Yeni Üyelik
11.
Bölüm
@mizginsain98

Merhabalar. Güzel bir bölümle geldim. İyi okumalar. Destekleriniz içinde teşekkür ederim.

 

....................

 

.................................

 

Ama gün gelecek

 

Işıl ışıl bir gürültü koparacağım.

 

"Asker çök!" anam. Neredesin anam?

 

"Sürün..." sağ bacak, sol bacak. Sürün Hilal sürün, ha gayret.

 

"Hızlan asker! Oyun oynamaya gelmedik." Bas bas daha hızlı.

 

"Uykunu alamadın mı prenses!" kafamı çevirmeye cesaret edemedim. Kim bilir kimi payladı.

 

"Haftalardır burada yan gelip yattınız. Kim olduğunuzu unuttunuz." Dün bir bugün iki, ceza içinde ceza çekiyoruz resmen.

 

"Yüzbaşı uykun mu var!" Allah cezamı versin diyeceğim zaten verdi. Dahası olmasın lütfen.

 

"Uyuma asker!" yanımdan geçen Yıldırım bir küfür savurunca gülmüştüm.

 

"Yüzbaşı!" hay şansımı. Ulan Yıldırım yedim oğlum seni.

 

"Emredin Binbaşım." Kurban olayım yapma.

 

"Bu eğitim size hafif kaldı anlaşılan." Vallahi kalmadı bittim...Bittim.

 

"Koşmaya başla Yüzbaşı. 10 tur sonra burada ol." Önünde ki taşı işaret ettiği gibi selam verip koşmaya başladım.

 

Sabah kahvaltı yaptık. Çok şükür onda sorun olmadı da. Sonrası pek iç açıcı değildi. Verdiğim eğitimi beğenmeyen Binbaşı yerimi alıp, beni de eğitime kattı. Ama onun yaptığı eğitim değil. Can çıkarmak resmen bu.

 

"Yıldırım sana Yıldırım girsin." Bitmişim ben zaten, bu nedir şimdi benim başıma geldi.

 

"Hızlan Yüzbaşı." İkinci turda bana bağıran Binbaşıma minicik bir gülücük attım.

 

"Emredersiniz komutanım." Karakolun arkasına geldiğim gibi yere attım kendimi. Atletimi kaldırıp anlımda ki terleri sildim. Ulan zaten her yerim yapış yapış oldu. Tozu toprağı demiyorum bile. Bayılacağım artık. Su içmem lazım.

 

"Sadece su istiyorum. Allah'ım lütfen." Ağlamama saniyeler kala yine adımı duymuştum.

 

"Komutan..." arkamı dönünce ilk gördüğüm bana doğru uzanan dolu bir şişe su oldu. Onu uzatanı görünce istemeden gülmüştüm.

 

"Ağa?" ne çabuk kabul oldu duam. Hem de ağa bozuntusuyla.

 

"Komutan... Su ister misiniz?" bunu dedin ya, çaldın kalbimi. Vay be. De yani aşıklık falan çalmadın. Klasik bir kelimeydi. Genel herkese söylenebilir.

 

"Evet... Lütfen." Su ile aram da olan 3 adımı kapattım ama. İşte ama, Binbaşı ile aram da olan mesafeyi daha da açamadım.

 

"Hilal Yüzbaşı?" neden ki yani? İçseydim şu suyu öyle gelseydin.

 

"Emredin Binbaşım." Anında dibimize gelip bana doğru uzanan suyu göz hapsine aldı.

 

"Çokta susamıştım." Ses çıkmasına izin vermeden ağanın elinde ki suyu alıp içti. Küfür etmeyeceğim... Hayır etmeyeceğim.

 

"Çok sağ ol Levent olan ağa." Valla delireceğim. Adama gıcıklığına nasıl hitap ediyor.

 

"Afiyet olsun Komutan." Kısık gözlerini bana çevirip dondu kaldı. "Allah'a emanet." Dedi. Döndü gitti. Ama hayır ya.

