47
Ayyy Ayy merhabalar ben geldim sonunda 💃
Valla yetiştirdim pazartesine yine 🤗
Siz de güzel yorumlarınızla mutlu edin beni lütfen 🤟
Ayrıca hani gelmiyosunuz instagrama püü size🥹
HİKAYEMİZİN BAŞ KARAKTERİNİN İSMİ DEĞİŞMİŞTİR. LEYLA İLE YOLA DEVAM🤗
Ne güzel reelsler yapıyorum ben 🤓
Neyse uzattım yine keyifli okumalar efenim 🫠
🌸🌸🌸🌸🌸
Mahir hızla toplantı odasına doğru yürürken, gözleri karanlık bir öfkeyle parıldıyordu adeta. Arkasından gelen Tuna, Mahir'in omzuna yetişmeye çalışarak, yüzündeki kaygılı ifadeyle "Mahir! Oğlum, bir dur lan! Bir delilik yapma?" diye seslendi. Ancak Mahir, arkadaşının uyarısını duymamış gibi davranarak yoluna devam etti ve toplantı odasının kapısını çalmadan içeriye daldı.
Tuna, Mahir'in hızına yetişemeyip arkasında kalınca, derin bir nefes alıp kendi kendine başını iki yana salladı. Sonunda kapıyı çalıp, endişeli bir yüz ifadesiyle içeri girdi.
İçeride İlhan Albay ve Kürşat Müdür vardı. Mahir, sanki meydan okur gibi dimdik duruyordu. Gözleri, öfkeyle Kürşat’a kilitlenmişti. Soğuk ve keskin bir sesle konuşmaya başladı: "Leyla'yı bugünden itibaren geri birimine çekeceksin."dedi.
Kürşat, Mahir’in bu pervasız çıkışı karşısında hafifçe irkilse de, çabucak toparlandı. Gözlerini kısarak, sinirini saklama gereği duymadan sert bir ses tonuyla yanıt verdi: "Mahir! O sesinin ayarına dikkat et. Haddini bil! Bana emir vermek de ne demek?"
Mahir, alaycı bir gülümsemeyle başını salladı ve Kürşat’a doğru bir adım atarak, gözlerinin içine baktı. "Leyla'nın görüntüleri az önce televizyonda yayınlandı. yetmedi tüm internet alemine düştü. Onun ne kadar büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunun farkında mısın?" Sesinde tehditkâr bir tını vardı ve gözleri kızgın bir alev gibi yanıyordu.
Kürşat, şaşkınlıkla kaşlarını çatıp arkasına yaslandı, ama soğukkanlılığını koruyarak konuşmaya devam etti.
“Ne demek, ne görüntüsü? Ne olmuş?"
Mahir’in nefes alışı bile hızlanmıştı. Dişlerini sıkarak cevap verdi: "Televizyona çıkan bir haberde, birine müdahale ederken görüntülenmiş. Her yerde çarşaf çarşaf haberlerini yapıp, görüntülerini paylaşmışlar."
Kürşat gözlerini devirerek alaycı bir tonla yanıt verdi: "Her gün haberlere bir çok polis çıkıyor. Bir habere çıktı diye mi bu yaygara?"
Bu alaycı ifade, Mahir'in sabrını iyice taşırdı. Yüzündeki gergin çizgiler daha da sertleşti. "Yaygara, öyle mi? Ben o adamların arasında üç yıl kaldım, onların neler yapabildiklerini az çok bilirim. Şu an karşımızda daha da kötüsü var. Daha az önce aramızda bir muhbir olma ihtimalini konuşmadık mı? Tek bir detay bile Leyla'nın kimliğini, seninle olan bağı doğal olarak onlarla olan bağı ortaya çıkarabilir. Nasıl bu kadar rahat olabilirsin?"
Mahir’in sözleri Kürşat'ın yüz ifadesini değiştirmişti. İlk defa kaşlarının arasında beliren bir endişe gölgesi görüldü, ancak inatla kendini geri çekmedi. "Mahir, bu çıkışın tamamen senin özel hislerinle alakalı. Leyla benim canım kanım. Onu tehlikeye atacak bir şey yapmam. Görevinin gereği olarak risk alması gerekiyorsa, bu onun seçimi. Ama sen bu durumu haddinden fazla büyütüyorsun."
Mahir, öfkeden adeta titreyecek hale gelmişti. Nefes alıp verirken göğsü hızla inip kalkıyor, her kelimesinde öfkesi daha da belirginleşiyordu. Kürşat’a iyice yaklaştı, sesi alçaldı ama tehdit doluydu. "Leyla’ya bir şey olursa, seni sorumlu tutarım, Kürşat Müdür."
Kürşat, Mahir'in bakışlarına meydan okurcasına karşılık verdi. Gözlerini kısmış, aynı sertlikte ona bakıyordu. "Ona bir şey olmaması için canımı bile ortaya koyarım. Ama kararlarımı sorgulamak senin haddin değil."
Mahir, kendini daha fazla tutamayıp bir adım daha ileri atarak yüzünü Kürşat’a iyice yaklaştırdı. Gözleri tehditkâr bir şekilde parlıyordu. "Ben haddimi çok iyi biliyorum, ama Leyla'yı tehlikeye atmana asla izin vermem. Kararların onu tehlikeye atarsa, sınır tanımam."
İçerideki tansiyon iyice yükselmişken, Tuna köşede çaresizce arkadaşını izliyordu. Mahir’in sinirini yatıştırmak için arkasından koşturan o değildi sanki. Her iki adamın gözlerinde alev saçan bir bakış, odanın atmosferini adeta ateşlemişti.
Konuşmaların gittikçe daha da sertleşmesi üzerine, İlhan Albay artık müdahale etmesi gerektiğini düşünerek masaya sertçe vurarak "Bu kadar yeter!" diye çıkıştı.
Mahir ve Kürşat aynı anda İlhan Albaya döndüler. Albay, Mahir’in gözlerinin içine dik dik bakarak, "Mahir! Sınırı aşıyorsun. Karşında kim olduğunu unutma," dedi.
Mahir, İlhan Albaya karşı saygıdan dolayı öfkesini dizginlemeye çalışsa da, sözlerinden geri adım atmadı. "Mevzu bahis sevdiğim kadının canıysa sınırlar umrumda değil, komutanım."
Bakışlarını tekrar Kürşat'a dikerek açıkça tehdidine devam etti: "Eğer Leyla'ya bir şey olursa, buna neden olan kim olursa olsun, karşısında beni bulur."
İlhan karşısındaki kanı deli akan adama bakıp başını sabır dilenir gibi sağa sola çevirdi.
"Anladık tamam." diye sinirle çıkıştı. Mahir'in bakışlar ise Kürşat'ın üzerindeydi.
"Leyla ile bir an önce konuşup ne yap et yeni kurulacak birliğe onu ikna et." Kürşat Mahir'in üstten konuşan tavrına sinirle gözlerini devirirken derin bir nefes aldı ama cevap vermedi. Onu yerine İlhan albay araya girerek Kürşat'a döndü.
"Yarın Seyit'in de olduğu toplantıya çağır onu. Emri vaki olacak ama yapacak bir şey yok." dediğinde sıkıntılı bir nefes vererek düşünceli bakışlarını etrafta gezdirdi Kürşat.
Leyla'ya emri vaki işlemezdi. Ödül töreninde olduğu gibi kimseyi sallamadan çağırdığına pişman da edebilirdi. Tüm bunları öngörmüş ve en aza ingirdemek için vermemiş miydi Trafik şubeye zaten? Belki orada biraz burnu sürtünür de havada kapar bu teklifi diye.
Müsteşar Seyit'in kurmak istediği ekipte Leyla ve Mahir ilk sıradaydı. Ödül törenin de yaptıklarına rağmen bu kararından dönmemiş ısrarla onları ekipte istediğini söylemişti.
"Tamam konuşacağım en azından buraya gelmeye ikna edebilirim." diye mırıldandı. Çok inanamasa da bu söylediğine.
Mahir derin bir nefes alıp geri çekildi. Öfke hala damarlarında gezinen kan gibi her bir yanındaydı. Bunun bedelini ödemesi gerekenler vardı. Komutanına selam verdikten sonra arkasını döndüğünde arkadaşı Tuna ile karşı karşıya geldiğinde mümkünmüş gibi daha da çatıldı kaşları ama bir şey demedi.
Dışarı çıktıklarında arkasından gelen Tuna, Mahir’in bir anda dönmesi ile olduğu yerde kaldı.
"Bana, dediklerimi yaptığını söyle Tuna." dediğinde Tuna yüzünü buruşturdu sıkıntı ile.
"Ya sen öyle sinirle gidince başını yakma diye ardından geldim." diye mırıldandığında öfke ile gözlerini kapattı.
"Tuna..." dedi sıkılı dişlerinin arasında, "Yarım saatin var. Hemen o görüntüleri kaldırıp, yayın yasağı çıkar. Leyla hakkında ileri geri yazılar yazıp haddi aşan yavşakların da tek tek adreslerini belirleyin. Ayrıca o piç kurusunun hangi emniyete götürüldüğünü öğren bana. Bizzat ben ellerimle çıkaracağım onu oradan. Gerekli ayarlamaları yap." diyerek arkasını döndü. Tuna tedirgin bakışlar ile ilerleyen arkadaşına bakarken sıkıntı ile ofladı.
