Selam çiçeklerim 🤗 🤗
Eveet şimdi sizleri zaman makinesine atlatıp geçmişe götürüyorum yine🤓
Kız var mı benim gibi yazar valla bir oradasınız bir burda 😜
Malumunuz Mahirci beyciğim çok güzel bir teklif de bulundu. Dedim hayırlamayanlar için hem de isteyenler için o günlere bir gidelim. Bizim çocuğumuz nasıl girmiş o yangınlara az okuyalım 🥲
Duygu yoğunluğu çok fazla hissedeceğiniz bir bölüm oldu. Medyadaki şarkımız son sahne için 🥹
Çocuklarımın ilk karşılaşmaları sizlerle....
Çokça yıldızı ve yorumu hakkediyorlar bence🥹
Yapın şovunuzu😎
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
12 yıl önce
Kasım ayı İstanbul’da, insanın iliklerine kadar işleyen keskin bir soğukla geçiyordu. Mahir, yaklaşık iki aydır her sabah yaptığı gibi sokağın başındaki küçük çay ocağında kahvaltısını yaparken sıcak çayını bir dikişte içip bardağı masaya bırakıp derin bir nefes aldı. Kolundaki saatine aceleci bir şekilde baktığında geciktiğini fark edince hafif bir homurtuyla ayağa kalktı. Cebinden birkaç bozukluk çıkarıp, tezgâhın arkasında duran İsmail abiye uzattığında,
“Geç kaldın galiba?” diye sordu İsmail abi, gözlüklerinin üzerinden bakarak. Buraya geldiğinde ilk tanıştığı kişiydi kendisi. Mahallede ne olmuş ne bitmiş her şeyden haberi olan tam da Mahir'in istediği gibi kendi halinde bir adamcağızdı.
Mahir kendisini yarı zamanlı bir işte çalışan aynı zamanda üniversite öğrencisi olarak tanıttığında çok yardımcı olmuş mahallede kendisine küçük bir ev bile ayarlamıştı. Her sabah da buraya gelir kahvaltısını yapar olumsuz bir durum var mı yok mu ağzını yoklardı.
İsmail amcanın sözlerine Mahir hafifçe başını salladı, kısa ve net bir sesle cevap verdi.
“Aynen abi, işe geç kaldım. Hadi kolay gelsin.” dedi muhabbeti uzatmadan kendini soğuk sokaklara attı. Sıcak çay ocağından çıktığında yüzüne çarpan soğuk ayaz ile bir an ürperse de adımlarını hızlandırdı. Kolundaki saatine yeniden baktığında sinirli bir nefes çıktı dudaklarından.
“İnşallah evden daha çıkmamışsındır, minik ceylan.” Diye mırıldandı.
Kendince ona böyle sesleniyordu. Onun narin ve ince yapısını izlerken, bu lakap belirmişti zihninde. Çok da yakışmıştı.
Mahir için Leyla tıpkı bir ceylan gibi hem korunmaya muhtaç bir naiflikte hem de başına buyruk özgür bir ruhtu. Bazen masum, bazen ürkek bakışları ile insanın kalbini sızlatırken bazen de öyle can yakıcı bakışları vardı ki insanı dumura uğratır cinstendi.
Kasım ayının ayazı Mahir’in yüzünü keskin bir bıçak gibi yakarken, köşe başında gördüğü Leyla’nın salınarak yürüyen ince silueti, onun dikkatini bir anlığına tüm soğuktan kopardı.
Gözleri, Leyla’nın omuzlarına dökülen uzun dalgalı saçlarında takılı kaldı. Saçları, sokağı aydınlatan cılız güneş ışığının altında altın gibi parlıyordu. Uzun boyuyla adeta sokağı dolduran bir zarafet yayıyordu etrafa. Mahir, çoktandır kendini, içindeki görev bilinci ile giderek büyüyen duyguları arasında sıkışmış hissediyor sık sık kendine telkinde bulunuyordu.
Ama nafile bir çabaydı yaptığı. İnsan kalbinin atışına nasıl engel olamıyorsa kalp atışının hızlanmasına da engel olamıyordu.
“Ne yapıyorsun Mahir? Görevdesin. ” diye içinden geçirdi yine bilmem kaçıncı kez. Ama kalbi, mantığının söylediklerini hiç duymamış gibi hızlıca atmaya devam ediyordu. Bir an için kaşlarını çatarak derin bir nefes aldı. Cebinden sigarasını çıkardı, parmakları titreyerek bir tanesini ağzına götürdü, ancak yakmadan tekrar yerine koydu.
Leyla’nın mavi gözleri, her adımda çevresini inceleyen o dikkatli bakışlarıyla parlıyordu. Mahir onu izlerken,gözlerinden içinde ne denli yangınların olduğunu görebiliyordu. 16 yaşında bir genç kız gibi davranmaya çalışsa da, omuzlarındaki yükü gizleyemiyordu en azından Mahir'den. Onun bu masum ama bir o kadar da ağır adımlarını izlerken, içinde garip bir his yükseldi. Hem onu koruma arzusu hem de ne kadar güçlü olduğunu bilmenin verdiği hayranlık.
Leyla ve ailesi, bu mahalleye iki ay önce taşınmıştı. Tabii, her şey göründüğü kadar basit değil. Yıllardır yaşadıkları babalarından onlara kalan evleri kimliği hâlâ belirsiz birileri tarafından yerle bir edilmiş sonrasında ise yakılıp kül edilmişti. Öyle bir yangındı ki eğer o sırada içeride olsalardı sağ çıkmaları mümkün değildi.
Bu korkunç saldırıyı öğrenir öğrenmez onları bu mahalleye yerleştirmişti Kürşat abisi. Ancak sadece bir ev bulmak yetmezdi. Onların her adımı, her nefesi güvence altına alınmalıydı. Bu yüzden Mahir ve bir ekip buradaydı. O her an Leyla’yı izlerken evi de bir ekip tarafından izleniyordu.
Leyla Mahir'in farkında olmasa da ne denli bir tehlike altında olduklarının pek tabi farkındaydı. Her sabah o mavi gözlerin çevresini taradığını, kendince tehlike sezip sezmediğini anlamaya çalıştığını görüyordu Mahir.
O narin, ince yapısının altında öyle güçlü bir ruhu vardı ki... Ama yine de, ne kadar güçlü görünse de onun yaşında birinin böyle bir yükü taşıması çok zordu. Şu bir kaç haftadır da daha bir içine kapanmış sık sık sahile gidip saatlerce orada müzik dinleyerek oturuyordu.
