
İyi okumalar dilerim.
......................

......................................
...................................................
İnsan çekeceği çileye âşık olurmuş.
Kadın karşısında ona hala şaşkınlıkla bakan adama, tekrar göz devirdi. Yükselen sesi ve tavrı adamı oldukça şaşırtmıştı.
"Suratıma bakıp duruyorsun. Dilini yuttun galiba." Tekrar aynı tonda ve yüksek sesle bağırınca adam gözlerini kaçırdı. Kadına sırtını dönüp yüzünü sakladığında. Hilal onu kolundan tutup kendisine bakması için zorladı. "Sana bir soru sordum. Cevap ver diye, sırtını dön diye değil."
"Komutan ne oluyor?" Levent hala ne için bu tepkileri aldığını bilmiyordu. Kadının bir anda ona bu kadar ters yapması, en ufak şeyde bağırması canını sıkmıştı.
"Siz söyleyin. Yengeniz kim?" Adamın kaşları anında havalanmıştı.
"Yengem kim olacak. Yengem işte, amcamın karısı." Hilal sinirle göz devirip arka cebine sıkıştırdığı dosyayı çıkardı.
"A hadi ya, ben kocası sanmıştım." Alayla söylediği kelimeler bir yandan da sinirini gizlemesine yardımcı oluyordu. Dosyada Asiye Şahinkoru yazan kısmı Levent'in gözü önünde salladı. "Yengenin kökeni Arap, ama kesin sen bunu da bilmiyorsundur. Nereden bileceksin ki? Sen ağa mısın da bileceksin." Sesi çok yüksek çıkıyordu. Sinirini tam olarak olması gereken kişiye yönlendiriyordu.
"Sakin olup bana anlatır mısın? Ve evet bilmiyordum." Haklı çıkmanın verdiği sinirle başını sallayıp volta atmaya başladı Hilal. Arkasını döndüğünde derin birkaç nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. Nefesleri yavaşlarken tekrar adama doğru dönüp bu kez daha sakin bir şekilde konuştu.
"Bak seninle ne kadar dost olarak kalmak istesem de." Adam aniden sesini yükselterek kadının sözünü kesti.
"Dost mu? Pardon dalgamı geçiyorsunuz Komutan Hanım?" Sözünün kesilmesi bir yana, yüzüne doğru bağıran adamı parçalamak istiyordu.
"Tabi ki dost. Sen ne sandın? Bir kere öpüştük diye beni karın falan mı sandın?" Alayla gülmeye başlamıştı, adamın suratına doğru. Onun bu ani değişen tavırları adamı sinirlendirmeye başlamıştı artık. Üstelik şu an tam olarak kendisiyle dalga geçildiğinin farkındaydı.
"Oyun mu oynuyorsun Komutan? Karşında çocuk yok." Levent konuştuktan sonra ortam buz gibi olmuştu. Aldıkları nefesler dışında tek bir ses yoktu ki, Hilal'in kıvrılan dudaklarından çıkan 'hıh' adamın delirmesine neden olmuştu. "Anlaşıldı cidden oyun oynuyorsun. Anlat bari nasıl bir oyun da eşlik edeyim. Tek başına oynamak sıkıcı değil mi?" Küfür dolu bakışını adama yönlendiren kadın ona birkaç adım yaklaşıp gözlerinin içine baktı.
"Şöyle yapalım mı? İlk sen anlat beni nasıl bir oyuna dahil ettiğini. Sonra ben belki anlatırım." Gözlerinin içine bakan kadına yaklaştı adam. Aralarında ki mesafe sadece bir nefeslikti. Bir düşünce yüzünden gözleri kadının dudaklarına kaymıştı.
"Ben seni bir oyuna mı dahil etmişim?" Gözleri hala kadının dudakları üstündeyken, elinde olmadan sırıtarak konuşmuştu. Dakikalar önce birbirine bağıran onlar değilmiş gibi, şimdi dip dibe sessizce birbirlerine meydan okuyorlardı.
