@mizginsain98
|
Umarım seveceğiniz bir bölüm olmuştur. İyi okumalar
........................ ....................................... .......................................................
Bir hafta... Tam bir hafta boyunca ne odasından ne yatağından çıkmıştı. Yıllarca korkup, kabusları olarak gördüğü o ses, o adama aitti. Ve ne kötü ki, artık korkmuyordu. Sevdiği için, sevdiğinden korkamıyordu. Bunu kabullenmek, aynı büyüdüğünü kabullenemeyen çocuklar gibi hissettirmişti. Hala çocuk olduğunu sanan, ama artık arabada yer kalmadığında kucağa alınmayan çocuğun yaşadığı aydınlanma gibiydi. O ses en korktuğu, uğruna bazı geceler uyuyamadığı. Hayatında en nefret ettiği sesti. Ve bu sesi yıllar sonra binlerce kez duyduğu halde korkmamıştı. Ama bir dalgınlık sonrası anlamıştı. En büyük canavarına ait ses, en sevdiği insana aitti. "Ben seni nasıl bu kadar çabuk sevdim ki?" Başını gömdüğü yastıktan bu kelimeler firar etmişti. Kendini odada yanlız zannediyordu. Ama köşede nöbetleşe oturup ona bakan çocukları bir haftadır gözü görmüyordu. Onlar da zaten hayalet gibi sessiz sessiz geliyor oturuyor, bir diğeri gelene kadar Hilali izliyordu. O günden sonra her şey çok yavaş ilerlemişti. Baskın iptal edilmiş, apar topar karakola geri gelinmişti. Kimse kadına ne olduğunu bilmiyordu. O zaten konuşacak halde değildi. Kimsede onu zorlamadı. Sessiz sessiz masaya konan yemeklerden sadece bir öğün yemeğe başladı. Uyuyor ve uyuyordu. Uyanık olsa bile ne sesi çıkıyor ne yatağından ihtiyaçları dışında kalkıyordu. Ve o kadar kör bir haldeydi ki, odada duran adamları hiç görmüyordu. Masada ki suya uzandığın da, bir hıçkırık kaçmıştı boğazından. Arkada oturan Yıldırım acıyla gözlerini kapattı. Bu kadının bu halleri hepsini mahvetmişti. Bu kadını ilk kez böyle görmeyi geçmişler. Onu ağlarken bile doğru düzgün görmemişlerdi. Ama bu bir haftadır gözlerini ayırmadıkları kadın. Yok olmaya, uzaklaşmaya, bitmeye çalışıyor gibiydi. "Ben bu değilim." Fısıltı adamada ulaştı. Cevap vermek istedi, 'evet sen bu değilsin' ama sustu. Onu yine, bir haftadır yaptıkları gibi kendisiyle bıraktı. Canı yansada eliyle ağzını kapatarak kendine hakim oldu. "Sevmek, bu kadar berbat mı hissettiyordu?" Kadın yatağından kalkıp, tahta çerçeveli pencerenin önünde durdu. "Bu kadar acı ne saçma." Başını sürekli gördüğü manzaraya çevirdi. Önünde koca koca dağlar sıralanıyordu. Derin bir nefes alıp başını yasladı cama. "Bu hayatta beni en çok sen korkuttun." Gözlerini kapatıp pencerenin kenarına yaslandı. Eski anılarını bu bir haftada çok fazla düşünmüştü. O düşünmese bile o anılar sürekli aklına dolmuştu. Hayatta tek bir korkusu vardı, ve onu atlatmak için herşeyi yapmıştı. Bir sesten korkulur muydu? Korkmuştu. Hemde yıllarca, gecelerce. Ve o ses yıllar sonra sevdiği adama ait çıkmıştı. Başını yasladığı camdan uzaklaştı. Farkında olmadan bir haftadır olduğu gibi yine ağlamıştı. Gözyaşlarını koluna silip tekrar yatağına