Merhabalar Çiçeklerim 🤗
Biliyorum bir hayli geciktik ama uzun bir bölüm ile geldim.
Bilen bilir kitaplarımız kaldırıldı sonrasında yeniden yüklendi ama böyle hevesim kaçtı gibi anca bu zamana nasipmiş.
Sizler de uzun bir aradan sonra dönüşümüzün şerefine yorumlara boğun bizi🥹 YAPIN ŞOVUNUZU BAKİM 🫡
İnşallah beğendiniz bir bölüm olur🫡
Kontrol ettim ama hatam olursa da affedin lütfen 🤗
Keyifli okumalar efenim🫠
🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Önümdeki yemeği keyfimin de pek yerinde olmasından ötürü keyifle yerken arada gözlerim karşımdaki sevdiğim beye kayıyordu. Şuan çok belli etmese de arada gözlerimle birleşen gözlerinden anlıyordum onun da keyfinin yerinde olduğunu.
Önümdeki içeceğe uzanıp içindeki pipetten bir yudum alırken gözlerim yine sevdiğime takıldı. Onun ise gözleri pipete değen dudaklarımdaydı ama çok uzun sürmedi. Bakışlarını üzerimde çekip etrafa çevirdi yeniden.
Hemen yanımda oturan Karaca eğilerek,
"Bunu gören yanından yüz metre öteye gider. İnşallah adamımızı da kaçırmaz." dedi umutsuz gözlerle bir yandan etrafa bakışları ile ateş eden Mahir'e bakarken. Sesi her ne kadar umutsuz bir tona bürünmüş olsa da, gözleri muzipçe parlıyordu.
Kafamı hafifçe çevirip Karaca’ya baktım, dudaklarımda belli belirsiz bir tebessümle. “Merak etme. ” dedim alçak bir tonda, pipetten bir yudum daha alıp bakışlarımı tekrar Mahir’e kaydırırken. “O, ne yapacağını bilir.”Diye devam ettim.
Karaca hafifçe kaşlarını kaldırdı, bu kadar emin konuşmam hoşuna gitmiş gibiydi. Ama Mahir’i izlerken, onun o delici bakışlarının ardındaki duyguları anlamak kolay değildi. Yeniden göz göze geldiğimizde içimde garip bir sıcaklık hissettim . Bakışları öyle yoğundu ki karnımda binlerce kelebek uçuyor gibi tatlı bir ağrı hissettim.
Karaca, ellerini havaya kaldırarak pes ettiğini belirtirken, ayağa kalkarken yalnızca benim duyacağım bir sesle mırıldandı. “Tamam, tamam. Ben bir kaç görüşme yapayım.” dedi alaycı bir tonla devam etti. “Bu bakışmanın ortasında kurşun yemeyelim.”
Ama giderken göz kırpmayı ihmal etmedi. Ardından gülerek bakarken üzerimde hissettiğim bakışlar ile gözlerim bakışların sahibi buldu yine. Yüzüme halihazırda yerleşmiş gülümsemem daha da büyüyecekken önümdeki telefona uzandım.
'Böyle bakmaya devam edersen işler hiç istediğimiz gibi olmayacak müstakbel kocam.' diye mesaj attım.
Telefonu masaya bırakırken küçük bir bakış ile cebini işaret ettim. Mahir işaretim ile anlamış olacak ki ağır hareketlerle elini cebine atıp telefonunu çıkardı. Çok sürmeden de cevabı telefonuma gelmişti.
'Bu hitabı kulaklarımla duymak için sabırsızlanıyorum müstakbel karıcım.'
Mesajı ile hem dudaklarıma bir gülümseme hem de kalbime derin bir sıcaklık peydah olmuştu. Bir mesaj daha düştü yeniden ekrana.
'Merak etme güzelim, her şey kontrolum altında.' yazmıştı. Derin bir nefes alıp oturduğum sandalyeyi geriye doğru iterek ayaklandım. Bir kaç adımda yanına giderken yoğun bakışlar ile de beni süzmeyi ihmal etmemişti. Yüzümde büründüğüm kimliğe has abartılı gülümsemem ile karşısında durup,
"Gecelere akmaya ne dersin İbocum?" dediğimde yüzünden bundan bariz hoşlanmadığını belli eden bakışlarını gözlerime dikerken,
"Bunun iyi bir fikir olduğunu zannetmiyorum Naz hanım." dediğinde küskünce dudaklarımı büzdüğümde bakışları dudaklarıma düştü.
"Yaa mızıkçılık yapma! Buraya otel odalarına tıkılmaya gelmedim." dedim.Yüksek çıkan sesim ile çevrede bir kaç kişi bize bakarken ben devam ettim. Sesimi birilerinin duyması lazımdı değil mi ama?
Mahir, sabır diler gibi başını yukarıya kaldırdı. Öyle gerçekçi bir bezmişlik sergiliyordu ki, bu durumu, büründüğü halinin rol olup olmadığını sorgulatıyordu bana.
Hayır, bu tamamen gerçekti.
Gözlerimi devirerek arkamı döndüm ve sinirle çıkışa yöneldim. Kaşlarım çatılmış ve adımlarım da sertti. Peşimden gelen Mahir’in düzgün adımlarını duyuyor ama ondan taraf bakmıyordum. Bir yandan da söylemekle meşguldüm.
“Hiçbir güç beni bu gece eğlenmekten alıkoyamaz, sen bile, İbo!” dedim, sesim çıkışa doğru yankılanırken. Adımlarım hızlanırken otelin şık mermer koridorları yankılarımızla doluyordu.
Tam asansörlere yönelmiştim ki otel müdürü ansızın karşıma geçti, el pençe divan durarak endişeli bir ifadeyle,
“Bir kusurumuz mu oldu, Naz Hanım?” diye sordu. Gözleri istemsizce arkamdaki Mahir’e kaydı ve derince yutkundu. Adamın yüzündeki ifadeye istemsizce gülecek gibi oldum, ama ciddiyetimi korudum.
“Ay, ödümü patlattınız!” diye olduğum yerde sıçrarken elimi göğsüme götürürken. Adam mahcup bir şekilde gülümseyip başını öne eğdi.
“Çok özür dilerim efendim, siz öyle sinirli bir şekilde restorandan çıkınca bir sorun mu var sormak istedim.”dedi.
Derin bir nefes alıp abaetılı bir şekilde gözlerimi devirdim.
“Yok canım, sorun filan yok. Akşam eğlenecek bir yer arıyorum da. Nerede eğlenebilirim ben burada?” diye sorduğumda müdür, bakışlarını Mahir ile benim aramda gezdirirken bir an duraksadı, sonra nazik bir sesle konuştu.
“Efendim, eğlenceden kastınız nedir bilmiyorum ama otelimiz bu konuda her türlü hizmeti sunma kapasitesine sahip.”
Abartılı bir şekilde yeniden gözlerimi devirdim. “E yani olsun bir zahmet! Yedi yıldızlı değil misiniz siz?” diye üsten üsten konuşmama müdür yine mahçupça baktı.
“Tabii efendim. ” diye mırıldandı adam.
“Neyse, akşam imkanlarınızı göreceğiz bakalım.” dedim ve arkamı dönüp sert bir ifadeyle Mahir’e baktım.
“Hiç itiraz etmiyorsun, İbocum. Akşam kumarhaneye ineceğim.” Sesimdeki kararlılık karşısında Mahir derin bir nefes aldı ve ciddi bir ifadeyle yanıt verdi.
“Ben yanınızda olursam, elbette istediğiniz yere gidebilirsiniz, Naz Hanım.” dedi.
Mahir’in yüzündeki ciddi ifade sabrının sınırlarında gezindiğini açıkça belli ediyordu. Müdüre dönüp,
“Hep böyle gölgem gibi peşimde, bir dakika ayrılmaz.” diye söylendim ve ardından koca bir of çekerek ikisini de arkamda bıraktım. Asansöre doğru ilerlerken kendi kendime söylenmeye devam ediyordum.
“Tatile mi geldim, açık cezaevine mi belli değil! Vallahi çıldıracağım.”
Asansörün başında bekleyen Salim çoktan düğmeye basmış ve bizi bekliyordu. Kapı açılır açılmaz içeri girdim. Arkamdan yalnızca Mahir geldi ve çıkacağımız katın tuşuna bastı. Camdan yapılmış bu asansör, dışarıdan tamamen görünür haldeydi.
Kollarımı göğsümde birleştirip camdan dışarıya bakıyordum, sinirimi belli eden her halimle. Mahir’in yoğun bakışlarını üzerimde hissettiğim an başımı çevirdim. O anda alaycı ama bir o kadar da ciddi bir şekilde mırıldandı.
“Etkileyici.”
Kaşlarımı kaldırıp dudaklarımı büzdüm. Yüzümde ince bir gülümseme belirdi.
“Öyle etkilerim ben adamı. ” dedim, sesime hafifçe işve katarak. Mahir, derin bir nefes aldı ve gözlerini kaçırmadan bana baktı. Asansör yukarı çıkarken aramızdaki sessizlik, heyecanlı bir elektriğe dönüşmüştü.
“Ona ne şüphe... Beni fazlasıyla zorluyorsunuz Naz hanım. ” sözlerine devam edecek gibiydi ama bir an duraksadı ve devam etmedi. sesindeki ton her zamanki otoriter havasından sıyrılmış, sıkıntısını hissettirir cinstendi.
“Huyum kurusun İbocum? Severim zorlamayı. ” dedim yüzümde samimi olmayan bir gülüş ile gözlerimi kısarak meydan okur gibi yüzüne baktım. Gülerek başını iki yana sallarken bakışları etraftaydı. Yoğun bakışlarını tekrar gözlerime çevirdi.
Gözleri gözlerime kilitlenmiş gibi öylece bakarken sessiz ama bir o kadar da yoğundu bakışları. Yine hiç olmayacak bir yerde ve zamanda gelmiştik birbirimize. Dudaklarımda hafif bir tebessüm belirdi. Bunu yapmaktan kendimi alıkoyamıyordum.
