(BU BÖLÜM YOĞUN FEDAKARLIK GEREKTİREN BİR ZAMAN DİLİMİNDE ÖZENLE YAZILMIŞTIR. LÜTFEN BEĞENMEDEN VE YORUM YAPMADAN GEÇMEYİNİZ) 🤟
Merhabalar çiçeklerim 🤗
Yettim sonunda🤓 yukarıdaki uyarıyı dikkate alıp sağlı sollu yoruma boğunuz beni lütfen. 🤗
Ağırtop misafirlerim vardı 😁 Valla iş ve yatma dışında hep birlikteydik. Ondan geciktik.
Neyse güzel bir bölüm oldu. 🤓
BAŞ KARAKTERİMİZİN ADI LEYLA OLARAK DEĞİŞMİŞTİR. BÖLÜMLER DÜZENLEME ALTINDA.
Keyifli okumalar efenim 🫠
🌸🌸🌸🌸🌸
-3 YIL ÖNCE-
Gün tüm ihtişamı ile aymış ama bana aymamıştı. Başımı koyduğum masada gözlerimi tüm huysuzluluğum ile dinlendirirken masama konulan bir şeyin sesi ile başımı kaldırdım bir hışımla.
Hemen başımın yanındaki kahve bardağı ile bakışırken biraz daha başımı kaldırdığım da gülen gözlerle bana bakan Serhat ile göz göze geldik. Huysuzca gözlerimi yeniden kapayarak olduğum yerde doğruldum.
"Kahve getirdim, belki biraz açılırsın diye sevgilim ." dedi gülen gözlerle yüzüme bakarken. Derince bir nefes alıp geriye doğru yaslanıp yüzümü sıvazlarken,
"Çok sağol Serhat." dediğimde gülen yüzü bariz şekilde solsa da anında toparladı. Israrla benden istediği şansı kısmi olarak ona vermiş olsam da hala onun istediği şekilde ona yakın olamıyordum. Karaca'nın her gün kafama vura vura ısrarla aşık olunduğu nerde görülmüş azarlarına rağmen bir kaç haftadır denemeye çalılıyordum.
Ama içimde en ufak hareketlenme yoktu. Bir kere onu görünce heyacanlamıyor, kalbimde onunla ilgili az da olsa bir ilgi belirtisi hissedemiyordum. Bana kalsa hiç bir şey hissetmediğim biri ile böyle bir yola da girmezdim ama Serhat'ın ısrarları ile bu saçma işe girişmiştik artık.
"Akşam bir şeyler yapalım mı?" diye hevesle sorması ile daldığım düşüncelerden sıyrıldım. Bu bir kaç haftadır onunla bir şeyler de yapmak istemiyor her seferinde bir bahane buluyordum. Sadece bir kez sinemaya gitme teklifini kabul etme gafletine düşmüş orada tüm nemrutluğum ile kendimi filme odaklamıştım.
Bunda Karaca'nın telkinleri de etkili olmuştu tabi ki. Erkeklerin kız arkadaşları ile sinemaya gittiklerinde özellikle romantik bir film tercih edip ambiyansın etkisi ile de partnerleri ile hiç uğraşmadan öpüşme seviyesine geçtiklerini söylemişti.
Serhat'ın fikrimi almadan öncesinde biletini aldığı romantik film ile de beynimde yanan tehlike çanları yüzünden yanımdaki adama potansiyel kadın avcısı muamelesi yapmıştım. Kendimi o kadar kasmıştım ki bir kez olsun Serhat'tan tarafa başımı çevirmemiştim bile es kaza dudaklarımız birleşirse diye.
Kendimi onun yanında huzursuz ve diken üstüne hissediyordum. Bu bir kaç hafta anlamıştım ki hatırla matırla bu iş olacak şey değildi.
"Ya kusura bakma, akşam voleybol maçı var. Didem de gelecek bize. Birlikte izleyeceğiz. " diye mırıldandığımda hevesli yüzü yavaş yavaş soldu yine. Başını önüne eğip sıkıntı ile nefes alıp verdi. Geliyordu gelmekte olan.
"Leyla! Biz daha yeni sevgili olduk. Bir kaç kez dışında seninle baş başa kalamadık bile. Ben sevgilim ile bir şeyler yapmak istiyorum." Sözleri sandığının aksine bende bir hüzün değil öfke yaratıyordu. Olmuyordu işte.
Gözlerimi kapatıp açarken yılların hatırı için uygun kelimeler bulmaya çalıştım.
"Serhat! Biz seninle tam anlamıyla sevgili değiliz. " dediğimde kaşları çatıldı. Kaşları alayla havalanırken ayağa kalktı bir hışımla.
"Ya izin vermiyorsun ki! Hala Serhat diyorsun bana! Ya bir kez bana yakın olmaya çalışmıyorsun." diye sesini yükseltirken ben oldukça sakin bir şekilde konuşmasının bitmesini bekledim.
"Serhat baştan beri sana söylediğim de bu! Bu işler çalışmayla, zorlamayla olmaz. Olmuyor anasını satayım yaa! Bir şey hissetmiyorum sana. Bence bu deneme saçmalığını da bırakalım. Kusura bakma ama ben sana bir şey hissetmiyorum, hissedemiyorum. Bu saçmalık burada bitsin." diye cümlelerimi sıraladığımda kuş kadar hafiflemiş hissettim.
Serhat kaşları çatılı şekilde hayal kırıklığı ile yüzüme bakarken başını sinirli bir şekilde hızlı hızlı salladı.
"Eninde sonunda benden başka yolunun olmadığını anlayacaksın. Sanma ki vazgeçerim senden. Şimdilik... Şimdilik..." diyerek bir hışımla odadan çıktığın da arkasından gözlerimi devirdim.
Oh be sonunda kurtulmuştum. Elim önümdeki kahveye uzanacakken gözlerim kahve yüzümü buruşturdum. Aman onun getirdiği bir şeyi yiyip içmemek de fayda vardı. Elim ile kahveyi kendimden uzaklaştırırken odamın kapısı açıldı.
"Ne olmuş buna? Kızgın boğa gibiydi." dediğinde kimden bahsettiğini anlarken başımı salladım iki yana, salla ya, der gibi.
"Bu saçmalık bitsin dedim. Ona bu tribi. Sonunda bitti." dedim elimdeki kalemi çevirirken.
"Ay sonunda! Geç bile kaldın valla." Dediğinde güldüm ben de onun gibi.
"Sorma! Saçma sapan bir gerginlik kaç haftadır. Neyse boşver sen ne yaptın? Bugün erkencisin." dedim. Bir kaç gündür sabah saatlerinde giriyor öğlenden sonra çıkıyordu toplantılardan . Bugün ise işi çabuk bitmişe benziyordu.
"Ya bu gün erken bitti ama öğlenden sonra Özel kuvvetler komutanlığına geçmem gerekiyor. Orada bir eğitime katılmam gerekiyor." dediğinde olduğum yerde ayaklandım.
"Hadi kalk. Bir şeyler yiyelim ben bırakırım seni. Mümkün mertebe buralarda olmak istemiyorum bu gün." dediğimde o da hevesli bir şekilde ayaklandı.
"Süper olur. Ben çantamı toparlayım çıkalım." diyerek karşı dolaptan laptop çantasını çıkararak içine laptobunu dosyalarını yerleştirdi. Birlikte odadan çıktığımızda uzaktan Serhat'ı görsem de başımı anında çevirdim.
Otoparka inip araca bindiğimiz gibi risk almayıp Karaca'nın eğitimin olduğu birliğin yakınlarında yemeğimizi yemeye karar vermiştik. Yemek için uzun uzadıya bir vaktimiz olmadığından hızlıca aparatif bir şeyler yedikten sonra nihayet birliğin nizamiyesinin önüne gelmiştik.
Karaca ve benim kimliğimi alan askerler bir kaç dakikadan uzun bir sürenin sonunda içeriden de gelen teyit ile geçmemize izin vermişlerdi.
Ana binanın önüne geldiğim de ana binanın önüne aracı park ettim. Saatine baktıktan sonra telaşla arabadan inerken Karaca,
"Hadi öptüm bebeğim akşam görüşürüz." dedi. Hemen aracın karşısındaki merdivenleri hızlı hızlı çıkarken bu telaşlı halini gülen gözlerle izliyordum. Gözden kaybolduğunda ben de aracı hareket ettirip u dönüşü yaparak gerisin geri döndüm. Çok fazla ilerlememiştim ki yan koltukta duran telefon çarptı gözüme .
Karaca telaşla inerken telefonunu unutmuştu. Aracı olduğu yerde bırakırken telefonu alarak hızlı bir şekilde Karaca'nın ardından önümdeki binaya yöneldim.