"Sen nereye gidiyorsun?" diye seslendi arkasından Mahir'in.
"İşim var." diye mırıldanmasını duyduğunda gözlerini devirdi Tuna.
"Başını belaya sokma!"
Diye arkasından yeniden bağırsa da duyduğundan pek de emin değildi.
Mahir sinirle çıktığı ana binadan aracının olduğu otoparka doğru ilerledi hızlı ve sert adımlar ile. Arabaya bindiğinde hala sakinleşmiş değildi. Anca şu gevrek gevrek sırıtan piçin dişlerini döktüğünde biraz olsun sakinleşebilirdi.
Tüm Türkiye'nin önünde sevdiği kadına yavşamak neymiş çok güzel gösterecekti ona. Bir kaç dakika sonrası telefonuna gelen mesajı açtığında Tuna'nın attığı adrese üstün körü göz gezdirip telefonu yan koltuğa fırlatır gibi attı.
Tek eli alnına gittiğinde sertçe sıvazladı. Başı çatlayacak gibi ağrıyordu. Kaç zamandır doğru düzgün uyuyamıyor, yetmiyor bir de sevdiğinin yoksunluğunu çekiyordu. Yan koltuktaki sigara paketine uzanıp bir tane çıkarıp yaktı. Derince içine çektiği zehir şu zor zamanlarında kendisine en iyi gelen şeydi.
Derince bir nefes daha çektiğinde sıkıntı ile oflayarak içindeki dumanı üfledi havaya.
Her şey nasıl da altüst olmuş tam kavuştum derken nasıl da ayrı düşmüştü sevdiğiden. Bu iş böyle gitmeyecek çarkı tersine yeniden döndürücekti. Sevdiği kadın peşinden mi koşmasını istiyor koşardı, sürünmesini mi istiyor en alasından sürünürdü. Ama olduracaktı.
Eve geldiğinde üzerindeki kamuflajını çıkarıp, üzerine siyah bir kazak ve pantolon geçirip çok oyalanmadan çıktı evden.
Tuna'nın adresini gönderdiği emniyet binasına geldiğinde çok sevgili arkadaşının kurduğu bağlantılar ile çok da uğraşmadan nihayet nezarethaneye doğru ilerlemeye başlamışlardı. Nezarethaneye girmeden önce kafasındaki plan için talimatları da sıralmıştı timdekilere.
Attığı her adımda daha fazla avuçlarının kaşındığını hissederken soğuk ve ifadesiz bakışları tam karşıya bakıyordu.
Nezarethanin kapısı açıldığında ortada volta atan Taner denilen adam duraksayıp hemen parmaklıkların yanına geldi heyacanla.
"Çıkıyorum değil mi?" diye hevesle sorusuna kimseden cevap gelmezken karşılarındaki kapıdan çıkan bir polis Mahir'e ve yanındaki arkadaşına sorar gibi baktı.
"Ne iş? Bu gece burada kalacaktı." dediğinde Mahir'in yanındaki adam dudaklarını büzerek cevap verdi.
"Bilmiyorum. Üstten emir geldi. Arkadaş askeriyeden. Ona teslim edeceğiz." dedi elindeki kağıdı uzatırken.
Parmaklıkların ardındaki Taner ise anlamaz bakışlar Mahir'e bakarken Mahir'in ona bakışları hiç iyi şeyler vaadetmiyordu.
"Askeriye ne alaka?" diye sorma gafletinde bulundu. Karşısındaki heybetli adamın bakışları ile sorduğuna soracağına pişman olmuştu. Derince yutkunup geri çekilirken bakışları kapısını açan polisteydi.
"Alakayı orada öğrenirsiniz." diye mırıldandı kapıyı açıp geri çekilirken. Taner denilen adam tedirgin şekilde Mahir'e bakarken yavaş yavaş ilerledi öne doğru.
"Kelepçeleyelim mi?" diye sordu kapıyı kapatırken polislerden biri.
Mahir kendine doğru gelen adamdayken gözleri cevap verdi, "Gerek yok, sağolasınız." dedi. Yanına ağır adımlar ile gelen adama dönüp, "Önüme düş." dedi yalnızca. Taner derince yutkunup başını sallarken son bir umut polislere baktı.
"B-benim avukatıma da haber verir misiniz? Beni aldıklarını yani." dedi. Karşısındaki heybetli adamın onunla derdi neyse öldürecek gibi bakmasına karşılık sonlara doğru sesi daha kısık çıkmıştı. Polisler onaylar şekilde mırıldanırken bu tepkileri Taner'e hiç güven vermemişti. Sıkıntılı bir nefes alıp heybetli adamın önüne doğru yürümeye başladı.
O önde Mahir arkada emniyetin arka kapısından çıktıklarında soran bakışlar ile Mahir'e döndü Taner.
"İlerideki siyah araba." diye mırıldandı Mahir. Başını sallayıp ağır adımlar ile Mahir'in önünde devam ederken nihayet varmışlardı siyah arabaya.
Mahir ön kapıyı açıp ters bir bakış ile bakarken binmesi için arabanın koltuğunu işaret etti. Taner üzgün ve korku dolu gözlerle bakarak ön koltuğa tedirgin bir şekilde oturdu. Mahir de arabanın ön tarafını ağır adımlar ile dolanıp şoför koltuğuna geçip arabanın motorunu çalıştırarak aracı hareket ettirdi.
Taner sıkıntı ile etrafa bakarken tedirgin bir şekilde yanındaki adama döndü.
"Nereye götürüyorsun beni?" diye sordu. Mahir'in dudaklarında ürkütücü bir gülümseme belirirken güler gibi bir nefes bıraktı.
"Melekleri göstermeye." diye mırıldandığında Taner'in kaşları çatıldı iyice. Korku dolu gözlerle yanındaki adama bakmaya devam ederken titreyen sesi ile sordu.
"O-o demek?"
"Gidince görürsün."
Yolculukları çok uzun sürmeden varacakları yere geldiklerinde önce Mahir indi arabadan. Arabanın önünü dolanıp Taner denilen adamın kapısını açarak kolundan tuttuğu gibi sert bir şekilde çekerek indirdi.
Taner, etrafa korku dolu bakışlar atarken,
"Sen! Sen kimsin! Beni nereye getirdin. " diye etrafa bakınırken bir yandan pençe gibi koluna yapışan ellerden kurtulmaya çalışıyordu.
"Zebanin." diyerek yaka paça sürüklemeye başladı.
"Yardım edin! Yalvarırım kurtarın beni! Adam kaçırıyorlar!" avazı çıktığı kadar bağırsa da etrafta kimseler yoktu. Sürüklenerek biraz ilerlediklerinde karşılarına çıkan adamlar ile can havli ile yeniden bağırdı.
"Yalvarırım yardım edin. Bu adam beni kaçırdı."
Karşısındaki adamlar ise yanında kendi sürüyerek getiren adama bakıyorlardı.
"Hazır mı her şey?" diye sorduğunda en sert bakışlıları cevap verdi.
"Hazır komutanım."
Celil'in sözleri ile dehşetle büyüyen gözlerle yanındaki adama baktı Taner.
"N-ne komutanı? N-ne hazır?" ama yine sorularına cevap alamamıştı. Mahir onu karşılarındaki adamların önüne savurdu.
"Alın bağlayın bu pezevengi." Sendeleyerek yere düşmekten son anda kurtulan Taner korku dolu bakışlar ile baktı Mahir'e.
"Ne bağlaması? Ne yapacaksınız bana?" dediğinde yakınında olan Mehmet ile Serdar koluna girip yürütmeye başladılar Taner'i.
"Öbür dünyayı full HD izleyeceğiz." diye keyifle mırıldandı Serdar.
Geniş alanın ortasındaki sandalyeye zorla oturtup ellerini ve ayaklarını bağladılar.
Taner var gücü ile debelenirken basbas bağırıyor bir yandan da ağlıyordu.
" Kimse yok mu? Yalvarırım bırakın beni! Ne isterseniz yaparım. İmdat!" Var gücü ile bağırmasına karşılık Mehmet suratını buruşturdu.
"Amma zırladın ha! Beynimi siktin. " Arkasında onları öldürücü bakışlar ile izleyen Mahir' e dönüp, "Komutanım, ağzını bağlayayım mı?" dediğinde Mahir başını hayır anlamında salladı.
İşleri bittiğinde hızlı adımlar ile geri çekilirlerken Taner de ağlar şekilde ellerini ve ayaklarını kurtarmaya çalışıyordu.
Sandalye üzerinde debelenirken, kendisine doğru ağır adımlar ile gelen heybetli adam ile derince yutkunurken histeri krizine girmiş gibi de titriyordu.
