle programı var ya onda işte. Taner Soygar. Oradaki kız için yapıyo bu şovu puşt herif." dediğinde gözlerimi kıstım tanımak için. Öyle programlarla işim çok olmazdı ama annem izlerken denk gelmiş olabilirdim.
Etrafa bakınırken gördüğüm şeyle,
"Tut şunları." diyerek elimdeki yarım simiti ve şişeyi uzattım Kerem'e. Hızlı adımlar ile itfaiye aracına yaklaşıp bizim misal film izler gibi karşıdaki adamı izleyen itifaiyecilere selam verdim.
"Kolay gelsin arkadaşlar." dediğimde duruşlarını düzeltip,
"Sağolun amirim."dediler.
"Ya benim bir planım var ama yardımınıza ihtiyacım var." dediğimde birbirlerine baktılar kararsız bakışlar ile. Anlattığımda ise benim yapmam şartı ile kabul etmişlerdi.
Elime aldığım itfaiye hortumu ile karşımda elinde benzin bidonu olan adama doğru yaklaştım. Hemen sağındaki onu ikna etmeye çalışan polisle konuşan Taner'e uygun bir mesafede durup arkama bir bakış attı. Hortumu onların dediği gibi sıkı bir şekilde tutarken tayzikle gelen suyu karşımdaki dallamanın üstüne tuttum.
Bir anda nerden geldiğini anlamadığı su ile bocalarken eli ile suya karşı kendine siper etmeye çalışsa da nafileydi. Suya doğru yürüyerek bir anda kayması ile sendeleyip üzerime düşmesi bir oldu. Elimdeki hortumun hakimiyetini kaybetmem yüzünden su her yere fışkırırken şok olmuş gözlerle üzerimdeki adama bakakaldım. O ise sırılsıklam haline nazaran oldukça keyifliydi.
"Düştüm de cennete mi geldim ben?" demesiyle kaşlarım iyice çatıldı. Var gücümle üzerimden yana atıp yüz üstü çevirdim.
Yanıma etrafta gördüğüm polis arkadaşlar yanaşıp ellerini kelepçelerken ben de sırılsıklam kalmış halde ayağa kalktım. Yerdeki dallamayı da kaldırdıklarında gözleri benim üzerimdeydi. Şeytan diyor çek vur.
"Görüşelim mutlaka amirim." dediğin de ağzının ortasına okkalı bir yumruk atmamak için kendimi zor tutmuştum. Tam Kerem'in yanına ilerleyecekken önüme gelen mikrofon ile öylece kaldım yine. Sırılsıklam sıçana dönmüş bir halde kamera beni çekerken,
"Efendim müthiş bir kurtarma operasyonu şöleni yaşattınız bize. Bir şey söylemek ister misiniz?" Öfke ile gözlerimi kapatıp açarken başımı sağa doğru çevirdim.
"Bakın arkanızdaki şu trafiğe. Prim verdiğiniz adamın ortalığı ne hale getirdiğine bakın. Şımarık bir veled gibi buraya çıkıp şov için ortalığı mahvetti. Bir de canlı yayın aracı ile gelmişsiniz. Kim ya bu adam? Neyin hazırlığı bu? İnsanlığa yararı olacak bir şey olsa bu kadar kamera toplanır mı acaba? Etkileşim milleti olduk çıktık valla. Kapat kardeşim kapat. Zaten sinirlerim tepemde. Çekil şuradan. " diyip önümdeki adamı yana itekleyiverdim.
Sinirli ve öfkeli adımlar ile şaşkınca bana bakan bir yandan da simitini kemirmeyi ihmal etmeyen Kerem'e doğru yürüdüm.
"Gidiyoruz." dediğimde başını hızlı hızlı salladı. Üzerimdeki üniforma koruyucu olsa da baş kısmımdan aşağı sırılsıklamdı. Boğazın serin rüzgarı her vurduğunda bir ürperme hissi vücudumda geziniyordu. Araca bindiğimiz de hemen çalıştırıp yola koyulduk.