Merdivenleri hızlı adımlarla çıkarken aniden önüme çıkan bedenle irkilerek bir adım geri çekilip başımı kaldırdığımda, karşımda duran adamın şaşkın ama tuhaf bir şekilde sanki beni tanıyor gibi olan bakışlarıyla öylece kalakaldım. Birkaç saniyeden uzun bir süre, sanki zaman durmuş gibi gözlerimiz birbirine kenetlenirken onun koyu, derin bakışlarından bir türlü kendimi çekemiyordum.
Daha önce hiç görmediğim bu gözlerde, sanki ruhumu okuyan bir anlam gizliydi. Kalbim hiç anlayamadığım bir şekilde sıkışırken nefesim tekler gibi titrek bir şekilde çıkıyordu.
Anlamlandırmaya vaktimin olmadığı bu hissiyatların tek nedeni karşımdaki adamın içime işler gibi gözlerime diktiği bakışlarıydı. Bir girdabın içinde gibiydim.
Hiçbir şey söylemeden, sadece birbirimize bakıyorduk. Sanki bu sessizlikte binlerce kelime saklıydı, ama ne benim onları anlamam mümkün ne de onun söyleyebilmesi.
Bakışlarında hissettiğim acı kalbimde bir yerlere dokunurken bu kadar yoğun bir hisle ilk kez karşılaşmanın getirdiği bir tedirginlikle zihnimi yokladım. Ama yüzü bana hiçbir şekilde tanıdık gelmiyordu. Kamuflajının üzerinde, göğsünde yazılı olan soy ismine düştü bakışlarım.
Turanşah...
Hiç bir şekilde tanıdık gelmemişti bu soy isim de.
O ise sanki beni çok iyi tanıyormuş da burada görmenin verdiği şaşkınlığına karışan bir kederle bir şey söylemek ister gibi duruyor, ama kelimeler boğazında düğümlenmiş gibi susuyordu.
Gözlerini hızlı hızlı kırpıştırarak ilk kaçıran o olmuştu. Başını belli belirsiz selam verir gibi sallarken hızlı bir şekilde yanımdan geçip gitti. Şaşkınlıkla dönüp öylece arkasından bakakaldım bir süre. Binanın önündeki otoparka geçip aracına binip hareket ettiğinde de olduğum yerden milim kıpırdamamış gözden kaybolana kadar bakışlarımı aracından çekmemiştim.
"Ay ben de sana yetişeyim diye koştur koştur geri döndüm hemen."
Karaca’nın sesiyle daldığım yerden irkilerek sıyrıldım. Gözlerimi onun neşeli yüzüne çevirdiğimde, hâlâ az önce yaşadığım karşılaşmanın tuhaf etkisinden kurtulamamıştım. Gözlerindeki o karanlık, o derin acı zihnime kazınmış gibiydi. Karaca'nın endişeli bakışları altında toparlanmaya çalıştım.
"Ne oldu sana? Bembeyaz olmuş yüzün." dediğinde, ellerim istemsizce yüzüme gitti. Parmak uçlarım yanaklarıma dokunduğunda, soğuk tenim beni bile ürküttü. Başımı iki yana sallayıp, bir şey belli etmemeye çalışarak,
"B-bir şeyim yok. Al, bak burada telefonun. " dedim. Sesim, her zamanki kendinden emin tonundan uzak, hafifçe titriyordu. Allah'tan Karaca çok takılmamıştı buna.
Eğilip yanağıma bir öpücük kondurdum unda dahi içimde beliren sıcaklık o kuyu gözlerin verdiği soğukluğu bir an olsun kırmaya yetmemişti.
"Çok teşekkür ederim bebeğim. Ben geçiyorum, başlamak üzere eğitim. Akşam görüşürüz." diyerek neşeyle merdivenlere yöneldi. Onun enerjik adımlarıyla uzaklaşmasını izlerken, dudaklarım belli belirsiz bir tebessümle kıvrıldı. "Görüşürüz." diye fısıldadım, ama sesim o kadar cılızdı ki, muhtemelen duymadı bile.
Karaca binanın kapısından içeri kaybolurken, derin bir nefes alarak arabama doğru yürümeye başladım. Adımlar ağırlaşıyor, sanki her adımda o gözlerin ağırlığı üzerime çöküyordu. Kendi kendime söylenir gibi zihnimi sorguladım.
Kimdi o adam?
Neden bakışları beni böyle bir girdabın içine çekmişti?
Hiç tanımadığım birinin gözlerindeki acıyı hissetmek nasıl mümkün olabilirdi?
Direksiyona oturduğumda, birkaç saniye boyunca hiçbir şey yapmadan oturdum. Kalbim, açıklayamadığım bir sıkıntıyla göğsümü döver gibi atıyordu.
O gözler… sanki bir yerlere aitmişim gibi bir his... Sanki o bakışlarda kaybettiğim bir parçamı bulmuşum ama ona ulaşamamışım gibi bir eksiklik... Kendi içimde beliren bu anlamsız duygu karmaşasıyla baş etmeye çalışırken gözlerimi sıkıca kapatıp sıkıntı ile derin bir nefes aldım. Gözlerimi açıp yüzümü sertçe sıvazlarken çalan telefonum ile olduğum yerde hafifçe irkildim.
Montumun cebinden çıkardığım telefona baktığında amcamım aramasını görmem ile açmam bir oldu.
"Efendim amca?"
"Nerdesin kızım? Odana geldim yoksun. " dediğinde sıkıntılı bir nefes bıraktım.
"Yemek için dışarıya çıkmıştık amca Karaca ile. Onu özel kuvvetler birliğine bıraktım şimdi dönüyorum. Bir şey mi oldu?"
"Gelince hemen odama gel. Seninle konuşacaklarım var?"
"Tamam amca, yarım saate oradayım inşallah. Görüşürüz." dediğimde amcam da "Görüşürüz. " diyerek kapattı.
Telefonu cebime koyarken derin bir nefes alıp yola koyuldum. Gözlerim, yola odaklanmış olsa da zihnimin karanlık köşelerinde dakikalar önce karşılaştığım adam duruyordu.
Turanşah...
Hiç bir şekilde tanıdık gelmeyen bir soy isimdi. O an gitmesine izin vermenin pişmanlığı sardı içimi. En azından tanışıyor muyuz diye sorsaydım.
En azından içimdeki bu huzursuzluk bir nebze azalmış olurdu.
Yol boyunca, zihnimi onun kim olduğunu çözmeye çalışarak yorup durdum. Ama ne kadar uğraşsam da bir türlü bir bağlantı bulamıyordum.
Kesinlikle bu işin peşini de bırakmayacak yeniden karşısına çıkacaktım.
Merkeze geldiğimde oyalanmadan amcamın odasının bulunduğu kata çıktım. Kapıyı tıklayıp amcamın, gel, demesi ile içeri girdim.
"Gel kızım otur." dediğinde hemen karşısındaki koltuğa oturdum. Derin bir nefes alarak,
"Seni buraya çok gizli bir görev için çağırdım. " dediğinde, yüzümde beliren şaşkınlıkla kaşlarım hafifçe çatıldı. Bir şey söylemeden, sabırla devam etmesini bekledim. Amcam, elindeki dosyayı bana uzatırken gözleri bir anlığına dalgınlaştı, sanki bu görevle ilgili bir şeyler söylemekten kaçınıyor gibiydi. Yine de kendini toparlayarak konuşmaya devam etti.
"Sadi Yaman. Biliyorsun, uzun zamandır peşindeyiz. " dedi. Sesi, durumun ciddiyetini vurgulayan bir ton taşıyordu. Başımı hafifçe sallayarak ona hak verdiğimi gösterdim. Şantaj, fuhuş, kaçak organ nakilleri ne ararsan var olan bu adamı elimizde yeterli kanıtlarımız olmadığı için bir türlü uzun süreli olarak içeri alamıyorduk. Mekanlarına yaptığımız baskınlarda ise ne yazık ki elimiz boş dönüyor tekrar başa sarıyorduk. Gözlerim dosyada, neyle karşılaşacağımı bilmenin gerginliğiyle doluydu. Amcam,
"Bursa'da, kimselerin bilmediği, gözlerden uzak bir çiftlik evi varmış. Muhtemelen burada işimize yarar bir şeyler var. " dediğinde içimdeki gerginlik biraz daha büyüdü. Yavaşça dosyayı açtım. Bursa' ya bir kaç kez gitsem de konum bilgisine çok hakim olmadığım bir şehirdi.
"Ben gideceğim yoklamak için." derken soran gözlerle yüzüne kaldırdım bakışlarımı. Sözlerimin netliği ile benim için ne kadar riskli olursa olsun bu görevi kabul ettiğimi de belli etmiştim. Ancak amcamın yüzünde beliren rahatsız ifade beni duraksattı.
"İçim hiç rahat değil. " dedi nihayet, sesi bu sefer daha sessiz, neredeyse bir fısıltı gibiydi. Ellerini masanın kenarında sıkıca birleştirmişti, parmaklarının beyaza çalan görüntüsü sıkıntısını açıkça belli ediyordu.
