10. Bölüm

Bölüm 10: En Büyük Hayran

Miss Baykus
missbaykus

Düşünecek çok şey var. Fakat o kadar net bir zihnim yok şu an. Ne yaşıyorum neden yaşıyorum neyin içine düştüm hiç fikrim yok. Kerem hala dibimde durmuş tepkilerimi izliyordu. "Ben affetmeyi bilmiyorum"

"Unuttururum her şeyi" Umarım Kerem umarım unutturursun. Bir adım geriye giderek aramıza biraz mesafe koydum. Çok... yoğun bir andı. Yaşadığımız şey ancak böyle tasvir edilebilirdi. "Bana biraz izin ver, düşüneyim olur mu?" Kaşları çatıldı. Her şeyi çözdüğümüzü düşünüyordu. "Leyla söyledim sana bu odadan beraber çıkacağız" en başa geri dönüyorduk. "Seni cezalandırabileceğimi söylemiştin" Kollarımı kavuşturup kendinden emin bir şekilde yüzüne baktım. "Kabahat işlenir, suçlu cezalandırılır, kefaret ödenir ve suçlu affedilir. Sıralama böyle gidiyor biliyorsun değil mi?"

"Yani ne demek istiyorsun?"

"Ben kabahat işledim, kefaret ödemek için yanına geldim fakat cezam olmadan mükafatımı aldım" Cümlesinin sonuna doğru bakışları dudaklarıma kaydı. Kahretsin suratına bir tane patlatmak yerine ona karşılık vermiştim. Haklıydı. Fakat yine de geri adım atmayacaktım. "Öyleyse telafi edelim. Atlamışız madem"

"Söyleyin bakalım Leyla Hanım neymiş cezamız?"

"Düşüneceğim"

"Uzun sürer mi?"

"Ceza çekmek için neden acele ediyorsun?"

"Ceza için değil, beni affetmen için acele ediyorum" Yardım edin a dostlar. Bu adam beni fena etkiliyor. Biraz daha o ses tonuyla konuşursa yanacak buralar. "Sana haber veririm"

"Tamam hadi çıkalım öyleyse" Bu sefer kaşlarını çatan bendim. "Nereye tam olarak?"

Kolunu kaldırıp saatine baktı. "Mesai sonu geldi seni evine bırakayım. Ha yok dersen..." Mesai sonu mu? o kadar oldu mu ya? "Yok dersem?"

"Bildiğim müthiş bir restoran var, yemek yiyebiliriz"

"Tabi, tatlı olarak Asu gelecek mi peki?" Kaşları şaşkınlıkla havalandı. "Sen baya baya laf sokuyorsun"

"Basit bir soru"

"Asu bir daha benim olduğum hiçbir yere gelmeyecek Leyla"

"Neyse beni ilgilendirmiyor zaten"

"Tamam, hadi gidelim"

"Kerem mesai saatim bitmiş olabilir fakat işim bitmedi. Ekibimle görüşmem gerekiyor. Şahit oldun farkındasın stresli bir gündü bugün" Siber saldırı yemiştik. Açığımızı kapatmamız gerekiyordu. "Beklerim"

"Ne kadar süreceği belli değil, neyi bekliyorsun?"

"Seni" Kararlı bir şekilde bana bakıyordu. Cidden gitmek gibi bir niyeti yoktu. Bunu belgelemek içinde benim sandalyeme oturdu. "Ne yapıyorsun"

"Sen işini halledene kadar burada bekleyeceğim sonra da bu kapıdan beraber çıkacağız" Biraz takıntılı olabilir miydi? "Sen bilirsin. Ben ekibimin yanına gidiyorum. Umarım geldiğimde gitmiş olursun" Masama resmen çökmüştü. Önünde duran telefonumu, dizüstü bilgisayarımı ve not defterimi almak için masaya doğru uzandım. İster istemez tekrar yakınlaşmıştık. Başını benden tarafa çevirip saçlarımın yüzüne doğru gelmesine izin verdi. Bu hareketleri büyük bir arsızlıkla yapıyor olması... Ama ona bu yüzü ben verdim kabahatli bizzat bendim. Biraz kızım, biraz dirayetli olsaydın bunların hiçbiri olmayacaktı! Seri hareketlerle tüm alacaklarımı üst üste koyup çekildim. Arkamı dahi dönmeden odadan çıktım. Çıkardığım tek bir ders vardı. İkimiz bir daha aynı anda sinirlenmemeliydik...