Mahir bir celladın bakışlarına benzer soğuk ve ölüm vaaadeden bakışlarını karşısında tir tir titreyen adamım gözlerine dikmiş şekilde ağır adımlar ile üzerine doğru yürüdü.
Tam karşısına geldiğinde sandalyenin kolçaklarına ellerini koyarak karşısındaki adamın üzerine doğru eğildi.
"Hani bugün yanmak istiyordun ya..." Bir kaç saniye susup karşısındaki adamın anbean korkudan dehşetle açılan gözlerine baktı.
"İşte ben senin bu isteğini yerine getireceğim." diye devam etti.
Taner başını şiddetle iki yana sallarken, "Yalvarırım... Yalvarırım affet beni. Ben... Ben seni tanımıyorum. Sana ne yaptım bilmiyorum ama..." dediğinde Mahir boynunu kütletir gibi iki yana ağır ağır çevirdi. Soğuk bakışlarını kendine yalvaran bakışlar ile bakan adam dikerken sinirli bir gülüş peydah oldu dudaklarında.
"Sen ne yaptın biliyor musun?" diye sorduğunda başını iki yana bilmiyorum der gibi salladı şiddetle Taner.
"Sen benim sevdiğim kadını tüm ülkeye ifşa ettin. Yetmedi tüm ülkenin önünde ona yavşadın." dediğinde anlamaz şekilde Mahir'e baktı Taner.
"Kimden bahsediyorsun? B-ben... Ben anlamıyorum."
Mahir sinirle gözlerini kapatıp olduğu yerden doğruldu.
"O kadar çok kişiye yavşıyor ki komutanım çok normal." diye arkadan Serdar bir yorumda bulundu.
"Melek diyelim sen anla puşt herif. Sen bizim yengemize asılırsın ha! Göstereceğiz biz sana meleği." diye ekledi Celil.
Taner kaşları çatılı şekilde karşısında konuşan adamların söyledikleri parçaları birleştirmeye çalışsa da yoğun bir stres altında olduğundan hala kimden bahsettiklerini anlayamamıştı. Seceresi kalabalıktı ve doğal olarak şuan o kadar kişinin arasında kim olduğunu bulamıyordu.
Buradan bir kurtulsa yemin billah bir daha dişi hayvan bile sevmeyecekti.
Mahir geri çekilirken başı ile Celil'e işaret ettiğinde Celil elindeki çanta ile sandalyede oturan adamın yanına doğru ilerledi. Çantayı yere koyarak içinden çıkardığı bomba düzeneğini kucağına bağlamaya başladığında Taner dehşet içinde kucağındakine baktı.
"B-bu, b-bu..."
"Korkudan dilini mi yuttun lan?" diye sırıttı Celil. Elindeki düzeneğe bağladığı ipin ucunu etrafında halkalar şeklinde bir yol oluşturacak şekilde uzatarak yerleştirmeye çalıştı.
"P-patlatacak mısınız beni?" diye titreyerek ve ağlayarak baktı Mahir'e. Mahir sert bir şekile yüzüne bakarken cevap vermedi karşısında korkudan titreyen adama. Mehmet Taner ortada kalacak şekilde geniş bir halka şeklinde elindeki benzini dökerken pis pis sırıttı.
"Uvvv hem de ne patlatma! Parçalarını bulamacayacaklar. Ama iyi bir çocuksan melekleri görebilirsin. " dedi sırıtırken Mehmet.
Taner ise delirmiş gibi etrafına bakarken ağlayarak yalvarmaya devam etti.
"Yalvarırım. Ne olur bırakın. Bir daha tövbe. Kimsenin karısına kızına bakarsam... Ne olur aldım dersimi." ağlamalarının arasında zar zor dedikleri anlaşırken Mahir Celil'e başlaması için işaret etti.
Tam o esnada kendilerine doğru yaklaşan arabanın far ışıkları ile oldukları yerde kaldılar. Araba iyice yaklaştığında ise gelenin Tuna olduğunu ama yanında birisinin olduğunu görmeleri ile Mahir'in kaşları çatıldı.
Sert bir frenle araba dururken arabanın kapıları hızla açıldı. Tuna ile gelenler Leyla ile Karaca'ydı. Leyla hızla kendine doğru gelirken Mahir öfke ile gözlerini kapattı.
Leyla dehşet içinde karşısında eli kolu bağlanmış şekilde ağlayan bir ifade ile kucağında bomba olan adama bakakaldı. Taner ise tam olarak neden burada olduğunu şuan anlamıştı. Dili kopsaydı da o lafları etmeseydi.
Leyla ağzı açılıp kapansa da ne diyeceğini bilmezken bakışları elleri ceplerinde kendine bakan Mahir'e döndü.
"Ne yaptığını zannediyorsun sen?" Yanına yaklaşıp sesinin tonunu düşürüp, "Adamı kaçırmışsın, şimdi de öldürecek misin? Delirdin mi?" dediğinde Mahir sıkıntı ile derin bir nefes aldı.
"Haketti yavrum. Sen karışma!" dediğinde Leyla'nın kaşları daha bir çatıldı.
"Mahir saçmalama! Nasıl karışma! Benim yüzümden şuan bu adama bunu yapıyorsun." dediğinde Mahir'in kor gibi yanan gözleri karşındaki adama döndü.
"Bu piçin kabarık listesine az bile. Kaç kadını taciz etmiş ama elini kolunu sallayarak gezmeye devam etmiş. Yetmemiş benim sevdiğim kadına yavşamış. "
Taner başını iki yana sallarken, "B-ben onları öylesine söyledim. Yemin ederim. Ne olur affedin beni. Dünya ahiret bacım olur yenge de. Bir daha kimsenin karısına kızına bakmam. Tövbeler olsun."
Mahir adamın sözlerine duymazdan gelerek başı ile işaretini verdi. Taner bağırarak, "Yenge ne olur kurtar beni. Yalvarırım affet beni." dediğinde yüzünü kırıştırıp Mahir'in koluna tutundu Leyla.
"Yapma ne olursun! Bak bunun yolu bu değil..." dediğinde Mahir içi gider gibi karşındaki kadına bakarken elini yüzüne koyup fısıldadı.
"Sadece izle güzelim ve güven bana." diyerek geri çekildi. Leyla'yı da kendi ile birlikte uzaklaştırdı ve Mehmet'e yeniden işaret verdi.
Mehmet döktüğü benzin ateşlerken Taner de deli gibi bağırmaya devam ediyordu. Leyla korku dolu gözlerle yanan ateşe bakarken istem dışı öne atılmasını Mahir'in kolundan çekmesi engel oldu.
Taner'in etrafını saran ateş halkasına korku dolu gözlerle bakarken bir anda tutuşan bombaya bağlı ipi görmesi ile daha çok bağırmaya başladı.
"İmdat! Yalvarırım kurtarın. Patlayacak. Yengeee! Ne olur durdur onu. Yalvarırım. Allahım ne olur yardım et. " ip yanarak hızla Taner'im kucağındaki bomba düzeneğine doğru giderken Serdar gülerek,
"İmana geldi puşt!" dediğinde diğerleri de güldü. Leyla dehşet içinde anlamaz gözlerle yanındaki rahat adamlara bakarken bağırdı.
"Yaa durdursanıza şunu! Adam patlayacak." dediğinde hiç biri onu duymazdan gelirken Leyla'nın sinirleri hepten bozulmuştu. İpin çok az bir kısmı kalmıştı yanmayan ve her yaklaştığında Taner daha bir debelenip ağlamaya başladı.
Leyla hızla öne doğru atılıp Taner'e doğru koşacakken Mahir beline sarılıp tuttu onu bu sefer.
"Ya bırak! Adam patlayacak! Manyak mısınız? Katil misiniz?" avazı çıktığı kadar bağırmasına karşılık Mahir hiç bir şey demiyordu. Kendini onun kollarından kurtarmaya çalışsa da nafileydi. Gözlerini hayal kırıklığı ile kapatırken, "Benim sevdiğim adam bu kadar cani olamaz." diye fısıldadı.
İp bombaya yaklaşınca deliler gibi olduğu yerde debelenmesi sonucu sandalye ile birlikte yere yuvarlandı Taner. Bas bas bağırıyor üzerindeki bombadan kurtulmaya çalışıyordu.
İp artık bombaya çok yaklaşmış bir kaç saniye içinde infilak edecekti. Ama gerçeği bilmeyenlerin düşündüğü gibi bomba patlamamış, alarm sesi gibi bir ses yankılanmaya başlamıştı boş alanda.
Var gücü ile gözlerini kapatıp olacağa kendini hazır eden Taner şaşkınlıkla gözlerini açtı. Ölmemişti yaşıyordu. Bağlandığı sandalyenin izin verdiği ölçüde kendini bırakırken yerebir yandan ağlıyor bir yandan da deliler gibi gülüyordu.
**********
Kendimi o kadar kasmıştım ki hala Mahir'in kollarında olduğumu yenice farkettim. Bir hışımla kollarından çıktığımda sırıtarak bana bakıyordu.
"Ha ha ha! Çok komik!" diye çıkıştım.