"Ama senden başkasına da güvenemem. Kabul etmek çok acı da olsa, aramızda ona haber uçuran birileri var. Bu adama ne zaman baskın yapsak, haberi varmış gibi hazırlıklı. Bir şeyler ters gidiyor." Bir kaç saniyeden uzun bir süre sessiz kalarak kararsız gözlerle yüzüne baktı.
"Arama kararı anında çıkartırım Ama bu aşamada bile haberi olma riskini göze alamıyorum. Kimlerle irtibatta bilmiyorum kızım. Bu işi sadece sen ve ben götüreceğiz."
Gözlerine baktığımda her zamanki güçlü duruşunun altında kararsızlık ile karışık bir korku da vardı. Bu görevi sadece bir görev olarak değil, amcamın sırtındaki yükü de hafifletmek için de kabul etmeliydim.
"Merak etme amca, bu işi halledeceğim. " dedim, sözlerim kadar bakışlarım da kararlıydı. Dosyayı sıkıca kavrayarak ayağa kalktığımda . Amcam bir an duraksadı, sonra derin bir nefes alıp başını yavaşça salladı.
"Gözünü dört aç, Leyla. Bu şuan yalnızca ikimiz arasında olacak." dedi, sesindeki tını neredeyse bir babanın çocuğuna ettiği nasihat kadar duygusaldı.
Masanın üzerindeki bir paketi bana uzattığında soran gözlerle yüzüne baktım.
"Bu kulaklık ile seninle irtibat halinde olacağım. Ola ki bir sıkıntı olursa..." sonlara doğru sesi biraz kısıldı. Gözlerime dikkatle baktı bir kaç saniye
"Sıkıntı çıkmayacak. Sana güveniyorum. Şimdi yola çık. " dediğinde onaylarcasına başımı sallayıp kapıya doğru ilerledim. Ancak adımlarımın arasında amcamın arkamdan söylediği tek bir kelime beni olduğum yerde durdurdu.
"Dikkat et kızım."
Sesi bir uyarıdan çok bir ricaydı. Gözlerimi bir an kapatıp derin bir nefes aldım, sonra geriye dönmeden kapıdan çıktım.
*****
2 gündür uzaktan izlemenin sonunda nihayet sistemlerini kafamda oturtmuş an itibariyle de güneş doğarken nöbet değişimi yaptıkları bu dakikalarda ben de geniş koruluktan içeriye sızabilmiştim. Yüzümde maskem, kulağımda kulaklıklar ve baştan aşağı siyahlar içinde elimde silahım ile ağır ağır önümdeki malikaneye doğru ilerlerken kulaklıktan gelen ses doldu kulağıma.
"Girdin mi kızım içeriye?" amcamın sesindeki korku ve tedirginlik o kadar belliydi ki.
"Daha değil." diye fısıldadığımda amcam, "Tamam dikkatli ol. Olur da bir şey olursa lütfen kendini koru. Aksi bir şey olduğunda seni alması için adamımız bekliyor yakınlarda. " diye benim gibi kısık seste cevap verdi. Dediği şeye kaşlarım çatılsa da bir yorumda bulunmayıp ilerlemeye devam ettim.
Planamam doğrultusunda arka tarafta yer alan kapıları denedim tek tek. Şans yüzüme gülmüş kapılardan biri açılmıştı. Bundan sonrasında ise oldukça hızlı ve sessiz bir şekilde içeriye girip önce salon sonrasında ise yukarı kattaki çalışma odasını taradım ama üstün körü aramalarımın sonucu göze çarpan bir şeyler bulamadım.
Yatak odası olduğunu girdikten sonra anladığım odayı da yine aynı hızlılıkla ararken amcamdan da çıt dahi çıkmıyordu. Giyinme odası olan kısımda nihayet işe yarar bir şeyler var gibiydi. Dolabın altında gizli bir yerde kalacak şekilde bir kasa ve yanında bir dolap vardı.
"Burda bir kasa ve dolap var." dediğimde amcam, "Tamam hızlı hareket et muhtemelen kasa açılır açılmaz bildirim gidecek." dediğinde derin bir nefes alarak önce dolabın içindeki dosyaları ve kağıtları ne olduklarına bakmaksızın hızlı bir şekilde sırtımdaki çantaya koydum.
Karşımdaki dijital kasanın kolunu tam kilitleme pozisyonuna getirip Karaca'nın daha önce geliştirdiği kasa sıfırlayan sayacı üzerine yerleştirdim. Sadece 10 saniyem vardı ve amcamın da desiği gibi kasa açılır açılmaz kasanın sahibine bildirim gidecekti. Beş kez 0 rakamına bastığımda İki kez kısık sinyal sesi duyduğum gibi içimden sayarak açılan kasayı hızlı bir şekilde boşaltmaya başladım. 10 saniye olmadan yere doğru boşalttığım eşyaları çantaya doldururken kasa yeniden öttü ve kilitlendi.
"Amca tamam çıkıyorum ben." diye fısıldayıp giyinme odasında çıktığımda merdivenlerden çıkan adım sesleri ile kendimi odanın balkonuna attım. Allahtan çok yüksek değildi. Hızlı bir şekilde balkondan nasıl inebileceğimi tahlil edip hızlıca çevreyi kolaçan edip kendimi korkuluklardan önce sallandırıp sonrasında ise parke zemine bıraktım. Cebimden düşen telefonumu hızla alıp cebime koyarken önümdeki koruluğa doğru var gücümle koşmaya başladım.
Arkamdan gelen silah sesleri ile hemen bir ağacın arkasına geçip siper alırken yaklaşmakta olan iki kişiyi de indirdim.
"İyi misin?"
"İyiyim amca, ama fark ettiler beni." dedim arkamı kontrol ederek ilerlerken.
"Tamam... Lütfen dikkatli ol. Kendini koru, destek için güvenilir bir adamımız orada. Seni oradan çıkaracak. Çantandaki takip cihazının sağladığı konum bilgisini ona ilettim. Seni bulması an meselesi."dediğinde nefes nefese kalmış şekilde," Tamam amca. " dedim.
Arkadamdan çatışma benzeri silah sesleri geldiğinde geniş bir ağacın ardına saklanıp dikkatli bir şekilde etrafa bakınmaya başladım. Yaklaşık 5 dakika süren çatışma sesleri nihayet kesildiğinde amcamın de sesi geldi.
"Leyla orda mısın?" dediğinde çevreye araştıran bakışlar atarak cevapladım.
"Buradayım amca."
"Kuzey yönüne doğru ilerle orada karşına çıkacak." dedi.
"Tamam." diyerek hızlı ve dikkatli şekilde o yöne doğru ilerledim yaklaşım 15 dakika Korudan çıkmama çok az kalmıştı. Sağımda hissettiğim hareketlilikle silahımı o yöne doğrulttuğumda görmeyi en son beklediğim adam karşımdaydı.
"Sakin ol. Seni almaya geldim." dediğinde başımı salladım yalnızca. Hiç beklemediğim anda karşıma çıkması ile bocalarken derince bir nefes çektim içime.
"Korunun bitiminde motorum var. Hızlı ve dikkatli bir şekilde oraya varırsak tamamdır." dedi bir yandan hızlı bir şekilde yürürken bir yandan da burada ne işinin olduğunu kendimce sorguluyordum. Hiç kimseye güvenmeyen amcam için benim kadar güvenilir biriydi belli ki.
Aklım ve yüreğim karmakarışık halde başımı hızlı bir şekilde sağa sola salladım. Şuan odaklanmam gereken başka bir mevzum vardı. O önde ben arkada korunun bitimine doğru bitimine geldiğimiz de bir ağacın altına koyduğu motoru yola çıkarırken ben de elimde silahım ile etrafa tarayan bakışlar atıyordum.
Motoru stabilize yola çıkardığında atik bir hareketle binerken başına kaskını taktı.
"Gel hadi atla." dediğinde bir şey söylemeden silahı belime takarak ona doğru ilerledim ve arkasına bindim. Bana uzattığı kaskı takmam için kulağımdaki kulaklığı da çıkarıp sırtımdaki büyük çantaya attım.
Motoru hareket ettirmeden önce önümdeki adam arkasına dönerek,
"Sıkı tutun." dediğinde tutuk bir şekilde ellerim beline doğru uzandı. Hızlı bir şekilde motoru hareket ettirir etirmez yola koyuldu. Arkamı döndüğümde bizi takip eden araçları görmem ile panikle ona seslendim.
"Arkamızda 2 siyah araç var. Hızlan lütfen." diye bağırdığımda kollarımın arasındaki bedenin bariz bir şekilde gerildiğini hissettim. Olduğumuzdan daha süratli şekilde ana yolda akar gibi ilerlerken araçlar da epey arkamızda kalmıştı.
Nereye gittiğimizi bilmiyordum ama mecburen ona güvenmek zorundaydım. Allah'tan aracımı güvenilir bir yere bırakmıştım. Sonrasında gidip alabilirdik.
