@mizginsain98
|
Merhabalar. İyi okumalar dilerim. Umarım seveceğiniz bir bölüm olmuştur.
.... ............... ..........................
Aklı belli değil. Aşkı belli değil. "Emredin Komutanı'm." Önümde duran iki adama selam verdim. Binbaşım dudaklarını bastırarak gülüyordu. Desene sıçtın Hilal. Bu adam Albay'ın yanında bu hale geldiyse. Kesin bittin demektir. "Otur Yüzbaşı." "Emredersiniz." Karşılarında ki koltuğa hafif hareketlerle çöktüm. "Nasılsın Yüzbaşı?" "İyiyiz Albay'ım. Sizler nasılsınız?" Her an tekrar sürüldün diyecekmiş gibi duruyordu. "İyiyiz. İyiyiz de. Sen ne yaptın yine?" Allah belamı versin ne yaptım yine? Vallahi bu kez bilmiyorum. Hadi onu da geçtim ben neden sürekli bir şeyler yapmış oluyorum. "Affedin komutanım. Ama bu kez bende bilmiyorum." Sinirle nefes alıp elini havaya kaldırınca ayağa kalktım hemen. "Neden kalktın. Ben kalk demedim." Yine bok yedim de, ani hareket yaptım. "Zaten kovacaksınız. Ben size zahmet olmadan kalkayım dedim." Sol eliyle yüzünü sıvazlayıp bana sinirle baktı. Hemen ardından oturmuş, hala olmayan bıyıkları altından bize gülen Binbaşıma döndü. "Ciddi ciddi, ben sana ilk inanamadım ama. Cidden gram değişmemiş." Vay arkadaş. Bunlar resmen ben yokken arkamdan konuşmuşlar. Kim bilir neler neler dediler? Ah Hilal. Ah be kızım. Görüyorsun arkandan konuşuluyor. "Komutanım. Gideyim mi ben?" "Otur yerine Yüzbaşı." Elini masaya vurup bana bağırınca eski yerime saliseler içinde sinmiştim. Ama ne gerek vardı o tepkiye. Zaten aynı gün içinde bin tane duyguya büründüm. Birde siz bunu yapıyorsunuz. Oluyor mu Albayım? "Emredersiniz." Sesim neremden çıktı bilmiyorum. Ama çıkan tona bakarsam ağzımdan olmadığı kesin. "Köye geldiğin gibi olay çıkarmışsın." İftiraya bak. Ben mi çıkarmışım? Yoksa o sıfatına ketçap döküp duvara sürttüğüm ağa bozuntusu mu? "Tövbe komutanım. Edebimizle geldik. Oturduk. Görevimizi yapıyoruz." Bana bakan suratında ilk dudakları onu ele vermişti. Bükülen dudakları tam olarak 'bende yedim bunu' diyordu. İnşallah yemiştir. Allah'ım amin. "Oradan bakınca çocuk gibi mi duruyorum?" Dediği şeye cevap verirsem, yine laf yiyeceğim. Ama cevap vermezsem yine ve tam teşekküllü laf yiyeceğim. Çok kararsız kaldım. En iyisi cevap vererek laf yemek. Zaten alıştım artık. Gelen geçen lafını söyleyip gidiyor. "Estağfurullah Komutanım. Cevap vermek ne haddime." Cevap vermesem sanki daha iyi olacaktı. Yine bir pot kırdım ya hadi hayırlısı. "Yüzbaşı. Sessizlik en büyük erdemdir." Ben bunu sanki bilmiyorum Binbaşım. Ne yapayım adam soru sormuş. Cevap vermeyeyim mi? Sonra alsın sürsün beni Suriye ye. Hayır bir de bu kez tek benim suçum olacak. Ben o baş belalarına ne derim sonra. "Evet Binbaşım." "Deneyin." Ulan var ya yemin ederim sen ve kardeşin şu hayatta tanıdığım en kıl insanlarsınız. Başkasının yanında yapın tabi artistlik. Sıçın Hilal'in ağzına, sesi de çıkmıyor garibin. "Emredersiniz Binbaşım." Seninle üniforman yokken yüzleşelim aslan parçası. Bak o zaman eşit oluruz. "Bak Yüzbaşı. Seni buraya bir şeyleri düzelt diye yolladık. Geldiğin gibi olay çıkarıp da başımıza tekrar bir bela açman için değil. Sana o gün dedim ki uslu dur. Ama sen o kelimenin ne anlama geldiğini bilmiyorsun." Çok uzun konuştu. Kesin yine bir bela bulacak beni. "Sen cidden yaptığımız bu şeyi. Bir oyun sanıyorsun. Tam olarak kendine gelmen için ne olması gerekiyor. Bir askerinin şehit olması mı?" Bu dediğiyle yutkunamadım. "Öyle değil Albay'ım." Elini kaldırıp susturdu beni. "Hilal şu an rütbemi kenara bırakarak seninle konuşuyorum. Ne istiyorsun kızım sen? Herkesin tek tek gitmesini mi? Bugün olanlar sence bir oyun muydu? Ben sana cevap vereyim, değildi. Bu daha başlangıçtı. Buradan çıkınca aynı saldırı yine olacak. Bugün olmazsa yarın yine olacak. Ya sana ya bana. Ya da o canından çok sevdiğin askerlerinden birine. Tam olarak bunun ne demek olduğunu biliyorsun. Bunun nasıl bir yük olduğunu da tahmin ediyorsun kızım." Dolan gözlerimi kırpıştırmadan ona baktım. Kırparsam gözyaşlarım akardı. "Biliyorum komutanım." Yaslandığı sandalyeden öne doğru eğilip masaya dayadı iki kolunu da. "Senin nasıl biri olduğunu biliyorum. Peki sen kendini neden görmüyorsun. Neden sürekli şaklabanlık peşindesin. Askeri okulu en yüksek puanlardan biriyle bitirdin. Ama yaptığın tek görev, yolunda olan bir görevi berbat etmekti. Senin potansiyelin bu değil. Kendi farkına varman için ne olması gerekiyor cidden. Ya da bu görevi ciddiye alman için ne gerekiyor. Son kez soruyorum. Birinin ya da birilerinin hayatından çıkması mı gerekiyor. Şehit mi olmalı arkadaşların?" Son dediği şeyden sonra tutamadım kendimi. Gözyaşlarım aktı. O sinirle arkasına yaslandı. Binbaşım bana peçete uzattı. Ben içimde ki acıyla nefes alamadım. Bugün o haberi alırken zaten ölüyorum gibi hissetmiştim. Ama komutanım içimden geçenleri bilmiyordu. Bilemezdi de. Herkesin aklında vurdum duymaz Hilal olarak kalmıştım. Ve o sıfat bana yapışmıştı. "Ben hiçbir şeyin böyle olmasını istemedim. Köye girmemize izin vermeyen ilk o şerefsiz ağaydı. Yorgunluk yüzünden fazla çıkıştım belki de ama hak etmişti. Yaptığım hiçbir şey yanlış değildi komutanım. Bizi buraya hiçbir bilgi vermeden apar topar yolladınız. Siz bize bir bilgi vermezken beni her şey için neden suçluyorsunuz. İsterseniz yine ceza verin. Ama sizde biliyorsunuz ki. Bizi en başta resmen siz ateşe attınız. Biz olayları neden haftalar sonra öğrendik. Biz neden buraya sadece sürüldük sandık. Bir harabenin içinde canımızı korumak zorunda bırakıldık." O bana öfkeyle bakarken, biliyordum ki bu dediğim her şeyin bedeli ağır olacaktı. Ama susarsam işte o zaman yine kendimi affedemezdim. "Yüzbaşı. Rütbeni unuttun mu?" Bana konuşan Binbaşına döndüm. Zaten sen var ya sen. Sen çok fenasın. "Ne haddime. Ama komutanım