Yeni Üyelik
27.
Bölüm
@mizginsain98

 

Merhabalar. Umarım seveceğiniz bir bölüm olmuştur. İyi okumalar dilerim.

...................

.................................

Aşk mı lazım?

Dert mi?

Âşık olunca ister istemez büyük, küçük sorumluluklar altına gireriz. Bazıları bunları dert, bazıları ise lütuf olarak görür. Maalesef aşk her beden de aynı kalıpta ve duygularda olmuyor. Bazıları şehvet. Bazıları kalp çarpıntısı hisseder. Bazıları ise sadece kör olur. Bunlardan bazıları aşk değildir. Daha çok çoğu kişinin baskı ve sorumluluk hissetmesidir. Ve bu tarz aşk denilen ama olmayan şeyler yüzünden her zaman bir taraf dert ve nefret sahibi olur.

Farkında değiliz. Aslında hepimiz bu aşk adıyla aldatılan insanların elinde bir gün oyuncak oluruz. Ama bazıları hala kör ve aldatılmış halde avare gibi dolanır.

Hilal elinde ki deftere son notlarını alıp oturduğu yerden hızla kalktı. Sabah çocuklarla yaptığı eğitimden sonra odasına geçmiş gün içinde ki yeni maceraları için hazırlanmıştı. Odasından çıkmadan aklına dolan düşünceleri küçük deftere not etmek için beklemişti. Şimdi ise yapacak bir şeyi yoktu. Akşamı bekleyecek ve Levent ile ne yapacağını bilmediği bir buluşmaya gidecekti. Dün kantinden ayrılıp Levent'in anlattığı her şeyi üstlerine bildirmişti. Bu konu hakkında bugün içinde bir toplantı yapılmak üzere anlaşılmıştı.

"Sıkıldım..." Odanın içinde ona kendisinden başka cevap verecek biri yoktu. Ama korkunç bir şekilde çalınan kapının ardından gelen bağırtılar ona günün başladığının haberini veriyordu. Sıkıntıyla bir nefes alıp, kırılmak üzere olan kapıyı açtı.

"Ne var lan davar sürüsü?" Sesi normalde olsa çok yüksek çıkardı ama artık görevine verdiği değer eskisinden çok fazlaydı. Sesini ortama göre ayarlayıp onların içeri girmesi için kapının önünden çekildi.

"Komutanım. Biz sizin için izin aldık. E tabi bir de kendimiz için." Nurullah kapının kapanmasını beklemeden konuşmaya başlamıştı.

"Ne izni? Hem sizinle beraber. Kim köyü tehlikeye atmaya karar verdi?" Hilal kapıyı kapatıp yatağının köşesine otururken. Diğerleri odanın köşelerine dağılmıştı.

"Valla direk Albaya gittim ben." Sesini çıkaran kişi Muhammed'di. Hilal duyduğu şeyin normal olmadığının farkındaydı. Hatta bu yüzden bunun gerçek olmayacağına da emindi. Ama bildiği tek şey Muhammed asla yalan konuşmazdı.

"Yapmış olamazsın. O kadar salak değilsin."

"Ne salaklığı ya Komutanım. Size elbise lazım. Bize de kaçamak. Hem malum Yalçın neredeyse bir aydır köye de inmedi Dicle diyor başka bir şey demiyor." Gözleri şaşkınlıkla açılan Hilal, uzun süredir duymadığı isimle Yalçına döndü.

"Oha Dicle ya. Ben de sana onu soracaktım en son. O gün unuttum kaldı sonra öyle." Yalçın sıkıntıyla başını eğip omuz silkti.

"Ne oldu lan? Önceden kızdan bahsederken havalara uçardın. Şimdi omuz silkiyorsun." Arslan gözlerini Hilale çevirince oda bir şeyler olduğunu anlamıştı. Hepsi birbirlerine bilmiş bakışlar atmaya başlayınca Yalçın derin bir nefes alarak başlamıştı konuşmaya.

"Kaçıyor benden." İlk Hilal göz devirmişti onun ardından diğerleri onu takip etmiş karşılarında ki adama dünyanın en saçma kelimelerini söylemiş gibi tiksintiyle bakmaya başlamışlardı.

"Neden?" Soru Arslan'dan gelmişti. Gerçi bir neden bile gerekmediğini hepsi de biliyordu.

"Bir kere nişan attığı için abileri başından ayrılmıyor. Kıza rahat yok, o yüzden benimle de konuşmuyor, korkudan sırf." Hilal sinirle yerinden kalkınca Arslan göz devirip sahneyi ona bırakmıştı.

"O ne demek lan? Bir kere nişan attı diye hayatımı bitti. İstediği kişiyle görüşmesini geçtim konuşmaktan korkuyorsa. Bizim bu abileri ziyaret etmemiz lazım." Arslan onu bileğinden çekip yerine geri oturttu.

"Yavrum anlıyorum seni haklısın ama, işte doğudayız. Aile işlerine karışma hakkımız yok. Hele ki kız şikâyette bulunmuyorsa konuşmaya hakkımız da yok maalesef." Büzdüğü suratıyla etrafındakilere bakıp destek beklerken hepsinin Arslan'a destek çıkması elini kolunu bağlamıştı.

"Maalesef Komutanım ama Arslan Yüzbaşım haklı. Dertli başımıza yeni dertler almayalım. Belki kız istemiyordur. Memnundur halinden belki Yalçından kurtulmak için bile demiş olabilir bunları." İsmail son kelimelerde ortamı birazda olsa yumuşatmış ve Yalçını hedef göstermişti.

"Benimle ne alakası var?" Yalçın kendini savunmaya başlarken Hilal sinirle bağırarak ayağa kalkmıştı.

"Susun artık yer elmaları. Dicle olayını ben kendim çözeceğim. Şimdi burada ne bok yediğinizi anlatın."

"Sizde bağırmak için bahane arıyorsunuz komutanım. Yemin ederim bir dövmediğiniz kaldı." Yıldırım ağzının içinde söylense de ortamın sessizliği yüzünden dediklerini herkes duymuştu. Nurullah hiç beklemeden konuşmaya başlarken Yalçın yuvarladığı sol elinin üst kısmına sağ elinin avucuyla vurarak ona' kapak ' yapmıştı.