"Yavrum güven bana heyacan yapma dedim. Bu piç böyle bir dersi haketmişti. Önüne geleni taciz etmemesi gerektiğini çok iyi öğrenmiştir artık. " dediğin de gözlerimi devirdim. Son ana kadar adamı patlayacağını düşünürken böyle bir şey hazırlamış olması az hoşuma gitmiş olabilirdi ama bunu onun bilmesine gerek yoktu. Rahatlar bir nefes bıraktın.
Arkamı dönüp az ilerde beni beklediğini düşündüğüm Karaca'ya baktığımda kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Karaca kahkahalar ile gülerken yerde yatan adama bakarak bir şeyler diyordu. Hemen yanındaki Tuna ise elleri ceplerinde, dudağında bir gülümse ile hayran hayran Karaca'ya bakarak onu dinliyordu.
Şahit olduğum bu sahneye gülerken ardımda kalan Mahir ağır adımlar ile yerde yatan adamın yanına doğru ilerlemesi ile bakışlarımı hemen onların üzerinden çektim. Mahir 'in ardından ben de hemen hızlı adımlar ile yetiştim adama bir şey yapmasın diye.
Yerdeki adamı hiç zorlanmadan kaldırdı. Adamın az önceki rahatlamış ifadesi yeniden korkulu bir hale bürünmüştü. Mahir eğilerek yüzlerini yaklaştırdı ve ürkütücü bir tonda,
"Dersini almıştırsın inşallah." dedi buz gibi bir sesle. Başını hızlı hızlı salladı ama bir şey demedi Taner.
"Burada yaşananlar sana eğitim niteliğinde bir şeydi. Herkese yapmayız kıymetini bil." dedikten sonra da doğruldu olduğu yerde. Kendine şaşkın ama korku ile bakan adama dik bakışlar ile bakmaya devam etti.
"Seni şu arkadaki denize de sokup sokup çıkarma niyetim vardı da dua et yengene." dedi huysuz bir mırıltı ile. Adamın parlayan gözleri beni bulduğunda, "Allah razı olsun yenge. Saygılar... Hürmetler..." diye saygısını sunarken Mahir'in kükremesi ile sözler yarıda kaldı.
"Kes... Ensendeyim haberin olsun. Bir daha milletin karısına, kızına çocuğuna asılırsan o arkandaki denize gömerim seni." Adam hızlı hızlı başını salladı.
"Burada olanlar burada kalacak. Tek bir laf ettiğini duymayacağım. Yoksa elimdeki görüntülerini..." Mahir devam etmese de adamın gözleri fal taşı gibi açıldı. Gerekli mesajı almıştı.
"Y-yok yok komutanım. Ne oldu ki burada." dediğinde Mahir tehlikeli bir şekilde güldü.
"Aferin. Kolay öğreniyorsun." dedikten sonra arkasına dönerek, "Çözün şunu." diye seslendi diğerlerine. Arkadan Mehmet ile Serdar koşar adım gelerek iplerini çözdüğünde tam gideceğimizi düşünürken Mahir öylece bekliyordu. Adam olduğu yerden ayaklandığında Mahir de aralarındaki mesafeyi hızla kapatıp adamın yüzüne bir kafa attı.
Daha yeni kalkmış adam yeniden yere canhıraş şekilde bağırarak yapışırken ben de şaşkın bir şekilde Mahir'e döndüm.
"Ne yaptın ya?"
Ayıplar şekildeki bakışları bana dönerken cevap verdi.
"Nee! Öylece bırakacak mıydım? Az öncekiler genel bir dersti. Bu da benim kendi hıncım içindi."
Yerde burnu oluk oluk kanayan adama yüzümü buruşturarak baktım. Mahir tükürür gibi,
"Alın bırakın bunu evinin yakınlarına." dediğinde Mehmet ile Serdar başlarını sallayıp yerden kaldırdıkları adamı sürükler gibi Arabaların olduğu tarafa götürmeye başladılar.
"Hadi biz de gidelim yavrum. Bırakayım seni." dediğinde Mehmetlerden çektiğim bakışlarımı Mahir'e çevirdim.
"Ne münasebet? Nasıl geldiysem öyle giderim." diyerek arkamı döndüğümde kolumdan tuttu nazikçe.
"Leylam... Gerçekten hiç iyi bir gün geçirmedim. Nazına kurban da olurum ama şimdi değil. Lütfen!" başını hafif sağa eğerek ısrarla bakan gözlerine bir kaç saniye dalarken sıkıntılı bir nefes bıraktım. İstemem yan cebime koy misali yüzümü düşürürken ağzımın içinde,
"İyi madem!" diyerek önden önden yürümeye başladım.
Hala koyu eğlenceli bir sohbet içerisinde olan Karaca ve Tuna'nın olduğu yere gelip boğazımı temizler gibi ses çıkardım. İkisinin de bakışları beni bulduğunda uzatmandan,
"Ben Mahir ile döneceğim. Siz keyfinize bakın gençler." dediğimde Karaca arkamda kalan adam bakıp imalı imalı güldü.
"Tamam bebeğim. Ben geçiyorum Tuna ile o zaman. Yani evimize. Yani seninle olan evimize." Her bir cümlesini saçma sapan şekilde düzelterek tamamlayan Karaca ya aynı ima ile ben de baktım.
"Geç... Geç tabi evimize. Ben de gelirim çok oyalanmam. İyi akşamlar Tuna." dediğimde Tuna da gülümseyerek, "İyi akşamlar yenge." dedi.
Ben önde Mahir arkada geçen gün çektirdiğim arabasının yanına geldiğimiz de Mahir benden önce kapımı açtı. Gülümseyerek koltuğu işaret ettiğinde gülmemi bastırmak için dudaklarımı dişleyerek oturdum koltuğa kapıyı kapatıp ön taraftan kendi tarafına geçti.
Arabaya bindiğinde çalıştırmadan önce bana bakarak iç çeker gibi bir nefes bıraktı. Her tavrı karnımın içinde kelebekler uçururken bakışlarımı ondan çekip, "Ee hadi gitmiyor muyuz?" diye mırıldandım. Güler gibi gelen bir nefes bırakırken arabayı çalıştırdı.
Biraz ilerlediğimiz de ikimizden de ses çıkmıyordu. En son böyle bir araba yolculuğu yaptığımızda benim başım onun omzunda, onun dudakları ise sık sık alnımdaydı. Sıkıntılı bir nefes verirken bakışlarını üzerimde hissetsem de bakmadım.
Çok özlüyordum onunla eskisi gibi olmayı. Ama hala hareketlerimi durduran bir şeyler vardı içimde. Ben adım atamasam da onun sürekli peşimde pervane oluşu, bana sanki hiç bir şey olmamış gibi davranmasına da içim gidiyordu.
İçten içe bir gün bu tavrımdan bıkmasından da korkuyordum.
Şuan yanındaydım, en huzur bulduğum yer olması gereken yerdeydim. Ama tedirgin, tutuk ve huzursuzdum.
"Üşüdün mü güzelim?" dediğinde daldığım düşünce deryalarından çıkıp ona çevirdim bakışlarımı. Bir kaç saniye bir şey demezken başımı iki yana salladım hayır anlamında. Öyle sıcak bakıyorsun ki üşümek de neymiş yangınların içindeyim diyemedim.
"Tuna mı haber verdi burada olduğumuzu?" diye sordu gözleri yoldayken.
"Bir anda yayın yasağı çıkınca senin yaptırdığını tahmin ettim. Sonrasında bununla yetinmeyeceğini tahmin edip ben aradım Tuna'yı. Sağolsun o da çok uğraştırmadı beni." Bir kaç saniye cevap vermeden yola diktiği bakışlarını bana çevirdi kısa bir süre.
" Sana dua etsin. Daha ben ona neler edecektim de. " diye sinirli bir şekilde paylar gibi konuştu. Gözlerimi devirip kollarımı göğsümde bağladım.
"Abartmasan mı?" dediğimde sinirli bir şekilde güldü.
"Abartmasam. Ben seni o televizyon da o halde.... O halde gördüğümde beynimden vurulmuşa döndüm." Sinirli bakışlarını bana çevirip,
"İnan bana fazlasıyla insaflı davrandım." diyerek önüne döndü.
Daha fazla uzatıp ortamı germenin bir anlamı yoktu. Önüme dönüp tıpkı onun gibi yolu izlemeye başladım. Sonra aklıma gelen ile bir hışımla ona döndüm yeniden.
"Trafik şubeye geçmeme sen mi sebep oldun? " dediğimde sıkıntı ile başını sabır dilenir gibi sola doğru çevirdi. Gözlerimi kısarak,
"Sana soruyorum Mahir. Sen mi dedin amcama oraya aldır diye? " diye yeniden sorduğumda bakışları bana döndü.
"İster inan ister inanma haberim sonradan oldu. Bunları yaşayacağımı bilseydim de elimden geleni yapardım geçmemen için." diye ağzının içinde mırıldandı. Kaşlarım hayret eder gibi kalkarken öylece baktım yüzüne.
" Sana ne acaba? Seni ne ilgilendirir?"