Arkamızdaki araçlar iyice gözden kaybolmuş biz ise daha işlek bir trafik içerisine girmiştik. Önümdeki adam anlaşılan bende daha daha iyi biliyordu Bursa'yı. Çevik hareketler ile ara sokaklara girip girip çıkıyorduk.
Yüksekçe bir tepeye çıkıp motorun hızını düşürüp durdurduğunda önce ben indim. Motoru sabitleyip o da indiğinde etrafa araştıran bakışlar atarken bakışlarım ona döndü. Kaskını çıkarması ile ben de önce kaskımı sonra da maskemi çıkardım.
Şaşkınlıktan açılan gözleri beni bulduğunda bakışlarını görmezden gelip gülümseyerek elimi uzattım usulca.
"Çok sağol. Hayatımı kurtardın." dediğimde allak bullak olmuş halde önce elime sonra yüzüme baktı. Ağırca uzattığı iri eli ile elimi kavradı tutukça. Elim elinde gözlerim gözlerine mıhlanmış gibi takılı kalmışken gülümseyerek,
"Leyla." dedim. Bakışları önce gülümsememe düşse de çabucak çekmiş tekrar gözlerime çıkarmıştı. Yüzüme garip gülümseme yerleşirken,
"Mahir." dedi. Gülümsemem yüzümde istem dışı daha da büyürken elimi yavaşça avucunun içinden çektim.
"Çok memnun oldum." dedim oldukça canlı ve gerçekten memnun olduğumu belli eden bir sesle. Bir kaç gündür zihnimi meşgul eden adamın nihayet adını öğrenmiştim. İç çeker gibi derince bir nefes aldı.
"Ben de... Ben de çok memnun oldum." dediğinde bir kaç saniye öylece bakakaldık birbirimize. Aklıma gelen ile bakışlarımızı kesen ben oldum. Elimi montumun cebine attıp telefonumu çıkardığımda gördüğüm şey ile yüzümü ağlar gibi buruştururken
"Kırılmış ya!" diye sızlanır gibi söylenmem ile aramızdaki bir adımlık mesafeyi kapatmıştı Mahir.
"Bakabilir miyim?" dediğinden elimdeki telefonu ona uzattım. Evirip çevirip biraz incelediğinde dudaklarını büzerek bana baktı.
"Çok da düzelecek gibi değil." dedi üzgün bir sesle bana uzatırken bakışlarım haşadı çıkmış telefonuma düştü.
"Neyse artık. Miladı dolmuştu zaten. İstanbul'a döndüğümde bakarım bir şeyler." Tekrar başımı kaldırdığımda da bana dalan bakışlarını benden kaçırarak saklamaya çalışmasına beni de afalatırken yanaklarıma kan hucüm etmişti.
"Şey amcamı... Yani Kürşat müdürü aramam lazım. " dediğimde başını sallayarak telefonunun kilidini açarak aramayı başlatıp uzattı. Başını sallayarak gülümsedim. Uzattığı telefonu elime alarak kulağıma tuttum.
"Alo Mahir! Leyla'yı çıkardığını söyle bana." diyerek bana fırsat vermeden cümlelerini sıralayınca amcam gülümsedim.
"Benim amca. Çıkardı beni Mahir." diyerek bakışlarımı karşımdaki adama çevirdim. Yoğun bakışlar ile bana bakarken bu sefer gözlerimi ben çektim.
"Oh çok şükür. Bir kaç gün orada kal kızım, sonrasında Mahir ile dönersiniz." dediğinde görmese de başımı salladım.
"Tamam amca, sonra görüşürüz." diyerek kapattım telefonu bana bakan adama uzatırken gülümsedim.
"Çok sağol. Bir kaç gün buralardayım. Güvenilir bir otel var mıdır bildiğin?" diye sorduğumda kaşları çatıldı.
"Seni bırakamam. Yani şey... Elindeki dosyalar ile tehlikeli olabilir." Bir şey diyecek oldu sustu. Kafasında tartıyor gibiydi bir şeyleri.
"Ben buralıyım. Sen de istersen evimde misafir ederim seni. Yani sen kalırsın tek, ben de bir arkadaşıma geçerim. Güvenilir bir mahalledir. Yabancı biri etrafta dolaşır ya da sıkıntılı bir durum olursa da haberim olur her daim." diye devam ettiğinde dudaklarımı kararsız gibi büzsem de içimde bu teklife sevinen bir yanım vardı.
Çok da nazlanmadan, "Doğru söylüyorsun." dediğimde cevabımı bekleyen yüz ifadesi bir anda rahatlamış bir hal aldı.
"Peki o zaman, geçelim mi?" dediğinde başımı salladım. Tam arkasını dönecekken
"Mahir!" diyerek kolundan tutup durdurduğumda bana döndü afallamış bir yüzle önce kolundan tuttuğum elime sonra yüzüme baktı ama bir şey demedi.
"Sen.. Sen beni tanıyorsun değil mi?" dediğimde derince yutkundu. Bir kaç saniye cevap vermeden gözlerime bakarken başını salladı ağırca. Aldığım cevaba karşılık yüzüm düşerken,
"Kusura bakma ben seni çıkaramadım. Ama genelde bir gördüğüm yüzü kolay kolay unutmam. Nerde tanıştık ki?" dediğimde burukça gülümsedi.
"Tanışmadık. Yani tanışmamıştık. Az önce tanışmış olduk." diye gözlerini kaçırıdığında dudaklarım düz bir çizgi halini aldı. Mahçup bir şekilde baktım yüzüne doğru. Ama onun bakışları benim üzerimde değildi.
" O halde tekrardan tanıştığıma çok memnun oldum." dedim sesime katmaya çalıştığım sevincim karşımdaki adama da geçmiş olacak ki gözlerime gülen gözlerle bakarken, " Ben de çok... Çok memnun oldum." dedi yeniden.
Bir kaç saniyeden uzun bir süre birbirimize o şekil bakarken kalbim çaresizce olduğu yere sığmaz gibi gümbür gümbür atıyordu. Bakışları mıknatıs gibi beni etkisi altına alıyor bir kere birleştiğinde bakışlarımız koparmak çok da mümkün olmuyordu.
İtiraf etmem gerekirse hayatımda belki de ilk defa birinden bu derece yoğun bir enerji alıyor ilk defa bu kadar çok etkileniyordum. Ruhum kuş gibi kabına sığmayıp uçacak gibiydi. İç çeker gibi bir nefes aldım.
"Şey.. Gitsek mi artık? " dediğimde daldığı gözlerimden hafifçe irkilerek kendini çekti. Elini ensesine atarken önümüzdeki motoru görmüyormuşum gibi göstererek,
"Tamam. Gidelim." diyerek motora doğru hareketlendi. Önce o sonra ben binerken kaskı uzattı takmam için. Kendi kaskını da taktığında motoru çalıştırdı.
Ellerim beline sarıldığında ise bariz şekilde önümdeki beden yine gerildi. Motoru hareket ettirdiğinde ise daha sıkı sarıldım ona. Başımı hemen önümdeki geniş sırtına koymamak için zor tutuyordum kendimi.
Uzun sayılmayacak bir yolculuktan sonra müstakil evlerin olduğu bir mahalleye girmiştik. Eski konakların içinde olduğu bahçelerin karşılıklı sıralandığı bir sokağa girdiğimiz de Mahir de hızını düşürmüştü. Sokağın sonunda krem ve kahverengi boyalı konak benzeri evin olduğu bahçe kapısının önünde durduduğumuzda Mahir motoru durdurdu.
"Geldik." dediğinde kasktan dolayı sesi boğuk çıkmıştı. Birlikte motordan inip kasklarımızı çıkardığımızda Mahir de motoru sabitleyip kilitli olan bahçe kapısını açtı.
Her hareketini ilgi ile izleyen bana gülen gözlerle dönerken eli ile önden geçmem için işaret etti. Ben başımı hafifçe sallayarak bu istediğini yerine getirdim. Ben önde o arkada taşlar döşenmiş bahçe içerisindeki yoldan geçerken etrafa bakıyordum inceleyen bakışlar ile.
"Çok güzelmiş bahçesi. " diyerek ona döndüğümde cevap vermeden gülümsedi yalnızca. Konağın kapısını açarken, "Biraz havasız olabilir. Geldiğimde genelde amcalarda kaldığımdan uğramamıştım." dediğinde bir an duraksadım.
"Ailen..." dedim ama devam edemedim.
İçeriye doğru adımladığımda o da arkamdan geliyordu.
" Yok. Yani vefat ettiler." dediğinde üzgün gözlere yüzüne baktım.
"Ben... çok özür dilerim." burukça gülümseyerek başını iki yana salladı.
