@mizginsain98
|
Merhabalar. Güzel ve seveceğiniz bir bölüm olmuştur umarım.
Sevgiyle.
....................
...................................
...................................................
Hey gidi goca dünya Gam yükü müsün? Söyle söyle fani dünya Dert küpü müsün?
Odadan çıkarılmıştım. Aslında biraz da kendi isteğimle çıkmıştım. Yoksa komutan kalabileceğimi ve yardımcı olabileceğimi söylemişti. Ama tabi ki o onbaşı ile aynı ortamda biraz daha kalırsam cidden ikimiz için de iyi olmayacaktı. Çardakta sade kahvemi içip onları da rahat bırakmak en iyisi olmuştu. Ta ki merdivenlerden inen yengemi görene kadar. "Ağamız..." elinde olsa bir kaşık suda boğacakta, işte yapamıyor neyse ki. "Yenge, buyur gel." Çaprazımda ki sandalye ye oturup, hemen yanımıza gelen kızdan çay istemişti. "Bu kalabalık nedir ağa. Askerler her yerdeler." Omuz silkip kahvemi içtim. "Odamı kontrol ediyorlar." "Neden?" boş fincanı önümde ki sehpaya bırakıp ayağa kalktım. "Öyle işte yenge. Lazım ki yapıyorlar." Benimle beraber ayağa kalktı. "Odana, evimize girmelerine nasıl izin verdin. Burası onlara ait değil." İstemeden gülmüştüm. Ve bu onu kızdırmıştı. "Valla yenge. Cesaretin varsa geç söyle. Ben bir kere dedim. Lafımı aldım geri çekildim." İlk karşılaşmamızda dediği her şey kulaklarım da çınladı resmen. Bu ülkenin her toprağı onun eviydi. Gerçi isterse bu ev onun temelli evi olurda. Bunu sormak şu an için oldukça riskli. "Neyse ağamız. Sen bilirsin. Ama söyle bari yemek hazır. Önce yesinler sende uygun görürsen." "Uygun görüp görmemek benim elimde değil yenge. Onlar uygun bulurlarsa gelirler." Başını olumsuz anlamda sallayıp mutfağa gitti. Hayır ne yapmamı bekliyor? Zorla bir şey yaptıramam onlara. Hele ki komutana. Mutfağa doğru ilerledim. En azından çay ikramı eksik olmamalı. Ama bahçe kapısından giren Nihal bana kaçmamı söylüyordu resmen. O beni görmeden yok olmam lazımdı. Ama yine onun sözde dediği gibi o keskin gözlerinden kaçamamıştım. Saniyeler içinde yanıma gelmişti. "Ağam..." o -m neden uzuyordu bilmiyorum. Ama hayatımda duyduğum daha doğrusu birinden duyduğum en itici hitap şekliydi. "Hoca Hanım?" keşke bu kadar aptal olmasaydım da. Okulun tüm sorumluluğunu en başta üstlenmeseydim. O zaman en azından bu kadınla da bu kadar sık görüşmezdim. Ama sanki bir görev değil de üstlendiğim şey. Cehennem den bir azap fragmanı gibiydi. Hayır her şey bir yana beni sevdiğine nedense hiç inanamıyorum da. Hayır desem ki duyguları saf. Cidden beni seviyor. Yok, yok yani o duyguyu gram hissettirmedi. Hissettirmeyi bırak. Sözleriyle bile dile getiremedi. Saçma kıskançlıklar. Ve aptallıklarla dolu cümleler dışında. Onunla cidden ne kadar doğru iletişim kurduğumu bile bilmiyorum. Hatta cidden biz onunla iletişim kuruyor muyuz ondanda emin değilim. Ne zaman yanıma gelse, tek dediği 'Ağam okula şu lazım, bu lazım." Hemen çözeyim bitsin diyorum kendi kendime. Bu kez gelip 'Ağam şunun şeyi şöyle olmuş da bunun busu böyle olmuş." Cidden aramızda iletişim namına hiçbir şey yokken biz nasıl bu kadar uzun süre birbirimize katlandık. Hadi onu geçtim e be kadın sen nasıl sıkılmadın. Neden kendi yolunu çizmek yerine ablanın laflarıyla hareket ediyorsun. Neden yani? "Nasılsınız ağam?" "Şükür iyiyiz hoca Hanım, sizler, öğrenciler nasılsınız?" "Çok şükür herkes iyi. Ben size bir şey sorabilir miyim?" hadi bakalım nasıl bir bomba geliyor. "Tabi lütfen..." yavaş adımlarla bahçe içinde yan yana dolaşıyorduk. "Komutan Hilal ile siz. Geçen gün randevuya çıktınız değil mi?" dedim bomba geliyor diye. Şaşırdım mı? "Evet randevuya çıktık sayılır. Tam randevu sayılmazdı gerçi. Ufak bir ön buluşma gibi bir şeydi." "Ön buluşma mı?" "Evet. Yakın bir zaman için de onu bir gerçek randevuya davet etmem lazım." Umarım niyetimi tamamen anlıyorsundur. Senden yana hiçbir şeyim yok. Senin de benden yana bir beklentin olmasın. Kalkıp kalbini kırmak istemiyorum. Lütfen Nihal şu sözlerimle komutandan hoşlandığımı anla. "Haklısınız. Bir parkta randevumu olur? İyi düşünmüşsünüz." Gözleri dolmuştu ama bunun en iyi yol olduğunu sanıyorum. Umarım öyle olur. Kalkıp suratına seni istemiyorum demektense. Bu daha iyi oldu gibi ya neyse. "Ablanı görmeye mi gelmiştin?" başını ters yöne çevirip omuzlarını silkti. "Hayır. Gidiyorum zaten. İyi günler." Yüzüme bir daha bakmadan koşar adımlarla çıkmıştı bahçe kapısından. Olmayan ilişkiden çıkmıştım sanki. Ve şu an bir pislik gibi duruyordum. "Güle güle..." tabi ki beni duymamıştı bile. O hızla çoktan köyün sınırına ulaşmıştır. Ne acelesi varsa. Arkandan kovalıyoruz sanki. "AĞA. AĞA." Ses duyuldu. Hatta tüm köyde duyuldu. Maşallah sese bak. "Komutan?" merdivenleri hızla çıkıp onun yanına gittim. "Sorun mu var?" bana ters ters bakarken, bir adım geriledim. Yine ne yaptın Allah'ın cezası adam. Hayır cidden ne yaptım ya? Bu kadın neden sürekli belirli aralıklarla bana karşı sinirliydi. "İçeri girin." Komutan Hanım, orası dolu zaten baş başa kalmamız için başka odalar var. "Neden?" "Ne neden? Oda sizin ya girin diyorum." "Şu an giresim yok." Omuz silkip arkamı ona dönünce, ağzının içinde bir şeyler mırıldadığını duymuştum. Kesin küfür etmişti. "Oyun oynamak istiyorsan. Parka git ağa bozuntusu." Süper daha da sinirlendi. Hiç te hayalim bu değildi. Ama yapacak bir şey yok. Devam ediyoruz. "Ne oyunu komutan. Ben size odamı bıraktım. Sizde tamam dediniz. Saat konuşmadık ki gelip teslim alayım." "Kuru temizlememi burası?" kapının girişine yaslanıp, kollarını kenetledi. Ne de asil duruyor. Ve mükemmel. Ve hoş. Ve güzel. Maşallah. "Ne münasebet komutan." Çek silahı vur kalbimden. Yoksa başkası gelip yine beni delirtecek. "Bakıyorum da modun yerinde. Yine bir gıcıklık, bir iticilik. Aman nazar değmesin ağacık." Nasıl konuşuyor benimle? Hiçte umursamıyorum ya. "Sizi görünce böyle bir aman aman oluyorum anlatamam." Kollarını çözüp bana yaklaştı. Ya vuracak. Ya öpecek. İnşallah ikincisi olur. Âmin. "Bakıyorum da baya baya yalaka oldun sen. Hayırdır ne saklıyorsun." "Kalbim de sizi. Gönlüm de sizi. Fikrim de hayallerim de uykum da bile sizi herkesten saklıyorum." Ne güzel şaşırıyor. "Sen iyi değilsin cidden. Kafana ne düştü?" "Güzelliğiniz." Ellerini sinirle kaldırıp, uzaklaştı benden. "Sen cidden normal değilsin. Odana gir, seninle uğraşamam." "Emredersiniz Komutan Hanım." Gözlerini devirip içeriye girdi. Gözleri de çok güzel. Tövbe Yarabbi ben neler diyorum? Nasıl konuşurum öyle? Resmen bir yavşak gibi asıldım kadına. Aferin lan aferin. Sonra kadın neden sinirli diye düşün dur. Acaba neden? Rahat durmuyorum ki yerimde. Annem olsaydı şimdiye on kere asılmıştı kulaklarıma. Bir kadınla böyle konuşuyorum diye, hele var ya abimle babam görseydi, eşek sudan gelene kadar döverlerdi beni. Neyse Ağacık! Daha fazla hatıralara dalmadan şu odaya gir artık. Yoksa bu kez cidden kötü olacak. "Geldim Komutan." Sanki bilmiyor da. Tam arkasındaydım. "Gel ağa gel." Komutan dedim. Bu onbaşı denen adam neden sürekli ortalıktaydı. Ve asıl soru neden sürekli onunla benim arama giriyordu. Sabır ki sabır. "Ne oldu Komutan Hanım!!!" ona ters bir bakış atıp asıl manzarama döndüm. Hanım dedim o kadar cevap verme diye de. "Buraya geleceğimizi kimseye söyledin mi?" "Hayır." Ben lafımı devam ettiremeden onbaşı tekrar araya girdi. "Yalancısın demek birde." sabır Allah'ım sabır, ama ben buna daha fazla dayanamıyorum. Elimden her an bir kaza çıkacak artık. "Onbaşı, abartma." Muhammet köşeden gelip yanımda durdu. Ne oluyor burada? "Haklıyım değil mi Yüzbaşım?" tüm bakışlar komutana dönmüştü. O ise bakışlarını dolaptan çekmiyordu. "Karar vermek için çok erken Onbaşı. Kimseyi ayak üstü yargılamıyoruz." Bakışları beni bulmamıştı. Ama sözleri şüpheyle doluydu. O'da beni yalancı görüyordu. Ama ne için yalancıyım. Ne yaptım lanet olsun? "Yalancıyım diyelim. Ne yalan söyledim ki size bu kadar çabuk ortaya çıktı." Komutan bana dönmüştü. Ama bu kez ben ona bakmadım. Daha ne yapmamı bekliyor bu kadın. "Yalancı olduğunu kabul ediyorsun ama. Cevabını senin vermen gereken şeyin cevabını bizden bekliyorsun. Ne komik bir ağasın sen ya." Onbaşı ile aramda sadece Muhammet vardı. Ve neden yanımda durduğu belli oldu. Ama yeter ki isteyeyim, o adama ulaşmamı kimse engelleyemez. "Maşallah sizde ne komik bir askersiniz. Açıklama yapmak yerine uzatıp duruyorsunuz." O tekrar konuşmaya kalkarken bu kez komutan girdi söze. "Onbaşı yeter. Görev benim sorumluluğum da. Bırakın da ben yapayım." "Emredersiniz Komutanım." O geri çekilirken bakışlarımı bana bakan kadına çevirmedim. Madem istemiyor bakmamı, bakmam bende. Onbaşısı baksın ona. Tövbe tövbe. "Dolap bir tünele çıkıyor. Ve öyle gereksiz değil. Sürekli kullanıldığı belli olan bir tünel. Elektrik bağlantısı var. Arkadaşlar inceledi hatta, ampullerden biri yenilenmiş. Ama sorun şu ki. Tek bir ayak izi yok. Saatler bile değil. Belki de dakikalar önce yol anlaşılan o ki bir tırmık ile talan edilmiş. Toprak hala ıslak. Ve tünelin sonu sizin evin arka tarafında ki duvar ile bağlantılı. Ve eviniz arkası dağlık." Tuttuğum nefesi veremedim. Sıçmıştım. Ama suçum olmadığı halde. Ve bu kadın bırakın bana inanmayı. Yüzüme bakmamakta haklı. Ama beni suçlayamaz, onları ben çağırdım özellikle. "Suçlu olarak mı görülüyorum?" "Daha çok bir hain." Dedi gereksiz onbaşı. Yeminim olsun sana. Çok güzel kavga edeceğiz bekle sen. "Hayır. Buraya geldiğimizi kime söylediniz?" yengem biliyor. Kado biliyor. Başka kimse yok. Yengem öğreneli beş dakika bile olmadı. Kado desen, o hayatta yapmaz. "Ben kimseye demedim. Belki siz böyle cümbür cemaat gelirken fark edildiniz." Komutanın şu an bana öfkeyle baktığına yemin edebilirim. Ama ondan tarafa dönmemeye kararlıydım. "Neyse ne ağa! Dikkat et madem öyleyse artık. Malum biz çok dikkat çekiyoruz. Kendi işini kendin hallet." Tüm eşyalarını toplayıp çıktılar odadan. Komutan en sona kalmıştı. Ona bakmamaya devam ettim. Ama varlığı zaten oradayım diye bağırıyordu. Herkes çıktıktan sonra kapıyı çarpıp karşıma geçti. Resmen zorla görüş açımı ihlal etti. "Bana bak ağa bozuntusu. Ne karıştırıyorsun bilmiyorum. Ama umarım yanılan ben