"Müstakbel eşimin nerede çalışacağı bir zahmet ilgilendirsin beni." diye çıkışırken beklemediğim bu cevaba karşılık ağzım bir karış açıldı. Gülen gözlerle bana dönerken gözünü kırptı.
"O yüzden güzelim bence bu trafik işini biz sonsuza kadar rafa kaldıralım." Sözlerine karşılık sinirli bir şekilde gülerken dudağıma dişlerimi geçirdim.
"Allah Allah! Sana soran vardı da!" Sözlerime hiç alınmamış gibi gülerken cevap vermedi.
Bir kaç dakika süren yolculuğumuzu bölen telefon sesi ile elimi montumun cebine attım. Telefonu çıkardığımda arayan kişiyi görmem ile sıkıntı ile nefes verdim. Mahir de arayanın kim olduğunu görmüş olmalı ki, "Aç bence." dedi.
Derin bir nefes telefonu açtım.
"Efendim müdürüm."
"Nasılsın?"
"İyiyim, sağolun. Siz nasılsınız?" Her kelimem ağzımdan tutuk ve samimiyetsiz çıkıyordu.
"İyiyim yani iyi olmaya çalışıyorum. Acil görüşmem lazım seninle. Neredesin?" dediğinde yandan bir bakış attım Mahir'e.
"Eve geçiyordum." dedim.
"Hemen şubeye gel acil görüşmemiz lazım." dedi. Kararsız şekilde bir kaç saniye beklerken önemli olmasa amcamın beni bu şekilde çağırmayacağını bildiğimden çok uzatmadım.
"Geliyorum." diyerek kapattım. Mahir'e dönüp, "Kürşat müdür çağırıyor, beni şubeye bırakabilir misin?" diye sorduğum da başını salladı yalnızca. Önüme dönüp akan yolu izlediğim de çok sürmeden şubeye gelmiştik. Arabadan inmeden Mahir'e dönüp, "Çok teşekkür ederim. İyi akşamlar." dedim yine aynı tutuklukla.
" Buradayım. Seni bekliyorum güzelim. " dediğinde başımı iki yana salladım.
"Beklemene gerek yok. Sen geç istersen benim ne kadar süreceği belli olmaz. " dediğimde derin bir nefes alıp bıraktı.
"Hadi güzelim git ve görüş bekliyorum ben seni." dediğinde belli belirsiz başımı sallayarak arabadan indim. "
Hızlı adımlar ile şubeye doğru ilerlediğimde etrafa tanıdık birilerini görür müyüm diye bakarken görmek istemediğim kişiyi özellikle arıyordu gözlerim. Karaca'nın nöbete kalmadığı zamanlarda Serhat'ın nöbete kalması muhtemeldi.
Asansöre binip amcamın odasının olduğu kata çıktığımda ortalıkta akşamın geç saatleri olduğundan ötürü çok kimse yoktu. Hızlı adımlar ile amcamın odasının önüne gelip kapıyı çaldığım da içeriden gelen 'Gel' sesi ile girdim.
Amcam masasında oturmuş önünde bir dosyayı incelerken içeri girmem ile bakışlarını kaldırdı. Başımla selam verirken,
"Hoş geldin Leyla. Otur lütfen." diyerek önümüzdeki koltukları işaret etti. Koltuğa oturup önünde birleştirdiğim ellerime diktim bakışlarımı.
Amcamla da bu halde olmak çok canımı sıkıyordu ama böyle davranmama da engel olamıyordum.
"Nasılsın?" diye konuşmaya giriş yaptığında ellerimdeki bakışlarımı ondan taraf çevirdim. Derin bir nefes alarak burukça gülümsedim,
"İyiyim. İyiyim sanırım." dediğimde o da burukça gülümsedi.
"Seninle böyle olacağımızı kırk yıl söyleseler inanmazdım. Ne kadar sen beni sorunlu tutup faturayı bana da kessen de bu olayda seyirci kalıp akışına bırakmak dışında hiç bir suçum yok." Derin bir nefes alıp devam etti.
"Aslında Mahir'in de tek suçu karşısındakinin iyiliğini düşünmekti. Mahir'i getirdiklerinde ölecek diye beklerken o hayata tutundu. Nasıl oldu kim haber verdi içeridekilere bilmiyoruz ama Mahir'in öldüğü haberi gitmiş. Ha düzeltebilirdik ama yapmadık. Çünkü doktorlar hazırlıklı olun demişlerdi. Mahir gerçekten de ölümden döndü Leyla . Ben onun orada ölüm haberini bekledim çaresizce. " Anlattıkları ile kalbim sıkışırken gözlerim çoktan dolmuştu. Boğazıma oturan yumru yüzünden bir şey diyemedim. Ağzımı açarsam her an o hıçkırıklara boğulabilirdim.
"Kendine geldiğinde de ilk sorduğu sen oldun. Keşke o an onu beklemeyip haber verseydim. Artık üzerinde konuşmanın da manası var mı bilmiyorum? Olan oldu artık." dediğinde gözlerimi önüme çevirip önümde birleştirdiğim elime çevirdim.
"Seni buraya çağırma sebebim gelecek olursak yeni bir birlik kurulacak. Mit müsteşarı özel olarak iki adamı istedi bu ekibin başında. Bunlardan biri sensin?" dediğinde şaşkın bakışlarım yeniden amcama döndü.
"Ben mi? Diğeri kim peki?" dediğimde amcam sıkıntı ile gözlerini kaçırdı.
"Mahir." diye mırıldandı. "Son operasyonda göstermiş olduğunuz başarıdan dolayı sizinle çalışmak istiyor ve özellikle bastırıyor bu konuda. Hatta ekibi bile sizin kurmanız da izin verecek." dediğin de kaşlarım çatılı şekilde boşluğa daldı bakışlarım.
"Ben... Ben ne diyeceğimi bilmiyorum." dediğim de amcam ayağa kalkıp tam karşıma oturdu.
"En azından görüşmeyi kabul edersen yarın sana göndereceğim adrese gelirsin. Aklındaki soruları da orada sorabilirsin." dediğinde başımı ağır ağır salladım.
Mahir ile yeniden çalışmayı hem çok istiyor hem de tedirgin oluyordum. Bu sefer her şey daha farklıydı ama ters düşeceğimiz zamanlar olduğunda hepten kopmaktan korkuyordum. Sıkıntı ile derin bir nefes aldım ve bakışlarımı yüzüne kaldırdım.
"Tamam müdürüm. Yarın geleceğim ama karar vermiş değilim." dediğimde burukça güldü.
"Müdürüm? Artık amca da demiyorsun bana." dedi mahçup bir şekilde bakarken dayanamayıp ben de güldüm. Ayağa kalkıp kollarını açarak, "Gel buraya." dediğinde hiç ikiletmeden hızlı bir kaç adımda kollarına bıraktım kendimi. Babamdan sonra elini hiç üzerimden çekmemiş her türlü sıkıntıma derman olmaya çalışmıştı.
"Çok özledim seni kızım. Öfkem ile hareket ettim, affet beni." dediğinde bir şey demedim sarılmamı sıkılaştırdım. Eskisi gibi olmayı deliler gibi özlediğim insanlardan biriydi. Geri çekilerek yüzümü ellerinin arasına aldı.
"Eğer kabul etmezsen de sıkıntı değil. Seni yarından itibaren yanıma alacağım." dediğinde başımı salladım.
"Hadi bakalım geç oldu bırakayım seni." diyerek kolumdan tuttuğun da durdurdum onu.
"Mahir ile geldik amca." dediğimde kaşları havalandı şaşırarak.
"Hergeleye bak sen! Bu ne hız! Bugün televizyona çıktın diye bana herkesin içinde postayı koydu çıktı." dediğinde kıkırdamama engel olamadım.
"Gitmiş adamı nezarethaneden çıkarmış amca bir de." diyerek olayı kısaca özet geçtim. Amcam da benim gibi gülerken bir an buruklaştı.
"Yapmıştır. Bugün neredeyse beni boğazlayacaktı, Kürşat müdür diye diye üzerime yürüdü." Bir kaç saniye duraksayıp, "Çok seviyor seni. Ne ara bu hale geldi hala çözemedim ama ne yapıyorsa bocaladığından. Dersini almıştır o da insaf et." dediğinde gülerek başımı salladım.
" Ben çıkayım amca. " dediğimde yeniden kollarının arasına alarak alnıma bir öpücük kondurup geri çekildi.
" Yarın görüşürüz. " dedi.
Amcamın odasından çıktığımda kuş kadar hafiflemiş gibi hissediyordum. Amcamla arayı düzeltmemin etkisi elbette vardı ama dışarıda beni bekleyen adamın varlığı başlı başına mutluluk kaynağımdı.
Çok seviyordum onu. Tüm benliğimle, tüm hücrelerimle, ruhumla aşıktım. Dışarı çıktığımda gözlerim onu ararken çok da uğraş vermeden bahçedeki banklardan birinde otururken bulmuştum. Elindeki sigarasını ağır ağır dudaklarına götürürken bakışları beni buldu.
Hızlı adımlar ile yanına geçip oturduğumda sigarasından bir nefes daha çekti.