oturdu. Başını kaldıramıyordu. Kamburu çıkmıştı bir haftada, gülmeye başlayınca elleriyle yüzünü kapattı. Birini sevmenin verdiği ağırlıkla kamburu çıkmıştı. Gülüşü kahkahaya dönüşürken, Yıldırım korkuyla telefonunu çıkarıp çocuklardan birini aramıştı. Onun aradığı kişi diğer çocuklarıda alıp odaya doğru koşmaya başlamıştı. "Aptal..." Kahkahası arasında bir küfür gibi haykırmıştı. Kendine söylemişti bunu. "Aptal..." Söylemek istediği tüm küfürler sadece bir aptal kelimesinde toplanıp çıkmıştı dudaklarından. Elleri yatağının kenarlarını kavrarken, boğazını tırmalayan çığlığı yuttu. "Sevdim diye, eğilip bükülmem şart mı?" Çığlığını bastırmıştı oysa. Ama kelimeler dudaklarından bir çığlık gibi dökülmüştü. Sesinin ne kadar yüksek ve tiz çıktığının farkında bile değildi. Canı yanıyordu. Kendisini sevmeyen bir adamı seviyordu. Üstelik umut vermişti o adam. Öpülmüş dudakları vardı, yanakları, tutulan elleri. Kollarını doladığı bir beden vardı. "Ben... Lanet olsun... İstemedim." Elini dudakları üstüne bastırdı. İstememişti oysa. Bunu yıllarca kendine bir ders gibi görmüş, bunun için çabalamıştı. Ama kalbi yine onu karşılıksız bir aşka mahkum etmişti. Üstelik bu kez sadece kalbi değil. Dudakları, elleri, kokusunu alan burnu bile acıyordu. Ne kadar olmuştu ki? Nasıl bu kadar çabuk sevmişti? Ne ara bu kadar anı biriktirmişti? Ne ara bu kadar kör olmuştu? "Hilal..." Başını açılan kapıya, ona bakan adamlara çevirdi. Ne kadar oldu onları görmeyeli diye düşündü. Sanki yıllardır onları görmüyordu. Onlara o kadar yabancı bir bakış atmıştı ki. Arslan kalbinin söküldüğünü sandı. "Siz..." Tek kelime, kelime bile sayılamayacak kadar kısa bir şey. O kadar çok anlam, duygu barındırıyordu ki. Nurullah ağlamaya başlamıştı bile. En arkaya geçip eğdi başını. "Biz buradayız..." Yalçın daha fazla beklemedi kapı eşiğinde. Hızla içeri girip yatağa ulaştı. Kadını kollarından tutup ayağa kaldırdı. Göz göze gelmeden hemen kolları arasına aldı onu. "Canım acıyor." Bir cümle ne kadar saçma ve acı olabilirdi. Bu kadar olurdu işte. O odada olan, kapı eşiğinde durmuş her kişi kadınla beraber üzüldü. Onlar sevdikleri ve değer verdikleri kişinin, gözleri önünde sevgi yüzünden çektiği acıyı izlemek zorunda kalmışlardı. Onların asıl üzüntüsü bu yüzdendi. "Bizim de, sen böyle oldukça acıyor." Hepsi odaya girip kapıyı sakince arkalarından kapatmışlardı. Odada sessizlik hakimiyet kurmaya başlarken, Hilal kollarında olduğu adama daha sıkı sarıldı. Odada olan her adam ona güç verdi. Kadın omuzlarına sıkıca sarılmış adamda günler sonra huzur bulmuştu. Hıçkırığı boğazından kaçarken, sıkıca yumdu gözlerini, günlerdir huzursuz olduğunu şimdi anlıyordu. Günlerdir berbat bir haldeydi. Ve sadece bir sarılma bile ona güvende olduğunu hatırlatmıştı. "O adamdan nefret ediyorum. Ama aslında nefretimin nedeninin sevgim olduğunu anladım." Başını adamın omzuna yaslayıp diğerlerine baktı. "Ben hain dedim ona. Ve belki