@mizginsain98
|
Merhabalar. Bence her karakteri tam olarak tanımamız lazım. O yüzden arada onlara da yer vereceğim böyle. İyi okumalar....
.............. ..................... .............................
Göz göze geldiğimizde Dursun zaman... Adım Arslan Köklü. Yüzbaşı Arslan. Şu hayatta ki en beceriksiz adamım ben. Sevdiğini koruyamamış bir aptal. İşe yaramaz bir çöp torbası. Hayatım masal değildi. Roman da değildi. 100 sayfalık bir defteri bile dolduramayacak kadar boş bir hayattı. Birkaç sayfa vardı. Ölene kadar en güzel anlarım olacak. Herkes hayatından birini ya da birilerini uğurlar. Bu hayatın ve yaşamın kanunu. Ama bazı uğurlamalar ya çok erken oluyordu. Ya da biz çok aç gözlüydük. Doyamıyorduk. Hele ki geç bulunmuşsa. Yağmur. Benden çok erken gitmişti. Açgözlü değildim. Gerçekten benden erken gitmişti. Sadece beş senemiz birdi. Ve kalbim onun yokluğuyla o kadar aç kalmıştı ki. Ben onu doyuramıyordum. Onu kurtarabilirdim. Yaşamın kanununa kafa tutabilirdim. Önüme çıkan kişi abim olmasaydı. Şaka gibi ama gerçek. Ben ömrümü, sevgilimi, ruhumun ışığını abim yüzünden kaybetmiştim. Ben bu değildim ki. Ben gülebilen biriydim. Somurtmak bende sonradan açılmış bir yüz kilidiydi. Belirli bir acı yaşadıktan sonra ortaya çıkmıştı. Eğer ki o gece abim denen adam beni odama kilitlemeseydi. Ben sevgilimi kurtarabilirdim. İhtimal dahi yok, kurtarırdım. Ama o adam buna izin vermemişti. Onun benim ellerimden kayıp gitmesini, izlememe sebep olmuştu sadece. Çok sevdiğim birini, yine o zamanlar çok sevdiğim biri yüzünden kaybetmiştim. Ona sorsanız buna mecburdu benim iyiliğim için. Benim için en iyi şeyin yok olmasını sağlayarak bunu diyecek kadar yüzsüzdü. Yağmur bu hayatta ki tek iyiliğimdi. Yağmur o gece takip ediliyorum dediğinde. Evden çıkmak istediğim için beni odama kilitlemeseydi. Ben hallederim demeseydi. Bir şeyleri halletmeme izin verseydi bunlar olmazdı. Odamda ondan haber alamadıkça delirmezdim. Ona koşardım. Ertesi gün haberlerde görmek yerine, onun mesajıyla uyanırdım. Allah kahretsin ki. Ben ne onu koruyabildim. Ne kendimi suçlamaktan vazgeçtim. Ne de abimi haklı görmeyi başardım. O en büyük suçluydu. Beni korumak isteyerek bana en büyük kötülüğü yapan tek düşmanımdı. Onu asla affedebileceğimi düşünmüyorum. Zaten bir ölü kimi affetme hakkına sahip ki. "Hadi kalk lütfen. Benim hatırım için gel." Başım da yine bık bık konuşan kıza baktım. Allah beni bununla sınıyordu. Bu yetmiyormuş gibi abim denen adamı da başıma yollamıştı. "Kızım senin beynin almıyor mu?" dişlerini göstererek bana bakınca gülmüştüm. "Çirkin oldun yine. Vampir dişli." Ağzını düzeltip bana kocaman açtığı gözleriyle baktı. Tabi ki bu laftan nefret ediyordu. Hatta her şeyden nefret ediyordu. Sevdiği tek şey salaklık. "Allah belanı verir bak. Pislik insan, kalk artık." Tabi yarım saattir kalkıp onlarla kahve içmem için yalvarıyordu. Bir yarım saatte daha yalvartırdım da. Başım ağrımaya başlamıştı. "Tamam. Defol git odamdan giyineyim." Sevincini bana sarılarak göstermek isteyince, onu kolundan tutup odadan dışarı attım. Yılışık