Leyla, köşeye sinip bir an saçlarını düzelttiğinde genç adam bakışlarını başka yöne çevirmeye çalışsa da yapamadı. Rüzgârda uçuşan o uzun dalgalı saçları ve paltosunun arkasında bıraktığı o zarif silueti izlerken yine kendini çekemedi.
Leyla bir an başını yana çevirip hafifçe gülümsedi. Mahir’in kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarptı. “Gördü mü? Hayır, mümkün değil.” diye düşündü. Bu gülümseme, tanımadığı birine ya da aklındaki bir düşünceye verilmiş sıradan bir tepki olmalıydı. Ancak bu kısa an bile Mahir’in zihnini karıştırmaya yetmişti. Bir süre daha Leyla’yı izlerken, çantasını hafifçe düzeltişini, omzuna düşen saçlarını zarif bir hareketle geriye atışını... Karşısındaki manzara insanın içindeki nefesini tekletecek kadar güzeldi.
Mahir, Leyla’nın ince paltosuna ve incecik haline bakarken kaşlarını çattı.
"Ah be ceylan! Hiç mi üşümüyorsun böyle?" diye mırıldanırken Leyla’nın her adımında salınan zarif bedenine gözleri adeta mıknatıs gibi yapışmıştı. Gözlerini kaçırmak istese de çok da başarılı olamıyordu.
Leyla köşe başına vardığında bir an durdu. Adımlarının yavaşlamasıyla başını hafifçe yana eğip arkasına dönüp baktı. Mahir sanki onunla hiç ilgilenmiyor gibi sağındaki sokağa doğru dödü.
"Acaba hissetti mi?" diye düşünürken girdiği sokağın köşe başındaki duvara sinip önce etrafını sonrasında ise ilerisindeki Leyla'ya düştü bakışları. Leyla’nın bir duvarın köşesine sinip eteğini düzeltmeye başladığını görmesi ile kaşları çatıp dikkatli bir şekilde Leyla’nın ne yaptığını anlamaya çalışıyordu.
Eteğinin her bir katlamasında boyu biraz daha kısalan kumaş Mahir’in istemsizce gözlerini seğirmesine neden oldu. Kaşlarını çatıp başını hafifçe iki yana sallayıp içindeki rahatsız edici bu duygudan kurtulmaya çalışsa da hissettiği şey tüm vücudunu ele geçiyor gibiydi.
Kendine hâkim olmaya çalışarak bir elini boğazına götürüp daha az önce soğuktan sıkıca sarıldığı montunun yakasını açtı iyice.
Sabahın ayazını artık hissetmez olmuştu.
Leyla’nın çantasından çıkardığı küçük aynayı ve ruju gördüğünde ise bir an için donup kaldı. Aynadaki yansımasını kontrol eden Leyla, dudaklarına hafif bir renk verirken rujuyla öylesine meşguldü ki Mahir’in varlığından tamamen habersizdi.
Dudaklarına ruj sürerken gözleri aynada kendisini inceliyor, ara sıra tatlı bir şekilde dudaklarını büzüp kendine bakıyordu. Bu masum hareketler, Mahir’in içindeki o tuhaf hissi körükledikçe körüklüyordu.
Kendi kendine sert bir şekilde yineledi telkinini bilmem kaçıncı kez.
"Görevdesin Mahir! Görevdesin!" Ama bu görev, Leyla’nın her hareketini izlerken içine dolan karmaşık duyguları bastırmasını daha da zorlaştırıyordu.
Leyla, ruju çantasına koyup çıktığı deodorantı da üzerine başına boca ettikten sonra saçlarını düzeltip yoluna devam etti arkasında içinde çetin savaşlar veren adamın hiç farkında olmadan.
********
Mahir, okulun karşısındaki kafede oturmuş Leyla’nın çıkışını beklerken etrafı dikkatlice izliyordu. Çevredeki her hareket, her detay onun için bir uyarı gibiydi. Ama çalan telefonu ile bir an irkilip düşüncelerinden sıyrıldı.
Derin bir nefes alıp cebine elini atarak telefonu çıkardı. Arayan Kürşat abisiydi.
“Efendim abi?” dedi, sesi her zamanki gibi kısa ve netti.
“Bir sıkıntı var mı, Mahir?” diye sordu Kürşat.
Mahir, refleks olarak çevresine bakınmaya başladı, sanki bir tehdit gözünden kaçmış olabilirmiş gibi. Kaşları çatılmış, dudakları sıkılıydı.
“Yok abi. Şu an okulun karşısındayım. Evin oradaki ekipten haberim yok ama. Siz ne yaptınız, sinyal alabildiniz mi adamların telefonlarından?” diye sordu. Konuşurken gözleri hâlâ çevredeydi, her hareketi tarıyordu.
Kürşat’ın birkaç saniye sessiz kalması Mahir’i tedirgin etti. Sonunda cevap geldi.
“Henüz değil. Cabir’i aldık. Ondan bir şeyler çıkacak diye umuyorum. Sen yine de gözünü dört aç.”
Tam bu sırada Mahir’in gözü, okulun kapısından çıkan Leyla’ya takıldı. Daha çıkış saatine çok vardı ama Leyla’nın erken çıkması onu anında alarma geçirdi. Telefonu sıkıca kavrarken,
“Abi, seni sonra arayacağım. ” dedi hızlıca ve telefonu kapatarak yerinden hızla doğruldu. Cebindeki parayı çay bardağının yanına bırakırken gözlerini Leyla’dan ayırmıyordu. Kafenin kapısına doğru büyük adımlarla ilerlerken kafasında sorular dönüyordu.
"Nereye acaba minik ceylan?" diye sinirle mırıldandı.
Leyla, elinde telefonuyla caddede yürüyordu. Bir yandan etrafına kısa bakışlar atıyor, bir yandan da telefon ekranına odaklanıyordu. Mahir, biraz mesafeli durup onu izlerken kaşlarını çatmaya devam etti. Leyla’nın aceleci adımları bir an önce bir yere varmak ister gibiydi.
Caddeden sapıp daha tenha bir sokağa girdiğinde Leyla, Mahir de adımlarını hızlandırdı. Gözleri her hareketi yakalamaya çalışıyor, ama Leyla’nın ne yapmaya çalıştığını çözemiyordu. İlk defa böyle bir şey yapmıştı.
“Bir şey mi oldu acaba?” diye mırıldandı kendi kendine, sesinde hafif bir öfke ve tedirginlik vardı.
Tam o sırada, bir motosikletin sesi yankılandı sokakta. Mahir'in hemen yanında hızla geçen motor Leyla’nın yanında durduğunda ise eli belindeki silahına gitti. Ama düşündüğü gibi bir tehlike değildi karşısındaki manzara.