"Demek sigara içiyorsun?" dediğimde başını salladı ağır ağır.
"Ben hiç hoşlanmam." dememle anında bakışları beni bulurken hemen elindeki sigarayı kalkıp az ilerimizdeki çöpün üzerinde söndürüp attı içine. Yanıma gelip otururken,
"İçseydin ya..." diye mırıldandığımda gülümseyerek gözlerimin içine baktı.
"İçmem. Sen sevmiyorsan içmem." dediğinde ben de gülümsedim onun gibi. Bir kaç saniye öyle birbirimize yoğun bakışlar ile bakarken üzerimde hissettiğim bakışlar ile başımı binanın girişine çevirdim. Serhat çatılı kaşları ile bize bakıyorken bir şey çıkmaması için ayağa kalktım hemen.
"Hadi gidelim. Yarın bir görüşmemiz olacakmış." dediğimde Mahir'in yüzündeki gülümseme büyüdü. Hevesle,
"Demek kabul ettin?" dediğinde gözlerimi devirdim.
"Hayır daha kabul etmedim. Görüşmeyi kabul ettim sadece. Hadi gidelim. " diyerek koluna girdim. Sürükler gibi arabaların olduğu tarafa doğru götürmeme karşılık yüzünde şapşal bir gülüş belirdi Mahir'in.
"Leyla!" diye seslenen Serhat'ın sesi ile gözlerimi sinirle kapattım. Ellerimin arasındaki kolları kasıldı Mahir'in. Sesin geldiği yöne dönerken ikimiz de Mahir yine arkasına almaya çalışır gibi eli ile kolumu tutup çekti.
"Ne var?" dedi Mahir azarlar bir tonda. Serhat öldürücü bakışlarını Mahir'in gözlerine dikerken dişlerinin arasında konuştu.
"Sana seslenmedim. Konuşmak istediğim kişi Leyla." dediğinde Mahir sinirli bir şekilde gülerek başını sağa sola salladı.
"Bana bak Serhat! Bu gün haddinden fazla kotamı doldurdum. Kota aşım tarifemi senin üzerinde uygulamayım. Kaybol git." dediğinde arkasını dönerek elimi ellerinin arasına aldı gözlerime bozma beni der gibi bakarken,
"Hadi yavrum, gidelim." dediğinde başımı salladım usulca. Yüzündeki gülümseme büyürken sanki arkamızda bizi izleyen Serhat yokmuş gibi el ele arabaya doğru ilerledik. Allah'tan Serhat da her hangi bir şey demedi.
Arabaya bindiğimiz de bizi izleyen Serhat'a bakarken öfkesi yine harlanmıştı.
"Siktiğimin piçi. Hala bakıyor. Şeytan diyor o bakan gözlerini oy eline ver." dediğinde derince bir nefes aldım.
"Hadi Mahir. Bırak lütfen. O alacağı mesajı almıştır." dediğinde hala öldürücü bakışları onun üzerindeydi.
"Onun o göt beyni anlamaz mesajdan. Kafasına vura vura anlatmak lazım." dedi dişlerinin arasında.
"Mahir! Lütfen diyorum. Bak yeteri kadar hareketli bir gün geçirdim valla doldum artık. Lütfen." diyerek yüzüne doğru eğilmeme karşılık yüzüme daldı bakışları. Derince yutkunurken aşağı yukarı hareket etti adem elması. Bu kadar etkim altına alıyor olabilmek gururumu okşarken kendimi geri çektiğim de o da iç çeker gibi bir nefes alıp verdi. Arabayı çalıştırıp hızla otoparktan çıktık.
"Yarın sen de olacak mısın?" dediğimde başını salladı.
"Bizim karargahta olacak." diye mırıldandı. Sesinden hala modunun düşük olduğu belli oluyordu.
"İyi bakalım." diyerek geriye yaslanıp kollarımı göğsümde bağladım.
"Leylam..." diye seslenmesi ile başımı ondan taraf çevirdim.
"Yarın... Kabul edeceksin değil mi?" dediğinde derin bir nefes aldım.
"Bilmiyorum Mahir. Kusura bakma ama seninle çalışmanın nasıl bir şey olduğunu gördüm." dediğimde başı süratle benden tarafa çevrildi.
"Nasılmış benle çalışmak?" dedi sinirli bir merakla. Kaşlarımı kaldırıp alayla ona baktım.
"Yani çok ortak olarak çalışabileceğim biri değilsin diyelim?" dediğimde yine hızla çevirdi başını.
"Niye ya! Neyim var benim?" sorusuna karşılık gözlerimi kısarak dudaklarımı öne doğru uzattım.
"Anlatmaya gerek var mı? Bir kere öfke problemin var. Kıskanınca gözün beni bile görmüyor. Sonra kendi başına kararlar alıyorsun en son benim haberim oluyor. Tabi en kötüsü ortada bırakıyorsun..." dediğimde aracı kenara çekti sertçe.
"Ben seni ortada bırakmadım." diye yüksek perdeden konuştu belki de ilk defa bana karşı. Şaşkınca ona bakarken, "Bırakmam da. Mecburdum ya! Neden beni de anlamayı bir an olsun düşünmüyorsun? Ben sana köpek gibi aşıkken, bir bakışına gülüşüne ekmek gibi hava gibi muhtaçken... Benim için kolay mıydı? Tam sana kavuştum derken seni kaybetmek demek ne demekti biliyor musun? "
Gözleri dolu dolu yüzüme bakarken eli ile kalbine vurdu sertçe, " Şu kalbimi sanki kızgın demirle dağladılar sen gittiğinde. Bir kere ya bir kere dinlemedin beni. Tamam suçluyum ama bile isteye değildi yaptığım şey. O an ki ruh halim ile mantıklı olan o zannettim. Ama köpek gibi pişmanım. İster süründür ister peşinden koştur razıyım ama ama beni bıraktın, beni ortada koydun deme artık! Çok zoruma gidiyor. " Sözleri ile derince yutkunurken dolan gözlerimi kaçırdım. Tüm benliğimi derin bir utanma ve mahcubiyet sarmıştı. Mahir sıkıntı ile derin bir nefes alarak gaza tekrar basıp yola çıktı.
İkimizden de ses çıkmazken kendi içimde Mahir'in sözleri yankılanıyor. Evin önüne geldiğimiz de usulca başımı ondan taraf çevirdiğim de bakışları karşıya bakıyordu.
"Ben teşekkür ederim. İyi akşamlar." diyerek kapıyı açıp dışarıya çıktım. O da benimle birlikte çıkarken ağır adımlar ile yanıma geldi. Eğilip alnıma bir öpücük kondurup geri çekildi.
"Hadi geç içeriye. Yarın görüşürüz." dediğinde başımı salladım yalnızca bir kaç saniyeden daha uzun bir süre birbirimize bakarken burukça gülümseyerek arkamı dönüp eve doğru yürüdüm. Apartmandan içeriye girdiğimde hızla merdivenleri çıktım. Daha kapıya anahtarı sokmadan Karaca açmıştı.
"Nerdesin sen kaçak?" diye de göz kırptı. Burukça gülümseyip içeriye geçtim. Kendimi koltuğa bıraktığımda o da çaprazıma bıraktı kendini.
"Bir şey olmuş belli."dedi.
"Her zaman ki şeyler. Biraz atıştık. Ben... Ben ilk defa ona haksızlık ettiğimi hissettim. Ben üzülürken onun üzüntüsünü görmezden gelmişim." dediğimde pür dikkat beni dinleyen Karaca'ya çevirdim bakışlarımı.
"Ben demiştim diyebilir miyim?" dedi muzip bir tonda. Burukça gülerken başımı bilmem der gibi sağa doğru yatırdım.
"Birbirimizi çok seviyoruz ama ben aynı şeyleri bir daha yaşamak istemiyorum Karaca. Mahir bir daha yapmaz diyemiyorum mesela." dediğimde kalkıp yanıma oturdu.
"Çok normal kardeşim. Kolay şeyler yaşamadın, yaşamadınız. Bence artık ördüğün o duvarları yık. Bu adam seni deliler gibi seviyor. Ee sen de onu seviyorsun. Maşallah pek de yakışıyorsunuz ama. Bu gün yaptığı neydi öyle? Adamı nasıl pişman etti ama? Valla gülmekten altıma edecektim." dediğinde gözlerimi kısarak araştıran bakışlarımı gözlerine diktim.
" Gördüm gördüm. Tuna beyle pek koyu sohbetteydiniz. " dediğimde gözlerini kaçırarak geri çekildi.
" Ya hoş sohbet birisi. Siz Benanların oradayken de birlikte çalışıyorduk ya zaten iyi anlaşıyoruz." dediğinde kaşlarım kalktı öyle mi der gibi. Gözlerini yine suçlu gibi kaçırırken sesi içine kaçmış gibi konuştu.
"Ya kızım adamın sözlüsü varmış. Yani öyle anladığın bir şey yok aramızda." dediğinde kaşlarım çatıldı.