****
"Oh be! Valla şu bir saattir ne rahatız." diyerek kendini sandalyeye bıraktı Mehmet. Ona sırıtan yüzle bakarken diğerleri Ali elinde çay dolu tepsi ile yemekhaneye girdi.
"Tavşan kanı mübarek. Valla son dakikalarımızda keyifli keyfili içelim." dediğinde onaylar şekilde hepsinin ağzından birer mırıltı döküldü.
"Ohh valla. Öyle güzel olmuş ki. Yorgunluğumuz üstüne iyi gitti." dedi Celil. Ağzına çay bardağını götürürken Serdar Televizyon ekranında gördüğü görüntü ile öylece kalırken ağzındaki çayı püskürttü. Diğerleri oldukları yerden bir hışımla kalkarken,
"Lan oğlum dikkat etsene. Mundar ettin çayımızı." diye söylendi Celil.
"Abi televizyona bakın hemen." dedi Serdar. Hepsinin bakışları aynı anda televizyona döndüğünde şok olmuş şekilde açıldı gözleri.
Mehmet hemen diğer masadaki kumandayı alıp sesini açtığında pür dikkat izlerken Leyla yengelerin okkalı bir cevap verip canlı yayının kesilmesi ile birbirlerine baktılar. Ama bitmemişti çileleri. Program sunucusu az önceki canlı yayının sadece bir yerine odaklanmış o konuşurken devamlı o görüntü dönüp duruyordu.
Gözlerini ekrandan ayıramayan Celil'in yüzüne derin bir şaşkınlık oturmuştu. Ağzı hafifçe aralanmış, gözleri ekrana kilitlenmiş halde,
"Oha! Lan, Leyla yenge mi o?" diye fısıldadı. Yanındaki Serdar, gözlerini kırpmadan izlemeye devam ederken, "Vallahi o, billahi o! " diye onayladı.
Mehmet'in yüzü ise tarifsiz bir kederle gölgelenmişti; sesine ince bir sitem eklenmiş halde, "Hah! Yeteri kadar sıçmıyor ağzımıza, şimdi kürekle doldurur artık. " diye mırıldandı.
Celil, bir umut arayışıyla Serdar’a doğru eğilerek, "Görmemiştir lan daha, baksana canlı yayın. Görmemiştir değil mi? Görmemiştir desenize oğlum." dedi yakınarak.
Serdar başını salladı, yüzünde acı bir tebessümle, ama gözlerinde ciddiyet vardı. "Keşke öyle olsaydı kardeşim. " diyerek elindeki telefonu uzattı. Celil, anlamaz bakışlarla telefona göz gezdirdi. Kaşları çatık halde tekrar Serdar’a döndü.
"Bu ne lan?" dedi, gözleri hafifçe irileşmişti. Serdar derin bir nefes aldı,
"Valla, boku kamyonla yiyeceğimizin ispatı diyim sana. Yenge gündem olmuş. Bizim bir şeyler yapıp Mahir komutanı oyalamamız lazım, en azından mesai saatleri içinde."
Mehmet, neredeyse ağlamaklı bir sesle, "Çok geç abi, geliyor. " diyerek yerinden ağır ağır kalktı.
O an odadaki herkesin gözlerine panik dolmuştu. Bir anda bulundukları yerden fırladılar.
"Hasiktir," diye boğuk bir sesle mırıldandı Celil.
Koridorun başında beliren Mahir'in üzerindeydi bakışları. Yüzü hiddetli, kaşları çatılmış, adımları ise oldukça sertti.
"Bugün daha mı aksi bu adam? Şu bakışlara bak!" dedi Ali, tedirgin bir tonla, yüzü solmuş halde.
Celil bir anda panikle kumandanın peşine düşmüş, sağa sola bakınıyor, elleri telaşla masanın üzerinde geziniyordu.
