Yeni Üyelik
15.
Bölüm
@mizginsain98

İlk kez Levent ile bölüm geldi. Çok istemiştiniz. İyi okumlar dilerim. Bu hafta geç geldi bunun için de özür dilerim. Ufak bir rahatsızlandım. Anca yetiştirdim. Saygı ve sevgiyle. ..

 

............

 

..................................

 

..............................................

 

O gün ki gördüm seni

 

Yaktın ah

 

Yaktın beni...

 

Ben Levent, ağa olan o adam. Levent Şahinkoru.

 

Ben Hasan'dan olma. Meryem'den doğma Levent. Bir hiçim aslında. Bir değerim de yok. Allah'ın bir kuluyum. Soyadımız, namımız, paramız var. Ama kalbimiz, o şüpheliydi işte.

 

Aşk bir kenara şimdi.

 

Karşım da sigara içen kadın beni delirtiyordu. Kokusunun, kendinin farkın da değildi bu kadın. Ve ben ona baktıkça beline sarılmamak için zor duruyordum.

 

Titreyen telefonu masadan alıp açtım.

 

"Alo kado?" ben sesimi çıkarınca komutan da bana döndü. Ne de güzel gözleri var.

 

"Ağam odanız da biri var." Siktir.

 

"Kapının önünden ayrılma." Hızla kalkarken, karşım da oturan kadın da benimle beraber ayağa kalkmıştı.

 

"Ne oldu?" öfkeyle bana çıkışınca, şaşırdığım kadar da etkilenmiştim. Ses tonu ne öyle. Öfkeli halinin nasıl olduğundan bihaber.

 

"Kado aradı. Evde ne olursa bana bildirmesini söylemiştim. Odamda biri varmış."

 

"Yani?"

 

"Dedim ya komutan. O odanın sadece bende var." Gözleri kocaman açılırken, onu izlemek yerine hızla hareket edip arabaya bindim.

 

"Ulan her kimsin bittin." Komutan, komutan. Ah komutan. Bir doğru düzgün bulaşamadık.

 

&&&

 

Arabayı park edip hızla yukarı çıktım.

 

"Ee kado. Ne yaptın?" kapının önünde duran adama yaklaştım. Olumsuzca başını salladı.

 

"Size haber verdikten 2 dakika kadar sonra sesler kesildi." O konuşurken anahtarı ceketin iç cebinden çıkarıp kapıyı açtım. Elim belimde ki silahı bulurken ilk adımı attım içeriye.

 

"Ağam önden ben gideyim." Ona ters ters bakınca başını çevirdi. Kendini demirden sanıyor her halde.

 

"Çok konuşuyorsunuz kado." Etrafı kolaçan edip içeriye girdim. Hiç kimse yoktu. Nasıl yoktu. Buranın sadece iki girişi vardı ki. Biri giriş bile sayılmazdı. Biri kapıydı. Diğeri parmaklık olan ve direk avluya bakan pencereydi. Ve benim bildiğim bu iki giriş ve iki çıkıştan başka bir yer yoktu.

 

"Ağam yemin ederim sesleri duydum."

 

"Tamam Kado sen çık." Başını eğip çıktı odadan. Onun ardından kapıyı kapatıp kilitledim.

 

Bakalım bu odada neler dönüyor?

 

Etrafı dolaşırken masada ki siyah zarf gözüme ilişti.

 

Yine mi?

 

Zarfı alıp hızla açtım. İçinden çıkan koca kağıt da sadece iki kelime yazıyordu.

 

'Binbaşı Metin.' Yeni gelen komutan. Ondan ne istiyorlar. Onu geçtim benimle ne alakası vardı.

 

"Bulmacaları hiç sevmem." Zarfı cebime yerleştirip, sandalyeye oturdum. Bu odanın her santimi aranmalıydı. Her santimi. Bu odada benim bilmediğim bir kapı falan olmalıydı. Yoksa nasıl ellerini kollarını sallayarak gelip bu zarfları koyabilirlerdi. Delireceğim. Çalan telefonu çıkarıp ekrana baktım.

 

'Komutan Hilal'

 

Hızla yerimde doğrulup açtım telefonu.

 

"Komutan."

 

"Ağa. Ne oldu?" şu ses tonuna bak.