de öyle. Farkında olmadan nasıl bu kadar bağlandım? Belki de bu bağlanmak değildir, takıntı yaptım belki." "Takıntı değil Komutanım. Çektiğiniz acı, o kadar ağır ki. Buna takıntı deyip, kendinize hakaret etmeyin." İsmail dediği şeyleri kanıtlamak ister gibi, kadının günlerdir kaldığı odayı eliyle işaret etti. Bir haftadır yas tutulan odaya baktı hepsi. Kadın bu odaya gözyaşlarıyla hiç olmayacak birini gömmek istemişti, ama becerememişti. O kişi kalbinde kalmaya ve ona acı çektirmeye yemin etmiş gibiydi. "Ben galiba onu ilk gördüğüm andan beri böyleydim. Yaşlı biri yerine onu görünce zaten kalbim yerinden çıkacak gibi olmuştu. O köyün ortasında bana doğru yürüyerek gelişi. O öpüşme zaten en başından beri benim sevgimin yansımasıydı. Ama onun oyununun parçasıydı." Kadın kollarını doladığı adamdan yavaş hareketlerle uzaklaştı. Diğerlerine yaklaşıp yorgun ama içten bir gülümseme verdi onlara. "Aptal bir aşık gibisin." Yıldırım ortamı yumuşatmak istemişti. Ama dediği kelimeler herkesin göz devirmesine neden olmuştu. "En azından senin kadar duygusuz bir öküz değil." Yalçın kadını savunduğunu zannederek konuşmaya dahil olurken, Hilal onların bu hallerine istemeden gülmüştü. "Sizi özlemişim." "En çok beni değil mi?" Tüm sinirli gözler Nurullahı bulmuştu. O ise onlara bakmıyor Hilalin ağzından çıkacak kelimeleri bekliyordu. "Evet en çok seni." "Yav siktir ya." Hepsi bir ağızdan bağırınca Hilal son enerjisiyle onlara gülmüştü. "Sizi çok seviyorum. Sizin beni sevdiğiniz kadar." Saniyeler sonra hepsi kadını ortalarına alarak toplu bir kucaklaşma yapmışlardı. Kadın mutlulukla odadan çıkanların arkasından baktı. Hem mutluydu, hem üzgündü. Hem acı çekiyordu, hem de gülüyordu. Başını dakikalar önce önünde durup ağladığı pencereye çevirdi. Gözleri tekrar dolarken kendine hakim olmak için başını çevirdi. "Bugün bir erkek. Adam bile olamayacak biri için son ağlayışımdı." Başını kaldırıp dik durdu. Dolabına ilerleyip bir haftadır elini sürmediği kamuflajını çıkardı. Hiç beklemeden hızla giyindi. Üzerine geçirdiği üniformanın altında ezildiğini hissetmişti. Duvarda asılı duran aynaya yaklaşıp bir süre kendini izledi. "En son bu ağırlığı ne zaman hissettin Hilal?" Kendi kendine konuşmaya devam ederken, sorusuna dakikalar sonra cevap vermişti. "İlk giydiğin zaman. O günden beri bu giydiğinin ağırlığını unuttun. Normal bir elbise sandın. Bu kadar aptal olmayı nasıl becerdin Hilal. Akıllanmak için yıkılman mı lazımdı? " Aynada ki kadınla uzun süre bakıştı. İçinin, canının, her miliminin acısını aynada ki kadına bıraktı. Dimdik çıktı o odadan. Ne sevdiği adamın acısı, ne yıllar boyunca korktuğu o ses. Hiçbirini yanında götürmedi. Hepsini o aynaya hapsetti. Tüm korkular ve acılar onda artık yoktu. İçinde öfke ve hırs vardı. Yıllar önce ki gibi, hatta daha acımasızı. Hızlı adımlarla ilerleyip Metin Binbaşının odasının kapısına vurdu. Çok beklemesine gerek kalmadan içeriden 'gel' çağrısını