"Te Allah seni de bildiği gibi yapsın. Sen dua ette elini sana sürsün bu mükemmel kadın, senin gibi bir maymuna." Nurullah aniden parlamış sonra hemen kalktığı yere geri oturmuştu. "Ay bayadır sesimiz çıkmıyordu rahatladım." Onun kendini ifade ettiği kelimeler Yıldırımı sinirlendirirken Hilal gülmeye başlamıştı.

"Tabi alıştınız her dakika hır güre. Şimdi kaşınıp duruyorsunuz." Arslan cebinden çıkardığı sigarayı yakmak için biran bile tereddüt etmemişti. "Biraz boş yapmayı kenara bırakında çıkalım artık. Geç olacak." Sigarasını beş nefeste bitirip postallarının altında ezdi.

"Komutanım sizin için alışverişe gideceğiz. Direk Van merkeze ineceğiz. Hazırlanın hemen." İsmail hızlıca özet geçmiş ve olduğu yerden doğrulmuştu. "Biz çıkalım sizde hemen normal bir şeyler giyinin de gidelim. Valla Binbaşıya gittim ben. Bu salak Albaya söylemiş. Akşam ki eğitimden sonra toplantı varmış. O zamana kadar gelin demiş sadece." Sinirle birkaç nefes alan Hilal hepsinin yüzüne tek tek bakmıştı.

"Ne alışverişi? O ağa bozuntusu için ölsem para harcamam."

"Lan tamam ağlama biz alırız." Arslan onu sıkıştığı köşede izlerken oldukça zevk alıyordu. "Aramızda kırışırız biz hesabı. Sen yeter ki düzgün çık kocanın karşısına." Arslan gülmemek için kendini zorlarken Muhammed'in çığlık gibi kahkahası onunda kendini rahat bırakmasına neden olmuştu.

"Ne kocası? Kimin kocası?" Nurullah hala şaşkınlıkla ne kaçırdığını çözmeye çalışırken Hilalin suratından ve diğerlerinin kahkahasından geçte olsa anlamıştı. "Oha ağa mı? Komutanım ne ara?"

"Sus sus. Kalk halaya." İsmail hiç beklemeden Eline aldığı peçeteyle halayın başına geçmişti. Diğerleri de katılırken Hilal şaşkınlıkla Arslan'ında onların arasına katılmasıyla dayanamamış gülmeye başlamıştı.

"Allah sizi nasıl biliyorsa öyle yapsın." Elleriyle yüzünü kapatıp gülerken. Yıldırım ortama uygun bir şarkı söylemeye başlamıştı bile.

"Dama çıkmış bir güzel.

Delilo delilo hayrane.

Damın etrafın gezer.

Delilo delilo kurbane.

Elinde bir deste gül.

Delilo delilo hayrane.

Kendi gülünden güzel.

Delilo delilo kurbane."

Yıldırım ilk satırları söylerken diğerleri hep bir ağızdan ikinci satırları söylüyordu. Arslan ilk kez aralarına katılmış onlarla beraber gülerek halay çekiyordu. Hilal sırf onun için ortamı bozmadı. Onu yıllar sonra ilk kez bu kadar mutlu görmek elini kolunu hatta dilini bağlamıştı.

&&&

Levent dolabın önünde dönüp dururken, bir yandan da sinirle söyleniyordu. Yatağın üzerinde yığınlaşmaya başlamış kıyafetlerine göz ucuyla bile bakmadı. Şuan hepsi gözünde bir parça çöp yığınıydı. Sabah uyandığından beri yüzlerce kıyafet denemişti. Ama hepsi için birer kusur bulmuş ve yatağın üstüne fırlatmıştı.

"Meryem gömlek nerede?" Kafasını kapıdan uzatıp korkuyla onu bekleyen topluluğa bağırdı. "Meryem nerede?" Bağırdığı insanların içinde aradığı kişi yoktu. Kado hızla öne çıkıp cevap verdi.

"Gömleğinizi ütülüyor ağam."

"Daha hızlı Kado. Daha hızlı." Kapıyı açtığı hızla kapatırken, sinirle yatağında ki yığının üstüne attı kendini. "Allah'ım geç kalacağım." Sıkıntıyla saate baktı. Daha öğle ezanının okunmasına saatler vardı, ama o kadar telaşa kapılmıştı ki her an akşam ezanı okuyacak ve yetişemeyeceğini düşünmenin verdiği stresle evi ayağa kaldırmıştı. Herkes diken üstünde onun evden çıkmasını bekliyordu.

"Ya yetişemediğim için vazgeçerse." Korkuyla nefessiz kalmıştı. Yerinden tekrar hızla kalkıp üstünü umursamadan hızla dışarıya çıkmıştı. Alt tarafında sadece iç çamaşırı vardı. Üstü çıplak şekilde koridora çıktığı gibi kapının önünde dizilen kadınlar çığlık atmaya başlamıştı. Koridor kıyamet alanına dönerken Leventte ne olduğunu anlamamıştı. Oda onlarla beraber çığlık atıp koridorda koşmaya başlayınca ortalık toz duman olmuştu.

"Ağam!!!" Aradan sıyrılıp donuyla koşan adamı tutup, odasına koyan Kado son anda kapıyı kapatmıştı.

"Ne oldu öyle orada?" Levent hala hayretle çığlık atmak için hazırda beklerken Kado eliyle onun belinden aşağısını işaret etmişti. Levent ne göreceğini bilemez halde aşağıya bakınca yaşadığı şokla çığlık atmıştı. "Siktir." Sandalyenin üzerinde ki havluyu üzerine atarken sessiz sessiz küfür etmeye devam etmişti.

"Gömleğinizi getirdim ağam." Levent başını sallayıp onun yüzüne bakmayan adama döndü.

"Ulan kaç saattir bir gömlek bekliyorum. Rezil ettiniz beni." Sinirle söylenmeyi kesmeden giyinmeye başladı. "Yemekler hazır mı?" Gömleğinin düğmelerini iliklerken hala kombini hakkında emin olamıyordu. "Ulan bu pantolonla bu gömlek hiç uymadı sanki."