Yaklaşık bir saatin sonunda toplantımızı bitirdik. Yapılacak hala çok iş vardı fakat bugün için bu kadar yeterdi. Odamın önüne geldiğime içeriye girmekte tereddüt ettim. Kerem hala odada bekliyor olabilir miydi? Sanmıyorum. Bekliyorsa ne yapmalıyım onu da bilmiyorum. Hatasını telafi etmeye çalışıyordu buna şüphe yok. Fakat ben ne istiyorum onu bilmiyorum. Derin bir nefes alıp odamın kapısını açtım. Gördüğüm manzara beni bir hayli şaşırttı. Adam koltuğumda uyuyordu. Nereden bulduysa benim uyku yastığımı almış üçlü kanepeme uzanmış bir kolunu gözlerinin üzerine koymuş yatıyordu. Gitmemesi ayrı beni beklerken uyuması ayrı olaydı. Ne hissedeceğimi gerçekten bilmiyordum. Elimdeki dizüstü bilgisayar ve defteri ilerleyip masama bıraktım. Ardından Kerem’in karşısındaki koltuğa oturdum ve ister istemez onu izlemeye başladım. Düzenli nefes alıp veriyordu çoktan derin uykuya geçmiş olmalıydı. Kimsin sen Kerem? Neden bu kadar etrafımda dolanıyorsun? Benden ne istiyorsun? Ben bir şeyleri bitirip hayatıma dönmeye çabaladıkça tekrar önüme geçiyordu. Tek derdi kendini affettirmek değildi. Affettirse ne olacaktı peki? Onun peşinde sürüklenmek istemiyordum. Şimdiden bir şekilde beni incitmenin bir yolunu bulmuştu. Buna izin vermiştim. Üzerimde büyük bir etki bırakıyordu. Bir saat öncesini düşünmek bile kalbimi ağzıma getiriyordu. Neyse ki bugünün tek bombası Kerem değildi de toplantıya odaklanmak kolay olmuştu. Uzun, yapılı bir adamdı; duruşu karşısındaki insana ben güçlüyüm mesajını veriyordu. Az çok karakterini de anlamaya başlamıştım. Biraz ağır başlı ama bir o kadar da egolu. Saygılı ama fevri de aynı zamanda. Kalbindeki iyiliği ve merhameti bilmem şuan mümkün değildi. Fakat tüm bu saydıklarımın başına çekiciliği ekleyebilirim. Beni etkisi altına alması fazla zor olmamıştı. Evet evet tüm bu hissettiğim şeylerin hatta o öpücüğe verdiğim karşılığın da adı etkilenmekti. Bu kadar. "Beni biraz daha izlersen affettiğini düşüneceğim" O uyumuyor muydu? Uyumasa ne olacak gözlerinin üzerinde kolu vardı görme ihtimali yoktu. "Ne izlemesi ya ne diyorsun?" Pozisyonunu bozmadı fakat dudakları gayet benimle eğlendiğini gösteriyordu. "Haklısın yakışıklılığıma dayanmak zor olsa gerek. Ama kendinle savaşma devam et bir ömür bakabilirsin bana" Yuh! "Azıcık kay da egon yanına uzansın. Uyanmanı bekliyorum herhalde. Odamı kilitleyeceğim" Yalan, ne zamandır oda kilitlenir oldu? "Seslensen yeterdi"

"Ayrıca seni izlediğimi nereden çıkardın, telefonuma bakıyorum ben" Saniyesinde yanıma bıraktığım telefonu elime aldım. Nihayet yattığı yerden doğruldu. Gülümseyerek bana bakıyordu. "Sporcu içgüdüsü diyelim"

"Bozulmuş o içgüdüler"

"Hımm halbuki dün bu içgüdüler sayesinde attım o golü. Bana oldukça sağlam geldi" Yeri geldiği için dün akşamdan beri aklım takılan o soruyu dile getirdim. "Ya atamasaydın?" Atamasaydın benimle bir daha görüşmeyecek miydin? "Atacağımı biliyordum"

"Ah tabi, içgüdüler. Neyse ne hadi kalk odamı kapatacağım" Ayağa kalkıp onun da kalkmasını bekledim. Gözlerini benden çekmiyordu. Oturduğu yerde öne doğru kayıp koluyla elimi yakaladı. Bir anda beni oturduğu yere doğru çekti ve yanına oturttu. Şaşkınlıkla ona döndüm "Ne yapıyorsun?"

