@mizginsain98
|
Merhabalar... Ben geldim ve tabi ki yanımda bizim çatlaklar. İyi okumalar dilerim... .............................. ....................................................... Herkes gidecek. Ben gider miyim? Bilmiyorum... Arada bir ardına bak. Yaşlı kadın, kilosunun fazlalığı yüzünden attığı her adım sonrası düşecek gibi olsa da yere oldukça sağlam basıyordu. Girdiği dar koridor onun için hiç iyi bir seçenek olmasa da konuşmadan ilerledi. Uzun süre o dar alana katlanmak zorunda kalmadan geniş alana çıkmıştı. Hızlı adımlarla yanına gelen kendisinden yaşça küçük ama gençte sayılamayacak adama dikti gözlerini. Arkada bağlı olan adama bakma zahmetine bile girmemişti. Sesini kalınlaştırırken kendi ana dilinde konuşmaya başladı. "Marhaban, keyf haluk." (Merhaba, nasılsın.) Adam kadına hafif bir baş selamı verip, gülümsedi. " 'Ana bikhayr sayidati." (Ben iyiyim hanımefendi.) Adam kolunu uzatarak kadının gideceği yönü gösterirken, arkada ki sandalyede kafasına geçirilmiş çuvalla oturan adam yerinde sallandı. "Sana kıpırdanma dedim." Kadının yanında duran adam yüksek sesle bağırınca sesi boş depoda yankılanmıştı. "Sizi tek tek sikeceğim." Bu kez Levent'in sesi boş depoda yankılanmıştı. Kadın sadece sırıtmış ve gideceği yöne ilerlemişti. Uzun bir koridordan sonra önünde durduğu ağır kapılar ufak birkaç tıkırtı sonrası ardına kadar açılmıştı. "Emirimiz odasında." Kapıyı açan adam ona gitmesi gereken yeri işaret etmişti. Ağır sallantılı yürüyüşüyle ilerledi kadın. Kapıyı çalmasına gerek kalmadan kapı açılmıştı, karşıda ki koltuk takımının ortasında bir adam oturuyordu. Uzun boylu sıska bedeni olan adam elinde ki nargileden içip bir yandan da karşısında ki televizyonu izliyordu. "Emirim..." Adam kapının eşiğinde durmuş ona saygıyla eğilen kadına çevirdi başını. "Ashyie... Gel buraya." Kadın ağır ağır ilerleyip bir koltuğa oturdu. Uzun süredir yürüdüğü için bedeni bu bulduğu yumuşaklıktan dolayı oldukça memnundu. O ise buraya kadar gelmenin verdiği rahatsızlığı yaşıyordu. "Bir isteğiniz mi var Emirim?" Oturduğu yer rahat ve yumuşaktı. Bedeni bundan dolayı mutluydu ama aklını talan eden düşünceler yüzünden o rahatlığın tam olarak keyfini süremiyordu. "Vardı zaten yeğenim. Ve sen beceremedin." Kadın sinirlense de bunu göstermemek için başını eğdi. "Haklısınız. Ama Levent'in devlete haber vereceğini hiçbirimiz düşünemedik. Üstelik askerlerin Komutanı olan kadın ile bir gönül bağı oluşmuş." Adam keyifle nargilesini içmeye devam ederken, bu sıkıntılar pekte umurunda değil gibi davranıyordu. "Dibinde olan sen düşünmeliydin yeğenim. Seni o eve boşuna mı gelin verdik. Her şeyi takip etmeliydin. Bir yeni yetme adamı bile avuçlarına alamadın. O çocuk ağalıktan ne anlardı. Duyduğuma göre de Nihal ile ağanın arasını yapamamışsın." Kadın oturduğu koltuğun artık ona battığını hissediyordu. Oturduğunda hissettiği yumuşaklık gitmiş yerini buz gibi kaya almıştı adeta. "Nihal yaptığımız