“Beni daha ne kadar böyle izlemeye devam edeceksin ibocum?” dedim, sesimdeki alay onu da güldürmüştü ama bakışlarındaki yoğunluk hala yerli yerindeydi.
"İnan bana... Sonsuza dek seni böyle izleyebilirim." diye fısıldarken kaşlarım havalandı. Memnuniyet dolu bakışlar ile yüzüne bakarken nazlı nazlı gözlerimi süzüyordum.
"Zaten şuan anca izlersin." dediğimde dudaklarına geçirdiği dişleri ile çapkın bir gülüş ile başını salladı aşağı yukarı. Bir adım üzerime doğru attığında meydan okuyan bakışlar ile yüzüne doğru baktım.
"Ne! Yalan mı?" dedim yarım ağız bir gülümseme ile.
Mahir bir adım daha yaklaştığında, yüzündeki çapkın gülüşün yerini daha ciddi bir ifade aldı. Bakışları gözlerimde sabitlenmiş, aramızdaki mesafeyi bilerek daraltıyordu. Bu kadar yakın olmamız, kalbimin hızlanmasına neden olmuştu, ama bunu belli etmemek için kendimi toparladım.
Kollarımı hala göğsümde birleştirmiş, meydan okurcasına dimdik duruyordum. Oldukça yakınımda tam karşımda ama yine de resmi bir uzaklıkta durdu karşımda. Gözleri hafifçe kısıldı, sanki düşünüyormuş gibi.
“Doğru... Şuan izlemekten başka bir şey gelmiyor elimden. Ama... ” dedi, sesi bu sefer daha derinden neredeyse bir fısıltı kadar sessiz ama etkileyiciydi.
“Ama izlemekten de çok ötesini yapacağım günler de yakın... Naz hanım... ” diye devam etti.
Derince yutkutsam da burnumu dikip meydan okur gibi kaşlarımı kaldırarak yüzüne baktım. Dudaklarımda ince bir gülümseme belirmişti. “Heyacanla bekliyoruz o vakit ibo bey... " başımı hafifçe sağa eğip gözlerimi kıstım yeniden ve devam ettim.
"Belki benim de izlemekten öte yapacağım bir şeyler olabilir.” sözler ağzımdan tane tane dökülürken Mahir dudaklarında içimi gıcıklatan bir gülüş belirdi. Bakışları asansörün göstergesine kaymış ardından yeniden yüzüme çevrilmişti.
Ellerini iki yanıma koyup bana doğru biraz daha eğildi. “O zaman sınırlarımızı birlikte test ederiz... Naz Hanım. ” dedi, gözleri bir an bile gözlerimden ayrılmadan devam etti.
“O gün geldiğinde... Seni elimden hiç bir şey kurtarmayacak... Leyla... ” Diye fısıldadığında derince yutkundum. Ah bu adam gerçekten benim sonum olacaktı. Ne zamandır tuttuğumu bilmediğim nefesimde ötürü ciğerlerim alarm verirken derince bir soluk çektim içime. Bakışları inip kalkan göğüs dekolteme kayarken gözlerini sinirle kapatıp geri çekildi.
Tam o sırada asansör ‘ding’ sesiyle durdu. Kapılar açıldı ve biz sessizlik içinde dışarı adım attık. Ama o yoğunluk hala aramızdaydı sanki. Valla bu kadar enerji yüklemesi hayra alamet değildi. Bir gün gerçek manada kavuştuğumuzda ortaya çıkacak yangını tezahür edemiyordum.
Odaya doğru ilerlerken önde ben, arkamda ise Mahir vardı. Kapının önüne vardığımızda, elinde telefonla ilgilenen Aysun görüş alanımıza girdi. Bizim yaklaştığımızı fark etmiş gibi başını kaldırdığında bakışları hızla benimle Mahir arasında gidip geldi. O an tüm vücudumda soğuk bir ürperti dolaşırken dudaklarımı ince bir çizgi halini aldı. Bakışlarımı sert ve mesafeli bir şekilde onun üzerine sabitledim. Adımlarımı yavaşlattım ve tam karşısında durdum.
Mahir ise bir an duraksayıp yandan bana baktı, bakışlarında bir merak ya da belki bir uyarı vardı ama aldırmadım durmaya devam ettim. O ise benim gibi durmayı değil, ilerlemeyi tercih etti. Kartını okutup geçtiği odanın kapısını ardından kapatmamıştı.
Biz ise birbirimize dik bakışlarla sanki meydan okuyorduk. Ama Aysun, benden daha temkinliydi. Nefretini saklamayı çok güzel beceriyordu. Ama o dikkatle maskelenmiş bakışlarında içten içe büyüyen bir hırs ve düşmanlık vardı. Bunu çok net bir şekilde gözlerinden okuyabiliyordum. Ben ise dudaklarımda beliren alaycı bir gülümsemeyle onun bu maskesini delip geçmek istiyordum. Sesim soğuk, ama küçümseyici bir tondaydı.
“Kuş falan uçurmadın inşallah… Güvenlik işi hassas iş sonuçta. ” dedim, alayla.
Gözleri daralırken, etrafına boş bir şekilde baktı. Bir şey demedi, ama çenesindeki sertlik ve sözlerimin hedefi bulduğunu belli ediyordu.
“Güvenlik olmak yakıştı sana,” diye devam ettim, daha da iğneleyici bir tonda. “Ama şu eskortluk işi... Ah, o ayrı bir efsaneydi. Valla her şeyden şüphen eden ben ile inanmıştım.”
Bu sözlerim, onun kontrolünü anlık da olsa sarsmıştı. Çenesini sıktı, gözleri bıçak gibi keskinleşti. Sesini dişlerinin arasından zorlukla çıkarırken öfkesini bastırmaya çalışıyordu.
“Kaşınıyorsun. ” diye fısıldadı, gözlerini benden ayırmadan.
Ben ise onun aksine sakin, hatta umursamaz bir tavırla, yüzümde büyüyen o rahatsız edici gülümsemeyle karşılık verdim.
“Allah'ını seversen ne olur kaşı.” dedim, sesimde meydan okuyan bir alaycılık vardı.
Dudağı sinsice sağa kıvrılsa da gözlerinin içindeki alevi görebiliyordum. "Şu iş bitsin... İtina ile kaşıyacağım." diye dişlerinin arasında tıslar gibi konuştu.
"Dikkat et de asıl kaşınan sen olma." dedim yüzümüzü yaklaştırıp tek gözümü kırparken.
Tam o sırada açılan asansör kapısının sesi ile birlikte Karaca'nın da sesi karıştı boş ve sessiz koridorda.
"Oovv Kıbrıs meydan muhaberesi de başlamış." dediğinde bakışlarımız ona döndü. Kısılı gözlerle bir bana bir Aysun'a bakarken devam etti.
"Burası dar gelir yaa! Aşağı lobide devam edin kavganıza." diye alaylı bir şekilde paylamayı da ihmal etmedi. İkimizden de ses çıkmıyordu.
"Aranızdaki mevzuyu mümkünse bu iş bitene kadar rafa kaldırın." diye devam ettiğinde sinirle gözlerimi kapatıp arkamı dönerken Mahir'in açık bıraktığı kapıdan girdim. Karaca da arkamdan geliyordu. Salona geçtiğimiz de Mahir elleri ceplerinde camın önümdeydi. Topuklu seslerimizi odanın içerisinde yankılanırken vücudunu bizden taraf çevirdi. Suçu yoktu ama benim yine ona trip atasım vardı. Bir şey demeden kendimi koltuğun üzerine bıraktım.
"Hazırlanman lazım. Kumarhaneye geleceğine dair bilgi verdim. " dediğinde kaşlarım çatıldı.
"Gerek var mıydı ? İstediğimiz zaman gidemiyor muyuz? " diye sorduğumda.
"Kumarhane de iki bölüm var. Birincisi herkesin kullanabileceği kısım ikincisi ise seçkin misafirlerin ağırlandığı yer. Biz özel alana gireceğiz. " dediğinde sıkıntı ile gözlerimi kapattım.
"İyi de ben kumar falan bilmiyorum ki tek bildiğim okey oynamak. İçerde de okey oynamıyorlardır heralde. " dediğimde kıkırdadı Karaca.
" Endişe etme. Kimse seni poker masasına oturmaz öyle hemen. Bahis, rulet tarzı oyunları oynarsın. Hem biz de yanında olacağız." dediğinde gözlerim Mahir'i buldu. Onun ise düşünceli bakışları benim üzerimdeydi. Kendi kendime gülerken Karaca'ya döndüm ben.
“Kızım kaç kere kumarhaneye gittim? Ne bilirim ruleti, bahisi? Hem sen yanımda olsan ne olacak, sen sanki çok biliyorsun?" dediğimde dudaklarını büzdü Karaca da.
"Ya kızım o kadar mafya filmi izledik birlikte yaparız bir şeyler işte." dediğinde başımı iki yana sallayarak güldüm.
"Teşkilatın tüm parasını burada yiyip Serdar ortaç gibi kalmayım ortada da.” dediğimde Karaca sesli bir şekilde gülerken ağzının içinde bir şeyler mırıldandı. Hatırı sayılı geçmişimize dayanarak 'Gerizekalı mal." dediğine yemin edebilirdim ama ispatlayamazdım.
Tam o sırada Mahir’in derin, sakin ama bir o kadar da güven veren sesi araya girdi.
“Merak etme güzelim, ben yanında olacağım.” sımsıcak bakışları ile yüzüme bakarken içimdeki endişe bulutu da dağılmıştı anında.
O varsa bir şekilde her şeyin üstesinden gelebileceğime olan inancımı hiç olmadığı kadar güçlü bir hale dönüşüyordu.
“Anlıyorum diyorsun yani. ” dedim gülümseyerek. Kaşlarımı kaldırıp devam ettim. “Hoş, benimki de soru işte. Jetleri minibüs gibi kullanan adam, kumarhane raconunu mu bilmeyecek?”
Bu sözlerim üzerine Mahir’in dudaklarındaki o hafif alaycı gülümseme iyice belirginleşti. Gözlerini üzerime dikip, “Kumarhaneye gitmeden önce sana bir iki taktik veririm. ” dediğinde gözlerimi kıstım.