Leyla’nın yüzündeki ifade ile adeta olduğu yerde çivilendi. Leyla, motorun üzerindeki çocuğa gülümseyerek bir şeyler söylüyordu. Çocuğun kaskı olduğundan yüzünü göremese de aynı yaşlarda olduğu belliydi. Her geçen saniye Leyla'nın gülüşleri daha bir büyüdü yüzünde.
Mahir dişlerini sıkarken ellerini sıkıca yumruk yaptı. Leyla’nın bu kadar samimi bir şekilde başka biriyle konuştuğunu görmek, Mahir’in göğsünde garip bir ağırlığın peydah olmasına sebep olmuştu. Nabzı kulaklarında atarken yüzü ateş gibi yanıyordu.
Leyla, çocuğun uzattığı kaskı takıp motosiklete binerek çocuğun arkasına yerleştiğinde Mahir’in bütün dikkatini o sahneye odakladı. Leyla’nın elleri çocuğun gövdesine sıkıca sarılırken, Mahir’in kanı damarlarında kaynıyordu.
O an konumunu ilerisini gerisini düşünmeden var gücü ile bağırdı bir yandan da koşarken.
“Laaan! Durdur motoru!” diye bağırdı, sesi sokakta yankılandı. Ama motosikletin gürültüsü, onun sesini bastırmıştı. Mahir’in nefesi hızlanmış, adımları daha da hızlanmıştı. Ancak motosiklet, onun hızına yetişemeyeceği bir şekilde uzaklaştı. O an aldığı plaka ile gözden kaybolan motorun ardından çaresizce bakarken, yumruklarını sıktı. Nefesi düzensizdi, içindeki öfke giderek büyüyordu. Elleri saçlarından arasından geçerken sinirle bağırdı.
"Bu kız beni deli edecek. "
Motorun gözden kaybolduğu yöne bakarken sinirden dudaklarını ısırıyordu. Nefesi düzensiz, kafasında bin bir düşünce dönüyordu. Telefonunu hızla cebinden çıkarıp Tuna’yı aradı.
"Tuna bilgisini atacağım motorun nereye gittiğini öğrenmem lazım."
Hattın diğer ucunda Tuna’nın her zamanki rahat sesi duyuldu.
"Sana da merhaba kardeşim.”
Tuna'nın lafı ise zaten dolup taşan öfkesini patlatmak için yeterliydi. Mahir, yumruğunu sıkarak neredeyse kükredi.
“Siktirme merhabanı! Lan kız gitti! Bindi bir adamın motoruna, gitti! Çabuk dediğimi yap.”
Tuna’nın sesi, bu tepki karşısında ciddileşti.
“Ne diyorsun? At sen plakayı bakıcam ben.” dedi.
Mahir hiçbir şey demeden telefonu kapatıp sinirden titreyen elleriyle plaka bilgisini mesaj olarak attı. Parmaklarını sıkıp gevşetti, derin bir nefes almaya çalıştı ama öfkesi dinmek bilmiyordu.
O sırada gözleri, birkaç metre ileride bir dükkanın önünde duran bir motoru fark etti. Bakışları motorun detaylarını hızlıca tararken kaşlarını çatarak sert adımlarla dükkana doğru yürüdü.
Dükkanın kapısını sertçe açıp içeri girdiğinde üç genç içeriye giren heybetli ve sert bakışlı genç adama dönüp baktı. Gözleri bir anlığına gençlerin yüzünde gezindi, ardından direkt konuya girdi.
“Selamun aleyküm, gençler. Bu kapıdaki motor kimin?”
Gençlerden sarışın olan, karşısındaki adamın sert bakışlarından tedirgin bir şekilde bakarak hafifçe elini kaldırdı.
“B-benim abi. Bir şey mi oldu?”
Mahir, gözlerini çocuktan ayırmadan net ve keskin bir sesle konuştu.
“Acil almam lazım. Ama geri getireceğim.”
Çocuk, bu beklenmedik talep karşısında kaşlarını çattı.
“Ama abi… Olmaz yani. Tanımıyorum seni, motoru nasıl vereyim?” dedi, sesi tedirgin olsa da dikti.
Mahir, sabrını kaybetmemek için derin bir nefes aldı, ardından tahammülsüz bir şekilde başını sağa sola çevirdi. Yavaşça montunun cebinden devlet kimliğini çıkarıp gösterdi. Gençlerin gözleri, kimlikteki bilgilerden sonra Mahir’in belindeki silaha kaydı.
“Görevdeyim. Ve acil yola koyulmam lazım. Bilmem anlatabildim mi?” dedi, sesi daha da sertleşmişti. Otoriter duruşu gençlerin herhangi bir itirazını bastırmaya yetmişti. Ritmik bir şekilde başlarını sallayıp onayladılar.
“Anahtar?” diye sordu Mahir, sabırsız bir tonda. Bu sırada cebindeki telefon çaldı, arayan Tuna’ydı. Telefona bakışlarını hızla çevirip açtı.
“Üsküdar sahil yoluna giriyorlar. ” dedi Tuna.
“Tamam, çıkıyorum ben de. ” dedi Mahir ve telefonu kapattı. Bakışları tekrar gençlere döndü. Sarışın çocuk, tedirgin bir şekilde elini cebine attı ve titreyen eliyle motorun anahtarını uzattı.
“Abi, bu motoru daha yeni aldı babam. Taksidi bitmedi. Bir şey olmaz değil mi?” dedi, sesi endişeliydi.
Mahir, elini çocuğun omzuna koyup iki kez hafifçe pat patladı. “Söz, geri getireceğim. Hiçbir şey olmayacak. ” dedi, ama yüzündeki ciddiyet hâlâ dağılmamıştı. Anahtarı aldığı gibi hızla dükkandan çıktı.
Motorun yanına geldiğinde, bir an durup kaskı başına geçirdi. Gözleri hâlâ öfkeyle parlıyordu, çenesini sıkarak motoru çalıştırdı. Egzozdan çıkan ses, sokağı doldururken Mahir, motoru hızla hareket ettirip Üsküdar sahil yoluna doğru sürdü.
Mahir, motorun giderek hızlanan gürültüsüyle birlikte Üsküdar sahil yoluna doğru hızla ilerlerken gözleri yolun her iki yanını tarıyor, her köşeyi, her detayı kaydediyordu.
Bir yandan öfke, bir yandan korku… Çok görev geçmişi olmasa da ilk de değildi. Ama bu hissettiği ilk defa deneyimlediği bir şeydi. Bu, bir görevin ötesinde korumaya ant içtiği bir can, hem de kalbine dokunan bir ceylandı.