şeyleri bilmiyor. Öğrenmesini istemiyorum da. O bu olaylardan uzak kalmalı. Levent'e bir şey hissetmediğini söylüyor. O komutan kadın geldiğinden beri tüm planlar tersine döndü." Adam başını abartıyla sağa sola sallayıp elindeki nargileyi kadına doğru fırlattı. "Ashyie... Beni yine delirtiyorsun. O küçücük kafanda birazcık bile beyin olsaydı. Şimdiye her şeyi halletmiş olurdun. Üç aydır, koskoca üç aydır Türkiye'ye silah sokamıyorum. Sen benim ne kadar kaybettiğimi biliyor musun?" Kadın üzerine atılan nargilenin çenesine isabet etmesi yüzünden acıyla dolan gözlerini başını eğerek gizlemişti. "Ben elimden geleni yaptım..." Sesi saçlarına asılan adam yüzünden kesilmişti. "Bana dedin ki o çocuktan zarar gelmez. Zaten deli gibi dolanıyor dedin. Ama sonuç. O salak dediğin çocuk resmen benim trilyonluk işlerimin içine etti. Neden peki Ashyie? Neden? Sana güvendiğim için." Sesini çıkarmadan adamın sinirinin geçmesini bekledi. "Sana dedim onu en başında öldürelim. Hayır dedin, neden peki, sırf o kıçı kırık kardeşin için. Ama şimdi kalkmış bana Komutan kadın diyorsun." Sinirle homurdanırken elleri arasında ki saçları bırakıp kalktığı yere oturdu. " O adamı alın dedin, aldık. Ama geri bırakacağım, çünkü sen köyü bile askerlere karşı ayaklandırmayı başaramadın. O askerler bu yeri bulursa ne olacak sence? Seni küçüklüğünden beri bu kadar aptal olman için yetiştirmedim." Kadın acıyan köklerini ovalamak istese bile elini bacaklarının yanında tutmaya devam etti. "Emirim... Aldınız madem öldürün gitsin. Neden bırakacaksınız?" Bu dediği olursa tam istediği olacaktı. Geriye sadece kocası kalacaktı. Onunda ne durumda olduğu belliydi. O zaman mecbur kendisi tüm aşiretin iplerini eline alacaktı. Şahinkoru soyadını kendi başına istediği gibi kullanabilecekti. "Oldu yeğenim." Sinirle tekrar yerinden kalkan adamı görünce kadın bu kez hızla uzaklaşmıştı. "Ashyie... Öz yeğenim bile değilsin, ama sana yaptığım iyiliklerin karşılığını bu şekilde mi vereceksin?" Kadın zorlukla bedenini hareket ettirip sindiği köşeden çıktı. "Ne demek öz değilsin dayı. Senin için yaptıklarımı sana evlatların yapmadı. Bana hala üvey gözüyle mi bakıyorsun?" "Senin damarların da bir itin kanı var. Annen o hatayı canıyla ödedi. Akıllı olmazsan sende, kardeşin de annenizin kaderini yaşarsınız. İşime yaradığına dua et." Kadının yaşadığı hayal kırıklığı yüzünden okunuyordu. Bu duymayı beklediği son şey bile değildi. O kadar çabalamış hatta yeri gelmiş kendi hayatını bu adam için riske atmıştı. Ama şu an duyduğu şeylerden sonra yaptığı her şeyin bomboş olduğunu anlıyordu. O yaptığı her şeyden sonra dayısının ona duygusal olarak yaklaştığını sanıyordu. Ama bugün duyduğu şeyler ona sadece farkında olmadan canı için savaştığını gösteriyordu. Sinirle ve üzüntüyle karışık titrek bir nefes aldı. "Dayım olarak görüyordum seni." Adam alayla gülmüş arkasına yaslanmıştı. "Aptal olmaman lazımdı. Sen benim için kapımın önünde ki