"O golü atamasaydım bir sonraki maçta yine aynı totemi tutardım" Sesi eğlenir tondan bir anda ciddi bir tona geçmişti. Yine aynı şeyi yapıyor gözlerimin içine içine bakıyordu. Tuttuğu elimi hala bırakmamıştı. "Ben de seni bekleyecektim öyle mi?"

"Seni bekletmemek için her şeyi yapardım"

"Benden özür dilemek için neden bir gole ihtiyacın var?"

"Ben başarılarımı kimseye armağan etmem Leyla. O gol benim özrümün en büyük parçasıydı" Taraftarlar o yüzden sosyal medyada o kadar tepki göstermişti demek ki. "Geç kalmış özür diye bir şey duydun mu daha önce?"

"Maçtan önce seninle konuşmaya ko-" Her ne diyecekse duraksadı ve nefes alıp tekrar devam etti. "Eğer o maça bir daha seni görme ihtimalimin olmadığını bilerek girseydim işler pek yolunda gitmeyebilirdi" Bu kadar etkilenebileceğini hiç düşünmemiştim. Neden Kerem? Niye bu kadar büyük laflar ediyorsun ne anlamalıyım bunlardan? Sorularımı sesli soramıyordum çünkü alacağım cevaplar korkutuyordu. Hiçbir şey demeden yüzünü izlemeye devam ettim. Herhangi bir yanıt vermeyeceğimi anlayınca ayağa kalktı. Hala elimi tuttuğu için beni de kendine çekerek ayağa kaldırdı. Ben seninle ne yapacağım? O önde ben arkada, ellerimiz beraber çıkmıştık odamdan. Dediğini yapmıştı ne inat adamdı. Bensiz çıkmamıştı odadan. Fakat birilerinin görme ihtimalini göz ardı edemeyeceğimden odadan çıkar çıkmaz elimi çektim. Bu hareketime gülerek karşılık verdi.

Otoparka inmek için asansörü beklemeye başladık. Aramızda garip bir sessizlik vardı. Ben duyduklarımı nereye koyacağımı bilmiyordum o da bana istediğim zamanı veriyordu. Asansör gelip kapısı açıldığında içerisinde bir adet Tarık ve Levent Abi ile karşılaştık. "Oo günün kahramanı burada. Yendin mi kız o kara şapkalı hackerları" Tarık, Kerem’i görmezden gelerek direkt bana laf attı. "O günlerde gelecek" kısaca onu yanıtlarken Levent Abiye baş selamı verdim. "Kerem Bey nasılsınız? Levent ben" Kerem’le kısa bir tanışma faslına girmişlerdi. Otoparka indiğimizde ise tanışma fasılları dünkü maça evrildi. "Dünkü maç neydi öyle? Çok kötü güne denk geldi" Kerem’in bileği yeni aklıma geldi. Tarık 'Gitti bilek' demişti. "Olsun alışığız biz" Kendimi tutamayıp "Gördük nasıl alıştığınızı, bileğin nasıl?" diye sordum. İster istemez endişeli gözlerle ona bakıyordum.

"İyiyim" Levent Abi de bana hak vererek konuşmaya devam etti. "Arda’da sen de tehlikeli pozisyonlardaydınız. Sağlığınız daha önemli" Belli ki Levent Abinin samimi tavrı hoşuna gitmişti ilgiyle onu dinliyordu. "Dün bizim kızların içi gitti sizi izlerken" Kerem imalı bakışlarını bana çevirdi. Eline fena koz veriyordu Levent Abi. Aceleyle lafa karıştım "Yok ya ne iç gitmesi. Tarık 'gitti bilek' dedi diye merak ettim sadece" Lafın ona gelmesiyle hepimiz Tarık’a döndük. "Bana öyle geldi demek ki. Ayrıca kimsenin de içi gittiği yoktu Abi, ben görmedim" İşte gerçek arkadaş. "Bilemeyeceğim Tarık. En son Betül 'Yazık değil mi bu çocuklara' deyip duruyordu" Evet Levent Abi anlık olarak Betül’ü de yaktın. Umarım Arda’nın kulağına gitmezdi. Daha fazla Kerem'e koz vermemek adına herkesi dağıtmak en mantıklısıydı. "Beyler geç oldu. Maç muhabbeti bitmez hepinize iyi akşamlar"