"Vallahi çok yakıştı ağam." Korkuyla hemen konuşan Kado daha fazla olay çıkmasını istemiyordu. "Hem daha ilk buluşma sayılır. Bir daha ki sefer daha rahat giyinirsiniz. Şimdi takım giymeniz daha iyi." O kadar hızlı konuşuyordu ki bazı kelimeleri yuttuğunun farkındaydı.

"Haklısın. Ciddi bir niyette olduğumu anlasın." Gömleğinin yakasını düzeltip derin bir nefes aldı. "Berbere gidip geliyorum. O zamana kadar yemekler hazır olsun."

"Emrin olur ağam."

"Kado emir değil. Allah'ın adını veriyorum her şey mükemmel olsun." Hızla başını sallayan Kado, adamın en kısa zamanda evden çıkması için çabalıyordu. Hızla kapıyı açıp aceleyle zaten acelesi olan adamı kapıya kadar götürüp arabasına bindirdi.

"Her şey siz gelene kadar hazır olacak ağam. Çiftliği arayacağım hiçbir eksik olmaması için her şeyi ben yapacağım. Kurban olayım gelene kadar biraz sakinleşin. Yoksa akşama siz buluşamadan adınız köyde gezecek. Hem de donlu ağa diye." Levent sinirle ona bakmaya başlayınca hemen arabanın kapısını kapatmıştı Kado. "Hayırlı yolculuklar ağam." Araba hareket ettiği gibi içeriye girip mutlu haberi verdi. "Gitti." Avluda ki herkes derin bir nefes alırken, balkondan yükselen ses bu kez hepsini strese değil korkuya teslim etmişti.

"Ağamız nereye gitti?" Asiye her zaman yaptığı gibi kollarını dayadığı korkuluğun üzerinden sallandırdığı yuvarlak bedeniyle hepsinin üzerine öfkesini salmıştı.

"Tıraş olmaya gitti hanımım." Ayaklı gazete gibi her şeye yetişen kişi yine Kado olmuştu. Kadının öfkeyle buruşan yüzünü gördükten sonra konuştuğuna pişman olsa da iş işten geçmişti.

"Ne diye gitti bu vakitte? Düğün mü vardır da haberimiz yoktur?"

"Yok hanımım akşam Komutan kadınla buluşacakmış." Kado her şeyi öten Meryem'e dönerken sinirle ağzının içinde mırıldanmıştı.

"Eşek tepsin o çeneni." Fısıltıyla ona cevap verdikten sonra, tepelerinde dikilen kadına çevirdi başını. "Özel bir konuşma yapmaları lazımmış. Akşama biraz onunla kalacak ağam." Daha da batırdığının farkındaydı. Ama zaten Meryem'den sonra toparlaması çok zordu ve yine de denemişti. Ve daha da beter etmişti işi.

"Komutan kadınla demek. Özel işi nedir?" Bağırmasına gerek bile yoktu. Ses tonu aklından geçenleri belli ediyordu. Asiye şu an sinirinden birini parçalayacak haldeydi. Bunu bilen her kadın ortalıktan toz olurken tek kalan Kado zorlukla yutkundu. Aceleyle yolladığı adamın şu an burada olması için dua ediyordu.

"Bilmiyorum hanımım. Ben kimim bana desin onu?" Yalan söylediğini herkes biliyordu. Kado bu evde Levent'in kardeşi gibiydi.

"Kado buraya gel." Kaçan herkes bu sahneyi izlemek için tekrar ortaya çıkmıştı. Kado hiç oyalanmadan hızlı adımlarla Asiye'nin yanına gitmişti.

"Buyurun hanımım." Kadın onun konuşması bittiği gibi sol yanağına sert bir tokat atmıştı.

"Karşında kim var senin densiz köpek. Sana bir şey sorduğumda cevap vermeyeceksen ayağımın altında dolanma, ezerim seni köpeğin evladı." Asiye'nin sesi evin dışına çıkmıştı. "Yedi ceddin korkaktı, senin farkın yok, kalkmış bana mı kafa tutuyorsun?" Kelimeleri bittiği gibi bu kez sağ yanağına bir tokat atmıştı. "Köpek dölü kalkmış karşımda havlıyorsun birde."

"Affedin hanımım..." Dolan gözlerini başını eğerek sakladı.

"Sümüğünü ananın eteğine sür. Defol karşımdan." Başını eğen adam hızla aşağı inip evden dışarı çıkmıştı.

&&

Hilal yorgunlukla çöktüğü koltukta hala onun için uğraşan çocukları izledi. Gereksiz bir şekilde geldikleri dördüncü mağazada Hilal pes etmişti. Kendini onlara teslim edip bulduğu ilk koltuğa çökmüştü. Bakışlarını elbise yığınlarının arasında kaybolmuş çocuklardan çekip derin bir nefes aldı.

"Altı üstü âşık olduğum lanet olası yakışıklılıkta ki ağa denen bozuntuyla bir yemek. Ne bu uğraş?" Sinirle söylense de ne kadar yorgunda olsa içinde ki çocuk deli gibi dans ediyordu. Dışına ne kadar yansıtmasa da çok mutlu ve heyecanlıydı.

"Lan salak kalk dene şu elbiseyi." Arslan'ın nereden geldiği belli olmayan sesine oflayarak kurulduğu koltuktan kalkmıştı. "Ben giyeceğim sanki bu çiçekli elbiseleri." Onunda artık sinirlendiği belliydi. Sabah gülüp geçmişti ama şu an dolanıp durdukça ve elleri hala boş olduğu için delirmeye başlamıştı. "Ulan kadın oturuyor, umurunda değil ama siz salaklar seçemediniz hala. Hayır siz mi giyeceksiniz bu tembel iguana mı?" Hepsi sesini takip ederek mağazanın ortalarında buldukları Arslan'ın yanında toplanmıştı.

"Ben size dedim. Ama işte sakalımız yok ki dinleyesiniz." Hilal bilmiş bir tavırla omuz silkip dudaklarını büktü.

"Sus vallahi çarparım ağzına. Senin yapman gerekeni biz yapıyoruz. İlk elbiseyi alıp gidebilirdik ama yok, olur mu hiç. Sıçacaksın illa ağzımıza seni getirdik ya buraya kadar." Arslan sinirini artık tamamen dışarı yansıtırken elinde tuttuğu yeşil elbiseyi Hilale doğru fırlatmıştı. "Al al, kınanı da yakarız en yakın zamanda inşallah."

