Yeni Üyelik
26.
Bölüm
@mizginsain98

Merhabalar.

İyi okumalar...

...............................

..........................................................

........................................................................

Güne derin bir nefes ve gülümseyerek başlarken, hep bir kuşku da olur. Hangi olay olacakta günüm bozulacak, mutluluğum sönecek diye. Farkında olmadan aslında düşüne düşüne kötüyü manifestleriz. Oysa o kuşku olmasa aklımızda sadece günümüzün kesinlikle mükemmel geçeceği olursa. Mükemmel geçer. İstemeden kötüyü, mutsuzluğu çağırmazsak, gün başladığı gibi bitebilir.

Hilal başını bir saniye çevirmeden, gözlerini bir saniye ayırmadan karşısında oturmuş adamı izliyordu. Kafasının içinde oynayan bir film vardı. Elleri adamın yaralarında dolanıyordu, ona şefkat ve sevgi veriyordu. O film kafasının içinde oynamaya devam etti. Ama dışarıda kafasının dışında, yaptığı tek şey adamı izlemekti.

"Komutan?" Adam saatler gibi gelen bir süredir oturmuş ve onu izleyen kadını onun yaptığı gibi dikkatle izlemişti. Ama buraya bir şey için gelmişti ve bu şekilde durarak bir yere varamayacağını anlıyordu da.

"Ağa..." Kadından gelen ses, sert değildi. Adamı şaşkınlığa uğratacak kadar samimiydi. Bu şaşkınlık hınzır bir gülümsemeye dönüşürken, adam başını eğip gizledi yüzünü. Kadının tavrını değiştirmesini istemiyordu ve biliyordu ki o gülüşü yakalarsa onu pişman ederdi.

"Buraya sizinle önemli bir şeyi paylaşmak için geldim." Hilal hafifçe silkelenip doğruldu yerinde. Daldığının farkına varmıştı, gözleri etrafta dolandığında derin bir nefes aldı. Etrafta kimse yoktu, kantin o ikisinin rahatça konuşabilmesi için boşaltılmıştı. Ama Hilal kantin kapısının arkasında durmuş onları izleyen Mustafa onbaşıyı görüyordu. Ne hissettiğini umursamadı, bir şey hissettiği de yoktu aslında.

"Seni dinliyorum." Sesi istemeden titrek çıkmıştı, silkelenmek istedi ama bunun fark edilmesi ya da adamın bu yaptığından başka bir anlam çıkarmasını istemiyordu. Hafif bir öksürük sonrası mümkünmüş gibi daha fazla doğruldu yerinde. "Dinliyorum." Sesi biraz öncekinden daha net çıkmıştı. Ama sesinin net çıkması asla sert olmasını sağlamıyordu. Adamın yaralarını gördükçe daha fazla şefkat göstermek istiyordu sadece.

"Dün gece evime bırakıldım. Size fotoğraf atmadan üç saat önce. Hastaneye götürüldüm direk, Kado sağ olsun. Kötü bir şeyim yok gerçi, son an çıkardığım zorluktan dolayı biraz darp edildim." Biraz demişti, ama Hilal onun biraz olmadığını biliyordu yüzü açıkça ciddi bir dayak yediğinin göstergesiydi. "Ama dün gece eve geldiğim de bir şey fark ettim. Yengem, dediğiniz gibi tüm işlerin içinde olabilir." Kadın işte bu kelimeler sonrasında içinde yanan şefkati bir kenara atmıştı. Merak ve büyük bir heyecanla masanın diğer ucundan Levent'e doğru eğildi.

"Nasıl anladın? Bu kadar zeki olduğunu bilmiyordum." Duyduğu şeyin iltifat mı? Yoksa hakaret mi? Olduğunu anlamamıştı. Şu an için pek sorun etmese de sonra özellikle bunu sormak için aklına not etti Levent.

"Zekiydim aslında da neyse. Şöyle ki, yengem 2011 yılında olan depremden beri evden dışarı adımını atmazdı. Nedenini pek bildiğim söylenemez ama dedem korkusundan dolayı falan diye bir şeyler gevelemişti. Dün gece eve geldiğim zaman, daha doğrusu kapımın önüne köpek gibi bağlanmış halde atıldığım zaman, yanıma direk Kado gelmişti. Ve beni hastaneye götürdü, kimseye söylemedi zaten o an. Hastaneden dönüşte evimin arkasından çıkan bir araba gördük." Hilal bundan ne çıkacağını merakla bekliyordu. Ama sonunda hayal kırıklığı yaşayacağını umuyordu. İçinde ki ses ona bu adamın asla doğruları söylemeyeceğini fısıldayıp duruyordu. Ne kadar bunun doğru olmaması için kendini teselli etse de içinde o teselliden daha ağır basan bir kuşku vardı.

