Merhabalar çiçeklerim 🌸 1
Yeni ve upuzun bölümümüz ile sizlerleyim. 🤓
İnşallah beğendiğiniz bir bölüm olur 😚1
Güzel yorumlarınızı bekliyorum. Motivasyon yükleyiniz bana 😎1
Keyifli okumalar efenim 🫠 1
Cem ile tanışmamızın üzerinden iki gün geçmişti. Her fırsatta bir şekilde yanımda bitiyor, kendince beni tuzağına çekmek için an kolluyordu. Özellikle yanımdaki koruma ordusuna ve elbette Mahir’e fazlasıyla takmış durumdaydı. Mahir’in ise ona ondan daha fazla taktıığından haberi bile yoktu.1
Cem, Mahir’in tüm engellemelerine rağmen çoktan ağımıza yakalanmıştı. Şu iç gün en az Mahir kadar bana da zor geçmişti. Gündüz Cem pisliğini idare etmenin stresi, gece Mahir’le gerilim arasında kalmamla birleşince kendimi adeta bir stres topuna dönüşmüş gibi hissediyordum.1
Şimdi ise lüks bir restoranda Cem’le yemeğe gelmiştik. Tabi tüm koruma ekibim de benimleydi. Cem kendince büyük bir jest yapıp reataurantı kapattırmıştı. Tabi bu jestine hayran kalmış gibi rol kesmem Mahirciğimi de çileden çıkarmış an itibari ile ölüm meleği kıvamında ürkütücü şekilde gözlerini bizim üzerimize dikmiş bakışları ile Cem'i kim bilir kaç parçaya ayırıyordu. Cem gülerek bir şeyler anlatırken arada bir kaç adım arkamdaki Mahir ile göz göze geldiğin de yüzündeki gülümsemesi solsa da anında toparlıyordu. 2
Cem çok beğeneceksin diyerek reataurantın spesiyalini sipariş etmemi ısrarla tavsiye edince bir şey diyemeden havesle kabul etmiş gibi göründüm. Gelen ahtapot ile hazırlanan yemeğe öylece bakarken yüzümde sabit tutmaya çalıştığım gülümseme yüzünden başıma ağrı girmişti. 1
Balığı bile zar zor ağzına sokan biri olarak daha önce ahtapot deneyimim hiç olmamıştı. İzlediğim saçma sapan Çinli videolarından dolayı elime aldığım çatal ile yemeği karıştırırken doğranmış ahtapot kollarının hareket edip etmediğini kontrol ediyordum.1
İştahla önündeki yemeğini yiyen Cem, 1
"Ee hadi başlamadın. Ye bak efsane. " dediğinde gülümseyerek baktım yüzüne. Senin zevkine güvenen aklımı seveyim dedim içimden. 1
"Yiyorum." diyerek önümdeki yemeğin sebze olan kısmından bir çatal ağzıma götürdüm. Bir çatal da ahtapot parçası attım ağzıma. Düşündüğüm gibi balık kokmuyordu ama midem almıyor lokmam ağzımdan büyüyordu. 1
Birden ayağa kalktığımda Cem'in bakışları beni buldu. 1
"Ben hemen geliyorum." dediğimde kaşları çatıldı.
"Bir şey mi oldu?" diye ayağa kalktığında durması için elimi uzattım. 1
"Midem... Dünden beri çok kötü. Lavobaya gitmem gerekiyor. Sen lütfen devam et geliyorum hemen." diyerek cevabını beklemeden lavobaya doğru yürüdüm.
Lavobadan içerir girdiğimde içerisi oldukça ferah restoranta yakışır lükslükte ve şaşadaydı. Lavabonun başında ellerimi yıkarken yüzüme elimin tersiyle dokundum ve birkaç saniyeliğine aynadaki aksime bakakaldım. Yorgun, gergin ve kontrolünü kaybetmemek için uğraşan bir yüz… Derin bir nefes alıp kendimi toparlamaya çalıştım. Tam o sırada kapının açıldığını duyup refleksle oraya döndüğümde, içeriye giren Mahir ile göz göze geldik. Suratından akan öfke ve karamsarlık, bulunduğu ortamı bile ağırlaştıracak cinstendi. Hızlı adımlarla yanıma geldi.1
"Mahir, ne yapıyorsun?" diye fısıldadım, arkasındaki kapıya endişeyle bakarak. Ama beni duymaz gibiydi. Bir anda kollarını etrafıma sardı ve yüzüme neredeyse yalvarırcasına bakıp, fısıldadı. 1
"Sakinleşmem lazım. Lütfen, sadece birkaç dakika." Tereddütsüz, ellerimi gövdesine doladım ve kendimi tamamen ona yaşarken, 1
"T-tamam. " diye zar zor mırıldandım.1
Bir süre öylece kaldık. Ne o konuştu, ne de ben. Sadece sessizliğin içinde birbirimize tutunduk. Sonunda yavaşça geri çekildi ama beni bırakmadı. Alnını alnıma dayayıp derin bir nefes aldı1
"Bitsin artık şu lanet olası iş. " diye fısıldadı, sesi öfke ve sabırsızlıkla titriyordu. "Yemin ederim kendimi o kadar zor tutuyorum ki… Bu iş bittiğinde o piç kurusunu elimden kimse alamayacak."1
Elimi kaldırıp yüzünü usulca okşadım, bir parça olsun rahatlatmak istercesine. Yanağına hafif bir öpücük kondurup geri çekildim. Ama gözlerindeki o kırılmışlık, çaresizlik dolu ifade içimi daha da acıttı.
"Az kaldı sevgilim. " dedim, sesime güven ve şefkat katmaya çalışarak. "Bu gün yarın bitecek her şey."
Başını usulca salladı, ama içindeki sıkıntı yerli yerinde durduğu belliydi. Yine de onun gözlerine bakarak hafifçe gülümsedim.
Tam arkamı dönmüş yürümeye başlamıştım ki kolumdan tutup beni kendine çevirdi. Dudakları bir anda benimkileri buldu. Öpüşü hem öfke dolu hem de tutkuluydu. Ona karşılık vermek de ise gecikmedim. Öyle yoğun bir andı ki ikimiz de nefes nefese kalmıştık. Dudaklarımız ayrıldığında alnını tekrar alnıma koyup fısıldadı.
"Sen benimsin."1
Gözlerimden akan bir gülümsemeyle "Seninim sevgilim. " diye cevap verdim aynı tonda. Geri çekildi, gözleri yüzümün her bir köşesinde gezinirken,
"Bu iş bitecek… Ve biz bir daha asla ayrılmayacağız." diye mırıldandı. 1
Başımı salladım, gülen gözlerle yüzüne bakarken "Hiç ayrılmayacağız." diye fısıldadım. O an, bir şey söylemek istedi, ama vazgeçti.
"Hiç istemesem de çıkmamız lazım. " diye isteksizce mırıldandığımda başını salladı hafifçe ve alnımı öperek geri çekildi.1
Sessizce kapıya doğru yürüdüm. Mahir de hemen arkamdan geliyordu. Dışarı çıktığımız da Didem kapının dışında bekliyordu. Gülümseyerek başımı salladığımda o da muzip bakışlar ile başını salladı sağa sola. Gözlerimi gülerek devirirken bir şey demeden devam ettim.
Masamıza döndüğümüzde, Cem hemen yerinden kalktı ve sandalyemi çekti. Üstelik bir de alnıma küçük bir öpücük kondurdu. Bu hareketi karşısında rahatsızlıkla geriye çekilip istemsiz bir şekilde gülümsedim. Neyse ki Cem bu detaya fazla takılmadı ve yerine oturdu. 1
"Nerede kaldın güzellik? Yemeğin soğudu. " dedi Cem, önündeki şarabına uzanırken. Önümde duran yemeğe kısa bir bakış attığında gerçekten midemin bulandığını hissediyordum. İsteksiz bir ifadeyle, "Sanırım dün midemi bozmuşum. Hiçbir şey yiyemiyorum. " diye mırıldandım.1
Cem’in kaşları çatılırken "İstersen başka bir şey söyleyelim. " dedi endişeli bir sesle.2
Başımı hafifçe iki yana salladım. "Yok, yok. Sen devam et lütfen. Ben sade bir kahve alayım yalnızca." dedim.
Cem garsonun çağırıp kahve isteğimizi iletirken üzgün gözlerle yüzüme baktı. Nasıl biri olduğunu bilmeyen biri için oldukça ustaca rolüne giriyordu. Garson kahveyi getirip çekildiğinde Cem de yemeğini bitirmiş şarabını yudumlarken,
"Biraz daha iyi misin?" dedi sıcak ve ilgili bir sesle. Elimdeki kahve fincanını masaya bırakırken ufak bir gülümseme ile başımı salladım. 1
"İyiyim. Kahve midemi bastırdı." dediğimde o da benim gibi gülümserken masaya biraz daha eğilip sadece benim duyacağım bir sesle,
"Hiç yalnız kalamadık. Akşam senin için çok özel bir süprizim var ama bu korumalar ile nasıl olacak bilemiyorum." dedi modu düşük bir şekilde. Yalandan bir heyacanla önce çevreye bir bakış atıp tekrar ona döndüm. 2
"Süpriz mi? Sürprizlere bayılırım." dediğimde gülümserken dudaklarını yaladı hızlıca.
"Senin gibi bir güzelliğe yakışacak... Çok özel bir süpriz." Yüzü bir an da düşerken devam etti. "Ama ikimiz başbaşa iken vermek isterim." dediğin de dudaklarımı büzdüm üzgün bir şekilde. 2
"Nasıl yalnız kalacağım ki? Durumları bilmiyor gibi konuşuyorsun." dediğimde kararlı gözler ile yüzüme baktı. 1
"Sen bir yolunu bulursun ha güzelim?" dediğinde tedirgin bir şekilde etrafıma baktım. 1
"Bilmiyorum." diye mırıldandığımda derin bir nefes alarak kararsız gözlerle yüzüne baktığımda beni ikna etmeye çalışırken gözlerindeki sabırsızlık ve dudaklarında beliren zoraki bir gülümseme tahamülünün de git gide tükendiğini açıkça gösteriyordu. Ama benim üzerime kurmaya çalıştığı bu oyunu bozmayacak zor da olsa sonunda ikna olacaktım.1
Elimi fincanın etrafında gezdirdim, sıcaklığı avuçlarımı doldururken
"Cem, başbaşa kalmak için biraz daha sabırlı olmamız gerekecek." diye fısıldadım. Sözlerim üzerine Cem'in dudaklarından sinirli bir gülüş kaçarken ellerini masanın kenarına hafifçe vurdu. Ardından sandalyesine yaslanarak gözlerini üzerime dikti. Gergin dudaklarının arasından neredeyse dişlerinin arasından süzülür gibi çıkan bir sesle, "Sabır… Güzelim, sabır da bir yere kadar. " diye mırıldandı.1
Üzgün gözlerle yüzüne bakarken gözlerim çoktan dolmuştu.