 

"Yemin ederim dünya üzerinde sen ve kardeşin kadar gıcığı yok." Sinirle patladığım adama dönünce sıçtığımı anladım. Aferin kızım aferin.

 

"Binbaşım burada mıydınız hala. Emredin." Lütfen tamam ver cezamı da bitsin.

 

"Sadece 10 dakikan var Yüzbaşı."

 

"Ne için Binbaşım?" kafasıyla arabasına doğru giden ağayı işaret etti.

 

"Sadece 10 dakika ve misliyle şınav."

 

"Emredersiniz komutanım." Dediğim gibi koşarak ağaya yetiştim.

 

"Ağa?" bana dönüp sinirle söylendi.

 

"Kusura bakmayın komutan. Aranıza girdim." Lafı ağzıma tıktığı yetmezmiş gibi mal gibi de bırakmıştı.

 

"Ağa?" tekrar deneyince ellerini kaldırıp teslim olur gibi yaptı.

 

"Cidden özür dilerim. Beni yanlış anladınız. Bende sizi yanlış anladım." Kolumda ki saate bakınca çoktan 5 dakikanın geçtiğini gördüm.

 

"Müsaadenizle komutan. Size daha fazla rahatsızlık vermeyeyim." Arabaya bineceği sıra da kolumu uzattım. Amacım kolunu tutmaktı. Ama ellerimiz birbirine kenetlenince o'da benim gibi dondu kaldı.

 

"Ağa..." her şeye cesaretin var madem, hadi buna da olsun. Konuş kızım.

 

"Komutan..." gözüm saate kayınca son iki dakikanın kaldığını anladım.

 

"Pazar günü saat 2'de aynı parkta."

 

"Ne için?" bir adım daha ona yaklaştım. Yavaş ol kızım.

 

"Tanışmak için." Gözleri parladığı gibi ondan uzaklaştım.

 

"Yemin edin."

 

"Yemin ederim. Ama sakın geç kalmayın." Ondan tamamen uzaklaşıp cezamı çekmek için heyecanla koştum.

 

Aptal mıyım?

 

&&&

 

"Ne giyeceğim lan ben.?" 6 tane gereksizle beraber 5 parça olan elbiselerime bakıyorduk.

 

"Valla benim daha fazla kıyafetim var." Yalçın yine başladığına göre hadi bakalım.

 

"Boş yapma. Yük olmasın dedim." Hepsi aynı anda bana göz devirince tabi ki küfür ettim. "Siktirin gidin. Sizden yardım isteyende kabahat." Ben sinirle yatağa çökünce bunlar yine kendi araların da gülüşmeye başladılar.

 

"Salak kalk. Ayarlarız benden, ondan falan." Arslan kolumdan tutup çekince. İsteksizce takıldım peşine.

 

"Ne yani? Sizin elbisenizle mi gideceğim? Yok artık."

 

"Salak olmasaydın... O yüzden var artık." Kolumdan tutmuş beni çekiştiren Arslan'a ters bir bakış attım. Görmedi neyse ki.

 

"Kamuflajla gideyim işte. Daha iyi."

 

"Kapa çeneni." Hepsi bir ağızdan bana bağırınca, azıcık korkmuş olabilirim. Ama refleksti bu.

 

"Höst lan. Sesinizi kime yükseltiyorsunuz siz?" hepsinin ağzına tek tek çarpmaya hazırlanırken, Arslan kolumdan odasına çekti.

 

"Cidden kapa artık şu çeneni."

 

"Tama susuyorum... Tamam lan..." sandalyeye çöküp onları izledim. Dolabın önünde fısır fısır uğraşıyorlardı.

 

"Ne oldu? Olmadı dimi." Tam kalkıp gideceğim sırada, bana uzatılan turuncu gömlekle mal gibi kaldım. Turuncu.

 

"Bu renkten nefret ederim."

 

"Biz severiz ama." Muhammet peki canım bundan bana ne?