olurum. Yoksa inan ki senin için hiç iyi şeyler olmayacak. Ve şunu sakın unutma. Bir daha tek bir laf edersen askerlerime. Seni köyün girişinde ki salıncakta sallandırırım." İstemesem de sol dudağım yukarı doğru kıvrılmıştı. Bu kadar sert olunca ne kadar fena durduğunun farkında değil. Ateş gibiydi şu an. "Emredersin Komutan. Emrin başım üstüne. Haydin selametle." Onu kovar gibi olmuştu. Ama burada kalması ikimiz içinde iyi olmazdı. Hele şu an ateş gibi yanarken. Gözleri beni küle çevirirken suratıma çarpan nefesinin farkın da bile değildi. "Selametle ha selametle." İşaret parmağı anında yükselirken odadan çıkması için dua etmeye başladım. "Sen hayırdır ağa bey? Yarım saat olmadı bana kapı önünde yalakalık yapman. Şimdi ne oldu? Foyan mı ortaya çıktı?" sen konuşmaya devam et. Ben bildiğim tüm duaları okumakla meşgulüm. "Konuşsana, daha yeni sallarken iyiydi." "Komutan iyisi mi sen artık çık." Yoksa sonra yapınca da tokat falan atma. "Sana sormayacağım ne yapacağımı. Unuttun mu?" "Ne haddime hep aklımda." Sinirle bir adım yaklaştı." Bak çok yanlış yapıyorsun komutan haberin olsun." "Bak sen neyi yanlış yapıyorum?" "Çok yakınsın." Siniri yerini şaşkınlığa bırakırken yeni fark etmiş gibi kalakaldı. Ne geri çekildi ne daha da yaklaştı. "Sizin zihniniz de neler var öyle?" şu an sadece bir adım vardı aramız da. Bir adım. Ve o bir adım çok küçüktü. "Bilmek istediğine emin misin?" dudağını dişlediği anda sinirle arkamı döndüm. Bilerek yapıyordu sanki. Oyun oynuyordu benimle. Dalga geçiyor ve bu halimden eğlence çıkarıyordu kendine. "Sen haddini aşıyorsun sadece." "Demek öyle. Çıkın o zaman odamdan." Masada ki telefonunu alıp dediğimi yapmak için döndü. "Sen dediğin için değil. Kendim istediğim için çıkıyorum." Siktir. Cidden ama ya sinirli olunca cidden neye dönüştüğünden. Etrafta nasıl bir enerji yaydığından haberi yoktu. "Kendini bir şey sanma." O kapı kolu ile buluşmadan arkasında bitmiştim. Kolundan tutup onu kendime çevirirken. Tek dediğim şey yüzünden bana öfkeyle bakmıştı. "Sikerler kendini tutanı artık..." dudakları dudaklarım ile buluştuğu anda titremişti. Evet. İşte aradığım tepki. Belinden tutup onu kendime yaslarken, hiç direnç göstermeden yanaşmıştı bana. Bir eli kolumu keşfederken, diğer eli yanağımda duruyordu. Eli alev gibiydi. Alt dudağını dudaklarım arasında ezerken, gözlerini kapatıp bana ayak uydurmuştu. Saniyeler sonra dudaklarını çekip ellerini göğsüme bastırdı. "Haddini aşıyorsun." Sol dudağım kıvrılırken bakışlarım sadece kızarmış dudakların da kalmıştı. "İnan bana şu an daha fazlası için hazırım." Benden uzaklaşıp odadan çıktı. Kapıyı ardından sertçe kapatmıştı. Ulan Levent ulan. Gece gelip seni yatağında öldürmezse iyisin. Yürek yedinde haberin mi yok lan? Ya başlıyoruz onunla. Ya da tamamen bittik. Ya da mecbur tekrar öpeceğim.
....................
...................................
............................................
Kabul geç geldi. Ama bir sorun neden diye. Avfsfsg
Yazdığım bölüm silinmiş. Kaydetmeyi becerememişim. Ve mecbur anca izin günümde yeni yetiştirdim.
Umarım sevdiniz.
Ve lütfen kitabın başında dediğim gibi. Bu kitap tamamıyla kurgu. En başından sonuna kadar. Sadece elimden geldiğince araştırma yapıyorum ki yanlış anlaşılmalar olmasın diye. Ama hatalarım var. Ve anlayış göstereceğinizi umuyorum.
Saygıyla, sevgiyle.
|
0% |