“Taktik falan boş, ben zar attığımda altı gelmezse ne yapacağım, onu söyle. ” dedim, kollarımı bağlayıp meydan okur bir şekilde baktım. Karaca araya girip patladı.
“Rulette zar mı var kardeşim? Sanki mahallenin kahvesine gidiyoruz. ”
Gözlerimi devirdim. “Tamam işte, ne fark eder? İkisi de benim için aynı şey. İkisini de bilmiyorum.”
Mahir bir adım daha yaklaştı, yüzündeki güven dolu ifadeyle gözlerimin içine bakarak. “Bir adım uzağında olacağım” dedi, sesi yumuşak ve güven vericiydi.
Bakışlarım onun sıcak, koyu kahverengi gözlerine takıldı. Yüzümde engel olamadığım bir gülümseme belirirken aynı şekilde onun da dudakları kıvrıldı iki yana doğru. Gülümsemesi yüzünden kısılan gözleri ortaya çıkan gamzesi... Derince bir iç çektim.
Fazla mı sesli olmuştu?
Karaca, elindeki kalemi masaya tıklatarak,
“Şey... Romantik bakışmanızı bölüyorum ama gençler Leyla senin acilen hazırlaman lazım kardeşim. Mahir sen de bu kulaklıkları tak. Leyla nın üzerine bir böcek yerleşeceğim. Bu sayede uzaklaşmış olsan da konuşulanları duyacaksın. " dediğinde Mahir uzanıp aldı mikro kulaklıkları. Karaca bana dönüp,"Hadi Leyla! " diyerek ayağa kalktı.
"Tamam kardeşim. Sen geç geliyorum." diye huysuz bir şekilde mırıldandım. Gözlerini devirecek hızlı adımla ile yatak odasına geçtiğinde ben de ayap kalkıp Mahir'in tam karşısına geçerken kollarımı boyuna dolayıp gülümseyen bir yüzle ona baktım.
"Ben hazırlanıp geliyorum sevgilim." dediğimde o da gülen gözlerle yüzüme bakıyordu. Eğilip alnıma öpücük konudururken çekilmedi dudakları alnımda kollarının arasına aldı beni.
"Lütfen yavrum kapalı bir şeyler giy." dediğinde görmese de sinsice gülümsedim.
"Söz sana en usruruplusunu giyeceğim." dedim ve geri çekildim. Sanki eline şeker vermiş bir çocuk gibi mutlu bakışlar ile yüzüme baktı.
"Ben dışarıda bekliyorum seni. Kimler gelecek kimler burada kalacak bir organize edeyim." dediğinde kaşlarım aklıma gelen ile çatıldı.
"Bana bak Mahir, o kadınla tek kelime konuşmayacaksın." dediğimda sıkkın bir şekilde nefes alıp verdi.
"Şu konuşmaları yapmamıza hiç gerek olmayabilirdi, biliyorsun değil mi yavrum?" Uzanıp yanağına bir öpücük kondurarak geri çekildim.
"Karışma işime lütfen Mahir. Sen sadece onunla muhatap olma yeter." dediğimde başını salladı ama bir şey demedi. Gülümseyerek geri çekildim.
"Neyse ben hazırlanayım. Sen ayarlamaları yap." dedim. Kısık gözlerle bana bakarken arkamı dönünüp ilerlediğimde ses değdi kulaklarıma.
"Lütfen söylediklerimi unutma." dediğinde olduğum yerde durup omzumun üstünden dudağımda munzur bir gülüş ile ona baktım.
"Unutur muyum hiç sevgilim? Kulağıma küpe edeceğim." diyerek önüme döndüm. Az daha çıldırtmaktan zarar gelmezdi değil mi? Bana yaşattıklarına sayabilirdik pek ala.
*******
Üzerimdeki fil dişi rengindeki, kolları kapalı ama göğüs ve sırt dekolteli elbiseme aynada bakarken dudaklarımda sinsice bir gülümseme belirdi. Kumaşın zarif dokusunu hissederken, üzerimdeki bu elbisenin Mahir'i nasıl çıldırtacağını düşünüyordum.
"Seninki çıldıracak, biliyorsun değil mi?" dedi Karaca, arkamdan neşeli bir kıkırdama ile.
Ben de onun kıkırtısına katıldım, gözlerimin önüne Mahir’in öfkeyle alev alev yanan bakışları geldi. Dudaklarımı büzerek omuz silkerken sanki kendimi savunurcasına.
"Ee, en kapalısı buydu zaten, yapacak bir şey yok." dedim gülerek. Ardından aynadan yüzümü çevirip, yatağın kenarına oturmuş beni izleyen Karaca’ya baktım.
"Allah’tan aşağı indi seninki. Hadi, biz de çıkalım artık." dediğimde, Karaca yerinden doğruldu, ellerini beline koyarak bana meydan okur gibi gülümsedi.
"Hadi bakalım, eğlence başlasın. " diye yanıt verdi.
Beraber odadan çıktığımızda, koridorda Yusuf, Celil, Aysun ve Didem’i bulduk. Bizim çıkışımızla birlikte bakışları anında üzerime çevrildi. Celil’in kaşları havaya kalkarken, bakışlarını hızla benden kaçırdığını fark ettim. Yanlarına vardığımda Aysun’un keskin bakışlarıyla göz göze geldim. Yine o tanıdık nemrut surat ifadesiyle beni gözleriyle öldürmeye çalışıyordu. Kaşlarımı sabırsızca kaldırarak başımı yana eğdim, sabır diler gibi.
"Ooo, ateş ediyorsunuz hanımefendi. " dedi Yusuf, şakayla karışık.
Göz kırpıp hafifçe gülümseyerek, "Mersi şekerim. Hadi, gidelim artık. " dedim.
Ben önde, Aysun hariç diğerleri arkamda asansöre doğru ilerledik.
"Diğerleri nerede?" diye sorduğumda Karaca hafifçe eğilerek yanıtladı:
"Lobide bekliyorlar, efendim."
Anladım der gibi başımı salladım. Çok geçmeden asansör lobinin bulunduğu kata ulaştı. Kapılar açıldığında yine en önde ben, diğerleri arkamda asansörden inip ilerlemeye başladık.
Mahir biraz ilerde grubun geri kalanıyla ciddi bir şeyler konuşuyordu. Ama sanki içgüdüsel bir şekilde bizim geldiğimizi fark eder gibi bakışları hızla bize döndü. Şaşkın gözleri beni baştan aşağı süzerken her adımımda kaşlarının biraz daha çatıldığını görebiliyordum. Derin bir nefes aldı, gözlerini öfkeyle kapatıp başını yukarı kaldırdı. Belli ki sevdiceğim, sabrını Yaradanından diliyordu yine.
Tam karşısında durduğumda, öfkeden deliye dönmüş bakışlarını görmezden gelerek yüzümde sinsi bir sırıtışla ona baktım.
"Aa, İbo’cum, eğlenmeye gideceğiz, şu surata bak! Sanki bana o eğlenceyi zehir edecekmiş gibi bakıyorsun. " dedim, sesime muzır bir neşe katarak, gözlerimde hafif bir alay parıltısı.
Mahir’in kaşları daha da çatıldı, bana ters ters baktı ama yine de bir tepki vermedi. Dudaklarındaki ince çizgi ve yüzündeki sert ifade, sabrının sınırında olduğunu haykırıyordu adeta. Kaşlarımı alaycı bir şekilde indirip kaldırdım, onun öfkesini biraz daha körükler gibi. Sonra, omuz silkerek ona sırtımı döndüm ve Karaca’ya baktım.
"Ne taraftan gidiyoruz, şekerim?" dedim, sesimde sahte bir ciddiyetle.
Karaca, gözlüklerinin üzerinden bana bakarak eliyle sağ tarafımızı işaret etti. Gözlerinde eğlenceli bir ışıltı vardı.
"Bu taraftan efendim." dedi, hafif bir tebessümle.
Başımı onaylarcasına sallayıp önden ilerlemeye başladım. Henüz birkaç adım atmıştım ki Mahir, ağır adımlarla yanımda yerini aldı. Başını hafifçe bana doğru eğip, dişlerinin arasından yalnızca benim duyabileceğim bir tonda mırıldandı.
"Daha usturuplu bir şeyler giyeceğim demiştin."
Sesi her ne kadar alçak olsa da öfkesinin sıcaklığı hissettiriyordu. Göz ucuyla ona baktığımda, yüzü taş gibi bir ifadeyle dimdik karşıya bakıyordu. Çenesindeki kasların sıkıldığını, kontrolsüz öfkesini bastırmaya çalıştığını kimse anlamasa da ben çok iyi anlıyordum.
"Ama… en kapalısı buydu. " diye mırıldandım ben de, neredeyse kedi mırın mırın konuşurken aynı onun gibi karşıma bakıyordum.
Dudaklarımda beliren hafif bir gülümsemeyi bastırmak için dişlerimle alt dudağımı ısırdım. Ama ne yazık ki bu çabam Mahir’in keskin bakışlarını üzerime çekmekten başka bir işe yaramadı.
Mahir’in keskin bakışları üzerimde dolaşırken başımı çevirip anlık baktım. Yüzümdeki gülümseme istemsizce daha da belirginleşti. Biliyordum, bu oyun onu çileden çıkarıyordu. Ama yine de kendimi tutamıyordum. Kaşlarımı hafifçe kaldırıp indirdim, sanki hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam ettim.
"En kapalısı buydu, öyle mi?" diye yeniden mırıldandı.
Bu hali beni hem eğlendiriyor hem de içten içe bir sıcaklık yayıyordu kalbime. Onun, sırf beni korumak için kendini böylesine sıkmasını izlemek, her ne kadar alaycı tavrımı sürdürsem de, içimde bir yerlerde vicdanımı dürtüyordu.
"Tabii ki, İbocum. Baksana kolları falan uzun kollu." diye sessiz bir şekilde cevap versem de sesimdeki alay kendini hissettiriyordu. Mahir cevap vermedi. Sadece sinirli soluk alış verişlerinin sesi kulağıma geliyordu. Sanki o anda sabrının son kırıntılarına tutunuyordu.