"Nihal ile öpüştüğünü gördüm." Uzatmadan konuşmuştu Hilal. Yerinden bir santim kıpırdamayan adam bakışlarını kadının dudaklarından çekip gözlerine çevirmişti.
"Ve ne düşündün?" Sinirlenen kadın uzaklaşmak için adım attığında adam onu kollarından tutup, aynı yerinde sabitledi. Hiç çekinmeden konuşmaya devam eden adam, bile isteye dudaklarını kadının dudaklarına temas ettiriyordu. "Kaçma ama konuşuyoruz. Ne düşündüğünü söyle sadece." Kadının sinirden kendini sıktığını ellerinin altında ki kollardan anlamıştı.
"Ne düşündüğümü merak ediyorsun demek." Uzaklaşamayacağını anlayan Hilal, aynı onun yaptığı gibi oynamaya karar verdi. Adama birkaç santim daha yaklaştığında dudakları artık tamamen temas halindeydi. "Senin ne kadar karaktersiz, bir işe yaramaz şerefsiz olduğunu düşündüm." Adam dudaklarında ki baskı ve duyduğu şeylerle dudaklarını kıvırmıştı. Tam olarak ne hissettiğini bilemese de kadınla olan yakınlık onu delirtmişti.
"Demek karaktersiz ve şerefsiz biriyim."
"Kesinlikle." Kadın tekrar uzaklaşmak için hamle yaptığında adam onu ensesinden sertçe kavramıştı. Dudakları daha sert ve tutkuyla birleştiğinde kadın kendini geri çekmedi. Adamdan daha hoyratça davranarak onun dudaklarını kendi dudakları arasında ezdi. Boğazından yükselen sesi bastıramayan adam, kadının dudaklarına inlemişti.
Duyduğu sesten sonra saniyeler içinde adamdan uzaklaşıp aralarında ki mesafeyi çoğalttı kadın. Hala yaşadığı anın etkisinde olan adam, kadının uzaklaştığını geç fark etmişti. Gözlerini açtığında ona nefretle bakarak dudağını kıvırmış bir kadın vardı. Oyuna geldiğini anlamıştı. Ama pişmanlık hissetmedi.
"Sana açıkça söyleyeceğim. Bu meslek için karşıma ailemi aldım. Didindim durdum, şimdi tam da ateşin ortasındayken bir şey olursa. Ve bunun içinden sen çıkarsan yemin ederim seni köyünün ortasında sallandırırım." Daha yeni onu inleten kadın şimdi sallandırmakla tehdit edince Levent ne hissedeceğini bilememişti.
"Tamam..." Ne için tamam dediğinin bile farkında değildi. Sadece allak bullak olmuş beyni ile karşısında onu yakacak bir kadınla konuşuyordu. Ve yine ve yine kadına yenildiğini anlıyordu.
"Tamam demek. Seni var ya tek hatanda bitireceğim. Hele o yengeni ters kelepçe tüm köyün önünde alacağım." Hızlı yargıladığının farkındaydı, ama farkında olduğu bir diğer şey ise, bu köyde ne oluyorsa tüm sorumlusu yine bu köyün sözde sahipleriydi.
"Yengemin kökeni Arap diye, onu hemen hain olarak görmen saçma değil mi sence?" Duyduğu şeylerden sonra attığı kahkahayı gecenin karanlığı yutmuştu. Kendini zorlukla susturan Hilal karşısında ona boş bir ifadeyle bakan adama döndü.
"Sen cidden salaksın. Ama seninle daha fazla muhatap olamam." Sinirle söylendikten sonra elindeki dosyayı adamın önüne fırlattı. "Bundan sonra attığın her adımda arkana bak, çünkü orada olacağım."
"Yanımda olmanız daha iyi değil mi?" Kaşları çatık halde karşısında ki kadına bakan adam, ona yaklaşmak için an kolluyordu adeta.
"Yanınızda yürümem için kendi vatanıma hainlik yapmam lazım." Levent sıkıntıyla bir nefes almıştı. Elini saçları arasından geçirip kadına doğru birkaç adım yaklaştı.