"Lan kumanda nerde, kapatsanıza şu laneti!" diye fısıldadı. Mehmet, gözlerini kısarak önüne doğru baktı, "Abi, önünde ya!" dedi. Celil önündeki kumandayı görünce çölde su bulmuş gibi sevinerek üzerine atladı, parmakları hızla düğmeye bastı.
Ama televizyon kapanmadı. Celil’in yüzündeki rahatlama aniden bir şok ifadesine dönmüştü. Ekranda, Leyla yengesinin üzerine düşen ama kalkmayan Taner Soygar’ın görüntüsü dönüp duruyordu.
Kumandaya yeniden bastı, defalarca, hatta sinirle bacağına vurdu ama bir türlü kapanmadı televizyon. Üstelik ses daha da yükselmiş, yemekhanenin dört bir yanına yankılanıyordu. Ali sessizce,
"Abi napıyorsun, kapatsana şunu," diye mırıldandı ama Celil’in eli ayağına dolanmış haldeydi. "Lan oğlum, kapanmıyor bu!" dedi Celil, sesi çatallaşmıştı.
Serdar derin bir nefes aldı, "Abi artık çok geç, bırak bir kenara. Aha, kal geldi adama," diyerek dudaklarını büzdü, gözleri televizyonla Mahir Komutan arasında gidip geliyordu.
Herkes gardını almış, nefesini tutmuştu, bekliyorken Mahir’in gözleri ekranda, şok içinde donup kalmıştı. Kaşları gittikçe çatılıyor, öfkesi yüzünde belirginleşiyordu. Vücudundaki gerilim gözle görülür hale gelmiş damarları şakaklarından belirginleşmiş, soluk alıp vermesi hızlanmıştı.
Programın sunucuları bir an görüntüyü durdurup konuşmaya başladığında, Mahir’in öfkesi neredeyse gözle görülür bir alev gibi parladı.
Sevdiği kadının üzerinde bir adam ve sevdiği kadına sırıtarak bakıyordu. Yavaşça başını sağa sola çevirirken, gözlerini yutkunarak kapattı, derin bir nefes aldı ama sakinleşmesi neredeyse imkansızdı.
"Bu ne lan?" diye tek hemen arkasında beliren Tuna da şaşkınca ekrandaki görüntüye bakakaldı. Hemen öne atıldı panikle Mehmet.
"Komutanım açıklayabilirim." arkadaşlarının yüzü bu saçma çıkışa buruşurken Mehmet devam etti, "Yengenin bir suçu yok. Şuan gördüğünüzün öncesi var. Bu pezevenk intihar edecem diye arabanın üstüne benzin bidonu ile çıkıca..." Mahir o kadar sert bakıyordu ki susup derince bir yutkunup devam etti.
"Yenge itfaiye hortumu ile su tutarak yerinden düşürüyor bu dallamayı. Ama kaza bu ya işte. Olacağı varmış." Mehmet'in kalbi götünde atıyordu Mahir'in her kelimesinde hiddet ibaresi yükselen bakışları ile.
"Düştü yengenin üzerine." son cümlesi fısıltı ile çıkmıştı ağzından. Mahir'in seğiren gözleri ekrana döndü yeniden. Adam sevdiği kadına sırıtarak bakıyordu.
"Hem İnternetten de izlersiniz zaten yenge gündem olmuş." diye bir güzel sıvarken Mahir'in bakışlar ölüm vadedecek şekilde ağır ağır Mehmet'e döndü.
"Ne oldu dedin?" diye sorduğunda Mehmet yine derince yutkundu. Ona acıyan gözlerle bakan arkadaşlarına bakış atarken arka fonda selası okunmaya başlamıştı bile. Özür diler gibi Serdar'a baktı.
"Serdar abi dedi. Yenge gündem olmuş dedi." Mahir'in hedef tahtası bu sabah Serdar yönünü gösteriyordu.