"Anlıyorum, devam edin." Kadından bir tepki aldıktan sonra konuşmaya devam etti adam. Ama konuşurken bir yandan da kelimelerini toparlamaya çalışıyordu.

"Yengem dün evde değildi. Akşam kimsenin haberi olmadan çıkmış." Kaşlarını çatan Hilal bunda hala bir sorun görmüyordu. Sabah tüm köyü toplayıp karakolu basmaya gelen kadındı. Yani evinden çıkabiliyor gibi, akşam çıkması ne gibi bir sorundu.

"Çok saçma konuşuyorsun. Senin yengen sabahın ilk ışıklarıyla, tüm köyü toplayıp buraya baskına gelmişti daha dün. Yani akşam dışarı çıkması çokta normal gibi." Adam göz devirip, başını sağa doğru eğdi.

"Ya Allah için bir kere bana inanır mısın? Bırak da sonuna kadar konuşayım." İsyanla konuşan Levent sesinin ne kadar yüksek çıktığının farkında bile değildi.

"O sesine dikkat et. Yoksa nasıl etmen gerektiğini ben gösteririm."

"Haksız değilim bu kez kusura bakma Komutan Hanım. Günah keçisi belledin beni. Ne olsa sende sen. Ya ben neden Annemin babamın abimin öldüğü topraklara ihanet edeyim. Ya ben neden kanıma ırkıma ihanet edeyim. Sana diyorum ki, yengemin parmağı var işin içinde, ne alaka diyorsun. İki gece önce sen demedin mi üstelik onda bir şey var diye. Bende sana kanıt getiriyorum. Hala ne alaka? Deyip duruyorsun. Cidden ne istiyorsun benden? Neden son zamanlarda bana bu kadar terssin?" Levent'in dediği her şeye bir şeye bir cevabı vardı. Ta ki son soruyu duyana kadar. Sakince arkasına yaslanıp sandalyesine sindi. Cidden bazı şeylerin farkına varınca adama karşı tavrı çok değişmişti. Bununda şu an farkına varıyordu.

"Ne alaka? Sana neden ters olayım? Sen yanlış anlıyorsun." Sıkı bir savunma için kollarını sıvarken Levent bıkkınlıkla elini kaldırıp onu durdurdu.

"Neyse ne komutan Hanım. Anladığım kadarıyla benimle olan iletişim sizi başta ki kadar mutlu etmiyor. Sorun değil uzaklaşırım. Ama köyümün sorununu çözmek için sizinle iletişime geçtiğimde. Lütfen ama lütfen beni dinleyin." Sesi o kadar aciz çıkmıştı ki sonlara doğru Hilal istemeden utançla başını eğmişti. Adamın üzerine çok gittiğini anlamıştı. Ama bunu istemeden yaptığının da farkındaydı. Kendi duygularını anca böyle köreltebilecekti. Sıkıntıyla bir nefes alırken sızlayan burnunu buruşturdu.

"Tamam ama. Neyse anlatmaya devam et sen." Demek istediği her şeyi yuttu. Çok fazla konuşursa bazı şeyleri ağzından kaçırabileceğinden korkmuştu. Derin bir nefes alıp konuşmak istediği, dudaklarından çıkmaya hazır olan her şeyi geri yuttu.

"Araç gittikten sonra hızla arkaya geçtim. Kimi bulurum bilmiyordum ama şansa yavaş yürüdüğü için o kişiyi yakalamıştım. Yengem oradaydı ve ne büyük bir başka şans ki beni fark etmemişti. Yengemi odama giden gizli geçide kadar takip ettim. Ondan sonrasını tahmin etmeme gerek yoktu zaten. Geri dönüp eve girdim ve tabi ki geri dönmem çok fazla ses çıkmasına neden olmuştu. On dakika sonra yengem arka bahçeden çıkıp yanıma gelmişti." Gözlerini kısarak Levent'i izlemeye devam etti.

"Gözlerin ne kadar yeşilmiş." ortamda yankı yapan ses ikisinide şaşkınlığa uğratmıştı. Hilal ağzından kaçırdığı şeyden sonra kızarmaya başlarken. Levent hala duyduğu şeyi idrak edememişti.

"Gözlerim mi?"

