Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@mizginsain98

Aslında duygusal hatta baya baya dram yazmak istediğim ama komediye dönüşen bir kitap oldu. Güzelde oldu aslın da. Sizi Hilal ve onun baş belası 6 kişilik minicik ekibiyle baş başa bırakıyorum. Umarım her şeyin sadece hayal gücü olduğunu unutmazsınız. Olabildiğinden fazla araştırma yaptım yanlış anlaşılmalar olmasın diye. Umarım hepimiz bir hikaye de daha mutlu olabiliriz. İyi okumalar.

.............

......................................

Başlıyoruz.

Bakın ben aslında aptal değilim. Sadece sinirliyim. Ama üssüm bunu anlamıyordu. Ve bana dakikalardır aptal olduğumu söylüyordu.

"Hilal kızım sen gerçekten aptalsın." Bu kaçıncı 'aptalsın' unuttum, ama artık neredeyse bende, aptal olduğuma inanacağım kadar çoktu.

"Komutanım, bir kelime etmeme izin verin." Abartmıyorum rahat 2 saattir ona anlatmaya çalışıyorum. Ama konuşmama izin vermiyor. Ve aynı şeyleri söyleyip duruyordu.

"İzin vermeden iki kelimeden fazla konuştun az önce. "Sabır çektim ama haklıydı. İzin isteyene kadar konuşabilirdim. Aptal olabilirim gerçekten.

"Haklısınız komutanım." Yine izin almadan konuştum, yine aynı şeyi yaptım. Bir şeyi kırk kere söylersen olurmuş. Allah'ım aptal mı oluyorum?

Bu dediğime kendi içimden güldüm.

Şakacı senii...

"Elimde ki kağıtta sence ne yazıyor Hilal?" Düşündüm ama inanın bilmiyorum. Bir haftadır yediğim bir boku temizlemekle uğraşıyorum.

"Ne ola ki Komutanım.?" Elinde ki kalemi kafama atıp tam isabet ettirdi. Salaklık bende adam eski keskin nişancı.

"Sürüldün aptal." Tam 13 harf... 5 hece... 2 kelime... 1 cümle... Hayatıma sıçmıştı. Aslında bunu yapan bendim. Kendi hayatıma sıçmıştım. Hem de çok büyük sıçmıştım.

"Ekibinle beraber sürüldün." İşte şimdi kokmuştu. 6 kişi daha benimle beraber büyük sıçmıştı.

"Komutanım yapmayın." Ağlamıyordum. Ama ağlayacaktım. Saniyeler kalmıştı. Bokun içinde son çırpınışlarımı yapıyordum. Yalvarma aşamasına geçmeme saniyeler kalmıştı.

"Boşuna uğraşma, benden çıktı bu konu. Pılını pırtını toplamaya başla." Evet şimdi ağlıyordum. Ama adam bana bakmadan gidince sildim yaşlarımı. Biraz bile acımadı bize. Özellikle bana. Masaya bıraktığı kağıdı aldım. İsimleri kontrol ettim, neden en üstte ben varım? Ele başı gibi.

Dilimle azı dişimin olmadığı yerde ki sakızı oynatıp çiğnemeye başladım. Allah verdi bana bir dert. Bu sana az benim baş belası kulum dedi. 6 tane daha derdi saldı başıma. Ulan zaten her şey bunlar yüzünden başıma geldi.

"Ulan hepinizin ayağına sıçacağım." Kağıdı alıp çıktım odadan. Kantin alt kattaydı. Ama bu baş belaları yine çatıda ki odada kaytarmıyorlarsa bende Hilal değilim. Merdivenlerin her basamağında onlara yapacağım şeyleri hayal ettim. Ve karar vermiştim. Babalarının şarap çanağına kadar sıçtıracaktım. Çok fazla sıçmak demiştim ama cidden sıçmıştık.

Kapıyı bana göre ufak, onları ise yerinden sıçratacak bir güçle tekmeledim. Yere düşen İsmail küfür ederken beni gördüğü gibi susmuştu. Ben sana onları yedireceğim bekle.

"O beyler bozdum rahatınızı." Kafalarını sallayarak beni onayladılar. Bakın cidden çok az kaldı. "Tahmin edin nerden geliyorum?" nerede olduğumu tabi ki biliyorlardı.

Yalçın söz almak için parmağını kaldırmıştı. Konuşması için başımı salladım.

"Albayın odasına girdiğinizi gördük en son Yüzbaşım." Dudaklarını birbirine bastırıyordu. Sen dur Yalçın ben o izin istemek için havaya kalkan parmağı nereye koyacağımı biliyorum. Sen sadece bekle.