"Üzme kendini. Nereden bileceksin?" Bakışlarını etrafa çevirirken, "Sen geç salona lütfen. Ben bir bakayım kombiyi falan açmak lazım. Öncesi bir havalandırayım evi." diyerek beni ardında bırakıp karşıdaki odaya doğru yürürken bir anda durup bana baktı yeni bir şey gelmiş gibi aklına.
"Aç mısın? Ben düşünemedim direk geldim." dedi panikle. Başımı iki yana salladım hızlıca.
"Yok yok. Ben kahve içmiştim o beni tutar bayağı. Geç kahvaltı yaparım zaten. Sen dediklerini hallet sonra birlikte yeriz." dediğimde bir kaç saniye yüzüme bakıp başını sallayarak karşıdaki odanın kapısını açtı. Bir süre arkasından bakarken zorla da olsa bakışlarımı çektim.
Bana çok fena bir şeyler oluyordu!
Geniş ferah salona girdiğimde eski tip avangard mobilyalar karşıladı beni. Oldukça kasvetli bir ortamdı. Önce kapalı olan perdeleri açıp sonrasında da pencereleri açtım. Yüzüme vuran temiz ve ferah havayı derince içime çekerken gözlerimi kapattım.
Oldukça aksiyonlu başladığım güne nazaran çok huzurlu ve dingin hissediyordum. Bunda yanında olduğum adamın da etkisi yadsınamazdı. Henüz daha yeni görmüş olmama rağmen sanki yıllardır tanıyor gibi bu derece güven ve huzur hissetmemin mantıklı bir açıklaması yoktu?
Derince bir nefes alarak gözlerimi açtığımda yola cephe olan pencereden dolayı hemen karşımdaki kaldırımda bana şaşkın gözlerle bakan bir genç kızla göz göze gelmemle olduğum yerde sıçradım. Elinde yarısı yenmiş ekmek poşeti, üzerinde pijamasının üzerine giydiği kalın hırkası ile şirin bir kızcağızdı.
Ne diyeceğimi bilemeden öylece bakarken en azından hırsız falan sanmasın diye normal görünmeye çalışarak yüzümde bir gülümseme,
"Merhaba!" diyerek el salladım.
"Merhaba da abla sen kimsin?" diye sordu çatılı kaşları ile. Arkama bir bakış atıp, "Ben Mahir'in bir arkadaşıyım." dedim. Kaşları havalanırken,
"Mahir abimin? Arkadaşı? Sen?" diye şaşkınlıkla ağzı açık bir şekilde bakakaldı. Bu haline kıkırdayıp aynı onun gibi cevapladım.
"Aynen. Abinin. Arkadaşı. Ben. Sen kimsin bakalım?" Kaşları şaşkınlıkla yeniden havalanırken dudakları düşünüe gibi büzüldü.
"Ben Ayşe. Mahir abim amcamın oğlu olur." dediğinde gülümsemem büyüdü yüzümden.
"Memnun oldum Ayşecim. Bu aralar buralardayım. Görüşürüz yine." dediğimde kaşlarını düşünür gibi çatıp başını salladı.
"İyi günler." diyerek koşar adım kaldırımda gözden kayboldu. Ben de gülerek başımı iki yana sallayarak geri çekildim. Diğer camları da açtığımda kendimi koltuğa bıraktım. Saat daha sabah saatleriydi. Gece de iyi uyuyamamıştım. Gözlerimi kapatıp dinledirirken ne kadar süre geçti bilmiyorum üzerime örtülen örtü ile irkilerek gözlerimi açtım. Mahir üzerime eğilmiş vaziyette üzgün gözlerle yüzüme bakarken,
"Çok üşümüşsün üzerini örteyim dedim. Ben diğer tarafları havalandırırken uyuya kalmışsın. Buz gibi olmuş burası da kapattım her yeri ısınır inşallah hemen ." dediğinde mahmur gözlerle yüzüne bakıyordum. O ise şefkat dolu gözlerle yüzüme bakarken,
"Ben bir şeyler alıp geleyim. Özellikle istediğin bir şey var mı?" dediğinde başımı iki yana salladım.
"Çok sağol. Atıştıracak bir şeyler..." sözlerim bitmeden çalan zil ile birbirimize baktık. Mahir olduğu yerden doğrulurken ben de kalktım.
"Kim acaba?" dediğimde dudaklarını bilmiyorum der gibi büzüp kapıya doğru yöneldi.
Ben de tabi hemen arkasında yürüyordum.
"Bizi bulmuş olmasınlar?" diye tedirgin şekilde fısıldayarak sorduğumda başını iki yana salladı.
"Bulmaları imkansız içini rahat tut. Arkadaşım Adem'dir. Motoru gördüyse." kapının önüne geldiğimiz dürbünden bakıp yüzünü buruşturarak bana döndü. Soran gözlerle yüzüne bakarken,
"Ne oldu, kim gelmiş?" diye fısıldadığımda sıkıntı ile derin bir nefes aldı.
"Bizimkiler." diye mırıldandığında benimde kaşlarım çatıldı.
"Sizinkiler derken?" sorum üzerine bizimkiler zile ısrarla çalmaya devam etti.
"Yengemler..." sıkıntı ile bir nefes alıp verdi. "Nenem de var. Biraz ileri geri konuşup canını sıkabilir. Takma olur mu? Arada gidiyor hatlar onda." dediğinde tedirgin gözlerle kapıya baktım. Sanki arkasını görüyor gibi.
"Sıkıntı olur mu senin için?" diye mırıldandığımda gülümseyen gözlerle bana bakıp tek gözünü kırptı.
"Seninle ilgili hiç bir şey sıkıntı olmaz bana." dediğinde gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırdım. Beklemediğim bu sözler ile kalp atışlarım hızlanırken yanaklarım ise yanıyordu.
Neydi bu şimdi? Ben bu sözleri üzerine çok hayırlı şeyler düşünürken halime sebep olan beyefendi, "Açıyorum." diye kapıyı sonuna kadar açıverdi bir anda.
Kapının açılmasıyla birlikte ortam bir anda tiyatro sahnesine dönmüştü. 3 farklı yaş grubundan hanımefendi, hepsi gözlerini kocaman açmış, bizi garip bakışlar ile süzüyorlardı. O an bir yanlış anlaşılmanın eşiğinde olduğumuzu hissettim.
Mahir bir an derin bir nefes alıp, "Hoş geldiniz." diyerek biraz durumu toparlamaya çalıştı ama en öndeki nene bir hışımla konuşmaya başladı.
“Eyvahlar olsun!” dedi bastonunu yere vurup. “ Şunların suratlarına bak pancar gibi. Tam zamanında gelmişiz. ”
O cümleyle birlikte nefesim kesildi. Mahir’in ağzı bir karış açık kalmıştı, benim ise yüzüm alev alev yanıyordu. Ağzımı açıp bir şeyler söylemeye çalıştım ama ne diyeceğimi bilemiyorum. Bu sırada daha dakikalar önce tanıştığım Ayşe, sessizce fısıldadı ama sesi gayet net duyuluyordu.
“Ben demiştim size. Abim eve kız getirmiş.”
Mahir, o sakin kendinden emin halinden sıyrılıp panik ile, “Nasıl konuşma o öyle Ayşe? Yanlış anlıyorsunuz, yok öyle bir şey!” dedi, ama nene onu duyacak halde değildi. Gözlerini kısarak beni baştan aşağı süzdü.
"Belli belli yok! Güpe gündüz ne işiniz var peki bu tenha evde?" diye çıkıştı nene hanım.
"Nene! Leyla benim iş arkadaşım, Misafirim. Laflarınıza dikkat edin. O nasıl ima öyle?" Mahir de neneden aşağı değildi. Başta Mahir uyarmasa yaptığı ima için çok sert bir şekilde cevabını verirdim ama şuan sessizce Mahir'in konuyu açıklığa kavuşturmasını bekliyordum.
Nene Mahir'i tınmayıp okları benim üzerime çevirdi sorusuyla,
"Adın ne kızım?" dedi, sorguya çekmeye kararlı bir şekilde.
“L-leyla. ” Diye gerginlikten kekeleyerek cevap verdim.
"Leyla ha?" dedi, bastonuyla yere bir kez daha vurdu. “Ne iş yaparsın, kimlerdensin?” Kapının önünde resmen sorguya çekiliyordum. Ben cevap vermeden, Mahir sinirli bir şekilde nefes bırakarak öne çıktı.
"Nene, bir dur hele ya! Leyla meslektaşım dedim ya! " Nene anında kaşlarını kaldırdı. "Meslektaş mı? Oğlum, kadından asker olur mu hiç? Kadın dediğin evde olur, ocakta olur!" diye çıkıştı. O an ben araya girme gafletinde bulundum.
"Aslında ben polisim... " diye devam edecektim ama nene hanım daha bu sözlerimi tamamlamama izin vermeden bastonunu tekrar yere vurdu. “Polis mi? Aman yarabbi! Oğlan polis bulmuş duydun mu Hacer?” dedi hoşnutsuz bir şekilde.