 

"Yani?"

 

"Yani giy gel." Nurullah ellerini çırpıp beni gömlekle beraber iteleyip kapı dışarı atınca, bir üzüldüm.

 

"Bunca şey ne için? Ağa için." Değer mi? Göreceğiz.

 

Umarım yine faka basmam...

 

"Hızlansana lan. Saat kaç oldu?" kapı aralığından laf atan Arslan'a göz devirip odama gittim.

 

"Turuncu nedir lan? Ben ve turuncu. Tüm köyde portakal gibi dolanayım." Oyalanmadan giyinip çıktım. Onlara görünmeden kaçarım planlarım. Onları kapının önünde görünce yok oldu.

 

"Tamam ya olmuş." Dedi Yalçın.

 

"İlk kez kamuflaj ve siyah dışında bir şey giyince ben bir garipsedim." Dedi Yıldırım. Hah...

 

"Yani bence de idare eder." Dedi Nurullah. Ona ters bir bakış attım.

 

"Buna şükredelim. Kamuflaj diyordu en son." Dedi İsmail. Allah'ım ya.

 

"Bence de bu iyi iyi... Havuç gibi." Dedi Muhammet. Dişlerimle yumruğumu sıktım. Yoksa bir kaza çıkacak elimden.

 

"Ben de olmasam zaten, dümdüz giderdi." Övünen Arslan'a hepsi alkış tutunca, siktiri çekip çıktım aralarından.

 

"Lan kaç yaşında adamsın. Hala turuncu gömlek giyiyorsun. Utan utan."

 

"Asıl sen utan kızım. Sürüldün ve yanında sadece 5 parçayla gelmişsin." Ortaya laf atam İsmail'le beraber kendi aralarında, bana hitaben söylenmeye başladılar. Ah tabi ki dinlemeyeceğim. Şimdi defolup gidiyorum.

 

"Siz devam edin. Benim bir kahve date varda." Hızlı adımlarla koşarken Nurullah arkamdan bağırmıştı.

 

"Yav bari postallarını çıkarsaydın."

 

"Odunlukta hepimizi sollar cidden." Son sözde Muhammet'ten gelince çıktım kapıdan. Binbaşım nerede acaba, bu kez nasıl engelleyecek diye düşünürken tam da. Arabanın yanında duruyordu. Hem de bonusla. Nihal'le.

 

Acaba yürüyerek gitsem ne kadar sürede varırım oraya. Onların yanına gitmeden şöyle yandan yandan uzayayım ben en iyisi.

 

"Yüzbaşı..." kendimle çok zaman geçiriyorum. Yoksa yakalanmam. Kendimle arama biraz mesafe koymalıyım. Bu böyle olmayacak.

 

"Emredin komutanım." Hızlı adımlarla yanına gittim. Beynim geri git diyordu ama neyse.

 

"Rahat Yüzbaşı." Ne mümkün.

 

"Merkeze ineceğim Komutanım. Bir emriniz var mıdır?"

 

"Ne için?" sormasaydın keşke. Ne diyeceğim ben şimdi bu kadının yanında.

 

"Bir ufak işim varda Komutanım." Arkadan gözlerini kısıp bakan Nihal'e dönünce hemen yüzünü düzeltip gülümsedi. Salak.

 

"Ne işi Yüzbaşı?"

 

"Ufak özel bir iş komutanım." Özeli de anla artık.

 

"Ağa denen Levent galiba. Onunla buluşacaktın galiba." Allah tependen güller yağdırsın Binbaşım. Valla bak. Araların da böyle taşta olsun.

 

"Ne alakası var Komutanım." Dedim devam etmek isterdim ama Nihal araya girmişti. Sözümü kesti o az önce. Değil mi? Sonra neden nefret ediyorum. Neden acaba. Saygısız birde.

 

"Levent ağam şu an onunla buluşamaz ki. O bugün okulun ihtiyaçlarını ayarlayacaktı." Hah... Ağlatırdım da seni neyse.