en başta rütbesini bir kenara bırakarak benimle konuşunca bende aynı şekilde karşılık vermek istedim." "Çık dışarı Yüzbaşı." Konuşmadan selam verip çıktım odadan. İçeride duran gözyaşlarım tekrar akmaya başlamıştı. Bu kadar ağır konuşmak zorunda mıydı? Değildi. Ama işte Hilal başka dilden anlamaz. Salak kız. Onu delirtelim ki. Asıl o zaman ne yaptığı belli olmasın. "Boğuyorsun kendini." Kendi kendime söylenirken dayanamayıp hızlı adımlarla çıktım karakoldan. Gerçekten dilimden dökülen kelimeler beni nefessiz bırakmıştı. Kendimi boğuyordum. Dışarı adım attığım gibi derin birkaç nefes aldım. "Sakin olmalısın. Sadece sakin. Her şeyi halledeceksin. Sakin ol kızım." "Komutan?" Başımı kaldırıp benden on adım uzakta duran adama baktım. "İyi misin?" -hah işte böyle böyle beni kör etmişti. Ben onu masum sanırken belki de en büyük hain oydu. Beni oyalamak için özellikle gelmişti. Ya da direk öldürmek için. "İyiyim. Siz neden hala buradasınız?" Yanıma yaklaşıp dibimde durdu. Geri çekilmedim. Madem öyle, onun istediği şekilde oynayacaktım oyunu. "Merak ettim. Askerlerin durumu nasıl?" Suratının ortasına çakmamak için kendimi zor tutarken. Zorla gülümsedim. "İyiler. Kötü bir şey yok." Gülümseyip elimi tuttu. "Demiştim size. Çok sevindim. Gideyim artık ben." O okula doğru döndüğü anda, suratım eski haline dönmüştü. "Ağa?" Anında bana dönüp, hemen sonra yanımda olmuştu. "Kahve?" Sırıtmasıyla sinirlenmiştim. Mutlu olman o kadar zoruma gidiyor ki. "Çok sevinirim. Ben alıp geleyim hemen." Nereye gidiyor diye bakarken okula gitmişti. Karakol da kahve mi yoktu? O gözden kaybolunca, okula doğru ilerledim. Ama hangi tarafta olduğunu bilmediğim için, arkada ki lojmanlara doğru gittim. Gündüz olmasına rağmen ışığı yanan lojmanın penceresine ilerledim. Elimle yokladığım da kapalı olduğunu gördüm. "Şansımı sikeyim." İçeriye göz attığım sırada. Nihal denen cadaloz yatağında oturmuş telefonuyla uğraşıyordu. Al işte şansımı sikeyim. Denk gele gele onun odasına denk geldim. Etrafı kolaçan edip tekrar pencerenin altına geldim. Bu lojmanların kapısı yoktu burada. Bu da demek oluyor ki. Lojmanlara giriş okulun içindendi. Tekrar başımı kaldırıp içeriye baktığımda. Nefesimi tutmamla, içeriye hayretle baka kalmam bir olmuştu. Nihal ve Levent karşı karşıya duruyorlardı. Sinirle bir şey tartışıyorlardı. Sesleri boğuk geliyordu ve bu beni delirtiyordu. Ulan dağın başında son model pencereye ne gerek vardı. Karakolda ki gibi tahta olsaydı her şeyi duyardım. "Neden her şeyi zorluyorsun?" Bu sesin hangisine ait olduğunu anlamam zor olmuştu. Bunu diyen o ağa bozuntusuydu. Bunlar ne çeviriyor. Kara listemde en üstte olan iki kişi. "Bizi anlamıyorsun." Başımı kaldırıp tekrar onlara bakınca oldukça yakın olduklarını fark ettim. Bu ikisinin arasında ne vardı? Bu yakınlık normal bir yakınlık değildi. "Beni zorluyorsun." Ağanın dediği şey ile neye uğradığımı şaşırmıştım. Neler dönüyor burada? Sikeyim bunların bilinmezliklerini. "Ağa." Nihal'in sesiyle eğdiğim başımı tekrar kaldırdım. "Siktir." Dememle oradan uzaklaşmam bir olmuştu. Koşar adımlarla karakolun arkasına geçtim. Hızla yürümeye devam edip diğer tarafta kalan çardağa girdim. Oturduğum anda ne gördüğümü tekrar anladım. "Nasıl olur? O ikisi nasıl öpüşür?" Hala şaşkınlık içindeyken ellerimle yüzümü kapattım. Gördüğüm görüntü gözümün önünden gitmezken. Ne hissedeceğimi bilememiştim. Ama iki duyguyu yoğun hissetmiştim. Sinir ve hayal kırıklığı. Bu iki duyguyu o kadar derinler de hissetmiştim ki sinirle ellerimi masaya vurmuştum. "Senin gibi ağanın. Benimle oyun oynadığını biliyordum." Ben sinirle söylenirken karşıma oturan adamı fark etmemiştim. Belki dakikalardır orada oturuyordu ama fark etmemiştim. "Yüzbaşı?" Başımı ona çevirince bana tek kaşı havada bakmaya başlamıştı. Ya zaten senin de. Bir şey diyeceğim şimdi. "Onbaşı?" Cebinden iki sigara çıkarıp uzattı. "Dalmışsınız." Sigarayı alıp uzattığı çakmakla yaktım. Derin aldığım iki nefesten sonra kendime gelmiştim. "Yoğun bir gündü." Onunla buraya geldiğinden beri ilk normal konuşmamızdı. "Evet oldukça. Ama sanki başka bir şey daha var. Hatta bir şeyler." Ona bakarken sol dudağım kıvrılmıştı. "Ben seni salak sanmıştım. Ama bakıyorum da hala şeytan gibisin." Bu dediğime o da gülmüştü. "Huylu huyundan vazgeçmez." Sinirle gülerken sigaradan tekrar bir nefes almıştım. Ne kadar gülsem de beynimin içinde o ikisinin öpüştüğü sahne başa sarıp sarıp duruyordu. Nasıl bir oyunun içindeyim ben? "Fark ettim. Beni hiç şaşırtmadın." "Bence tekrar şiir okusam şaşırırsın." O gülünce gülmeye başlamıştım. Bu da benimle oynuyordu yine. "Şiir sevmem ki ben." Şaşırmış gibi bana baktı. "Nasıl ya? E ben sana okurken çok severdin." Ona tek kaşımı havaya kaldırarak baktım. "Sen öyle sanıyordun. Ya da ne bileyim seviyorum sanmanı isterdim. Sen seviyordun ya. O zamanlar işte çocuk aklı. Bende senin sevdiğin şeyleri sevmeyi denemiştim. Oysa ne dediğini bile pek anlamıyordum." Kahkaha atmaya başlayınca. Ona eşlik etmiştim. Cidden küçükken biraz şeymişim. Salak. "Bak sen. Bende diyorum o şiir seven kız nasıl buralara geldi." O bir sigara daha yakıp bana göz kırpınca omuz silkmiştim. "O da uzun hikâye. Başka şeylerden kaçmam lazımdı." Dudaklarını sıkıp kafa salladı. "Sanırım benzer hikayelerimiz var." Tekrar omuz silkip yerimde gerindim. "Yani o bir sorundu. Ama tabi ki en büyük neden, bu formaya olan aşkım." Tekrar başını sallayıp, güldü. "Bak işte bir-bir beraberken şimdi iki-bir yaptın skoru." İstemeden de olsa kahkaha atmıştım. "Sen hala benimle mi kıyaslıyorsun kendini." Tekrar oyuncak köpekler gibi başını salladı. "E haberin yok. Herkes ikimizi kıyaslıyordu. Mecbur bende de alışkanlık oldu." Ona tek kaşımı kaldırarak baktım. "Kim kıyaslıyordu?" Sürekli aynı hareketleri tekrar edip duruyorduk. O tekrar omuz silkip masaya eğildi. "Ben senin mezun olmana iki ay kala geldim okula. Ne istediğime bir türlü karar verememiştim. O yüzden sen mezun olduğun sırada ben okula yeni başlamıştım. Ve seni tanıdığımı söylediğimde herkes senin gibi bir kızı ve benim gibi bir erkeği kıyaslamaya başlamıştı." Ona hayretle baktığımı fark etmiş gibi gülmüştü. "Senin yanından onlarca kez geçtim. Bir kere bile fark etmedin." İşte bu kez cidden çok şaşırmıştım. "Sen ciddi misin? Neden gelmedin ki yanıma?" "Ne diyecektim ki? Zaten artık ilgi alanına girmediğimi fark ettim. Yoksa en azından bir kere dönüp bakardın." "Orası öyle." Piç bir gülüş yapmıştı. Dediğim şey hoşuna gitmemişti. "Ben ailemden uzaklaşmak için bu mesleği seçtim. Hem dede mesleği olduğu içinde kimse sorgulamadı. O yönden rahattım ama işte bakarsan sonuç olarak çokta istediğim bir meslek değildi. Edebiyat bölümüne gitmek istediğim için babamla aramız bozulmuştu. O tarz bölümleri sadece kadınlar okumalıymış falan filan." Ona içten bir üzüntüyle baktım. Bende bizimkilerden kaçmıştım. İkimizde aynı sorunları yaşamıştık. "Benimkinin de farkı yoktu. Çiçekçi olmamı bekledi babam. Aile dükkanında çalışmamı. Ama beni tanımıyordu. Benlik değildi. Mecbur ondan gizledim her şeyi. Sınavlara bile ondan gizli girdim. Ama sonunda her şey tam istediğim gibi oldu." Yüzünde anlamadığım bir gülümseme vardı. "Senin adına cidden sevindim." O gülümseme sevinç gülümsemesi değildi ama, bunu biliyorum. Zaten derdinin de ne olduğunu anlıyordum yavaş yavaş. Bunun ve o ağa bozuntusunun akraba olma olasılığı kaç acaba? "Teşekkür ederim de. Ne arıyordun burada?" Sanki bunu en başta sormam gerekiyordu ama. Neyse. "Dolanmaca. Albay gelince ortalıkta görüneyim dedim." "Az değilsin sen de." Gülerek kalktı oturduğu yerden. "Bana müsaade artık. Biraz daha dolanayım da göze çarpsın." "Müsaade senin de. Yalnız Albay yemez o numaraları." "Olsun Binbaşı yer belki." Gülerek elimle gideceği yönü gösterdim. "Sen bilirsin." Selam verip gitti. O gittikten sonra beynimi yine o iki kişi esir almıştı. Sinirle dibi gelmiş sigarayı masanın üstünde ezdim. Oyun oynayacak başka birini bulamadılar mı? Neden her şeyde ilk kurban ben oluyorum? O ağa bozuntusu... Ondan cidden hoşlanmıştım. Ve bana karşı tutumundan bunun karşılıklı olduğunu sanmıştım. Sanmıştım. Salak gibi her şeyi sadece sanıyorum. Emin olmam için hiç bir sebep yok. Nihal'i öptüğü gibi beni öpmüştü. Ve ben de aynı şekilde karşılık vermiştim. Hatta onun tekrar olması için çok da hevesliydim. "Komutan?" Bana doğru gelen adama döndüm. Dalmıştım ve dalgınlığımın sebebi olan adam şu an tam karşımda duruyordu. İki şeyi yapmak istiyordum. Birinci olarak suratının ortasına bir yumruk çakmak istiyordum. İkincisi ise hiç oyunlara girmeden direk alnının ortasından vurmak. İkisi de çok ağır basıyordu. Ve biliyordum ki. Eninde sonunda ikisinden birini yapacaktım. Ya öyle, ya böyle. Bu adam elimde kalacaktı. "Ağa?" Elinde kahve yoktu. Gözlerim onun yüzünde dolandıktan sonra, bana bakan gözlerinde kaldı. Burnumun sızladığını hissedince bakışlarımı çektim. "Kahve bulamadınız mı?" "Hayır. Kalmamış orada." Bakışlarım anında, tekrar ona dönerken. Yüzünde iğrenç bir gülümseme vardı. Yemin ederim benimle oynuyordu. Salak yerine koyuyordu. "Ne üzücü. Ben de şaşırdım gerçi, siz oraya gidince. Malum bizde de var kahve." Gözbebekleri oynamaya başlayınca, gülmüştüm. Kendini bu kadar kolay ele vermesi, o kadar gülünç ki. "Nihal ile bir şey konuşmam lazımdı. Arada halledeyim dedim. Hem sürekli devletin malını kullanamam." Sinirle dudaklarımı dişledim. Tabi Nihal'i öpmek içinde bahaneydi. "Anladım." Bir kaç saniyelik titremeden sonra ayağa kalktım. "Ben görevimin başına geçeyim. Size de iyi günler." Yanından geçtiğim sırada eli koluma dolanmıştı. Derin bir nefes alıp, kendimi sakinleştirdim. Bir kaç saniye bekleyip ona döndüm. Ve kesinlikle yüzümden önce yumruğumu görmediği için çok şanslı. "Kahve içmedik." Aptal mı? Hayır hayır. Numara yapıyor. Hatta çok güzel oynuyor. Benimle çok güzel oynuyor. Ve ben cidden oynanmaktan nefret ederim. Hele ki kuralları ben koymadıysam. "Vaktim yok. Umarım başka zamana. Bir daha ki sefere en azından emin olun kahve var mı? Yok mu? O zaman zamanımız boşa gitmez. Gerçi en azından benim zamanım. Sizden yana emin değilim." "Nasıl yani? Benden yana derken?" Çatılmış kaşlarıyla bana bakarken. Umursamadım, bakışlarımı kolumu tutan eline çevirince geri çekilmişti. "Bir sorun mu var?" "Olması mı gerekiyor?" "Hayır. Sadece dakikalar öncesine göre, biraz gerginsiniz." "Aksine. Çok daha iyiyim." "Peki. Size de iyi günler." Başımı sallayıp uzaklaştım yanından. Karakola girdiğim sırada onun arabasına ilerlediğini gördüm. Onu izlerken yanıma Binbaşım gelmişti. "Bir şey oldu değil mi?" "Evet. Ve neden bilmiyorum ama ağlamak istiyorum." Başını benim de baktığım yerden çekip bana baktı. "Sanırım bugün biraz zorlandım." "Önce konuşalım." Emir vermişti. Cidden bu kadar duygusuz olunmaz. "Emredersiniz Metin Binbaşı." Koşarak kaçsam belki peşimden gelmez. "Odamdayım." Başımı sallayıp arkasından ilerledim. Beni bu adamdan kurtacak biri yok mu? "Kahve getireyim mi?" Belki o bahaneyle yırtarım dedim ama cevap vermedi. Odasına girip koltuğuna oturdu. Kapıyı kapatıp masasının karşısında hazır da bekledim. "Bugün yoğun bir gündü Hilal Yüzbaşı." Ben de sana tam olarak aynı kelimeleri kullandım. Bende mi sorun var? Yoksa bunlar cidden bana mı oynuyordu bugün. "Evet Binbaşım." Eliyle gösterdiği sandalyeye oturdum. "Ne konuşacağız?" "Hilal. Antalya'ya geri gidiyorsun." Dediği şeyi anlamaya çalıştım. Geri dönüyorsun ne demek? Ben sürgün edildim. Ne ara bitti cezam? "Anlamadım Binbaşım?" Gözlerimin içine bakarken, bir şey görmeyi umdum orada. Şaka demesi gibi. "Duyduğun şeyi anladın. Gidiyorsun. Bir daha dönmemek üzere. Ekibinin sürgünü devam ediyor. Sen gidiyorsun." "Neden?" "Bu görevi ciddiye almadığına karar verildi. Antalya da aylaklık yapmaya devam edebilirsin." Gülmeye başladığım da o da bunun normal bir tepki olmadığını biliyordu. Damarıma basmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Aylaklık demek. Gülmemi bastıramayınca, araya girmişti. "Kendine gel." Öksürerek kendimi dizginledikten sonra ona döndüm. "Huh. Ne güldük ama. Güzel şaka. Güzel de laf çarptınız. Ben görevimin başına geçeyim. Bugün bana yetti." Ayağa kalkıp selam verdim. Arkamı dönmeden bana dediği şey ile her şey tamamlanmıştı. "Yüzbaşı Hilal Kara. Sürgünün bitti. Hazırlan ve geri dön." Mutlu olmam lazım. Ama olamıyorum. Ben. Ben gitmek istemiyorum ki. "Komutanım. Lütfen. Lütfen beni yollamayın." Oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. "Albay yarın senin biten sürgününü bildirecek üstlere. Yarına kadar vaktin var. Akşam olduğunda buradan gitmiş olacaksın." Hayal kırıklığı ile baktım ona. Bu yani öyle mi? Oraya gideceğim ve herkes benimle dalga geçecek. Resmen mesleği bırakıp gitmem için uğraşıyorlardı. "Oraya geri gidemem. Hele tek başıma hiç gidemem." Başını olumsuz anlamda salladı. Dinlemiyor ki beni. Neler hissetiğimi gram anlamıyordu. Babamın başaramadığı şeyi onlar bir kaç ay içinde başarıyordu. Oraya geri gitmek demek, bu üniformayı üzerimden sonsuza kadar çıkarmam demekti. "Yapılabilecek bir şey yok. Albay'ı oldukça fazla kızdırdın. O dediklerinin cezasız kalacağını sanmadın değil mi?" "Hayır. Biliyordum bir ceza olacak. Ama bu değil. Başka bir yere gönderin ama geldiğim yere geri göndermeyin. Yeterince rezil olmadım mı?" Bu olmaz işte. Bu ceza çok büyüktü. Geri dönemem. İstifamı verirdim o yolda. "Hilal yarına kadar vaktin var. Beni anlıyor musun? Yarına kadar. Albay'ı ikna etmen için 24 saatten az vaktin var. Ve inan bana hayatında bu kadar zor bir şeyi ilk kez yaşayacaksın. Kendini ona kanıtla." "Ne yapabilirim?" "Bilmiyorum. Onu senin bulman lazım." Bana göz kırptıktan sonra kapı dışarı atmıştı. Oyun mu oynuyoruz. "Yemin ederim kafayı yiyeceğim. Nasıl ikna etme mi bekliyor acaba?" Revire doğru döndüğüm de.Beynimi bin tane düşünce işgal etmeye başlamıştı. Mecbur benim çocuklara anlatacağım ve bir yol bulmaya çalışacağız. Ya bulduk, ya bulduk. Bulamazsak benim bu meslekte ki son günlerim demektir bu. Oraya gittiğim de çok fazla dayanabileceğimi sanmıyorum. Hele ki bu baş belaları yokken hiç yapamam. "Allahı'm biliyorum ki bu kulunu çok seviyorsun. Lütfen zeka seviyem bu aralar çok düşük. Bana bir yardım. Nolur Allahı'm." "Yine neden meşgul ediyorsun Allah'ı?" Arslanın yanına oturdum hemen. "Oğlum bak bu zamana kadar ne kadar sıçmışsam hepsini unutun. Bu kez olan şey hiç bir zaman olmadı. Ve inanın bir daha olmaz." Onlar bana umursamaz tavırlarla bakarken ciddi olduğumu anlamalarını bekledim. Ama öyle bir zahmete girmediler. "Sürgünüm bitmiş." "İşte bu be. Ne zaman dönüyoruz?" Yalçın'a döndüm. "Sizin değil benim bitmiş. Albay'a karşı haddimi aşınca beni geldiğimiz yere geri gönderiyor. Daha fazla rezil olmam için." "Siktir..." Bir ağızdan söylemeleri işin ciddiyetini anlamam için bir ekstra olmuştu. "Vallahi aynısı. Ne yapacağım ben?" Hepsinin suratına tek tek baktım. Hepsi de anlamsız anlamsız bana bakıyordu. "Cidden beyniniz nerede?" "Asıl senin ki nerede? Albay'a artistlik yapıp sonra rahat edeceğini kim söyledi sana?" "Yıldırım sus. Bende biliyorum bir bok yediğimi. Ama bak bakayım geriye alabiliyor muyum? Hayır. Hem sordun mu sen?" "Neyi?" "Albay'a ne dediğimi." "Sormadım. Sen yine saçmalamışsındır." Sinirle gözlerimi devirip ona baktım. Arslan kolumdan tutup onun üzerine atlamamı engellemişti. Eğer ki tutmasaydı, büyük ihtimalle Yıldırım diye biri kalmazdı. "Yemin ederim dostu geçtim. Düşman bile sizin gibi yapmaz bana." "Abartma. Sürekli başına bela açıyorsun." "Nurullah bak yemin ederim döverim hepinizi. Ulan her şeyin sorumlusu o ağa bozuntusuydu. Bunu demek isterken konu nerelere geldi. Zaten ağlamak istiyordum. A-ha bunun abisi tuttu kolumdan soktu odasına. Ağlamak istiyordum ya. Yok, artık şu an yaşadığım duygular yüzünden üç gün durmadan koşarım." "Abim mi verdi sana haberi?" "Evet canım. Önce Albay'ın yanında artistlik yaptı. Sonra birde gizli gizli fikir verdi. Yarına kadar kanıtla kendini diye. Ulan kanıtlayabilseydim, bunca zaman yapmazmıydım zaten. Senin abini cidden dövesim geliyor. Hele bir gün o üniforma üstünde yokken denk geleyim. Acırsam namert'im." "Merak etme yardım ederim." Onunla yumruk tokuşturup asıl konuya geçtik. "Peki ben ne yapacağım?" "Hiç bir şey. Çünkü yapacak bir şey yok. Ağa kendi evinde ki haini bile bulamadı sen nasıl kanıtlayacaksın kendini. Mecbur geri gidiyorsun." "Allah için Arslan, şu ağzından bir kere benim için yararlı bir şey çıksın." "İstesem de çıkmıyor ne yapayım?" "Ben şimdi defolup gidiyorum. Sizden bir şey isteyen beynimi sikeyim tekrar ve tekrar." "Kızım gel buraya, iki güldük hemen kızıyorsun." "Bu gülünecek bir mevzumu Nurullah? Hem sen utanmadan bana nasıl hitap ediyorsun?" "Özür dilerim Komutanım." "Durun durun benim aklıma bir şey geldi." "Arslan şaşırtıyorsun beni." "Bende şaşkınım şu an. Susun ve dinleyin." Allah'ım duydun sesimi. Biliyordum en sevdiğin kulunu bir başına bırakmayacağını. Kimse, hiç bir güç beni buradan gönderemez. Asıl şimdi başlıyorum ben. ............................ ....................................................... Ben bu kadar uzun beklemediğm. Ama en uzun olan bölümle geldim. Umarım sevdiniz. Bir daha ki bölüm de görüşmek üzere. Levent ve Nihal cadısına istediğiniz hakaretleri yapabilirsiniz. Hepinize çok çok sevgiler. Sağlıkla ve mutlulukla kalın.... |
0% |