"Sürüldüm.." Elimde ki kağıdı salladım. Tabi ki asıl bombayı şimdi patlatmayacaktım. Dostu, düşmanı bir ayırayım ona göre yakacağım donlarını.

Ben tekrar konuşmaya başladım ama onların gülüşleri arasında kendimi bile duyamadım. Nurullah öne çıkıp elini omzuma atınca, anlamıştım. Hepsi düşmandı. Ulan hepinizi yaktım.

"Ağlamayın Yüzbaşım. Elbet bir gün kavuşacağızzzz.." Dudaklarımı birbirine bastırıp güldüm. Ona ilk onay veren Muhammet olmuştu.

"Nereye gidiyorsunuz Yüzbaşım. Uzaksa gelemeyiz, malum memur maaşı biliyorsunuz." Ulan zaten seni bu aralar sevmiyorum. Birde şaka yapıyorsun.

"Ne gerek var gelip gitmenize Muhammet. Temelli gelin sizde." Yıldırım yine anırmaya başlamıştı. Sesine sokayım senin. O kadar haber vermeden gülme dedik. Korkudan altınıza sıçtıracak bir gülüşü vardı.

"Aman Yüzbaşım. Ne gerek var olur mu? Sizi 10 yılda bir görmezsek yapamayız." Ulan sana çok fazla bilendim.

"Ah ağlayacağım şimdi. Sizi de o yaşlarda boğacağım. Hem de hemen şimdi." Bak bu dosttur hiç konuşmadı dediğim Arslan açtı ağzını.

"Yüzbaşım inanın. Sizsiz çok güzel geçecek." Allahhhh, şimdi yedi sülalenize kadar sövmezsem.

"Ulan ağzına telefon soktuklarım. Siz de benimle beraber sürüldünüz." İşte bu, yüzleri tam olarak 'boku yedik' diyordu.

"Evet, evet tam olarak boku yediniz. Ulan Yıldırım anan 4 yaşına kadar süt emdiğini söylemişti. Son damlasına kadar getireceğim burnundan. Hepinizin."

****

Neredeydim şimdi?

Ne yapıyordum?

Albayımın dediği gibi pılımı pırtımı topluyordum. Ulan Antalya'dan , Van'a sürülmek nedir? Hadi tamam oraya sürüldün. Allah'ın bile unuttuğu bir köy neden.?

Her yerde bir baş belası olurdu. Antalya da bizdik. Tabi ki herkes bizden bıkmıştı. Son olayda bardağı taşıran son damla olmuştu. Aslında kovulurum sanmıştım. Ama anlaşılan acı çekmem isteniyordu. Ama konumuz şuan bu değil. Konumuz o köy. Karaağaç köyü. Hakkında her şeyi araştırdık. Ama gelin görün ki çok zor olacaktı. 2 kişi hariç diğer herkes ilk kez doğuya gidiyordu. Tam doğuya ilk kez.

***

Albayın odasında hepimiz ip gibi dizilmiştik. Kamuflajları çıkarmış günlük kıyafetlerle bekliyorduk. Birkaç saniye sonra Albay gelmişti. Hepimiz ona selam verdik. Ağlamak üzereydim, bu adamla 3 yıldır aynı çatı altındaydık. Gözlerime doğru üflemek için üst dudağıma içeriye doğru kıvırdım. Ağlayamazdım.

"Yolunuz açık olsun." Tamam ağlıyordum. Ona yaklaşıp sarılmak istediğimi belli ettim. "Hilal defol git başımdan. Ölüme gitmiyorsun. Birkaç seneye dönersiniz. Yeter ki uslu durun." Al işte tüm duygusallık uçtu gitti. Rahat rahat ağlatmıyorlar bile.

"Emredersiniz Komutanım." Son kez selam verip çıktık odadan. Eşyalar çoktan arabalara yüklenmişti. Arabaya binmeden önce arkama bakıp son kez el salladım. Ama gider ayak katil olacaktım. Herkes bize gülüyordu. Ulan bırakında taşla vedalaşayım bari.

***

Tam 24 saat boyunca aynı şeyin üstünde oturdum. Popom isyan ediyordu artık. Belim ağrıyordu. Ve uykuya direnip duruyordum. Her yeri ezberlemek istemiştim. Ama uyku giderek beni esir alıyordu.

***

Bir matkabın kolumu delmesiyle uyandım. Tabi ki bunu yapan Arslan dan başkası değildi. Ne kadar suratsız olsa da. En sinir edici şeyler hep ondan çıkıyordu.

"Yüzbaşım geldik, inin artık. Kimse 90 kiloluk birini taşımaya niyetli değil. "Allah'ım cidden sayıyla vermişsin bana.