"Ne sözlüsü? Parmağında falan da yüzük yok. Hem sana nasıl baktığının farkında değilsin galiba." dediğimde heyacanla yüzüme çevirdi bakışlarını ama hemen yaptığını anlayıp ifadesizlik maskesini takındı.
"Nasıl bakıyor ki?" diye sanki ilgilenmiyor gibi sormasına gülmemek için dudaklarımı ısırdım.
"İlgili gibi." dediğinde derince nefes aldı.
"Olabilir fark etmedim." diye mırıldandı. Ardından müthiş bir manevra ile konuyu değiştirdi.
"Siz neredeydiniz asıl?" dedi imalı imalı. Gülerek geriye yaslandım.
"Düşündüğün şeyler olmadı bakma öyle imalı şekilde. Amcam çağırdı. Yeni bir ekip kurulucakmış MİT tarafından. Beni istiyorlar." dediğinde gözleri açıldı şaşkınlıkla.
"Ohaa! Kızım bu süper haber. Ne dedin?" diye sorduğunda dudaklarımı büzdüm bilmiyorum der gibi.
"Bakalım yarın görüşmeye gideceğim. Tabi diğer haberi söylemedim sana. Kabul edersem Mahir ile çalışacağım." dediğimde şaşkınca güldü.
"Kabul edeceksin değil mi?" dediğimde başımı yine bilmiyorum der gibi salladım.
"Salaksın valla hem de süzme salak. Bana bak kabul etmeden gelirsen eve koymam seni." dediğimde ben de onun gibi gülerek ayaklandım.
"Gerizekalı, kimi almıyorsun acaba? " diye odanın çıkışına doğru yürürken arkamdan seslendi.
"Nereye?"
"Valla yatmaya gidiyorum. Sabahtan beri mahvoldum. Hadi iyi geceler."
"İyi geceler bebeğim." diye sesini duydum arkadan. Lavobaya girip ihtiyaçlarımı gördükten sonra nihayet pijamalarımı giyip yatağa atabilmiştim kendimi.
O kadar çok şey yaşamıştım ki gün içinde her yerim sızlıyordu. Yarın bakalım neler bekliyordu beni. İçimi ısıtan adamın görüntüsü zihnimde canlandığında dudağımda bir gülümseme peydah oldu. Zihnimdeki bizli hayallerden bizli rüyalara doğru yol alırken yavaş yavaş uykuya bırakmıştım kendimi.
******
Sabah kalktığımda ekip amirimi arayıp durumu bildirdikten sonra Kerem'e de gelemeyeceğimi söyledim.
Apar topar hazırlanıp az da bir şeyler atıştırdıktan sonra nihayet yola çıkmıştım. Sabah amcam görüşme yeri ve saatini bildiren mesajı atmıştı. Trafik açık olduğu için şanslıydım ki varacağım yere çok kısa sürede varmıştım. Karşımda beliren askeriye yerleşkesine doğru ilerlerdim.
Nizamiyeye doğru yaklaşırken, nöbetçi askerlerin dikkatlice araca baktığını fark etmemle aracımı yavaşlatıp durduğumda bir asker pencereye doğru yaklaştı.
Kimliğimi çıkarıp ona uzatıp yüzümde kendinden emin bir gülümseme ile "Kolay gelsin. Bir toplantı için çağrıldım. " dedim.
Asker kimliğimi dikkatlice inceleyip başını onaylarcasına salladı. "Bildirdiler efendim. Hemen karşınızdaki binada olacak toplantı. Bina önünde otoparkımıza park edebilirsiniz. Orada ilgili arkadaşlar da yardımcı olacaktır."
Askerin yönlendirmesine onaylayan bir bakışla gülümseyip başımı salladım. Arabamı söylediği binanın önüne park ettim ve araçtan inip binaya doğru adımlarımı hızlandırdım. Fakat merdivenlere yaklaşırken, içimde garip bir his beliriverdi.
Sanki burada daha önce bulunmuştum. Bakışlarım çevremde huzursuzlukla gezinirken, zihnimde belli belirsiz bir görüntü canlanmaya başladı.
Mahir… Burada, bu merdivenlerde onunla karşı karşıya geldiğim o an… Gözlerimi kapattım, o anı daha net hatırlayabilmek için zihnimi zorladım ama bulanık anılar dışında hiçbir şey gelmedi.
Sadece Mahir’in yüzündeki şaşkınlık, derin ve gizemli bakışları gözümün önünde canlanmıştı. Özlem dolu bakışlarında hapsolmuş bir acı vardı.
Gözlerin de acı ile öylece bana bakıyordu. Sanki aramızda bir şeyler yaşanmıştı ya da belki hiç yaşanmamış gibi.
Merdivenleri ağır adımlarla çıkarken zihnim bu karmaşık duygularla dolmuş, gözlerim etrafta bir ipucu ararcasına geziniyordu. Belki başka bir şeyler hatırlayabilirdim ama nafile… Sadece Mahir’in, kalbimde derin izler bırakan o acılı bakışları vardı aklımda.
İçimi saran hüzünle adımlarımı hızlandırarak binaya girdim. O anda bana doğru gelen askerin adımlarını durduran Mahir’in sert ve otoriter sesi duyuldu,
"Asker! Ben ilgilenirim hanımefendi ile, sen işine bak."
Otoritesindeki tını o kadar güçlüydü ki ben bile olduğum yerde irkilmiştim. Asker hemen "Emredersiniz komutanım!" diyerek sessizce uzaklaştı. Bakışlarım Mahir'e kayarken, o da kamuflajlarının içinde içten bir gülümseme ile bana doğru gelmeye başladı.
Yüzümdeki o hayran ifadeyi gizlemek için yoğun bir çaba sarf ediyordum. Kamuflajlar içinde fazla çekici görünüyordu.
Yanıma birkaç adımda gelerek, bana hayranlıkla baktı ve eğilip alnıma hafif bir öpücük kondurdu.
"Hoş geldin güzelim. " dedi sıcak ve samimi bir sesle.
Bakışlarımı ondan kaçırmadan geri çekilirken kaşlarımı hafifçe çatıp sert bir sesle çıkıştım
"Ne yapıyorsun ya!"
Mahir, hiç bozulmadan, yüzünde sanki normal bir ilişki içindeymişiz gibi içten bir gülümseme ile "Sevgilimi karşılıyorum. " dedi.
Cevabı bir an beni dumura uğratsa da toparlanmam uzun sürmedi. Burnumu dikerek
"Biz sevgili değiliz, yüzbaşı. " dedim tane tane, sert bir vurguyla.
Ama Mahir, sanki az önceki sözlerimi hiç duymamış gibi, aynı gülümsemeyle,
"Hadi güzelim, bizi bekliyorlar. " dedi. Ardından sırtıma eliyle hafifçe dokunarak beni kendi ile birlikte yürütmeye başladı. Sırtımdaki eli yerli yerinde dururken ne olduğunu anlamadan yürümeye başladım onunla ben de.
Daha yaptığının şokunu atlatamamıştım ki bu sefer yanağıma okkalı bir öpücük kondurdu.
Aniden durup kendimi geri çektim, şaşkınlıkla ona baktım. "Ne yapıyorsun yaa?" diye çıkıştım yeniden. Yüzünde muzip bir gülümsemeyle,
"Ne yapıyormuşum?" dedi.
Sinirle gözlerimi kapatıp açarken derin bir nefes aldım. İşaret parmağımı havaya kaldırarak uyarıcı bir tonla, "Mahir! Bak... "
Parmağımın ucuna eğilip bir öpücük kondurduğunda da sözlerim yarım kalmıştı. Tatlı bir gülümsemeyle yüzüme doğru eğildi.
"Söyle gülüm. " dedi, sesi sevecen ve sıcakcıktı.
İçimde bir şeyler titretiyordu bu adam, kalbimin atışını hızlandıran bir gülümsemesiyle de beni tam anlamıyla çaresiz bırakırken öylece kala kaldım.
Kendimi toparlamaya çalışarak, "Sen… Sen arsız, laftan anlamayan bir adamsın. " diye çıkıştım.
Mahir’in yüzünde garip bir ifadeyle bana yaklaşarak eğilirken gözleri gözlerime kilitlenmiş halde efsunlu bir sesle,
"Oysa ki daha arsızlığımı hiç göstermemiştim. " diye fısıldadı.
Sözleri üzerimde soğuk bir dalga etkisi yaratırken öylece kaldım yine. Bu adam benimle kedinin fareyle oynaması gibi oynuyordu. İşin kötü tarafı bunu isteyen yanım daha baskınken hiç bri şey yapamıyor kendimi onun insafına bırakıyordum.
Öyle bir bakıyordu ki boğazım kurumuştu. Yutkundum, ama kelimeler boğazımda düğümlenmişti. Mahir, beni kolayca alt eden bu tavırlarıyla hem sinirimi bozuyor hem de kalbimi tekletiyordu.