"Sen gerçekten sabrımı sınıyorsun." diye öfke ile tısladı.
Onun bu sözleriyle yüzümde bir kahkaha patlamak üzereydi ama kendimi son anda tuttum. Dudaklarımı bastırarak hafifçe kıvrılan köşeleri saklamaya çalıştım. "Beni çok iyi tanıyorsun. " diye karşılık verdim, omzumu ona çarpar gibi hafifçe dokundurarak.
Mahir, hareketime karşılık vermeden yine karşısına bakıyordu. Tam bu sırada Karaca’nın, "Geldik efendim. " diyen sesi geldi arkamdan. Dönüp baktığımda, gözlüklerinin üzerinden bana bakarken hafif bir tebessümle kapıyı işaret etti.
"Teşekkürler, şekerim. " diyerek Karaca’ya doğru hafifçe eğildim, abartılı bir şekilde teşekkür eder gibi. Arkasından Mahir’in alaycı bir homurtu çıkardığını duydum ama yine de bir şey söylemedi.
Kapıdan içeri girdiğimizde, içerideki müzik ve hafif karartılmış ışıklar ortamın havasını anında değiştirdi. Kapının hemen önünde durmuş etrafa bakarken Mahir’in omzuna bakışlarımı çevirip hafifçe gülümsedim. "Hadi bakalım, eğlence zamanı. " dedim, sesime yapmacık bir coşku katarak.
Mahir kaşlarını kaldırıp derin bir nefes aldı. "Hah ne eğlence ama! Sana göre eğlence, bana göre sabır sınavı." diye mırıldandı etrafa delici ve araştıran bakışlar atarken.
"İkimiz için de unutulmaz bir gece olacak o zaman. " dedim, göz kırparak. Onun bu haline karşı koyamayacağımı bilerek, yanından uzaklaşıp kalabalığın içine karıştım. Arkama dönüp bakmadan, Mahir’in ve diğerlerinin hemen ardımdan geldiğini bilerek ilerledim. Herkes kalabalık şekilde girişimizden ötürü bize bakıyordu.
"Biz diğer salona geçeceğiz efendim." Karaca'nın sözleri ile bakışlarım ona döndü ama bakışlarımızı bölen otel müdürünün seslenmesi oldu.
"Hoş geldiniz efendim. Buyrun bu taraftan." dedi yine her zaman ki fazla nezaketli hali ile başını eğerek eli ile ilerimizde önünde iki koruma bekleyen kapıyı gösterdi.
"Ah! Mersi." diyerek öne düştüm. Diğerleri de arkadadan geliyordu. Etraftaki insanların bakışları üzerimizde otel müdürünün işaret ettiği kapının önüne geldik. Korumalar baş selamı ile büyük kanatlı kapının iki kanadını da açtı.
Büyük kanatlı kapıların ardında bambaşka bir dünya vardı. İçeri adım attığımız anda loş bir ışık ve ağır bir sessizlik karşıladı bizi. Salon, dışarının gürültüsünden ve hareketliliğinden tamamen izole edilmiş gibiydi. Duvarları süsleyen altın işlemeli tablolar ve yer yer duvar boyunca sıralanmış ağır, koyu bordo perdeler mekana hem sofistike hem de biraz kasvetli bir hava katıyordu. Tavanda asılı duran kristal avizeler, ışığı zarif bir şekilde yansıtarak salona eşsiz bir ışıltı saçıyordu.
Salonun ortasında yuvarlak, siyah bir bar bulunuyordu. Barmen, pürüzsüz hareketlerle içkileri karıştırırken, arkasındaki raflarda dünyanın dört bir yanından getirildiği belli olan pahalı şişeler sıralanmıştı. Her masa, kendi alanında izole edilmiş gibi görünüyordu. Sessizce konuşan oyuncular, ellerindeki kartlara ya da rulet çarkına dikkatle bakıyorlardı. Krupiyeler, hareketleri bir sanat gibi sergileyerek işlerini yapıyordu.
Hafif bir puro kokusu ve pahalı parfümlerin havaya karıştığı bu ortamda, gerginlik ve ihtişam bir aradaydı.
O sırada otel müdürü, masalardan birinin başında oturan, takım elbisesiyle fazlasıyla ihtişamlı görünen bir adamımıza doğru yöneldi.
"Efendim, misafirleriniz geldi. " dedi bizim duyacağımı bir sesle. Adam, gözlerini masadaki fişlerden kaldırıp bize doğru baktığında yüzündeki sert ifadenin yerini hayranlıkla karışık bir şaşkınlık ifadesi aldı. Kaşları havlanırken hemen masanın başındaki krupiyere bir şeyler söyleyerek gülen bir yüzle bize doğru ilerlemeye başladı.
"Ve balığımız ağda." diye ağzımın içinde mırıldanmam ile hemen yakınımdaki Karaca boğazını temizler gibi bir ses çıkardı.
Adam masanın başından kalkıp bize doğru ilerlerken, üzerindeki koyu lacivert takım elbisenin dikiş yerlerinden bile lüks aktığı belliydi. Sert hatlara sahip yüzüne yerleşen hayranlık karışımı bir şaşkınlık vardı yüzünden.
Gözleri, üzerimizde tek tek gezindi. Benim üzerimde durduğunda, bakışlarındaki ince bir tereddütü yakaladım. Hemen ardından yüzüne takındığı gülümseme fazlasıyla abartılı, neredeyse sahte bir sıcaklık yayıyordu. Yaklaştıkça parfümünün ağır, odunsu kokusu da burnumun direğini sızlatmıştı doğrusu. Arkadaş gelmeden parfüm banyosu yapmıştı belli ki.
Elini yavaşça uzatıp bana doğru eğildi. Gözleri doğrudan benimkilere kenetlendiğinde, dudaklarının kenarında beliren o hafif alaycı kıvrımı yakaladım. "Böyle bir güzellikle tanışmak... kesinlikle bir onur. Cem. " dedi, sesi alçalıp hafif bir fısıltıya dönüştü sonlara doğru. Uzattığım elimi dudaklarına sinir bozucu bir yavaşlıkla götürürken aynı yavaşlıkla gözlerimi için bakarak öptü. Ona karşı flörtöz ve hayran takındığım ifadeyle bakışlarımı bir an bile kaçırmadan yaptığı şey sinirimi bozmuyormuş gibi baktım.
“Teşekkür ederim. Ben de Naz. Çok memnun oldum.” dedim, sıcak, utangaç ve heyacanlı bir sesle. İçimdeki gerilimi belli etmemem gerekiyordu. Sesimin düz ve ölçülü bir tonda kalması için tüm kontrolümü kullanıyordum. Dudaklarından elimi çekse de henüz ellerinin arasından bırakmamıştı. Elimi hafifçe ellerinden arasında çektiğimde gülümseyerek yüzüne baktım.
Adamın elini bıraktığımda, gözleri üzerimde biraz daha gezindi. Bakışlarında, o rahatsız edici özgüvenin yanında keskin bir sorgulama vardı. Sahte bir nezaketle,
“Sanırım bu gece sizin gibi bir hanımefendinin burada olması tesadüf değil. ” dedi. Gözlerini doğrudan gözlerime dikerken devam etti. “Bana eşlik edeceğinizi umuyorum.”
Sözlerinde hem bir davet hem de bir emir vardı. Elimi zarif bir hareketle kaldırıp tekrar avucunun içine almak istediğinde, hafifçe geri çekildim. Gözlerimi ona dikerek tatlı bir tebessümle karşılık verdim. "Nezaketiniz için teşekkür ederim." dedim. "Ancak bu gece buraya sadece atmosferin tadını çıkarmaya geldim. Açıkçası pek anlamam. Belki bir kaç el rulet ya da başka bir oyun. Ama kart oyunlarında oldukça kötüyüm. Babamı batırmaya da hiç niyetim yok. " kıkırdayarak söylediğim sözler karşımdaki adamı da sesli bir şekilde güldürdü.
O sırada yanımıza bir garson yaklaştı. Elinde gümüş bir tepsi üzerinde iki kadeh şampanya vardı.
Adam, kadehlerden birini nazik bir hareketle aldı ve diğerini bana uzattı. “O halde, bu geceye hoş geldiniz. ” dedi, sesinde sinsi bir sıcaklık vardı.
Daha ben kadehi almadan hemen arkamdan uzanan el benden önce aldı kadehi ve yanımızda bekleyen garsonun tepsisine geri koydu.
“Babanızın kati emri var, Naz Hanım, alkol yok,” dediğinde gözlerimi hafifçe yalandan bir sinirle kapatıp açtım. Karşımda duran Cem'in yüzüne baktığımda, gözlerinde sorgulayan bir ifadeyle kaşlarını çatmış halde bir bana, bir de hemen arkamdaki Mahir’e baktığını fark ettim. Hemen araya girerek,
“Babam…” dedim, kelimeyi ağzımda yuvarlarken. Sonra hafif bir gülümsemeyle ekledim, “Fazla korumacıdır.”
Cem, anlayışla başını sallarken kaşları yukarı kalktı. Hâlâ gitmemiş olan garsona dönüp, “Alkol olmayan kokteyllerden getir... ” cümlesini bitiremeden Mahir'in sert sesi araya girdi.
“Gerek yok. Ben alırım. ” dedi Mahir, bir adım öne çıkarak.
Cem’in yüzü anında değişti. Çatık kaşları, şimdi alayla karışık bir küçümsemeyle yukarı kalkmıştı. Yavaşça Mahir’e doğru döndü ve sert bir bakış fırlattı. Ortamın havası bir anda gerildi. Sıkıntıyla iç geçirip Mahir’e baktım.
“Tamam, İbrahim. ” dedim, ona dikkatlice bakarak. “Git ve bana içecek bir şeyler al.”
Mahir bir an gözlerimin içine bakarak durdu. Bakışları sertti, fakat sonunda başını usulca salladı ve kalabalığın arasına karışarak uzaklaştı.
Ben de arkamdaki Karaca’ya döndüm. “Söyle adamlara, etrafa dağılsınlar. Gerçekten rahatsız hissediyorum.”