"Duydun anne de bence senin anladığın gibi bir şey yok. Çocukların üzerine gitmeyi bırak. Ayıp oluyor " diye eğilerek fısıldadı ama hemen karşılarındaki bize de bile geliyordu sesi.
Mahir artık dayanamadı bu sefer sesini yükseltmişti. "Nene, Allah aşkına! Yanlış anlıyorsunuz! Leyla sadece arkadaşım" dedi, ama bu açıklama ortamı daha da karıştırdı.
"Arkadaş mı?" dedi Ayşe, kısık bir sesle. "Sen ve arkadaşını eve getirmek? "
O an yer yarılsa da içine girsem diye düşündüm. Mahir öldürücü bakışlarını Ayşe'ye çevirdiğinde hemen önündeki kendinden boyca ufak olan nenenin arkasına geçti.
"Bana bakın ileri geri konuşmayı kesin artık. Leyla benim iş arkadaşım. Daha fazlası değil." diye mırıldandı ama sanki bu duruma üzülmüş gibi çıktı son cümle ağzından.
Nene, dudaklarını büzerek baştan aşağı yeniden süzdü beni.
"Sen onu benim külahıma anlat. İş arkadaşıymış. Oğlum, erkekten kadına dost olmaz. Yok yok, sen açık konuş, bizim gönlümüz geniştir.”
Mahir çaresizce gözlerini devirdi. "Nene, lütfen. Bak misafirimin yanında beni mahçup ediyorsun. ."
Mahir kime konuşuyordu? “Tamam, tamam! Anladık biz. Öyleyse biz tanışma faslını hızlandırırız. Leyla kızım, bizim Mahir biraz yavaştır da. Sen çabuk karar ver, olur mu? Yoksa bunu evlendirmek mesele vallahi.” Gözlerim dehşetle açılırken,
" Ne evlenmesi? " istemsiz şekilde sesim yüksek çıkmıştı.
Nenenin gözleri kısılmış, dudakları büzülmüş bir şekilde bana bakıyordu. Bastonuyla yere vurdu. "Peh! Daha şimdiden naz yapmaya başladı. Kızım, bak bu oğlan altın gibi çocuktur. Ama tabii ki sen daha iyisini bulurum diye beklersen, yaya kalırsın!"
Mahir, bir adım ileri çıkarak araya girdi. "Yeter ama nene!" diye oldukça yüksek perdeden konuşmasına karşılık nenenin yanındaki kadın devreye girdi.
"Anne yeter artık çocuklar iş arkadaşıyız diyor... " Nihayet biri bizi anladı derken nene ters ters yanındaki kadına bakarak kesti sözlerini.
"Ne iş arkadaşı? Bak, kızcağızı buraya kadar getirmiş. İnsan iş arkadaşını pastaneye götürür, evine değil. Şu surata bak. " Mahir sinirli bir boğa gibi yanımda nefes alırken dişlerinin arasında tıslar gibi konuştu.
"Ana, şu neneme sen anlat! Bana geliyorlar soldan soldan. Son kez söylüyorum, Leyla buraya bir görev için geldi. Benim arkadaşım. Burada kalması icap etti. O kadar."
Mahir'in öfkeli sesi beni bile pusturmuştu ama neneye gram etki etmemişti.
"Bak hele bak bak! Karıyı bulalı anayı da saymaz oldu. Nasıl konuşmak öyle nenenle." Bastonu kaldırıp bize doğru savurdu. "Alırım ayağımın altına hergele. Biz senin götü boklu hallerini de biliyoruz." dediğinde Ayşe arkada hönkürür gibi gülerken ben de dudaklarımı sıkıca kapattım aynı şekilde gülmemek için.
Ee ne de olsa hoşlandığım beyefendinin ailesine iyi kız pozu kesmeliydim.
Mahir, artık iyice sıkışmış şekilde sertçe yüzünü sıvazlarken, "Nene, vallahi Leyla'yla sadece iş için burada. Öyle bir durum yok."
Zarife nine, bastonunu yere vurdu. "İş mi? İş dediğin yerde masa olur, sandalye olur. Şimdi masa nerede? Sandalye nerede? Hadi söyle bakalım!" dedi, zafer kazanmış bir edayla. Ay vallahi laf yetişmezdi bu kadına.
Mahir, başını iki yana sallarken sinirli bir gülüş kaçtı dudağından. "Nene mevzu masa sandalye ise masa da var sandalye de var görmek istersen mutfakta."
Nene hanım , tatmin olmamış bir şekilde kaşlarını kaldırdı. “Gündüz vakti evde ne işiniz var sizin Mahir oğlum? Anlat bakalım. İnsan sevdiğini saklamaz!”
Ay vallahi bu kadar inadını da hiç görmemiştim. Sağolsun olayı başından beri yüzünde bir gülümseme ile izleyen Mahir'in ana dediği hanım abla girdi araya.
"Anne yeter artık yok diyo çocuklar." Bana baktı özür diler gibi fısıldayarak konuştu. "Diretince ebedi döndüremiyoruz inadından. Kusura bakma kızım." dediğimde ben de ona mahçupça bakıp gülümsedim.
"Önemli değil." dediğimde bakışları Mahir'e döndü,
"Oğlum bu soğukta ne yapacaksınız burada? Bize gelin ben misafir ederim sizi." dediğinde. Mahir bana yandan bir bakış atarak,
"Sağolasın Ana. Ben zaten kalmayacağım, Adem'e geçecektim. Leyla için açtım evi." dediğinde dudaklarım mahçup bir şekilde düz bir hal aldı.
"Sağolsun Mahir Bursa'da kalacağım diyince buraya getirdi. Teklifiniz için de çok teşekkür ederim." dediğimde karşımdaki kadın gelip koluma girdi.
"Ay vallahi olmaz. Buz gibi baksana. Kolay kolay da ısınmaz. Hem yiyecek içecek hiç bir şeyler yoktur. Hadi bakalım bize gidiyoruz. Mahir sen de oğlum. Zaten bu deli kızın lafı ile kahvaltıdan kalktık geldik. Sofra öylece duruyor." dediğinde arkadaki Ayşe huysuzca homurdandı.
"Dediğim çıktı mı çıkmadı mı? " dediğinde kimse cevap vermezken soran gözlerle Mahir'e döndüm.
Aslında burada kalıp da daha fazla yanlış anlaşılmaya da mahal vermek istemiyordum. Her ne kadar söyledikleri şeyler beni rahatsız etmese de. Mahir gözlerime içimi okumak ister gibi baktı.
"Geçmek ister misin?" diye sorduğunda kararsız bakışlar ile karşımdaki insanlara baktım.
"Zahmet olmasın." diye mırıldandım.
"Ay ne zahmeti. Hadi bakalım bize geçiyoruz. Sen de kapayıver oğlum burayı." dediğinde Mahir başını salladı. Hemen yandaki eve doğru peşe peşe sıralanmış yürürken Nene hanım yandan yandan bakıyor yanındaki torununa bir şeyler fısıldıyordu.
Arkamı döndüğümde hızlı adımlar ile bize yetişen Mahir ile göz göze geldiğimiz de birimize gülümsedik. Bana her gülerek baktığında kalbime değişik bir şeyler oluyordu. Başımı çevirdiğimde kısık gözlerle bana bakan neneye göz göze gelmem ile bakışlarımı kaçırdım. Radar gibiydi mübarek.
İçeri girdiğimiz de evin sıcaklığı yüzümüze vurmuştu adeta. Nene kimseyi beklemeden pıtı pıtı ayakkabılarını çıkarıp içeriye geçti. Hacer teyze de bizi buyur edip,
"Geçin geçin! Ayşe kızım terlik ver Leyla ablanlara." dediğinde Ayşe önden geçip holdeki vestiyerden terlik çıkardı. Terlikleri giyip Hacer teyze önde biz arkada içeriye geçtiğimiz de salonda hazırlanmış kahvaltı masasında yaşlı bir amca iki de genç çocuk kahvaltı ediyordu. Nene de yerini almıştı. Bizi görünce kaşları çatıldı masanın başında oturan amcanın. Ayağa kalkıp bize doğru geldiğinde,
"Hoş geldiniz çocuklar. " derken meraklı bakışları benim ile Mahir arasında kayıyordu. Ayriyeten bana dönüp, "Sen de hoşgeldin kızım." dediğinde gülümsedim.
"Hoşbuldum efendim." Diğer iki çocuk da gülümseyerek hoş geldin dediğinde onlara da gülümsedim.
"Hoşbulduk amca. Leyla görev için burada misafirim. " dediğine Muzaffer amca başını anladım der gibi sallayıp masayı işaret etti.
"Geçin lütfen sofraya." diyerek kenara çekildiğinde çekingen şekilde yanımdaki adama baktığımda sıcacık şekilde gülümseyerek başı ile masayı işaret etti.