"Gözleriniz ne alaka şu an?" Hızla lafı çevirmek istemişti. Ama çok geç kaldığının farkındaydı ve kendince adamı şaşırtmaya çalışıyordu.

"Siz dediniz." Aklı karışan adam ensesini ovalarken dudak büktü.

"Ben neden öyle bir şey diyeyim?" Aklının bu kadar kolay karışması Hilalin işine gelmişti. "Neyse siz kafanıza darbe aldınız sanırım. Odada bir şey buldunuz mu peki?" Sinirlenen Levent bunu belli etmemek için derin bir nefes aldı.

"Evet..." Sinirli nefesi bu kez sıkıntı doluydu. "Bu kez sizin adınızın yazılı olduğu bir kâğıt buldum. Binbaşı Metin de olduğu gibi." Duyduğu şeyden sonra nefes alamadı. Son birkaç hafta da yaşadığı her şey gözünün önünden film gibi geçmişti. Ama tüm anlardan sadece patlamada ters dönen araçta kalmıştı.

"Hedef ben miyim?" Gözlerini kaçıran adam kadının ses tonu yüzünden dolan gözlerini kapattı.

"Bilmiyorum. Ama en son olanlara bakılırsa, bir şey var."

"Öleceğim." Bu kez duyulan ses ne üzüntüyle ne acıyla söylenmişti. O kadar sert demişti ki o tek kelimeyi adam beyninden vurulmuşa dönmüştü. "Aptallar, bana bulaşacak kadar salaklardı demek." boş bakan gözlerini hızla karşısında oturan adama çevirdi.

"Komutan iyi misin?" Dudakları kıvrılan kadın başını eğmişti.

"O yengeni de. O adamıda parça parça edeceğim. Bu işte parmağı olan herkes artık ölü. Umarım ağa, umarım orada olmazsın." Adam kendinden o kadar emin bir gülümseme takınmıştı ki Hilal ona artık açıkça hain diyemiyordu.

"Karşında değil komutan hanım. Hep yanında ve arkanda olacağım." Bu kez ima dolu kelimler boş kantini doldurmuştu. Bu duyduğu şeylere anlam yüklemek istemiyordu Hilal. Ama duyduğu şeyler ona hayal kurdurmaktan başka bir işe yaramıyordu.

"Seni yanımda istediğimi nereden çıkardın?" Adamın açıkça cilveyle gülümsemesi kadına şaşkınlığa uğratmıştı.

"O... O ses? Sen ne yapıyorsun şu an?" Şaşkınlık ve sinirle söylenmeye devam eden Hilal. Adamın ona açıkça ilerlediğinin farkındaydı.

"Neden şaşırıyorsun ki komutan. Tavus kuşu olsaydım mesela kuyruklarımı açarak sana kur yapardım. Ya da kanguru olsaydım şu an karşında soyunarak kaslarımı gösterirdim. Sana yapmayacağımda kime yapacağım." Adamın her kelime sonrası sertleşen sesi kadının daha fazla şaşırmasına neden olmuştu.

"Oha... Kendine gel lan." Çığlık gibi sesi kantinde yankılanmıştı. Kadının hala kendisine korkuyla ve tiksintiyle baktığını gören adam kendisini daha fazla tutamamıştı. Kahkahası kantini doldururken kapı önünde hala onları izleyen Mustafa onbaşı sinirle oynadı yerinde.

"Allah belamı versin şaka yapmıştım." Kahkahası arasında konuşan adam kadının ifadesini gördüğü gibi susmuştu. Öksürerek gülüşünü bastırmış yerinde doğrulmuştu.

"Şaka demek. Zekâ seviyenin düşük olduğunu unutmuşum." Sinirle dudaklarını birbirine bastırıp kalktı yerinden. "Sen şaka yapmaya devam et. Ben gidiyorum." Adama sırtını döndüğü gibi derin bir nefes almıştı. Hızla atmaya devam eden kalbini görmezden gelmeye çalıştı. "Gelmişsin buraya seni öldürecekler diyorsun. Sonra ne yapıyorsun? Şaka! Aman ne komik." Sesi adama karşı sitem doluydu.

"Komutan Hanımcım?" sinirle dönen kadın tekrar söylenmeye hazırlanırken çarptığı beden yüzünden konuşamamıştı. "Şaka değildi. Sizin için nasıl deli olduğumu daha kaç kere söylemem lazım. Kokunuzu geçtim, bakışınız dizlerimin bağını çözüyor." Hilal adamın göğsüne sokulmuş halde duyduğu şeyleri sindirmeye çalıştı. Ama bunları sindirmesinin çok zor olduğunun farkındaydı.