"Kafanın yerinde kalmasını istiyorsan sus artık." Arabadan inip çantamı aldım. " E burası neresi?" Etrafımız da sadece dağlar vardı. Tekrar onlara dönüp kafamı salladım. İsmail zahmet edip cevap verdi.

"Kamuflajları giyip yola yürüyerek devam edeceğiz." Güldüm, dalga geçiyor olmalılar.

"İsmail haklı Yüzbaşım. Siz arabaya geçin biz ilerideyiz." Yıldırım. Bu kadar sakin konuşuyorsa sorun var demektir. Oyalanmadım, giyinip çıktım araçtan. Koltuğun altından Hercules 666 ileri görüş dürbünlü tüfeğimi aldım. Çantaları yüklenip yola koyulduk. Köyün ışıkları ileride yarım saatlik mesafede görünüyordu. Yanım da yürüyen Arslan'a döndüm.

"Neden yürüdük geri kalan yolu.?" Etrafı kolaçan edip derin bir nefes aldı.

"Köyün ağası 1 hafta kadar önce ayrılmış buradan. O gidince birileri yolları patlatmış. Araçları bırakın. O yollardan yürüyerek bile gidemezdik. Sizi uyandırmadan önce göz attık. Şu an ulaşım sadece bu yollarda var. "Başımı salladım. Burnumun cidden sürtmesini istiyorlardı. Rahata çok alışmıştım. Üzerimde ki formanın sorumluluğunu baya unutmuştum. Aklımı başıma geri toplamam için yapıyorlardı.

"Ağa dönmüş mü?" başını olumlu salladı. Yaşlı bir adamdan ne istiyorlardı? 235 kişilik ufak bir köydü burası. Ama sorunları büyüktü. Uzun süredir köyde ki karakol boştu. Korucular vardı, ağa işini iyi yapıyordu. O yaşlı adamla konuşup her şeyi yoluna koyup, en kısa sürede buradan defolup gitmeliyim. Ailemin buraya sürüldüğümden haberi yok. Öğrenirlerse biterim. Zaten onlardan gizli sınavlara bile girip buralara kadar gelmişti. Kazandıktan sonra söylemiştim. Çünkü artık karışamazlardı. Bu yüzden en ufak hatam da eve dönüp, aile dükkanında işe başlayacağımı söylemişti babam bey. Zaten bana hiç ne istediğimi sormamıştı. Varsa yoksa onun hayalleri. Ne yapayım tüm gün çiçeklerle. Benim kanım deli, oturamazdım.

Anlamadılar. Bende gerekeni tek başıma yaptım.

Köye yaklaşmıştık. Girişinde büyük bir kalabalık vardı. Diğer tarafım da olan Yalçına döndüm.

"Geleceğimizin haberi ne ara verildi? Bu kabalık nereden çıktı?" başımı hafif yana çevirince hepsinin benim gibi anlamsız bakışlarla ileriye baktığını gördüm. "Dakika bir belamız bir." Sabır çektim. Zaten benim olduğum yerde huzur demek, kıyamet demekti. 10 dakikalık bir yürüyüşten sonra, köyün girişinde, köylülerle karşı karşıya kalmıştık. Tam ağzımı açıp selam verecektim ki yaşlı bir adam öne çıktı.

"Bu köye giremezsin Komutan." Allah'ım sabır. Yemin ederim akıllanacağım. Yeter ki bu şeyler artık beni bulmasınlar. Elimde ki silahı sıktım. Birkaç adım öne atıp kendimi gösterdim. Şaşkın bakışları kamuflaj içinde kadın görmediklerini belli ediyordu.

"Selamünaleyküm, Karaağaç köyü." Ben önden bir Allah'ın selamını vereyim. Sonra dinsiz diye adımın çıkmadığı kalmıştı oda olur.

"Aleykümselam "hepsi bir ağızdan bana karşılık verince derin bir nefes almıştım. Az önce bana konuşan yaşlı adama yaklaştım.

"Köyün ağası siz olmalısınız?" başını olumsuz anlamda salladı.

"Ağamız birazdan burada olur." Başımı sallayıp geri çekildim. Birkaç köylüyle kavga edecek değildim. Zaten yol yorgunluğu hat safhadayken, sinirimiz onları mahvederdi.

Dakikalar sonra kalabalık ikiye bölünmüştü. Ortada yürüyen 1,90'lık adama baktım. Bu adamın burada ne işi vardı? Bize yaklaşıp tam karşımda durdu. Kokusu beynime kadar ulaşmıştı adeta. Başımı kaldırınca, bakışlarının bir yüzümde bir de ellerimin arasında ki Hercules'te olduğunu fark ettim. Bu bebek tek mermiyle senin son nefesini bile vermene izin vermez yakışıklı.