Bu Mahir rüyalarımda aşık olduğum Mahirim gibiydi. Ve ben bu Mahir'i de deli gibi istiyordum. Bu halleri öyle bir kanımı kaynatıyordu ki aklımdan olmadık şeyler geçiyordu tam da şuan olduğu gibi. Yoğun bakışlarımız birbirimizin gözleri ve dudakları arasında kayarken duyduğumuz öksürük sesi ile bir rüyadan uyanır gibi irkilerek geri çekildik.
"Böldüm ama gençler, sizi bekliyorlar."
Tuna’nın sesi ile ona döndü bakışlarım.
"Hoş geldin yenge." derken gülümseyerek baktı bana.
Az önceki yakalanmışlığın utancı vardı vardı yüzümde.
"Hoş bulduk." diye mırıldandım. Eli ile koridoru gösterirken yürümemize bu sefer üç kişi olarak kaldığımız yerden devam ettik.
Uzun geniş bir koridora girdiğimiz de Mahir hemen yanımda ilerliyordu ama sesi çıkmıyordu. Yalnızca her adımda ya kollarımız ya da ellerimiz birbirine değiyordu.
Bir kaç kez ters bakışlar atıp kendimi diğer tarafa çeksem de benden taraf hiç bakmıyor bana doğru yaklaşmaya devam ediyordu.
Toplantı salonu yazan kapının önünde durduğumuz da Tuna kapıyı tıklattı. "Gel!" sesini duyduğumuz da açılan kapı ile Mahir eli ile önden geçmemi gösterdiğinde içeriye adımladım. Mahir de hemen ardımdan içeri girdi.
Karşımızda jüri üyeleri gibi sıralanmış şekilde oturan amcam ve ödül töreninde Mahir ile bana ödül vermek için sahneye gelen iki adam vardı. Tam karşılarına geçtiğimiz de ortadaki adam konuşmaya başladı.
"Hoş geldin Leyla kızım. Ben mit müsteşarı Seyit Gümüş." dediğinde gülümseyerek başımı salladım.
"Hoş buldum efendim." dedim.
" Seni buraya neden çağırdığımızı Kürşat müdür anlatmış sana?" dediğinde başımı salladım.
"Anlattı efendim."
"Ben de biraz özet geçeyim müsaade edersen. Yeni bir ekip kuracağız. Ekipte sizlerin istediği çalışma arkadaşlarınız olacak. Gizli görevler de ilk etap siz görev alırken sonraki aşamalar da birer eğitici konumunda olacaksınız. Yani bu ekipten yıllar sonrasında kaliteli saha ajanları çıkacak. Bunu biz yıllar önce 4 arkadaş başlattık ama bir arkadaşımızın şehit olması ve sonraki süreçte devam noktasında sıkıntılar yaşadık. " dediğinde soran bakışlar ile bir ona bir amcama bakıyordum.
" 4 arkadaşımızda biri babandı. Şehit olmadan önce seçtiğimiz özel çocukların eğitimi ile yakından ilgilendi. Mahir ve Tuna gibi." dediğinde bakışlarım hemen yanımdaki Mahir'e döndü. Mahir huzursuz şekilde yerinde kımıldarken, Müsteşar Seyit konuşmasına devam etti.
" Kurmak istediğimiz düzenle ilgili bir çok sıkıntı yaşadık ki yakın zamanda bu sıkıntılara neden olanlardan birini siz ikiniz sayesinde öğrenmiş olduk. " Bir kaç saniye durdu önündeki bardaktan su içip boğazını hafifçe temizleyip devam etti.
"Kudret Atalay. Böyle dönemin İstanbul il emniyet müdürüydü biliyorsundur. Daha bu şeyin başında iken ilk önce o taş koydu yetmedi bakanlıkla engel oldu. Ona göre kurulacak bu birlik önü alınmaz bir tehlike arz ediyordu. Aslında biliyordu ki asıl tehlike kendisiydi."
"Babanın şehit olması akabinde birliğin dağılması ile zor süreçler geçirdik." Seyit beyin her bir sözü ile kaşlarım üzüntü ile çatılırken o günlere gitmiş gibi daraldı ruhum. O da tıpkı benim gibi üzgün gözlerle bana bakarken devam etti.
"Birlik dağılınca birlikte olan çocukları da isteklerine göre emniyet ve askeriyeye yerleştirdik. Anlayacağın birlik falan kalmadı ortada da. Şimdi ise yeniden bu projeyi hayata geçirmeyi düşünüyoruz ve siz ikinizi de projenin başına geçirmek niyetim. Tabi siz de isterseniz. " diye sözlerini bitirdiğinde ne Mahir'den ne de benden ses çıkmıyordu. İlk girişi ben yapma niyetiyle boğazımı temizleyip söze girdim.
"Öncelikle beni böyle bir göreve layık gördüğünüz için onur duydum. Özellikle babamın da böyle bir proje için öncü olup bu uğurda şehit olması.. Elbette ki böyle bir hizmet içinde bulunmak boynumun borcudur. Ben kabul ediyorum. Ama çekincelerim de yok değil? " dediğimde karşımdaki adam sorar gibi baktı yüzüme.
" Ne gibi kızım? Sana benden sonsuz kredi. " dediğinde gözlerimi kısarak elimi kaldırıp arkadaşını şikayet eden ilk okul çocuğu gibi Mahir'i işaret ettim.
"Bu yanımdaki şahıs ortakla çalışmak ne bihaber? Kusura bakmayın ama ben onunla bu görevde olmak istemiyorum." Bir kaç saniye susup bana devam etmem için bakan adama diktim gözlerimi.
"Belki başka biri..." sözlerimi tamamlamadan araya Mahir girdi.
"Yok öyle bir şey. Ya benle ya benle." sinirle gözlerimi devirip hemen yanımda, çok yakınımdaki adama döndüm. Alayla kalkan kaşlarım ile,
"Yok ya! Sen mi karar veriyorsun acaba? Bir sor bakalım bana, ben seninle çalışmak istiyor muyum?" Yüzünü yüzüme eğip yoğun bakışlar bana bakarken karşınızdaki adamları umursamıyor gibiydi.
"Leylam. Uzatmasan mı artık? Benden başka ihtimal yok sana." Fısıltı gibi söylediği sözler ile derince yutkundum. Böyle bir cevabı beklemeyişimden dolayı öylece kalırken gözlerimi hızlı hızlı kırıpıştırdım. Karşımızdan gelen öksürük sesi ile bakışlarımı süratle ondan çeksem de pancar gibi kızaran yüzüm ile ne derece utandığım ortadaydı. Yanımdaki arsız aldı sazı eline,
"Başkası yok müsteşarım. Leyla ile ben birlikte yürüteceğiz. Hem emniyetten hem de askeriyeden alanında iyi olan arkadaşları da istişare ederek oluşturduğumuz ekibi kısa sürede onayınıza sunacağımızdan hiç kuşkunuz olmasın." diye oldukça profesyonel şekilde sıraladı cümlelerini.
"Tamam, en kısa sürede ekibin diğer üyelerinin listesini bekliyoruz sizden." ya tarafında yer alan adamlara sırasıyla dönüp,
"Sizlerin ekleyeceği bir şey var mı arkadaşlar?" dediğinde amcam söze girdi.
"Bu yeni ekip nerede faaliyet gösterecek peki müsteşarım?" diye sordu.
"Onu ilhan albayımla konuştuk şimdilik burada. Sonrasında ayrı bir yerleşkeleri olacak." dediğinde başını salladı amcam da. Seyit bey bize gülen gözlerle bakıp,
"Hayırlı olsun arkadaşlar. İnşallah ilerde başka şekilde de hayır mesajlarımızı iletiriz." diye imalı şekilde bakmasına karşılık Mahir,
"İnşallah müsteşarım." dediğinde gözlerimi devirmemek için zor tuttum kendimi.
"Çıkabilirsiniz arkadaşlar. Bir hafta içinde liste önümüzde olsun. "
"Emredersiniz. " diyerek arkamızı dönüp çıktık toplantı odasından. Tuna bizi bırakıp önden önden giderken Mahir gülen gözlerle yüzüme bakarak tokalaşır gibi elini uzattı. Bir eline bir yüzüne bakarken tıpkı onun gibi gülümseyerek elimi elinin içine bıraktım. Tek kaşını kaldırırken gülerek,
"Bir kez daha birlikte çalışmaya hazır mısınız komiserim?" diye sorduğunda aynı onun gibi tek kaşımı kaldırıp başımı hafifçe eğerek güldüm ben de.
"Hazırım komutanım." dedim
🌸🌸🌸🌸🌸
Ayy hazır mıyız gençler? 🤓
Ay kız kesemedim yazdım da yazdım valla 2 bölüm uzunluğunda oldu resmen 🥲
Ne uğraştım ne uğraştım. Kıymet bilip az yorum yapın zalımsporlar🥹
Bilen bilir ben bir öğretmenim 🤭 Ayrıcayarın, ara tatil olması sebebiyle memlekete anacığıma gidiyorum.
Diğer bölüm gecikirse küftermeyin diye size bölümü up uzun yazdım.
Kendize iyi bakın bebişlerim 🤟
Öpüyoreee😚
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
23.19k Okunma |
4.12k Oy |
1.11k Takip |
52 Bölümlü Kitap |