"Sikecem senin yaptığın işi." diye sessizce azğının içinde fısıldayarak Mahir'in yanına doğru adımlayıp elindeki telefonu uzattı. Mahir eline aldığı telefonda atılan videoyu hızlı bir şekilde izlerken sevdiği kadın hakkında atılan yorumları tek tek okudu. Her yorumda gözleri öfke ile seğiriyor öfkesi sanki tüm vücudunu ele geçirmemiş gibi daha fazla etkisi altına alıyordu.
@adanmisinbiri- Oğlum bu ne? Miss Turkey'den mi seçmeye başladınız PMYO'ya
@delisin: Böyle polis vardı da biz mi çevirmeye girmedik
@senbeno: Memur hanım bana sabıka bağlar mısınız pliisssss?
@yatacakyerimyok : Gençler memur hanımın instası var mı? Bir arkadaş soruyor da
@saksıdegilimben: arkadaşlar beni acilen radara girmem lazım. Memur hanımın mıntıka nerede acaba?
@tırcidayi: çok güzelsiniz. Tanımak isterim seni.
@yevmiyemyok: Eliminen dayı Eliminen.
@sıçanmartı: Ah ah evdekine ekmek veresim gelmediği dakikaları yaşıyorum.
@alevliatar: İstanbul civarı otel ev farketmez elden ücret özel hizmet. Mutluluk hepinizin hakkı 💋
Daha fazlasını okumaya öfkeden deli gibi atan kalbi dayanamayacaktı. Bir nebze sakinleşebilmek için derince nefes alıp yüzünü sertçe sıvazladı. Avucununun için de sıktığı telefonu yanındaki Serdar'a bir hışımla uzatırken arkasındaki Tuna'ya hiddetli bir şekilde sıraladı cümlelerini.
"Tuna. Tuna bu işi hallet. Benim elimden bir kaza çıkacak. Önce bu mesajların sahiplerini tek tek kimler olduğunu belirle. Sonrasında yayınyasağı koydur. Bu siktiğimin programında daha fazla Leyla'nın adı da görüntüsü de geçmeyecek." Mahir'in sözleri bitmeden ekranda beliren Taner Soygar'ın emimiyete götürülürken ki görüntüsüne döndü tüm bakışlar. Polisler koluna girmiş götürürken Muhabir, "Taner bey yaptığınızdan pişman mısınız?" diye sorduğunda gülümseyerek muhabire baktı Taner.
"Pişman mı? Asla. Yaptığım şey sayesinde bir meleği tanıma fırsatı buldum. Buradan çıktıktan sonra yapacağım ilk iş onu bulmak olacak. Bekle beni hayat meleğim." Daha fazla konuşmasına fırsat vermemden hızlıca binaya sokuldu.
Herkes tedirgince Mahir'e bakarken o gözlerini kırpmadan televizyona bakıyordu.Mahir'in öfkesi artık önü alınamaz bir tufandı.
"Gösterecem ben sana meleği geçmişini siktiğimin pezevengi." ağzından çıkan her kelime bir bıçak gibi keskindi.
"Tuna!" diye kükrer gibi bağırdı. Hemen arkasındaki Tuna ise ismini duymasıyla gözlerini devirdi ama cevap vermedi.
"Bul bana bu pezevengin yerini hemen. " dedikten sonra sert ve hızlı adımlar ile yemekhaneden çıktı.
🌸🌸🌸🌸🌸
Ay çiçolarım burada kesiyorum. 🫠
Acaba Mahir nereye gitti?
Bölüm nasıldı? Az gazınızı alam dedim.
Çok uzadı yine. 🤓
Günümüz pazartesi diye valla yine şartları zorladım. Az yoğun bir haftaydı işten dolayı. 🥹
Son iki gündür yazıyorum. 🤗
Lütfen beğeni ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Çok uğraştım. 😅
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
23.19k Okunma |
4.12k Oy |
1.11k Takip |
52 Bölümlü Kitap |