Karaca’nın dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı. Gözlerinde her zamanki alaycı pırıltı vardı, ama yine de başını sallayıp talimatımı yerine getirmek üzere yanımdan ayrıldı. Bizimkiler itina ile kumarhanenin her bir yanına dağılırken, ben tekrar Cem’e döndüm.
“Ee, ne oynuyoruz?” dedim, sahte bir heyecanla, sesime hafif bir kahkaha ekleyerek.
Cem’in bakışları bir an dudaklarıma kaydı. Gözlerindeki çapkınlık, dudaklarının alaycı bir şekilde kıvrılmasına yansıyordu. Ellerini iki yana açıp, “Siz ne isterseniz, güzel bayan? ” dedi. Ardından masayı işaret ederek devam etti.
“Rulet mi? Blackjack mi? Ya da belki poker? İsterseniz sadece izleyebilirsiniz. Ama eminim ki birkaç dakika içinde oyunlara katılmak isteyeceksiniz.”
Alaycı gülümsememi daha da belirginleştirerek, “Pokerde çok kötüyüm, demiştim, değil mi? Beni kolayca alt edebilirsiniz. ” dedim, sesime hafif bir kahkaha ekleyerek.
Cem’in gülümsemesi daha da yayıldı. “Şansın ne zaman döneceği belli olmaz, güzellik. Kim bilir, belki bu gece senin gecendir. ” dedi. Resmiyetten bir anda çıkıp samimiyete geçişi, kaşlarımın havalanmasına neden oldu.
Tam cevap verecekken, Mahir elinde bir içecekle yanımıza döndü. Bakışları sert ve keskin, omuzları gerilmişti. “Buyurun, Naz Hanım. ” dedi, otoriter ve sert bir şekilde.
Cem, Mahir’e döndü ve alaycı bir tavırla, “Sen de diğerleri gibi gidebilirsin dostum. Ben Naz Hanım’la yakından ilgilenirim. ” dedi. Ardından, hiçbir çekince göstermeden baştan aşağı süzerek bana baktı.
Mahir’e yandan bir bakış attığımda gözleri adeta alev alev yanıyordu. Çenesini sıkmış, elleri yumruk halindeydi. Cem’in başına gelecekleri tahmin edebiliyordum. Bu hikayenin sonunda yanan Cem olacaktı, bundan emindim.
Gözleri Cem'in üzerinde kilitlenmiş şekilde bir adım geride, dimdik duruyordu. Onun sessiz varlığı, Cem’in rahat ve lakayt tavrına karşı görünmez bir duvar gibiydi.
“Ben Naz Hanımın yakın korumasıyım. Görevim onun güvenliğini sağlamak, size hizmet etmek değil.” Diye sert ve ters bir şekilde cevap verdi.
Cem’in kaşları alaycı bir şekilde kalktı. Gözleri bir Mahir’e, bir bana kaydı, ardından omuz silkerek rahat bir tavır takındı.
“Pekâlâ. ” dedi, sahte bir nezaketle. “Ama burada Naz hanım güvende. Bence bu derece bir kalkana gerek yok. Kumarhanenin bu kısmına bizim izin vermediğimiz kimse giremez.” Gözlerini bana çevirdiğinde gülümsedim. Mahir'in yanımdan uzaklaşmasını istemiyordum.
“Korunmaya alışkınım. ” dedim, hafif bir gülümsemeyle. “Babam biraz... hassastır bu konuda. Ancak senin de keyfini kaçırmak istemem tabi. ”
Gözlerim bir an Mahir’e kaydı. Ona bakışlarımla bir nevi sakinleştirmeye çalışıyordum.
Cem ellerini havada sallarken, “ Her neyse, kalabilir. Bu gece keyfimi hiç bir şey kaçıramaz." Arkasını dönmeden yüzüme doğru yüzünü yaklaştırdı ve devam etti. "Seninle çok eğleneceğiz." dedi, sesi neredeyse fısıltıya yakın bir tondaydı. Yavaşca gelir çekilirken gülümsedi.
“Ne oynuyoruz bu gece? Şans oyunları mı, yoksa kart mı? Seç bakalım.”
Mahir, bir adım geride olsa da, onun bedeninin hafifçe ileri doğru eğildiğini hissettim. Aylar önce Benan ona her yaklaştığında hissettiğim o duyguyu şuan her zerresine kadar hissettiğine adım gibi emindim. Mecburen sabredecekti.
Yüzüme hafif bir tebessüm yerleştirip Cem’e döndüm. “Ruletle başlayabiliriz. ” dedim, sesimde hem neşeli hem de mesafeli bir ton vardı.
“Diğer oyunlar bana pek göre değil.” Diye de eklerken küçük bir kahkaha attım.
Cem, bu sözlere karşılık geniş bir gülümsemeyle başını salladı. “Mükemmel seçim. ” dedi. “Rulet tamamen şans işi, ama bu gece şansın bizim yanımızda olduğunu hissediyorum.” dedi kendince etkileyici olduğu bir ifade ile gözlerime bakarken. Mecbur yaptığı şeyin işe yaradığını göstermek icap ediyordu. İç çeker gibi bir nefes alıp verdim.
Cem, rulet masasını işaret ederken geniş bir gülümsemeyle bana döndü. “Güzel bayanlar önden. Şansınızı denemeniz için sizi bekliyor. ” dedi ve eliyle nazik bir şekilde yön gösterdi. Arkamı dönüp ilerlerken bakışlarını üzerimde hissediyordum.
Mahir ise sessizce bir adım gerideydi ama varlığı o kadar yoğundu ki Cem’in üzerimde kurmaya çalıştığı baskıyı da dengeliyordu.
Rulet masasına doğru ilerlerken, Cem hemen yanı başımda yer aldı. Kolunu hafifçe masanın kenarına yaslamıştı, vücudu bana dönük duruyordu. Ona baktığımda yine o sevimsiz gülüşü vardı yüzünde.
Cem, masanın başındaki krupiyeye başıyla işaret etti. “Naz Hanım’a özel bir başlangıç yapalım. Şansını arttıracak bir şeyler sunabilir misin?” dedi. Ses tonu ciddiydi ama içinde bir alay gizliydi. Krupiye, profesyonel bir tavırla başını salladı ve rulet çarkını hazırlamaya başladı.
Tam bu sırada Mahir hemen arkamda yerini aldı. Cem'in bir an Mahir'e baktı küçümseyici bir ifade ile. Mahir ise gözleri Cem’e odaklanmış şekilde daha şimdiden gözleri ile onu parçalarını ayırmıştı.
Cem bana döndü ve ellerini hafifçe açarak sordu. “Hangi sayı senin şanslı sayın, Naz ?”
Ona doğru eğilip hafif bir kahkaha attım. “Aslına bakarsanız pek bir fikrim yok. Her zaman rastgele seçerim. ” dedim. Sesimdeki umursamazlık, aslında içimdeki gerginliği örtmek içindi.
Cem başını yana eğerek beni süzdü. “Rastgele, ha? Pekala. O zaman bu geceye özel bir sayı seçelim, birlikte.” Elini çarkın üzerine koyarak hafifçe ileri geri hareket ettirdi. “Hadi, şansımızı zorlayalım.”
Bakışlarım Cem’e odaklanmışken, yan gözle Mahir’i süzdüm. Çenesi sıkılmış, kaşları çatılmıştı. Cem’in bana yaklaşma çabaları onu çıldırtıyordu. Plan teşkilat için güzel gidiyorken Mahir için bu söz konusu değildi tabi. Ama sevdiğimi tebrik etmem gerekirdi ki şuana kadar oldukça başarılı bir şekilde sakinliğini koruyordu, en azından şimdilik.
Cem gözlerimin içine derin bir şekilde bakarken, “ Seninle tanıştığımız bu muhteşem günün tarihi olsun. Kesinlikle 12’ye güveniyorum.” Hafifçe eğilip kulağıma doğru, "Seni bana getirdiği gibi kazanmamızı da sağlayacak." diye fısıldayıp geriye gülerek çekildi. Ama hala yüzümüz fazlası ile yakındı. Utangaç bir şekilde başımı eğerken arkamızdan bir boğaz temizleme sesi geldi. Bir adım geri çekildiğimde bakışlarım Mahir'e döndü. Ters bir şekilde hemen karşımdaki adama bakıyordu. Cem de meydan okur gibi Mahir'e bakarken kaşları alayla kalktı.
"Sakin dostum. Naz'a sadece taktik veriyordum." dedi. Mahir sadece dik bakarken cevap vermedi.
Rulet çarkı dönmeye başladığında gözlerimi topun hareketine diktim. Cem’in elindeki kadehi hafifçe kaldırıp bana doğru eğildiğini fark ettim. Fısıltıya yakın bir sesle, “Eğer kazanırsak, bu gece için başka planlar da yapabiliriz. ” dedi. Göz ucuyla ona baktığımda, dudaklarının köşesinde keyifli bir gülümseme vardı.
Top yavaşça dönmeye başladığında, masadaki herkesin gözleri çarka odaklanmıştı.
Cem, elindeki kadehi dudaklarına götürüp küçük bir yudum aldı. Gözleri hala üzerimdeydi. “Bakıyorum da oldukça gerginsin, Naz. Rahatla biraz. ” dedi ve bir an durup Mahir’e baktı, kaşları hafifçe kalktı. “Gerçi anlıyorum, burada bu kadar... korumacı birinin varlığı da buna sebep olabilir.”
Mahir’in gözleri kısılmış şekilde Cem'e bakarken sessiz kaldı. Araya yeniden girdim. "Ben ilk defa bir kumarhaneye geldim. Sanırım biraz heyacanlıyım." dedim gülümseyerek yüzüne bakarken.
“İlk ile kalmayacağını umuyorum. Çok seveceksin. Kazanırsak da bunu kutlamak için harika bir önerim var. ” dedi sonlara doğru farklı bir hale bürünen sesi ile.
Top nihayet durdu ve krupiye, “12!” diye ilan etti. Cem’in yüzünde geniş bir gülümseme belirdi, kadehini kaldırıp bir zafer edasıyla başını bana doğru eğdi. “Gördün mü, Naz? Sana söylemiştim. Bu gece şans bizimle!” dedi, sesi artık biraz daha yüksek, hatta coşkulu bir hale gelmişti.