 

"Evet bakın. Başka bir işim var. Size iyi günler dilerim." Arabaya atlayıp saniyeler içinde uzaklaştım karakoldan. Yırttım dimi. Anlamadı o baş belası.

 

Yine mükemmel bir şekilde hallettim her şeyi. İş bitirici on numara bir insanım. Hemen bunun şerefine bir şarkı açalım. Radyoyu açıp ikinci kanalda duyduğum müzikle durdum. İşte budur. Yine şanslı bir günümdeyim anlaşılan.

 

"Cımbız cımbız çekicem kaşını.

 

Belki bi anda şeklin değişir.

 

Kızma be aşkım tutucam yasını.

 

Sende gidersin gündem değişir."

 

Resmi askeri araçta bağıra bağıra şarkı söylüyordum. Neyse ki hala köy ve merkez arasındaydım. Kimse göremezdi. O yüzden devam ediyorum.

 

"Şimdi sahneye çıkıcam çıkıcam.

 

Çok güzel bi aşk yapıcam yapıcam.

 

Aşkım aklını alıcam alıcam.

 

Aşık ol hayatın değişir."

 

Benimle kesinlikle değişir. Mesela her gün bir olay. Sen bile inanamazsın da, konuş konuş kızım da kimden bahsediyorsun sen. Aşık mı oldun da haberin yok? Kendine gel. Sen Hilal'sin. Saçmalama. Sadece bir kahve. Türk kahvesi bile değil. 40 yılı falan da kitleyemez.

 

"Hem konumuzun ağayla ne alakası var?" diye kendime bağırırken buldum kendimi.

 

Tövbe tövbe. Çok dalga geçtim zamanın da insanlarla. Hep ondan ya.

 

Neyse geldim zaten kendimle muhabbeti kesiyorum. Arabayı park edip, parka ilerliyorum. Ama ağa nerede? Saat kaç? 13:55 erken mi gelmişim ben? Hayret... Hevesli gibi durmazsam iyidir.

 

Neyse Hilal sen davet ettin. Sorun yok. Otur banka bekle. 2 dakika geç kalırsa gidersin zaten. Diye planlar yaparken Ağa bey elinde bir tepsiyle köşe başında göründü bile. Aramızda birkaç adım kalınca ayağa kalktım. O elinde ki tepsiyi banka koyup bana döndü.

 

"Merhaba Yüzbaşı. Köyümüze hoş geldiniz. Sefalar getirdiniz. Ben Levent Şahinkoru." Karşılıklı gülümserken uzattığı elini tutup sıktım.

 

"Merhaba Ağa. Bizde bu köye geldiğimiz için çok şanslıyız. Bende Hilal Kara." Saniyelerdir. Belki de birkaç dakikadır o şekilde kenetlenmiş ellerle durduk. Kendime gelince uzaklaşıp banka oturdum. Diğer köşeye oturdu, gülümseyerek tepsiyi gösterdi.

 

"Bu mini pastaları markette gördüm deneyelim mi?" Allah'ım sana geliyorum. Neler oluyor?

 

"Olur." Fincan da olan kahveyi uzattı.

 

"Türk kahvesi yaptırdım. Sade içiyorsunuz değil mi?"

 

"Evet." Kitledi 40 yılı. Neyse sorun değil.

 

"Buyrun lütfen yerken konuşalım. Soğumasın kahveler."

 

"Olur." Bunu beklemiyordum cidden. İki karton bardakta paket kahvelerle ucuz bir date planlamıştım ben. Bu baya iyi oldu.

 

 

"Kahveyi ben yaptım bu arada."

 

"Tek lapa pilav yaptığınızı sanıyordum." Kahveyi yudumlarken sohbeti de başlatmıştı.

 

"Eh birkaç ayrıcalık var."

 

"Ağam?" ikimiz aynı anda sese dönerken, sinirle yutkundum.

 

Cidden mi?

 

Şimdi mi?

 

 

Loading...
0%