köpeklerle aynı seviyedesin." Kadın bu kez sadece sinirle kıpırdandı yerinde. "Anladım Emirim..." Adam eliyle onun artık gitmesini işaret edince, kadın ağır hareketlerle kalkıp kapıya doğru ilerlemişti. Kapı koluna uzandığında aklına gelen fikirle adama döndü tekrar. "Levent bildiği her şeyi o komutan kadına anlatıyor. Onu ortadan kaldırmazsanız. Ülkeye hiçbir şey sokamazsınız." Aklında dolanan tilki ona gülümserken, kadın kardeşi için en doğru şeyi yaptığını düşünüyordu. "O kolay lokma. Bana onun büyükleri lazım." Kadın sinirlense de gülümsedi. "Onun büyükleri zaten tüm haberleri o kadından alıyorlar. Levent köyü bile o kadının üstüne yapacak halde." Abarttığının farkındaydı, ama umursamadı. Kapıya gelene kadar kendine bir hedef bulmuştu. Ve bu hedefin sonunda ne olursa olsun, Nihal'in ve Levent'in evliliği söz konusuydu. "O zaman ilk küçük lokmayı yutacağım demek." Adam ona bakmadan konuşmuştu. Onu umursamamıştı, fikirlerini ya da en kötüsü ona duyduğu hayranlığı, adam hep böyle sırt çevirerek görmezden gelmişti. Kendine acıyordu elbette. Bu yaşına kadar saçma bir avuntuyla kendini kandırdığı için. Kapıdan çıkıp, gelirken attığı her adımı bu kez geri gitmek için atmıştı. İçinde yıllardır söndürdüğü bir ateş yanmaya başlamıştı. Babasının ve annesinin katili olan adam. Dayısı. Onun için nelerden vazgeçmişti üstelik. Sevmediği bir adamla evlenmişti, istediği halde çocuk sahibi olması engellenmişti. Farkında olmadan sıkılan yumruğunu arkasında saklamıştı. Çok geçmeden biraz önce gördüğü adamın olduğu yere gelmişti. Levent'in biraz önce bağlı olduğu yerin boş olduğunu fark etmişti. "Nerede bu?" Adam kimden bahsedildiğini anlamıştı, ama yüzünde anlam verilemeyen bir utanç vardı. "Emirim onu evine bırakılması için yollattı." Kadın korkuyla bir adım geri attı. "Ben gitmeden onu neden bıraktınız? Lanet olsun hepinize." Kilosunun ve kısa bacaklarının izin verdiği kadar hızla ilerlemiş tünelden çıkmıştı. İleride ki duvarın arkasında olan arabaya hızlı adımlarla ilerlemeye devam etti. Nefes almakta zorlanınca içinden lanetler etmeye devam etti. "Benden önce varırsa biterim ben." Mırıltısını yutup, gerçekleşmemesi için dua etti. Kadın kendini arabaya zorlukla attıktan sonra önde oturan adama bağırdı. "Çok hızlı sür. Sana sadece on beş dakika veriyorum, evde olmak için. Yoksa seni gebertirim." Adam korku ve heyecanla gaza yüklenirken, kadın arka koltukta terlemeye başlamıştı. Bunun nedeni sıcak hava değildi. Eğer ki o adam ondan önce eve gider ve kadını evde göremezse o zaman çoğu şey hatta her şey ortaya çıkacak demektir. Yıllardır o evden bir adım dışarıya attığı görülmemişti. Ve şimdi Levent ortadan kaybolmuşken evden çıktığı görülürse bu onun tek hedef olmasına neden olurdu. Sinirle yutkunup dayısının bunu neden yaptığını bilmenin verdiği öfkeyle kıpırdandı yerinde. "Artık işine yaramıyorum. Ve ilk keseceğin ipin ucunda ben varım demek. Hayatının en büyük hatası beni sağ bırakmak