Elini omzuma atarak hafifçe okşadı. “İyi bir başlangıç ha!" dediğin de ben de kocama. Gülümsedim.
"Hadi bir kaç tur daha." dedi ve krupiyere başı ile işaret etti. Hafif geri çekilerek omzumsaki elindem nazikçe kurutulurken başımı salladım.
Tüm akşam Cem ile çeşitli şans oyunlarını birlikte denerken şans mı yoksa Cem'in bir oyunumuydu neredeyse tüm oyunlarda kazanmıştım. Kendisi benim şanslı günüm olduğunu söyleyip oturduğu poker masasında da uğur getirmem için yanında durmamı rica etmişti. Mahir ise tüm olanları derin bir sukunet ile izliyordu. İzlemek zorundaydı. Ama içinde ne yangınlar yanıyor ne mücadeleler veriyordu Allah bilirdi. Ara göz göze geldiğimiz de bile net bir şekilde hissediyordum.
Pokerde de oldukça iyi bir iş çıkaran Cem keyifle ayağa kalkıp elime uzandı. Dudaklarına ağır bir hareketle götürürken gözlerini bir an bile gözlerimden ayırmıyordu.
"Şans meleğim. Bu gece uzun zamandır yanıma uğramayan şans hep benimleydi. Bu güzel günün şerefine bir kadeh içelim. ” dedi. Dudaklarını çekmişti elimin üzerinden ama elimi henüz bırakmamıştı.
"Olur. Ben de sıkıldım zaten. Bar kısmına geçelim mi?" dediğimde başını salladı.
"Hay hay! Bu taraftan güzel bayan." diyerek kendi ile birlikte beni de yürütürken eli belimdeydi. Omzumun üzerinden arkamdan kalan Mahir'e baktım. Onun gözleri ise Cem'in belimdeki elindeydeydi. Çatılı kaşları ile her an Cem'in üzerine atlayacak gibi bakıyordu. Öüneme dönüp bir an duraksamam ile Cem'in bakışları beni buldu.
"Bir dakika geliyorum hemen." diyerek arkamı dönüp olduğu yerde duran Mahir'in yanına geldim. Tam karşısına durduğumda gözleri gözlerimde sert bir şekilde bakmasına karışılık gözlerimi devirdim.
"Adamları topla gel lütfen ibocum. Ama rica ediyorum fazla yakınımda durma olur mu? Gerçekten bunaldım." dediğimde bakışları bir an arkamdaki noktayı bulurken yeniden gözlerime dikilmişti. Derince yutkunurken sadece başını salladı sakince. Arkamı dönüp az ileride eller ceplerinde beni bekleyen Cem'in yanına geldiğimde onun da gözler Mahir'deydi.
" Bir sıkıntı yok değil mi?" dedi çatılı kaşlarla ileriye bakarken.
"Ha yok! Ben biraz uzakta durmasını söyledim." dediğimde başını salladı.
"İsabet olmuş. Hadi gidelim." dediğinde yeniden belime elini koymasın diye aramızdaki mesafeyi açtım. Bizimkiler de gelmişti. Birlikte kumarhaneden çıktığımız da kapının önündeki korumlar el pençe dururken Cem onlara bakmadı bile. Uzun bir koridoru aştığımız da karşımıza çıkan yine büyük bir kapının önünde iki koruma vardı. İçeriden gelen bangır bangır müziğin sesi dışarıya kadar taşıyordu.
Adamlar önlerini ilikleyip kapıyı ardına kadar açmasıyla içeriye yayılan müzik, bizi adeta bir dalga gibi karşıladı. Göz alıcı bir neon aydınlatma hemen girişteki taş duvarları renklendirmişti. Kapının ardındaki bar kısmı, lüksün ve şatafatın birleştiği bir dünya gibiydi. Mermer zeminin üzerinde dikkat çekici geometrik desenler vardı, tavandaki büyük kristal avize ise ışıkları parça parça yansıtarak her yere dağıtıyordu.
Tam karşıda, parlak aynalarla süslenmiş, şişelerin neredeyse birer mücevher gibi sergilendiği geniş bir bar vardı. Barın arkasında, hızlı ve ustaca hareket eden barmenler, rengârenk kokteyller hazırlıyordu. Her köşeden duyulan müzik, o kadar ritmik ve enerjikti ki, kalbinize kadar hissediliyordu. Bir grup insanlar, rahat koltuklarda oturuyorken bir grup ise deliler gibi ortadaki pistte dans ediyordu.
Cem, yanımda durup geniş bir gülümsemeyle ortamı işaret etti. “Burası, bu geceyi unutulmaz kılacak yer, Naz. ” dedi, sesi müziğin sesine karışsa da kulağıma eğilerek sesli bir konuşmuştu.
Cem, eliyle barın en köşesindeki, daha özel bir alanı işaret etti. Duvarların koyu bordo renklerle kaplandığı, kadife koltukların çevrelediği bir alan… Ortasında yuvarlak bir masa vardı ve üzerindeki küçük lambalar ortamı daha sıcak hale getiriyordu.
“Orası bizim için ayrıldı. Daha rahat edeceğimizi düşündüm. Ses çok gelmiyor. Rahat rahat sohbet ederiz. ” dedi Cem, bana dönüp kibarca gülümsedi.
Bir an başımı çevirip Mahir’e baktım. Yüzünde duvar gibi sertken öfkesini saklamaya çalıştığı sıktığı çenesinden belli oluyordu. Gözleri doğrudan Cem’in bana dönük olan rahat tavırlarını izliyordu. O bakışlarda kan vardı vahşet vardı.
Cem’in işaret ettiği alana geçtiğimizde, koltuklardan birine otururken bizimkiler de barın çeşitli yerlerine dağıldılar. Mahir de bu sefer kendine uygun çok uzak olmayan bir yer de durmuştu. Cem, eliyle garsona işaret etti. “Naz Hanım’a özel bir kokteyl hazırlayın ama alkolsüz olsun. ” dedi, sesinde sahte bir nezaket vardı. Minnettar bir şekilde bakarken,
"Teşekkür ederim." dedim. Mahir çatılı kaşlar ile garsonu durdurup onunla birlikte bar kısmına doğru gitti. Anlaşılan gözleri ile görecekti hazırlanan içecek de bir sıkıntı olmadığını. Çok sürmeden gelen içecekler ile benim için hazırlanan içeceğe uzandım. Pipeti dudaklarıma götürdüğümde Cem'in bakışları benim üzerimdeydi. Ağzıma yayılan tat oldukça lezzetliydi.
"Immm! Harika bir lezzet." dedim çocuksu bir heyacanla. Cem kendinden emin bir şekilde gülümserken önündeki ikisinden bir yudum aldı.
"Söylemiştim sana." dedi. Bir kaç dakika ikimiz de konuşmazken elimde içeceğim ile etrafımı inceliyordum. Arada da sevdiğim ile göz göze gelsem de çok fazla uzatmadan bakışlarımı üzerinden çekiyordum.
"İstanbul'a mu yaşıyorsun?" diye sorduğunda Cem bakışlarım ona döndü.
" Yani kısmen. Aslında doğma büyüme İzmir'liyim ama İstanbul'da üniversite okuyorum. İstanbul İzmir arası mekik dokuyorum." dediğimde başını salladı.
"Hangi bölüm okuyorsun?"
"Ben ulusarası ilişkiler. İkinci yılım." dediğimde gülümsedi.
"Belli çok küçük gösteriyorsun." derken beğeni dolu bakışlar ile de beni süzmeyi de ihmal etmedi. Utangaç bir şekilde gülümseyerek bakışlarımı elimdeki içeceğe düşürdüm.
"Hep böyle korumalar ile mi gezersin?" sorusuna karşılık üzgünce baktım yüzüne.
"Evet ne yazık ki! Babam oldukça korumacı biridir." dediğimde kaşları çatıldı.
"Mafya falan mı?" diye sordu cevabını bilmiyor gibi. Karaca'nın ve Tuna'nın oluşturmuş olduğu özgeçmiş ile şimdiye çoktan hakkımda edinebileceği bilgileri edinmişti.
"Yoo hayır. İş adamı. Ama bilirsin iş dünyası karışıktır. Sadece önlem amaçlı." diye kendimi açıkladığım bir kaç saniye yüzüme baktı.
"Ama bence bu kadarı fazla. Senin gibi hayat enerjisi dolu genç bir kadın için zor olmalı." diye mırıldandı.
Dudaklarımı üzgünce büzerken,
"İnanır mısın daha ilk öpücüğümü bile vermedim?" dediğimde bakışları dudaklarıma düştüğünse alt dudağını ağzının içine yuvarlayıp dişlerini geçirdi.
"Zor olmalı... Yani böyle sürekli bir kafesin içinde gibi." diye mırıldandığında dudaklarımı daha da büzüp başımı salladım.
"Kendimi bildim bileli ibo peşimde. Kuruyup gideceğim yaa!." diye hayıflanırken Cem biraz daha yaklaşıp önüme dökülen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Kulağıma eğilerek, alçak bir sesle,
"Belki de o kafesten kurtulmanın bir yolu vardır." dedi iğrenç ama kendinin etkileyici zannettiği bir tonlama ile. Tedirgin bir şekilde geri çekildiğimde hemen arkamdaki Mahir'e baktım. İfadesiz gözlerle bizi izlese de kulaklıklardan neler konuştuğumuzu net bir şekilde duyuyordu.
"Bir şey demedin?" dediğinde yeniden bakışlarım Cem'i buldu.
“Ne demek istiyorsun?” diye mırıldandım. Sesimi titrek, zayıf bir tonda tutmaya çalıştım. Ona kurban rolümü oynadığımı hissettirmemeliydim.
Cem hafifçe gülümsedi, ama bu gülümsemenin ardında bir avcının kurnazlığı vardı. Ellerinden biri ağır bir şekilde çıplak kolumdan ürpertici bir yavaşlıklar omzuma çıktı. Parmak uçları ağır ve ölçülü bir baskıyla omzumda gezindi ardından. Dokunuşu öyle midemi bulandırıyordu ki yüzümü toy bir kız gibi heyacanlı ve korku dolu bir ifade de tutmak için yoğun çaba sarfediyordum.