"ÂMİN..." Diğerleri hiç beklemeden konuşurken Hilal hepsine aynı öldürücü, nefret dolu bakışını atmıştı.

"Bu kadar meraklısınız beni vermeye. İnşallah evde kalırım da derdimi bir ömür çekersiniz."

"Valla komutanım ben birkaç yıla kaçarım."

"O ne demek lan İsmail? Hani ölene kadar beraberdik. Hani takma dişlerimiz için aynı doktora gidecektik. Hani aynı huzurevinde yaşayacaktık? Şimdi niye döneklik yapıyorsun?" Yalçın anında ortamın modunu ayarlarken Hilal onun dediği her şeyden sonra gülüşünü zorlukla bastırıyordu.

"Salak onlar yaşlanınca olacak şeyler. Benimde artık bir aile kurmam lazım. Benim asıl mesleğim öğretmenlikti lan. Sanki bilmiyorsunuz. Beş sene lan koskoca beş sene atanamadım." Zorlukla tuttuğu gülüşü yok olmuştu.

"Haklısın İsmail. Bunlarla ömür mü geçer?" Hepsi aynı sorgulayıcı gözlerle kadına bakarken o omuz silkip Nurullah'ında elinde olan kırmızı elbiseyi alıp kabine doğru ilerlemişti. "Doğru konuşuyorum yine. Allah'ım kurban olayım ne doğru düzgün biri olarak yaratmış beni."

"Narsist." Arslan son kez onunda duyacağı şekilde bağırmıştı.

"Adını sormadım." Yüzünü onlara dönmeden konuşmuştu.

"Ergen." Arslan tekrar bağırırken, onun tekrar cevap vermemesini umdu.

"Kendini beğenmiş buz dağı kralı." Diğer çocuklar Arslan'ı tutarken o öfkeyle yüzlerine bile bakmayan kadına bağırmaya başlamıştı.

"Tutmayın lan beni. Saçını başını yolayım da anlasın ne olduğunu."

"Terbiyesiz. Sen git kafanda kalmış o iki tel saçını yol." Bu kez kendisinin sinirlendiği sesinden belli olan Hilal onlara doğru gelmeye başlamıştı.

"İki tel ha. İki. Benim kafamda iki tel kalmış öyle mi?" Sinirle mağazanın ortasında birbirlerine girerken diğer çocuklar ikiye bölünmüş onları birbirlerinden uzaklaştırmak için çabalıyorlardı.

"Rezilsin oğlum sen. Kafanda saç yok diye güneş beynini eritmiş." Nurullah kollarını doladığı kadından duyduğu şeylerle gülmeye başlamıştı.

"Beyinsiz mi diyorsun sen bana şimdi de? Ulan öküzlerin şahı evde kaldın evde." Bu kez gülen kişi Arslan'ı tutan Yıldırım olmuştu. Çocuklar tuttukları kişinin laflarına gülerken çok geçmeden ortam giderek ısınmıştı. Gürültü çoğaldıkça herkes etraflarına toplanıyordu.

"Evde kaldım da sana batan ne? Yemeğimi sen mi veriyorsun da gözün kaldı buzdolabı." Onlar birbirlerine ulaşmaya çalışırken çocuklarda onları farklı yönlere çekiştiriyordu.

"Vallahi biraz daha bağırırsanız. Bizi dışarı atarlar. Mecbur başka mağazaya gideriz." Muhammed ne kadar sakin bir tonda konuşsa da Arslan'ı zapt etmek onu baya terletmişti. "Allah için alıp gidelim şunları. Bizde yorulduk." Onlara bakan ikili istemeseler de yerlerinde tepinmeyi bırakmışlardı.

"Bu seferlik seni affediyorum. Büyüklük bende kalsın aynalı kafa." Hilal saçlarını savurup onun konuşmasını duyamayacağı hızla kabine ulaşmıştı. "Gören diyecek zorla getirdim de bana bağırıyor." Söylene söylene yeşil elbiseyi giydi. Kabinde ki aynada kendine bakarken hafif bir sırıtma yer bulmuştu yüzünde. "Maşallah, yemin ederim Allah özene bezene yaratmış." Hilal her açıdan kendini incelerken dışarıdan bağıran Arslan yüzünden, göz devirip çıkmıştı dışarıya.

"Hayır kendini içerde öveceğine çıkta bir bakalım. Zevksiz, baksan bile ne anlayacaksın acaba?" Arslan hala sinirliydi ve içini soğutmak için söylenip durmaya devam ediyordu.

"Kapa artık şu lanet çeneni." Hilal nasıl olduğunu bilmediği bir öfkeyle haykırınca, ilk başta Arslan olmak üzere hepsi geri adım atmıştı. "Başlıcam şimdi sizede sinirinizede. Sanki ben dedim geleyim. Sanki ben sizi çekiştirdim de bana bunu yapıyorsunuz. Yemin ederim sesiniz çıkarsa Arslan sende dahil olmak üzere hayatınızı kaydırırım eğitimde." Hepsi kollarını bağlayıp dağılırken Hilal derin bir nefes almıştı. "Oh be. Nefes aldım ya. Boğdunuz resmen beni."

"Tamam Allah'ın adını verdim susunda, şu elbise hakkında konuşalım Komutanım." Nurullah ona düşürdüğü omuzlarıyla yaklaşıyordu.

"Ben bunu beğendim. Bunu alıp gidelim. O kırmızıyı hayatta giymem zaten. Bu iyidir." Onlara söz hakkı vermeden tekrar kabine girip giyindi.

"İyi bakalım öyle olsun." İsmail dışarıda kalan herkesi tutup kabinlerin olduğu yerden uzaklaştırdı. "Valla ağzımıza sıçtı. Bence elbiseleri değiştirelim. Kırmızıyı giymek zorunda kalsın." İsmail'in hain planı hepsinin modunu yerine getirmişti.