almıştı. İçeri girip selam verdi hemen. "Yüzbaşı Kara." Adam hayretle karşısında ki kadına baktı. O günden beri hiç görmediği kadına gözlerini kısarak baktı. "Raporunun bitimine daha iki gün var Yüzbaşı." Kadın hafifçe sırıtarak, derin bir nefes aldı. "Hızlıca kendime geldim Binbaşım. Görevimin başındayım tekrar." Adam başını sallayıp, önünde ki kağıtlara döndü tekrar. Ama saniyeler geçmesine rağmen kadın hala orada ayakta dikilmiş bekliyordu. "Binbaşım." Dakikalar sonra sesini çıkaran kadına döndü. "Söyle Yüzbaşı." Tamda Binbaşının istemediği kısma gelmişlerdi. "İzin verirseniz. Dosyayı alıp köye gitmek istiyorum. Levent bey ile tek başıma karşılaşmak." Adam bu kez daha sert ve merakla çattı kaşlarını. Evet bir konuşma ikna etme durumları yaşayacağını biliyordu. Ama bu duyduğu kelimeler aklının ucundan bile geçmeyen şeylerdi. Kadına anlamadığını belli etmek ister gibi baktı. Ama Hilal uzatmak istemiyordu. "İzin vermezseniz, özür dilerim ama raporumu devam ettirerek çıkacağım." Sıkıntıyla nefes alan adam, kadına sinirle baktı. "Bazen diyorum ki, tamam ya düzeldi bu kadın. Artık aklı başında devam edecek. Ama yok, yine her zaman olduğu gibi, yine ve yine beni yanılttın." Kadın sızlayan burnunu ovalamak istedi, ama bunu yapmamak için kendini kastı. "İçimde hep herkese mutluluk vermesini istediğim bir çocuğu yaşattım. Bu zamana kadar. Ama anladım ki, verdiğim tüm mutluluklar bana acıyla geri geliyor. Hatta bonus olarak ceza, azar hatta aşağılayıcı ne varsa yaşıyorum. Sırf bu kadar stresin içinde mutlu etmek istediğim için, herkesin kaçtığı, hatta arkadaşlık bile kurmak istemediği kişi oldum. Neden peki? Onlarında başına bela açarım diye. Şikayetçi değilim. Benim dostlarım bana yetiyor. Ama sanki ölümcül bir virüs taşıyıcısı bendim de herkes benden kaçıyordu. Mutlu olmak demek, benim sayemde mutlu olmak demek hiçbirine cazip gelmiyordu aslında. Ben hep kendimi kandırdım. Soytaralıklarım hepsini mutlu ediyor sandım. Ben kendimi rezil ettim. Ben kendimi aptal yaptım. Hatta ben kendi kendimi bitirdim. Ve evet bu kez diyebilirsiniz. Bu kız değişti ve bu kız artık düzeldi. Çünkü ben içimde herkesi mutlu etmek için yaşattığım o küçük çocuğu. Öldürdüm." Daha fazla konuşacak nefesi kalmamıştı. Ona bu kez gülümseyerek bakan adam, başını eğdi. "Peki Yüzbaşı. Bize göster bakalım asıl Hilali. İzin verdim, çok oyalanmadan işlerini hallet gel." "Emredersiniz Komutanım." Selam verip çıktı odadan. İki adım atmıştı ki önüne çıkan grup onu durdurdu. "Ne bu hal, ne ara kendine geldin de çıktın sen odandan?" Sinirle söylenen kişi Arslandan başkası değildi. Sinirinin nedenini oda anlamıyordu ama kadını bir anda daha tam olarak kendine gelmeden ayakta görmek onu sinirlendirmişti. "O çağırdı dimi seni? Bırakmadı raporun bitene kadar." Kolunu kadının biraz önce çıktığı odanın kapısına doğrulttu. Tüm bakışlar ondan uzaklaşırken, fark etmişti aşırı tepki verdiğini. "Arslan Yüzbaşı