olacak dayı." Mırıltısını önünde ki adam duymamıştı. İçinde ki öfke yıllar sonra harlanmıştı. Yıllardır o öfkeyi neden bastırdığını da biliyordu. Kardeşi için, Nihal için kendinden vazgeçmişti. Ve yine kardeşi için can almaya ve aldırmaya hazırdı. &&&& Bir çuval gibi atıldığı arabada midesi ağzına gelmişti. Ama bunun için şikâyet edecek halde değildi. İstese de edemezdi gerçi, hala ağzı bağlıydı. Üstelik arabaya bindirilirken zorluk çıkardığı için, arabaya atılmadan önce fena bir dayak yemişti. Bununda verdiği acıyla sızlandı yerinde. Bu kez nereye gittiğini ve başına ne geleceğini bilmiyordu. Gerçi umursadığını söylemek bile saçmalık olurdu. Buradan kurtulacağını biliyordu. Bundan emindi, hatta onu kurtaracak kişinin Komutan Hilal olduğunu bile biliyordu. Hatta öyle olması için dua bile ediyordu. Kadının onun için endişelenmesi ona iyi hissettiriyordu. Arkada konuşulan Arapça kelimeleri anlamak ve kafasının içinde tutmak için tüm dikkatini oraya vermişti bir süre sonra. Birkaç kelimeyi anlamıştı üstelik. Arada geçen 'Emir' ve 'Aimra'a' kelimelerini özellikle çok fazla geçtiği için aklında tutmaya çalıştı. (İkinci kelimenin anlamı kadın demek) &&& "Ben diyorum size. Bu bilerek saklanıyor, şüpheleri üzerinden atmak için." Hilal sinirle söylenirken bir yandan da elinde ki sigaradan derin nefesler alıyordu. "Komutanım çok bağırıyorsunuz. Gece gece duyulacak sesiniz." Nurullah o kadar kısık sesle konuşmuştu ki. Yanında oturan iki dışında kimse sesini duymamıştı. Arslan ona yandan bir göz devirmeyle bakıp, ayakta olan kadının kolunu tutup onu yere oturtmuştu. "Çocuk burada sana konuşuyor." Sinirle Hilalden daha yüksek sesle konuşmuştu. Yanında oturan Nurullah utançla yüzünü kapatıp diğer tarafa dönmüştü. "Ya ben niye konuşuyorsam." Onun boğuk sesi hepsini güldürürken Hilal sert bir ifadeyle oturduğu yerde etrafı izliyordu. "Şımarmayın." Sıkıntıyla dolu sesi hepsini susturmuştu. "Bu üzerimizde ki şeyin sorumluluğunun farkına varmalıyız artık. Hele böyle bir şeyin içindeyken daha dikkatli olmalıyız. O aileye güvenmiyorum. O ağa denen adama, yengesine, bu öğretmene kimseye güvenmiyorum. Bu köyde ne oluyorsa o evden birileri yapıyor. Zaten dedesi zamanında her şeyi ayarlamıştı. Ama o ağanın bizi işin içine katmasını anlamıyorum sadece. Suçsuz diyeceğim, öyle davranmıyor. Ne olsa altından çıkıyor. Salak gibi davranıyor. Arslan ve Metin Binbaşıya olan suikast, farkında mısınız? Durup düşünmedik güldük geçtik. Orada onlara daha kötü şeyler olabilirdi. Üstelik Albay uzun süre burada kalacak. Onu korumak bizim görevimiz. Bazı şeylerin yerini ya da zamanını değiştirmeliyiz." Hepsi ona hak verdiklerini belli eden bir şekilde kafalarını sallıyorlardı. "En son ne zaman antrenman yaptığımı bile hatırlamıyorum. İnsan gücünde Arslan'ı bile geçtim eğitimde ve okulda. Bu kadar iyi biriydim. Sizden bahsetmiyorum bile. Hepinizin notlarına tek tek bakmıştım ve neden en iyilerin aynı yere verildiğini merak etmiştim. Adam akıllı bir ekip kurulması içindi belki de. Ama biz herkesin kaçtığı bir ekip olduk. Başarılarımız sayesinde değil ama, beceriksizliklerimiz yüzünden." "Peki Komutanım çok haklısınız. Ne yapmamız lazım?" İsmail sessizce konuşmuştu. Hepsi küçük bir çember oluşturmuş Hilalin konuşmasını bekliyorlardı. "Görev saatleri içinde saçma hareketler yok. En başta bunu yapacağız. Akşam bu şekilde oturduğumuzda samimi olabiliriz ama etrafta biri varken özellikle artık ciddi olmalıyız." "Nasıl yani? İnsanların yanında farklı mı olacağız? Bu insanları kandırmak değil mi?" Yıldırım soru işaretleriyle dolu yüzüyle Hilale bakıyordu. Onun sorduğu soru birkaçına mantıklı gelirken, diğerleri sorusunun saçmalığından göz devirmişti. "Bak şu an akşam o yüzden rahat konuşuyorum. Yıldırım sen beni götünle mi dinliyorsun?" Hilal aniden yükselmiş ve Yıldırıma doğru hamle yapmıştı. Onu tutan Arslan gülüşünü sıktığı dudakları arasına gizlerken, Yıldırıma geri çekilmesi için alan yaratıyordu. "Allah Allah soru sordum sadece Komutanım. Neden kızdınız?" Kolunu tutan adamdan zorlukla kendini kurtaran Hilal, yumruğunu Yıldırımın sol omzuna indirmişti. "Lan salak iki saattir dediklerimden onu mu anladın?" Başını aşağı yukarı sallayan Yıldırım kadının sabır çekmesine neden olmuştu. "Sus artık yırtık çorap. Sadece dinle." Dudak büzen Yıldırım başını tekrar sallamıştı. "Bundan sonra sadece erler değil biz çıkacağız köyde devriyeye. Sürekli vardiyalı olarak iki kişi erlerin yanında olacak. Geri kalanlarda vakit buldukça köy ve çevresinde araştırma yapacak. Bu köye girenler nerede saklanıyor, nereden geliyorlar bulmamız lazım. Bunun için ağadan yardım almayacağız. Zaten ortaya çıkar mı emin değilim. Belki yaptığı şeyler ortaya çıkıyor diye ortalıktan tüymüş bile olabilir." Sinirle söylenirken sonlara doğru sesi yükselmişti. "Albay ve Binbaşım bu kez böyle bir şey yaptığımızı öğrenirlerse valla biteriz." Muhammed sakince ve kendinden emin bir şekilde konuşuyordu. "Sonuçta o dosyayı çalma olayında bir kafamızı kırmadıkları kalmıştı." "Çalmadık, sadece bizimde bilmemiz gereken bilgiler bizden saklanmasın diye erken davrandık." "Valla Komutanım Sokrates yanınızda halt etmiş. Bu ne mükemmel bir savunma." Nurullah fırsatı kaçırmadan Hilale iltifat edince, Yalçın saniyeler içinde onun ensesine bir tokat yapıştırmıştı. "Biraz ciddi ol. Yalaka horoz." Ensesini ovalayan Nurullah sinirle Yalçını boyun kilidine almıştı. "Yavşak herif doğrular bunlar. Bir daha bana vurursan ebeni bellerim." Ortamın ciddi havası saniyeler içinde yok olmuştu. Bu durum Hilali sinirlendirmiş diğerlerini ise güldürmüştü. "Bak yemin ederim hepinizi vururum. Yeter lan yeter, şurada insan gibi konuşuyorum. Bir taraflarınız kalkıp duruyor." Hepsini gülüşleri kesilmişti, Sinirle konuşmaya devam eden Hilal ses çıkmasın diye yüzünde ki sert ifadeyi hiç bozmadı. "Albay ve Binbaşı ile bugün sabah olan olaydan sonra bu konu hakkında konuştum. Mantıklı buldular ve artık saha içinde ortalıkta hareket etmemizin daha iyi olduğunu söylediler. En azından şüpheli olan her şey rahatlıkla görünebilir." Hepsi olumlu anlamda başını sallayıp kadını dinlemeye devam ettiler. "Bundan sonra hepimiz üstümüzde ki üniformanın hakkını vereceğiz. Antalya'dan buraya sürüldüğümüzde bize gülen herkesi, döndüğümüz zaman mal gibi bırakmak istiyorum. Sizi bilmiyorum ama ben eski Hilal Kara olmak istiyorum. Adımı duydukları zaman saygı ve hayranlık duymalarını istiyorum." "Sende çok şey istiyorsun." İsmail kendisine yönelen sert bakışlardan sonra hafifçe gülümsedi. "Şaka ya şaka, bende eskisi gibi olmayı isterim aslında. Bana Yüzbaşı Hilal Kara ve Arslan Köklü ile aynı bölükte olacaksın dediklerinde nasıl sevinmiştim." Onun samimi ses tonu Hilali mutlu etmişti. Hatta burnunun sızladığını bile hissetmişti. Daha fazla duygusallaşmak istemediği için hafif bir öksürükle konuşmaya devam etti. "Hepinizi tek tek dinlemek isterdim. En çokta bana olan hayranlığınızı, ama vakit çok geç oldu ve biz yine laf yemeden dağılalım." Geçen sefer geç saate kadar kaldıklarında Metin Binbaşının onları nöbete yolladığını hatırlamıştı hepsi. "Yarın şafakta eğitimle başlıyoruz. Uyanmayanı yakarım." Hepsi başlarını yukarı aşağı sallayıp yataklarına çekildi. Hilal odasına girip üzerini değiştirmişti, yatağına girdikten sonra dönüp durmaktan sıkılıp kalkmış penceresinin önüne geçmişti. Başını gecenin karanlığına bulanmış dağlara çevirdi. "Umarım iyisindir..." İçinde ki sevgi onun için endişeleniyordu. Ama bunu göstermek bir yana, dile bile dökemeyecekti, dökmeyecekti de. O gece şafağa kadar uyuyamadı Hilal. Ne ağadan haber vardı ne de başka birinden. İçinden yükselen şeyin ne olduğunu bilmiyordu. O hisse bir isim bulamamıştı. İçtima ve eğitim için hazırlanıp odadan çıkmak için hareket ettiğinde telefonuna gelen bildirim sesiyle kendine bir dakikalık izin vermişti. Ekran kilidini açıp mesaj kutusunda ki bildirime tıkladığın da nefes aldığını hissetmişti. Ama aldığı nefes saniyeler sonra gözyaşı olarak gözlerinden akmaya başlamıştı. "Ne yapmışlar sana?" Açtığı bildirim de ağadan gelen fotoğraf, onu mutlu ettiği kadar üzmüştü. Yüzünde birkaç morluk olan adamın kaşına dikiş atılmıştı. Ona cevap vermek istese de kendini tuttu. Duygusal bir cevap vermek istemedi. Derin bir nefes alıp, birkaç saniye düşündükten sonra birkaç kelime yazdı. -Ortaya çıktığınız iyi oldu. Bunu yazıp yollamıştı. Cevabı beklemeden telefonu yastığının altına sıkıştırıp odadan çıktı. Koridorda diğerleriyle karşılaşmış hep beraber eğitim için bahçeye çıkmışlardı. Hilal üzerine geçirdiği gömleği çıkarıp yeşil atletiyle kalmıştı. Diğerleri de onun gibi yaparken, yorucu bir gün olacağını anlamıştı. Birlik olup bahçenin bir köşesine topraktan alan yapmışlardı. Isınmak için on tur koşmuş ve ardından güçlerini test etmek için kendilerine birer kişi seçmişlerdi. "Hilal benimle. Onunla okuldan kalan bir hesabım var." Arslan kimsenin konuşmasına ya da itiraz etmesine fırsat vermeden kadını kolundan tutup toprak alana çekmişti. "Bakalım yine üç metre minder dışımı atıyorsun. Yoksa uçuyor musun?" "Güldürme beni. Kalıbının adamı değilsin ki. Her türlü yenerim seni." Ortam ısınmaya başlarken, Hilal kollarını esnetmeye başladı. Aklına Levent gelince sinirle derin bir nefes alıp, sakinleşmek için yumdu gözlerini. Aklı geri gidip gelmiş olabilecek mesaja cevap vermesini söylüyordu. Ama bu düşüncesinden Arslan'dan yediği yumruk sonrası vazgeçmişti. Yere düştükten sonra şoktan hemen çıkıp ayağa kalktı. "Gözü kapalı birine vurmak. Tamda senden beklediğim gibi, hileci." Omuz silken Arslan akbaba gibi etrafında dönmeye başlamıştı. "Bu alana girdikten sonra, gözlerini ya da kulaklarını açık tutman lazım. Hala öğrenememişsen yazık sana." Hilal dudağını sola kıvırıp adamın attığı yamuk adımları izledi. Bir yandan da onu konuşturmaya devam etti. "Çok konuşuyorsun ama sen." Arslan sol bacağını normalinden daha fazla kaldırınca Hilal hiç beklemeden sağ bacağını alttan geçirip adamın sağ dizine indirmişti tekmesini. Diğer ayağı havada kalan Arslan dengesini sağlayamamış ve yere dizleri üzerinde düşmüştü. Hilal onun toparlanmasına izin vermeden arkasından gelip boynunu kolu arasına kitlerken ayağa kalkması zorlaşsın diye adamın bacaklarını olabildiğince yanlara doğru açmıştı. Arslan kilitten kurtulmaya çalışırken Hilal arkadan ağırlığını verip adamı yere sermişti. Adamın kafası kuma gömülürken gövdesinin üzerinde ki kadın ayaklarını kuma saplamış dönmesini engelliyordu. "Komutanım tamam..." Arkadan İsmail telaşla bağırırken Hilal istifini bozmadan mırıldandı. "Pes etmezse kımıldamam. Boğulsun umurumda değil." Onun ciddi olduğunu bilen Arslan sol elini kaldırıp pes ettiğini göstermişti. "Bıraktı komutanım bıraktı. Siz de bırakın artık, valla abisi görse biteriz." Göz deviren Hilal adamın sırtından kalkıp uzaklaştı ondan. "Yüzbaşı, hiç hamlamamışsın." Hala toprağın içinde yatan Arslan umursamaz bir şekilde kadına konuştu. "Hamladığımı kim söyledi." Omuz silken kadın üzerinde ki toprağı silkelerken, kendilerini izleyen birini fark etmişti. Başını çevirdiğinde karakolun kapısında durmuş onu, açıkça sadece onu izleyen Levent'i görmüştü. Adamın kocaman açılmış gözleri, tüm gösterinin şahidi olduğunu belbelli ediyordu. "Valla damat korktu." Kulağına fısıldayan kişi Muhammed'den başkası değildi. Ama Hilal o bakışın korkuyla alakası olmadığını öğrenmişti. Adam açıkça hayranlıkla kadını süzüyordu. ............................ .......................................... ............................................................ Bu bölüm size kısa gelebilir. Ama bazı şeyler çözüldü sanki. Bir daha ki bölümde görüşmek üzere. Sağlıkla ve mutlulukla kalın. Yorum ve oylariçin minnettarım. Geç bölüm için özür dilerim. Hatalık ve taşınma bir araya gelince taslak bölümü bile atamadım.
|
0% |