"Yeşili ben seçtim ama. Onu da alalım saklarız." Arslan cebinden çıkardığı dört tane yüzlüğü Yalçına uzattı. "Sen elbiseleri hallet. Eksiği tamamla sonra kesersin bunlardan. Biz onu kahve içme bahanesiyle buradan uzaklaştıralım." Yalçın parayı alıp hızla cebine sıkıştırdı.

"Üste yeşil elbiseyi koydururum. Baksada anlamaz hem." Hepsi kafa sallayıp tekrar bir şey olmamış gibi etrafa dağıldılar. Çok geçmeden Hilal elinde yeşil elbiseyle çıkmıştı kabinden.

"Hadi ödeyin gidelim." Arslan'a uzattığı elbiseyi hızla alan Yalçın sakince gülümsemişti.

"Paralar bende. Siz çıkın kahve alın. Bende ödeyip geleyim." Hilal çattığı kaşlarını hepsinin üzerinde gezdirdikten kısa süre sonra omuz silkip dışarıya doğru ilerlemişti.

"Oha lan, altıma yapacaktım az daha. Anladı sandım." Yıldırım boncuk boncuk terleyen alnını koluna silip diğerleriyle beraber kadının arkasından gitmişti.

"Siz yine bir şeyler karıştırıyor gibisiniz ya neyse." Hilal önden yürürken bağırarak onlara konuşmuştu. "Bazen dostum mu? Düşmanım mı? Ne olduğunuzu çözemiyorum." İleride gördüğü kafeye doğru ilerlerken daha fazla konuşmadı.

İçeri girdiğinde gözüne kestirdiği ilk boş büyük masaya ilerledi. Diğerleri aynı adımlarla onu takip etmişti. Hilal duvar dibinde ki tek sandalyeye oturup çantasını yere bıraktı.

"Anlatın bakalım? Buraya kadar geldik madem konuşun. Sıkılırsam giderim." İlk kelimeleri tehditlerle doluydu. İlk İsmail olmak üzere çoğu göz devirirken, Nurullah bir şey hatırlamış gibi hızla ayağa kalktı.

"E biz elbiseyle uyumlu ayakkabı almadık." Hilal onu kolundan tutup hızla kalktığı yere geri oturttu.

"Yemin ederim gebertirim seni. Topuklu ayakkabı falan giymemi bekliyorsun galiba." Sesi ne kadar kısık olsada aslında çığlık çığlığa bağırdığını hepsi biliyordu. "Spor ayakkabım yanımda. Giyer çıkarım. Abartırsanız yemin ederim kamuflajla giderim." Sinirle arkasına yaslanıp saniyeler önce bırakılan menüye uzandı. Ne ağaymış be. Ben istesem almazsınız normalde. Adamla bir buluşacağım diye kıydınız paralara." Sinirle söylenmeyi kesmeden gelen garsondan bir kahve ve sekiz tane makaron istemişti. "Lütfen hepsi çilekli olsun." Tüm siparişleri aldıktan sonra onları tekrar Hilalin çenesiyle bırakın garson, yüzlerinde ki ifadeden sonra gülümseyerek uzaklaşmıştı.

"Allah için sus. Çenen kopsun Hilal. Yeter artık, yeter." İlk isyan eden yine Arslan olmuştu. Gerçi kim olursa olsun Hilal onu bakışlarıyla susturuyordu. Tamda şu an Arslan'a yaptığı gibi. "Tamam, tamam konuş. Tek sen haklısın. Allah bizi nasıl biliyorsa öyle yapsın." Yüzüne sabitlenmiş gözlerden sonra kelimelerini değiştirmesi saniyeler sürmüştü. Şu an yapacağı en kötü şey, Hilali akşam olacak buluşmadan önce sinirlendirmekti. Gerçi bunu çoktan başardıklarınında farkındaydı.

"Akıllı olun." Uzatmadı Hilal. Gelen kahvesini ve çilekli makaronlarını kendi önüne çekip yemeye başladı.

"Bir tane alsam." Tabağına uzanan eli geç olmadan fark etmişti Hilal. Kahve bardağının yanına iliştirdiği kaşığı alıp elini uzatan Yıldırımın parmak eklemine hızla vurmuştu.

"Sence verir miyim?" Arslan gülmeye başlarken Hilal tabağı alıp diğer tarafına bıraktı.

"Şu an yaptığınızdan anladığım, vermezsiniz." Şaşkınlıkla acıyan parmağını ovuştururken, gülen Arslan'a göz devirdi.

"Lan ben size dedim. Bu salak ne isterseniz verir. Ama özellikle çilekli olan makaronlarını vermez. Yıllardır aynı bok, birde sekiz taneden ne az ne fazla yer. Takıntısına tükürdüğüm. "Hakkında denilen hiçbir şeyi umursamadan tatlısını yiyip kahvesini içmeye devam etti.

"Makyaj yapması lazım değil mi?" İsmail ortaya attığı şeyden sonra Hilalden kendisine doğru uçacak herhangi bir şey için hızla Nurullah'ın arkasına saklanmıştı.

"Yapacağım zaten." Sinsice gülen kadın, hepsini korkutmuştu.

"Sakın. Yemin ederim seni hortumla bahçenin ortasında yıkarım." Herkes bu kez telaşla konuşan Arslan'a dönmüştü. "Bu salak okulda yarışmalara bile katılmıştı. Profesyonel olarak korku filmi makyajları yapıyor. Öyle iki kalemle göz boyamak değil. Allah'ın cezası, o şekilde adamın karşısına çıkarsa adam ülkeyi terk eder." Nurullah kahkaha atmaya başlarken Hilal de ona eşlik etmişti.

"Valla o sahne milyon izlenirdi."

"Dimi lan Nurullah. Bak benimle aynı kafada, zeki çocuk işte." Sahneyi kafasında canlandıran ikili kahkaha atmaya devam ederken Yalçında onların olduğu masaya ulaşmıştı.

"O anlaşılan yine saçma bir fikir atılmış ortaya sadece bu ikisi güldüğüne göre." Boş kalan iki sandalyeden birine oturup kendine bir çay söyledi. . Muhammed'le göz göze geldiğinde bıyık altı gülümsemesi, planlarının çok iyi gittiğini gösteriyordu.

"Bence çok oyalanmayalım. Daha akşam içtiması sonra toplantı var." İsmail yorgunlukla başını masaya yaslarken Hilal umursamadan kahvesini içmeye devam etmişti.

"Valla umurumda değil. Siz getirdiniz beni. Hatta Muhammed demişti galiba, maksat kaytarmak." Elini hepsinin yorgunluktan yamulmuş suratlarına yöneltmişti. "Hele tipinize bakın. Yamuldunuz iki saatte." Onların sinirle buruşan yüzlerini umursamadan bir tane daha makaronu alıp ısırmıştı. "Mhhh mükemmel." Çocuklar ona göz devirirken Yıldırım sinsice gülümsemeye başlamıştı.

"Bence damat lokum ya da çikolata değil. Bir tepsi çilekli makaron getirsin, istemeye gelince. Koskoca köyün ağası bir tarafı eksilmez." Hilalin suratı düşerken bu kez diğerleri gülmeye başlamıştı.

"Tabi tabi. Hatta çilekli olmasın bence. Söyleyelim bu kez de biz yeriz."

"Bok yersiniz. Yine başladınız. Koca benim koca. İstekte bulunan sizsiniz. Yok ya." Sinirle son kalan lokmasını ağzına atmıştı. Dipte kalan kahveyi de hızla içip ayağa kalkmıştı. "Gidiyorum."

"Ergen gel buraya. Bu kadar kayınçosu olacak. Yandı senin kocanda kocan." Arslan tekrar keyiflenirken Hilal sinirle çıkmıştı kapıdan.

"Ağa da ağa. Koca da koca. E artık ebesinin nikahı." Çok ilerlemesine gerek kalmadan çocuklarda ona yetişmişti.

"Tamam dalga geçmiyoruz. Sonra Ağa kocana şikâyet edersen bizde onunla kavga ederiz." Yalçın ellerini yeleğinin cebine sıkıştırıp Hilalden en uzak tarafa geçti. "Sonuçta altıya bir çokta adil olmaz." Bıyık altında gülerek kadının yanında ilerlemeye devam ettiler. Hilal daha fazla konuşmadı. Farkındaydı, o cevap verdikçe onların abartıyordu.

Karakola vardıklarında Hilal hiç beklemeden odasına gitmişti. Arkasından gülen çocukları umursamamıştı. Birde unuttuğu poşeti vardı.

"Unuttu valla. Ben hemen elbiseleri ayarlayıp poşeti ona veririm." Muhammed bileğine geçirdiği poşetle gitmeye hazırken Yıldırım önüne çıkmıştı.

"Çok beklersin prenses. Hemen git öt dimi. Sanki seni bilmiyoruz. Ver şu poşeti bana, akşama kadar komutana yaklaşma. Vallahi senin yüzünden bozulursa, çiğ çiğ yerim seni." Ellerini kaldırıp teslim olan Muhammed gülmeye başlamıştı.

"Adım çıkmış yediye inmez artık altıya."

"Ulan eşek. Onu bile yanlış söylüyorsun. Herkese laf yetiştireceğine aç bir kitap oku." Yalçın ona küçümseyici bir bakış attığında Muhammed omuz silkip ona orta parmağını göstermişti. "Şu yaptığını Hilal Yüzbaşı görse. Hele birde o kadar konuştuğu halde. Yemin ederim karakolu baştan sona yıkatır sana." Muhammed tekrar omuz silktiğinde Arslan göz devirip içeriye doğru ilerlemişti.

"İçtima için hazırlanın. Yıldırım sende elbiseyi hallet." Hepsi onu onaylayınca içeri girmişti.

"Valla akşam yatağa girsem bir daha beni hiç kimse kaldıramaz." İsmail isyanla konuşmaya başladığı anda hepsi ortalıktan yok olmuştu.

&&&

"Oyun oynama Asker!!!" Binbaşı Metinin sesi tam olarak karşı dağlardan duyuluyordu.

"Gezerken gülüyorsan. Sürünürken de güleceksin. Gülümse Asker!!!" Ses tonu o kadar sertti ki hepsinin dişleri ortaya çıkmıştı bir anda.

"Uyuma Asker. Uyuma." Bir saniyelik ara için duran kişi Hilaldi. Günün yorgunluğu ve stresi yüzünden berbat haldeydi zaten. Bir de üstüne eğitim için gönüllü olan kişi Metin Binbaşı olmuştu.

"Allah benim belamı versin sen gönüllü olursun diye sesim çıkmadı benim. Şu düştüğümüz hale bak" Yanından hızla sürünerek geçen Arslan'a isyanla küfür eder gibi konuşmuştu.

"Sus bela sus. Görecek şimdi."

"Sürünüyoruz. Onu görsün."

"Allah'ın adını veriyorum sus Hilal." Arslan onu geride bırakarak hızla sürünmeye devam ederken, arkasından gelen Yalçına sinirle bakmıştı.

"Yüzbaşı akşam beşik mi salladın? Geridesin, hızlan." Sızlanarak ilerlemeye devam eden Hilal, arada denk geldiği Arslan'a söylenip duruyordu. "Koşmaya başla Yüzbaşı."

"Yine mi ben ya?" Sinirle söylene söylene sürünmeyi bırakıp ayağa kalktı.

"Konuşuyorsun demek. Çenen için kuvvetin var ama sürünmek için yok." Yüzünün önünde öfkeyle bağıran adam yüzünden gözlerini sımsıkı kapatmıştı. "Sesini duymayayım. Koşmaya başla, yirmi beş tam tur."

"Komutanım..."

"Sesin çıkmasın dedim. Otuz tam tur. Hemen başla toplantıya yetiş." Hilal koşmaya başlarken söylenmeyi de ihmal etmiyordu.

"Sanki ben gelmesem o toplantıyı yapabileceksiniz de."

"Yüzbaşı duyuyorum. Otuz beş tam tur."

"Emredersiniz Komutanım." Yüz ifadesinde ki buruşukluğu bozmadan koşmaya devam etti.

Akşam yemeğinden yarım saat sonra koşmayı bitirmişti. Bedenini Zorlukla banyoya atarken, sonuna kadar açtığı suyun altında gözyaşlarını da serbest bıraktı.

"Canım acıyor." İki kelimeden sonra canı sanki mümkünmüş gibi daha çok acıdı. Dediği kelimeleri onaylamak istercesine vücudunun her yeri acımaya, acıyla birlikte bedeni bükülmeye başlamıştı. Ağlaması giderek şiddetleniyordu. Krize girmesi an meselesiydi ve ona bu haldeyken yardım edebilecek kimsenin olmadığını da biliyordu.

Duvardan aşağı kayarken, yavaş yavaş nefes almaya ve acısını unutmaya çalışıyordu. Bedeninin acısı içinde birikmiş diğer tüm acıları dışa vuruyordu. Uzun süredir ailesinden haber alamaması. Kısa kısa mesajlarla iyi olduğunu bilmeleri onlara yetiyordu. Kardeşini sınava hazırlandığı için kendi isteğiyle rahatsız etmiyordu. Ama o evde ona tek değer veren kişinin o olduğunu bildiği için özlüyordu. Annesiyle kısa mesajlaşmalar. Babasıyla ise hiç konuşmuyordu. Bunlar ise kendi isteği dışında oluşmuştu. Mesleğe başladıktan sonra babasını aradığı her seferinde telefon meşgule düşmüştü. Annesi ise o her aradığında işim var mesaj at demişti. Buna alışana kadar o telefonun hiç açılmayacağını anlaması gerekiyordu. Annesinin sesini bir daha hiç duymayacağını da. Sonunda ikisinden de umudunu kesmişti. Ama o umudu keserken bile hala içinde umut vardı.

Şimdi ise belki de gerçekten bir şeyler hissediyordu. Ve hissettiği duygunun aşk olduğunu da biliyordu. Levent'e karşı başlayan hayranlığını ona kötü davranarak gizlemeye çalışmıştı. Ama ona en başından beri hayran ve tutuk olduğunu anlaması geç olmamıştı. Yıllarca korktuğu, çekindiği, kabuslarında yer edinen sesin sahibi aslında sevdiği âşık olduğu adamdı. O sesten neden yıllarca korktuğunu bile bilmiyordu. Yüzü olmayan bir adamdan duyduğu içindi belki de. Ya da en başından beri o sesin onu heyecanlandırması korkutmuştu. Uykuya her teslim olduğunda kulağında yankılanan sesi tekrar duydu.

"Haziran zambağım"

Titremeye başladığını hissedince banyodan çıkıp hızla giyindi. Aynaya baktığında gördüğü kadına gülümseyip, hemen ardından odasından çıktı. Toplantı yapacakları odaya vardığında, ilk gelenin kendisi olduğunu fark etti. Küçük masanın etrafında ki sandalyelerden birine oturup beklemeye başladı. Çok geçmeden en son Albay olmak üzere hepsi gelmişti.

"Bu toplantının ne için olduğunu arkadaşlarına anlattın mı Hilal?"

"Hayır Albayım. Hepsi burada öğrenecek." Suçluluk hissetmedi. Anlatsaydı tüm gün peşinde dolanıp onu rahat bırakmazlardı. Ve anlaşılan bugünden sonra tamda istemediği gibi olacaktı.

"Kâğıt yanında mı? "Başını sallayan Hilal hemen kamuflajın cebine sıkıştırdığı, dörde katladığı kâğıdı açıp masanın ortasına bıraktı. Arslan eline aldığı baktıktan sonra diğerlerinde bakması için uzattı. Kâğıt elden ele dolandıktan sonra Hilalin bıraktığı yere geri bırakıldı.

"Dün gelen köyün ağası verdi bunu. Binbaşı Metinde olduğu gibi odasında bulmuş. Ama bu kez bunu koyanın kim olduğunu biliyoruz. Yengesi Asiye. Odasına giden gizli geçitte görmüş onu. Yengesi neredeyse on yıldır dışarı adımını atmıyormuş, onun bildiği kadarıyla. Aslında garip olan, sırada ki hedefin ben olması." Albay başını sallarken Hilal arkasına yaslandı. Diğer kalan herkes birbirlerine bakarken son ve ilk gelen mektuptan sonra olanları hatırladılar.

"Ne yani. Şu an hedefleri Hilal Yüzbaşıyı öldürmek mi?" Nurullah kocaman açtığı gözlerini herkesin üzerinde gezdirirken Hilalin göz devirmesi sonrası yerine sinmişti.

"Şuna bir açıklık getirelim. Hilal bize gelip Asiye'nin kökeninin Arap olduğunu söylediğinde birkaç araştırma yapılmasını istedim. Araştırmalar bizi Suudi Arabistan'da bulunan Riyad Türkiye Konsolosluğuna kadar götürdü. Şansıma bizimle bilgileri paylaşmak için hevesliydiler. Asiye yani asıl ismi Ashyie. Emir El-Roşan denilen adamın öz yeğeni." Ortamda çıt çıkmazken Hilal sıkıntıyla öne doğru eğilip masanın ortasında olan kâğıdı aldı. Adının her kelimesini inceledi.

"Asiye, kız kardeşi ve ağayı evlendirmek istiyor."

"Senin neden hedef olduğun belli oluyor." Arslan onun elinde duran kâğıdı alıp aynı yerine bıraktı. Kendine gelen kadın daldığını o an anlamıştı. Tekrar arkasına yaslanıp derin bir nefes aldı. "Asıl sorun Ağanın bunu bilip bilmediği."

"Haklısın Yüzbaşı. Bu adam hala bir soru işareti sayılır." Binbaşı Metin kollarını masaya yaslayıp Albaya döndü.

"Ben o anlamda demedim Binbaşım." Arslan sinirle konuşurken herkes ona dönmüştü. "İma ettiğim şey bu adam ve kadın yıllardır aynı yerdeler. Ki kız kardeşi de aynı köyde. İsteseydi şimdiye ikisi çoktan evlenmiş hatta çocukları bile olmuştu. Ama gelin görün ki, köyün ağası dün Yüzbaşı Hilale ilanı aşk etti. Yetmedi bu akşam özel olarak görüşmek için anlaştılar." Arslan her şeyi peş peşe anlatırken Hilal masanın bir başka köşesinde kızarıyordu. "Anlaşılan ağanın pekte istemediği bir durum. Asıl sorum şu. Kocasının ne durumda olduğu belli. Ağalık yapacak halde değil. Eğer Levent olmasaydı hanım ağa olacaktı. Asiye neden ağayı ortadan kaldırmak yerine kız kardeşiyle evlendirmek istiyor?" Arslan'ın ortaya attığı şey sonrası hepsi merakla Hilale dönmüştü.