Üsküdar sahil yoluna vardığında önünde seyir halinde olan motoru gördüğünde dudağı tehlikeli bir şekilde kıvrıldı. Muhtemelen Leyla var diye kendisi kadar hız yapamamıştı puşt herif.
Salacak sahil yolundan Kadıköy tarafına doğru ilerlerken dik bakışları üzerlerinde şekilde hemen arkalarındaydı Mahir de.
Kadıköy'ün ara sokaklarında ilerlerken Mahir aralarındaki mesafeye dikkat ederek takibe devam etti. Kafelerin olduğu bir sokakta bir kafenin önünde durduklarında Mahir de az geri de motorunu uygun bir köşeye park ettiğinde soğuk bir nefes aldı.
Gözlerini Leyla ve motorlu çocuğun olduğu kafenin önünden ayırmıyordu. Genç adam, Leyla’ya bir şeyler anlatırken, Leyla başıyla onaylayıp gülümseyerek dikkatle dinliyordu. Mahir’in içi, bu manzara karşısında sıkışmıştı.
Öfkesini bastırmaya çalışır gibi derin bir nefes aldı. Kafenin girişinden uzak bir köşede beklerken gözleri sürekli etrafı tarıyordu. Kafeye giren çıkan tiplere bakılırsa da pek tekin bir mekan değildi.
Ağır adımlar ile ilerleyip kafeye girdiğinde kafenin içinden gelen hafif gürültü, kahkahalar ve yoğun sigara dumanı, ortamın ne kadar karanlık olduğunu bas bas bağırıyordu.
İki aydır izlediği kız bu tür yerler için hiç ama hiç uygun bir profilde değildi. Görüş açısına giren çifte üstün körü bir bakış atıp dişleri sıkılı bir şekilde onlara en uzak köşeye oturdu.
Etrafa bakınırken sık sık bakışları onların üzerine düşüyordu. Motorlu çocuk da buranın yerlisi gibi görünüyordu ki gelen giden sürekli masalarına uğrayıp laf atıyordu. Yanlarına gelen pek de tekin olmayan bir adamla ayağa kalkıp selamlaştığında adamın sözlerine karşılık attığı sesli kahkaha geldi kulağına.
"Tipini siktiğim." diye dişlerinin arasında mırıldandı.
Arkadaşını uğurladıktan sonra yerine tekrar oturmuş, kolunu masanın üzerine koyarak Leyla’ya iyice eğilmiş bir şekilde bir şeyler anlatmaya başladı. Leyla her ne dediyse genişçe gülümsediğinde Mahir'in kalbine inceden bir sızı girdi. Mahir, çenesini sıkarak elindeki telefonu sıkıca tuttu.
Aradan biraz zaman geçtiğinde motorlu çocuk ayağa kalktığında Leyla oturduğu yerde kalmış, çantasını karıştırıyordu. Genç adam elini telefonunun mikrofon kısmına kapatıp Leyla ya 'Geliyorum bekle.' dediğini Mahir dudaklarından okumuştu.
Genç çocuk bir yandan konuşarak kafenin dışına çıkarken Mahir Leyla'ya bir bakış atıp hızla yerinden kalktı. Leyla’nın kendisini fark etmeyeceğinden emin olunca gölge gibi harekete geçti.
Motorlu çocuk kafenin yanındaki dar sokağa girdiğinde elindeki telefonu cebine koydu. Mahir uzaktan sessiz adımlarla arkasından tam yaklaşcakken hemen yan taraftaki kapıdan çıkan adam ile kendini geriye çekti.
Kapıdan çıkan adam az önce kafede konuştuğu adamdı. İkilinin konuşmasına kulak kesilerek dikkatle dinlemeye başladı. Adam elimdeki siyah poşeti uzatırken,
“Al bakalım. Ama patron para peşin dedi. "
"Parayla geldim zaten. " diyerek elindeki parayı uzattı.
"Kız kim? Güzel parçaymış. Hiç. Görmedim buralarda. " dedi sırıtarak adam. Mahir’in kaşları mümkünmüş gibi daha da çatıldı.
"Sevgilim abi. O işlerde bezi yok." diye ters bir tonda cevap verdi adamın hemen karşısındaki genç çocuk.
Mahir, çocuğun ağzından çıkan "Sevgilim abi..." kelimelerini duyduğunda göğsünde bir ağırlık hissetti. Kalbinin derinliklerinde bir şey kırılmış gibiydi ama ne olduğunu tam olarak adlandıramıyordu.
O an içini saran duygu, öfke değildi sadece daha çok adını koyamadığı, tanıdık ama bir o kadar yabancı bir sızıydı. Yutkundu, ama boğazındaki düğüm buna izin vermedi.
Gözlerini çocuğun üzerinde gezdirdi, her bir kelimeyi sorgulamak istercesine... Ama bu sözlerin bir yalan ya da yanlış anlamadan ibaret olmasını umduğu için mi yoksa gerçekten Leyla'nın hayatında biri olup olmadığını öğrenmek istediği için mi böyle baktığını bilemiyordu. "Leyla... Böyle biriyle mi?" diye düşünürken hissettiği bu ağırlık, tamamen yabancıydı. Kendine bilmem kaçıncı kez hatırlattığı telkini yine yaptı.
"Benim işim onu korumak. Sadece bu."
Ama neden kalbi sıkışıyordu böyle?
Şuan ise Mahir’in zihninde yankılanan asıl soru, Leyla’nın kalbinde bu çocuğun gerçekten bir yeri olup olmadığıydı. Bu düşünce, nedense ona gereğinden fazla ağır gelmişti.
Gözlerini yere indirip bir an toparlanmaya çalıştı. Kendine kızdı, bu hisleri neden yaşadığını sorguladı. "Leyla... Sadece bir görev. Şahin abinin emaneti. " diye düşündü, ama şuan ki hislerle buna kendisi bile inanmıyordu.
Çünkü farkında bile olmadan, Leyla’ya duyduğu ilgiyi çoktan bir başka şeye dönüşmeye başlamıştı. Bunu kabul etmese de o an anladı ki Leyla'nın varlığı, onun için sadece bir koruma görevi olmaktan çıkıyordu.
"Neyse kızı çok da boş bırakma buralar pek de tekin değil. Hoş sen de iyi bir bok değilsin de... Yazık, kız nerden bilecek?" dedi kahkaha atarak çıktığı kapıdan içeri girerken.