"Ne yapayım? Nimete el mi basayım? Yemin mi edeyim? Nasıl inanacaksın bana?" Adamın ona yaklaştığı adım kadar, geri adım attı Hilal. Onun gözlerinin içine bakıp kendi tabiriyle zırvaladığı şeyleri dinledi.
"Çek silahı vur kendini, belki o zaman sana güvenmeyi düşünürüm."
"Sen ciddi misin?"
"Evet. Hatta istersen ben direkt, hemen burada yapabilirim." Gözleri korkuyla açılan adam, bu kez kendisi kadından uzaklaşmıştı. Onun attığı adımlara yüzünde bir sırıtışla eşlik etti Hilal. "Korkma. Korkma elimi seninle kirletmem." Adamın asılan yüzüne bakıp kahkaha atmıştı.
"Hiç komik değilsin Komutan."
"Olmaya çalışmıyorum zaten. Hele ki senin için." Söylediği laflardan sonra giderek keyiflenen Hilal, adamın ifadesine daha fazla gülmemek için başını çevirdi. "Neyse ben gidiyorum. Sende dediklerimi, o kafanda tut. Lazım olacak sana, her adımında." Sinir bozucu bir gülümseme ve göz kırpmanın ardından adama sırtını dönüp oradan hızla uzaklaştı.
Giden kadının arkasından bakakalan adam eline aldığı dosyayı parmakları arasında sıktı. Ne için bu kadar sinirli olduğunu bile anlamamıştı. Siniri kesinlikle kadına karşı değildi. Bedeni ve aklı yüzünden bu kadar sinirliydi.
"Delirt anca beni. Delirt sonra dön ve git." Hala görünürde olan kadının arkasından bağırdı. Ama Hilal dönüp ona bakma zahmetine girmedi. Ama sesini duymuş kelimeleri aklına kazımıştı. "Sana diyorum Komutan." Sağ kolunu kaldırıp baş parmağını gösterdi ona.
'tamam'
"Öyle olsun..." Son kez bağırdığında kadında gözden kaybolmuştu. "Zaten öyle salak Levent, salaksın oğlum suratına bakmadı. Döndü gitti. Allah'ım delirtecek bu kadın beni sonunda." Yüksek sesle sitem ettiğini fark edince aniden sustu. "Duyur oğlum duyur, yedi düvele duyur. Sonra al başına derdi." Sinirle sallandıktan sonra orada daha fazla neden durduğunu anlamamıştı. "Geri gelecek sanki." Yavaş adımlarla geldiği yolu geri yürüdü. Eve varıp içeri girdiğinde yukarıdan yengesinin ve Nihal'in seslerini duymuştu.
"Ağam, kaç saattir bu haldeler yardım edin." Yanına koşar adımlarla gelen Kado ona yalvaran gözlerle bakıyordu.
"Sakın bana gittiğimden beri bu haldeler deme..."
"Valla öyledir ağam." Sinirle ve sıkıntıyla nefes aldıktan sonra yüzünü sıvazladı.
"Seslerine bak, tüm köy duyuyor resmen." Ona bakarak başını sallayan Kado. Adamın arkasından merdivenlere yönelmişti. Levent'in sinirle attığı her adım. Evin duvarlarında yankılanıyordu resmen.
"Bu evde huzurlu bir gün geçirmek günah mı?" Kapının önünde bağırdığı anda içeride ki bağırışlar kesilmişti. Saniyeler sonra kapı açılmış içeriden iki kadın çıkmıştı. "Ne aceleniz vardı. Çığlıklarınızı daha duymayanlar vardı. Devam etseydiniz." Kadınlarla konuşurken sesini olabildiğince kıstı. "Ben size yalvarayım mı? Şu evde bunu yapmayın diye kaç kere daha konuşmam lazım?" Sesini en alçak seviyede tutmaya devam etti. Onlara bağırmak istemiyordu. Bunu yapmayacak kadar kendinde olduğunu da biliyordu.
"Ağam affedin..." Sesi ilk çıkan Nihal olmuştu. Başını eğip yanında duran ablasına göz ucuyla bakmıştı.