sakin olun lütfen. İyi olduğum için kendi hür irademle çıktım odamdan. Binbaşımın beni zorladığı herhangi bir şey yok." Hayretle kocaman açılmış altı çift göz kadının yüzünde birleşmişti. "Bu nasıl bir konuşma şekli?" Meraklı sesin sahibi kadının tam karşısında duran Muhammeddi. Ona kocaman açtığı gözlerle bakarken, kadın sıkıntıyla derin bir nefes aldı. "Kiminle konuştuğunu unutuyorsun asker. Karşında Komutanın var. Ne bu terbiyesizlik." Bir kaçı gülmeye başlarken Arslan kadını kolundan tutup odasına sürükledi. "Şimdi odana gidiyoruz, ve sen bize her şeyi anlatacaksın." Kolunu kurtaran kadın, hepsine tek tek bakıp koridorun ortasında sinirle bağırdı. "Görev başında ki bir askere ne yaptığını sanıyorsun? Kendine gel Yüzbaşı Köklü. Karşında bir er yok, seninle aynı rütbede biri var." Adamlar ondan bir kaç adım uzaklaşıp kadına hayretle, hatta korkuyla baktılar. "Benimle özel konular konuşmak istiyorsanız, akşamları konuşun. Görev başındayken beni boş konular için artık alıkoymayın." "Emredersiniz Komutanım." Kadının alt rütbeleri ona selam verip oradan ayrılırken, Arslan onun gözlerinin içine baktı. "Bu yani öyle mi? Değişeceksin. Zalimleşeceksin. Ve içinde yanan ateşi bu şekilde dizginleyeceksin. Aptal, sence bu o kadar kolay olsaydı, ben neden hala bu haldeyim? Ben neden hala yanıyorum? İçinde ki öfkeyi, ateşi dizginlemek istiyorsan benim bile cesaret edemediğim şeyi yap." Gözlerini kapatan kadın, kendisini bu kadar iyi tanıyan adama sitem etti. "Ne o Yüzbaşı? Ne için cesaretiniz yoktu? Söyleyinde nasıl yapılır size göstereyim." Sinirli kahkahası hemen belli olmuştu. "Bu halde cidden çekilmiyorsun. Kendini beğenmiş gibisin. Hep öyleydin ama önceden samimiydin bu konuda. Şimdi seni tanımasam ağzının ortasına çakardım iki tane." Kadın gözlerini devirip adama yaklaştı. "Sizi bugün çok hadsiz görüyorum Yüzbaşı Arslan." Adam sinirle kaçıncı olduğunu bilmediği derin bir nefes daha aldı. "Anladım Yüzbaşı. Akşam görüşürüz." "Görüşürüz Yüzbaşı." İkisi farklı yönlere ilerledi. Hilal yaptığı için pişmanlık duymuyordu. Ama Arslan onun bu halleri için birini çok fena dövmeyi kazımıştı aklına. Levent'i. Kadın odasına gidip yatağının altında ki dosyayı çıkardı. Üzerinde yazan isme uzun süre baktı. Bir isim bile canını yakmaya yetiyordu artık. "Belki çok güzel. Yada çok kötü olacaktık. Ve ben nasıl olacağımızı hiç bilemeyeceğim. Hep keşkelerle geleceksin aklıma." Daha fazla düşünmemek için gözlerini ayırdı dosyadan. Hızlı hareketlerle hazırlanıp tüfeği yerine tabancasını alıp kamuflajının beline yerleştirdi. Dosyayı ikiye katlayıp kamuflajının arka cebine yerleştirdi. Alması gereken her şeyi aldıktan sonra beklemeden çıktı odadan. Hızlı adımlarla karakoldan çıkmaya çalışırken köşeden çıkan komutanını gördüğü anda durup selam vermişti. "Albayım. Yüzbaşı Kara emredin." Hızlı konuşması komutanının dikkatini çekmişti. Devam etmek için attığı adımı geri çekip kadına dikkatle baktı. "Yüzbaşı ne bu acele?" Kadın farkedilmenin verdiği huzursuzlukla sallandı yerinde. "Dosyayı ağaya iletme görevini aldım Komutanım." Kadın herşeyi olduğu gibi anlatmıştı. Albay şaşkınlıkla dudaklarını bükerken Hilal konuşmaya devam etti. "Bizde daha fazla kalması sıkıntı çıkarabilir." "Ne dosyası Yüzbaşı?" "Levent ağa'nın evinde ki herkesi araştırmak için hazırlattığı dosya. Şans eseri elimize düştü. Onun dosyası Komutanım, götürüp teslim edeceğim." Adam sinirle bir nefes alırken kadına daha dikkatle baktı. "Şans eseri demek Yüzbaşı? Peki öyle olsun." Onun verdiği selama bile bakmadan uzaklaştı Albay. Komutanının arkasından bakan Hilal bunun yüzüne dönen son sırt olduğuna inandı. Ama bir daha bu durumu yaşamayacaktı. Akıllanmıştı. "Artık herşeyi olması gerektiği gibi yapacağım. En başından beri nasıl olması gerekiyorsa, öyle." Boş koridorda daha fazla beklemeden çıkıp bahçede ki araca bindi. Güneş batmaya yakınken köye varmıştı. Oyalanmadan gideceği yere sürmeye devam etti. Ağanın evine. Aracı evin önünde park ettikten sonra, bir kaç dakika bekledi. Araçtan inmeden önce konuşacağı tüm kelimelerini tarttı, sıraladı. O adamla yüz yüze gelmek istediği son şeydi. Özlediğinin farkındaydı, ve bunun berbat bir şey olduğunun da farkındaydı. Araçtan inip bahçe kapısına bir kaç kere sertçe vurdu. Çok geçmeden kapı hizmetli tarafından açılmıştı. "Hoşgeldiniz Komutan Hanım." Başını eğip selam verdi. İçeri geçip etrafa bakındı. "Levent ağanız nerede?" "Daha gelmedi. Tarlaya gitti." Başını sallayıp sıkıntıyla etrafına bakındı. Yukarıda ki balkonda onu izleyen kadına takıldı gözleri. Asiye Şahinkoru. Sinirle gözlerini yuvarlayıp yanında duran kadına döndü. "Rica etsem bir kahve yapar mısın bana. Ben ağanız gelene kadar çardakta oturup bekleyeceğim." "Tabi nasıl içersiniz?" "Sade..." Kadın başını sallayıp onun yanından giderken Hilal ilerleyip çardakta oturdu. Bir çift gözün hala üzerinde olduğunu hissediyordu. Kadın onu görmese bile çardağı delip geçen bakışları vardı. Hilal bu kadından kesinlikle çok şeyin çıkacağını anlamıştı. Onu hep aynı yerde balkonda geleni gideni izlerken görüyordu. "Mobese gibi dönüyor o gözler." Çok geçmeden gelen kahvesini ve tatlısını bitireli saatler olmuştu. Karanlık çökmüştü ama ağa hala ortalıkta yoktu. Sinirle mırıldanmaya başlamıştı. Karnı guruldarken hala ortalıkta kimsenin olmayışı, Asiyenin aralıklarla balkona çıkıp onu göz hapsine alması sinirlerini bozmuştu. Buna alışık değildi, bekletilmek sinirlerini bozmaya devam ederken. Sinirle kalktı yerinden. Başını kaldırınca Asiyenin tekrar balkona çıktığını görmüştü. Ona doğru bağırmaya başlayınca bir kaç kişi ortalığa çıkmıştı. "Ağanıza söyleyin. Zahmet olmazsa bir gün uğrasın." Balkonda ki kadın ona nefretle bakmaya başlayınca. Uzun süredir içinde tuttuğu kelimeleri dışa vurdu. "Misafirperverliğiniz mükemmel cidden. Balkonlarda üstten üstten bakarak. Yanıma bir kaç dakika otursaydınız