"Benden sıkıldın değil mi?" Titreyen sesime karşılık Cem'in yüzü anında değişirken başını iki yana salladı.
"Hayır hayır asla. Senin bir şeyleri aşman için seni cesaretlendirmeye çalılıyorum ama korumalardan önce senin duvarlarına çarpıyorum. Bir şeyleri aşman için için kendi kabuğundan senin çıkmak istemen lazım." dediğinde bir kaç saniyeden uzun bir süre cevap vermedim. 1
Düşünceli bakışlarını hemen yan tarafımızdaki denize çevirdim. İkimizden de bir süre ses çıkmazken kararımı vermiş gibi kararlı gözlerimi bende cevap bekleyen adama diktim.
Hafifçe başımı eğerek yavaş bir sesle, "Cem, gerçekten seninle özel bir an paylaşmak istiyorum. Hatta bir çok özel an. " dedim, her kelimede mümkün olduğunca samimi görünmeye çalışarak. "Tamam, yapacağım. Bu gece senin için kabuğumdan çıkacağım."
Cem, sözlerimin ardından gözle görülür şekilde rahatladı. Omuzları gevşedi, yüzündeki gergin ifade yerini tatmin olmuş bir gülümsemeye bırakmıştı. Dudaklarının kenarındaki kıvrım, ne kadar mutlu olduğunu göstermeye çalışsa da gözlerindeki ihtiyat hala oradaydı. Elini masanın kenarına koyarak parmaklarını yavaşça masanın yüzeyinde gezdirdi, sanki beklemek zorunda olduğu bu birkaç saatlik süreyi nasıl geçireceğini düşünüyordu.2
"Beni nasıl mutlu ettiğini bilemezsin." diyerek masanın üzerindeki elime uzandı ve avucunun içine alıp uzanarak öptü. Arkamda kalan Mahir'i göremiyordum ama nasıl çıldırdığını tahmin etmek de zor değildi. Yavaşça çekerken korumaları işaret ettim. Onun gözler ise arkamdaki Mahir'e kaydı.
"Senin ki yine bana öldürecek gibi bakıyor. " diye dişlerinin arasında tıslar gibi konuştu sinirle. Başımı çevirip bakmasam da kimden bahsettiğini anlamıştım. 1
Ah o benim ki! 1
"Aldırma sen ona. Akşamımızı düşün." hevesle söylediğim sözler ile bozulan yüzü anında düzeldi.
“Sen Elinden geleni yap, güzelim. Gerisini ben hallederim. Yalnızca korumaları atlat ve benim güven dolu kollarıma sığın ben seni saklarım herkesten. ” dedi, sesi artık daha yumuşak, ama alt metni hala kontrolcüydü. Parmak uçlarıyla hafifçe masaya vururken gözlerini üzerime dikti.
“Bu gece… gerçekten güzel bir gece olacak. ” dedim hafifçe gülümseyerek. Sesimde, heyecanlı bir kadından beklenen titrek bir neşe tonu vardı. Gözlerinin biraz daha yumuşadığını görünce sözlerimin etkili olduğunu anladım.1
“Olacak tabii. Hem de unutulmaz bir gece olacak” diye karşılık verdi, bir elini kaldırarak garsonu çağırdı. Daha fazla şarap sipariş ederken ben, bakışlarımı pencerenin hemen dışındaki denize çevirdim. Gözlerim, masum bir şekilde dalgaların kıpırtısını izliyor gibi görünse de, aklım hızla bir plan yapmanın yollarını arıyordu.1
Cem yeniden bana döndüğünde eli neredeyse masanın ortasına kadar uzanmıştı. Parmaklarını fincanıma dokunacak kadar yaklaştırdı, ama dokunmadan geri çekildi. “Beni hayal kırıklığına uğratmayacağını biliyorum.” dedi, gözlerinde tuhaf bir güvenle.
Derin bir nefes alıp bakışlarımı ona çevirdim. Gözlerime samimi bir yumuşaklık yerleştirerek, “Asla. ” dedim alçak bir sesle. “İlk defa kalbim biri için bu denli hızlı atarken, her şeyden önce bunu kendim için yapacağım. ”1
Bu son cümlem, onu iyice tatmin etmiş gibi görünürken yüzünde gurur dolu ifade ile gülümseyerek baktı yüzüme.
Cem şarabını bitirip sandalyesine yaslandığında, konuşmayı bir süreliğine kendi lehine kapatmıştı. “Bu geceyi ikimiz için mükemmel bir hale getireceğim. ” dedi, bir elini çenesine götürerek düşünceli bir şekilde. “Sen sadece benim dediğimi yap, güzelim.”
Başımı hafifçe sallayıp masum bir tavırla, “Tamam ama nasıl olacak? Otelin dışına çıkamam. Anında bulurlar. Ama otelin içinde... Belki senin odanda... " diye fısıldadım.
Sözlerim ile gözleri hevesle ışıldarken avını tuzağına düşüren sırtlan gibi yine dudaklarını hızlıca yalayıp eğilerek sessizce fısıldadı o da.
"Ben de öyle düşündüm. Otelde, benim odamda... Tüm gece bizim olacak meleğim. Seninle unutulmaz bir gece yaşayacağız." dediğinde yalandan utançla başımı sallarken bakışlarımı kaçırarak gülümsedim.
Bu oyunun son perdesi yaklaşırken, Cem’in gözlerindeki sabırsızlık ve zaferin verdiği coşkuya son kez bakıp gözlerimi bir kez daha dışarıdaki denize çevirdim. Cem’in bu unutulmaz gecesini unutulmaz kılacaktık. 1
"Bu kolyeyi de taktık mı tamamdır. " dedi Karaca bir yandan da kolyeyi takmak için arkama geçti. Göğsüme doğru uzanan kolyeye doğru eğilirken elime aldım uç kısmını.
"Kamera mı var bunda?" diye sorduğumda Karaca, kolyenin klipsini takarken başını salladı. Geri çekilirken de baştan aşağı süzerken beni, "Tamamdır her şey." dedi.
Ayna karşısında son kez kendime dikkatlice baktım. Saçlarım özenle toplanmış, makyajım kusursuz bir şekilde yapılmıştı. "Oldu, değil mi?" dedim, bir nebze onay beklercesine.
Karaca, sırıtıp gözlerini kısarak, "Vallahi, seninkini iyi ki gönderdin. Seni böyle görseydi kalpten giderdi. " dedi. Ancak onun aksine ben pek gülemedim sözlerine. Cem’le yemekten sonra otele döndüğümüzde Mahir’in konuşmamış olması, ama bakışlarıyla çok şeyler söylemişti. Öfkesiyle alev alev yanan bakışları ile kelimelerden çok daha fazlasını söylüyordu zaten çok da o yüzden yanaşmamış hatta işin bu kısmında geri planda olmasını istemiştim. Ciddi manada dikkatimi dağıtıyordu. Tek meselem önümdeki görev olması gerekirken benim aklım sevdiğim adamın nasıl bir azap içerisinde olduğundaydı. 1
Planlamamız yaptıktan sonra göndermiştim onu. Ayrıntıları o ekibi ile planlayıp halledecekti.
"Lütfen, Karaca... Mahir’e kulaklık falan verme. " dedim, sıkıntı ile derin nefes alırken devam ettim. "Cem dallamasının ne yapacağı, neler söyleyeceği hiç belli olmaz ki odasına gidiyorum adamın. Zaten şurasına kadar geldi zor zaptediyorum bitmeden elimizde patlamasın iş."1
Karaca, kahkahasını tutamayıp "Aman aman yürüyen bomba gibi hiç bulaşamam." Sonra hin hin gülerken gözleri kısıldı. "Artık gidince iyi bir gazını almak lazım. " diye ekledi.
Hafifçe omzuna bir şaplak attım. "Hadi hadi, çok konuşma. Bir yüzük vardı, bak unutuyorduk onu. " dedim, hafifçe gülümseyerek.
Karaca, komodinin üzerindeki küçük bir kutuyu alıp yanıma doğru ilerledi. Kutunun içinden çıkan yüzük, yeşil zümrüt taşının zarafetiyle göz kamaştırıyordu. Yüzüğü dikkatle elime aldıktan sonra Karaca,
"Böyle çevirip açıyorsun. " diyerek taşın olduğu kısmı çevirip mekanizmayı gösterdi. "Sonra hızlı bir şekilde içindeki ilacı artık neye dökebileceksen hemen döküp kapat."1
Yüzüğü elimde evirip çevirirken Karaca'nın anlattığı gibi mekanizmayı denedim. Taşı çevirip açtığımda minik hazneyi görmek beni hem hayrete düşürdü hem de hayranlık uyandırdı.
"Kendimi Bizanslı prensesler gibi hissetmem normal mi?" diye sordum, yarı şaka yarı ciddi bir ifadeyle.1
Karaca yine o kendine has sinsi sırıtışıyla, "Sen de az gavur olmadığından normal kardeşim. " dedi, omuz silkip gülerek.
Sözlerine kaşlarımı kaldırıp taklit ederek cevap verdim. "Hııııı! Çok komik!"
Tam bu sırada telefonum çalarlen ikimizin de bakışları telefona kaydı. Ekranda Mahir’in adı yazıyordu. Telefonu elime aldım ve açarken sakin bir tonla, "Efendim canım. " dedim, sesimi olabildiğince yumuşatarak.
Mahir’in sesi, o her zamanki derin, kontrollü ve güven veren tınısıyla doldu kulağıma.
"Hazır mısın?" dedi bozuk atan bir sesle
"Hazırım." dedim, sesim onun aksine yumuşak çıkmıştı.
"Leylam... " dedi, bu sefer sesi biraz daha yumuşamıştı ama hâlâ biraz mesafeliydi. 2
"Dikkatli ol, olur mu? Sakın gereksiz riskler alma." dedi. 1
Bir an duraklayıp derin bir nefes aldım ve sesimi toplayarak, "Merak etme, her şey kontrolümde bitanem. Sen bana güven. " dedim.
Mahir, telefonun diğer ucunda bir süre sessiz kaldı. Belki bana söylemek istediği daha fazla şey vardı ama onları içinde tutuyordu.
"Şunu söylemekten vazgeç artık. Benim sana güvenmemem söz konusu bile olamaz. Korkuyorum anlasana! Sana bir şey olacak diye aklım çıkıyor. Ne kadar iyi olursan risk her zaman vardır. " diye çıkıştığında kabullenmiş bir şekilde gözlerimi kapatıp açtım. 1
"Tamam dikkat edeceğim söz." dedim inatlaşmadan yumuşak bir sesle. Karşı taraftan bir kaç saniye ses gelmedi yine Sonrasında "Leylam... Seni çok seviyorum " dedi, beklenmediğim bir yumuşaklıkla sevdiğim bey. 1
Konuşmamızın gidişatından dolayı hiç ama hiç eklemediğim kelimeler beni aniden yakalamıştı. Yüzüme yerleştirdiğim gülümsemem büyürken az uzaklaştım Karaca'dan.