Genç çocuk kendisini bırakıp çıkan adamın arkasından sinirli bir nefes verirken arkasını dönüp hızlı adımlar ile kafeye doğru ilerlemeye başladı. Tam Mahir'in yanından geçmişti ki Mahir, sokakta kimsenin olmadığından emin olduğunda hızlı bir hamleyle çocuğun arkasına geçip onu omzundan yakaladı ve sertçe duvara yapıştırdı. Çocuğun elindeki telefon yere düşerken genç çocuk,
"Kimsin lan sen?" diye sinirle söylenirken başını duvardan kaldırmaya çalışıyordu. Mahir, saçlarını bir eli ile kavrayarak yüzlerini hizalarken alçak ve tehditkâr bir sesle,
"Bana bak lan piç kurusu. Şimdi içeriye geçip Leyla ile her ne sikim ilişkin varsa onu bitiriyorsun." dediğinde acıdan yüzü buruşmuş bir şekilde kendisine bakan çocuk zorlanarak cevap verdi.
"T-tamam. Bırak beni. Yapacağım dediğini." dediğinde Mahir savurur gibi bıraktı.
"Bekle şimdi." diyerek cebindeki telefon ile Tuna'yı arayıp oldukları adrese kendilerine ait taksilerden birini göndermesini söylerken de hem karşısında yusuf yusuf eden çocuğa hem de çevreye dikkatle bakıyordu. Telefonu kapattıktan sonra belindeki silahı çıkarıp karşısındaki çocuğun çenesine dayarken,
"Bana bak şimdi içeriye gireceksin. Kafenin girişine taksi geldiğinde Leyla'yı dışarıya kafenin önüne çıkaracaksın. Ters bir şeyini görürsem bu mermi beynini deler. İçerisi adamlarım ile dolu. Anladın mı?" dediğinde karşısındaki çocuk titreyerek başını salladı hızlı hızlı.
“A-abi yanlış anladın, vallahi bir şey yapmadım. Arkadaş sadece, başka bir şey yok. Vallahi! Hemen çıkaracağım. ” dedi.
Mahir, çocuğun yakasını biraz daha sıkarak soğuk bir şekilde devam etti.
“Bir daha seni Leyla'nın yanın da yöresinde görmeyeceğim. Sikerim belanı, bunu da anladın mı? "
Genç çocuk korkuyla başını hızlı hızlı salladı yeniden.
“T-tamam abi anladım vallahi billahi anladım. Bir daha ne arar ne sorar ne karşısına çıkarım."
Mahir, çocuğu serbest bırakıp geri çekildi. Gözleri hâlâ tetikteydi. “Şimdi kafenin içine dön ve hiçbir şey olmamış gibi davran. Bir daha da onunla görüşmek istemediğini söyle anladın mı?"
Mahir, genç çocuğun korkuyla titreyen yüzüne son bir kez daha baktı. Çocuk kekeleyerek,
“T-tamam abi, dediğin gibi yapacağım. ” diye fısıldarken Mahir’in gözlerindeki bakışlar tehditkâr bir şekilde sertti. “Hadi şimdi siktir ol git. ” diye emretti soğuk bir sesle.
Çocuğu bıraktı, ama bakışlarını hâlâ onun üzerinden ayırmamıştı. Genç çocuk, ayakları birbirine dolanarak kafenin kapısına yöneldi. Mahir, cebinden bir sigara çıkarıp yaktı ve derin bir nefes alırken gözlerini çocuğun hareketlerinden ayırmıyordu.
Mahir, gözleri Leyla ile çocuğun üzerindeyken telefonu çaldı arayan Tuna'ydı.
"Taksi kafenin bulunduğu sokağın başında." dediğinde Mahir'in bakışları sokağın başına döndü.
“Tamam. Kürşat abiye durumu anlat. Buraya bir ekip göndersin. Mal satışı Vr. ” diyerek telefonu kapatıp taksiye doğru yürüdü. Şoför tarafına geçip kendisine bakan genç delikanlıya,
"Selamun aleykum arkadaşım." dediğinde şoför başını salladı usulca.
"Aleykum selam. Taksiyi sen çağırdın galiba." dediğinde Mahir de az ilerideki kafenin girişine hızlı bir bakış atıp,
"Aynen kardeşim ama ben süreceğim. Motor kullanmayı bilir misin? Yoksa aldırayım seni." dediğinde karşısındaki adam bir anlık şaşırsa da merkezden gönderdikleri için çok da ses etmedi. Başını sallayıp
"Bilirim, ben motoru alacağım galiba. " dediğinde Mahir tekrar kafenin girişine bir bakış attı.
"Aynen sana söylediğim adrese geç. Sahibi orada olacak. Bıraktığın dükkanın az ilerisinde bir kafe var lisenin tam karşısında orada bekle beni." dediğinde adam başını salladı.
Mahir şoföre tam olarak nerede beklemesi gerektiğini ayrıntılı bir şekilde yeniden anlatıp motorun anahtarını teslim etti. Kendi de taksinin şoför koltuğuna geçerek kafenin önüne sürdü ve park etti.
Leyla ile çocuğun oturduğu kısmı net bir şekilde görüyordu bu noktadan. Genç çocuk, Leyla’nın karşısına oturmuş, kaşları çatık bir şekilde sessizce masayı izliyordu. Mahir, onları uzaktan dikkatle izlerken dişlerini sıktı.
Çocuk, az önce duvarda verdiği talimatları hatırlıyor olmalıydı ki Leyla’yla fazla konuşmaya cesaret edemiyordu. Leyla ise bir şeylerin yolunda gitmediğini sezmiş anlamaya çalışır gibi bakışlarını karşısındaki çocuğa dikmişti.
Genç çocuk ile Mahir'in bakışları kesiştiğinde çocuk panikle yerinden kalktı. Kendine anlamaz bakışlar ile bakan Leyla'ya bir şeyler dedi ve birlikte kafeden dışarı çıkarak hemen taksinin yanında durdular.
Çocuk direksiyondaki Mahir'i ile yeniden göz göze geldiğinde tedirgin bir şekilde gözlerini kaçırarak bakışlarını yere indirdi.
“Leyla, bunu daha önce söylemediğim için özür dilerim, ama... bir daha görüşmememiz lazım. ” dedi kısık bir sesle.
Leyla’nın şaşkın bir şekilde,
“Ne? Ne demek bu? Bunca zamandan sonra ilk defa dışarıya çıkıyoruz ve sen... Ne demeye beni buraya getirdin o zaman?” dedi, titreyen bir sesle.
Mahir direksiyonun başında, bu sahneyi izlerken göğsünde bir sıkışma hissetti. Başını çevirdiğinde Leyla’nın yüzündeki hayal kırıklığı ve gözyaşlarını görmesi ile göğsü acı ile kasıldı.
Derin bir nefes alarak içindeki acıyı bastırmaya çalışarak direksiyonu sıkıca kavradı. Ne kadar acı verse de gözünü bir saniye bile karşısındaki manzaradan çekemiyordu.