 

"Bir şey yok komutan."

 

"Nasıl yok?"

 

"Biri girmiş ama nereden belli değil. Masada tekrar bir zarf buldum. Yarın getireceğim size."

 

"Tamam. Odayı arayın sizde." Emrin olur.

 

"Tabi nasıl yapılacağını anlarsam." Hadi düş tuzağıma.

 

"Yardımcı olmamı isterseniz. Binbaşıma haber vereyim yarın gelirim." Hah işte bu. İşte bu kadar.

 

"Olur ben sizi gelir alırım."

 

"Ayaklarım da var araba da. Size gerek yok." Nasıl bayılıyorum bu hallerine bir bilsen.

 

"Tabi size asla ısrar da bulunamam."

 

"Tamam iyi akşamlar."

 

"Size de komutanım." Suratıma kapanan telefona bakakaldım. Sesini günlerce dinleyebilirim. Ne de güzel şakıyor.

 

"Ağa bey?" kapının vurulması ve yengemin sesini duymam bir olmuştu. Yerimde rahatça oturup bağırdım.

 

"Gel yenge." O içeri girince yaşa olan saygımdan kalkıp tekrar oturdum.

 

"Ne oldu bir telaş geldin?" koltuğa oturup bastonunu önüne alıp hırsla sıktı. Bunu neden yaptığını bilmiyordum. Ama çoğunlukla benimle konuşurken bunu sıklıkla yapıyordu. Hırsla yaptığını anlamam birkaç gözlem sonucu ortaya çıkmıştı. Ne olursa olsun iyi bir niyetle sıkmıyordu o bastonu. Bunu bilmem bile ona karşı diken üstünde olmama sebepti. Beni sevmediğini tahmin ediyordum ama emin olamıyordum.

 

"Sorun yok yenge bir şey unuttum." Başını sallayıp güldü.

 

"Biraz ağır ol. Kaç yaşında ağasın. Hala evlenemedin zaten." Konu yine benim bekarlığıma geldiğine göre ve yine tek seçenek olan Nihal konusu açılacak demektir.

 

"Acelesi yok yenge. Kaçmıyoruz ya." Güldüm ama o gülmedi. Bana ters bir surat yapıp bastonu hafif hafif yere vurmaya başladı.

 

"Ağamızsın sana lafımız elbet yok. Ama biz de senin büyüğün oluyoruz. Bizi biraz ciddiye al."

 

"Başımın üstünde yeriniz yenge. Ama bu da benim hayatım. Bırakın da kendim karar vereyim."

 

"Sana bırakırsak ağa bey. Bir çakalı gelin diye getirirsin başımıza." İçimden sabır çekip. Masada ki tesbihi aldım elime. Sabır lan oğlum sabır. Hep aynı konuşma.

 

"Onunla mutlu olacaksam. Bırak da çakal olsun yenge." Cık cık sesler çıkarıp bana ayıplarcasına bakışlar attı.

 

"Soyadını unuttun her halde. Bu köydeyiz diye bizi küçük bir aşiret sanmayasın ağa bey." Sesi yine yükselmeye başlamıştı. Bu kadın cidden ne amaçlıyor acaba?

 

"Unuttum diyelim yenge. Ne olacak ağa benim. Hüküm benim. Köy benim. Vardır başka lafın." Sinirle ayağa kalktı. Neyse bugün erken bitti.

 

"Ya ağalığı becer. Ya da ben büyükleri toplarım."

 

"Bu aşiretin en büyüğü benim. Yaşıma bakma yenge." Sinirli ve hızlı adımlarla masama yaklaştı.

 

"En yakın zamanda evlendin evlendin. Yoksa ağalık için çok ter dökeceksin. Ellerinde kalsın diye." Bu kadın da benim cezam her halde.

 

"Yenge. Kardeşin benim için doğru kişi değil. Bunu sakın unutma, oyunda oynamaya kalkma, kardeşinin başını kendin yakma." Elini masaya vurunca öfkeyle kalktım yerimden artık. "Haddini bil artık yenge. Sana saygımı verdikçe üste çıkmaya çalışma. Karşında ağan var. Haddini bil, çık odamdan."

 

"Benim sabrımı sınama ağa." Yok arsız bu belli oldu.

 

"Bir kelime daha edersen. Seni bu odadan yerlerde sürükleyerek çıkarırım." Bana attığı bakış, hazır ol der gibiydi. Durmayacaktı. Dursa şaşardım zaten. Odadan çıkıp kapıyı sertçe kapattı.

 

"Sussan dert. Susmasan dert." Sinirle sandalyeye attım kendimi. Nihal ile konuşup bu konuyu tamamen kapatmam lazım. Kızı umutlandırıp duruyor. O da etrafımda dolanıp duruyordu. Bugün yaptığı yüzsüzlük yeterliydi anlamama. Komutanın yanında neler dedi, neler yaptı öyle.

 

Masada ki fotoğraflara döndüm. Ailem. Gerçek tek ailem. Yatılı okulda kaldığım için yıllarca onlardan uzakta kaldım. Abim hep gelirdi yanıma. O depreme kadar. O deprem benden ailemi almıştı. Tek ailemi alıp götürmüştü. Haberi alınca gelmek istemiştim. Ama dedemin araması yüzünden okuldan dışarı çıkmam yasaklanmıştı. Onlara yetişememiştim. Her yolu demesem de o okuldan çıkamamıştım. Sonunda bir odaya kapatıp üzerime kapıyı kilitlemişlerdi. Ailem enkazın altındaydı ve beni bir odaya kilitlemişlerdi. Eğitim ve vicdan bir arada olmuyordu bazen.

 

Ailemin cenazesine gitmeme izin verilmişti sadece. O 601 kişinin içinde benim canım olan 3 kişi vardı. Hangisinin tabutunu taşıyacağımı şaşırmıştım. Bir annemin bir babamın bir abimin yanına gidip gelmiştim. İlk kürek toprağı hangisine atacağımı bilememiştim. Günlerce gittim o mezarlığa ama olmadı. İçimde gram azalmadı o özlem. Yıllarca onlardan zaten ayrı kalmıştım. Son senemdi artık hep beraber olacaktık. Olacaktık. Dedemle uzun süre konuşmamıştım. İçim almamıştı onunla konuşmayı. Onu gördükçe beni kilitledikleri o oda aklıma geliyordu. Okulu 2 sene daha uzattıktan sonra hemen askere gitmiştim. O zamanlar 13 ay olan askerliğimi devam ettirip uzun süre sözleşmeli olarak devam etmiştim. Bu eve gelmek ve kimseyi görmek istemiyordum. Ta ki dedem ziyaretime gelip olaylardan bahsedince. Amcam depremden sonra akli olarak iyi değildi zaten ama son iki üç yılda daha da kötüleşmişti. Ve dedem işlere tek başına yetişemediği için ve babamın emaneti adı altında beni ikna ederek bitirmişti askerlik hayatımı. Sözleşmem bitince buraya geri dönmüştüm. Kürkçü dükkanına dönen tilki gibi dolanmıştım etrafta.

 

Yengem anlamsız bir şekilde hep yanımda olup bana destek veriyordu. Ama kapı arkalarında neler dediğini arada bir işitiyordum. O yüzden bana asla samimi gelmiyordu. Zaten onunla atışmalarımız çok erken başlamıştı. Ağalığın bana kalacağını anlayınca kaç kavga çıkarmıştı üstelik. Gerçi hiç biri umurumda değildi.

 

Onun iğneleyici lafları kardeşinin adı benimle yan yana geçmeye başlayınca durmuştu. Ta ki ben istemiyorum diyene kadar. Sonra tekrar başlamıştı. O zaman olduğu gibi yine umursamadım ama o durmanın ne olduğunu bilmiyordu. Nihal sürekli bize gelmeye, yemeklere katılmaya başlamıştı. Her gün hatta bizdeydi. Bu saçmalıktı. Ne kadar ablasının yanına geliyor olsa da bu kadarı abartıydı. Ve köy de bunun lafı dönmeye başlayınca artık eve gitmeyi kesmiştim. Birkaç hafta köy dışında ki evde kalmıştım. Sonunda dedem olaya el atmış ve Nihal'in ayağını bizim evden kesmişti. Ondan sonra evime dönmüştüm. Ve tabi ki biricik yengemin yanına.