"Ben de seni çok seviyorum sevgilim. " dedim. Aldığı derin iç çekişin sesi kulağıma dolarken,
"Kapatıyorum şimdi. Bir adım olmasa da her zaman ki gibi yakınında olacağım." dediğinde o görmese de gülümsedim.
"Biliyorum." diye fısıldarken telefonu kapattım.
Olduğum yerde bir an öylece kalırken Mahir’in sesi, içimdeki kaygıların üzerinde bir meltem gibi dolaşmıştı. “Leylam…” demesi hâlâ zihnimde yankılanıyordu. Mahir’in, beni düşünmesi, duyduğu korkuyu sesindeki titrek derinlikten anlamak mümkündü. Her zamanki güçlü duruşunun ardında konu ben olunca ne denli kontrolünü kaybettiğini biliyordum. Kadınsı gururum bu durum karşısında okşanırken bir yandan da sevdiğim adamın böyle üzmek kalbimin derinliklerinde bir burukluk hissi bırakıyordu.
Karaca’nın alaycı ama sevecen sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım.
“Vay be, Romantik film tadında bir görev. ” dedi, sırıtarak. Sözlerine karşılık gözlerimi devirirken aynanın karşısına geçtim tekrardan. 1
"Hadi hadi son kontrollerimizi yapalım. 15 dakika kalmış sözleştiğimiz zamana. Arayacağım Cem dallamasını." dediğimde yerinden kalktı ve yanıma geldi. Önce kulaklığı sonrasında kamerayı kontrol ettik. Bacağının iç kısmına yerleştiğim küçük çakıyı tekrar sağlamlaştırdırdıktan sonra Cem ile görüştüğüm telefonu elime aldım. Daha ilk çalışta telefonu açan Cem'in sesi hoparlörden odada yankılandı.
"Efendim bebeğim." dediğinde Karaca ile aynı anda gözlerimizi devirirken ben çok beklemeden fısıltı ile konuşmaya başladım.
"Şey! Atlattım galiba onları Cem. Şuan merdiven boşluğundayım bir kaç dakikadır bekliyorum hala ardımdan gelen yok." dediğimde Cem keyfili bir şekilde cevap verdi.
"Harikasın güzelim. Şimdi o merdivenlerden 3 kat aşağı indiğinde adamım seni karşılayacak. Sessiz bir şekilde bunu yapabilir misin?"
"Süper sen in, adamım seni orada bekliyor olacak."
"T-tamam. Geliyorum." diyerek telefonu kapattım.
Telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes aldım. Cem’in o sahte, şımarık tınısı hâlâ kulaklarımda yankılanıyordu. Yüzümde beliren rahatsızlık ifadesini fark eden Karaca, omzuma hafifçe vurup yanımda yürümeye başladı.
“Adamın sesinden bile nasıl bir piç kurusu olduğu anlaşılıyor. ” dedi alayla karışık bir tonda. Başımı iki yana sallayarak sinirle gülerken, 2
"Vallahi bu adama nasıl kanıp da kendini teslim eder insan inan anlamıyorum?" diye mırıldandım. 1
Karaca, omzuma bir kez daha dokunarak beni durdurdu. Gözleri ciddileşmişti.
“Leyla, dikkat et. Bu adamların işi bu kandırmak. Belki seni öyle kandıramaz ama içeride yalnızsın. Hep tetikte ol lütfen. Eğer bir şey ters giderse hemen müdahale de bulunacağız.”1
Başımı sallayarak ona güvence verdim. “Merak etme. Hep tetikte olacağım. Siz hazırda bekleyin yeter.”dedim.1
Karaca, dudaklarını büzerek kısa bir süre düşündü, sonra ellerini cebine sokup geri çekildi. “Tamam, Allah'a emanet ol kardeşim. Ben çocukları ayarlayacağım. Seninki ve ekibi bekliyor hazırda zaten. " dedi1
O an, Mahir’in sesi bir kez daha zihnimde yankılandı. “Leylam… Seni çok seviyorum.” Bir an için gözlerim boşluğa dalsa da çabuk toparlandım. “Hadi, işimize bakalım. ” dedim, daha fazla oyalanmamamız gerektiğini fark ederek.1
Kapıyı açacakken bir anlığına duraksadım. Karaca, yüzünde anlamlı bir ifadeyle bana bakıyordu. “Hadi git artık. Herkes seni izliyor olacak. ” dedi, başıyla kapıyı işaret ederek.1
Kapıyı açtım ve dışarı adım attım. Kapının önüne bekleyen Didem ve Aysun'a baş selamı vererek koridorun karşısındaki yangın merdivenine yöneldim. Topuklarımın zeminde yankılanan sesi, her adımda kalbimin hızlandığını hissettiriyordu. İçimden, “Her şey kontrolümde. Her şey kontrolümde. Yapacaksın bunu Leyla. ” diye tekrarlıyordum.
Merdiven boşluğuna geldiğimde sessiz adımlarla basamakları inmeye başladım. Ayaklarım dikkatle hareket ederken, gözlerim etrafımı tarıyordu. Cem’in bahsettiği adamın beni bekleyeceği yere yaklaşıyordum. Kalbim göğsümde sertçe atarken terleyen ellerimi ellerimi elbisemin kadifemsi kumaşına sürdüm.
Sonunda, üç kat aşağı indiğimde loş ışıkla aydınlanan bir köşede duran bir adam girmişti görüş açıma. Kollarını göğsünde kavuşturmuş, ciddi ve ifadesiz bakışları ile bana doğru bakıyordu.
Derin bir nefes alıp rolüme hemen girerken ürkek bir ceylan gibi arkama bakıp aceleci adımlar ile yanına vardığımda
“Siz Cem’in gönderdiği adam mısınız?” diye sordum, sesi hafif bir titremeyle süsleyerek.
Adam başını salladı ve kısa bir el hareketiyle
"Bu taraftan efendim." hemen yanındaki kapıyı gösterdi.
Adamın kısa ve kesin hareketi beni hemen toparlanmaya zorladı. Gözlerimi kaçırmamaya çalışarak başımı hafifçe salladım. Yüzümdeki tedirgin ifadeyi koruyarak kapıya doğru adım attım. Adamın üzerimdeki gözleri, tenimde bir ağırlık gibi hissediliyordu.
Kapının koluna uzanarak açtığımda o da hemen arkamdan geliyordu. Ara ara tedirgin bir şekilde arkadan birileri geliyor mu diye bakınırken uzun dar koridoru geçtiğimiz de arkamdan gelen adama sorar bakışlar ile baktım.
"Diğer bloğa geçiyoruz efendim. Cem beyin odası orada üst katta." dediğinde başımı salladım.
Başımı hafifçe sallayarak sessizce anladığımı ifade etmiş olmuştum. Telefonu çalan adama dönerken bakışlarım hemen açtı telefonunu.
"Geliyoruz efendim." diyerek kapattı. Bakışlarımı önüme çevirirken hızlı adımlar ile yürümeye devam ettim.
Uzun, dar koridorun sonunda metal görünümlü bir kapıya ulaştığımızda kapıyı açtım. Karşımda başka bir bina bloğuna geçiş sağlayan cam bir geçit belirdi. Geçitin üzerindeki loş ışıklar, gecenin karanlığını kesmeye yetmiyordu. Camın arkasındaki karanlık manzara, derin bir boşluk hissi yaratıyordu. Bir an duraksadım, ama hemen toparlanarak adımımı attım.
Adamın sesi, sessizliği böldü. “Cem Bey sizi yukarıda bekliyor. ” dedi, sesi ciddi ve ifadesiz bir tını taşıyordu.
Başımı salladım ama konuşmadım. Yüzümdeki korkuyla karışık dikkatli ifade, oynadığım role uygun olmalıydı.
Geçiti geçip diğer bloğun girişine vardığımızda adam elini yukarı doğru işaret etti. "Asansör şurada. Üst kata çıkıyorsunuz. " dedi karşımdaki merdivenleri gösterirken. Gözlerim bir anlık tereddütle ona kaydı, sonra başımı sallayarak adımlarıma devam ettim. Merdivenleri hızlı adımlar ile çıktığımda da hala arkamdan geliyordu. Merdivenlerin sonunda karşımıza çıkan kapıyı açtığımda geniş bir alan karşılamıştı beni. Hemen karşımda gördüğüm asansörlere doğru ilerledim.
Asansörün düğmesine bastığımız da hali hazırda katta olan asansör kapısı açıldı. İçeri girdiğimde, ardından gelen adam da girmişti. Kat düğmesine basıp geri çekildiğinde ikimizden de ses çıkmazken çok geçmeden adamın tuşladığı kata da gelmiştik.
Asansör durduğunda derin bir nefes alıp kendimi toparladım. Kapı açılır açılmaz, Cem’in odasına giden yolu izlemek için hemen karşımdaki adama hızlı bir bakış attım. Loş ışıklar, binanın bu katını daha kasvetli bir hale getirmişti. Bu sefer o önüme geçerken sağa doğru ilerlemeye başladık.
Koridorun sonundaki kapının önünde dururken önümdeki adam durdu ve yana doğru çekildi.
"Cem bey içerdeler. " dedikten sonra geldiğimiz yöne doğru ilerlemeye başladı. Giden adamın ardından bir kaç saniye bakarken dudağımın kenarı hafifçe kıvrıldı. Kapının önünün böyle boş olması işimize gelirdi. Derin bir nefes alarak elimi kaldırıp tam kapıyı tıklatacakken kapı anında açıldı ve bir kol beni içeriye süratle çekti.
Kapı ile kendi arasına beni sıkıştıran Cem'e şaşkın gözlerle bakarken,
"Hoş geldin bebeğim." dedi ve yüzüme doğru sırıtırken yavaş yavaş bakışları dudaklarıma düştü. Ağır çekimde yüzüme doğru eğildiğinde anında başımı yana çevirdim utangaç bir tavırla.
Cem'in sıcak nefesi yanağımda geziniyordu. Beni sıkıştıran bedeninin ağırlığını göğsümde hissederken içimden yükselen rahatsızlığı bastırmaya çalışıyordum. Başımı yana çevirmiş olsam da onun her hareketini hissediyordum. Bir an, ortamın sessizliği kulaklarımı sağır edecek kadar baskın geldi. Elleri kapının yanlarında beni tamamen kendi aralığına hapsetmişti.
“Cem, lütfen…” diye fısıldadım, sesi hafif bir titremeyle süsleyerek. Bakışlarımı yere dikerek bir şeyler söylemek istiyordum ama kelimeler boğazıma düğümlenmiş gibiydi. Bu rolü oynamak, Mahir’in öfkesi ve yüzü aklıma geldiğinde, her zamankinden daha zor hale geliyordu. Şuan bunları duymuyor olmasına içimden ne şükürler ediyordum.
Yine de bedenimi rahatsızca olduğum yerde oynatırken elimle onu hafifçe iteledim.
Cem alaycı bir kahkaha atarak geri çekildi ve ellerini ceplerine soktu. “Sakin ol, güzelim. Hoş geldin öpücüğü vermek istemiştim. Hem... " diyerek baştan aşağı iğrenç bakışları ile süzdü beni.