Genç adam Leyla’ya üzgün gözlerle bakarken bakışlarını kaçırdı.
"Bin bu taksiye ve git Leyla. Ben sana göre değilim. Arama beni. " dediğinde Leyla yüzündeki hayal kırıklığı ile genç çocuğun yüzüne son kez bakıp hiç düşünmeden taksiye atladı.
"Beykoz sahiline." dedi ağlamaklı kırık bir sesle.
İlk kez kendisi ile konuşan kıza dikiz aynasından baktı Mahir. Sesi ağlamaklı çıksa da sevdiği bir şarkının nağmelerini duymak gibi kalp atışını hızlandırılmıştı. Bir şey diyemedi yalnızca başını sallayıp aracı hareket ettirdi.
Leyla, kollarını karnında birleştirerek yan tarafa yaslanmış, gözlerini camdan dışarı dikmişti. Yanaklarından süzülen yaşlar, Mahir’in içini kor gibi yakıyordu. Onun sessiz ağlayışının kendi üzerindeki etkisi ise kendi duygularını sorgulamasına neden oluyordu.
"Gözleri istemsizce tekrar tekrar ona kayıyordu. Leyla’nın acısını seyretmek, ona kendini çaresiz ve suçlu hissettiriyordu.
Bu his, tanıdığı hiçbir şeye benzemiyordu. Bu zamana kadar karşısında kim ağlasa bir duvar gibi kalmıştı. Ama şimdi, kalbi sıkışıyor, boğazı düğümleniyordu.
Leyla, birden iç geçirip nefesini toparlayamadığında,
"İyi misiniz?" dedi istem dışı. Genç kız dikiz aynasına alelade bir bakış atıp elleriyle yüzünü sildi sert bir şekilde.
“Ne kadar aptalım. Beni sevdiğini söyleyip günlerce peşimden ayrılmayan birinin sevgisine inandım.” diye ağlayarak mırıldandırken kendi kendine Mahir sert bir nefes bırakıp direksiyonu biraz daha sıkı tuttu ve gözlerini yeniden yola çevirdi.
Leyla, başını cama yaslayarak sessizce ağlamaya devam ederken Mahir’in zihninde beliren tek bir gerçek vardı. Bu hissettiği şey çok başka bir şeydi. Kalbindeki sıkışma, bu düşüncelerle daha da arttı.
Arabanın içindeki sessizlik, Leyla’nın boğuk hıçkırıklarıyla bölünüyordu. Mahir, dayanamayarak derin bir nefes aldı ve hızla camı biraz açtı. Sanki temiz hava bu boğucu atmosferi dağıtacaktı. Ama faydası olmadı. İçindeki karmaşa daha da büyüyordu.
Bir ara aynadan Leyla’nın yüzüne bir kez daha baktı. Gözleri kırmızıya dönmüştü, ama o hüzün dolu bakışlarında bir şey vardı. Mahir’in içini kıpırdatan, kalbini hızlandıran bir şey... Ve o anda anladı. Bu ağlayan, kırılgan genç kız için hissettiği şeyler, sıradan bir koruma duygusundan çok daha fazlaydı.
“Leyla...” diye içinden geçirdi sessizce. Bu ismin, kendi düşüncelerinde bile yankılanması tuhaf bir sıcaklık verdi. Ona olan hislerini itiraf etmek istemedi. Kabul etmek istemedi. Ama her gözyaşında, her iç çekişinde, kalbi Leyla’ya daha da bağlanıyordu. Onun canını yakan her şey, Mahir’in kalbinde de derin bir yara açıyordu.
Beykoz’a vardıklarında Mahir, aracı sahilde sessiz bir noktaya çekip durdurdu. Gözleri yola odaklıydı, ama zihni tamamen Leyla’nın üzerindeydi.
“Kendine gel Mahir... Bu iş bir yere varmaz.” diye içinden söylendi, ama nafileydi.
Leyla, çantasından çıkardığı parayı utana sıkıla uzatırken,
"Şey! Benim üzerimde bu kadar var sadece." diye utangaç bir sesle mırıldandığında Mahir aynadan baktığı genç kızın uzattığı parayı aldı.
"Tamamdır." dedi başka bir şey demeden. Niyeti dikkatini çekmemekti. Leyla'nın da onu gördüğü çok yoktu ya zaten.
Genç kız kapıyı açıp yavaşça taksiden indi. Mahir, sessizce onun sahile doğru yürüyüşünü izlerken ne kadar inkâr etmek isterse istesin, Leyla’nın hayatında bir şekilde hep var olma isteği ile dolmuştu içi.
********
Mahir için görev, artık sadece Leyla’yı korumaktan ibaret değildi artık. Birkaç hafta önceki o anların ardından, Leyla’ya karşı hissettiği şeyleri kabullenmişti. İnkâr etmeye çalıştıkça, hislerinin daha da derinleştiğini fark etmiş şimdilerde ise içinde garip bir mutlulukla ceylanını izliyordu. Minik ceylan artık ceylanı olmaya terfi etmişti.
Leyla’yı izlemek, artık normal bir izleme değildi onun için. Eşsiz bir şahesere bakmak, ya da göz alıcı bir manzarayı izlemek gibiydi. Onun her hareketi, her bakışı, Mahir için ayrı bir anlam taşır olmuştu.
Her sabah birlikte okula gitmiş her okul çıkışı Leyla bilmese de birlikte dönmüşlerdi. Leyla'nın her okul çıkışı geldiği Beykoz sahilindeki banka oturması ise günün en sevdiği saatleriydi belki de. Çünkü en uzun o zaman izleyebiliyordu onu.
Bazen arkasında bazen hemen yanındaki bankta oturur; Leyla kulağında kulaklıklarla dalgın bakışları ile denizi, o ise Leyla'yı izlerdi. Leyla'nın o hüzünlü hali, yüzüne yayılan o buruk gülümseme içinde bir şeyleri acıtırken onun o hüznüne ortak olamamak, yükünü alamamak canını acıtıyordu. Ama bir yandan da mesafesini korumaktan başka çaresi olmadığını biliyordu.
Bir gün, Leyla’nın bu sessiz yalnızlığını biraz olsun hafifletmek adına aklına gelen fikirle Leyla'dan önce geldiği banka o görmeden kendi sevdiği bir kitabı dikkatlice bırakıp hızla geri çekildi. Seçtiği kitap, içinde kendisine söylemek isteyip de söyleyemediği her şeyi barındırıyordu.