 

Yengem ve ben. Evde savaş çıkmadığı için herkes şaşkındı zaten. Ama onu alttan almayı biliyordum. Çünkü egosu zarar görmemeliydi. Egosu zarar görürse hırçınlaşıyordu ve onun gereksiz öfkesi de beni öfkelendiriyordu.

 

Bakışlarımı fotoğraflardan çekip ayağa kalktım. Camın önünde avluyu izledim. Yengem amcamla çardakta oturup çay içiyordu. Yengem bir yana cidden bu konak uzun süredir çok sessizdi. Ne bir çocuk sesi, ne de başka bir kadının sesi. Bir hanım ağanın sesi yoktu. Masada ki fotoğrafların arasında boş bir çerçeve vardı. Karımın resminin olması gereken boş çerçeve. O çerçeve de birkaç gündür birini hayal ediyordum. İmkansız gibi değil de. Zor olacak gibiydi. O olursa sanırım bu evde bana artık güzel gelebilirdi. Yengemi cadı olarak gören tam ideal bir eş olabilirdi.

 

Güldüğümü fark edince kendimi silkeledim. Onun hakkında böyle düşündüğümü bilse bana ne yapardı acaba. Silahıyla tekrar tanışmam gerekebilirdi sanırım. Ve bunu istemiyorum cidden. O silahla yürüdüğü zaman bakışlarım başka bir yere kaymıyordu. Çerçevede onun o şekilde bir fotoğrafı olmalıydı kesinlikle.

 

"Ağam yemek hazır." Kapının arkasından gelen sesle kendime gelip çıktım odadan.

 

Büyük salonda kurulan sofraya oturdum. Yengem yine konuşmaya başlayınca, hızla yemeye başladım.

 

"Ağa bey yakında bu sofra da gelin hanım da olacak mı?" ağzımı tıka basa doldurup ona cevap vermeyi reddettim.

 

"Olur elbet." Dedi amcam. "Hele o komutan kız nede güzel öyle." Amcamın bunu demesiyle yengemle beraber öksürmeye başlamıştık. Öksürüklerim arasında gülsem de belli olmamıştı.

 

"Bize öylesi yakışmaz." Yengem hızla cevap verince yine susmayı tercih ettim. Amcamla tartışmaya başlarlardı yine, her akşam olduğu gibi.

 

"Çokta güzel yakışır. Maşallah." Yengem ona sinirle bakmaya başlayınca amcam çocukça omuz silkip yemeğini yemeye dönmüştü.

 

"Maşallah ona lafımız yokta. Bir ağanın yanın da asker kız ne demek?" ağzımı açıp cevabını vereceğim sırada, amcam elinde ki kaşığı tabağına atıp bağırdı.

 

"Laflarına dikkat edesin. Asıl bir Komutanın yanında bir ağanın ne işi var diyeceksin." Amcam arada beni de gömerken keyifle gülmüştüm. Kral be. Nasıl susturdu karısını. Birde deli bu adama.

 

"Sakin ol Hamid. İlaçlarını yine almadın değil mi?"

 

"İlaç değil. Seni benden alsalar rahat edeceğim." Kahkahamı içeri doğru atarken, kalktım sofradan.

 

"Size afiyet olsun. Yine çok renkli ve lezzetli bir yemekti."

 

Hızlı çıkıp odama gittim. Kısa bir duş sonrası giyinip yattım yatağıma. Uyuyayım sabah olsun ve karakola gideyim. En güzeli oh mis. Ne dert ne tasa ne yenge var. Hem Nihal ile konuşup şu konuyu tamamen kapatırım. Sıkıldım hep aynı muhabbetten.

 

&&&

 

"Artık inandım ben şansıma.

 

Seni çıkardı karşıma.

 

Deli gibi aşığım sana.

 

Sen bir yana.

 

Bu dünya bir yana." Evden hızla çıkıp arabaya atladım. Sabah izlediğim bir video yüzünden dilime dolanan şarkıyı söyleye söyleye sürdüm arabayı. Çok geçmeden karakolun dışına park etmiştim aracımı. Enerji doluydum. Bakalım komutan nerede? Onu da enerji ile doldurmam lazımdı.

 

"Kolay gelsin." Karakolun kapısında gördüğüm kişiye yaklaştım. Bana dönünce dün ki kişi olduğunu fark ettim. Komutanla şiir mevzusu yapan adam.

 

"Sağ ol da sen kimsin? Kim aldı seni içeriye?" bana çıkışmaya başlamasıyla tek kaşım havaya kalkmıştı.

 

"Levent ben. Bu köyün ağasıyım."

 

"Ağasın diye her yere girme izni nereden geliyor sana." Peki.... Anlaşılan ben bunun sivilde ağzını burnunu kıracağım.

 

"Bir sorun mu var?" tamamen bana dönüp, yanıma yaklaştı.

 

"Olsa ne. Ne yapacaksın?"

 

"Komutan ile görüşmem lazım." Onu geçip içeriye girdim. Kavga etme hakkım yok. Ama uzatırsa ederim.

 

"Sana içeri girebilirsin kim dedi?" arkamdan gelip omzumdan tutunca sabır çekip ona döndüm.

 

"Buraya geleceğimden haberleri var zaten. Önemli bir konu." Elini sonun da indirip baştan aşağı süzdü beni.

 

"Ne ise bana söyle ben iletirim."

 

"Ağa?" yanımıza gelen Nurullah ile selamlaştım.

 

"Nasılsınız?"

 

"Çok iyiyiz, siz nasılsınız?" samimiyetle el sıkışınca adını bile bilmediğim şiir asker arkada kalmıştı.

 

"İyiyiz şükür. Komutanı arıyordum."

 

"Bizim çatlak. Aramız da kalsın böyle dediğim. Kantinde." Onunla beraber gülüp, kantine doğru ilerledik.

 

"Arkadaş yeni sanırım." Yanımızda yürüyen şiir askeri işaret edince başını salladı.

 

"Evet daha yeni dün geldi. Onbaşı Mustafa."

 

"Ne güzel. Ekip giderek tamamlanıyor." Nurullah başını salladı.

 

"Ekipten değil. Bir süreliğine bizimle." Bana doğru eğildi. "Aramızda kalsın ama bir şeyler var bunda."

 

"Peki aramızda." Kantine girince aradığım herkes bir arada duruyordu.

 

"İyi günler." Bakışlarım aradığım komutanda durunca bana tek kaşı havada bakıyordu. Yine neden sinirlendirdim acaba.

 

"Hoş geldin ağa." Kağıtta adı yazan komutanla selamlaştım. Onun emri ile kantin boşalırken. Masada bana yer açılmıştı. Cebimde ki zarfı çıkarıp Metin Binbaşı'na doğru uzattım. Alıp beklemeden açtı. Bir süre kağıtla bakışıp, sonra herkesin göreceği şekilde masaya bıraktı.

 

"Bu ne?" sonunda sesini çıkaran kadına döndüm.

 

"Dün odada yine bunu buldum." Hepsi gergin bir şekilde kağıda ve kağıtta ismi yazan kişiye bakıp durdular.

 

"Odayı araştırmak istedim. Ama nereden başlayacağımı bilemedim. Her hangi bir şey bulsam bile anlamayabilirim." Bal gibide anlarım da neyse.

 

"Haberim var. Yüzbaşı bugün sizinle gelecek araştırma için. Hatta ne olur olmaz diye. Onbaşı da sizinle olsun." O bunu dediği gibi komutan itiraz etmeye başlamıştı.

 

"Gerek yok komutanım. Yardım gerekirse Arslan gelir."

 

"O bize burada lazım." İtiraz anında boşa çıkınca omuzları düşmüş dinlemeye devam etmişti.

 

"Evde hiç farklı davranan biri yok mu?" Binbaşına dönüp olumsuzca başımı salladım.

 

"Zaten gördüğüm birkaç kişi var onlarda yıllardır bildiğim kişiler. Zaten herkesin araştırılması için emir verdim."

 

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?" ayakta komutanın arkasında duran adama baktım. Onbaşı Mustafa.

 

"Neyden nasıl bu kadar emin olabiliyorum. Anlamadım." Küçümseyici gülüşü üzerimde kayarken masanın altında ki elimi sıktım sinirle.

 

"Herkesten, kendinizden bile."

 

"O ne demek?"

 

"Bunlar sizin oyununuz belki. Nereden bileceğiz?" öyle biri olmadığımı söyleyecek tek kişi onun önünde oturan komutandı ona baktım. Ama o da bir cevap bekliyor gibiydi.

 

"Kendi insanıma neden eziyet edeyim. Onlar için her şeyi bırakıp gelmişken. Neden böyle bir şey yapayım? Bu köyde yaşamaktansa ölmeyi tercih ederim ben. Kalıyorsam ve çabalıyorsam o da değer verdiğim için." Komutanın bakışları beni bulurken ondan kaçırdım gözlerimi. Beni anlamayan biri daha. Oysa cidden bu kez beni anlayan biri var sanmıştım.

 

"Belli olmaz. Devletten yardım almak için. Elinizden her şey gelir."

 

"Yeter Onbaşı. Bilmediğin şeylere girme daha fazla." Komutan ayağa kalkıp yanıma yaklaştı. "Eşyalarımı alıp geliyorum. Çıkarız sonra." Başımı sallayıp onu onayladım. O giderken arkasından giden diğer adama baktım. Ben sana göstereceğim bekle.

 

"Muhammed'de gelsin. Ortam baya gergin gibi." Arslan işaret verince oda hazırlanmak için gitmişti.

 

"Sorun yok benim için. Girişte de bir sorun çıktı. Tanımıyor sanırım ondan dolayı böyle oldu." Ortamı yumuşatmaya çalışırken onlar başını sallayıp bana hak verip olayı kapattılar.

 

"Umarım odadan bir şey çıkarda nereye doğru gideceğimiz belli olur." Yalçın olduğunu bildiğim adam yeni bir konu açmıştı.

 

"Evet oturmaktan sıkıldım." Yıldırım da konuşunca araların da şakalaşmaya başlamışlardı.

 

"Yüzbaşım çözerse ilk olayı, valla yandık çayını bile bize içirtir o." İsmail'di bunu söyleyen.

 

"Vay halimize desenize." Nurullah gülmeye başlayınca hiçbiri ona katılmamıştı.

 

"Sence bu komik mi davar?" Yıldırım onu enseleyip gitmek isterken Yüksek bir ses duyulmuştu.

 

"Oyun oynamayı özlediniz demek. Yüzbaşınız orada çalışırken, siz de bahçe de biraz terleyin. Ağaçları boyamaya başlayın. Hepsi aynı ölçüde olsun. Tek tek kontrol edeceğim."

 

"Bende gideyim mi yüzbaşım ile. Bir şey olur falan." Yalçın heyecanla konuşunca, Yıldırım onu tutup götürmüştü.

 

"Sen nereye kaçacağını sanıyorsun acaba?"

 

"Lan oğlum bıraksanıza. Neden hep beraber yanmak zorundayız?"

 

"Çünkü bir ekibiz."

 

"Baş belası ekip bu ekip. Biliyorsunuz dimi. Herkes bunu diyor."

 

"Başkalarından bize ne. Biz de öyle olduğumuzu biliyoruz." Onlar giderken komutan ve diğerleri de gelmişti. Selam verip çıktım karakoldan. Okula sonra uğrarım.

 

Arabaya bindim. Muhammed'de yanıma gelince köye doğru yola koyuldum. Komutan arkada ki arabadaydı. Kendi bilir.

 

"Onbaşı için kusura bakmayın. Sizi kıskanmış olabilir."

 

"Nasıl yani?"

 

"Hilal Yüzbaşının eski sevdiğiymiş o." Göğsüme saplanan acıyla direksiyonu sıkarken, bana bakmadan konuşmaya devam etti. "Ona hep şiirler okurmuş. Arslan komutanım anlattı. Baya karışık bir olay. Ama araları şuan baya bozuk."

 

Eski sevdiğimi.

 

Hilal ve o adam.

 

 

Nasıl fark edemedim dün.

 

Neden bana bir şey demedi.

 

Dese ne ben ne yapacağım şimdi.

 

Canım acıyor benim.

 

..........................

 

..............................................

 

..............................................................

 

 

 

Ya valla ağam da ağam ya. Kıyamam ben sana.

 

Loading...
0%