"Yüzbaşı Kara sana verdiğim görevi ne yaptın?" Zorlukla yutkunan kadın Binbaşıya doğru çevirdiğini başını salladı.

"Komutanım ben uzun süredir Nihal'i görmüyorum. O yüzden onunla samimiyet kuramadım." Başını sinirle sallayan adam, göz devirip Komutanına döndü.

"Aralarında nasıl bir ilişki olduğunu öğrenmemiz lazım. Ağanın nasıl birini olduğunu öğrenmek için bu akşam ki yemeği kullanabiliriz. Ve Nihal içinde araştırma yapmayı öneriyorum. Sonuçta o da öz yeğeni oluyor. Bir şeyler bildiğinden eminim." Herkes Metin Binbaşıyı onaylarken. Bakışlar tekrar Hilali bulmuştu.

"Yemin ederim bilmiyorum. Bir kere onları samimi bir şekilde gördüm ama ağa onun yanlış anlaşılma olduğunu söyledi." Başını sallayan komutanlarına merakla baktı. Albay söze başlarken beyninden vurulmuşa dönmüştü.

"Tuğgeneral ile iletişime geçeceğim. Eğer ki planımı kabul ederse, o eve gireceksin Hilal Yüzbaşı. Köyün ağasının karısı olarak. Tabi bu anlaşmalı bir evlilik olacak ama bunu ağada bilmeyecek." Hilal oturduğu yerden hızla kalkarken diğerleri de onu takip etmişti.

"Ama o bilmezse benimle gerçek bir evlilik yaptığını sanacak. Ve nasıl istekleri olacağını tahmin ediyorsunuz." Albay oturmasını işaret edince istemese de oturmuştu.

"O senin isteğin. Eğer ki istemezsen onu engelleyecek ilaçları sana sağlarız. Ama ne olursa olsun çocuk sahibi olamazsın." Hilal konunun bu kadar hızlı ilerlemesinden dolayı ne hissedeceğini bile bilmiyordu. Oturduğu yerde kalmıştı. Onlar konuşmaya devam ederken bu planın devreye girmemesi için dua etti.

"Yüzbaşı Hilal. O eve girmen lazım. Başka çaremiz yok." Binbaşı tekrar konuşurken Hilal dalgınlığından sıyrılmıştı.

"Komutanım. Çok ciddi bir şey. Üstelik o evde başıma her şey gelebilir. Kurtla, aslanı aynı yere koymak yaptığınız." Derin bir sessizlikten sonra ilk konuşan Yıldırım olmuştu.

"Nihal öğretmenle ben samimiyet kurabilirim. Böylece evliliğe gerek kalmadan bitirebiliriz her şeyi." O lafını bitirdiği gibi ilk karşı çıkan Arslan olmuştu.

"Olmaz." Tüm gözler bu kez onu bulurken komutanları dışında herkes neden karşı çıktığını biliyordu.

"Neden Yüzbaşı." Metin binbaşı sinirle kardeşine dönerken. Arslan onun yüzüne dahi bakmadan Albaya bakarak konuşmuştu.

"Yıldırım öğretmenden ilk başlarda hoşlanmıştı. Görevine kendini vereceğinden emin değilim. Duyguları yüzünden her şey mahvolabilir." Komutanları şaşkınlıkla Yıldırma dönerken o mahcup bir ifadeyle başını eğmişti.

"Evet Yüzbaşım haklı. Bunu düşünemedim biran." Yıldırım başını kaldırmadan konuşmuş. Ardından müsaade isteyerek toplantı odasından ayrılmıştı. Çocuklar bir süre kapanan kapının ardından bakmışlardı. Albay tekrar söze başlayınca önlerine dönmüşlerdi.

"Köyün ağasının Yüzbaşı Karaya karşı olan ilgisi açıkça belli. Ve bildiğimiz bir şey var ki. O eve girmeden aynı yerimizde saymaya devam edeceğiz." Albay sıkıntıyla arkasına yaslanırken Hilal topun kendinde patlamasından dolayı ağlayacak haldeydi. "Yüzbaşı Kara seninle şu an bir baba gibi konuşacağım ve beni o ciddiyetle dinle. Biz bu vatanın evladıyız. Ve bu vatan bize emanet. Kanımızın son damlasına kadar bu vatanı korumak için yemin ettik. Aşkla ve cesurca yaşıyoruz. Cesur olmalıyız. Cesur değilsen zaten o üstündeki Üniformayı hemen çıkar. Âşık olmalıyız ki, sıkı sıkı bağlanabilelim bu vatana, o omuzlarımızda olan armaya. Hilal gerekirse can vereceğimiz bu vatan için senden o adamla evlenmeni isteyeceğiz beklide." Yaşlı adam derin bir nefes alarak tekrar konuşmak için hazırlandı. "Sana bu en önemli görevde ihtiyacımız var. Ve bu senin bu hayatta ki en önemli görevin olacak. Kendini kanıtlaman için son fırsat." Hilal komutanına korkuyla ve üzüntü dolu bir ifadeyle bakarken adam başka bir şey demeden odadan çıkmıştı. Herkes oda tek terk ederken Hilal acı dolu gerçekle baş başa kalmıştı. Evlenmekten başka çaresi yoktu. Son kez derin bir nefes alıp akşam hazırlanmak için ayrıldı toplantı odasından.

Asıl kıyamet belki de şimdi başlıyordu. Bir tarafta görevi için âşık olduğu adamla anlaşmalı bir evlilik yapmak zorunda olan bir kadın. Diğer tarafta ablasının hayatı için sevmediğini anladığı ve onu sevmeyen bir adamla evlenmek için her yolu deneyecek bir kadın.

Savaş mı dersiniz?

Kıyamet mi?

Bence bu savaşta kıyamet gibi bir ölüm de olacak.

.............................

......................................

......................................................

İki bölüm bir arada oldu. Umarım seversiniz.

Görüşmek üzere.

 

Loading...
0%