Belki de bu, onun için bir tür konuşma şekliydi. Uzak mesafeden Leyla’nın, kitabı fark edişini izledi. Önce biraz şaşkınlıkla etrafına baktı, ardından kitabı eline aldı. Kitabın kapağını okurken yüzündeki hafif tebessüm, Mahir’in yüreğinde bir kıvılcım gibi yankılanırken yüzünde gülümsemesi ile onu uzaktan öylece izledi.
Bu küçük hareket, Mahir’in bir rutine dönüştürdüğü yeni bir alışkanlığın başlangıcı olmuştu artık. İlk zamanlar Leyla bankta oturduğu süre boyunca kitabı okuyup geri bırakırken sonrasında belki içindeki notlardan kendisi için olduğunu anlamıştı ki kitabı yanına alıp götürmüştü.
Her haftanın başında okul çıkışı Leyla sahile gelmeden önce, banka bir kitap bırakıyordu Mahir. Kitapların iç kapaklarına ise kendinden kısa notlar yazmaya başlamıştı.
"Hüzünlerini denize bırak, dalgalar taşısın hepsini uzaklara. Belki bir martının kanadında hafifler, belki de ufkun ardında kaybolur."
diye mırıldanır gibi okudu Leyla bu haftaki kitabın kapağının altındaki notu. Elleri özenle yazılmış not üzerinde okşar gibi gezinirken gülümseyerek baktı denize.
"Keşke... Keşke o kadar kolay olsa. Bıraksam içimdeki tüm yükümü şu denize. "diye fısıldadı.
Mahir, Leyla’nın dudaklarından dökülen o kelimeleri duymasa da hüzünlü halini görüyordu. Yine kalbi sıkışmıştıı karşısındaki manzara karşısında. Keşke orada, hemen yanına oturup
"Bırak, yükünü benimle paylaş." diyebilseydi.
Leyla, dalgın bir şekilde denize bakarken parmakları hâlâ notun üzerinde geziniyordu. Mahir, bankın biraz uzağında bir ağacın arkasına yaslanmış gözleri ile Leyla'nın her hareketini yakalamaya çalışıyordu.
Ellerinin zarifçe kitabın sayfalarına dokunuşu, başını hafifçe yana eğerek okuduğu satırlardaki yoğunlaşması... Her detay, Mahir’in zihninde bir tablo gibi kazınıyordu.
Leyla, kitabın kapağını kapatıp notu tekrar okurken hafifçe gülümsedi. Gözlerindeki hüzün, bu küçük jestin dokunduğu bir iyilik kırıntısıyla biraz olsun hafiflemiş gibiydi. O an, Mahir için bir zaferdi. Küçük de olsa onun kalbine ulaşabilmiş olmanın mutluluğu, göğsüne doldu. Ama bir yandan da Leyla’nın içindeki o hüzünlü ağırlığa çare olamamanın acısı, içinde bir yumru gibi büyüyordu.
Leyla, yanındaki çantasını açıp kitabı özenle içine koyarken rüzgâr saçlarını yüzüne savurdu. Eliyle saçlarını geriye attığında, Mahir o hareketi sanki zihninde ağır çekimde izledi. Dudağında git gide büyüyen gülümsemesi ile öylece ona bakıyordu.
Bir süre daha denizi izleyen Leyla, ağır bir iç çekişle yerinden kalktı. Çantasını omzuna alırken, bankın arkasına doğru bir anlık dönüp etrafa baktı. Sanki onu gözleyen bir çift gözün farkındaymış gibi... Mahir, hızlıca bir adım geri atıp kendini daha iyi sakladı. Ama kalbi, Leyla’nın o bakışıyla birlikte daha hızlı atmaya başlamıştı.
Leyla sahil yolundan uzaklaşırken, Mahir önündeki henüz boşalan banka bakarak derin bir nefes aldı.
"Bir gün.. Bir gün bu bankta... Seninle yan yana oturacağız ceylanım." diye mırıldandı umut dolu bir sesle. Bu sessiz, görünmez varlığıyla Leyla’nın hayatında küçük de olsa bir yer kapladığını bilmek, ona yetiyordu şimdilik.
Olduğu yerden çıkarak gülen gözleri sevdiğinin zarif bedeninde, hemen arkasında yürümeye başladı her gün olduğu gibi.
*******
Bir yıl boyunca, Mahir’in her kitabı Leyla’nın kalbine dokunan bir fısıltı olmuştu. Leyla, her notu okuduğunda içindeki hüznün yanında tarifsiz bir sıcaklık hissediyor, o notların bir şekilde kaderine ışık tuttuğunu düşünüyordu.
Babasının onun için gizlice bu kitapları bırakıyor olabileceğini bile düşünmüş her sayfada babasına duyduğu özlemle birlikte bir şefkat hissetmişti çünkü. Bu küçük jestler, hayatına yavaş yavaş umut tohumları ekmiş, artık Leyla’nın gözlerindeki o derin karanlık yerini hafif bir aydınlığa bırakmaya başlamıştı.
Mahir ise her hafta kitapları bırakırken Leyla’nın değişimini uzaktan izliyordu. Yüzüne yayılan o buruk ama umut dolu tebessüm, onun için dünyalara bedeldi. Onu daha güçlü, daha mutlu görmek, kendi kalbindeki özlemi daha da büyütse de bu fedakârlığın bir parçası olmaktan gurur duyuyordu.
Ama zaman hızla akıp gitmiş, görevinin sonuna gelmişti. Leyla ve ailesi için tehdit oluşturan tehlike tamamen ortadan kaldırılmış, artık onun da görevini sonlandırma vakti gelmişti. İşin kötü yanı ise uzun süreli başka bir görev için yurt dışına gönderiliyordu.
Bir yılın sonunda, Mahir elindeki son kitabı dikkatlice banka bırakırken kalbindeki ağırlık, bugüne kadar hissettiklerinin en yoğun haliyle omuzlarına çökmüştü. Parmakları kitabın kapağında biraz fazla durdu, sanki Leyla'sına vedasını daha uzun tutmak ister gibi...
Derin bir nefes aldı. "Bu, son... " diye fısıldadı kendi kendine.
Dudaklarında hafif ama hüzünlü bir gülümseme belirdi. Kalbi sıkışıyor, sevdiğini bir daha göremeyecek olmanın acısı içini yakıyordu. Yine de kendini topladı. Bu, onun seçtiği bir yoldu. Kürşat abisinin de Leyla için düşündüğü şeyi gerçekleştirdiğinde yeniden karşılacak olmalarının da heyacanını yaşıyordu.
Şuan bir şeyler kulağa yanlış gelse de belki o zaman o kadar yanlış olmayacaktı.
Leyla için kendisinin en sevdiği kitabı seçmişti bu kez. İç kapakta yine bir not vardı.
"Bazı yollar biter, bazıları ise başladığını bile fark etmeden devam eder. Her şey değişse de umut hep seninle olsun. Çünkü sen, en karanlık anlarda bile ışık olmayı başarıyorsun. Ve unutma, her hüzün bir gün huzura dönüşür."
Mahir notu yazarken hissettiği duygular, sanki o anda tekrar avuçlarına dolmuştu. Parmak uçları notun üzerinden geçerken boğazında bir düğüm hissetti.
"Hoşça kal, ceylanım. " dedi, sesi kısık ve titrek çıkmıştı. Ardından uzaklaşıp bir kez daha Leyla’yı izlemek için her zamanki yerine geçti.
Leyla kısa süre sonra sahile geldi. Yavaş adımlarla bankına oturdu, yüzünde sakin bir tebessüm vardı. Kitabı gördüğünde gözleri ışıldayarak eline alıp kapağı dikkatlice açtı ve notu okudu. Yüzündeki tebessüm, yerini hüzünle karışık bir anlayışa bıraktı. Notu okurken gözlerinde hafif bir ıslaklık belirdi ama bu gözyaşları hüzün kadar minnettarlık da barındırıyordu.
Leyla, notu okuduktan sonra denize doğru döndü ve yavaşça fısıldadı.
"Teşekkür ederim… her kimsen." diyerek ayağa kalkıp eve doğru adımlar ile ilerlemeye başladı. Bu gün burada kalmak istemiyordu.
Mahir, Leyla’nın banktan kalkıp uzaklaşmasını izlerken, nefesini tutmuştu. Gözleri onun her adımını takip ederken kendi kendine hayatının en büyük totemini yaptı o an.
"Eğer arkanı dönüp banka bir kez olsun bakarsan kader, bir kez daha bir araya getirecek. " diye fısıldadı.
İçinden saymaya başlarken tüm kalbiyle Leyla'nın o güzel gözleri ile dönüp bakmasını diledi.
Leyla birkaç adım attıktan sonra hafifçe yavaşladı. Rüzgâr saçlarını savuruyor, denizin kokusu ciğerlerini dolduruyordu. Ama kalbinde tanımlayamadığı bir his belirdi. Sanki bir şey onu durduruyordu. Adımları kesildi.
Çantasındaki kitaba dokundu ağır ağır. Parmakları kitabın sert kapağını hissederken derin bir nefes alıp gözlerini kapattı.
Bir anlık tereddütten sonra yavaşça başını çevirip arkasına baktı. Bank, bıraktığı gibi bomboş duruyordu. Dudakları düz bir çizgi halini alırken derin bir nefes bıraktı hayal kırıklığı ve geri önüne dönüp devam etti yoluna.
Mahir'in ise beklenti ile kasılan yüzü Leyla'nın dönmesi ile anında gevşerken yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi.Kalbindeki tüm korkular o an yerini hafif bir huzura bırakmıştı
"Bu hikâye burada bitmeyecek." dedi kocaman gülerken. "Sonumuz güzel olacak, ceylanım." diye de devam etti ve rahatlamış bir nefes bıraktı.
"Çok yakında yeniden karşılaşacağız." diye keyifli şekilde mırıldandı giden sevdiğini izlerken.
Ardından, o sahile son kez baktı. Gözleri Leyla’da, ayaklarıysa onu uzaklara götürecek yola çevriliydi. Ağır adımlarla oradan uzaklaşırken rüzgâr, hem vedasını hem de Leyla’ya bıraktığı sevgisini fısıldıyor gibiydi.
O günden sonra banka bir daha kitap bırakılmadı. Leyla, her gün aynı saatte oraya gitmeye devam etti. Kalbinde garip bir boşluk vardı. Mahir’i hiç görmemişti, kim olduğunu bile bilmiyordu, ama varlığını hissetmek onu tamamlıyordu. Şimdi o hissin kaybolması, içinde derin bir yalnızlık bırakmıştı.
Leyla, yıllar boyunca içinde biriktirdiği tüm hüzünleri denize bırakmayı öğrenmişti. O yalnız günlerinde banka bırakılan kitaplar ve notlar, karanlık bir tüneldeki ışık gibi yolunu aydınlatmıştı. Polis meslek yüksekokulunda attığı her adımda, o satırlardan aldığı güçle ilerlemiş, düşüp kalktıkça içindeki sesi dinlemişti.
"Her hüzün bir gün huzura dönüşür."
Artık o, kendine inanan, güçlü bir kadın olmuştu. Ama yine de, sahildeki o bankı, dalgaların hüznünü fısıldadığı o yerleri, kendisi için bırakılan o izleri unutamamıştı. Her şeyin ardında bir sır gibi gizlenen o kalbin varlığını hep hissetmişti.
Mahir ise yıllar boyunca Leyla’nın hatırasını kalbine mühürlemiş, onu hiç unutmamıştı. Yıllarca başka görevlerin içinde kaybolmuş, hayata sanki sadece uzaktan izleyen biriymiş gibi yaşamıştı. Ama her dalga sesi, her yalnız banka oturuşunda onu hatırlıyor, kalbindeki o tanıdık boşluğu hissediyordu. İçindeki sevgi hiçbir zaman azalmamış, aksine yıllarla daha da derinleşmişti.
Aradan geçen yıllarda ikisi de bambaşka insanlar olmuş, başka hayatlar yaşamıştı belki ama bazı duyguların zamana yenilmeyecek kadar güçlü olduğu gerçeği, onları aynı noktaya yeniden getirecekti.
Birbirinden ayrı yerlere savrulan iki kalp birbirini er geç bulacak, deniz kenarındaki o banka bu sefer birlikte oturacaklardı.
Ama artık içlerindeki tüm hüzün dalgalara değil, birbirlerine emanet olacaktı.
Ve belki de, yılların susturduğu o kelimeler nihayet bir yankı bulacaktı.
"Artık eksik değilim. "
🌸🌸🌸🌸🌸
Ağlıyorum 🥹
Ve artık birbirinize emanetsiniz yavrularım 🥹
İnşallah beğendiğiniz bir bölüm olmuştur.
Ben çok duygusalım yaa🥹
Ben yazarken tabi tüm bunları düşleyerek yazdığım için Mahirimin duygusu çok yoğun geçiyordu bana hep🥲
Çok güzel sevdin be Mahirim 🥹
Güzel yorumlarınızı eksik etmeyin.
Bu hikaye hepimizin ☺️
BANA YAZMAK SİZE PARLATMAK DÜŞÜYOR 🤓
Hepinizi öpüyore. 😚
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
26.57k Okunma |
4.62k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |