@mismorales
|
Sabrina için hayat, yaşına göre oldukça ağır yükler içeriyordu. 19 yaşındaki genç kız okul, yarı zamanlı iş, ve onu anlamayan bir çevre arasında sıkışmıştı. O, bu zorlukların altında eziliyor ve yavaş yavaş yok oluyormuş gibi hissediyordu. Sabahları erkenden uyanıp okuluna gitmek için yola çıktığında, omuzlarında dünyanın tüm ağırlığını taşıyor gibiydi. Okuldaki dersler, beklentiler ve sürekli bir başarı baskısı, onun enerjisini tüketiyordu. Her ders arasında, kendini bulmak için kısa molalar veriyor, fakat hiçbir zaman tam anlamıyla dinlenemiyordu. Okuldan çıkar çıkmaz, hemen yarı zamanlı işine koşuyordu. Bir kafede barista olarak çalışıyor, uzun saatler boyunca müşteri taleplerini karşılamaya çalışıyordu. Kahve makinelerinin sesi, müşteri siparişleri ve sürekli bir telaş hali, Sabrina'nın zihnini sürekli meşgul ediyordu. Yorucu iş saatlerinin sonunda, eve döndüğünde yorgunluktan bitap düşmüş oluyordu. Çevresi de onu anlamıyordu. Ailesi ve arkadaşları, Sabrina'nın iç dünyasında neler yaşadığını tam olarak kavrayamıyorlardı, kör olmuşlardı sanki. Genç kızın içsel mücadelesi, dışarıdan bakıldığında görünmüyordu, dünyaya karşı umursamaz bir maske takmıştı ama geride boğulduğuna dair hep ipucları bırakırdı. Kimse anlamazdı. Sabrina, kendi duygusal yükünü tek başına taşımak zorunda kalıyordu. Zihnindeki düşünceler ve kalbindeki duygular, onu gittikçe daha fazla yalnızlığa itiyordu.Her geçen gün, Sabrina kendini biraz daha kaybolmuş hissediyordu. Hayatındaki sorumluluklar ve beklentiler, onun gerçek benliğini gölgede bırakıyordu. Genç kız, kendi içindeki ışığı bulmak ve yeniden parlamak istiyordu, ama bunun nasıl başarılacağını bilmiyordu. Çevresindekilerden gelen baskılar ve anlayışsızlık, Sabrina'nın kendi kimliğini keşfetmesini zorlaştırıyordu. Doğum günü gelmişti. Okullar yaz tatilindeydi ama genç kız, iki dersten kalmıştı. Bu durum, ailesinin ona olan hayal kırıklığını daha da arttırmıştı. Onu suçlu görüyorlar, yeterince çaba göstermediğini düşünüyorlardı. Sabrina, özellikle babasıyla konuşmuyordu. Babası, onun hayallerinin peşinden gitmeyi seçmesini bir inat olarak görmüş ve ona kızmıştı. Bu yüzden Sabrina'nın okul masraflarını karşılamayı reddetmişti. Annesi mi? O da bu durumda kocasının yanında durmuştu. Bu aile içi çatışma, Sabrina'nın hayatını daha da zorlaştırmıştı. Şu anda evinde sadece para ödemeyen bir kiracı gibi hissediyordu; eve yalnızca uyumak için gidiyordu. Ailesinin evinde bile kendini yabancı hissetmek, onun içindeki boşluğu daha da derinleştiriyordu. Bu durum, Sabrina'nın yalnızlığını ve çaresizliğini arttırıyordu. Doğum gününde, annesi kuzenlerinin geleceğini söyleyerek işten erken çıkmasını istemişti. Sabrina, bunu duyunca içindeki sıkıntı daha da büyüdü. Aile içi bu çatışmayı kimse bilmiyordu, bu yüzden herkesin önünde mutlu ve normal bir aile tablosu çizmek zorundaydı. Yine sahte yüzlerin, sahte tebessümlerin olacağı bir doğum günü kutlaması olacaktı. Sabrina, bu düşünceyle başını iki yana salladı. "Doğum günümden nefret ediyorum," diye mırıldandı kendi kendine. "Keşke başka bir dünyaya gidebilsem." Bu düşünce, Sabrina'nın içindeki kaçış arzusunu daha da güçlendirdi. Hayatındaki tüm bu olumsuzluklardan uzaklaşıp, bambaşka bir dünyada yeniden başlayabilmek için içten içe büyük bir istek duyuyordu. Hayatında gerçek mutluluğu ve huzuru bulabileceği, kendi hayallerinin peşinden özgürce gidebileceği bir yer olmalıydı. Ancak, şu anda bu sadece bir hayaldi ve Sabrina bu hayalin gerçek olmasını her şeyden çok istiyordu. Akşam olmuştu. Herkes masada yerini almış, günün kızı da pastasını kesiyordu. Kuzeni Daisy, heyecanla "Bir dilek tut, hadi Rina" dedi. Sabrina gözlerini kapattı ve içinden bir dilek tutarak mumları üfledi. Küçük kuzeni Ella büyük bir heyecanla "Ee, dileğin neydi?" diye sordu. Sabrina gülerek, "Bu bir sır!" dedi. Babası, kendine göre şaka yaparcasına, "Kızım keşke kaldığın derslerden geçmeyi dilek tutsaydın." dedi. Herkes yalandan güldü. Kuzenler bile bu durumun kaotikliğinin farkındaydı. Sabrina'nın yüzündeki gülümseme, babasının sözleriyle biraz soldu ama bunu belli etmemeye çalıştı. Herkes pastadan bir dilim alıp, havadan sudan sohbetler ederken(annesi çok iyiydi böyle konularda), Sabrina'nın telefonuna bir mesaj geldi. Mesajda "Doğum günün kutlu olsun, Rina" yazıyordu. Yazan Chad'di. Sabrina teşekkür ederim yazıp hemen sohbetten çıktı ama Chad, "Nasıl geçiyor?" diye tekrar mesaj attı. Sabrina bu mesajı görmezden gelip pastasını yemeye devam etti. Chad, Sabrina'nın eski flörtüydü. Yaklaşık bir ay kadar flört etmişlerdi. Ancak sonra Chad, Sabrina'nın bir arkadaşıyla flörtleşmeye başlamıştı. Sabrina, bu durumu arkadaşıyla konuşup onu uyarmıştı ama arkadaşı onu dikkate almayıp kıskançlık yaptığını söylemişti. Bu olaydan sonra Sabrina, o kızla konuşmayı kesmişti ve diğer arkadaşlarıyla da arası soğumuştu. Ama şimdi Chad'in ona tekrar yazması Sabrina'yı şaşırtmıştı. Bu sohbetin ekran görüntülerini paylaşıp ortalığı karıştırma fikri aklından geçse de, "Aman, bana ne, kafam ağrımasın yeter," diye düşündü.Pastadan bir dilim daha alırken, gözlerini masadaki yüzlerde gezdirdi. Herkesin yüzünde sahte gülümsemeler vardı. Sabrina, bu ortamdan ne kadar nefret ettiğini bir kez daha hissetti. Ailesi, kuzenleri, herkes sahte bir mutluluk maskesi takıyordu. İçindeki sıkıntı daha da büyüdü. Kız içinden "Keşke başka bir dünyayagidebilsem bilsem, keşke yalnız kala bilsem." diye geçirdi. *** Jake içeri girdi ve babasının odasında büyük bir masa üzerinde dünyanın haritasındaki parlaklıkları incelediğini gördü. Harita üzerinde çeşitli bölgelerdeki ışık noktaları parlıyordu, babası dikkatle inceleme yapıyordu. Jake, babasına yaklaşarak, "Baba, seçtiğin ışık gerçekten bu kız mı?" diye sordu. Babası, gözünü haritadan kaldırarak kendi masasına geçti ve "Evet, ne oldu oğlum?" dedi. Jake, biraz sinirli bir şekilde, "Doğum günü dileğinin ne olduğunu biliyor musun? Bir haftadır bu kızı izlememi istedin, hani o büyük saf ışığa sahip olan kız ama o karanlığın ta kendisiymiş." dedi. Babası, sinirlenmiş bir şekilde, "Jake Adrian Ashford! beni mi sorguluyorsun?" diye yanıtladı. Jake, daha da sinirlenerek "Evet, seni sorguluyorum!" dedi. Babası derin bir nefes aldı, sakinleşmek için sustu ve "Oğlum, görüşlerimi sorgulayabilirsin ama o kız henüz seçilmedi. Sadece senden onu gözetlemeni istedim. Neden sinirlendin ki?" dedi. Jake, öfkeli ve tiksinmiş bir şekilde "Doğum günü dileğini duydun mu? Ben oradaydım. Herkesin yok olmasını istedi, tüm ailesinin." dedi. Babasının yüzünde hafif bir gülümseme belirdi "Öyle mi?" diyerek düşüncelere daldı. Jake, babasının bu tepkisine daha da sinirlendi "Öyle mi?! Öyle mi?! Ben bu işte yokum, baba." dedi. Babası onu dinlemiyordu, coşkulu şekilde "İşte aradığımız kız bu. Hemen onu buraya getirmek için plan yapmalıyım, açığı bu kadar erken bulacağımız hiç aklıma gelmemişti." dedi. Jake, babasının bu açıklamalarından hiçbir şey anlamamıştı "Baba, kızın içinde çok büyük bir karanlık var, farkında mısın?" diye sordu. Babasının cevabı kesin ve kararlıydı, "Evet, farkındayım. En parlak ışığa sahip kişi, aynı zamanda karanlığın özü. Nereus'un yarattığı uyum gibi. Ruhu parlak ama içinde karanlık da var. Denge, uyum işte bu. Jake, anlamadın dimi oğlum? Daha yolun başındasın anlarsın." Jake, "Ama biz saf ışık arıyoruz. Nana bunca zaman öğretilen bu değil mi?" dedi. Baba, "Hayır, hayır sana bunca zamandır uyumu öğretmeye çalıştım. Düşün sadece saf ışık var, yoldan çıktığında büyük felaket getiren saf ışık, İgnatius gibi. Ama o kız... tam olarak dengenin kendisidir" dedi, "İçinde hem Nereus'un hem de İgnatius'un parçaları var." Jake, babasının yanından ayrıldıktan sonra, yine dünyaya dönmeye karar verdi. Babasının söylediklerini boş bulmuş, bu konuda yanıldığını ona göstermek istiyordu. Onun gözünde, o kız karanlığın ta kendisiydi ve bunu babasına kanıtlamak istiyordu. |
0% |