"Ben bu köyün ağası. Levent Şahinkoru." Hadi canım. E bu adam yaşlı değil. Benim bildiğim ağalar yaşlı olur. Bastonlu falan. Bu adam benim Hercules'le yarışırdı. "Köylümün dediği gibi. Bu köye giremezsiniz." Hay eşşekler tepsin senin o boyunu posunu.

Bu kez ben ona bir adım yaklaştım, cidden artık sinirlenmiştim. Yunan tanrıları gibi adam şuan gözümde postallarım kadar bile çekici değildi.

"AĞA..." Sert sesim ekibiminde arkamda ip gibi dizilmesine sebep olmuştu. "Bu topraklar benim. İstediğim gibi girerim." O da öfkelenmişti. Genişleyen burun delikleri, sıktığı elleri onu ele veriyordu. Dudaklarını kıvırıp güldü. Ama sinirli olduğunu gizleyemedi.

"Kim demiş onu?" tüm ekiple beraber gülmüştüm. Ona yaklaştım gülüşümü bastırıp.

"Ben bu vatanın evladı olarak bu vatanın her bir karışına sahibim. Her bir karış ben evim... Vatanımdır..." işte bu. Verecek bir cevabın yok değil mi ağa?

"Bu topraklar bana ait." Allah'ım her güzelin bir kusuru vardır tamam. Ama bunun olmasaydı bari. Böyle biri nasıl bu kadar aptal olabilirdi. Hayır birde inadına beni deli ediyordu.

"Bana bak ağa bozuntusu. Bu üzerimde gördüğün mağazadan alınma değil. Anlamadıysan heceleyerek anlatayım. Ben bu vatanın evladıyım. Ve en büyük görevim evimi korumaktır. Benimdir dediğin bu topraklar bile benim evim. Şimdi ya kenara çekil, ya da olacakları izle. " Arkamda ki tüm silahların doğrulduğunu belli eden sesleri duymuştum. Sadece göz korkutmak için yapılan hareketti.

"Şunu sakın unutma ağa. Bu vatanı korumak için yemin ettim. Damarlarımda ki son damla kana kadar bu vatan için yaşıyorum." Ondan uzaklaştım, tüm çekiciliği gitmiş adamın yüzüne baktım.

"Kim bu çılgın ki bana engel olacak?" cevap bekledim ama vermedi. Onun yerine sola çekilip yolumuzu açtı. Başımı kaldırıp ilerledim. Diğerleri peşimden gelirken. Dimdik ileriye yürüdüm. Ama ufak bir sorun vardı.

Karakol neredeydi?

Hayır duramam. Aynı şekilde ilerlemem lazım. Duruşumu bozamam. Sağlam adımlarla ilerlerken başımı arkaya çevirince, beni izleyen adamla göz göze gelmiştim. İnanın bana, bende pek inanamasam da gözlerinde gördüğüm şey gururdu. Yanılmış olamam...

Önüme döndüm, dudaklarımı birbirine bastırdım. Cidden mi Hilal? Şimdiden kafayı yedin be kızım. Kendime hakaret etme kısmına geçmeden önüme yaşlı bir adam çıkmıştı. Bak bundan ağa olur. Ama arkamda kalan adamdan olmazdı. Benim bildiğim ağalar yaşlı olur. Sanki dizi çekiyoruz. Bu ne yakışıklı genç ağa. Birde çıksın iki tane karısı tam olsun.

"Komutan, karakol iyi durumda değil. Yıllardır boş orası. Bu gece ağamızın konağında kalın. Yarına temizlenir orası." Başımı arkaya çevirdim. Hepsi yorgundu. Uzun süre yürümüştük. Arabayla o kadar saat gelmekte hepsini mahvetmişti. En arkada kalan adama baktım. Başka kimsemi yoktu da ağanın evi? Off başımı önümde ki adama çevirdim.

"Tamam bize yolu gösterin." İleri adımlar ve arkadan sert sesler yükselmeye başladı. Onlarla beraber sesim kalbimi yükselten bir onurla haykırdı etrafa.

"Annem beni yetiştirdi. Bu ellere yolladı."

"Al sancağı teslim etti. Allah'a ısmarladı."

"Al sancağı teslim etti. Allah'a ısmarladı."

"Yastığımız mezar taşı. Yorganımız kan olsun."

"Yastığımız mezar taşı. Yorganımız kan olsun."

"Biz bu yoldan döner isek. Namus bize ar olsun."

"Biz bu yoldan döner

isek. Namus bize ar olsun."

................................

Evet bölüm bitti. Dün gelecek demiştim aslın da günleri yanlış yazmışım. Bunun için kusura bakmayın.

Loading...
0%