"İyi akşamlar" diyerek Levent Abi yanımızdan ayrıldı. Fakat Tarık ve Kerem hala yanımda dikiliyordu. "Sizin gitmeye niyetiniz yok herhalde. Ben gidiyorum"

"Nereye gidiyorsun? Yemek yiyecektik hani?" Kerem'in çıkışıyla ona döndüm. "Ne ara öyle bir plan yaptık ben tam hatırlamıyorum"

"Leyla bir sorun mu var?" Tarık tüm ciddiyetiyle bana bakıyordu. "Hayır bir sorun yok" Tarık’ın sorusu Kerem’i kızdırmıştı. "Ne gibi bir sorun gördün birader hayırdır?"

"Buradan bakılınca rahatsızlık veriyormuşsun gibi duruyor" Tarık’ın tavrı şaşırmama sebep oldu. Kerem’e doğru bir adım attı. Kavga etmeye niyetlenmemişti değil mi? Biraz abartmıştı sanki. Tarık’ı sakinleştirmek için kolunu tuttum ve Kerem’in araya girmesine müsaade etmeden konuştum. "Kimsenin beni rahatsız ettiği yok. Doğru söylüyor yemek planımız vardı" Bir bana bir de kolunu tutan elime baktı. "Emin misin?"

"Bak hala emin misin diyor? Duymuyor musun. Hadi git nereye gidiyorsan" Kerem sinirden git gide kızarıyordu. Bir anda ortamın tansiyonu yükseldi. Ciddi derecede bir kavga çıkacak gibi duruyordu. "Kerem sakin ol sende. Tarık eminim bir şey yok. Yarın görüşürüz" Başıyla beni onaylayıp geri çekildi. Son bir kez Kerem’e baktı ve arkasını dönüp yürüdü. Karşılıklı birbirine yolladıkları bakışlar pek dostane değildi. Tarık’ın uzaklaşmasını bekledikten sonra Kerem’e döndüm. "Ben gidiyorum"

"Yemek?"

"Aç değilim"

"Az önce yiyeceğiz dedin. Ne kadar çabuk fikrin değişti?"

"Kavga çıkmasın diye öyle söyledim" Bir yandan ona arkamı dönüp arabama doğru yürümeye başladım. "Leyla"

"Leyla" Israrlı bir şekilde peşimden yürüyor ve bana sesleniyordu. "Efendim Kerem yine ne oldu?"

"Tamam yemek yok. Bari evine bırakayım. O kadar bekledim"

"Birincisi ben bekle demedim. İkincisi arabamla geldim, burada bırakamam" Söylediklerimi biraz düşündü. "Tatlı... Geçen gün yarım kalan hani. Beraber tatlı yiyelim" İnanamaz bakışlarımı ona yolladım. Az önce kavgaya hazır, kabarmış bir halde Tarık'a diklenen o değildi sanki. Ses tonu yumuşamış gayet tatlı tatlı konuşuyordu. Bu sırada çoktan arabamın yanına gelmiş dikiliyorduk. "Kerem, hayır kelimesini daha önce duydun mu?"

"Bir kadından mı? Pek yaşadığım bir şey değil" Ukala herif. "O zaman şimdi duyacaksın. Çünkü hayır"

"Anlaşılan o ki cezam başlamış" Ağzının içinde mırıldandı. "Ne dedin tekrar söyle?"

"Diyorum ki, dün ülkem için bir gol attım. Belki tebrik tatlısı ısmarlarsın" Lafı nasılda çevirip hep istediği yere getiriyordu. "Senden kurtuluş yok değil mi?" Ellerini yapacak bir şey yok der gibi havaya kaldırdı. "Senin yok gibi görünüyor" Tüm ciddi ifademi bozup beni güldürüyordu. "İyi tamam takip et beni"

 

Betül’le her zaman gittiğimiz tatlıcıya onu götüremezdim. Kendisi fazla ünlüydü hayranları pek rahat bırakmayabilirdi. Sanırım yanımdan ayrılmadan önce bunu söylemek istemişti ama ben dinlemeden arabama binmiştim. Daha tenha ama güzel bir mekâna doğru sürdüm. Ona müthiş bir Hamsiköy sütlacı yedirecektim. Yaklaşık yarım saatin sonunda küçük bir kafenin önünde durduk. Dışı ahşap kaplı, mavi boyalı bir mekandı. Önünde aynı renk küçük ahşap sandalyeler vardı. Tahmin ettiğim gibi günün bu saati biraz daha boştu. Genelde öğlenleri ve geceleri yoğun olurdu. Şu an iş çıkışı haliyle de yemek saatiydi. Bir iki saate insanlar damlar, çay ve tatlı için burayı doldururdu. Mekâna girmeden Kerem’in gelmesini bekledim. O da beğeniyle etrafı inceliyordu. "Girelim mi?" Beni başıyla onaylayıp önden geçmem için bekledi. İçeriye girdiğimiz an sıcak hava bizi karşıladı. Bize güzel bir masa seçip oraya doğru ilerledim. Camın kenarında, ışıklı bahçeyi görebileceğimiz bir masaydı. Huzurlu hissediyordum. Trençkotumu çıkarıp sandalyeye bıraktım oturacağım sırada Kerem arkama geçti ve sandalyemi çekti ve oturmamı bekledi. Küçük bir teşekkürle onun da yerine oturmasını bekledim. "Huzurlu bir mekân" Aynı şeyi düşünüyor olmamız hoşuma gitti. "Öyledir"

"Peki ne yiyeceğiz"

"Umarım sütlaç seviyorsundur"

"Severim" Ne olur ne olmaz diye başında spor şapka takmıştı. Ünlü olmanın en zor yanı buydu sanırım. İnsanların dikkatini çekmeden insanların içine karışması gerekiyordu. Garson yanımıza geldiğinde siparişleri verdim. "Sana bu şehirde yiyebileceğin en güzel sütlacı yedireceğim" Neşem sesime yansımıştı. Beğenip beğenmeyeceğini merak ediyordum. "İddialısın"

"Yiyince hak vereceksin"

"Tatlılarımız gelmeden bir şey sormak istiyorum"

"Seni dinliyorum"

"Tarık’la aranda daha önce bir şeyler mi yaşandı?" Meraklı gözleri üzerimde geziyordu. Ses tonunu aşırı düz tutmuştu. "Sana bunu düşündüren ne?"

"Bilmem sence ne?" Otoparktaki olayı kastediyordu. "Bir sorun olmadığına emin olmaya çalışıyordu. Fazla tepki verdi sadece" Yanıtıma rağmen bakışlarını üzerimden çekmedi. Hala beklentiyle bakıyordu. "Hayır aramızda bir şey olmadı. Neden soruyorsun?"

"Merak"

"İyi"

"İyi"

Sonunda tatlılarımız geldi. Dayanamayıp hemen bir kaşık aldım. Üzerindeki kavrulmuş fındıklar dibimi düşürüyordu. Kesinlikle yenilebilecek en güzel sütlaçtı. "Haklısın, baya lezzetli"

"Ben zaten hep haklıyımdır" Söylediğim şeye güldü. "Ne o aksini iddia edebileceğin bir durumla mı karşılaştın?"

"Hayır, doğruluğunu kanıtlayacak daha fazla anı paylaşmak istiyorum sadece" Yine yapıyordu. Yüzümün kızardığını fark etmemesi için başımı önüme eğip tatlıma odaklandım. "Şey, biraz acele etmeliyiz birazdan burası kalabalıklaşır"

"Peki öyle olsun" Usul usul tatlımızı yedik. Ardından Kerem hesabı istedi. Garson geldiğinde ise yarına otuz tane sütlaç sipariş etti. "Tamam güzel de o kadar yersen bizim klinikte bir ay yatışını yaparız" Tüm ciddiyetimle söylediğim şeyi kahkahayla karşıladı. "Ne güzel işte. Bir ay boyunca iki kat üstünde yatıyor olurum ve sen de bana bakmak zorunda kalırsın. Ne yapsam sütlaçları ikiye mi katlasam"

"Şaka yapıyorsun! Ayrıca sana niye bakacakmışım. Yok mu refakatçilik yapacak birileri?"

"Sen varken kimse yok"

"Kerem!"

"Sen utandın mı bana mı öyle geliyor?"

"Hiç de bile, utanmadım!"

"Yok hatta baya baya heyecanlandın"

"Abartma istersen"

"Bakayım hatta endişelendin de"

"Daha ne kadar devam edeceksin buna?"

"Sen kesin bana vuruldun bunun başka açıklaması yok" Beni resmen manipüle ediyordu. Kim kime vurulmuştu acaba, tüm gün peşimden ayrılmayan başka biriydi sanki. Resmen benimle dalga geçiyordu. Sen görürsün şimdi. Arkası kapıya dönük olduğu için mekânın çoktan kalabalıklaştığını fark etmemişti. Bir anda ayağa kalkarak yanına yürüdüm. Ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Ona güzel bir gülümseme bahşederek başındaki şapkayı aldım ve kendi başıma taktım. "Ne yapıyorsun?" gözlerimi kısarak sinsi bir bakış attım. Ve tüm oyunculuk yeteneklerimi sergileyerek gereksiz sesli bir şekilde şöyle bir cümle kurdum. "KEREM TAHİR AHH SİZ MİSİNİZ GERÇEKTEN? HANİ ŞU ÜNLÜ FUTBOLCU! EN BÜYÜK HAYRANINIZIM" Ağzı şaşkınlıkla açılmış bir vaziyette bana bakıyordu. "FOTOĞRAF ÇEKİLEBİLİR MİYİZ LÜTFEN?" Aşırı abartılı hareketlerle cebimden telefonumu çıkardım ve Kerem’le fotoğraf çekildim. O oturmuş şaşkınlıkla bana bakarken benim yüzümde zafer gülümsemem vardı. Beni kızdırmadan önce düşünecekti. Ben çekilir çekilmez insanlar saniyesinde etrafımızı sarmıştı şimdiden nereden baksan on kişi birikmişti. Ona uzaktan el sallarken mekândan çıkış yaptım. Benimle uğraşmaması gerektiğini öğrenmeliydi.

 

Onu burada bırakıp gitmek vardı ama kıyamadım. Yani o kadarı da ayıp olurdu. Arabamın içinde oturmuş Kerem’in çıkmasını bekliyordum. Fakat asla gelmiyordu neredeyse kırk dakika oldu. Sonunda dayanamayıp arabadan indim. Tekrar kafeye döndüğümde karşılaştığım manzara ile bugünün ikinci şokunu yaşadım. Beklediğim şey Kerem’in etrafını sarmış onu bunaltan insanlardı önümdeki manzara ise tam tersiydi. Kerem’i bir köşeye oturtmuşlar önüne de sandalyeleriyle dizilmişlerdi. Keremse aşırı keyifle görünüyordu. Resmen açık oturum yapıyorlardı. Hepsi tek tek soru soruyor Keremse ilgiden gayet memnun bir şekilde her soruyu yanıtlıyordu. Asla kalkmak gibi niyeti yoktu. Sonunda beni fark etti ve bana bir dakika işareti yaparak insanlara bir şey söyledi. Birkaç dakika sonra elinde benim trençkotumla yanıma doğru geliyordu. Ah doğru ya o hengamede orada bırakmıştım. Elini belime koydu ve beraber mekândan çıkış yaptık. Şaşkınlık içerisinde onu izliyordum. Şu an sinirli olması gerekiyordu fakat hiç öyle durmuyordu. Konuşmadan arabalarımızın yanına geldik. "Demek en büyük hayranım sensin" Bir yandan trençkotumu omuzlarıma bıraktı. Trençkotumun yakalarını düzelttikten sonra ellerini saçlarıma götürüp onları da trençkotumun dışına bıraktı. "Şey"

"Ney?"

"Yok bir şey. Sayemde bir hayran buluşması yaptın işte ne güzel"

"Ama en büyük hayranım eksikti" Nereden demiştim ya. Tek amacım biraz rolümü büyütmekti. Cevap vermek yerine kafama taktığım şapkayı çıkarıp tekrar ona taktım. Biraz parmak ucuma çıkmam gerekti ama başardım.

"Bence bunu tekrarlamalıyız"

"Neyi hayran buluşmanı mı?"

"Hayır" Bunu gayet hızlı söylemişti. Haklıydı sürekli hale gelirse çekilecek şey değildi. "Yani her zaman böyle tatlı insanlara rastlamıyorum. Ayrıca..." Bunu söylerken taktığım şapkayı çıkardı. Ne yapacak diye bakarken bana doğru uzattı ve başıma yerleştirdi. "Sana daha çok yakıştı"

"Teşekkürler" Sesim nereme kaçmıştı?

"Ben teşekkür ederim"

"Neden?"

"O gün maça geldiğin için, Betül’le revirde olduğun için. Seni tekrar bulmamı sağladığın için" Gözlerimin içine öyle bir bakıyordu ki. Dediği her şeye inanmak zorunda kalıyordum. Beynim kaç diye bağırıyordu. Kaç ne olur çok üzüleceksin...

"Kerem"

"Bir şey demek zorunda değilsin"

"Söylemek istiyorum" Ses tonum düşüktü. Anlık olarak gözlerinden geçen tedirginliği yakaladım. "Dinliyorum"

"Bunu neden yapıyorsun? Birkaç küçük tesadüf ve kavgadan ibaretiz. Neden hala etrafımdasın?"

"Senin baktığın yerden sadece bu kadar mı görünüyor?"

"Birbirimizi tanımıyoruz bile. Beni tanımıyorsun, huylarımı bilmiyorsun. Uzaktan nasıl görünüyor bilmiyorum ama sandığın kişi değilim"

"Leyla yapma"

"Doğruyu söylediğimi biliyorsun. Kerem ben o gün yani... Beni suçladığın gün çok şey düşündüm"

"Pişman olduğumu biliyorsun"

"Biliyorum yani anlamaya çalışıyorum. O gün gördüğüm şey birbirimizi hiç tanımadığımızdı. Şimdi bu yaşadığımız şey, biraz fazla"

"Fazla olan ne Leyla senden etkileniyor olmam mı? Yanında olmak istemem mi?" Peş peşe aldığım itiraflar boğazıma bir yumru oturmasına sebep oldu. Fakat bu konuşmayı şu an yapmazsam bir daha hiç yapamaz ve Kerem’in etkisi altında erir giderdim. Sonuçlarını hiç düşünmeden hem de. "Kerem, ben senin gibi değilim. Gerçekçi olmak zorundayım. Belki de kendi dünyandan uzaklaşmak iyi geldi sana. Etrafındaki ilgiye çok alışık olduğun için ya da beni suçladığın için vicdan azabı çekiyorsundur bilmiyorum"

"Benim yerime düşünüyorsun farkında mısın?"

"Benim baktığım yerden tam olarak böyle görünüyor çünkü"

"Öyle mi?" Sinirlenmişti. Haklıydı belki bilmiyorum. Fakat kendimi korumak için tüm bunları yapmam şarttı. Şimdiye kadar kim bana koşulsuz bir ilgiyle gelmişti ki... Biliyordum bu işin sonunda en çok üzülen ben olacaktım. "İyi bir arkadaşlık kurabiliriz?" Umarım beni reddetmezdi. Zira Kerem’i hayatımdan tamamen çıkarmak istemediğimi fark ettiğim bir gün olmuştu. Ne yaşanırsa yaşansın onunla nasıl zaman geçirdiğimi anlamıyordum bir türlü. "Leyla ne hissettiğimi sana açıkça söyledim. İçerisinde arkadaşlığa dair herhangi bir kelime geçti mi?"

"Ben sadece ne istediğimi söyledim"

"Bunu da benim duygularımı görmezden gelerek yaptın" Söyleyecek herhangi bir şeyim yoktu. Hislerinin muhtemelen geçici olduğunu söylesem işler önünü alamayacağım bir yere gidecekti. Bende sessizliğimi korudum. "Peki öyle olsun"

"Nasıl olsun?"

"Dediğin gibi seninle güzel bir arkadaşlık ilişkisi kuralım"

"Gerçekten mi? Kabul ediyor musun?"

"Evet Leyla, vaat ettiğin cezanın karşılığı olarak kabul ediyorum" Söylediği şey içimde bir şeyleri kopardı. "Benim arkadaşlığım senin için ceza gibi mi?" Arkasını dönmüş arabasına gidiyordu ki söylediğim şeyle hızlıca bana döndü. "Ne? Bunu mu anladın cidden?!" Ne anlamam gerekiyordu ki. "Öyle söyledin"

"Sadece ne söylemek istediğimi anlayacak cesaretin yok" Hiçbir şey söylememe fırsat vermeden arabasına bindi. Bana son bir bakış atıp hızla yanımdan ayrıldı. "Her şey istediğin gibi oldu Leyla. Neden kötü hissediyorsun?"

 

 

**

 

Kerem Leyla’nın yanından ayrılıp doğruca Arda’nın yanına gitti. Şans ondan yana gitmiş Leyla onu neredeyse affetmişti. Her şey gayet güzel giderken sonu beklediği gibi olmamıştı. Arda’nın kapısını bir kez daha yumrukladı, sanki o vurdukça Arda daha hızlı açacaktı. "Ne var lan! Böyle kapı mı çalınır?" Kerem onu duymazdan gelerek kendini salondaki koltuğa bıraktı. "Ne oluyor oğlum söylesene?"

"Bir şey olduğu yok. Yeni bir arkadaş edindim sadece" Arda anlam veremeyerek Kerem’e bakıyordu. Oturmak yerine Kerem’in karşısında dikilmiş olanı biteni anlamlandırmaya çalışıyordu. "Arkadaş edindiğin için mi bu kadar sinirlisin"

"Evet çünkü arkadaşa ihtiyacım yok"

"Kerem tek tek anlatmasana şunu"

"Leyla benimle arkadaş olmak istediğini söyledi" Arda’nın kaşları hayretle havalandı. "O nereden çıktı lan. Sen kaç gündür nasıl gönlünü alırım provası yapıyorsun mevzuyu arkadaşlığa nasıl bağladın?"

"Ne provası saçma sapan konuşma"

"Neyse ne işte. Anlat artık" Arda sonunda oturmaya karar verip kendini Kerem’in yanına attı. Böyle bir sonu tahmin etmiyordu.

"Gittim gönlünü aldım. Tatlı da yedik ama sonunda arkadaş olmak istediğini söyledi"

"Ben istemiyorum gel nikahıma alayım demedin mi?"

"Siktirgit Arda uğraştırma beni"

"Tamam lan kızma"

"Niyetimi daha açık belli edemezdim"

"Tamam arkadaş ol sende"

"Sen beni delirtecek misin? Ne arkadaşı lan?"

"Bir dur ya hemen sinirlenme. Kızla meseleyi daha yeni hallettiniz. Hemen kollarına koşacak değil herhalde" Arda’nın söylediği şeyle aklına akşamüstü yaşadıkları an geldi. Kim arkadaşıyla öpüşür kim? diye geçirdi içinden. Gayet de kollarındaydı işte. Uyurken bile izlemişti. Yaşadığı çelişki karşısında kafayı yiyecekti. "Ne demek istiyorsun?"

"Abi kızı korkutmanın alemi yok. Belli ki acele etmek istemiyor. Hiç görüşmeyelim dememiş, tanımak için adım atmış" Arda’nın söylediği şeyle uzun bir soluk verdi. "İlk defa mantıklı konuşuyorsun"

"Kalk git evimden lan"

"Tamam tamam bir şey demedik. Eyvallah" Arda haklıydı aslında. Leyla’nın ondan etkilendiğinin çok net farkındaydı Kerem. Madem arkadaşlık istiyordu. Ona istediği arkadaşlığı verecekti. Geceye fısıldadığı son cümle ise "Bu hikâyenin sonunda bana gelen sen olacaksın Leyla..." Olmuştu.

 

 

Merhaba, ben yazar. Bazen varlığınızı hissetmeye ihtiyaç duyduğum zamanlar oluyor. Beğenmeyi ve bana yorum bırakmayı ihmal etmeyin. Düşünceleriniz benim için önemli...

Bölüm : 27.11.2024 14:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...