"Yine saçmalıyorsun." Adam onu tutmadığı halde hala onun göğsüne yaslandığını fark etmişti. Uzaklaşmak istediğinde Levent onu sol bileğinden tutmuştu.

"Keşke senin yanındayken kendimde olabilsem de saçmalamasam."

"Ooo anlaşılan sen iyi değilsin. Çek o elini üzerimden." Levent elini çekmedi, hatta kadını tekrar göğsüne çekmişti. Hilal aniden değişen ortamdan şikayetçi değildi ama Onbaşı hala kapının önündeydi.

"İyi değilim ama kafam yerinde." Elleri kadının lastik tokayla tutturduğu saçlarına uzandı. "Saçların ne kadar uzun, ipek gibi. Kokusunu tarif edemiyorum." Her kelimesinden sonra hilal mümkünmüş gibi gözlerini daha fazla açıyordu.

"Bırak beni." Sesi hiç olmadığı kadar yüksek çıkmıştı. Karakolun kantininde bu yaşadığı durum onu çok zor bir duruma sokacaktı. Bunun bilincindeydi ama adama karşı kuvvet uygulayamıyordu. Bedeni uyuşuk bir haldeydi.

"Ellerini Yüzbaşımızın üzerinden hemen çek." kantin kapısında kükreyen Mustafa tüm karakolun onu duymasına neden olmuştu. Neden bu kadar büyük bir tepki verdiğini bilmesede ikisinin bu yakınlığı onu giderek delirtiyordu.

Dalmış halde olan ikili başlarını kaldırdıklarında onlara öfkeyle bakan adamı görmüşlerdi. Onun hemen arkasında koşarak gelen Hilalin altılı çikolata paketi vardı. Kadın uzaklaşmak için güç ararken adam yavaş hareketlerle ondan uzaklaşmıştı.

"Ne oluyor burada?" Merak dolu ses Arslan'a aitti. Ona garip gelen bir şey yoktu ama Onbaşının sesi karakolun diğer tarafında olmalarına rağmen onlara kadar ulaşmıştı.

"Ne demek ne oluyor?" Hala sesinin ne kadar yüksek çıktığının farkında olmayan Onbaşı elini kaldırarak Levent'i hedef gösterdi. "Yüzbaşım uzaklaşmasını söyledikçe ona sarıldı. Bu taciz sayılır." Son kelimeleri adeta çığlık çığlığa söylemişti. Ve dediği şey ortamı buz gibi yapmıştı.

"Taciz mi?" Hilal ve Levent aynı şaşkınlıkla konuşmuşlardı. Hilal şaşkınlıkla Levent'e bakan çocuklara döndü.

"Taciz değildi Onbaşı. Sadece ufak bir sarılmaydı. Oradan bakınca kendini savunamayan biri gibimi duruyorum." Levent'in üzerinde olan sert bakışlar saniyeler içinde yumuşamıştı.

"Evet ilk uzaklaşmamı istedi. Ama bunu içten demediğini biliyordum ve bu yüzden uzaklaşmadım. Âşık olduğum kadına biraz sarılmak istedim sadece." Bu kez Hilal de dahil olmak üzere herkes şaşkınlıkla Levent'e dönmüştü.

"Ne? Aşık mı?" Bu kelimeler hepsinin ağzından aynı anda çıkmıştı.

"Evet aşık. Ben Komutanınıza ilk gördüğüm andan beri aşığım." Dudaklar şaşkınlık içinde yuvarlanırken aralarında sadece Onbaşı sinirliydi.

"İşte diyordum. Damat diyordum ben buna." İlk ses Muhammed'den gelmişti. Gerçi dediği şeyleri duyan herkes, susmasının daha iyi olacağını anlamıştı.

"Damat mı?" Levent şaşkınlıkla yanında duran kadına baktı. "Ben mi?" Şaşkınlığı kadının kızaran yanaklarından sonra gülümsemeye dönmüştü. Gülümsemesi giderek büyürken ne diyeceğini bilememişti.

"Sakin ol ağa." Arslan kadını kurtarmaya çalışırken. Levent hiç beklemeden kadını kendine çevirmişti.

"Lütfen. Sana yalvarırım istersen." Adamın ani değişen tavrı, ve kelimeleri hepsini meraka sokmuştu. "Yarın buluşalım. En baştan başlayalım. Tüm yanlış anlaşılmaları düzelteyim." Adamın heyecanla konuşması, Hilalin evet demesi için adeta ağzının içine bakması hepsini daha fazla şaşkınlığa uğratmıştı.

"Ne buluşması? Sen şu an kara listedesin." Onbaşı hepsinin şaşkınlığından yararlanıp tekrar Levent'e saldırırken, o onun olduğu yöne bakmamıştı bile. Bu onu daha fazla öfkelendirmekten başka bir işe yaramamıştı.

"Kara listede olmam âşık olmamam gerektiği anlamına mı geliyor?" Levent ona bakmadan Hilalin gözlerine bakarak sormuştu bu soruyu. Ve herkes biliyordu ki bu soru sadece o kadına sorulmuştu. "Komutanım?" Kadın hala en başta duyduğu şeyin şaşkınlığı içindeydi. Adamın ona hitabı şaşkınlığından çıkmasına neden olmuştu. Etrafına bakındığında ortamda ki herkesin ona merakla baktığını fark etmişti. Bu kez şaşkınlık yerini utanca bırakmıştı.

"O çeneni kapatır mısın?" sesini yanında ki adamdan başkası duymamıştı.

"Eğer kabul edersen saniyeler içinde burayı terk ederim." Onun gibi kısık sesle konuşmuştu. Hilali evet demesi için köşeye sıkıştırdığının farkındaydı Levent. Elbette bundan inanılmaz bir zevk almıştı.

"Tamam baş belası tamam." Eğdiği başını kaldırıp etrafına sahte bir gülümsemeyle baktı.

"Tamam o zaman yarın akşam sizi almaya gelirim." Onun aksine adam oldukça yüksek sesle zaferini herkesle paylaşmıştı.

"İşte bu be." Çıkan ses Yıldırım'a aitti. Gerçi onun bu kadar sevinmesi ne kadar saçma olsa da bu sevincin altında yatan bir diğer nedenin Nihal olduğunu herkes anlamıştı. En azından bilen herkes.

"Kapa çeneni." Hilalin kendisine çıkışı sonrası Arslan'ın ardına geçip sahte bir üzüntüyle onun omzuna yaslandı.

"İyiliğini düşünüyoruz. Yine laf yine laf." Onun kesinlikle dayak yemek istediğini arkadaşları anlamıştı. Hatta Nurullah hiç beklemeden ona lafını vermişti.

"Sen cidden kaşınıyorsun." Onun lafını Hilal başını sallayarak onaylamıştı. Ortam meraktan ve utançtan arınmıştı.

"Valla ben bilmem. Geçen sefer ki gibi Arslan'ın elbiselerine dadanma. Kalk alışverişe gidelim." Ortamı tekrar mahveden kişi Muhammed'den başkası değildi. Üstelik bu kez ortaya attığı şey için kimse ne diyeceğini bile bilmiyordu. Ortamda çıt çıksa duyulacak haldeydi.

"Allah cezanı verecek." Mırıltılı ses İsmail'den yayılmıştı. Çoğu başını sallayarak en köşede duran adama dönmüşlerdi.

"Ne dedim ya. Yalan mı?" Ona bakan tüm gözler sinirle devrilmişti.

"Ben gidiyorum, Binbaşımla öğrendiğim her şeyi konuşmaya. Muhammed, koşmaya başla otuz beş tur."

"Anasının gözü ama ya. Sanki iftira attık." O isyanla giden kadının ardından bağırırken Levent sahnenin en başından beri tuttuğu kahkahasını salmıştı. "Bak komik işte adam güldü. Siz ne yapıyorsunuz anca ceza. Ayıp ayıp." Hala bağıra bağıra konuşması diğerlerinin sabrını sonuna kadar tüketmişti.

"Kapa çeneni.!!!" Hepsinin bir anda bağırması bu kez onu susturmuştu.

"Tamam. Ben gidiyorum otuz beş tur sonuçta, az değil." Hafif dudak bükerek gülümsemiş ve hemen ardından koşarak kantinden çıkmıştı.

"Neyse size kolay gelsin." Yüzünde kocaman bir gülümseme ile aradan sıvışıp bahçeye çıkan Levent arkasından gelen adamı fark etmiyordu.

"Ağa -cık?" Arkasından yükselen sesi duyduğunda, karakolun dış kapısına gelmişti. Başını çevirip kendisine doğru gelen adama baktı.

"Buyurun Komutan?" Sert adımlarla kendisine doğru gelen adama tamamen döndü. "Bir şey mi unuttunuz?" Levent kaşlarını yay gibi germiş ona öfkeyle bakan adama çok rahat bir gülümsemeyle bakıyordu.

"Ben değil sen unuttun." Mustafa Onbaşı birkaç adım atıp karakoldan tamamen çıkmıştı. Levent te onu takip etmiş kapının yanında nöbet tutan askerlerin onları duyamayacakları kadar uzaklaşmışlardı.

"Neyi unuttum? " Levent çokta normal bir konuşma yaşamayacaklarını bildiği halde. Merakla sormuştu.

"Haysiyetini." Tükürük dolu bir ağızdan zorlukla çıkmış bir küfürdü bu kelime.

"Laflarınıza dikkat etmelisiniz." Levent sinirle solurken bir yandan da karşısında ona hakaret eden ve hala etmeye hazır duran adamın gırtlağına çökmemek için zor duruyordu.

"Bak bana ağa denen soytarı. Hilal senden nefret ediyor. Sırf ağzından laf almak için sana yaklaşmasını yanlış anlama. İlk aşklar unutulmaz, bunu da unutma." Levent konunun nereye varacağını anlamakta zorlanmamıştı. Ama anlamadığı tek şey bu konunun yeri ve zamanı şu an mıydı?

"Umarım bana olan nefretidir sizi bu kadar delirten. Yoksa başka bir şey anlayacağım." Kendinden bu kadar emin olmasının saçma olduğunu bilse de karşısında ona meydan okuyan, hatta bunun için görev başında olmasını bile umursamayan adam için kendini geri çekmeyeceğini biliyordu. Doğru ya da yanlış. Ona karışan ilk Onbaşıyken asla geri adım atmayacaktı.

"Başka bir şey anlaman saçma olur. Sana olan nefretini bilmeyen yoktur. Hele sen bile bilirken. Sonuçta Yüzbaşımdan bahsediyoruz, duygularını asla gizlemez." Sinsi bir sırıtmayla konuşmasını bitirirken. Şansını zorladığının farkındaydı ama farkında olduğu bir diğer şey, şu an kara listede olan adamın üzerine saldırması onun için mükemmel bir seçenekti.

"İnanın Komutan. Ben bunu bire birde siz yokken zaten deneyimledim. Duygularını kesinlikle çok yoğun yaşayan bir kadın Yüzbaşı Hilal." Bu kez sırıtma sırasını devralan kişi Levent olmuştu.

"İlk aşkı benim. O duyguların en yoğununu hissettim." Sabır çekip başını çevirdi Levent. Karşısında duran adamın niyeti giderek belli oluyordu ama Hilalin çarptığı lafların yanında bunun dediklerinin hiçbir şey olmadığının farkındaydı. Ta ki konu Hilalin duygularına gelene kadar. O kısmın onun hassas noktası olduğunu tamda şu an fark etmişti. Kadının bir zamanlar bu salak olarak gördüğü adama bir şeyler hissetmiş olmasını çok saçma buluyordu. Üstelik karşısında ki adam bir zamanlar hatta çocukken hissedilen duyguların konusunu şu an açıyordu.

"Evet ne mutlu size. Benim de ilk aşkım oluyor kendisi." Mustafa bir anlık dalgınlığın siniriyle adama doğru atılmıştı. Levent bir adım geri atıp ondan uzaklaştı.

"Bir sorun varsa akşam görüşelim. Sorunları çözmenin yeri ve zamanı değil."

"Öyle olsun soytarı." Levent'in bir şey demesine fırsat vermeden arkasını dönüp karakola doğru ilerledi.

&&&

Genç kadın acıyan yanağını, avuç içine bastırarak gözlerini kapattı. Bu hayatında yediği ikinci tokattı. Ve ikisinin de sorumlusu ablası ve Leventti.

"Sana diyorum ki başka çaren yok. Hala sevmiyorum diyorsun." Asiye'nin öfkeli sesi evin dışına kadar çıkıyordu.

"İstemiyorum dedim. İstemiyorum. Sen dedin diye kalktım adamın dudaklarına bile yapıştım ama yok işte yok. Olmuyor." Ablasının sesini bastırarak çöktüğü yerden kalktı Nihal. "Sevmiyorum o adamı. Bunca senemi kendi hedeflerin uğruna mahvettin. Senin gibi sevmediğim bir adamla evlenmem." Son dediği cümleden pişman olsa da geri alma şansı yoktu. Bu yüzden daha dik durarak pişmanlığını gizledi.

"Sence ben istedim mi bu evliliği?" Bunca sene Nihal'in aklı bir şeylere ermeye başladığından beri onu her şeyden uzak tutuyordu. Ve ona asla doğruları anlatmıyordu. Ama artık onun bazı şeyleri anlaması lazımdı. Bunun içinde bazı şeyleri öğrenmesi artık şartı.

"İstemeseydin evlenmezdin. Kim seni zorladı? Başımız da kim vardı sanki rahat rahat yaşıyorduk." Bilgisizliğinin verdiği cesaretle ablasının üzerine yürüyordu ve kalbini kırmaya devam ediyordu.

"Ne rahatı aptal? Az kalsın kendimi satacaktım seni okutabilmek için." Odanın içinde yankılanan kelimeler. İkisinin de geri adım atmasına neden olmuştu. Nihal duyduğu şeyden sonra. Asiye ise ağzından kaçırdıkları yüzünden şaşkındı.

"Ne demek o?" Sesi dolan gözleri yüzünden titrek çıkmıştı. "O nasıl bir laf öyle?" İnanmak istemiyordu. Hatta ablasının bunu onu pişman etmek için söylediğini düşünüyordu.

"Yeter artık. Seni her şeyden korumak istedikçe salak gibi büyüdün. Hiçbir şeyden haberin yok. Köyün başına ne geliyorsa bizim dayımız yüzünden geliyor. Ona yardım edende bendim. Bu lanet evliliğide bu yüzden yaptım." Her cümle sonrası kalbine saplanan bıçağın acısıyla olduğu yerde büküldü.

"Sen yine benden bu şekilde mi intikam alacaksın? Beni böyle mi pişman etmeye çalışıyorsun?" Hala daha bunların gerçek olmadığını düşünerek kendini rahatlatmaya çalışıyordu. Ama ablasının yüzündeki ifade her şeyin doğru ve birebir gerçek olduğunun kanıtıydı.

"Aptal olarak kalmaman için anlatıyorum. Bir gün öleceğim ve inan bana, bu yakın bir zamanda olacak. Annemizi de babamızı da öldüren adam. Bizim dayımız. Herkesin yakalamak istediği adam." Nihal zorlukla arkasında ki sandalyeye çöktü.

"Sen neler diyorsun böyle abla?" Onun hala saçma sorular sorduğunu gören Asiye göz devirmiş sonra onun yanındaki sandalyeye oturmuştu.

"Hala anlamıyor musun?" Sinirle kardeşinin kolunu tutup onu hırsla sarstı. "Dayımız Emir El Roşan. Annemiz onun üvey kardeşiydi. Araları hep kötüydü ve annem onun istemediği bir evlilik yaptı. Ama babamızın planları farklıydı onun tüm pis işlerini ortaya döktü ve onun yüzünden dayımız Suudi Arabistan'dan sınır dışı edildi. Babam onun tüm işlerini rahatlıkla devralacaktı ve zengin olacaktı. Ama hesaba katmadığı şey o adamın kolunun ne kadar uzun olduğuydu. Sen doğduktan iki sene sonra ikisininde ölüm emri verilmişti. Ve sen hatırlamasanda ben hatırlıyorum onları bizim gözümüzün önünde parçaladılar. Evet evimizin bodrumunda onları bir hayvan gibi kestiler sonra asit kovasına attılar. Asitte erimeyen parçalarını ne yaptılar biliyor musun? Tuvalete döktüler." Nihal korkuyla açtığı gözlerini ablasından ayırmıyordu.

"Bu- bu insanlık değil."

"Ne insanlığı Nihal? Onların hayvandan farkları yok." Sinirle aklına dolan hatıralarla cebelleşti. "Annemiz seni bana emanet etti. Ama unuttuğu tek şey dayımız hala hayattaydı. Ve o adama en çok lazım olan şey ise piyondu." Yaşadığı şeyler ona ve yaşına göre oldukça ağırdı. Ve tüm bu yaşadıkları onu kalpsiz biri yapacak kadar kötüydü.

"Polis... Polisi arayalım anlat her şeyi." Kardeşinin dediği şeylerden sonra kahkahasını tutamamıştı. Nihal yüzüne doğru hunharca gülen ablasına hayretle baktı.

"Polis ha polis?" kahkahası arasında söylediği alay dolu üç kelime Nihal'in hayal kırıklığıyla başını eğmesine neden olmuştu.

"Sana diyorum ki adam, dayımız Emir. O ne demek biliyor musun Prens demek. O kendi imparatorluğunun prensi. Onun için kaç polis kaç büyük adam çalışıyor biliyor musun sen? Bilmiyorsun tabi ki aptal. Bende bilmiyordum. Seninle o evden çıkarılıp yetimhaneye bırakıldığımız da onun adamları gelip aldı bizi. Yıllarca onun eli üstümüzde büyüdük. Sen o paraların nereden geldiğini sanıyordun? Biz o evden çıkarıldığımızda bırak parayı, üstümüzdekiler dışında eşyamız yoktu artık. Bize miras falan kalmadı yavrum. O adam kendinden alınan her şeyi geri aldı. İntikamıyla beraber."

"Ama..."

"Ne aması Nihal? Ne aması? O adamdan kaçtık biz. Ama salaklık yaptım kaçarak. Cebimde para yokken kaçtım. Sırf özgür olmak için. Sonra senin sorumluluğun sırtımda bir kambur ile dolanmama sebep olmaya başladı. Seni düşünmeden kaçmıştım. Ve senin okuman lazımdı. Yemen, içmen, giyinmen lazımdı. Ve ben hiçbirini yapamıyordum." Ablasına doğru eğilip kolunu doladı. "Benimle oynadı o adam. Kaçtık dedim ya. Her saniye bizden haberi vardı."

"Abla?"

"Konuşma... Yıllarca sustum bugün konuşacağım." Derin bir nefes aldıktan sonra kardeşine sırtını döndü. "Bir gün seninle boş boş sokakta dolanırken yanımıza bir araba geldi. Açtı camı arka taraftan biri. Gözlerini bana dikip sadece birkaç kelime konuştu. -Bu gece için iki yüz riyal- dedi. Ne yaptım biliyor musun? Başımı sallayıp onayladım onu. Bana attığı bakışı asla unutmadım." Sesi üzüntüyle dolu değildi. Aksine nefret ve hırsla konuşuyordu. "Senin için kabul ettim. Senin için kendimi yoldan geçen birine sattım." Duyduğu şeyden sonra ablasına doladığı kolunu hızla çekti Nihal.

"Ben bir şey yapmadım."

"Varlığın yaptırmak zorunda bıraktı. Bana emanet edilmen. Benim kardeşim olman buna mecbur bıraktı. Sen olmasaydın ben bir kuru ekmekle ölürdüm. Ama sen vardın." Nihal ağlıyordu ama ablası tam aksine gülüyordu. Nefret dolu yüzünde gülücük vardı.

"Abla?"

"Ben o adamın olmadım. Çünkü bu bir oyundu. Dayımız beni sınamıştı. Sana olan sevgimi sınamıştı. Ve haklı çıkmıştı. Sana o kadar bağlıydım ve seni o kadar çok seviyordum ki. Bunu kullanmak için hiç beklemedi. Seni benden aldı. Ama bir şartla, onun oyuncağı olacaktım. Ve oldum. Küçük yaşta bu ülkenin yasalarına göre daha yeni reşit olduğum anda bu adamla evlendim. Ve seni de burada okuttum. O adamsa asla elini üzerimden çekmedi. Bu evliliğin en büyük sebebi, ülkeye silah ve uyuşturucu sokmaktı. Uzaktan bakınca küçücük bir evlilik ama milyonlarca insanı etkiliyordu. Ve dayımıza ne kadar kazandırdığımı tahmin bile edemezsin. Levent'in dedesini bile biraz zorda olsa bu yola soktum. Yoksa diğer oğlu gibi bu deli oğlunu da kaybedecekti. Hem para kazanacaktı hem de oğlunu. Çok kolaydı o yaşlı bunağı ikna etmek. Ama lanet adam öldü. Yerine ise her planımı mahveden Levent geldi. Onunla evli olsaydın, planlarım bozulmazdı. Askerler buraya gelmezdi. Ve kadın Komutanla Levent gönül bağlamazlardı birbirlerine. Her şeyi sen mahvettin. O adamla evlenmezsen beni öldürecekler." Nihal korkuyla geri çekilirken duyduğu her şeyi sindirmeye çalışıyordu. Ablası onun için kendinden vazgeçmişti. Peki o ne yapıyordu?

"Tamam abla... Ne olursa olsun Levent ile evleneceğim." Ona sırtını dönmüş kadının suratında ki gülümseme duyduğu şeyden sonra büyümüştü.

Başarmıştı.

..........................................

........................................................

...................................................................

Ben geldim ve gittim.

Bir daha ki bölümde görüşmek üzere.

Aşkla ve sağlıkla kalın.

 

Loading...
0%