"Affetmek benim işim değil Nihal. Ben bunu daha geçen günlerde sizinle konuştum. Bu evden ses çıkmayacak dedim."
"Mecbur kaldık ağa." Adam göz devirdikten sonra yengesine döndü.
"Neye mecburdun yenge?" Asiye yanında duran kız kardeşine sinirle baktı.
"Ne olacak ağa? Yıllardır herkes bir çocuk sesi bekler bu evden." İki elini kaldırıp sinirle yüzünü sıvazladı.
"Yenge, yenge ne alaka. Beni delirtmek için her fırsatı kullanıyorsun. Sizin kavganızla çocuk nasıl alakalı olabilir?" Sesinin ayarını kaçırdığını fark edince arkasını dönüp derin bir nefes aldı. "Nihal sen anlat, yoksa ben sizi kapının önüne koyarım, istediğiniz kadar orada kavga edersiniz." Nihal başını kaldırıp ona irice açtığı gözleriyle bakan ablasına omuz kaldırdı.
"Ben size karşı bir şey hissetmediğimi söyleyince üzerime yürüdü. İlla sizinle olmam lazımmış." Ortamda ki tüm gözler birinde sabitlenmişti. Bakan gözlerden biri olan Levent karşısında duran kadının üzerine doğru yürümüştü.
"Sen yine neyin peşindesin yenge? Ben sana demedim mi beni rahat bırak. Çok istiyorsan çocuk sokağa bak. Kimse sen istiyorsun diye zorla evlenecek ve çocuk yapacak değil. Sabrımı zorluyorsun artık." Kadını köşeye sıkıştırdıktan sonra ondan uzaklaşmıştı.
"Ağam özür dilerim gelmem yanlıştı." Bu kez herkes Nihale dönerken Levent olumsuz anlamda başını sallamıştı.
"Sorun senin gelmen değil Nihal. Sorun yengemin yani senin biricik ablanın asla yerini bilememesi." Adam sinirden yerinde sallanıp duruyordu. Üstelik bağıra çağıra kadına yerini bildirmek yerine, hatta yengesinin aksine haddini aşıp bir kadına bağırmamaya çalışıyordu.
"Ben size karşı gerçekten bir şey hissetmiyorum ağam. O gün için tekrar özür dilerim." Sağ elinin parmakları saçlarının arasında kafa derisini sıkarken adam sadece kaşlarını kaldırmıştı.
"Neyse ne Nihal. Seni bırakırlar okula." Levent başını salladığında solunda duran Kado evin çıkışına kadar Nihale eşlik etmişti. Etrafta sadece ikisi kalınca adam gözlerini açıp Asiye'ye dönmüştü. "Tahmini ne zaman bana huzur verirsin?"
"Huzurunu bozan ben değilim. Köyümüze evimize aldığın o askerler huzur bırakmadı bizde." Öfkeyle kapının önünde dolanan Levent birkaç derin nefes alıp Asiye'ye yaklaştı tekrar.
"Sen bana bir baksana. Oradan bakınca salağa benzer bir halim mi var? Onlar geldiğinden beri ilk kez rahat uyku uyuyorum ben. Asıl huzuru onlar verdi ama senin onda bile gözün var. Her yerden çıkıp beni boğuyorsun. O kızı da rahat bırak. Ben ve Nihal asla olmayacak şunu anla. Çok istiyorsan bir gelinin olsun bak orada karakolda. Hadi git iste." Kadının şaşkınlıkla açtığı gözler saniyeler içinde ateş gibi kızarmaya başlamıştı. Onu sinirlendirdiğini anlayan Levent yerinden kıpırdamadan ona bakmaya devam etti. "Ne o beğenemedin mi? A ayıp ama, ağan bayılıyor o kadına." Başını sinirle eğen kadın, bakışlarını adamdan saklamıştı. Onun bu tavırları adamı eğlendirmiyordu. Tam tersine onu kışkırttığının farkındaydı. Kollarını birbirine doladığında ceketinin cebinde ki sertliği hissetti. Hilalin ona fırlattığı dosyayı ceketinin iç cebine koyduğunu saniyeler içinde anımsadı. Ve onun dediği şeyleri de anımsadı. Asiye Şahinkoru. Arap kökenli ve bunu bunca yıldır bilmiyordu. Aklına binlerce soru doluşurken hiçbirinin cevabı olmadığını da biliyordu. O cevapları verecek tek kişi vardı ve onunla az önce yine kanlı bıçaklı gibi birbirlerine girmişlerdi.