Mahir’in gülümsemesi beni bir nebze rahatlatmıştı bakışlarım yine radar neneye takıldı. O kadar dikkatli süzüyordu ki bizi ağzından çıkacaklardan dolayı bir tık tırsmadım değildi hani.
Hacer teyze masanın köşesindeki boş sandalyeye oturmam için beni nazikçe teşvik ederken,
"Leyla kızım, hadi otur bakalım. Misafir ayakta beklemez. ” dedi.
Ben de mahcup bir şekilde, “Teşekkür ederim. ” diyerek gösterilen yere oturdum. Mahir de hemen yanıma yerleşti. Masadaki herkesin bakışları üzerimizdeydi. Adeta bir sözlü sınava girmiş gibiydim.
Tam o sırada masanın başındaki yaşlı amca tekrar söze girdi.
"Leyla'ydı değil mi kızım? Ben de Mahir'in amcası Muzaffer. " dediğinde başımı salladım usulca.
"Çok memnun oldum efendim." Hemen önüme konulan servis tabağı ve çatal bıçakla hafifçe irkilerek geri yaslandım. Ayşe yüzünde imalı bir gülümseme ile bana bakarken dik bakışlarımı ona diktim.
"Demek görev için buradasın?" diye sorduğunda bakışlarım önce yanımda dikkatle beni dinleyen adama çevirdim,
"Mahir ile bir görev için geldik." dediğimde amcanın kaşları hafifçe kalktı, sonra takdir eden bir şekilde başını salladı. "Güzel! Mahir’in arkadaşısın demek."
Tam burada duraksadı. Gözleri, Mahir’den bana, sonra tekrar Mahir’e kaydı. Sanki cümlesinin sonunda bir şey diyecek oldu ama tamamlamadı. Nenenin ağzının içinde mırıldanması geldi kulağıma.
"Arkadaşmış! Bu oğlan ne vakit böyle kız getirip arkadaşım demiş?"
"Anne!" diye bu kez uyaran Muzaffer amca oldu. Ona da ters ters bakıp önündeki çaya uzandı.
Ben, utancımdan başımı önüme eğerken, masadaki reçel tabağı ile bakışmaya başlamıştık. Önüme konan peynirle daldığım yerden bakışlarımı çekip yan tarafıma çevirdim. Mahir gülen gözler ile önümüzdeki kahvaltıyı işaret edince ben de gülümseyerek başımı hafifçe salladım.
Tanımadığım bu ortamda Mahir’in yanımdaki varlığı, her şeye rağmen, kendimi güvende hissetmeme neden oluyordu. Sanki yıllardır bir arada gibi bir alışmışlık ve tanışıklık vardı aramızda.
Hacer teyze hemen bir tabak börek uzattı. “Hadi bakalım Leyla kızım, sen şu börekten al. Mahir oğlum kızartma da veriver. "
Gülümseyerek teşekkür ederken Mahir de ne kadar uzanamadığım şey varsa tabağıma yığmakla meşguldü.
"Bu kadar çok Mahir! Ben yiyemem hepsini." diye fısıldadığımda gülümsedi.
"Yiyemediğini ben yerim." dediğinde gülümsememi bastırmak için dudaklarımı dişleyerek önüme döndüm.
Mahir'in sıradan bir şeymiş gibi söylediği şey içimdeki kelebekleri yine harekete geçirirken sırıtmamak için kendimi zor tutuyordum. Çok farklı bir duygu hali içindeydim.
Tam karşımızda oturan Ayşe imalı şekilde bize bakarken aramızdaki diyaloğa da şahit olduğu belliydi. Sabır dilenir gibi derin bir nefes alıp önümdeki kahvaltı tabağıma çevirdim bakışlarımı.
Hacer teyze, tabaktan bir börek alıp tabağıma koyarken yüzünde anne şefkatiyle karışık bir gurur vardı.
“Bak bakalım İstanbul’da böyle börek yedin mi hiç? Kaynanan sevecek valla. Dün aklımıza düştü, bak sana da nasipmiş,” dedi. Bir şey diyemeden hafifçe gülümsedim. Ama o sırada Ayşe, hiç beklemeden lafa girdi.
“Sever, sever. ” dedi, öyle bir ima doluydu ki sanki Mahir’le aramızdaki her şeyi çözmüş, bir tek nikâh tarihini netleştirmemiz kalmış gibi. Göz ucuyla Mahir’e baktım. Gayet sakindi, hatta eğilip tabaklardan birine uzanırken dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme vardı.
Ben, elimdeki çatalla böreği inceler gibi çevirirken sanki şifreli bir mesaj okuyordum. Pırasalı börek?
Daha önce duymuştum ama yediğim bir şey değildi. Tam o sırada Mahir, eğilip sessizce ama belli ki herkese duyuracak şekilde açıkladı:
“Pırasalı börek. Biz Arnavutların meşhur böreğidir.”
Sanki hayati bir sır açığa çıkmış gibi başımı hafifçe salladım. “Haa! ” dedim, anladığımı göstermek için kaşlarımı yukarı kaldırarak. Ama içimden geçen asıl düşünce 'Allah’ım, umarım güzel bir şeydir.' olmuştu. Böreği bıçağımla dikkatlice kesip küçük bir parçayı ağzıma attım.
İlk lokma ağzımda dağılırken bir an durdum. Tüm beklentilerimin aksine mükemmeldi!
“Çok güzelmiş. ” Diye heyacanla yüksek çıkan sesine masadaki herkes gülümserken Hacer Teyze, "Afiyet olsun canım." diye sevecen bir şekilde karşılık verdi. İkinci dilimimi ağzıma atacakken Mahir’in sıcak sesi kulağıma çalındı:
“Öyledir. Ben de çok severim.”
Bunu söylerken sesi sanki sadece bana ait bir dünyadan gelmiş gibiydi. Başımı kaldırıp ona baktığımda birkaç saniyeliğine birleşen bakışlarımız beni tamamen hazırlıksız yakalamıştı. Kalbim bir anlığına hızlanır gibi gümbürdemeye başlarken, sessizliği bozan Nene’nin tok sesi oldu.
“Hah! Severmiş! Sever tabii! Ama böreği mi, yiyeni mi? Sen onu bir söyle önce de bir anlayalım!”
Hacer teyze ve Ayşe kahkahalarını tutamazken Mahir hafifçe boğazını temizledi, o anki durumu toparlamaya çalışıyordu. “Börek tabii, Nene. ” dedi mahcup bir şekilde. Ama ben o sırada börekle uğraşarak gözlerimi tabaktan ayırmıyordum.
Vallahi bu kadın ile işimiz vardı. Avına kitlenen Şahin gibi bırakmıyordu peşimizi. Beni Mahir ile baş göz etmeden ebedi göndermeyecek gibiydi buradan.
"Anne! Misafirimize ayıp oluyor ama. Olduk olmadık işlere de karışmayı bırak, kahvaltını yap artık." Muzaffer amcanın otoriter sesi neneyi pusturmuştu sonunda. Ben de başımı önüme eğmiş, börekle gereğinden fazla meşgul olurken yüzümün bugün kaçıncı kez utançtan ısındığını düşünüyordum.
Ah, Nene! Diliyle insanın içindeki volkanı kaynatıyordu adeta.
Bir kaç dakikasan daha uzun bri süre salonda yalnızca çatal bıçak sesleri dışında ses çıkmazken ortamın sessizliğini bozan kapının çalan zili olmuştu. Hacer Teyze ile Ayşe aynı anda ayaklanırken Hacer teyze eli ile işaret ederek durdurdu kızını.
“Sen otur kızım, ben bakarım. ” diyerek hızlı adımlarla salondan çıktı. Mahir, önündeki çay bardağında kaşığı çevirirken, ben ise son börek dilimimle gereğinden fazla oyalanıyordum.
İçimde nedense garip bir huzursuzluk vardı. Çok geçmeden salona tekrar bir hareketlilik geldi ve kapının açılmasıyla içeriye elinde bir tabak taşıyan esmer, güzel zarif bir kız girdi.
Kız, utangaç adımlarla süzüle süzüle masaya doğru yaklaştı. Başını hafifçe öne eğmişti ama bakışları hedefini çoktan bulmuştu
Mahir!
Gözlerindeki ışıldama o kadar belirgindi ki odadaki herkes de emimim ki bu halini fark etmiş olmalıydı. Ama en çok ben fark etmiştim. İçimde yükselen rahatsız edici bir dürtü alev gibi yayıldı tüm bedenime.
"Afiyet olsun." diye tatlı bir şekilde seslenmesine, herkes ağzının için de teşekkür ederken. Muzaffer amca,
"Gel beraber olsun, kızım." dediğinde kız çoktan varış noktasına varmıştı. Mahir'in karşısına dikilirken,
"Teşekkür ederim Muzaffer amca kalmayacağım. Hastaneye geçmem gerekiyor." dedikten sonra elindeki tabağı Mahir'in önüne bırakıverdi yüzünde tatlı bir gülümseme ile.
"Merhaba Mahir. Geldiğini gördüm. " dedi hafif titreyen bir sesle. “Bu börekleri senin için yaptım. Yardım istediğimi geri çevrimediğin için sana teşekkür etmek istedim.” dedi.
Bu kız da kimdi? Ve ne demek ‘Yardım istediğimi geri çevrimediğin içindi? "
Neye yardım etmişti de bu kız elinde börekle buraya gelmişti?
Kafamda deli sorular kalbim hızla çarpmaya başlarken sıkıntı ile derin bir nefes aldım. Elimle çay bardağımı tutarken göz ucuyla Mahir’e baktım. O ise yüzünde her zamanki sakin gülümsemesiyle kıza bakarken,
"Ben teşekkür ederim Sevda, ama zahmet etmeseydin. " dedi Mahir nazikçe.
Adı Sevda’ydı demek. Sevda, o tatlı gülümsemesiyle, “Hiç zahmet değil senin yaptıklarının yanında. Umarım beğenirsin. ” dedi.
Ulan ne yapmıştı bu adam?
Sevda’nın Mahir’e olan açık ilgisini fark etmemek mümkün değildi. Sesinden hissedilen yumuşak ama heyacanlı tını ile resmen herkesin önünde kur yapıyordu.
Ama Mahir ona karşı herkese nasıl konuşuyorsa o resmiyette cevap veriyordu. Başımı çevirip dikkatli bakmasam da hislerime göre de ona bana baktığı gibi de bakmıyordu.
Ama yine de şuan çok huzursuz ve diken üstünde hissediyor gibiydim. Ve bu rahatsız edici hissi bastırmaya çalışmak ise neredeyse imkânsızdı.
"Otursaydın kızım, bir çay içerdik. " dedi Hacer Teyze gülümseyerek. Sevda, Mahir’e kısa bir bakış attıktan sonra ilk defa bana değdi bakışları. Bariz yüzü düşerken Mahir ile bana baktı bir şeyleri anlamlandırmaya çalışır gibi.
“Teşekkür ederim Hacer Teyze, misafiriniz de varmış zaten." cümlesi soru cümlesi değildi ama sorar gibi yarıda bıraktı.
"Leyla abla Mahir abimin arkadaşı. " diye hevesle ve nispet edercesine cevap verdi Ayşe. Bakışlarım Ayşe' ye döndüğünde üstten bakışlar ile karşısındaki kadına bakıyordu.
"Öyle mi? " diye içine kaçmış bir sesle mırıldandı Sevda.
"Öyle Sevda abla." dedikten sonra uzanıp Mahir'in önündeki börek tabağına uzanıp önüne çekti.
"Eline sağlık ama biz de börek yapmıştık." derken tabağa beğenmez gözlerle baktı.
"Olsun Ayşecim. Mahir için kendim yapmak istedim.” dedi İmalı bir sesle ve yeniden Mahir’e dönerek ekledi. “Afiyet olsun şifa olsun.”
Bu son cümle! O kadar samimi bir şekilde söylenmişti ki derince yutkundum. İki gün olmamıştı ama bu kadar mı etkilenmiş sahiplenmiştim Mahir'i? Yüksek gerilim hattı döşenmiş gibi tüm kaslarım gerim gerilmişti.
Mahir onun flörtöz tavrına herhangi bir kadına nasıl davranıyorsa öyle nazikçe karşılık verse de yine de içim içimi yiyordu.
Pek ala amcası var diye de yapmış olabilir dedi içimden bir ses.
Ama sana herkesin yanında içi gider gibi bakabiliyor dedi başka bir ses.
Sen çabuk kaptırdın bu adama kendini tanımadan etmeden. Bok da çıkabilir? Dedi yine öbür ses.
Sensin bok. Gül gibi çocuk. O kadar da saf salak değil heralde bu kız da. Bu çocuk da hiç kazanova tipi yok. Diye lafı yapıştırdı diğer ses.
Belki de saman altından iş yürüten cinstendir diye altta kalmadı beriki ses.
Ben kendi içimdeki seslerin tartışmasına dalmışken,
"Leyla abla! " diyen Ayşe'nin yüksek volümden çıkan sesine bir anda irkilerek dönüp baktım anlamaz gözlerle. Sevda mevda yoktu ortada. O kadar mı daldıydım yani?
"Hıı!" diye cevap verdim. Ayşe bu halime genişçe gülümserken,
"Ay Sesleniyorum sesleniyorum duymuyorsun. Neye daldıysan artık?" demesiyle gözlerimi kırpıştırarak kapattım. Zoraki bir gülümseme ile hemen önümdeki böreği işaret ettim.
"Böreği... Böreği düşünüyüorum Ayşecim. Giderken bunun tarifini kesinlikle almalıyım." diye saçmalayıverdim.
"Veririm tabi kızım." diye masanın başında gülümseyerek cevap verdi Hacer teyze. Sesini bölen Ayşe'nin yüksek ve keyifli sesi oldu.
"Ooo ben de varım diyorsun." Kaşlarım çatılı ona bakarken,
"Neye varım anlamadım? " dediğimde elini geçiştirir gibi sallayıverdi.
"Boşver ablacım. Anlayan anladı." dedi. Tam ona cevap vereceksen nene hatun öbür taraftan söze girdi.
"Polis kız sen açabiliyon mu börek bakim?" Hey yarabbim teker teker gelin yaa! Masa da Muzaffer amca dışında herkesin gözleri bizim üzerimizdeydi. O da başı tabağında bizi dinliyordu.
"Şey, açmadım ama denerim." diyiverdim.
Elime oyun hamurundan başka bir hamur almayan biri için oldukça iddialı bir cümleydi.
"Senin de ellerinden yeriz inşallah." diye keyifle mırıldandı nene sonra Ayşe'ye dönüp,
"Uzat bakalım Sevda'nın böreğinin tadına bakam."
Ayşe elindeki böreği uzatmadan Mahir'e uzattı yandan bana nispet eder gibi bir bakış atarken.
"Buyur abicim. Senin için getirmiş kızcağız. Önce sen al." dediğinde Mahir bir şey demeden tabağına aldı böreği.
Mahir'in böreği direk alması içimde bir yerlere dokunurken gözlerimi hayal kırıklığı ile kapadım.
Neden bu kadar hayal kırıklığı içerisine düşmüştüm?
Dişlerimi sıkarken ben de uzandım şu meşhur böreğe.
"Ben de alayım Sevda ablanın böreğinden." dedim.
"Tabi ablacım." dedi. Bir parça börek alıp tabağıma hırsla kestim bir parça. Ağzıma attığım börek ile sinirlerim daha bozuldu. Çok lezzetliydi.
Yandan Mahir'e baktığım da O daha yememiş başka şeyleri yemekle meşguldü. Benim içimi mesela!
"Ihh beğenmedim. Hazır bu." diyiverdi Nene.
"Ben anlamıştım zaten. Bim den alıp gelmiş heralde." dediğinde başından beri sessiz bir şekilde kahvaltısını yapan Muzaffer amca sert bir şekilde uyardı unu.
"Ayşe! Zahmet edip getirmiş. Edepsizlik yapma!" dediğinde Ayşe pusmuş şekilde dudaklarını büzdü.
İçten içe nenenin bu tespitine mutlu olurken az önce kaçan keyfim bir nebze yerine gelmişti. Şu düştüğüm hale bak arkadaş! Sanki yanımda sevgilim vardı da onu elin kızlarından kıskanıyor gibi rahatsızdım. Yanımdaki adama bakma istediği ile başımı kaldırdığımda o da hissetmiş gibi bakışlarını bana çevirdi.
Yüzüme öyle bir bakıyordu ki kalbimden ılık ılık bir şeyler akar gibi bir hisle tatlı bir şekilde kasıldı yüreğim. Başkası için bir kaç saniye olan bu bakışın içinde kaybolmuşken, sanki zaman durmuş, dünya susmuştu.
İçimde yarattığı deprem etkisinin farkında gibi mahcup bir gülümsemeyle eğdi başını. Ben de bakışlarımı önüme çevirdiğim de iç çeker gibi nefes aldım.
Hayat bize güzel şeyler sunacaktı, ve biz o güzelliklerin tam kalbinde, en özel hikâyenin kahramanları olacaktık.
🌸🌸🌸🌸
Yaa çok tatlı değiller mi?
Ah ahh zemin saha müsait değildi valla ben sizi daha çabuk kavuştururdum ama.🤗
Yazarken çok haz aldığım bir bölüm oldu.
Hatta dedim ki keşke hikayeye böyle başlasaydım da daha çok yazsaydım onları 🥹
Neyse artık 🤗
Hepinizi çok öpüyorum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
23.19k Okunma |
4.12k Oy |
1.11k Takip |
52 Bölümlü Kitap |