manyak. Ömrümü yedi resmen. Yesin zaten, hayatımda ondan başka kimse kalmadı. Yağmurla aramda ki tek ortak kişide oydu zaten. Diğer çocukları da seviyordum ama bu vampir dişli çok başkaydı. "Hızlı ol mikrop insan." Kapının arkasından bağırınca. Göz devirip hızla hazırlanıp çıktım odadan. Tahmin ettiğim gibi kapının önünde nöbet tutuyordu. Kaçarım diye tabi ki. Salak çünkü. "İçeri gelseydin. Yorulmadın mı burada ayakta?" abimin yaptığı gibi baygın baygın bakmaya başlayınca saçını çekmiştim. İyice ona benziyordu. Mecbur güzel bir uğraşacaktım onunla bu yüzden. "Ha-ha ne komik bir adam. Yanlış meslektesin bayım. Televizyoncu olmak içinde artık çok geç." "O işte yaşa bakmıyorlar be. Hala taş gibiyim." Parmakları kulağımı kavradığı gibi acıyla bağırmıştım. "Yaşından başından utan. Kart zampara. Bunak moruk seni. Bir bastonun eksik hala neler diyor." Tikiyle oynadığım gibi benden uzaklaşmıştı. "Ulan salak senden sadece iki yaş büyüğüm. Sende ölmüşsün de ağlayanım yok desene." "Ağlamamı istiyorsun ama çok beklersin. Alınmıyorum. Kıskançsın sen, senin laflarını asla ciddiye almam ben." Gözlerimi devirip çıktım karakoldan. Bahçede pek sevgili Binbaşımızı beklerken bir sigara yakmıştım. Süslenmesi biterse, gelir ve gideriz. "Eskiden de beraber giderdik kahve içmeye ne güzeldi be." Bu kız cidden salaktı ya. Ortamı yumuşatmak istiyordu tamamda. O eskilerin çoğunda Yağmur vardı. Hatta çoğu planı o yapardı. "Yağmur görse beni kesin tebrik ederdi. Seni bu kadar kısa sürede ikna ettiğim için." Kendiyle övünürken onun bu haline gülmüştüm. "Göremez ama." Kırdığı potun farkına varınca. Daha fazla konuşmayıp sadece çıkardığı sigarayı içti. "Ağa ile konuştun mu?" sessizlikten sıkılmıştım ve onun hakkında konuşmak daha iyi bir seçenekti. "Hayır. Aramadı ve mesaj bile atmadı." Ben gülmeye başlayınca yine sinirle bana baktı. "Ne bekliyordun. Çiçek çikolata ile bu akşam gelmesini falan mı?" "Seninle konuşan beynimi sikeyim." Sigarasını yere atıp hızla ayak ucuyla ezmişti. "Ben gidiyorum, kendiniz gelin." Başka bir şey dememe fırsat vermeden hızla arabaya binip gitmişti. Yemin ederim bu kızla sınanıyordum. Bilerek yapmıştı resmen, abimle tek kalmam için sözde sinirlenerek gitmişti. Ben bunun hesabını ona sorarım. "E Hilal nerede?" Yanıma gelen adama baktım. İki dakika erken gelseydin görürdün ve seninle tek kalmamış olurdum. "Çıktı o şimdi." ilerleyip resmi olmayan araca bindim. arkamdan gelip yanımda ki yolcu koltuğuna geçti. "Nereye gideceğiz? Karar verdiniz mi?" göz devirip arabayı çalıştırdım. Konuşma başlatmaya çalışıyordu. Ama onunla konuşmak içimden gelmiyordu. "Neyse ben Hilal'i yolda ararım." Sorusunu kendi cevapladıktan sonra. Yolun geri kalanında sesi çıkmamıştı. Zaten bir daha konuşmasın diye o salağı da ben aradım. Parkta bulduğu bir banka oturmuş bizi bekliyormuş. Salak onu karakolda da yapabilirdik. Bankta bir çay içmek için mi çıkardı beni bu salak? "Geldik." Sonunda telefondan başını kaldırıp, etrafına baktı. Bir şey demesine izin vermeden arabadan inip parka ilerledim. "Arslan buradayım." Parkın ortasında