"Sen o komutan kadının gelinin olacağını sanırsın demek. Sen o halde hep bekar kalacaksın ağam. O kadın asla seninle olmayacak. Hele kardeşimle o odada yaptığınız her şeyi gördükten sonra. Sen bu saatten sonra dua ette, dönüp suratına baksın." Bu duyduğu şeylerle beyninden vurulmuşa dönmüştü adam. Odada olan şeyleri bilse bile. Nihal anlatmıştır diyebilirdi. Ama Hilalin onları gördüğünü Asiye nerden biliyordu? Kendisi bile neredeyse bir saat önce öğrenmişti.
"Demek ajanların var." İçine dolan korkular bir yana, elinin titremesiyle, boncuk boncuk terlemeye başladığını hissetmişti. "Bari bana demeseydin."
"Ne ajanı ağam. Ben kimim ki ajanım olsun. Sadece gören kadınlar söyledi bana." Kadının gülüşü resmen salaksan bana güvenirsin diyordu.
"Öyle diyorsan öyle olsun yenge. Şimdi git yat. Beni bir daha böyle saçmalıkların içine katma. "
"Emrin olur ağam." Kadın bunu dedikten sonra saniyeler içinde gözden kaybolmuştu. Onun yuvarlak vücudu köşeden dönüp gözden kaybolunca, Levent'in omuzları da çökmüştü. Ağır adımlarla çalışma odasına ilerlemişti. Cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açmıştı. Nedenini bilmese de ağırlaşan hareketleri onu rahatsız etmişti.
"Saniyeler içinde yaşlanmış olamam. Bu ne şimdi?" Neyi olduğunu bilmiyordu ama hissettiği şey bunun nedeninin. Hilal ile ilgili olduğunu söylüyordu. "Yine onu düşünüyorum ama aklım sadece beni soktuğu duruma gidiyor. Lanet olsun resmen beni sokak ortasında rezil etmişti. Zevkli bir rezillikti." Ağzından çıkan kelimeler sonrası gülüşü odanın içinde yankılanmıştı. Ama gülüşü sadece birkaç saniye sürmüştü.
"Yenge? Sen cidden başıma belasın anlaşıldı." Ceketinin içinde ki dosyayı çıkarıp masasına oturdu. Masada ki küçük lambanın düğmesine basarken, içinde ki sıkıntının sebebini anlıyordu. Hilal haklı olabilirdi. Ve Hilal haklıysa bu onlar için, Şahinkoru soyadı için bir sondu.
Dosyayı çıkarıp sayfaları tek tek inceledi. Yengesinin adının olduğu dosya da daha fazla oyalandı. Her kelimeyi ve cümleyi tam anlayana kadar, defalarca okudu.
"Ben neden huzur bulamıyorum ki?" Sıkıntıyla kaçıncı kez söylediğini bilmediği kelimeyi tekrar etti. Dosyayı kilitli çekmesine yerleştirip, sıkıntıyla arkasına yaslandı. Telefonunu çıkarıp rehberde aradığı numarayı buldu. İkilimde kalsada dayanamayıp mesaj kısmına basmıştı.
-Naptın?
Dakikalar geçmesine rağmen bir cevap alamamıştı. Omuzları giderek çöküyordu. Cevap alamadıkça korkmaya başlamıştı. Aramak ve boşvermek arasında kendini yerken telefondan gelen bildirim sesi, onun yerinde doğrulmasına gülümsemesine hatta tekrar yaşadığını hissetmesine neden olmuştu.
-Sanane...
Kahkahasının dozunu ayarlayamamıştı. Sesi evin her tarafına ulaşmıştı.
-Hala sinirli misin?
Hiç beklemeden hemen cevap vermişti.
-Kime?
Hilal de bu kez bekletmeden ona geri dönüş yapmıştı. Ama adamın kimi kastettiğini bir an unutmuş, ve o şekilde cevap vermişti.
-Bana tabi ki...
Adam sinirlendiğini hissedince kendine okkalı bir küfür etmişti. Kadının kendisinden başka birine sinirlenmesini, kıskandığını fark etmişti. Yan duvarda ki ayna onun yaşadığı farkındalığı gösteriyordu, şaşkınca karşıda ki duvara bakıyor nefes bile almıyordu. Bu saçma şeyi kıskanmıştı, ve bunu kıskandığı için kendine karşı büyük bir şaşkınlık içindeydi.
-Seni umursamıyorum ki...
Kadından gelen mesajı okuyunca daha fazla sinirlenmişti. Umursamıyordu. Hilal bu adamı, Levent'i umursamıyordu.
-Komutan ben seni çok umursuyorum ama.
-Ağa bozuntusu bu benim neden umrumda olsun ki?
Kadının haklı olduğunu anladı. Yani o umursuyorsa kadın niye umursasın ki? Sıkıntıyla tekrar arkasına yaslanırken sessizce mırıldandı. "Umursasan güzel olurdu aslında."
-Doğru dediniz...
Karşı taraftan başka cevap gelmemişti. Konuşmanın bu kadar sürmesine istememişti. Ama daha fazla ne yazacağını bilmiyordu. Üstelik saçma konuşursan kadının ne yapacağını kestiremiyordu.
-İyi geceler Komutanım...
Tekrar yazmış daha fazla da uzatmamıştı. Kadının cevap vermeyeceği o kadar belli olsa da ondan da aynı mesajı beklemişti. Ama saniyeler geçmiş, ardından dakikalar bitmişti. İki saatin sonunda mesajın gelmeyeceğini anlamıştı.
"İyi geceler Levent..." Sol tarafında ki aynaya bakarak kendi kendine konuşmuştu. Saatlerce orada oturdu. Ne düşündüğü bile belli değildi. Oturdu, arada aklına gelen şeyleri tarttı kafasında. Ama fark etti ki ne düşünürse düşünsün hepsi yarıda kesiliyordu. Bir anda araya giren kadın tüm odağı kendi üzerine alıyordu.
Hilal Kara...
İsmi dudaklarından bir mırıltı gibi çıkmıştı. Tekrar ve tekrar o ismi mırıldandı.
Hilal Kara...
Hilal Kara...
Bir isim bile onu delirtmişti. Gözlerini kapatınca aslında ismi her söylediğinde aklına dolan anıların onu delirttiğini anlamıştı. Aklının kaydığı yönü fark edince hızla gözlerini açıp, oturduğu yerden kalktı.
"Ulan şerefsiz düşünceni sikeyim senin." Sinirle kendine söylendikten sonra etrafta bir kaç adım attıktan sonra, dayanamamış çalışma odasından hızla çıkmıştı. Merdivenleri İkişer üçer inip bahçeye inmişti. Kolunda ki saat gecenin üçünü gösteriyordu. Hala uyuyamamıştı, ve uyuyabileceğini de sanmıyordu. Bahçede dönüp durmaya başladı. Şafakla beraber bir paket sigarası da bitmişti. Etraf kızıla bulanırken, uykusuzluğu yüzünden kızarıp hassaslaşan gözlerini kıstı.
"Heh bir sen eksiktin." Sinirle söylenip gözlerini yavaşça açmıştı.
"Kesinlikle eksiktim." Duyduğu sesten sonra hızla açmıştı gözlerini. İlk gördüğü şey bir silahın namlusunun tam iki kaşının ortasında duruyor olmasaydı.
"Tanışıyor muyuz?" Sakin olmaya çalıştı. Ama zaten sakindi ve olmak zorundaydı, en ufak ani hareket beyninin dağılmasına neden olacaktı. Ve bunu bilmesi için dahi olmasına gerek yoktu.
"Tanışacağız ağa bey." Levent sadece gözlerini gördüğü adama gülümsedi.
"İyi bir başlangıç yaparız umarım. Ben pek beceremesem de."
"Hiç sorun değil. İstediğim olduktan sonra." Adamın kısılan gözlerinden güldüğünü anlamıştı. Sesli yutkununca suratını buruşturup oturduğu yerden kalktı Levent.
"Nerede tanışalım?"
"Çok güzel bir yer biliyorum. Manzarısı da güzel." Onunla dalga geçen adamın yönlendirmesiyle ilerledi. Sinirliydi ve bu kez tek suçlu ve salağın kendi olduğuna emindi. Adamın onu iteleye iteleye bindirdiği arabanın içinde daha fazlası olduğunu görünce sadece küfür etmişti.
"Siktir ama yani..." Onun bu haline hepsi kahkaha atmıştı. Ama Levent hiçte sevimli ve hoş olmayan bu sesleri sevmemişti.
"Ağa bu demek." Arabanın içinde ki adamlardan biri konuşunca sesin ona tanıdık geldiğini fark etmişti. "Taş gibiymiş." Duyduğu şeyle bayılacak gibi olan Levent yüz ifadesinden sonra tekrar güldüklerini duyunca dalga geçildiğini anlamıştı. Ne kadar sevinse de komik duruma düşmek onu baya kızdırmıştı.
"Salak kalpten gidecekti." Arabada ki bir nbaşkası daha konuşunca bu sesinde ona tanıdık geldiğini fark etmişti. Nasıl biri olduklarını ne kadar zorlansada hatırlayamadı.
"Kapayın o çenenizi. Sür sende arabayı, bu sırıkla işimiz uzun." Onu bahçeden alıp arabaya getiren adam konuşunca diğer hepsi anında susmuştu. Levent ele başının o olduğunu anlsada onun sesini kimsenin sesine benzetememişti. Bu onu daha da çıkmaza sokarken ne bok yediğini hatırlamaya çalışıyordu.
"Pardon, ben neden bu arabadayım acaba?" Bunu sormayı daha yeni akıl etmesi ne kadar saçma olsada, sonunda sormuş olmanın verdiği gururla adamlara gülümsedi.
"Sen sor diye lolipop..." Cevap vermek için ağzını açtığında ensesine inen tabanca kabzası onu saniyeler içinde aralarından ayırmıştı. Ondan sonrası onda yoktu.
&&&
"Bak yine suç sana kalacak kızım. Sadece mantıklı konuş." Aynaya karşı kendini savunurken, biraz sonra üstlerine karşıda aynı performansı göstermek için dua etti.
"Komutanım." Kapının önünden Yıldırımın sesi gelince son bir derin nefes alıp çıktı odasından. Kapıyı ardından kapatırken dün gece için ciddi bir rapor vermesi gerektiğini biliyordu. Binbaşı Metin kesinlikle ona inanmayacaktı, hatta yine çok fena kızacaktı. Ama omuzlarını dikleştirdi. Bu kez kendine güveniyordu. Savunmasını mükemmel bir şekilde hazırlamıştı.
"Komutanım acil gelmeniz lazım. Ortalık fena karışık." Onun dalgınlığını yok sayarak konuşan Yıldırımın varlığını hatırladı. Ve ardından dediği şeylerin beynini algılamasına izin verdi.
"Ne oldu yine?" Yıldırım onu kolundan tutup, hızla ilerlemesi için çekiştirmeye başladı. Hilal ona bu kez kızmadı. Ortalık fena olmasaydı gerçekten, adam bunu yapacak kadar salak olmazdı. Hele dün onlara yaptığı onca şeyden sonra.
"Valla yine suçlusunuz. Bu kesinde." Bu duyduğuna göz devirdi sadece. Şaşırmamıştı tabi ki. Yine her şey ona kalacaktı. Hatta mümkün olursa yine sürülecekti. Antalya ya geri dönmektense tekrar sürülmek ona daha mantıklı gelmişti. Bir saniye kadar bir süre için sadece bunu mantıklı sanmıştı.
"Yine ne yapmışım peki?" Adam ona cevap vermedi. Sadece kolunu kaçmaması için sıkıca tutuyor ve onu peşinden sürüklüyordu.
"Valla tüm köylüler karakolun önüne toplanmış Komutanım." Duyduğu şeyden sonra kızarmıştı. Dün gece ki sokağın ortasında olan öpüşme yüzünden başı belaya girecekti. Ve herkes bunu bilecekti. Ve buraya kadar geldiklerine göre zaten köylülerin hepsi biliyordu. Ve tahmini olarak namusuz ve arsız olarak yaftalanacaktı. Sinirle adamın boğazını en kısa sürede sıkmak için kendine söz verdi.
"Ne alaka lan?" Resmiyeti farkında olmadan bırakmıştı. Ama bu kez hatta birkaç dakika resmiyeti bırakmaya karar vermişti.
"Yüzbaşı Kara?" Ona seslenen Albayına döndü başı anında. Kolunu Yıldırımdan kurtarıp selam vermişti hemen.
"Yüzbaşı Kara emredin Komutanım." Herkes orada toplanmış ona bakarken, hepsinin yüzünü tek tek inceledi. Ama bir şey anlamadı, hepsinin suratında birbirinden oldukça farklı ifadeler vardı.
"Bu eserin sorumlusu sensin anlaşılan." Başını kapıdan uzatınca ufak bir şaşırma yaşamıştı. Tüm köy evet oradaydı ama en önlerinde o kadın vardı.
Asiye Şahinkoru.
"Bu kadın ne alaka?"
"Bizde sana onu soracaktık." Binbaşı Metin sinirliydi ama yine de kendine hâkim olmayı başarmıştı. Adam olanların bir diğer sorumlusu olarak kendini görüyordu. Dün bu kadına izin vermeseydi belki de bugün böyle heyecanlı bir güne uyanmak zorunda kalmazlardı.
"Valla benim bu konuyla alakalı hiçbir bilgim yoktur." Ortamda bulunan çoğu kişi ona göz devirken Komutanla sinirle bakıyordu.
"Köyün ağası ortalıkta yok. Ve en son köyün sokaklarında seninle görmüşler."
"Yemin ederim Binbaşım sadece dosya hakkında konuştuk. Sonra ikimiz de yolumuza gittik. Hatta gece yarısı bana mesaj attı. Ne olmuşsa benden sonra hatta gece yarısından sonra olmuştur."
"Hilal kızım bu kez sana inanıyorum ama, ama şu var ki bu topluluğun önünde ki kadın seni istiyor. Saçmalığa bak." Gözlerini şaşkınlıkla açıp kapıdan dışarı tekrar baktı. Kadınla göz göze gelince bir küfür mırıldandı.
"Siktim senin sülaleni." Bunu ondan ve yanı başında duran Yıldırımdan başkası bilmiyordu.
"Komutanım izin verin. Alayım şu kadını, zaten bir şey olsun diye bekliyordum. İşte on numara bahane." Komutanı bıkkınlıkla derin bir nefes alıp yanında duran Metin Binbaşına dönmüştü.
"Ben cidden çok sıkıldım bu kızdan. Levent denen adam ortalıkta yok. Telefonum sabahtan beri susmamış. Birde bunun dediği şeylere bak. Bu kızla ben onca sene nasıl dayandım." Sinirle bağıran Albay elini kapıya doğrultup tekrar bağırmıştı. "Sana sadece bir saat veriyorum. Bu kalabalık çok normal bir şekilde buradan dağılacak. Ve sen o kadını almayacaksın."
"Emredersiniz Komutanım. Ama Levent Bey olan ağayı ne yapacağız." Ne olacağını biliyordu yirmi dört saat içinde ortaya çıkmazsa asıl o zaman ortalık karışacaktı ve onlarda onu aramak için seferber olacaktı.
..........................

...............................................
.................................................................
Bir daha ki bölüm görüşmek üzere.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |