Yeni Üyelik
22.
Bölüm
@mizginsain98

Merhabalar. Yeni ve çok güzel bir bölüm ile geldim. Bir süre benim bakış açımdan devam etmek istedim. Hilal sizi baya sıkmış gibi :)...

İYİ OKUMALAR DİLERİM....

.......................

.................................

.............................................

Sen benim papatyamsın.

Ellere koklatmam seni...

"Yüzbaşı Kara emredin Komutanım." Yaşlı adam karşısında ki kadına döndü.

"Seni çağırmadım Yüzbaşı." Hilal kendisine tek kaşı havada bakan adama, dudaklarını birbirine bastırarak cevap vermemeyi tercih etti. Bu kez çenesine hakim olmak istiyordu. Olmak zorundaydı. Planları tam olarak onun az konuşması üzerine kurulmuştu.

"Binbaşı Köklü emredin Komutanım." odaya yeni gelen adam, odada ki gergin atmosferi hemen algılamıştı. Gözleri Komutanından sonra ayakta hazır da duran kadına dönmüştü.

"Yüzbaşı Kara?" Kadın hızla ona dönüp selam verdi. Bunu bugün binlerce kez yapacaktı.

"Emredin Komutanım." İkisi göz göze geldiği anda Metin Binbaşı kendini gülmemek için zor tutmuştu. Karşısında ki kadın dik duruyordu. Ama titremesi, kırmızıya dönük teni onun ne halde olduğunu belli ediyordu.

"Burada ne işiniz var. Hazırlanmanız lazımdı." Genç kadın gözlerini devirmemek için zor tutmuştu kendini. Adam onunla oynamak için heranı kullanıyordu. Küçükken oyun oynamaktan nefret eden adam, büyüyünce nedense herkesle oynayası geliyordu artık. En çokta bu baş belası olarak gördüğü kızla.

"Evet toparlandım Komutanım. Sadece gitmeden anlatmam gereken şeyler vardı." İki adam kadına dönüp, konuşmasını beklediler. Ama Hilal konuşmak için davetiye bekliyordu sanki. O kendisine bakan iki adama, aynı ifadeyle baktı.

"Konuşsana Yüzbaşı." Yüksek çıkan ses Albay'a aitti. Genç kadın kendine son anda engel olmuş ve odadan çıkmamıştı. Eli ayağı birbirine dolanırken kapı önünden gelen kıkırdama seslerini duyuyordu.

"Ben bir şey öğrendim. Doğrusu bunu kanıtlamak için uğraşıyordum. Emin olmam için bir şey daha lazımdı ve dün öğrendim." Kaşlar çatılırken genç kadın kalbinin boğazında attığını hissediyordu. Yıllardır bu kadar ciddi olduğu bir ortam olmamıştı. Ya bunu başaracaktı. Ya da uğruna babasını karşısına aldığı bu görevi bu sevdayı bırakacaktı. O ise pes etmek istemiyordu.

"Ne gibi bir şey Yüzbaşı? Neden taksit taksit konuşuyorsun?" Hiçbir şey bilmeyen Metin Binbaşı sinirle söylenince ortam daha da gerilmişti. Elle tutulacak hale gelen sinirleri, iki tarafı da daha da öfkelendiriyordu. Ortam da ses çıkmazken iki adamda ses çıkarması için karşılarında ki kadına baskı yapıyordu. Genç kadın terlemeye başladığını hissedince, silkelendi. Derin bir nefes alıp, öksürdü.

"Bu ağanın yengesi Asiye Şahinkoru." Tek kaşlar havaya kalkınca Hilal zorlukla devam etti."Kökeni Araplara dayanıyor. Tam olarak Suudi Arabistan." Kaşlar çatılırken ortamda ki sinirin yerini ağır bir gerginlik almıştı.

"Peki şu Levent ağa. Onun kökeni nereye ait?" Genç kadın okuduğu dosyayı hatırlamaya çalıştı.

"Onun hakkında pek bir bilgi bulamadım. O yüzden ona kasten yakın davranıyorum. Ama dün bir gözlem sonucunda öğrendiğim üzere. Yanda ki okulda olan Nihal öğretmen ile arasında bir ilişki var. Sorunda bu aslında. Nihal ve Asiye kardeşler." İki adam birbirlerine bakıp gözleriyle anlaştı.

"Aferin Yüzbaşı. Geri dönme planını şimdilik rafa kaldırıyorum. Çıkabilirsin, Komutanın seninle konuşmak için gelecek." Hilal kulaklarına kadar kızardığını hissetse de sadece selam verip çıkmıştı odadan. Kapıdan çıkıp köşeyi dönünce önüne çıkan ekibine hızla sarıldı.

"İyi ki varsınız." Sessiz sessiz sevinip kantine doğru ilerlediler.

"Ben de olmasam. Şimdiye Antalya yolundaydın." Hepsi oturdukları masada böbürlenen Arslana döndü. Erkekler göz devirirken Hilal ona hızla sarılmıştı.

"Sen benim birtanemsin. Bensiz yapamayacağını biliyordum." Bu kez ciddi bir şekilde devrilen gözler genç kadını güldürmüştü.

"İtiraf edin, ben olmasam sıkılırdınız."

"Orası öyle, başımıza bela açan tek kişi sensin." Hilal yanında oturan adama dolanmış kollarını çekip omzuna vurmuştu.

"İki iltifat ediyorum sana. Sen ne yapıyorsun? Hemen laf çarpıyorsun." Belli etmeselerde hepsi de oldukça mutluydu. Yıllar süren bir dostlukları vardı. Birbirlerinden bir kere ayrılmamış olan bu insanlar, birbirlerine ne kadar bağlandıklarını bu masada otururken, birbirlerine bakarken bir kere daha anlamışlardı. Biri olmadan geriye kalanlar hiçbir şeydi.

"O değilde Antalya şimdi tam sezonun da. Havalarda ne güzel ısındı. Gitseydik güzel de olurdu aslında." Muhammed dediği şeylerden sonra hayallere dalmıştı. Onun bu hali hepsini güldürürken onun asıl derdini biliyorlardı elbette.

"Tabi canım. Gamze de gelmiştir." Muhammed kızarmaya başlarken, yakalanmanın verdiği sinirle söylenmeye başladı.

"Ne alaka lan? Tanımam etmem." Gözler devrilirken ilk çıkışan Hilal olmuştu.

"Ne dedin sen? Tanımam etmem mi? Ulan sen kızın kahveyi nasıl içtiğinden tut. Babasının doğum gününe, annesinin burcuna kadar biliyorsun." Onun giderek karşılarında küçülmesi hepsinin daha fazla gülmesine neden oluyordu. Nurullah daha fazla dayanamamış kahkaha atmaya başlamıştı. Onun yüksek çıkan sesi, kantinde ki herkesin onlara dönmesine neden olmuştu.

"Allah cezanı vermesin sussana. Herkes bize bakıyor. Niye rezil edip duruyorsunuz beni."Hilal isyan etmeye başlarken, onlara bakıp gülen birini farketmişti. Mustafa Onbaşı köşede başka bir kaç askerle kahve içiyor ve onları izliyordu. Hilal ile göz göze gelen adam, elinde ki bardağı kaldırıp mırıldandı.

"Tebrikler..." Sırıtmasını gizleyemeyen Hilal de önünde ki bardağı kaldırıp.

"Teşekkür..." Diye mırıldandı. İkisi önlerine döndüğü sırada Hilal hala sırıttığının farkında değildi. Ona hayretle bakan çocukları geç fark etmişti. "Ne oldu?" Kahvesini içmeye devam ederken Arslan'ın ona attığı bakıştan sonra tamamen ona dönüp tekrarladı. "Ne oldu lan?"

"Ne demek ne oldu? Ne var sizin aranızda?" İçtiği kahveyi duyduğu kelimelerle püskürtmesi bir olmuştu. Karşısında oturan herkes nasibini alırken, o heyecanla ayağa kalkmıştı.

"Ne alaka ya? Ne olabilir aramızda. Eski iki arkadaşız." Kolundan tutup yerine oturtan Arslan ona yandan gülüşüyle bakıyordu. Hepsi onu göz hapsine alırken, Hilal konunun ne ara kendine geldiğini anlamamıştı. En son Muhammede sataşıyorlardı. Şimdi ise kurban kendisiydi.

"Yav siktir. Karşında çocuk mu var? Daha düne kadar kanlı bıçaklıydınız. Bu ne şimdi bardak kaldırmalar, sırıtmalar. Hayırdır kızım?" Zorlukla yutkunan Hilal yaptığı hareketleri şimdi anlıyordu. Bu kadar belli olduğunu ve göze çarptığını bilememişti. Yaptığı şeyi çokta normal görmüştü. Gözleri masanın etrafında ki herkeste tek tek dolandıktan sonra sakince gülümsedi.

"Saçmalamayın. Teşekkür ettim sadece." Hepsi tek kaş olarak ona bakınca sıkıştığını anlamıştı. Tekrar gülümseyip ayağa kalktı. "Size doyum olmaz ama benim o çaldığımız dosyayı yedeklemem lazım." Fısıltıyla konuşup, göz kırpmıştı.

"Salak ulu orta öyle denir mi? Direk ağaya söyle, senden dosyanı çaldık diye tam olsun." Sinirle söylenen Arslan kadının tekrar konuşmasına izin vermemişti. "Bazen nasıl bu kadar salak olduğunu cidden anlamıyorum. Kızım Kado denen çocuğun kafasına silah indirmedin mi sen?"

"Evet yapmış olabilirim, ama cidden kötü bir niyetim yoktu."

"Ya sen şu olayı bana da bir anlat hele." Arkaların dan yükselen sesle hepsi ayağa kalkmıştı. Hilal yine herşeyi batırmış olmanın verdiği kamburlukla doğrulamıyordu. Arkalarında duran Komutana selam verip ip gibi dizildiler. "Anlaşılan Hilal Yüzbaşı yine, kaş yapayım derken göz çıkarmış." Yeni bir laf daha yemenin verdiği siniri gülümsemesinin arkasına sakladı Hilal. Bir adım öne çıkıp kısık sesle konuştu.

"Binbaşım?" Adam Hilale iki adım yaklaştı. Kısık gözleri tehditlerle doluydu.

"Odama."

"Emredersiniz." Önden giden Metin Binbaşının ardından bakakaldı. "Allah sizi benden alaydı. Yaktınız yine başımı." Arkada kalan çocuklara son sözünü söyleyip hızlı adımlarla komutanını takip etti. O odadan sağ çıkmak için bildiği tüm duaları sıralarken. Bir yandan da ayarsız çenesine söylenip duruyordu. Mükemmel planını yine kendisi ortaya çıkarmıştı. Ceza çekmek onun için sıradan bir rutin olmuştu. İyi de, kötü de yapsa sonunda her şeyi yanlış yapıyordu. Gittiği yollar yanlıştı aslında, bulduğu çözümler, düşünceleri, ya da kendinin bile farkında olmadığı fikirleri. Bir kaç senedir her şeyi yanlış yaptığının o da farkındaydı. Ama umursamamıştı. Herkes onu öyle çekmek zorundaymış gibi bir düşüncedeydi. Oysa sürgün edildiğinde bunu kafasına vura vura ona göstermişlerdi. Ama bazen gözümüzün önündekini bile görmemek için deli takliti yaparız. Ya da cidden elimizin tersiyle iteriz. Akıllanmak için biraz daha fazlası gerekir gibi.

Girdiği odada her zaman olduğu gibi yine masanın önünde hazırda beklemeye başladı. Komutanı masasının arkasına geçmiş koltuğuna oturmuştu. Gözlerini karşısında ki kadına çevirip, elini havaya kaldırarak konuşması için işaret vermişti. Adam onun konuşması için beklerken. Hilal ne diyeceğini bilemiyordu. Dün gece yaptıkları herşey beyninin içinde tekrar oynamaya başlamıştı. Ve nereden başlayacağını, kelimeleri nasıl toparlayacağını elbette bir türlü kestiremiyordu. Defalarca aldığı derin nefeslere yenileri eklenirken, dudaklarından hala daha bir kelime çıkmamıştı.

"Binbaşım. Şimdi şöyle bir sorun var. Ben nereden başlayacağımı bilmiyorum." Adam sinirle elini masaya vurmuştu. Hilal göz devireceğini anlayınca başını eğip kendini gizledi.

"Başını eğince görmediğim şeyin, ne olduğunu anlamadım mı sence?" Başını kaldıran kadın daha dik durmaya çalıştı. "Yüzbaşı sana çok fazla şans verilmiyor mu?" Derin nefes alan kadın, konunun yine çok uzun olacağını anlamıştı. Öncelikle ona sunulan nimetlerden bahsedilecek, hemen sonra yaptığı aptallıklardan. Hemen ardından da sabırlarından. Ve kapanış olarakta yiye yiye doyamadığı laflara yenileri eklenerek bitecekti bu mükemmel konuşma.

"Öyle diyorsanız öyledir Binbaşım." Adam sinirle aldığı nefesten sonra gözlerini kapattı. Masaya dayadığı kollarını öne uzatıp sinirle tekrar söylendi.

"Kızım sen bizi delirtmek için özel olarak mı buralara kadar geldin?" Yüksek tonlamalı ses Hilali telaşa sokmuştu. Yine yanlış yapmıştı. Yine ve yine. Bu aralar oda farkındaydı, nefes alsa yanlış alıyor diye ceza yiyecekti resmen.

"Köye inince bir kurşun döktürsem iyi olacak." Sesi ne kadar kısık çıksa da dediği kelimeler Komutanına ulaşmıştı. Adam sinirli haline rağmen sırıtmadan duramamıştı.

"Allah seni nasıl biliyorsa öyle yapsın." Pot üstüne pot kırmanın nasıl bir his olduğunu artık daha iyi biliyordu Hilal. "Otur da anlatmaya başla." Aldığı izin sonrası rahatlayarak, öndeki sandalyeye oturdu. "Ne zaman iyi bir şey yapsan, biliyorum ki arkan kontrol edilmeli. Leş gibi bırakıyorsun arkanı." Başını eğip yeni gelin gülümsemesi atan Hilal, cidden sevimli olduğunu sanıyordu. Gözleri Komutanını bulunca sevimli olmadığını anlamıştı. Ona tiksintiyle bakan adamdan sonra gülümsemesini silip, daha dik oturdu.

"Böyle rahat olunca konuşmakta daha rahat oluyor Binbaşım." Başını sallayıp , gözlerini deviren adam onu anladığını belirtiyordu.

"Tamam artık konuş." Ortamda ki gerginlik azalınca sakince düşünüp konuşmaya başladı Hilal.

"Şimdi dün geceye geri gidelim mi?"

"Gidelim baş belası gidelim." Mutlulukla gülümseyen kadın, hemen konuşmaya devam etti.

"Siz gelip bana eşyanı topla, yarında defol git dediniz. Tabi ben ne yapacağını bilemeyen bir kedi yavrusu gibi bizim çocukların yanına gittim. Düşündük taşındık, çok düşünmedik ama Arslan hemen buldu çözümü. Biz ağanın evindeyken Arslan bir konuşmaya şahit olmuş. Ağa ve onun adamı Kado adında ki çocukla olan konuşmayı duymuş aslında. Tam olarak anlamasa da zeki olduğu için hemen birleştirmiş her şeyi. İşte bu hikayenin asıl kahramanı." Metin Binbaşı gözlerini tekrar ve tekrar devirince Hilal hızla konuşmaya geri döndü.

"Arslanın dediğine göre. ' Kado o dosyayı önce ben incelemeliyim. Ondan sonra karakola götürürüz.' Bunları demiş bizde şüphelendik doğal olarak. Belki de bazı bilgileri yok edecekti." Metin Binbaşı hayretle baktı karşısında oturan kadına.

"Siz bu kadar zeki insanlar mıydınız?" Hilal dudaklarını büzmüştü.

"Ayıp ama Komutanım."

"Ayıp sizin yaptığınıza denir. Ulan beyinsizler madem bu kadar akıllıydınız. Neden benim operasyonuma sıçtınız?" Hilal dudaklarını birbirine bastırırken başını eğdi.

"O yanlışlıkla oldu." Sinirinin verdiği tepkiyle kaşları resmen birbirine giren adam, derin bir nefes alıp kendine hakim olmaya çalıştı. Ama çok fazla zorlandığının farkındaydı. Hele karşısında oturmuş, konuşan kadın. Onu varlığıyla bile sinirlendiriyordu. "Kızmayın Komutanım, akıl işte hep aynı değil." Başını sallayan adam arkasına yaslanıp, onun tekrar konuşmasını bekledi. Ama Hilal adamın hala sinirli olduğu kanısına vararak konuşmuyordu.

"Kızım sen sürekli benden davetiyemi bekleyeceksin, konuşsana." Derin bir nefes alıp tekrar konuştu kadın. Açıklayıcı olmak için çabalıyordu. Sürekli yeni hakaretler duymak kotasını cidden zorlamaya başlamıştı.

"Tamam kesmeyin beni herşeyi bir kerede anlatacağım. Arslan bana bunu anlatınca hemen ekiple karakoldan kaçtık." Konuşmak için ağzını açan adamı ellerini kaldırarak durdurdu. "Lütfen Komutanım sonra kızarsınız. Ben bu Kadoyu köyün kahvesinde buldum, yanıma çağırdım. Dedim ki; "Bak kardeşim ya akıllı olur elinde ki dosyayı bana verirsin. Ya da seni bu altılı çorap setine veririm dedim." Ama işte akıllı değilmiş. Olsaydı verirdi bizde onu bayıltıp karakolun çardağında tutmazdık bir gece."

"NE? Ne dedin? Nerede tutmazdınız?"

"Çok güzel. Ben yine pot kırdım." Adamın hala şaşkınlıkla kendine baktığını anlayan kadın mecbur herşeyi anlatmaya başladı. "Bu bize dosyayı vermedi. Döndü çocuklara sizin fotoğrafınızı çekip ağama göstereceğim dedi. Bende bu sırtını döndüğü sırada tabancayı indirdim ensesine. E şimdi sokak ortasında da bırakamazdık. Evine hiç götüremezdik. El mecbur getirdik koyduk çardağa, başının altına yastığını, üstüne pikesini attık sabaha kadar uyudu."

"Yemin ederim delireceğim. Çok az kaldı."

"Komutanım sakin olun ya. Bunlar çok doğal şeyler. Sonuçta adı çıkmış bir ekiple beraber çalışıyorsunuz. Biz birimiz için herşeyi yaparız. Ama söz konusu ben olunca. İşte sınırları biraz fazla aşıyoruz." Hilal kendini beğenmişliğin verdiği özgüvenle, gülerek arkasına yaslandı.

"Lan salak, salaklar. Suç lan suç. Anlattığın herşey suç. Yaptığınız herşey suç. Ulan dediğin herşey yanlış, siz salak mısınız?" Az önce içine sığmayan özgüven anında yok olmuştu. Cidden salak olma ihtimali ne kadar diye düşünmeye başlamıştı.

"Komutanım. Lütfen Albaya birşey anlatmayın, yeni affetti sayılır."

"Allah sizi nasıl biliyorsa öyle yapsın. Kızım bunları öğrenseler sence sadece sen mi ceza alırsın. O altı tane salak senden önce sürülür, hemde bırak artık doğuyu. Direkt Suriye yada ne bileyim Allah'ın unuttuğu başka bir yere işte." Zorlukla yutkunan Hilal onları hiç düşünmemişti. Yine her zaman ki gibi ne olursa olsun, kendi başı yanacak gibi düşünmüştü.

"Yemin ederim onlar hiç aklıma gelmemişti. Hep ele başları ben gibi davranılıyor diye." Burnundan sinirle aldığı nefesi veren adama, arkasına yaslandı. Ne diyeceğini artık kendisi bile bilmiyordu. Bunlar ne yaptığının farkında olmayan bir avuç salaktı gözünde. Kendileri için herkesi riske atacak kadar da salaklardı.

"Bu yaptıklarınızı o adam, ağa öğrenince sence ne olacak?" Hilal hemen yerinden doğrulup daha dik oturdu. Elbette diyecek bir şeyi yoktu. Hatta hala daha neler uydurabilirim diye düşünüp duruyordu.

"Bunu düşünmedik. Sadece tek bir amaç için yola çıktık. O dosyayı alacağız." Kafa sallayıp gözlerini kapatan adamdan bir saniye bakışlarını çekmedi Hilal. Yine yaptığı şeyler bela açacaktı. Ama bunu en az seviyeye indirmek için herşeyi yapacaktı. O ağa bozuntusunu ortadan kaldırmak bile gerekirse. Bunu nasıl yapacağını bile düşünmüştü. Bu kez herşeyi yapacaktı. Bu kez takdir edilmek istiyordu. Komutanı ona 'aferin' dediğinde yaşadığı mutluluğu şuan çok net anlıyordu. O hissi artık daha çok yaşamak istiyordu. Eskisi gibi başaralı olmak ve parmakla gösterilen kişi olmak istiyordu. Bu hissin ne kadar bencilce olduğunu anlıyordu. Ama kendini bunu düşünmekten alıkoyamıyordu.

"Peki aldınız. Ve dediğin gibi çoğalttın. Sonra ne olacak Hilal? O adam gelecek ve dosya mı verin dediğinde ne yapacaksın? Albay o zaman öğrenince sence size bir gece daha izin verir mi? Yoksa sizi saatler içinde postalamış mı olur?" Metin Binbaşı kollarını birbirine dolamış halde, karşısında oturan kadına bakıyordu. Her saniye değişen mimikleri, aldığı nefeslerin sıklığı kadının derin düşüncelerde olduğunu belli ediyordu.

"Ben çok fazla bencilleştim sanırım." Kadının titrek sesini duyan adam. Sıkıntıyla aldığı nefesten sonra oturduğu sandalyeden doğruldu. Kadına teselli verecek değildi. Teselli alacak halde de değillerdi. Ceza çekeceklerdi, bu kaçınılmaz bir sondu. Üstelik Levent ağa, bu olanları öğrenince asıl kıyamet o zaman kopacaktı. Bir insanın eşyasını ondan habersiz almışlardı. Üstelik adamına zarar vermişler ve kaçırmışlardı. Metin Binbaşı yüzünü sıkıntıyla sıvazladıktan sonra oturduğu yerden kalktı.

"Kalk hadi. Dosyayı hemen ayarla ve gidelim. Ağa burayı basmadan biz baskın yapalım. Çocuklara söyle hazırlansınlar." Heyecanla oturduğu yerden kalkan Hilal. Selam verip çıktı odadan. Odasına giderken bir yandan da telefonunu çıkarıp, çocuklarla olan grubuna mesaj attı.

"-- Hazırlanın baskına gidiyoruz.--"

Attığı mesaj anında görülmüştü. Odasına girip yatağın altına sakladığı dosyayı çıkardı. Dosyanın üstünde büyük harflerle yazan 'LEVENT ŞAHİNKORU' yazısının üstünde elini gezdirdi.

"Yani ne gerek vardı. Benimle neden oynadın ki?" Gözlerinin dolduğunu hisseden kadın başını kaldırıp, akmak için hazır olan yaşlarına hakim olmaya çalıştı. Sinirle aldığı nefesten sonra başını eğmişti. "Sen beni bir daha öpmeye kalk bakalım. O dudaklarını nasıl mermiyle dikiyorum." Sinirle söylendikten sonra, özel işleri için kullandıkları telefonu dolabının arkalarından zorlukla bulup çıkardı. Dosyada ki tüm sayfaları düzgün bir şekilde tek tek çekip telefonu tekrar aynı şekilde sakladı.

"Oyun oynamayı çok severim ağa bozuntusu. Ve seninle cidden çok eğleneceğiz." Üstünü giyinip, uzun süredir kullanmadığı Hercules 666 canavarını aldı dolaptan. Daha dün gece bakımlarını yapıp, tertemiz bir bebek gibi koymuştu dolaba. İçinde yanan ateşi her saniye daha fazla hissediyordu. Tekrar derin bir nefes alıp, dışarıya çıktı. Ekibi orada onu ve komutanlarını bekliyordu. Çok geçmeden Binbaşı da onlara katılmıştı. Heyecanı elle tutulacak halde olan Hilal. Hızla ilerlemiş en önde ki araca binmişti. Üç araç olarak yola çıkmışlardı. Yanında aracı süren Muhammede döndü.

"En hızlı bu kadar mı sürüyorsun?" Başını ona çevirip hayretle bakan adam, denilen şeyleri anlamamıştı bile.

"Anlamadım Yüzbaşım?" Sıkıntıyla nefes veren Hilal ona döndü tamamen.

"Neyi anlamadın Muhammed? Daha hızlı, daha hızlı." Gözleri şaşkınlıktan ve ona karşı yükselen sesten sonra irice açılmıştı.

"Binbaşı 120 km hızın üzerine sakın çıkmayın diye uyardı." Hayal kırıklığı dolu bir nefes sonrası gözlerini kapatıp tüm yol boyunca arkasına yaslandı. Kapattığı gözlerinin önünde bir süre sonra eskilerden bir şeyler görmeye başladı. Uzun yolu bildiği için o anılara dalarken elindeki silahı daha sıkı kavradı.

&&&

Genç kız elinde ki buketi daha sıkı kavrayıp, yanında ki adamın omzuna yaslandı. Başını kaldırıp yüzü olmayan adama baktı. Gözlerini ne kadar kıssa da, ya da sonuna kadar açsada, bir sima göremiyordu. Bir süre sonra uğraşamaktan vazgeçip içinde hissetiği mutluluğa bağladı kendini. Omzuna yaslandığı adamı görmesede onun yanında hissettiği mutluluk onu görmekten daha büyüktü.

"Seni seviyorum Hilal..."

Genç kız mutlulukla kapattığı gözlerini, saniyeler sonra açmıştı. Duyduğu sesin sahibini tanımıyordu. Onu tanımıyordu. İçinde ki mutluluk anında yok olmuştu. Başını kaldırıp omzuna yaslandığı adama baktı. Hala bulanık olan yüzün suçunu, kendi gözlerine attı. Uzaklaştığı adama tekrar baktı. Hala bir şey göremeyince sinirle ovaladı gözlerini. Derin bir nefes aldıktan sonra yavaş yavaş açtı gözlerini. Sinirleri onu ağlatmaya başlarken karşısında ki adama sinirle bakmaya başladı.

"Hilal sevgilim iyi misin?"

Tekrar duyduğu ses kulaklarını sağır ederken. Sinirle oturduğu yerden kalktı. Başı dönmeye başlarken, ellerini tutan adamdan uzaklaşmakta zorlanıyordu. Başını eğip ellerine bakınca korkunç bir çığlık boğazından kaçmıştı. Kendi ellerini adamın ellerine ilmek ilmek dikildiğini görmüştü. Karşısında ki adamın yüzüne korkudan bakamıyordu. Ellerini her çekmek istediğinde hissettiği acıyla korkunç bir çığlık atıyordu. Üzerine doğru gelen adamdan her uzaklaşmak istediğinde elinin acısıyla tekrar çığlık atıyordu. Etinin parçalandığını hissetikçe çığlığı daha da korkunç bir hal alıyordu. Gözlerini kapatıp uzaklaşmak istedikçe adamı her saniye daha fazla hissediyordu. Durmadan çığlık atmaya devam etti.

Ta ki biri onu kollarından tutup sertçe sarsmaya başlayana kadar.

Çığlık atmaya devam ederken korkuyla açtı gözlerini. Tepesinde duran kardeşine baktı.

"İyi miyim?" Soruyu kardeşine sormuştu. Ama kardeşi tam tersine onu duymuyor. Ona korkuyla bakıyordu.

"Sen çok korkunç bağırıyordun." Ondan uzaklaşan kardeşine soru işaretleriyle dolu bir yüzle baktı.

"Ne dedin?" Genç çocuk hızlı adımlarla odadan çıktı. Tek başına kalan Hilal, hızla yatağından kalkıp gördüğü rüyayı en ince ayrıntısına kadar yazdı. O sesi unutmamak için çok çabalamıştı.

&&&

Dalıp gittiğini fark edince irkilerek açtı gözlerini. Tekrar o geceyi hatırladı. O sesi, o rüyayı yıllardır unutmuştu. İçine dolan farkındalıkla gözleri doldu, burnu sızladı. Eli camı açmak için düğmeyi aramaya başlarken, her geçen saniye nefes alması güçleşiyordu. Bir türlü camı açacak düğmeyi bulamamıştı. Parmakları boğazına dolanırken, hırıltılı nefesler almaya başlayınca dikkatleri üzerine çekmişti.

"Komutanım iyi misiniz?" Eli direksiyona giderken, yanlış yaptığının farkındaydı. Kolunu kaldırarak onu kendinden uzaklaştırmaya çalışan Muhammedin sesini duyuyordu. Ama anlamadığı gibi, duyduğu tüm sesler giderek boğuklaşıyordu.

"Kom... An..." Sesler giderek kayarken, gözlerinden akan yaşlar görüşünü de engelliyordu. Arkadan uzanan Nurullah ellerini tutup onu sabitlemeye çalışırken, bu kez de bacakları Muhammedi hedef alıyordu. Arabanın içinde çalan telefonlar ortamı daha da karmaşaya sokarken. Hilalin çığlığı sonrası araba saniyeler içinde ani bir frenle etrafı toz içinde bırakarak durmuştu. Havaya kalkan toz dağılmadan Hilal arabadan inmiş ve koşmaya başlamıştı.

"Komutanım.."

"Yüzbaşı..."

Ardından yükselen sesleri net duymaya başlamıştı. Adımları yavaşlarken dizleri üstüne çökmüştü. Yüzüne yapışan toz ve gözünden akan yaş birbirine karışmış çamurlaşmıştı. Saniyeler sonra yanına gelen adamlara baktı.

"O... Ağa..." Bakışlar sertleşirken Arslan yere çöküp kadını kolları arasına aldı.

"Sakin ol." Elleri yerde ki toprağa dayanmış kadın, gözlerini kapatmadan bir kez daha fısıldadı.

"Ağa... Hep sendin..." Dudaklarından dökülen kelimeler sadece kendisine ulaşmıştı.

.......................

...............................

.................................

Bu son iki bölümde neler oluyor?

Ağa ve rüya nasıl bağlantılı olabilir?

Loading...
0%