sizi yemezdim. Tanışırdık en azından." "Davetsiz misafir sevmeyiz asker." Kadının ağır sesini ilk kez duyan Hilal gözlerini duyduklarıyla sinirle kıstı. Bu kadınla cidden uğraşacaktı. Bu kadından birşeyler çıkacağına artık yemin bile edebilirdi. "Haklısınız davetsiz geldim. Kusura bakmayın Asiye Hanım." Balkonda ki kadının kıvrılan dudaklarını görünce içinden sağlam bir küfür etmişti. "Ha şöyle, yerinizi bilin artık." Sinirlerine hakim olmak için gözlerini kapatıp başını eğdi, aldığı derin nefesler bir işe yaramayınca, uzaklaşması gerektiğine emin olmuştu. Gözlerini açıp onu hala aynı sırıtmayla izleyen kadına döndü. "İyi akşamlar Asiye Hanım. Yakında tekrar görüşeceğiz." Sırıtışı anında yüzünden silinen kadının aksine bu kez Hilal ona yandan bir gülüş atmıştı. "Öyle olsun asker." "İnanın öyle olacak." Sinirden elinin ayağının titremesini yok sayıp bahçe kapısından çıkmak için ilerledi. Açmak için elini uzattığı kapı dışarıdan açılmış, içeriye Levent ve Nihal girmişti. "Komutan..." İlk tepki Nihalden gelmişti. "Öğretmen..." Surat ifadesine engel olamamıştı. Ona tiksintiyle baktığının farkındaydı. Ama ifadesini değiştirmek için çaba harcamadı. "Komutanım." Samimi sesleniş ağaya aitti, Hilal burnunun sızladığını anladığında gözlerini kaçırarak başını eğdi. "Ağa..." Sesinin ne kadar kısık çıktığının farkında değildi. Kimse onu duymamıştı. Herkes birbirine bakarken Levent ortalıkta olan herkese içeri girmeleri için işaret vermişti. Etraf sessizleşirken Hilal başını kaldırdı. Karşısında ona sırıtarak bakan adam yüzünden kızarmıştı. "İyi misin Komutanım?" Kadın sinirle etrafına bakındı. İyi miydi? Berbattı. "Evet iyiyim. Sizinle konuşmam lazım." Gülümseyerek başını sallayan Levent kolunu kadının biraz önce kalktığı çardağa uzattı. "Oturalım isterseniz." Başını olumsuz anlamda sallayan Hilal, sıkıntıyla derin bir nefes aldıktan tekrar konuştu. "Hayır zaten saatlerdir orada oturmuş sizi bekliyorum." Gözlerini şaşkınlıkla açan adam, mahçup bir gülümseme takındı. "Bilmiyordum. Haber verilmedi. Keşke siz arasaydınız. Nihalle karşılaşınca bir yemek yedik, geç geldim o yüzden." Duyduğu şeyler Hilali daha fazla üzmekten başka bir işe yaramamıştı. Dolan gözlerini akşamın karanlığının gizlediğini umarak omuz silkerek konuşmaya devam etti. "Umrumda değilsiniz. Konuşacağım sadece." Kaşları çatılan adam, aldığı tepkinin neden olduğunu bilmiyordu. Kadının yine sinirli olduğunu varsaydı. Üstelik saatlerce onu beklemek zorunda kalmıştı. "Tabii. Sizi tutmak istemem. Ne hakkında konuşacağız." "Dosya? Başka ne için olacak? Günlerdir dosyan bende ama bir kere bile gelip sormamışsın." Kadın ona herşeyi anlatan Muhammedden almıştı bu bilgiyide. Ağa okula geliyor ama karakola uğramıyordu. Hilali hiç sormamıştı. Dosya hakkında tek bir kelime dahi konuşulmamıştı. "Sakin olmalısınız. Bu konuyu evin dışında konuşalım lütfen." Derin bir nefes alıp başını olumlu anlamda salladı. Ona gülümseyen adam önden ilerleyip bahçe kapısını açmıştı. Hilal bu jeste sadece göz devirmiş ardından ilerleyip çıkmıştı bahçeden. "Sizinle konuşmak bende çok istedim. Ama geçen sefer yanınızda olan Mustafa bey izin vermedi. Hasta olduğunuzu söyledi." Başını sallayıp geçiştirdi onu kadın. Ama geçmiş olsun demek için ne aramıştı, ne mesaj atmıştı. Yani o yüzden şuan dediği hiçbir şey Hilal için bahane değildi. "Evet." Samimi olmayan, hatta duvara cevap verse daha içten bir ifadeyle cevap vereceği kelimeyi adama hitaben bir küfür gibi söylemişti. Gerçi bazen bir küfür bile daha samimidir. "Geçmiş olsun." Yürüdükleri halde adam gözlerini kadından ayırmıyordu. Bir tepki, bir gülümseme, hatta hepsini geçmiş bir göz teması bekliyordu. Ama kadın ona bakmıyor hatta en ufak bir mimik bile yapmıyordu. "Sağol."Dudakları kıpırdamamıştı bile. Pes eden adam önüne dönüp Hilalin gittiği yöne ilerledi. Kadın oluşan sessizlik yüzünden kafasının içini daha net duymaya başlamıştı. Aklı ona sorgulamasını, düşünmesini hatta zahmet olmazsa dinlemesini söylüyordu. Ama o gözünün gördüğünün ona yettiği kanısındaydı. Sinirle bir nefes alıp daha hızlı yürümeye başladı. Sanki ne kadar hızlı olursa kafasının içinde ki sesi o kadar hızlı bir şekilde bastırabilirdi. Onunla beraber hızlanan adam, bir kaç kere ona bakmış ve amacını anlamadığı için onunla beraber hareket etmeye devam etmişti. Kadın artık neredeyse koşar adım ilerlemeye başlayınca. Adam dayanamamış onu kolundan tutup göğsüne çekmişti. "İyi değilsin." Bu kez soru sormadı. Sadece bildiği ve anladığı şeyi dile getirdi. "İyiyim..." Boş ve gereksiz bir inkardan sonra çarptığı göğüsten uzaklaşmaya çalıştı. "Değilsin... Neden inkar ediyorsun? Benimle neden bu kadar kötü oldun bir anda?" Kadın gözlerini sıkıca kapatıp gördüğü görüntüyü yok saymaya, silmeye çalıştı. Ne kadar boş bir çaba olduğunu çoktan anlamış olsada, denemekten vazgeçmedi. Sanki zorladıkça olacakmış gibi. "Ellerini çek üzerimden. Konumuz ben değilim." Adam kollarını kadının beline indirip kendinden uzaklaşmasına izin vermeden aradalarında ki mesafeyi genişletti. "Konumuz şu anda tam olarak sensin. Ve hatta ikimiziz. Sen ve ben." Sinirle tam karşısında ona sırıtarak bakan adama göz devirdi. Tekrar göz devirdiğini fark edince, sinirle bunun için tekrar göz devirmişti. Bunu tekrar fark ettiğinde sinirle bağırmıştı. "Yeter be. Sanane, hem ne demek sen ve ben. Öyle bir şey hiç olmadı. Ve hatta asla olmayacak." Kadın yüksek çıkan sesini asla alçaltmadı. Sinirle aldığı nefesler konuşmak için. Hatta can yakmak için hazır olduğunu gösteriyordu. Bu akşam buraya çok şey konuşmak için gelmişti. Ve bu gecenin hatta bugünün onun için dönüm noktası olduğunu biliyordu. Hilal artık Yüzbaşı olmuştu. Tam olarak olmuştu. ..................... .................. ............................. Umarım sevdiniz? Bir daha ki bölüm görüşmek üzere. Sağlıkla aşkla ve her zaman mutlulukla kalın.
|
0% |