oturup bize el sallayan delinin yanına ilerledik. "Görünüyorsun zaten. Ne diye bağırıyorsun?" Ona söylenmeye başladığım gibi suratı yine düşmüştü. "Binbaşım cidden kardeşiniz dünyada bulunamayacak odunlukta bir ham madde. Bunu zaten size demiştim." İkisi gülmeye başlarken, masaya bırakılan üç çaydan birini alıp içmeye başladım. Komik olduklarını falan sanıyorlardı herhalde. Hilal'e ters bir bakış atınca dudak büzüp gülmeye devam etmişti. demek öyle bende seni ağanın yanında bir kızartayım da gör sen. "Anlat şimdi." Anında suratı düşen Hilal'e baktım. Sonra konuşan abime döndüm. Salak kız, bu adamın bir şeyleri unutacağını falan mı sandı cidden. Bu kez ben onun haline gülerken omuz silkip her şeyi çat çat anlatmaya başladı. "Onbaşı Mustafa'ya okul döneminde çok aşıktım. Bana değer veren biri var sanmıştım. Bana şiirler okuyordu. Hepsini de kendi yazmış. E tabi yeni yeni ergen olan bir kız ve tabi ki ilgiye aç olan ben. Komutanım bulutların üstündeydim resmen. Her sabah okula onun için gidiyordum. O takdir eder ve övünür diye derslerimden tam not almaya çalışıyordum. Salaklık benim. O aslında o bana okuduğunu sandığım şiirleri bir kaç kıza daha okuyormuş." "Bak sen şu Onbaşı'ya." Abim çayını içerken sırıtmıştı. Hayır zaten bunları biliyor. Neden tekrar anlattırıyor, onu anlamış değilim? "Yani öyle işte sonra öğrendim. Gittim sordum buna. Bu bana şey dedi. ' Üstüne alınmasaydın' gibi bir şey demişti. Ondan sonra onu hiçbir yerde görmedim. Sayenizde şimdiye kadar." "Benim bununla ilgili bilgim yok zaten Hilal. Onbaşı Mustafa torpilli. Bu göreve atanmayı kendisi istemiş. Senin burada olduğunu biliyor mu bilmem. Ama sana karşı iyi niyetli olduğunu söyleyemem." Kaşlarım çatılmıştı aniden. Abimin hisleri kuvvetliydi. Hislerini geçtim çok zekiydi ve ne derse doğrudur. Birşey var ki bunu diyordu. "Bunu bende bugün fark ettim." Bu kez bakışlarım Hilal'i bulmuştu. Bu ne demek böyle, o adam ölmek mi istiyordu? "Nasıl ya neyi fark ettin? Ne dönüyor burada?" Sinirle söylenince ikiside bana dönmüştü. Benim varlığımı unuttukları belliydi. "Onbaşı Mustafa. Buraya sadece benim ayağımı kaydırmaya geldi." Şaşkınlıkla ona bakarken, o sıkıntılı bir nefesle beraber kafasını sallamıştı. Bende diyorum bu karakolda kum torbası yoktu. Bak kendi ayaklarıyla gelmiş. "Yani o adam buraya bile isteye dayak yemeye gelmiş." İkisi hızla bana dönünce omuz silktim. "Sana karışacak, o kadar şeyin üstüne ve ben bu kez onu rahat mı bırakacaktım?" Güldüm kendi kendime. Cidden zaten nefret ediyordum o adamdan. Buraya kendi isteğiyle geldiğini bilseydim, en başından onu bir güzel benzetirdim. Ama işte iyi niyetim ona yeni yerinde yardımcı olmamı söylemişti. Hah sikeyim iyi niyeti bundan sonra. "Karışma Arslan. Benimle ne derdi var bilmiyorum. Belki biz yanlış düşünüyoruz. Ona bir kötülüğüm de dokunmadı. Bunca yıl sonra bana neden karışsın ki?" Cidden bu kız salak. Zaten sorun da o. O kadar şey yaptığı halde bu salak sessiz kaldığı için, ona saldırıyor. Biz erkekler cidden bazen çok pislik oluyorduk. "Amaç o zaten." abim anlamıştı. Ama işte safsalak Hilal anlamıyordu. "Ona istediğini zamanında vermedin. Ve çoğu kişi onu suçladı. O da şimdi senin ayağını kaydırarak zaten en başından beri beceriksiz biri olduğunu gösterecek." Bana hayretle bakan Hilal dediklerime inanamıştı. Bakışlarını abime çevirince oda beni ınaylayan şekilde başını sallayınca, tekrar bana dönmüştü. "Ama sadece beni rahat bırakması için ona karışmadım." "Evet ve bağırmadın, çağırmadın, sövmedin. Ve bu onun aklında kalamana sebep oldu. İstesen de, istemesen de. Haberin yok belki ama. Bu olay ortaya çıkınca herkes seni savundu. Mezuniyete beraber gittiği kız bile bir daha onunla konuşmadı. Sen sevgilinden ayrılmış gibi depresyon moduna geçip okula gelmeyince bir daha, neler olduğunu hiç öğrenemedin" Bana tekrar kaçıncı olduğunu saymadığım şaşkın bakışını attı. "Şaka mı bu?" Salak derken cidden yanılmıyordum ya. Bu kız cidden salak. "Salak. Salak Hilal. Ne şakası aptal." Abim araya girince ona karşı olan hakaretlerim yarıda kesilmişti. "Tamam neyse ne. Ona karşı daha dikkatli olacaksınız. Niyeti iyi değil bu açık en azından. Şimdi bana şu arasında güçlü çekim olan iki kişiden bahsedin." Ben kahkaha atmaya başlarken Hilal kızarmaya başlamıştı. A-ha düştün elime. "Kimle kim olacak. Hilal ve Levent ağa." "Allah'ın belası sussana." Ona öpücük atıp devam ettim. "Öpüşmüşler." Abim şaşkınlıkla Hilal'e dönerken o oturduğu sandalyede daha fazla küçülme derdindeydi. "Öpüşmedik." "Öpüştünüz. Karşılık verdin dimi." omuzlarının arasına gömdüğü başını sallarken abimle beraber gülmüştük onun bu haline. "Onbaşı onun hain olduğunu söyledi." abimin dediğiyle beraber Hilal hızla ayağa kalkmıştı. "Komutanım bende şüpheleniyorum. Ama daha hiçbir şey belli değil." "Nasıl belli değil Hilal? Adamın bize bile laf attığını söyledi." ikisinin konuşmaları uzarken ileriden bize doğru gelen ağayı fark ettim. İti an çomağı hazırla mı desem? İyi insan adının üstüne mi gelir desem? "Ağa?" İkisi baktığım yöne dönmüştü. Hilal bu kez sadece mor renge bürünürken abimle beraber gülmemek için zor durduk. "İyi günler." yanımıza gelmişti. Hilal'in yanında durmuş hepimizle el sıkışmıştı. Elini son olarak bizim salağa uzatınca boşta kalmıştı eli. Hilal burada değildi. Mümkün olsa kafasını deve kuşu gibi toprağa gömecek şekilde adamın yanında duruyordu. "Hilal?" Başını kaldırmadan gözlerini bana doğru çevirdi. Bu haline deli gibi gülmek istesemde ortam oldukça gergindi. "Ağa yanında." Vampir dişli olduğunu tekrar belli etmişti. Bana sinirle bakıp başını kaldırdı. "Merhaba. İyi günler. Nasılsın ağa? Bende iyiyim. Görüşürüz." Üçümüz onun arkasında bakakalmıştık. Ben daha fazla dayanamayıp gülerken. Abim onu kolundan tutup geri getirmişti. Güldüğüm için bana pis pis bakarken yerine geri geçmişti. Ağa zaten gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıp duruyordu. Abim arada sesler kaçırıyordu ağzından. Ortam da o kadar saçma bir atmosfer oluşmuştu ki bu salak yüzünden. Herkes suspus olmuş ona bakıyordu. "Akşam yemeğine davet edecektim. Yemek hazırdı ama herkes biranda çıkınca kaldı yemekler." Bu salak kabul etmeyelim diye gözümüzün içine bakarken intikamım için hemen kabul ettim. "Valla olur. Sizin buranın yemekleri cidden güzel." Bana , beni öldüreceğini ifade eden bakışlarını atmaya başlamıştı. Abimde onaylayınca mecbur peşimizden gelmeye başlamıştı. Sen kaşındın. &&& Yemek öncesi çay. Yemek sonrası çay. Her dakika çay. Sürekli çay servis ediyorlardı. İçim dışım çay olmuştu artık. Nasıl bu kadar çok içebilirlerdi. "Allah belanı cidden benimle versin." Yanımda fısıltıyla konuşana baktım. Bizim salakmış. "Verdi zaten farkında değil misin? Yıllardır belasın bana." "İnşallah o çok güzel bulduğun yemekler boğazında kalır." Bunu ne kadar yüksek sesle söylediğinin farkında bile değildi. Herkes dönmüş bize bakarken, bu yine kızarmaya başlamıştı. O kızardıkça ben keyifleniyordum. Ben keyiflendikçe o sinirlenmeye devam ediyordu. "Yemek hazır ağam." Ortama dahil olan kızla beraber herkes ayaklanmıştı. Yemeği yine bahçede ki çardağa hazırlamışlardı. Ne kadar uğraşsam da Hilal'i ağanın yanına denk getirememiştim. O bunun zaferiyle yemeğini yemeye başlarken. Onun bu salaklığına gülmüştüm. "Komutan..." Hepimiz ona dönerken, o sadece bizim salağa bakıyordu. "Ağa?" Yemin ederim komedi filmi gibilerdi. "Siz gittikten sonra. Dediğiniz tünele baktım biraz dolandım ve bunu buldum." ona uzattığı peçeteyi Hilal beklemeden alıp açtı. İçinden çıkan iki tel saç ile hepimiz ağaya döndük. "Sorun şu. Bunu görmüş ve umursamamış olabilirsiniz. Ben bunu dolabın içinde buldum. Ve bunun orada olması saçmalık. Sizinkiyle uyuşmuyorsa hele ki." "Dolabın içindeyse normal değil mi?" Başını sallayıp abime döndü. "Değil. Çünkü o odaya kadın girmesi yasak. Temizliğini bile erkekler yapar. Başların da ağaları varken." Tüm kaşlar çatılırken. Hilal sinirle söylendi. "Sürekli eksik bilgi veriyorsun. Sonra gözümüzden bir şeyler kaçıyor. Buraya oyun oynamaya gelmiş gibimi duruyorum. Hele şu an ayağımı kaydırmak isteyen biri de varken." Hilal sinirle ayağa kalakınca onunla beraber kalkmıştım." Hainsin dedikleri zaman da kızıyorsun. Ne demeli bu yaptıklarına? Sanki sürekli geç kalalım, bir şeyleri çözmeyelim diye oyun oynuyorsun." Ağa da bizimle beraber ayağa kalkmıştı. Abim yemeğini yemeye devam ederken bana oturmam için işaret vermişti. Normal de onu dinlemezdim. Ama söz konusu bu salaktı, ve karşısında ki adamdan cidden hoşlanıyordu. Yerime geri oturup yemeğimi yemeye devam ettim. Hilal kapıya doğru ilerlerken arkasından giden ağayı görünce keyiflenmiştim. "Bunlar cidden yanık birbirine." Onun dediği ne kadar komik olsada. Söyleyen kişi o olduğu için gülmedim. "Kasma artık kendini bu kadar." Göz devirip yemeğimi yemeye devam ettim. Hilal ile ağa'nın sesleri ortalıkta yoktu. Kesin yine öpüşüyorlar. "Hızlı ol gidelim." Başını kaldırıp bana baktı. Zıkkım olsun dedim sanki. Bakışa bak. "Bana emir verme." Omuz silktikten sonra suyumu da içip kalktım. "İyi kal burada." "Bekle baş belası geldim." İki adım sonra yanımda bitmişti. "Ne acelen varsa?" "Karakol boş beyefendi. Keyif çekeceksen bensiz çek." Bana bakıp sinirle gülmüştü. "Ne ara bu kadar işkolik oldun?" Aldığım nefes neremden çıktı bilmiyorum. Ama bu adamla aynı ortamda olmaktan cidden sıkılmıştım. Ve bunu çok iyi biliyordum. Ama o sanki onunla olmaktan çok keyif alıyormuşum gibi. Bana bulaşıp duruyordu. Bu şekilde onunla tekrar konuşacağımı sanması o kadar aptalcaydı ki. "Sen yokken." Ondan beklediğim şeyin sadece içten bir özür olduğunu anlayamayacak kadar aptaldı. "İyi bari, birazda olsa bana çekmişsin." Arabaya binerken dediği şey yüzünden resmen elim ayağım titremişti. "Sana benzemektense, ölmeyi tercih ederim. O zaman en azından sadece ben zarar görürüm. Başkalarının hayatları ve sevgilileri değil." Bana bakışı çok boktandı. Umursamadım. Onunla yüzleşmek gibi bir derdimde yoktu. Onunla ömrüm boyunca muhattap olmak gibi bir derdimde yoktu aslında. Benden uzak olsun, kime yakın olmak isterse olsun. "Bazen ne dediğini bilmiyorsun." "Sana öyle geliyor. Aslında tamda sana söylemek istediğim şeyler bunlar." Bindiği arabadan inip, karşıma geçti. "Bana karşı nefretin bu kadar büyük mü cidden?" omuz silktim. Arabaya binmek istediğim sırada kolumdan tutup beni tekrar karşısına aldı. Cidden bunca yıl sonra mı? "Sana karşı içimde ne nefret ne başka bir şey var. Sana karşı hiçbir şey hissetmiyorum." Hala parmakları arasında olan kolumu bıraktı. "Herşeyi senin iyiliğin için yapmıştım." Sinirle onu omuzlarından ittim. Yere sağlam basmasaydı, çoktan düşmüştü. Düşseydi biraz rahatlardım belki. "Benim iyiliğimi asla düşünme. Çünkü sen başkalarını düşünmeyi beceremiyorsun." "Bu yani öyle mi? Bir hata yüzünden ömrün boyunca beni sileceksin." "Tam da onu yapmıştım zaten. Ama sen her zaman olduğu gibi yine anlamamakta ısrarcısın. Seni hayatım da istemiyorum. Seni abim olarak görmüyorum. Sen benim hayatımın anlamını yok eden bir başka kişisin." Hangi duyguyla olduğunu anlamadığım bir şekilde gözlerini kapattı. "O en büyük hatam dı. Bu yüzden sana diyecek bir sözüm yok. Ama beni anlamayı bir kere denesen." Omuz silkip arabaya bindim. "Bin ve o çeneni kapat. Anlamayı deneyeceğim son insansın." Beni anlamış olmalıydı ki, sonunda arabaya bindi. Ve bir daha tek kelime etmedi. Huzurlu sandığım ama aslında içten içe kendimi yediğim bir süreden sonra karakola yaklaşmıştık. "Beni affetmen için en yapmam lazım?" Huzurun ben yedi ceddini sikeyim. Yok lan yok, bulmuyordu beni. "Sus artık." Tam ona döndüğüm sırada sağır edici bir ses duyulmuştu. Ne olduğunu anlamaya çalıştım ama araba savrulurken tek yapabildiğim direksiyonu sıkıca kavramaktı. "Arslan dikkat et!" Sesi duymuştum ama dikkat etmek için artık geçti. Savrulan arabayla beraber ileri doğru itilerken. Bize doğru koşan diğer askerleri görmüştüm. Kafamı vurduğum sırada gözümün önünde sadece abimin kapanmış gözleriyle gördüğüm yüzü vardı. Etraf karardı. Abim gözlerini kapatmıştı. Kendimdeydim. Ama uyanmak zor geliyor gibiydi. Ama giderek kendimi kaybettiğimi hissediyordum. Vücudum ağırlaşıyordu. Ölürken böyle mi hissediliyordu?
............ ..................
.......................... Bir daha ki bölüm de görüşmek üzere. Sevgilerle...
|
0% |