“Belki de seni bu kafesten çıkaracak kişi benimdir. Sadece güvenmen gerek, bu kadar.”
Sözlerindeki zehri o kadar net hissediyordum ki. Gerçekte karşısında ben gibi bir genç kız olsa bu yakışıklı yüze ve yakınlığa çok kolay tav olabilirdi. Gözlerimi kararsız ve düşünüyor gibi çevrede gezdirirken tekrar onun gözlerine çıkardım. Dudaklarımı hafifçe büzüp, çaresiz bir ifadeyle başımı salladım. “Keşke…” dedim kısık bir sesle. “Keşke bu kadar kolay olsaydı.” sıkıntı ile derin bir nefes alırken devam ettim.
“Babam beni bırakmaz ki! ” dedim, gözlerimi kısıp çaresizlikle yere bakarak. “Ne yapsam, nereye gitsem peşimde hep korumalar. Nefes alacak bir alan bırakmıyor. Kendimi bir kuş gibi hissediyorum. Kafese kapatılmış çıkmak için çırpınıp duran bir kuş.”
Cem’in gözlerinde kısa bir an bir memnuniyet parıltısı belirdi. Benim yaramı bulmuş oradan vurmayı ve avucunun içine almayı düşünüyordu muhtemelen. Başını hafifçe eğip, sesini daha sakin ve güven verici bir tona çekti. “Bana güven! Şimdiye kadar yaşamadığın özgürlüğü tatamadığın hazları yaşatacağım sana. ”
Sözleri midemi bulandırmaktan başka işe yaramasa da yüzümde korkulu bir heyecan ifadesi yaratmaya çalıştım. “Bunu neden yapıyorsun ki?” dedim ve gözlerimi ondan utanır gibi kaçırırken, “Benim için niye böyle bir tehlikeye atıyorsun kendini? " diye sordum heyacanlı bir sesle.
Cem’in yüzüne yerleşen gülümseme genişledi. Bu gülüş içindeki canavarı daha da belirgin hale getirmişti. “Senden çok hoşlandım. Belki de aşk bunun adı! İlk görüşte aşk. Ve inan bana güzelim, bu hissettiğim şey her neyse daha önce hiç bir kadına hissetmedim ben. ” dedi ve bu sırada elini, omzumdan yüzüme doğru çıkarıp yanağımın üzerinde gezdiriyorsun.
İçimde iğrenmeye sebep olan bu hareketi ile yanağımdaki elini nazikçe itiyormuş gibi yaptım ama tedirgin görünmeye çalışarak geri çekilmekten de kaçındım. Zayıf ve kırılgan bir kurban gibi görünmeliydim. Utangaç bakışlarım ile yüzüne baktığımda gözlerindeki kurnazlık, sesindeki zehirden daha keskindi.
“Ama biz daha yeni tanıştık.” dedim, sesim titrek bir şekilde kısılmıştı. Yüzümde utançla karışık bir korku ifadesi oluşturdum. “Ben de senden fazlasıyla etkilendim ama bu aşk mı bilmiyorum. Daha önce kimseyle böyle bir şey yaşamadım ki hiç.” dediğimde Cem, bunu duymaktan hoşnut olmuş gibi derin bir nefes aldı.
Gözlerinin içindeki karanlık bir nebze daha derinleşti. Parmaklarını yavaşça geri çekip başını yana eğdi, yüzünde yumuşak bir tebessüm belirmişti ama bu tebessümün ardındaki avcının sabırsızlığı neredeyse elle tutulur bir haldeydi.
“Ben de. Belki sıradan, sevgisiz bir çok ilişkim oldu ama inan bana güzelim bu hissetiklerim bambaşka. ” dedi, sesi yavaş ve belirgin bir şekilde her kelimeyi üzerine basa basa çıkarıyordu.
“Kendini bana bırak ve mahrum bırakıldığın mutluluğu sana yaşatamama izin ver. " diye devam etti tehlikeli bir tını ile.
Sözleri midemi o kadar bulandırıyordu ki! Kim bilir bu laf cambazlıkları ile kaç genç kızı tuzağına düşürmüş, kaçının hayatını kararmıştı. Öfkemi bastırmak adına titrek bir nefes alıp bakışlarımı kucağımda birleştirdiğim ellerime indirdim. Onun yanında çaresiz ve kırılgan durarak güvenini kazanmam gerekiyordu ama içimdeki öfkeyi bastırmak giderek zorlaşıyordu.
Başımı iyice önüme indirdiğimde saçlarım da yeniden yüzüme döküşmüştü. Sesimi neredeyse duyulmaz bir fısıltıya düşürerek, “Ama ya babam öğrenirse? O çok güçlü. Sana zarar verir, sonra… sonra beni daha sıkı bir kafese kapatır.” dediğimde Cem bir kahkaha attı. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda yüzüne yerleşen kendinden emin gülüşü ile alaycılığı yüzünden taşıyordu.
“Benim kim olduğumu bilmiyorsun, güzelim. ” dedi. Sözleri o kadar itici ve yapmacıktı ki, yüzümde sahte bir minnet ifadesi yaratmak için büyük bir çaba harcadım. Titrek bir şekilde gülümsedim, gözlerimle ona inanıyormuş gibi bakmaya çalışarak.
“Gerçekten mi?” dedim, sesim neredeyse bir çocuğun masum inancını taşıyormuş gibi çıkıyordu. “Böyle bir şey mümkün mü? Beni o kadar güçlü bir kafesten kurtarabilir misin?” diye devam ettim.
Cem’in yüzündeki özgüven, bir zafer kazanmış gibi daha da belirginleşti. Gözleri parladı.
“Bana güven. ” dedi yeniden. “Seninle birlikte bu hayattan kaçıp bambaşka bir başlangıç yapabiliriz. Bu güzelliğin böyle bir kafeste harcamasına göz yummak... büyük bir günah olur.” diyede baştan aşağı iğrenç bakışları ile süzerken beni yüzünde sinsi bir gülüş belirse de gülümsemesi bir an için dondu. Ardından ise alaycı bir ifadeye dönüştü.
Baktığı tarafta Mahir vardı. Başını hafifçe yana eğerek yüzünde eğleniyormuş gibi bir ifade yerleştirdi. Başımı baktığı tarafa çevirdiğim de Mahir sert bir şekilde bizden tarafa bakıyordu.
“Şuna bak!” dedi, sesi alayla titriyordu ama içinde bir nebze rahatsızlık saklıydı. “Neredeyse bizi duyduğunu düşüneceğim. Nasıl bakıyor öyle? Sanki seni korumak için değil de beni öldürmek için buradaymış gibi.” dediğimde gözlerim hafifçe büyüse de çabuk toparladım kendimi.
Sözlerinin sonunda boğuk bir kahkaha attı, ama kahkaha tam anlamıyla içten değildi. Bir anlık bir tereddütle dudaklarını yaladı, Mahir’in bakışları belli ki onu fazlası ile rahatsız etmişti. Yüzündeki özgüveni yeniden toparlamaya çalışırken gözlerini Mahir’den ayırmadan devam etti.
“Bu kadar kıskanç bir korumayla işin zor olmalı, güzelim. Onun bu bakışları altında nefes almak bile kolay değil gibi görünüyor.”
Cem’in bu sözleri, Mahir’in olduğu tarafa kısa bir bakış atmamı sağladı. Mahir’in yüzü hâlâ taş gibi ifadesizdi, ama gözleri... Sanki bir ok gibi Cem’in üzerine sabitlenmiş, tüm hesaplarını bozacak kadar delici bakıyordu. Cem farkında olmasa bile, o bakışlar her şeyi kontrol altında tutuyordu.
“Bilmiyorum. ” dedim, sesi titrek ve tedirgin bir şekilde çıkararak. “O hep böyle... Herkesi tehdit gibi görüyor. Babamın kuralları işte. Ona çok sadıktır.” Gözlerimi yere indirip utanmış gibi yaptım. Ama bir yandan da Cem’in tepkisini gözlemliyordum.
Cem yeniden bir kahkaha attı, ama bu kez daha zorlanmış gibiydi.
“Tabi ki baban onu buraya bir heykel gibi dikilsin diye göndermemiştir. Ama...” Gözleri Mahir’e doğru kaydı, bakışlarını yavaşça süzerek.
“Adam o kadar sert ve öldürücü bakıyor ki... gerçekten beni öldürecekmiş gibi hissediyorum. Belki de senin için biraz fazla ciddiye alıyor bu işi. Ya da...” Sesini biraz alçaltıp tekrar bana döndü. “Seni kıskanıyordur. Böyle bir güzelliğin başkasıyla olmasına dayanamıyordur. " Tek kaşını kaldırıp tehlikeli bir tınıyla
" Ne dersin?” diye sordu.
Sözlerindeki alay, midemi bulandırıyordu ama yüzümde utangaç bir gülümseme belirdi. “Sanmıyorum. ” dedim sessizce, başımı eğerek. “O sadece işini yapıyor. Ama bazen fazla ileri gidiyor gibi. Neyse boşver sen onu. Sen kendinden bahset. Hep ben anlattım.” dediğimde yüzündeki gülümseme büyüdü. Yüzünü yüzüme yaklaştırarak bakışları önce dudaklarıma düştü sonra gözlerime çıktı.
“Güzelim, benim hakkımda bilmediğin o kadar çok şey var ki... Ama merak etme, sana her şeyi anlatacağım. Her şeyimizi paylaşacağız.” diye fısıldadı. Konuşurken gözleri beni adeta bir av gibi izliyordu. Yüzümde sahte bir ilgiyle süslenmiş bir şekilde gülümsedim.
Bir anlık bir cesaretle bakışlarımı Mahir’e çevirdim. Mahir hâlâ aynı sert ifadeyle Cem’i izliyordu, ama gözlerinde belli belirsiz bir öfke dalgası vardı. Kaşlarının arasındaki çizgi derinleşmişti, çenesindeki kaslar sıkılıydı. Cem’in farkında olmadığı şey, o bakışların sadece bir uyarı değil, aynı zamanda yaklaşmakta olan bir fırtınanın habercisi olduğuydu.
Cem, sözlerine daha fazla alçak bir tını ekleyerek, eğilip yüzünü biraz daha yaklaştırdı. “Seninle çok özel anlar yaşayacağız. Sen de istersen tabi. ” dedi, o iğrenç imasını gözlerindeki parıltıyla güçlendirmeye çalışarak.
Cümleleri midemde bir düğüm oluşturdu. Yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum. Yine de, yüzümde hafif bir şaşkınlıkla harmanlanmış bir masumiyet bırakmaya çalıştım. Gözlerimi kısa bir an yere kaydırıp sonra tekrar ona baktım, sanki söylediklerine gerçekten inanıyormuş gibi.
“Ama nasıl? Ben... Ben kendimi bildim bileli bu kalabalığın içindeyim. Böyle bir şey mümkün mü?” dedim, sesime çaresizlik ve tedirginlik tonları katarak.
Cem, bu sözlerimle cesaretlenmiş gibi eğildi ve beni daha da yakından incelemeye başladı. Sanki her hareketim ve sözüm onun gözünde avını daha da kolaylaştıran bir detay gibiydi. Elini kaldırıp tersi ile yüzümü okşarken,
"Sen yalnızca istiyorum de ve gerisini bana bırak. Tatmadığın hiç bir zevkten geri kalmayacaksın."
"Ben... İstiyorum." dediğimde kocaman gülümseyerek bana baktı. Ağzını açıp bir şey diyecekken Mahir'in gelmesi ile ikimizin de bakışları ona döndü.
"Naz hanım. Geç oldu. Artık odaya çıkmanız lazım." dediğinde benden önce Cem sinirle çıkıştı.
"Dostum ne geç saatinden bahsediyorsun sen? Burada hayat gece başlar. Naz da benimle. Sıkıntı ne?" dediğinde Mahir çatılı kaşlarının altındaki gözleri ateş ediyordu.
"Ben Naz hanıma dedim. Hadi Naz hanım, babanız aramadan çıkalım." dediğimde üzgün gözlerle Cem'e baktım.
"Ben çıksam iyi olacak." diyerek ayağa kalkmamla Cem de ayağa kalktı ve bir an da kollarının arasına alarak kulağıma fısıldadı.
"Söylediklerimi unutma. Bekle beni tutsak prensesim." dedi ve geri çekildi. Yüzüne zar zor bir gülüşle bakarken Mahir'in sarılmamıza şahit olmasının gerginliği vardı. Mahir'e dönüp de bakamıyordum bile.
"İyi geceler." dedim gülümseyerek ve arkamı döndüm. Hep birlikte bardan çıkarken bir kaç dakika sonra lobiye ulaşmıştık. Asansörlerin olduğu yere doğru yürüdüğümüzde de Mahir hemen yanımda yürüyordu ama dönüp bir kez bakamamıştım.
Hep birlikte kata geldiğimiz de odaya doğru ilerledik. Aysun ve Mehmet odanın önünde oturmuş sohbet ederlerken bakışları bizi buldu. Mehmet'e baş selamı verirken Aysun’un yüzüne bakmadan Karaca'nın açtığı odadan içeriye girdim. Hemen ardımdan Mahir de geliyordu.
Karaca kendini koltuğa bıraktığında gülerek bana baktı.
"Kolay oldu haa!" dediğinde ben de arkamda Mahir'in olmasından ötürü çok rahat tepki veremiyordum.
"Hımm." dedim ağzımın içinde yalnızca ve hemen çaprazındaki koltuğa bıraktım kendimi. Mahir ise camın önğne geçip öylece ayakta duruyordu. Karaca ayakta duran Mahir'e baktı ve bir anda ayaklandı.
"Oldu o zaman. Ben odama geçeyim. Siz de şaparsınız. Yani konuşursunuz." diye saçmalayıp kapıya doğru yönelirken,
"İyi akşamlar." dedi ve hızla çıktı.
Karaca’nın kapıyı kapatmasıyla odada bir kez daha sessizlik hâkim oldu. Mahir, hâlâ arkamda duruyordu. Bana bakmadığını biliyordum, çünkü varlığındaki öfke tüm odayı dolduruyordu. Cesaretimi toplayıp başımı hafifçe kaldırarak ona baktım. Ellerini ceplerine koymuş, dışarıya bakıyordu. Ayağa kalkıp arkasından sert ve gerilmiş gövdesine sarıldım.
"Kızdın mı?" diye sorduğumda Mahir cevap vermedi.
"Mahir." diye yeniden nazlı bir şekilde seslenmeme ağzının içinde bir ses çıkararak karşılık verdi.
"Hımm."
"Kızdın mı diye soruyorum?" dedim.
"Sence?" diyerek kollarımın arasında çıkıp yönünü bana döndü.
"Kendimi tam bir pezevenk gibi hissediyorum. Sevdiğim kadının başka bir adamı görev de olsa tavlamaya çalışması, o adamın ona yavşaması, dokunması ve tüm bunları öylece izlemek... Hak verirsin ki kolay değil." dediğinde gözlerimi devirirerek kollarımı göğüslerimde bağladım.
" Çok iyi biliyorum Mahircim. Kaç ay aynı şeylere maruz kalınca. Bence benimkinin yanında senin ki hiç bir şey? " dediğimde sinirli bir şekilde gülerken başını sağa sola salladı.
" Ne bu şimdi? Acımızı mı yarıştırıyoruz?" diye öfke ile çıkıştı.
“Neden bu görevi kabul ettin, Leyla?” dedi aniden, sesinde bastırmaya çalıştığı bir öfke ve hayal kırıklığı karışımı vardı.
"Ben bu yaşanacakları biliyordum. O yüzden engel olmaya çalıştım ama sen inatla bu siktiğimin görevini istedin."
Yutkundum. Mahir’in bu durumu kabullenemediğini biliyordum, ama başka bir çaremiz yoktu.
“Mahir, biliyorsun ki bu bizim işimiz . Eğer ben yapmazsam başka biri yapacaktı. ” Sinirle saçlarının arasından geçirdi ellerini ve alev saçan gözlerle bana baktı.
" Yapsaydı Leyla, başka biri yapsaydı." diye öfke ile bağırdı.
Öfkeyle parlayan gözleri o kadar yoğun bir şekilde bakıyordu ki, nefes almakta zorlanıyordum.
“O piç kurusunun orada sana yavşayan ağzını burnunu sikmemek, sana dokunan o ellerini bir tarafına sokmamak için ne büyük savaşlar verdim ben. ”
“Mahir...” dedim yavaşça, sakinleştirmeye çalışarak. Ama sözümü tamamlamama izin vermedi.
" Sen söyle Leyla ne yapayım ben? Bu kadarı çok fazla anladın mı? Pezevenk miyim lan ben? Beni bu duruma düşürdüğün için mutlu musun? "
Ellerimi savunmacı bir şekilde kaldırdım. "Mahir bak! Ben üzgünüm ama ne yapabilirim? Bu bizim işimiz. Senin benden daha iyi bilmem lazım görev verildi mi sorgusuz sualsiz kabul edilir. Şımarıklık yapıp bana layık görülen bir görevi nasıl kabul etmem?" dediğimde öfke ile yüzüme baktı.
"Siktirme görevini. Alma dedim değil mi sana? Almasan ben yapamam desen kim ne diyebilirdi?"
"Saçmalıyorsun bence git bir papatya çayı falan iç, sakinleş." dediğimde sinirle güldü.
"Papatya tarlası yesem yine sakinleşmem." diye öfke ile mırıldanırken gözleri bir noktada hızlı hızlı başını sallayarak durum değerlendirmesi yapıyordu belli ki kendi içinde. Şuan aşırı derece de öfkeliydi haklı olarak.
Onu yatıştırmak için ellerimi göğsüne koydum. "Sevgilim. İnan bana seni çok iyi anlıyorum. Ama buraya kadar geldik. Ne yapmamı bekliyorsun? Bırakıp geri mi döneyim?" dediğimde bakışlarını boşluktan çekerek gözlerime dikti. O da biliyordu böyle bir şeyin mümkün olmadığını.
"Az kaldı. Söz veriyorum daha dikkat edeceğim. Bu iş bittikten sonra her şey normale dönecek. Sadece biraz daha dayan. Her şey bitecek bir kaç güne. " Başını hızlı hızlı sallarken ters sesle mırıldandı.
"Bir kaç gün... Bir kaç gün sonra o piç kurusunu kimse alamayacak elimden." diye mırıldandı ağzının içinde boşlukta bir noktaya bakarken yeniden. Sonra bakışlarını gözlerime çevirdi. Gözlerine beklenti ile bakarken başımı salladım gülümseyerek. Ellerimi uzatarak yüzünü ellerimin arasına aldım.
"Kimse almayacak. Sadece sabret. " dediğimde gözlerini öfke ile kapatıp alnını alnıma dayayıp kolları ile sardı beni. Sözlerime ise sessiz kalmayı tercih etti. Derin nefesler alıp verirken geniş göğsü inip kalkıyordu.
"Zaten bir daha böyle bir görev olmayacak." dediğinde kaşlarım çatılsa da haddinden fazla sinirli olduğu için alttan almalıydım. Geri çekilerek yüzüne baktım sorar gibi.
"Ne demek olmayacak?"
"Çok yakında evleneceğimiz için böyle görevlerden muaf olacağız." dedi.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Eveeet kestiiim🤓
Ayy özlemişim böyle kesmeyi de ayol 😁
Bölümümüze bol bol yorum yapıp beğendiniz.
Ve tabi ki önerin bizi lütfen. Kaldık 20 binde kız. 🥹 Benim çcoularım çok daha fazlasını hakketmiyor mu? 🥲
Yazarınızın gereğinden fazla motivasyona ihtiyacım var 🥹
Sizleri seviyorum ve çok öpüyorum 😚
Dua edin yeni bölümümüz erkenden gelsin 🫡
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
24.19k Okunma |
4.16k Oy |
0 Takip |
52 Bölümlü Kitap |