" Hem belki daha fazlası da geçer aramızda kim bilir. " dediğinde gözlerindeki tehlikeli pırıltıyı görmek, içimde soğuk bir ürperti oluşturdu. Yüzümdeki utangaç ama tedirgin ifadeyi koruyarak derin bir nefes alıp başımı aşağı eğdim. 1
"L-lütfen böyle konuşma. Çok utanıyorum." dediğimde elini çenemde hissettim. Çenemden tutup nazikçe kaldırırken yüzüme yoğun bakışlar ile bakıyordu.
"Ah şu hallerin beni nasıl kışkırtıyor bir bilsen." diye fısıldadı. Bir şey demeden başımı eğdiğimde elimi tutarak beni girişten içeriye doğru kendi ile birlikte yürüttü. Benim kaldığım gibi büyük bir suit odaydı burası da. 1
Cem’in beni odanın içine doğru sürüklerken tuttuğu elinden, parmaklarının tenime değdiği yerlerden yayılan rahatsızlık hissini bastırmaya çalışıyordum. Attığım her adımda, odanın büyük ve detaylarıni dikkatle inceliyordum.
Suit dairenin geniş salonu, zengin bir estetik anlayışıyla tasarlanmıştı. Girişte, yere kadar uzanan koyu gri kadife perdeler, büyük, panoramik pencereleri örtüyordu. Pencerelerden, şehrin gece manzarası parlayan ışıklarla içeri süzülüyordu. Yumuşak, altın sarısı bir ışık, odanın her köşesine yayılmıştır. Sanki loş bir gün batımını anımsatıyordu.
Salonun ortasında, lüks bir oturma grubu yer alıyordu. Gri tonlarında geniş bir köşe koltuk, üzerine serpiştirilmiş altın detaylı yastıklarla süslenmişti. Koltuğun tam önünde, siyah cam yüzeyli, modern bir sehpa vardı. Sehpanın üzerinde, bir dizi kristal bardak ve yarı dolu bir viski şişesi dikkat çekiyordu. Şişenin yanında, koyu kırmızı kadife bir tepsi içerisinde birkaç puro yerleştirilmişti.
Salonun diğer tarafında, açık bir bar alanı yer alıyordu. Bar, siyah mermer tezgâhıyla oldukça dikkat çekici ve şıktı. Raflarda, özel koleksiyon içkiler sırayla dizilmiş, üzerlerine yansıyan yumuşak ışık, onları daha cazip gösteriyordu. Barın hemen arkasında, bir dizi yüksek tabure sıralanmıştı.
Her şey abartılı ama bir o kadar da zarif bir şekilde yerleştirilmişti. Bu salon, hem güç hem de statüyü göstermek için tasarlanmış gibiydi, ama aynı zamanda sizi içine çeken kocaman bir karanlık sanki her şeyin sizi izlediği bir tuzak gibi.
Odanın iki tarafında kapalı şekilde olan siyah kapıların ardında eminim ki işimize yarayacak bir şeyler bulacaktım.
Beni geniş bir oturma grubunun olduğu alana doğru yönlendirdi. “Otur güzelim.” dedi, eliyle göstererek. Sesinde kibirli bir rahatlık vardı. Cem, her hareketiyle kendine olan güvenini belli eden biriydi, ama bu güvenin arkasında karanlık kontrol arzusu çok net hissediliyordu.
Utangaç bir tavırla başımı eğip ağır adımlarla koltuğa oturdum. Ellerimi kucağımda sıkıca birleştirmiştim. Başımı hafifçe ön tarafa eğerek mahcup bir ifade takınıyordum. Cem hemen yanıma otururken önümüzdeki sehpadaki viski şişesine uzandı.
“Şimdi biraz rahatla bebeğim. ” dedi, önümüzdeki iki bardağa viski doldururken. Bardaklardan birini alıp bana uzattı. Gözlerim aldığım bardağa odaklanmışken Cem’in dizlerime değen dizleri ile irkilmiş gibi geri çekildim.
“Hey, korkma. Sana zarar verecek değilim. ” dedi, gözlerindeki sahte bir samimiyetle. Bardağı tutan ellerim titrememesi için kendimi zorlarken, onun yüzü benim yüzüme biraz daha yaklaştı. Yavaşça, neredeyse bir sır veriyormuş gibi konuşmaya başladı. 1
"Burada ikimizin istemediği hiç bir şey yaşanmayacak." Sesi, tüyler ürpertici bir şekilde yumuşaktı ama içinde bir tehdit taşıyordu.
Gözlerimi yere dikerek hafifçe gülümsedim. “Ben… ben sadece… bu kadar ilgiyi hak ettiğimi sanmıyorum. ” dedim, kelimelerimin arasına bilinçli bir titreme yerleştirerek. Sesim çaresizce çıkıyordu. Cem’in istediği şeyi ona sunmam gerekiyordu.
O sırada yüzümün hemen yakınında durduğunu hissettim. Bir elini dizimin üzerine koymuştu ve diğer eliyle yüzümün bir tutam saçını yanağımın arkasına itiyordu. Gözlerini üzerimde gezdirirken, rahatsızlık verici bir şekilde uzun süre durdu.
“Güzelim, hak ettiğinden fazlasını alacağından emin olabilirsin. Sana vaadettiğim mutluluğu sonuna kadar yaşatacağım. ” fısıldadı. Dudaklarını konuşurken o kadar yakınıma getirmişti ki, nefesinin yüzümde gezindiğini hissedebiliyordum.
Ellerimi sıkıca bardağın etrafında birleştirip derin bir nefes aldım. Rolümün dışına çıkmadan, ondan uzaklaşmak için fırsat kolluyordum.
"B-ben... Bir bardak su alabilir miyim?" dediğimde sözlerine karşılık istediğim şeyden ötürü gözlerinden geçen bir anlık şaşkınlık ve bozgunu görsem de çok çabuk toparlayarak sinir bozucu gülümsemesi ile ayağa kalkıp bar kısımına ilerledi.
Cem'in rahatsız edici gülümsemesi eşliğinde ayağa kalkmasıyla üzerimde hissettiğim baskı biraz olsun hafiflemişti. Bardağı elime alıp hafifçe masanın kenarına koyarken derin bir nefes aldım. Rolümün dışına çıkmamak için yüzümde hâlâ tedirgin bir ifade taşıyordum. Cem arkasını dönüp bar tezgâhına yöneldiğinde, dikkatle hareket etmeye başladım.
Parmağımdaki yüzüğü hafifçe çevirerek mekanizmayı açtım. İçimdeki adrenalin dalgasını bastırmaya çalışarak mekanizmanın içindeki tozu hızlıca ve sessizce Cem'in kadehine boşalttım. Sonrasında yüzüğümü hızla geri kapatarak aynı pozisyona dönecekken barın karşısındaki aynayı görmem ile beynimden vurulmuşa dönmüştüm.
Aceleci davranmış belki de kendimi ele vermiştim. Tedirgin bir şekilde sırtı bana dönük Cem'e bakarken tetikte bekliyordum. Kalbim, göğsümde patlayacakmış gibi atarken derin bir nefes çektim içime.
Sakin ol bir şey olmayacak Leyla.
Cem, su dolu bardağı elinde tutarak geri döndü. Sıcak bir gülümseme takınmıştı. Şansın benden yana gitmesi için içimden binbir dua ederken yanıma yaklaşıp şu dolu bardağı masaya bıraktı.
Yüzündeki gülümsemesi hala solmamıştı.
"İçmeyecek misin suyunu." dediğinde bakışlarım önümdeki bardağa düştü. Başımı hafifçe sallarken yavaşca barsağa uzandım. Sudan bir yudum alıp kucağıma indirdim.
"Ee nerde kalmıştık güzelim?" dedi biraz daha bana yaklaşırken. Hala emin olamıyordum beni görüp görmediğine. Az önceki tedirnginliğime bir de bu eklenmişti. Elini kaldırıp hafifçe yüzümü okşamaya başladığında fısıltı ile,
"Çok güzelsin." dedi. Gözlerimi kaçırıp hafifçe geri çekildim ama gidecek yerim de yoktu. Ben koltuğa uzanmış gibi meyillenirken o da üzerime doğru eğildi iyice.
"Bana bırak kendini bebeğim." diye yeniden fısıldadı. Yüzüme yine çok yakındı. Elleri yavaşca açılan baldırım gittiğinde hızlı bir hareketle elini tuttum. Daha fazla ilerisine gitmeyi kaldıramazdım. Tam ben onu itecekken birden kendini üzerimden kaldırdı. Anın şoku ile ben de bir an öyle tavana bakar şekilde kaldığımda hızla yerimden doğruldum. Elinde bitmiş bir kadeh ile karşıda bir noktaya bakarken sinirli nefes alışverişlerinin sesi geliyordu.
Benim önümdeki kadeh olduğu gibi dururken o çoktan ilaçlı olanı içmişti.
"Cem... Ben..." dediğimde öfkeli bakışlarını bana çevirdi.
"Sen ne Naz? Şu bir kaç gün bana karşı tavırlarını görmesem zorla geldin buraya zannedeceğim. Ben seni doya doya öpmek hatta seninle daha fazlasını yaşamak istiyorum. Ama senin bu tavırların..." diyip yeniden önüne döndü. Gözlerimi devirip usulca yanına yaklaştım. İnşallah ilaç etkisini çabuk gösterirdi.
“Ben de istiyorum ama hiç kimse ile bu kadar yakınlaşmadım bana zaman ver." dedim ellerimi kollarına dolarken. Bir süre cevap vermeden karşısında bir noktaya baktı sessiz bir şekilde sonra elini başına götürerek ovalarken.
" Başım... " diye mırıldandığında endişe ile eğilerek yüzüne bakmaya çalıştım.
"C-cem ne oldu?" diye panikle sormama cevap vermeden sert bir şekilde yüzünü sıvazladı.
Gözlerim dikkatlice yüzüne kayarken, ilacın etkilerinin belirmesini bekliyordum.
“Garip bir baş ağrısı başladı. ” diye mırıldandı acı ile. Gözleri hafifçe kısıldı ve elini başına götürdü. İçimdeki gerginlik, yerini temkinli bir rahatlamaya bırakıyordu. Onu dikkatle izlerken, ayağa kalkıp sendelemeye başladığında, durum kontrolüm altına geçiyor gibiydi.
“Cem? İyi misin?” diye sordum, sesimde endişeli bir tınıyla. Cem, başını sallayarak bana döndü ama artık bakışları bulanıklaşmıştı. Dudakları bir şeyler söylemeye çalıştı ama kelimeler birbirine dolanıyordu.
Çok geçmeden dengesini tamamen kaybedip oturduğu koltuğa yığıldı. Yanına geçip bir kaç kez dürtüp
"Cem, uyan lütfen ne oldu? Aman Allahım kimse yok mu?" diye yüksek sesle bağırmama karşılık odada yalnızca derin bir sessizlik vardı. 1
"Sustu sonunda şerefsiz piç kurusu. Bir kaç dakika bekle Leyla." diye uyardı Karaca kulaklıktan. Derin bir nefes alıp tekrar tekrar dürterek Cem'e seslensem de bilinci çoktan kapanmıştı.
"İşlem tamam ses hareket yok." diyerek ayağa kalktım. Önce olduğumuz kısmı hızlı ve sessiz bir bir şekilde ararken göz ucuyla da sık sık boylu boyunca yatan Cem'e bakıyordum. Etrafta telefonuna bakındım ama ortalıkta yoktu. Gözlerim kapalı olan ve yatak odası olduğunu tahmin ettiğim kapıya takıldı.Cem’in hala hareketsiz yattığını kontrol ettikten sonra sessiz adımlarla kapısı kapalı olan odaya doğru yöneldim.
Kapının kolunu yavaşça çevirdim, gıcırdamaması için dikkatle hareket ederek açtım. Tam tahmin ettiğim gibi kocaman bir yatak odasıydı. İçerisi hafif loş ışıkla aydınlatılmış, özenle muhtemelen bu gece için hazırlanmıştı.
"Piç kurusu bir de ortam hazırlamış." diye mırıldandığımda gözlerim hemen odanın köşesine yerleştirilmiş olan modern, siyah bir çalışma masasını ve üzerinde açık bırakılmış bir dizüstü bilgisayara takıldı.1
"Valla şaka maka adam götürüyordu seni." dediğinde Karaca gözlerimi devirdim. 1
"Salak salak konuşma. İzin verir miydim acaba? " diye sessizce öıkışırken bşr yandan da hızla masaya yaklaştım. Dizüstü bilgisayarın ekranı hareketsiz bir şekilde bekleme modundaydı. 1
"Neyse ki senin ki duymadı konuşmaları. İsabet olmuş kulaklık vermediğimiz." dedi kıkırdayarak. Sözlerini duymazdan gelirken bilgisayarı uyandırmak için dokunduğumda, şifre ekranıyla karşılaştım. 1
"Dizüstü bilgisayarı karşımda ama şifreli." dedim dişlerimi sıkarak.1
"Ayıpsın bebeğim. Çantada USB var siyah mavi. Şifreyi kıracak." dediğinde sırıtarak olduğum yerden kalktım. İçeriye girdiğimde Cem hala baygın şekilde yatıyordu. Koltuktaki çantayı alıp yatak odasına geçtim. USB belleği bilgisayara taktığımda küçük ekranındaki mavi ışık yanıp sönmeye başladığında birkaç saniye içinde şifreyi kırarak masaüstüne erişim sağladı. 1
"Tamam açıldı." diye mırıkdanırken bir yandan da işime yarar dosyaları bulmak için dikkatlice dosya tarayıcısını açtım.
"Şimdi o USB tüm verileri kopyalayacak." dedi Karaca.
"Uzun sürmez mi tüm dosyalar? Ben baksaydım işe yarar bir şey var mı diye."
"5 dakika yeterli. Başlattım aktarımı. Önce USB ye kopyalayacak sonrasında buraya çekeceğim verileri. " 1
Ekranda çıkan gösterge ile klasörle hızla kopyalanmaya başlamıştı. Ben de etraftaki dolaplara hızlı hızlı bakınırken hemen yan tarafta dolapta gömülü şekilde kasa dikkatimi çekti.
"Bir kasa var burada." dedim gözlerim kısılı şekilde kasaya bakarken
"Süper. Kasayı da patlattık mı bu iş tamam." dediğin de dudaklarım kıvrıldı.
"Bitti mi?" diye Karaca'nın sesi tekrar kulaklıktan duyulduğunda ekrandaki göstergeye bakarak hafifçe sırıtıp cevap verdim.
"Son birkaç dakika kaldı. Sen bitince hemen veri aktarımına başla. Ben de şu kasaya bakıyorum. " dedim.
Kasaya yönelmeden önce de yan odadaki koltuğa dağılmış halde yatan Cem'e göz ucuyla baktım. Huzursuz bir iç çekişle bakışlarımı ondan ayırarak çalışma odasına geri döndüm. Dolapları hızlı ama dikkatlice karıştırmaya başladım.
"Veri aktarımına başladım. " dedi Karaca'nın sesi kulaklıktan.
"Tamam. Yusuf, Salim sizde durumlar ne?" diye sordum, gözlerim hâlâ dolapları tarıyordu.
"Olumlu. " diye kısa ve net bir cevap verdi ikisi de.
Sonunda kasayı bulduğumda, daha önce hiç görmediğim bir modelle karşı karşıyaydım. Kilit paneli yoktu. Şüpheyle ellerimi kasanın etrafında gezdirerek yerinden oynatmaya çalıştım ama milim kıpırdamıyordu.
"Karaca, bu kasanın kilit paneli yok," dedim, hafif bir hayal kırıklığıyla. Birkaç saniye sessizlik oldu.
"Görüyorum. Yanlarına bak küçük bir tuş var mı?" diye sordu Karaca.
Elimi kasanın sağını solunu yoklayarak gezdirdiğim sırada parmaklarım sert, küçük bir çıkıntıya değdi. Sevinçle seslendim.
Ama Karaca'nın sesi sevinçle karşılık vermek yerine, sıkıntılı bir tondaydı.
"Muhtemelen yüz tanıma ya da iris tanıma sistemi vardır. " dedi.1
Sözleriyle birlikte yüzümdeki heyecan anında silindi. Hemen ardından keyifsiz bir homurtuyla cevap verdim.
"Cem dallaması dışında kimse açamıyor yani!"1
"Ne yazık ki..." dedi Karaca üzgün bir şekilde. "Neyse, veri aktarımı için yaklaşık 5 dakika kaldı. İnşallah buradan bir şeyler çıkar."
Tam o anda olduğum yerde doğrulmaya çalışırken, aniden boynuma dolanan sert bir kablo beni geri çekti. Gırtlağımdan kısık, boğuk bir ses çıktı. Nefes almakta zorlanıyordum, panikle ellerimi kablonun etrafına götürdüm. Tırnaklarım, tenime batan o sert yüzeye sürtünürken var gücümle çekiştirdim, bir nebze gevşetip nefes alırken Cem kulağıma doğru eğilip, .1
"Seni kaltak! Kimin adamısın, söyle çabuk!" diye kükredi resmen. 1
Kulaklıkta Karaca'nın panikle haykıran sesi yankılandı.
"Allah kahretsin! Allah kahretsin! L-leyla Leyla yakalandı! Öldürecek onu."
Arkadaki baskıdan dolayı boynumu çeviremiyor, boğazımdan hırıltılarla yankılanan çırpınışlar çıkıyordu. Boynum ile kablo arasına sokabildiğim elim de artık sıkışıp kalmıştı. Dizlerim yere sabitleyip var gücümle yüzüne başımı geçirdim. 1
Cem acı ile inleyerek arkaya doğru düşmesiyle boğazımı saran kablonun baskısı azalmıştı. Hızla geriye çekilip boğazımı tuttum, hırıltılarla birkaç nefes almaya çalıştım. Ciğerlerim alev alev yanıyor, kulaklarım uğulduyordu. Ellerim titriyor ama bir saniye bile zaman kaybedemeyeceğimi biliyordum. Doğrulup yüzümü Cem'den taraf çevirdim. 1
Cem yerde kanayan burnunu tutarak inlerken nefes nefese doğrulmaya çalıştı. "Seni sürtük orospu! Seni sike sike öldüreceğim. Yalvaracaksın bana... Öldür beni diye ama öldürmeyeceğim. Tüm adamlarım üzerinden geçecek." diye hırladı.
"Leyla... İyi misin? Ses ver! Geliyor bizimkiler diren gözünü seveyim."
"T-tamam." dedim kısık sesim ile. Bir yandan da kendime gelmek için derin nefesler alırken tetikler bekler gibi karşımdaki yılana bakıyordum. Söylediğim şeyi kendine algılayan Cem pis pis sırıtırken,1
"Aynen böyle ürkek ol, kork benden. En sevdiğim." dedi ağzına dolan pis kanı elinin tersi ile silip üzerime doğru ağır temkinli bir şekilde adım atarken ben de derin derin nefes alarak yüzüne bakıyordum ters bir şekilde.
"Gel bakalım orospu çocuğu. Geleceğin varsa göreceğin de var." dediğimde sesli bir şekilde güldü. 1
"Az önce kıvranırken öyle demiyordun. Ama dur sen! Seni öyle bir kıvrandıracağım ki altımda..."
"Leyla... Camdan uzaklaş. " dediğinde Karaca kaşlarım çatılı şekilde karşımdaki adama bakarken,
"Şimdi." dediğinde var gücümle koşarak arkamdaki camdan uzaklaşırken camın da bir iden patlar gibi kırılması ile kendimi yere attım. Cem benim kadar cama yakın olmasa da hem olayın şaşkınlığı hem de sıçrayan cam parçaları yüzünden canhıraş bağırarak yere attı. 1
Hızla yerden kalkıp cama döndüğümden maskeli baştan aşağı siyahlar içinde üç kişi içeriye girmişti. İkisi yerdeki Cem'in yanına hızla gidip yakapaça alırken bir tanesi benim yanıma geldi hızla. Kollarının arasına hızla alırken beni, burnuma dolan tanıdık kokusu az önce içinde bulunduğum tüm o karanlık bulutları dağıtmıştı. Kalbim, vücudumun tüm acısına rağmen delicesine çarpmaya başladı.1
“Leylam…” dedi alçak bir sesle, yalnızca benim duyabileceğim şekilde. Sesinde öfkeyle karışık bir endişe vardı. Kollarında titrerken boğazımı tutmaya devam ettim, ciğerlerim hâlâ oksijenin eksikliğinden yanıyordu. 1
"Çok şükür Allahım." diye fısıldadı başımın üzerine sayısız öpücükler kondurup geri çekildi.
Gözleri bir an boğazıma takıldığında titreyen elleri yavaşca oraya gitti. Maskesinden görünen tek yeri olan gözleri sinirle seğirirken hızla arkasını döndü.
"Lan! Ben seni yedi ceddini sikmez miyim?" diye kükrediğinde Ne yapacağını bildiğimden hızla koluna yapıştım ama durdurabilene aşk olsundu. 1
"Dur dur! Lütfen şimdilik öfkene hakim ol. Sakın yüzüne gözüne bir şey yapma. Kasayı açmak için ihtiyacımız var." dediğimde bana baktı anlamaz gözler ile. Hala çok fazla hiddetli ve öfkeliydi. 1
"Kasa yüz tanıma sistemli." dediğimde bir kaç saniye öylece durdu ama ne düşündüyse hızla yeniden Cem'in olduğu yere vardı. Hızla maskesini çıkarırken Cem'in iki elini ellerinin arasına aldı. 1
"Bu ellerle mi sıktın lan sen benim sevdiğim kadının boğazını?" 1
Mahir’in sesi odanın her köşesinde yankılanırken Cem, yerde oturduğu yerden Mahir’in öfkeyle üzerine eğildiğini görünce şaşkın bir şekilde yüzüne bakarken irkildi ama kendini hemen toparladı. Yüzündeki o iğrenç alaycı gülümseme hâlâ oradaydı.
“Evet.” dedi Cem, kelimelerini yavaşça ve kasıtlı bir şekilde uzatarak. "Yakışmış mı sevdiğin kadının boynuna benim izlerim?" dedi sırıtmaya devam ederken. 1
Mahir’in başını öfkeyle sağa sola çevirdiğini gördüğümde, boynundan gelen kütürdetme sesleri içimde tarifsiz bir korku uyandırdı. Gözlerindeki öfke, sanki tüm odayı kaplayan bir karanlık gibiydi. Nefes alışı bile kontrolsüz. hırıltı gibi çıkıyordu.1
“Bilerek kışkırtıyor seni. Sakin ol. Alalım, çıkalım artık. ” dedim ama Mahir’in beni duyduğundan emin değildim. Çenesi o kadar sıkıydı ki kaslarının gerilimini yüz hatlarında bile görebiliyordum. Bu halde ne yapacağı belli değildi.
Cem, söylediklerimi umursamadan sırıttı. Yüzündeki ifade, sanki Mahir’in öfkesini daha da körüklemek ister gibiydi.1
“Sevdiğin kadını başka adamların koynuna gönderiyorsan, izlerine de katlanacaksın dostum. Tıpkı baştan beri bizi izlediğin gibi… Sadece izle…”
Bu sözler Mahir’i tamamen çileden çıkardı. Bir anlık bir sessizlikten sonra, Mahir’in kükremesiyle birlikte Cem’in bileğini bükmesi bir oldu. Kemiklerin çatırdayarak kırılma sesi odayı doldururken akabinde Cem’in attığı çığlık kulakları sağır edecek kadar yüksekti.1
“Ahhhhh!”1
Cem’in haykırışlarını duyduğumda, korkuyla etrafıma bakındım. Maskeli adamlarımız sanki bu sahne sıradan bir şeymiş gibi tepkisizce duruyorlardı.
“Kalk lan, orospu çocuğu!” diye bağırdı Mahir. Cem’in acıdan kıvranırken ellerine korkuyla baktı. Mahir, onu yerden sürükler gibi kaldırıp bana ters bir bakış attı.
“Nerede kasa?” diye sordu, sesi öfkeden çatallı ve sertti.
Sinirle gözlerimi kapatıp bir nefes aldım, ardından arkamda duran kasayı işaret ettim. Mahir, Cem’i yine sürüklercesine kasanın önüne götürdü. Bir eliyle kasanın yanlarını yoklayıp bir düğmeye bastı. Cem’in başını kasanın tam önüne eğdiğinde, bir “tıkk” sesi duyuldu ve kasa aralandı.1
“Boşaltın içini. ” dedi Mahir sert bir tonla. Adamlarımız hemen harekete geçip, kasanın içindeki evrakları sırt çantalarına doldurmaya başladılar. Evrakların ardından bir de laptop çıktı. Mahir, bir bakışla onu da işaret etti.
Uzun boylu maskeli, laptopu hızla çantasına yerleştirirken Mahir, Cem’i ense kökünden kavradı ve başını kendi göz hizasına kaldırdı. Yüzündeki ifade korkutucuydu. Dudaklarının kenarındaki gülümseme, öfkeyle beslenen bir zevk ifadesine dönüşmüştü.
"Bu yüzü unutma!" diye mırıldandı sakin bir şekilde sonra bakışları kasaya düştü.
“Şimdi kasayı da kapayalım. ” dedi alaycı bir tonda.
Cem’in parmaklarını çelik kasanın kapağıyla kasa arasına sıkıştırdı. Ardından kapağa Cem'in yüzünü hızla gömdü bir kaç kere. Çelikle gelen darbe sesi odada yankılanırken Cem’in çığlığı buna eşlik etti. Adamın yüzü kan içinde kalmış, parmakları büyük ihtimalle kırılmıştı.1
Cem’in bedeninin acıyla titrediğini izlerken Mahir, durmaksızın hareket etti. Bu kez diğer elini de aynı şekilde kasanın arasına yerleştirdi ve Cem’in yüzünü tekrar kasaya çarptı. Cem, her çarpışta daha da şiddetli bağırıyordu. Sonunda, acı ve şokun etkisiyle bilincini kaybetti ve yere yığıldı.1
Cem yerde hareketsiz yatarken Mahir bir an duraksadı. Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Ardından yüzündeki o karanlık ifadeyle maskeli adamlara dönüp.
"Alın bu piç kurusunu daha işim bitmedi bununla." dediğinde odadaki bir örtüyü Cem'in bedenine sarıp sırtlandı birisi. Mahir'in gözleri benim üzerimdeyken bakışları boynuma takıldığında gözlerini öfke ile kapatıp bir kaç adımda yakınıma geldi. 1
"Kameraları kontrol et temizse çıkacağız. Operasyon tamam." diye mırıldandı kulaklığına. Ardından elimi avuçlarının arasına alıp hızla odanın çıkışına doğru yöneldik. Kapıyı açmadan belindeki iki siyahı çıkarıp birini bana uzattı.
"Al güzelim." dediğinde tedirgin bir şekilde gülümseyerek elinden aldım. Bir elin Mahir'in avuçlarının içinde bir elimde silah temkinli şekilde onu takip ederken sessizce kapıyı aralayarak kapıyı açtı Mahir. Dikkatli bir şekilde dışarı bakıp Koridorun boş olduğunu gördüğünde, bir elini sırtıma koyarak beni öne yönlendirdi.1
Adımlarımız kontrollü, sessiz ama bir o kadar da hızlı. Hepimiz her köşe dönüşünde silahını kaldırıp tetikte bekliyor, çevrede en ufak bir hareket arıyorduk. Koridorun loş ışıkları altında ilerlerken, arkamızdaki grup arasında bir mırıltı yükseldi.
"Eşşek ölüsü gibi ağır piç kurusu. " diye sızlandı Serdar'ın tanıdık sesi.1
"Ver biraz bana, ben taşırım. " dedi Celil, sesi biraz nefes nefeseydi.1
Göz ucuyla arkama baktım. Serdar, sırtındaki yükü düzelterek homurdanıyordu. "Yok yok az kaldı. " dedi, alnındaki teri silerken.
Koridorun sonunda geniş, aynalı bir alan vardı. Mahir bir işaretle beni geride beklememi söylerken gözleri, aynanın yanındaki kontrol paneline kilitlenmişti. Zihninde bir şeyleri tartıyormuş gibiydi. Parmakları hızlı ve dikkatli hareketlerle panele dokundu, ekranın ışığı yüzünü aydınlatırken kaşları hafifçe çatıldı.
Kulaklığından gelen bir sesle irkildi. Başını hafifçe yana eğip dinledi. Gözleri bir an için bana döndü.
“Temiz. Kameralar devre dışı. Çıkış yolumuz güvenli. ” dedi sert bir sesle. Ardından eliyle ilerlemem için işaret etti.
Hızlı adımlarla koridorda ilerlerken Mahir, bir elini sırtıma koyarak adeta beni kalkanı altına alıyordu. Gözlerimiz sürekli çevreyi tarıyor, bir tehlike olması durumu için tetikte ilerliyorduk. Nihayet dar ve karanlık bir merdiven boşluğuna vardığımız da merdivenlerin başında, kenara bırakılmış oda temizliği için kullanılan bir araba duruyordu.
Serdar, sırtındaki Cem’i büyük çöp kovasının içine çuval gibi bıraktı. Geriye doğru gerinirken, “Ohh be, belim koptu!” diye sızlandı.
“Biz Leyla ile odaya geçeceğiz. Siz de konuştuğumuz gibi kıyafetlerinizi değiştirip otel personeli gibi arka kapıdan çıkacaksınız paketle. ” dedi Mahir, otoriter bir tonla.
“Tamamdır, komutanım. ” diye cevapladı Celil. Mahir, başını sallayıp bakışlarını bana çevirdi.
“Biz de hemen toparlanıp çıkalım güzelim. ” dedi yumuşak, ama aceleci bir tonda. Başımı hızla sallayıp Mahir’i takip ettim.
El ele, merdivenlerden sessizce ama hızlı bir şekilde indik. Koridora çıkmadan önce kapının önünde durduk. Mahir, bir süre kulaklıktan gelen sesi dinledi, ardından sakin ama net bir sesle, “Kata çıkış için onay bekliyoruz. ” dedi.
Birkaç saniye sonra onay gelmiş olacak ki başını bana çevirip, “Hadi güzelim, çıkış temiz. ” dedi ve kapıyı araladı. Önce kendisi, sonra da ben çıktım.
Hızlı adımlarla koridor boyunca ilerledik. Kısa sürede odaya ulaştığımızda, kapının önünde Aysun ve Didem tetikte bir şekilde bekliyorlardı. Mahir duraksamadan, “10 dakikaya çıkıyoruz.” dedi ve beni de peşinden sürükleyerek odaya soktu.
Odaya girdiğimizde, salonun ortasında telaşla volta atan Karaca beni gördüğü anda koşarak boynuma sarıldı.
“Çok... çok korktum. Sana bir şey olacak sandım,” dedi, sesi titreyerek.1
Elimi sırtına koyup usulca okşadım. “Şişt, sakin ol. Bak buradayım. Çıkmamız lazım. Bol bol konuşacak vaktimiz olacak. ” dedim, sesime olabildiğince sakin bir ton vermeye çalışarak.
Karaca'nın elleri hala kollarımı kavrıyordu. Gevşemekle gevşememek arasında tereddüt eden bir gerginlik vardı bedeninde. Gözleri, boynumdaki ize takıldığında yüzü bir anda değişti. Kaşları hafifçe çatıldı, dudakları belli belirsiz titredi. Acı çekiyormuş gibi yüzünü buruşturdu; kelimeler dudaklarından dökülmek ister gibi oldu ama bir şey söylemekten vazgeçti.
Tam o an, odanın diğer ucunda, dün geceden toparladığımız eşyaları hızla taşıyan Mahir’in sesi yankılandı. “Acele etmemiz lazım. ” dedi aceleci ve sert bir tonda.1
Bu söz, içinde bulunduğumuz yoğun duygusal andan bizi çekip aldı. Karaca’nın omzuna hafifçe dokundum, parmaklarımı sıkı ama nazik bir şekilde omzunda tuttum. “Hadi kardeşim. ” dedim.
Karaca, gözlerindeki nemi belli etmemek istercesine başını hızla salladı. Derin bir nefes aldı, dudaklarını sıkıca birbirine bastırarak kendini toparlamaya çalıştı. “Tamam. ” diye fısıldadı.
Birlikte odadan çıktık. Mahir kapının hemen dışında durmuş, tetikte etrafı kontrol ediyordu. Kaşları çatık, bakışları odaklanmıştı. Bizi görünce kısa bir an bakışları yumuşadı ama hemen ardından yüzündeki sert ifade geri döndü. Bize doğru bir adım atıp hafifçe eğildi, sesini alçaltarak,
“Konuştuğumuz gibi acil bir şekilde Türkiye'ye geçiyoruz. "dediğinde başımı salladım anladım der gibi. Asansörlerin yanına ilerlediğimizde Aysun asansörleri çağırmış bizi bekliyordu.
Eşyalar ile birlikte asansöre binip lobi katına indik. Kata geldiğimizi belirten ses yankılandığında kapıların açılması ile karşımızda bizi bekleyen Salim ve Mehmet vardı. Mahir ilerlemem için elini belime atarken sakin bir şekilde asansörden indim. Hemen ardımdan da diğerleri geliyordu. Elim boynumdaki izi kapatırken hızlı adımlar ile çıkışa doğru ilerlediğimizde geç saatler olmasından ötürü ortalık sakindi.
Kapının önünde aracın başında bekleyen Yusuf bizi gördüğü gibi yerinden hızla hareketlenip aracın arka kapısını açarken hızlı ama ölçülü bir şekilde araca bindim. Gecenin sessizliğinde, uzaktan yalnızca motorun düşük ritimli uğultusu duyuluyordu. Yanıma oturan Karaca, kapıyı kapatıp hemen bana döndü. Kaşları çatılmış, gözlerinde hem öfke hem de derin bir endişe vardı.1
“Boynundaki... çok kötü görünüyor. ” dedi, sesi hafifçe çatlamıştı.
“İyiyim. ” dedim hızlıca, biraz da onu sakinleştirmek için yüzüme küçük bir gülümseme yerleştirerek. “Gerçekten iyiyim, bak. Endişelenme.”
Karaca, bu cevaptan tatmin olmamış gibi başını salladı. Ardından dişlerini sıkarak fısıldadı, “Piç kurusu... ellerimle parçalayacağım o boynunu.”1
O öfkesinin içinde kaybolmasın diye hafifçe ellerini tuttum. Soğuktular. Parmaklarımı nazikçe ellerinin üzerine koyarak derin bir nefes aldım ve sakin bir tonda konuştum.
“Mahir fazlasıyla pişman etti zaten. Ve sanırım bununla da kalmayacak.”1
Karaca, bir süre gözlerini avuçlarımın arasında duran ellerine dikti. Ardından derin bir nefes aldı.
“Bir an o pisliği öldürecek diye korktum.” dedi, sesi neredeyse bir fısıltı gibiydi. “Tüm konuşmaları duydum… o kadar çok ölmeyi ister gibi konuştu ki o pislik, Mahir bir an öfkesine yenik düşüp onu öldürecek zannettim.”1
Tam o anda aracın ön kapıları açıldı. Mahir ve Yusuf araca binerken Mahir başını çevirip bana baktı.
"İyi misin Leylam?" dediğimde hafifçe gülümseyerek başımı salladım.
"Uçak hazır bizi bekliyorlar. Bir aksilik çıkmazsa 2 saat sonra İstanbul'a olacağız." dediğinde derin bir nefes alarak yine gülümsedim. 1
"İnşallah." dedim yalnızca. Kötü bir akşam geçirmiştim ve şuan tek ihtiyacım olan şey tüm bu kaostan uzak huzurlu bir ortamdı.
Araç hareket ettiğinde gözlerimi camdan dışarı çevirdim. Loş sokak lambalarının ışığında ilerleyen yol, gecenin karanlığına karışıyordu.
Bir süre sessizlik içinde yol aldıktan sonra aracımız havaalanının özel giriş kapısında durdu. Yusuf hızla inip kapıyı açtı. Mahir, önde etrafı dikkatlice gözleriyle taradı, ardından bana döndü. “Hadi, Leylam.”
Aracın arka kapısından çıkarken, yüzümdeki ifadeyi kontrol etmeye çalıştım. Boynumdaki izi tekrar ellerimle kapatırken derin bir nefes aldım. Mahir hemen yanıma geldi, koruma içgüdüsüyle elini belime koyup alnıma bir öpücük bıraktığına zor da olsa gülümser bir şekilde yüzüne baktım. İkimiz önde diğerleri arkamızda havalalanından girip kontrol noktalarından geçtikten sonra havaalanı personelinden iki kişi, bizi doğrudan özel uçağın olduğu alana yönlendirdi. Geç saatler olduğu için havaalanı neredeyse boştu. Geniş bir hangarın içinde duran küçük bir jetin etrafında birkaç güvenlik görevlisi bekliyordu.
Uçağa bindiğimizde herkes yerlerine geçmişti. Mahir, beni öndeki özel kısma oturtup omzuma hafifçe dokundu. "Birazdan dönerim güzelim. " dedi, sesinde hem koruyucu hem de yumuşak bir ton vardı. Ardından, pilotla konuşmak için yanımdan ayrıldı.
Etraf sessizdi, sadece uçağın motorundan gelen hafif bir uğultu duyuluyordu. Başımı ellerimin arasına alarak oturdum. İçimdeki o ağır, tanımlanamayan hüznü çözmeye çalışıyordum. Bu sadece korku ya da yorgunluk değildi. Daha derin, daha karmaşık bir sığınma isteği... Belki de kendime dayanacak bir omuz bulduğum da ortaya çıkan bir duygusal boşalım. Öncesinde yaşamadığım bu duygu yüzünden zihnen ve duygusal olarak bocalama içerisindeydim.
İlk defa gerçekten yalnız olmadığımı hissettiğim içindi belki de... Bir şeylerin üstesinden kendi başıma gelmeye o kadar alışmıştım ki Mahir'in varlığı ilk defa daha önce hissetmediğim bu duyguyu bana çok güçlü hissettirmişti.
Görüş açıma bir çift ayakkabı girdiğinde başımı yavaşça kaldırdım. Karşımda, üzgün gözlerle bana bakan Mahir ile Gözlerimiz buluştuğu an, içimdeki duygusal duvarlar çöktü. Gözlerim doldu, kelimeler boğazıma düğümlendi.
Mahir, sessizce dizlerinin üzerine çökerken yüzüme baktı. Gözlerinde tanımlayamadığım bir karmaşa vardı. Suçluluk, şefkat, koruma arzusu...
Avuçlarını nazikçe yüzüme yerleştirdi, başparmaklarıyla yanaklarımı usulca okşadı. Ellerinin sıcaklığı, soğuk bir odada battaniyeye sarılmak gibi geldi bana. Güven vericiydi.
Gözlerim dolmuştu, kelimeler boğazımda düğümlenmişti. Sesim titreyerek çıkabildi
“Şişt! ” dedi, beni susturmak ister gibi. Kollarıyla sıkıca sarıp dudaklarını alnıma dayadı.
“Leylam… Yalvarırım bakma bana öyle. Seni böyle incinmiş görmek yeteri kadar içimi acıtırken bir de böyle bakınca bana tüm dünyayı ateşe veresim geliyor.”
Bana bu kadar yakın olmasına rağmen sesindeki kırılganlığı ilk defa fark ediyordum. O güçlü, her durumda soğukkanlı kalmayı başaran adam, şimdi karşımda diz çökmüş, bana destek olmaya çalışıyordu. Geri çekilip yüzüme bakarken üzgün gözlerle eli ile usul usul yüzümü okşadı.
“Ben... ” dedim, sesim hâlâ titreyerek. Gözlerimden yaşlar usul usul yanağıma süzülürken “Ben niye böyleyim bilmiyorum. " derince yutkunup boğazımdaki yumrunun geçmesi için beklerken bakışlarımı uçağın tavanına kaldırdım. Bir nebze sakinleştiğimde dolu dolu gözleri ile bana bakan sevdiğime çevirdiğim bakışlarımı.
"Hiç kimsenin karşısında bu kadar savunmasız... Bu kadar çıplak hissetmedim. Annemin bile... Şuan tek yapmak istediğim şey senin kollarında içim çıkana kadar ağlamak. Bu hisse engel olamıyorum." diye fısıldadığımda
Mahir başını hafifçe eğdi ve alnını benim alnıma yasladı. O an nefesiyle kendi nefesim bir olmuş gibiydi. Ellerini yavaşça omuzlarıma kaydırırken beni kendine çekti.
“Leylam…” dedi alçak bir sesle.
“Ben hep yanındayım artık. Ağlamak istiyorsan, ağla. İçin çıkana kadar, tutmadan, korkmadan. Eğer korkuyorsan, o korkuyu birlikte taşırız. Eğer savunmasızsan, seni sararım. Ama bil ki… Sen böyle ağladığında şu içim öyle bir yanıyor ki ama iyi hissedeceksen her şeye katlanırım. Seni hiçbir şeyden, hiç kimseden korkmana izin vermem. Sadece izin ver, tamam mı? Kendine izin ver. Bana izin ver. Artık ne yaşanacaksa beraber yaşayalım.”3
Bütün bu sözleri söylerken sesi o kadar yumuşak, o kadar içtendi ki gözlerimde biriken yaşları artık tutamazdım. Kollarımı boynuna doladım ve yüzümü omzuna yasladım. İlk başta kendimi tutmaya çalışsam da Mahir’in güçlü kolları beni sıkıca sardığında içimdeki her şey çözülmeye başladı. Hıçkırıklarım boğazımdan yükseldi, bir türlü susturamıyordum. Mahir’in göğsüne yaslanmış, hıçkırarak ağlıyordum.
Mahir’in kollarında sarsıla sarsıla ağlarken, göğsünden gelen düzenli kalp atışlarını duyabiliyordum. Gözyaşlarım göğsüne dökülüyor, nefesim hıçkırıklarla kesiliyordu. Ama o, en ufak bir rahatsızlık göstermeden beni sıkıca sarmaya devam etti. Ellerini sırtımda gezdirirken, her hareketi daha derin bir güven veriyordu.
“Mahir…” dedim, geri çekilirken kısık bir sesle.
Gözlerim dolup taşarken, omuzlarım bir kez daha sarsıldı. Mahir’in elleri yüzüme kaydı, parmaklarıyla yanaklarımı okşadı. “Beni böyle görmeni istemiyorum. ” dedim, fısıldar gibi. “Bu kadar zayıf, bu kadar çaresiz…” 1
“Leylam…” diye fısıldadı, sesi titrek çıkmıştı. “ Ben senin ne kadar güçlü olduğunu biliyorum. Ama güçlü olmak demek her şeyi tek başına yüklenmek, buna gücünün yetmesi demek değil. Sana bunu kim söylediyse, kim hissettirdiyse, yalan. Bundan sonra ben varım. Hiç bir şeyi yalnız başına yüklenmek zorunda değilsin. ”1
Bu sözleri duyduğumda hıçkırıklarım biraz sakinleşti, ama gözyaşlarım durmuyordu. Kendimi biraz geri çektim, ona baktım. Gözlerim hâlâ dolu doluydu, ama Mahir’in gözlerindeki o derin şefkat beni yerle bir ediyordu. Parmaklarımı titreyen bir hareketle yanağına koydum. Yüzüme bakarken kaşları hafifçe çatılmış, dudakları sıkılmıştı. Sanki benim her gözyaşım, ona bıçak gibi batıyormuş gibiydi.
“Beni nasıl böyle hissedebiliyorsun? Ben… kendimi bile anlamıyorum bazen. Şuan her şey bitti biz dönüyoruz ama içinde bulunduğum bu saçma ruh halini anlamalandıramıyorum. Sadece sen olduğunda iniyor tüm gardım. Sanki küçücük bir çocuk oluyorum. Sığınmak istiyorum senin kollarına."
Mahir yeniden kolları ile beni sıkıca sararken başımı göğsüne koydum.
" O zaman sığın Leylam. Bu kollar sen ne zaman istersen seni koruyup sarmalar. Yeter ki sen iste. " Alnıma bir öpücük kondurup devam etti.
"Seninle olmak beni de bambaşka bir adam yapıyor. Ama ben senden gelen her şeye razıyım. Sen yeter ki yanımda ol dünyanın en güçsüz adamı olabilirim." geri çekilip yüzüme gülen gözlerle bakarken yüzümü başparmakaları ile sildi.
"Şimdi benim güzel sevgilim artık bu güzel gözlerinden yaş akmayacak. Tamam mı? "diye sevecen bir sesle sorduğunda başımı salladım gülümseyerek. Diz çöktüğü yerde kalkıp yanımdaki koltuğa oturduğunda kolları ile beni göğsüne çekti.
"Gel bakalım aslanının göğsüne. Uçaktan inene kadar dinlendireceğim seni." dediğinde elimi göğsünün üstüne bırakırken gözlerimi kapattım. 1
"Seni çok seviyorum." fısıldadığımda Mahir, dudaklarını alnıma hafifçe bastırdı. O öpücük, kelimelerin anlatamayacağı bir sevgi taşıyordu. “Ben de seni çok seviyorum, Leylam. Dinlen şimdi. "1
Göğsüne yasladığım başımla, sanki dünyanın bütün ağırlığı omuzlarımdan çekilip alınmıştı. Kalbimin huzurla dolup taştığını hissediyor, gözlerimi kapattığımda kendimi sonsuz bir dinginliğin kollarında buluyordum. Artık onun güvenli limanındaydım. Fırtınalardan kaçıp sığındığım, her şeyin anlam kazandığı yerdeydim. O an yalnızca Leyla değildim, Mahir’in Leyla’sıydım. Bu gerçek, içimde tarifsiz bir sıcaklık yayıyor, yüklerimi hafifletiyor, beni adeta kanatlandırıyordu. Ve ben biliyordum ki artık hayat, onunla birlikte hiç olmadığı kadar kolay ve anlamlı olacaktı.
Kıbrıs’tan döneli dört gün olmuştu. Başarılı geçen operasyonun sonunda Cem’i yakalamış, onunla birlikte birçok önemli delili de ele geçirmiştik. Mahir, bundan sonraki süreçte kesinlikle ortalarda görünmememi istemişti. Bunu öyle net bir dille söylemişti ki itiraz etmeye yeltenmedim bile.
Cem’in durumu ise şükür ki iyiydi. Parmaklarındaki ve kollarındaki kırıklara, geçirdiği kafa travmasına rağmen toparlanmaya başlamıştı. Mahir, Cem’in bu hale gelmesiyle ilgili tüm sorumluluğu üzerine almış ve dün savunmasını da vermişti. O kadar dik duruyordu ki, onu izlerken içimde tarifsiz bir gurur kabarıyordu.1
Aynada kendime bakarken saçlarımı aceleyle toparladım. Yüzümde belli belirsiz bir tebessüm vardı. Antreye geçtiğimde montumu alırken mutfaktaki anneme seslendim:
“Anne, ben yürüyüşe çıkıyorum!”
Mutfakta harıl harıl çalışıyordu. Akşam Mahir bize yemeğe gelecekti, annem de iki gündür mutfaktan çıkmıyordu. Sanki bir ziyafet sofrası değil, düğün hazırlığı yapıyordu. Bugün bizi azad etmişti ama kendisi hâlâ damadına hazırlık yapmaktan vazgeçmiyordu. Üzerindeki önlükle mutfaktan çıktı, elleri havada,
“Çok geç kalma emi yavrum? Gelirken fırına uğrayıp sıcak ekmek alıver.” dediğinde başımla hafif bir selam çaktım. Sanki komutanımdan emir almış bir asker gibiydim.1
“Tamamdır efendim. Başka bir şey olursa lütfen arayın. ” dedim, gülümseyerek.
“Hadi hadi, oyalama beni. Çabuk git, çabuk gel!” dedi. Spor ayakkabılarımı elime alıp hızla dışarı çıktım.
“Kolay gelsin anacım, hemen dönerim!” diye seslenerek kapıyı kapattım. Ardından derin bir nefes bırakıp kendi kendime mırıldandım.
“Bu ne damat sevgisi arkadaş?”1
Merdivenlerden hızlıca inerken kulaklıklarımı takarken gülümsemeye başladım.
“Damat da damat hani…” dedim iç çekerek. Daha bir saat önce konuşmuştuk Mahir’le, ama şimdiden onu özlemiştim. Neyse ki akşam birlikte olacaktık. Bu düşünceyle içimde bir coşku yükseldi. Adımlarımı hızlandırarak sahile doğru yürümeye başladım.
Sahile vardığımda, yıllardır dinlemediğim bir şarkı kulaklarımda yankılanıyor, kalbimde kelebekler uçuşuyordu. Dünya o an bana güzelliklerle dolu bir yer gibi geliyordu. Telefonumun çalmasıyla elimi cebime attım. Ekranda beliren ismi görünce yüzümdeki gülümseme daha da genişledi.
“Sevgilim!” dedim telefonu açarken. Sesimdeki sevinci saklamaya çalışmıyordum, çünkü saklamak istemiyordum.
“Yürüyüşe çıktım. Demiştim ya sahile ineceğim diye. Senin işlerin bitti mi?”
“Yani… Tam bitmiş sayılmaz. Önemli bir görüşmem var. Sonra geleceğim sana.” dedi.
“Hımm… Sabırsızlıkla bekliyorum. Hemen gel. Çok özledim seni. ” dedim, çevreme bakınarak. Son cümlemi söylerken elimle ağzımı kapatmaya çalıştım ama nafileydi. Sevincim her halimden belli oluyordu.
“Ben de seni çok özledim, gülüm.” Derin bir nefes aldı ve devam etti.
“Sen devam et, ben işlerimi halleder halletmez yanına geleceğim.”
“Tamam birtanem, kolay gelsin. Akşam görüşürüz. ” dedim gülümseyerek.
“Görüşürüz güzelim. ” dedi ve kapattı telefonu.
Sahildeki koşu yolunda birkaç tur attım. Nefes nefese kalmıştım ama mutluluğum her şeyin önündeydi. Gözlerim hep oturduğum eski banka takıldı. Orayı gördüğümde adımlarımı hızlandırdım. Bugünkü bitiş noktam orası olacaktı. Kalbim heyecanla çarparken denize bakarak eski günlerdeki gibi müzik dinlemek istiyordum.
Eskiden hep mutsuz hissettiğimde oturduğum o banka, belki de ilk kez mutluluğumla gidiyordum. Ama bankın üzerine yaklaştığımda gördüğüm kitapla donakaldım. Adımlarım yavaşlarken kaşlarım çatıldı. Tıkanan nefesimi kontrol etmeye çalışarak banka iyice yaklaştım.
Kitabı elime aldım ve hızla etrafı taradım, gözlerim heyecanla bir iz, bir ipucu arar gibi geziniyordu. Fakat kimse yoktu. Elimde kitapla bulunduğum yerde bir kez döndüm, etrafımı saran bu tanıdık ama bir o kadar da unutulmuş hissi anlamlandırmaya çalışarak…
Yıllar önce bir alışkanlık olan bu durum, şimdi yeniden hayatıma sızmış gibiydi. Kalbimde hem özlem, hem şaşkınlık, hem de tanıdık bir korku vardı. Gözlerim, elimde tuttuğum kitabın kapağına düştü. Parmaklarım yavaşça yazıların üzerinden geçerken titreyen dudaklarımdan bir fısıltı döküldü.
“Senden Önce Ben…”1
O an içimde tuhaf bir kıpırtı başladı. Tıpkı eskiden olduğu gibi, kapağı çevirdiğimde içinde bir not bulacağımı hissettim. Heyecanla yanıp tutuşan ellerim, kitabın kapağını usulca araladı. Ve işte, ilk sayfada yazılı o kelimeler…
‘Senden önce ben hatırlamak istemediğim kadar yalnızdım, eksiktim ve sensizdim.
Şimdi ise senden sonra ben olmak istemiyorum. Çünkü sen olmadan ben, yine eksik bir hikâyeyim. Hayatımı sonsuza kadar seninle tamamlamak, kendi hikayemizi yazmak istiyorum.3
Benimle hikayemizi yazmaya var mısın?’1
Gözlerim yazının üzerinde gezindikçe düşüncelerim darmadağın olmuştu. Kalbim hızla atıyor, bu anı gerçek bir rüya gibi algılamaya çalışıyordum.
Bu neydi? Neyin, kimin hikayesiydi? Bunu kim yazmıştı? Duygularım, zihnim ve bedenim aynı anda çarpışıyordu. Kitaba bakmaya devam ederken, içimde anlamlandıramadığım bir dalga kabarıyordu. Ne yapacağımı, ne düşüneceğimi bilemeden, sadece öylece durup bu satırların büyüsüne kapılmışken yanımda hissettiğim karartı ile bakışlarımı hızla kitaptan kaldırdım ve o an nefesim kesildi.
Karşımda Mahir duruyordu.1
Gözlerim, kalbimdeki telaşı ele verircesine büyümüş, nefesim sıklaşmıştı. Mahir, bir adım bana doğru yaklaştığında ne diyeceğimi bilemeden öylece ona bakakaldım. Yüzündeki o derin, anlamlı gülümsemeyi gördüğümde kalbimin çarpıntısı daha da hızlandı. Sessizlik içinde sadece birbirimize bakıyorduk.
Mahir’in gözleri, elimde tuttuğum kitaba kaydı. Hafifçe başını yana eğip dudaklarında belli belirsiz bir tebessümle konuştu.
“Sanırım hikayenin devamı artık bende…”5
Veee kestiiik🤓🤓5
Muhteşem bir bölümün daha sonuna geldik 🫡2
Bölüm nasıldı? Üç beş de olsa yorum yapın daa🥹İnsan bekliyor. 🥲1
Baştan beri hep böyle bir teklif düşünüyordum. Hikayenin bir yerinde bu banka kitap bırakma mevzusu geçmişti bir iki kişi o kısma bırakan kesin Mahir yazmıştı. 5
Gelecek bölüm o zamanlara gideceğiz🥰1
Beklemede kalın. Geç olsa da uzun bölümle ile geliyorum 🤗1
Hepinizi öpüyore 😚 2
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
27.08k Okunma |
4.71k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |