28. Bölüm

-27-

Mizginsain98
mizginsain98

Merhabalar bölümü hemen getirmeye çalıştım. Umarım severiniz.

..................

.............................

 

Altı çeşit aşk vardır.

Ama en çok iki tanesi bilinir.

Tutkulu ve sahiplenici aşk.

Hilal gözlerini sıkıca kapatarak derin bir nefes daha aldı. Masaya oturduğu andan beri bunu binlerce kez yapmıştı üstelik.

"Cidden gözlerimi alamıyorum senden." Adamın hayranlık dolu sesi Hilalin zorlukla yutkunmasına neden olmuştu. Bu duyduğu belki de kırkıncı iltifattı ve her birinde sadece gülümsemişti.

"Allah razı olsun." Adam duyduğu şeye gülmemek için zorlanırken, Hilal göz devirip başını eğdi. "Teşekkür ederim yani." Başını kaldırmadan mırıldanmış, oturduğu sandalyede daha fazla kaybolmaya çalışmıştı. Ortam o kadar sessizdi ki adamın dudakları arasından kaçırdığı ufacık sesleri bile rahatlıkla duyuyordu.

"Ne demek. Zorda olsa en azından baş başa kaldık." Zorlukla sırıtan Hilal son birkaç saatte olan şeyleri asla unutmayacağını biliyordu.

"Bizimkiler öyle bir yazı bulunduğu için, beni artık göz önünden ayırmıyorlar. Malum Binbaşım ve Arslan'ın başına gelenlerde var." Başını sallayan Levent hafif bir gülümsemeyle beraber masadan aldığı bardağı havaya kaldırdı.

"O zaman ne olursa olsun burada olmamızın şerefine." Hilal onun yaptığı gibi ayran dolu bardağı kaldırıp gülümsedi.

"Peki." Onun gibi hafif bir gülümsemeyle beraber bardakları da birleşmiş, ortamı ufak bir çınlamaya teslim etmişti. Hilal bardakta ki ayranı içmeden masaya geri bırakmıştı. Aklı karakolun içine hapsedilmiş halde duran askerlerdeydi. Nöbet tutanlar dışında görüş alanlarında ve çevresin de kimse yoktu.

"Komiklerdi ama." Levent'in dediği kelimelerle gülmeleri bir olmuştu.

"Unutmaya çalışıyordum." Hilal tekrar aklına dolanlar yüzünden kahkahasını tutamamıştı.

"Seni çok seviyorlar." Hilal gülümseyip tüm günü tekrar hatırladı. Son saatlerde başı o kadar ağrımıştı ki. Üst üste içtiği iki ağrı kesici zar zor etki etmişti. Odasına gittiğinde gördüğü elbiseye sadece göz devirmiş sonrada giymişti. Başına o kadar çok dert açılmıştı ki, o an bir elbiseyi hiç umursamamıştı. Üstüne ağa onu almaya geldiğinde, bu kez de gitmesine izin vermemişlerdi. Hayatının tehlikede olduğuna dair uzun bir tartışma çıkmıştı. Sonunda ilk pes eden Levent olmuştu. Teklif edildiği gibi bahçedeki çardak ayarlanmıştı. Levent hazırlattığı tüm yemeklerin çiftlik yerine buraya gelmesi için aramalar yapmıştı. Ve çok geçmeden tam istediği gibi olmasada, günü kurtaracak bir masa hazırlanmıştı çardakta.

"Bende seviyorum onları. Delirtmedikleri sürece aslında." Gülüşlerini yukarı kaldırdıkları bardakları gizlemişti. Hilal içten güldüğünü fark edince silkelenip daha dik oturdu yerinde. "Köy ne alemde?" Çok saçma bir şey sorduğunu fark etsede susup cevap bekledi.

"Ne alemde olsun. Yuvarlanıyor kendi halinde." Saçma sorunun, saçma cevabı. Birbirlerine bir süre baktıktan sonra sessizlik içinde uzun süre daha oturdular. İkisi de ne diyeceğini bilmiyordu. Hilalin aklı zaten toplantıda söylenen şeyler yüzünden allak bullak olmuştu. Ve hala doğru düzgün dikkatini karşısındaki adama veremiyordu. Levent ise bu buluşmanın böyle gergin geçmesini beklemiyordu. Karakola geldiğinden beri diken üstündeydi. Ne kadar belli etmese de stresten sırtı terlemekten göle dönmüştü. Üstüne üstlük bir yerlerden izlendiğine dair bir şüphesi de vardı. Bu da onun rahat olmasını tamamen gölgede bırakıyordu.

"Güzel. Ne güzel." Giderek battıklarının ikiside farkındaydı. Ama bu durumdan nasıl çıkacaklarını bile bilmiyorlardı. Hilal sıkıntıyla derin bir nefes alıp başını sol tarafına çevirmişti. Karanlığa gömülmüş dağlara bakarken karşısında oturan adamında onu dikkatle izlediğini hissediyordu. Yüzünde oluşan sırıtışı engelleyememişti. Adama dönüp hafif bir öksürük sonrası isyanla konuşmuştu. "Bakışlarınız çok rahatsız ediyor." Dediği kelimeleri gülüşünün içtenliği çürütüyordu. Adam onun nazını hemen alıp yumuşayan ortam sayesinde de derin bir nefes almıştı.

"Güzelliğiniz kadar hiçbir şey rahatsız edici değil." Kadının kaşları çatılırken iltifatı anlaması birkaç saniye sürmüştü. Anladığında ise kızaran yanaklarını yine başını eğerek gizlemeye çalışmıştı. "Cidden sizi her gün görmeyince günüm kötü geçiyor." Hilal başını hızla kaldırıp ona gülümseyen adama hayretle baktı.

"Abartıyorsunuz sanırım." Adam kadından bir hakaret işitmiş gibi geri çekilmişti.

"Asla, size karşı söylediğim hiçbir şey abartı değil. Tam tersine dile getiremediğim o kadar çok duyguyla doluyum ki." Hilal şaşkınlıkla açtığı gözlerini başını sallayarak düzeltti. "Buraya her gün gelmemin başka açıklaması yok." Levent cümlesini bitirmeden kadının aklı o gün gördüğü sahneyle çalkalanamaya başlamıştı. Öpüşen çift çok net bir şekilde gözünün önündeydi. Levent onun düşen modunu fark etmişti. Ama nerede yanlış yaptığını bilmiyordu.

"Evet biliyorum. Nihal öğretmenle olan yakınlığınızın diğer sebebi. Sürekli buralarda olmanız mesela." Sinirle söylenip arkasına yaslanırken masada ki su bardağını eline aldı. Sinirle bardağı boşaltırken boğazına kaçan su yüzünden birkaç kez öksürmüştü.

"Ha evet birde o konu var. Açıklığa kavuşturmam lazım." Levent keyifle ayranını içip tabağında ki börekten bir ısırık aldı. Hilal onun konuşmasını beklerken. Levent ağzında ki lokmayı yavaş hareketlerle çiğnemeye devam ediyordu. Sabrının sınandığını fark eden Hilal sinirle sırıtmıştı. Ama susup arkasına yaslandı. Başını sinirle salladıktan sonra adamın yaptığı gibi yemeğine odaklanmıştı.

"Afiyet olsun." Gülümsemeye devam ederken yemeğini büyük bir iştahla yemeye başlamıştı. Levent ona başını sallarken onun umursamaz tavrı bu kez onun sinirini bozmuştu.

"Şu an gırtlağıma yapışıp hemen anlat demeniz gerekirdi." Bardağını bırakırken isyanla konuşmuştu. Hilal ona bakmadan omuz silkmiş yemeğine devam etmişti. Bu tavrı Levent'i daha da sinirlendirmiş ve hayal kırıklığına uğratmıştı.

"Sonuçta sizin özel hayatınız." Hilal son lokmasını yutmuştu. Levent sinirle ayağa kalkarken, kadının kayan gözlerini görünce aynı hızla geri oturmuştu. "Abartı tepkiler vermeyin. Tahminim doğruysa izliyorlardır bizi." Kadının dediği şeyden sonra istemsiz bir şekilde etrafı kolaçan etmişti. Ama herhangi bir hareket görmemişti. "İstesen bile göremezsin onları. Eğer dinlemek istiyorlarsa bir anda tependeki ağaçtan bile sarkabilirler." Hızla başını kaldırıp ağacı incelemişti Levent, ama yine bir şey görememişti.

"Neyse Komutan. Yüzbaşı falan her neyse açık olayım. Benim tek özelim sizsiniz. Sonuna kadarda öyle kalması tercihim. Hem özelim hem her şeyim siz olmalısınız." Hilal dudaklarına bastırdığı peçeteyle kalakalmıştı. Gözleri adamın gözlerinde ne diyeceğini bilemez halde duruyordu. "Komutan, Yüzbaşı benbu hitapları sana söylerim. Ama gönlümden geçen tek şey sana -Karım- demek." Elinden düşen peçeteye baktı önce, ardından beyninin içinde dönüp duran -Karım- lafını söyleyen adama döndü. "Ve evet o gün Nihal'le bir temasımız oldu. Ama sen neyi gördüysen yanlış gördün birkaç saniyelik bir şeydi. Bir anda dudaklarıma yapışınca ne yapacağımı bile bilemedim. Üstelik o da yaptığından dolayı pişman. Hep yengem yüzünden bunları yapıyordu." adamın son söylediği şeyleri duymuyordu, beyninin içinde hala -Karım- kelimesi fink atıyordu.

"Karım mı?" Bir anlık aydınlanma sonrası adama öfkeyle bakmaya başladı. "Ne karısı lan?" Levent üzerine doğru gelen yumruğu son anda tutarken kadın söylenmeye başlamıştı.

"Ya lütfen sakin olur musun?" Hilal bileğini çekip, öfkeli gözlerle adamı süzerken arkasına yaslandı. "Kaç ay oldu bir zahmet duygularımdan ve niyetimden emin olayım. Ben size en başında dedim. İlk görüşte aşka inanıyorum diye. Çünkü sizi gördüğüm ilk anda size takıldım. Kusura bakma Komutan Hanım, âşık oldum diye karışamazsın. Bu ülkede herkes özgür, seveceğim insan seni ilgilendirmez."

"Ya sevdiğin insan benim. Nasıl beni ilgilendirmez?" Hayal kırıklığıyla omuz silken Levent arkasına yaslandı. Duygularından bahsedince bu kadar tepki beklemiyordu. Hadi zaten daha dün demişti seviyorum diye. Orada Hilal bir şey dememişti ve Levent olumlu düşünmüştü. Ama anlaşılan yanlış düşünmüştü her şeyi.

"Sana bir kere soracağım o zaman. Eğer ki olumsuz bir mimik bile yaparsan giderim. Bir dahada seni asla rahatsız etmem." Hilal sakinleşirken adamın diyeceği şeyi merakla bekledi. "Bana karşı hiçbir duygu beslemiyor musun?" Hilal şaşkınlığını ve diğer tüm duygularını gizlemek için başını eğdi. "Nefret demiyorum. Sevgiye dair bir duygu." Saçlarının sayesinde Levent yüzünü görmüyordu ama diyecek bir şeyde bulamıyordu. Kucağın da bağladığı ellerine bakarken kafasının içinde kaybolmuş gibiydi. Ama kendine uzun süredir itirafını yaptığı bir şey vardı o da bu adamı kesinlikle sevdiğiydi. Ve Levent'in sesinden, yüzünden anlamıştı. Eğer ki bugün olumsuz bir şekilde buradan ayrılırsa, bir daha asla bu konular açılmazdı. Hatta korktuğu başına gelecek ve onu bir daha asla göremeyecekti. Birkaç dakika boyunca sessizlik içinde düşünmüştü. İçinde heyecanla kıpırdayan bir şey hissedince gülümseyerek başını kaldırmıştı. Ama etrafta kimse yoktu. Beyni ona oyun oynamaya başlarken uyanması gerektiğine dair sinyaller veriyordu.

Rüyada mıydı?

Hayır. Dakikalardır burada karşılıklı oturduğu bir adam vardı.

Peki beyni neden ona oyun oynamaya başlıyordu?

Zorlukla bir nefes alırken, her şeyin gerçek olduğuna inanmak ve bu kez kötü düşüncelerine teslim olmamak için silkelendi.

"Ağa?" Sesi mırıltı gibi çıkmıştı gülümsemesi bozulurken, içinde kıpırdanmaya başlayan şey yerle bir olmuştu. Midesinin kasıldığını hissederken hızla ayağa kalktı. "Ağa..." İlk baştakine göre daha gür bir sesle bağırdı. Ama yine cevapsız kalmıştı çağrısı. Hızlı hareketlerle çardaktan çıkıp karakolun önüne doğru ilerledi. Boşlukta gezdirdiği gözleri arabasına doğru ilerleyen adamı görünce kısılmıştı. "Ağa!!!" Sesi bu kez boğazını acıtacak kadar tiz ve yüksek çıkmıştı.

Omuzları çökmüş halde ilerleyen adam kadının sesini duyduğu gibi hızla arkasına dönmüştü. Üzerine doğru koşarak gelen kadına ne tepki vereceğini bilmezken onun ateş saçan gözlerini görünce birkaç adım daha geri gitmişti. "Komutan..." Cümlesi yanağında patlayan tokatla kesilmişti. Sola düşen başını düzeltirken kadının öfkesine hazırlanmıştı.

"Ya sen ne lanet bir adamsın." Göğsünden ittiren kadına direnmeden geriye doğru sendelemişti. "Bana bir soru sorup nasıl arkanı döner gidersin? Senin derdin ne be adam?" Levent her darbede geriye sendelerken karakoldan çıkan adamlara kaydı gözü. Kadın o kadar yüksek sesle bağırmıştı ki herkes ortalığa dökülmüştü. Gözleri sola kayınca okuldan çıkan Nihali'de görmüştü. Herkes bir film izler haldeydi ve baş rolde de kesinlikle ikisi vardı. "Bana sorular sorup hemen ardından nasıl kaçarsın?" Bir darbe daha almıştı göğsüne ve iki adım gerilemişti. Bu şekilde susarak sabaha kadar kadının onu hırpalayacağı açıktı. Ama sabrı kalmıyordu, herkes tarafından izleniyorlardı.

"Komutan." Tekrar üzerine gelecek darbeyi kadına sarılarak durdurdu. Onun bu hamlesi herkesi şaşkınlığa uğratırken adam omzunda hissettiği gözyaşları ile kadına daha sıkı sarıldı. Bir hata yaptığını fark etti. Kadının uzun süre sessiz kalmasını olumsuz olarak görmüş ve onu rahatsız etmek istemediği için sessizce ayrılmıştı oradan. Ve bu hayatında yaptığı en aptalca şeyler listesinde ilk ona girmişti.

"Sen neden bu kadar aptal bir adamsın." Kadının kelimelerine gülümsemiş ona daha sıkı sarılmıştı. "Neden beni dinlemeden gidiyorsun. Seni göremeyince neler hissettim biliyor musun?" Başını adamın omzuna biraz daha bastırırken neden ağladığını bile çözemiyordu. "Neden beni dinlemiyorsun? Neden cevabımı beklemeden gidiyorsun?" Adamın kolları arasında hareket edemiyordu ama burnuna dolan kokusu yüzünden hiç şikâyetçide değildi. Uzun süredir bu kadar yakınlaşmadıkları içinde kendini adamın kollarında huzurlu hissediyordu.

"Komutan..." Onun seslenmelerine aldırış etmeyen kadın, zorlukla kollarını kaldırıp adama sıkıca sarıldı. Onunda karşılık vermesi yüzünden adam sızlayan burnunu yok sayıp kadının çıplak omzunu öptü.

"Seni şu an öldürebilirim ağa bozuntusu." Adam gülümserken onun omzuna ve boyun bitişini öpücükleriyle işaretlemeye devam etti.

"Bende seni seviyorum Komutanım."

"Bende." diyebildi sadece. Arkadan yükselen ıslık ve alkışlara karşılık birbirlerinden biraz ayrılarak gülümsediler.

"E yatağa geçelim mi artık?" Hilal şaşkınlıkla Levent'e dönerken o bastırmaya çalıştığı gülüşünü serbest bırakmıştı.

"Seni kırk parçaya bölmemi istiyorsun galiba."

"Şaka şaka. Gül diye." Hilal ona göz devirirken kendilerine doğru gelen ekibine gülümsedi. Levent'in ağzının içinde gevelediği şeyleri duysa bile tepki vermedi. "Gerçi her şakanın altında bir gerçeklik vardır."

"Komutanım. Gelin olmuş gidiyorsunuz." Sesi titreyen Nurullah hepsinin göz devirmesine neden olurken sessiz ortamda Levent'in kelimesi sonrası Hilal dışında herkes gülmüştü.

"İnşallah." Hilal adama göz devirmişti. "Ne? Valla bizde gelin çok bekletilmez. Söz, nişan, kına ve düğün bir sene içinde olur." O telefonunu çıkarıp takvimi açarken Hilal sol elini alnına vurmuştu.

"Ağa!!!" Uyarı dolu ses tonu adamı hiç etkilememişti. Adam yanına gelen İsmail ve Yıldırımla beraber tarihleri konuşurken Hilal ona gülümseyerek bakan Arslan'ın yanına gitmişti.

"Sesini duyunca bir cinayeti ortadan kaldırmak için çıkmıştık dışarıya. Şahit olduğumuz şeye bak." Kadına biraz daha yaklaşıp kısık sesle konuştu. "Bunun Albayın planıyla bir alakası yok değil mi? İlk kez duygularına yenildin. "Arslan başını olumlu anlamda sallayan kadının omzuna sarılınca Nurullah'ta hemen onları kolları arasına almıştı.

"Kocaman ekip sarılmasıııı!!!" Onun bağırışı sonrası hepsi kucaklaşmaya dahil olurken Hilal ortalarında çığlık atmaya başlarken Levent onun bu haline gülüyordu.

"Başlarım kocaman sarılmanıza. Ayrılın lan ölüyorum." Onun isyanları hiçbir işe yaramamıştı. Sonunda levent onu aralarından kurtarana kadar onu bırakmadılar.

"Lütfen beyler. Muhtemel karımı artık alayım. Yoksa hepinizi mahvedecek." Levent'in kolları arasında hepsine ters bakışlar atarken onu çok iyi özetleyen adama bakıp gülümsemişti.

"Tanıyorsun beni."

"Hemde çok iyi. Muhtemel karıcım." Hilal yeni unvanına kahkaha atarken tüm sahneyi izleyen başka bir kadın, mutluluk ve kindarlık arasında ki duygularda kalakalmıştı. İçinde büyüyen sıkıntıyla beraber okulun arkasına ilerlemişti. Elinde ki telefondan son aradığı kişiyi tekrar ararken, ikinci çalışta açılmıştı telefon.

"Sevgili oldular. Hatta sevgiliden ileri gibiler. Düğün kutlaması yapar haldeler."

"Lanet olsun sana. Bunu bile beceremedin." Telefonun diğer ucundan duyduğu hakaretlere aldırış etmeden bağırarak susturmuştu.

"Kapa çeneni. Ben ne yapacağımı biliyorum. Sadece lanet olası çeneni kapatıp bana bir kere güven. Sırtıma attığın ağırlığın farkında değilmiş gibi üzerime gelmeye devam ediyorsun. Gerekirse Komutan kadın ölecek. Ama asla birlikte olmayacaklar. Sana ne kadar kırgın olsamda beni ne kadar mahvetsen de senide kaybedemem." Telefonun diğer ucunda ki kadının gülümsemesinin kıkırtısı kulaklarına kadar ulaşmıştı. Sinirle derin bir nefes alıp telefonu kapattı. Tekrar ön tarafa ilerlerken ortalıkta ki herkesin dağıldığını görmüştü. Askerler karakola girerken, yeni çift karakolun arkasına ilerlemiş eski yerlerine tekrar oturmuşlardı.

Bu kez karşılıklı değil yan yana oturmuşlardı. Hilal sırtını Levent'in göğsüne yaslarken beline sarılan eli kendi eliyle kenetlemişti. Levent'in baş parmağı kadının bileğini okşarken Hilal sıkıntıyla derin bir nefes aldı.

"Neden huzursuzsun?" Levent göğsüne yaslanan kadının sıkıntıyla aldığı nefesleri fark etmişti. Onun neden huzursuz olduğu çok açıktı ama sessizlikten sıkıldığı ve kadını birazda olsa bu konuda rahatlatmak için bu konuşmayı yapma gereksinimi duymuştu.

"Bilmiyorum. İçimi kemiren duygular var. Ama ne için olduğunu söyleyemiyorum. His sadece." Başını sallayan adam, kadının saçlarını soluna çekip omuzlarına tekrar birkaç tane öpücük bırakmıştı. "Doymuyor musun sen?" Alayla konuşmuştu, adamdan uzaklaşmak istediğinde Levent onu belinden yakalayıp kendinden uzaklaşmasını engellemişti.

"Komutan Hanım. Şu yakınlık için aylardır can çekişiyorum. Ne doyması, ölene kadar yiyip bitireceğim sizi." Hilal gülüşünü bastırıp başını çevirerek ona baktı.

"Ayıp ayıp daha sevgiliyiz ne bu samimiyet." Levent duyduğu şeylerden sonra kahkaha atarken kadını çenesinden tutup kendi yüzüne bakması için sabitledi. Birkaç saniye gözlerine baktıktan sonra kadının dudaklarında kalmıştı.

"Hatta yemeye şimdi başlayabilirim." Sinsi gülüşü Hilalin kahkaha atmasına neden olurken, Levent fırsatı kaçırmadan kadının üst dudağını kendi dudakları arasına hapsetmişti. Boğazında tıkanan kahkahasının yerini alan ateşle birlikte Hilal yaslandığı bedene daha fazla sokulmuştu. Levent hissettiği sıcaklıkla bir saniyelik ara vermişti. "Demek ki biri bu anı bekliyordu." Adamın bir anlık duraklamada söyledikleri kadının sırıtmasına neden olurken, bu kez Hilal beklemeden adamın alt dudağına doğru uzanmıştı. İtiraz etmeden kadına istediğini veren Levent istenilmenin verdiği zevkle kadını belinden tutup kendine daha fazla çekmişti. Dudaklarının dansına dilleri eşlik etmeye başlarken Hilal durumun giderek raydan çıktığının farkındaydı ama duramayacak kadar iyi hissediyordu.

"Hop hop aile var burada." Duvarların ardından gelen ses ikisini birbirlerinden koparırken şaşkınlıktan gülmeye başlamışlardı.

"Ortamı tutturamadık. Sana dedim yatağa geçelim diye." Karnına vuran kadın ona ters bir bakıştan sonra adamdan uzaklaşıp ayağa kalktı. "Vurduğun yer yeşillenir Komutanım." Kendi yerine geçip otururken adamın dediği şeyden sonra tekrar yüzü gülmüştü.

"Ağzın çok iyi laf yapıyor."

"Valla sizi görünce dökülüyor dilimden." Hilalin yüzünde tekrar geniş bir gülümseme yer alırken masaya baktı.

"Bunların da hepsi kaldı."

"Biz yeriz..." Duvarların ardından tekrar yükselen sesle Hilal çığlık atmıştı.

"Gelin yanımıza bari. Ayıp oluyor bir duvar uzakta."

"Yok komutanım. Rahatsızlık vermeyelim." Duvarın ardından gelen gülüşme seslerinden sonra Hilal sinirle derin bir nefes alıp hızla ayağa kalkmıştı. Levent'i elinden tutup peşinden sürüklerken duvarın ardındakilerine fark edilmeden karakolun tam arkasına geçtiler.

"Burada dinleyemezler bizi."

"Emin misin? Dinlemek isterlerse her yolu bulurlar demiştin."

"Buraya da gelirlerse cezayı hak edecekler artık." Kadını kendine çekip beline sarıldı. "Biraz mesafe." Sinirli bir tonda konuşsa da halinden hiç şikayetçi değildi. Levent onu omzundan kendine çekerken daha sıkı sarıldı.

"Mesafe diye bir şey yok artık. Her gün buradayım, sürekli dibindeyim." Kadının dudaklarına sert bir öpücük bırakıp kendi bedenine daha fazla yaklaştırdı. "Üşümüyorsun değil mi?" Başını olumsuzca sallayıp adama daha fazla sokuldu. "Ateşim ikimize yetiyordur gerçi." Pis sırıtışı Hilalin kolunu çimdiklemesi yüzünden dahada büyümüştü.

"Çenen çok açıldı."

"Niye şikayetçi misin?"

"Asla... O çenen o kadar çalışmasaydı ve beni sürekli delirtmeseydin, ben ne yapardım?" Levent onun alayla konuşmasına kahkaha atmıştı.

"Bana yaşattıklarını unutmadın umarım." Hilal omuz silkince, dudak büzüp kadının çenesini sıkmıştı. "Lütfen evlenince bu huyundan vazgeçme. Öyle yaptığında çok ateşli oluyorsun."

"Aaa valla dayak istiyorsun."

"Senden gelecek her şeye razıyım. Karım. Benim karım." Onları her adımlarında izleyen kadını fark etmediler. Nihal saklandığı ağacın arkasından ikilinin tüm özel anlarına şahit olurken içinde büyüyen pişmanlığı yok saymaya çalıştı. Ablası için her şeyi yapmaya hazırdı. Ve yaptığı her şey yüzünden yaşayacağı pişmanlıklara da kendini hazırlamıştı. Hepsinin tek bir mazereti vardı.

Ablası.

Telefonunu çıkarıp zorlukla onları çekerken ellerinin titrediğinin bile farkında değildi. Onlar dakikalar sonra oradan ayrılınca saklandığı ağacın arkasından çıkmıştı. Derin bir nefes alıp telefonu cebine yerleştirirken duyduğu hışırtılar sonrası donmuştu.

"Nihal öğretmen?" Kendisine seslenen adama dönünce korkuyla bir nefes aldı. "İyi misiniz?" Adamın sakin sesinden sonra rahatlayarak hafifçe gülümsedi.

"İyiyim, uyku tutmamıştı. Siz?" Yanına gelen Yıldırıma hafif bir gülümsemeyle bakarken refleksle eli cebinde ki telefonun üstüne gitmişti. Yıldırımın gözleri birkaç saniye oraya kayarken gülümseyip aralarında ki yıkık duvara yaklaştı.

"Çifte kumruları gördünüz mü?" Nihal hafif bir gülümsemeyle ona doğru yaklaştı. Aralarında kalan yıkık duvar ufak bir çabayla rahatlıkla geçilecek haldeydi. Ama ikisi de sınırı aşmadı.

"Evet rahatsız etmek istemedim." Şaşkın bir ifadeyle başını sallayan Yıldırım, hemen ardından ifadesini değiştirip tekrar gülümsedi.

"Ne kadar anlayışlı birisiniz. Takdir ediyorum bu ince düşüncenizi." Nihal onun iltifatlarından dolayı gülümserken, Yıldırım sadece hafif bir sırıtışla duruyordu. İkisi bunca zaman sadece üç kere konuşmuşlardı ve bu yüzden Nihal karşısında ki adamı tanımıyordu. Ama Yıldırımı tanıyan herkes bilirdi ki şu an resmen karşısında ki insanla dalga geçiyordu.

"Teşekkür ederim. Çok tatlılardı." Yıldırım onun bu hallerine karşı gözlerini kısarak gülüşünü olabildiğince doğal tutmaya çalıştı. "Sizi de uyku tutmadı sanırım." Yıldırım gülümseyerek başını salladı.

"Evet güzel bir gece, giderek soğuyor ama üşütmeyin lütfen." Kadının gözleri parlayarak adama içten bir gülümseme sundu. Yıldırım ise hala alay dolu tavrıyla kadını bu kadar çabuk tavlayabildiği için kendine hayret ediyordu. Ama sonra kadının kim olduğunu hatırlayınca bu tepkisini pekte umursamadı.

"Teşekkür ederim. İyi geceler size." Arkasını dönen kadına sırıtırken, aklına gelen şeyle hızla ilerleyip seslendi.

"Nihal... Öğretmen." Kadın ona dönünce tekrar gülümseyip ona yaklaştı. "Yarın bir kahve içelim mi?" Kadın şaşkın bir gülümsemeyle başını eğerken Yıldırım alay dolu gülümsemesini giderek büyütüyordu.

"Olur..." Başını sallayan Yıldırım gülümsemiş, iyi geceler dedikten sonra hızla içeriye girmişti. Birkaç hızlı adımdan sonra boş koridorda durmuştu. Ne yaptığını idrak ederken sinsi gülüşü karşısında ki kapıya yönelmişti. Kapının ardında her şeyden habersiz duran Hilal neler döndüğünü bilmese de bu gece huzurla uyuyacaktı.

Yıldırım hızlı adımlarla koridorun diğer tarafına doğru hareket ederken, önüne geldiği kapıyı hafif bir şekilde üç kere tıklatmıştı. Saniyeler sonra açılan kapıdan uzanan kişi Albaydı.

"Yıldırım?"

"Komutanım. Acelesi belki yok ama konuşmam gereken bir şey var." Albay başını sallayıp onu içeriye alırken, Yıldırım heyecanla kapının önünde durup daha ileriye gitmedi. Albay sandalyesine otururken üzerinde ki gece kıyafetini ikisi de görmezden geldi. "Kusura bakmayın ama yarına kadar dayanamazdım." Komutanı anlayışla başını sallarken tamamen açılan uykusundan dolayı bir sigara yakmıştı.

"Anlat bakalım. Ne bu heyecan?" Yıldırım derin bir nefes alıp sakince olayı en baştan anlatmaya başladı.

"Bu akşam ki Yüzbaşım ve ağa arasında olacak buluşmayı biliyorsunuz. Buluşma oldukça olumluydu ve aralarında bir ilişki başladı gibi. Ama gösteriyi en başından beri gizlice izleyen biri vardı. Yanda ki öğretmen Nihal." Duyduğu şeylerden sonra kaşlarını çatan Komutanından dolayı daha hızlı konuşmaya başladı. "Gecenin sonlarına doğru onu yüzbaşı ve ağanın samimi hallerini telefonuyla kaydederken gördüm. Hatta bunu yaptığı sahneyi bende kayıt altına aldım. Telefonumda duruyor. Ortam biraz sakinleşince oradan geçiyor gibi yanına yaklaşıp biraz ilgi gösterdim ve yarın buluşalım mı dedim. Oda ilgimden oldukça mutlu oldu ve kabul etti teklifimi. Biliyorum toplantıda kabul edilmedi ama o kadına karşı hislerim sadece bir anlık bir şeydi, sadece güzel olduğunu falan düşünüyordum. Böyle bir hainle zaten asla bir ilişki düşünemem. Ama bu ekipte kadınlarla benden iyi anlaşacak kimse yok. Ve öğretmeni de kolaylıkla bitirebiliriz. Bu yüzden planımı sadece size anlatmak istedim. Yüzbaşım için gerekirse kendimden vazgeçerim. Çünkü o bunu benim ve ekibimiz için çok kez yaptı." Komutanının yüzünde yavaşça oluşan gülümsemeyi, iyiye yordu. Ve istediği oldu.

"Seninle zaten özel olarak konuşmak istiyordum. Tabi bu saatte uykum bölünerek değil. Ama bunu heyecanına veriyorum. Ve bu plan bana göre uygun ama tek bir farkla. Bunu sen ve benden başka kimse bilmeyecek. Hatta herkes senin o öğretmene deli gibi âşık olduğunu sanacak. Ben böyle çalışırım Yıldırım. Bir planı ne kadar az kişi bilirse o kadar etkili olur. Ve ayak bağı olan kimse de olmaz. Ve biliyorsun ki sırf bu yüzden ekibin tarafından dışlanacaksın, hakarete ve ithamlara maruz kalacaksın. Ama bunlardan korkuyorsan hemen çık odadan ve bu an hiç yaşanmamış say. Ama canını vereceğin komutanın için en doğrusu ondan ve diğerlerinden uzaklaşmak ve tamamen bu göreve kendi adamak. Senin tek bir görevin olacak Yıldırım. O da ne olduğunu hatta kim olduğu bile belli olmayan o kadının tüm her şeyini ortaya dökmek ve bunu yaparken hep tek olacaksın. Tek tabanca bu görevi yerine getireceksin." Odaya girerken hatta odaya gelmeden koridorda yürürken bile içinde kocaman bir umut ve heyecan vardı. Ama şu an komutanının dediği her şeyden sonra ne heyecan ne umut kalmıştı. İçinde sadece umutsuzluk ve kötü hisler oluşmuştu. Bu görevi kabul ederse neler olacağını elbette biliyordu. Ama asıl korkusu ne idi hala bilemiyordu. Hisleri onun hemen kaçması gerektiğini söylesede başını sallayarak komutanını onayladı.

"Emredersiniz Komutanım. Bu görev için kendimden bile vazgeçerim. Bu görev için her şeyi yapmaya hazırım." Komutanı oturduğu yerden kalkarken başını salladı.

"Her şeye hazırsan yarından itibaren planı devreye sok ve ekibinden uzaklaşmaya başla."

"Emredersiniz Komutanım." Selamını verip hızla geldiği gibi gitti. Koridordan geçerken Hilalin kapısının önünde bir kaç saniye kalmıştı. "Ödeşme zamanı Komutanım." Yavaş adımlarla ilerlemiş ve kafasını dolduran düşüncelerle yatağına ulaşmıştı. İçinde yapacağı yeni görevden dolayı heyecan vardı. Ama öte yandan ailesinden saydığı bu ekipten uzaklaşmak zorunda kalacak olmanın acısı da vardı.

Öte yandan Nihal ne hissedeceğini bile bilemediği bir uykuya yatmıştı. Çektiği videoyu ve fotoğrafları odasına girdikten sonra dakikalarca düşünmüş ve son karar olarak hepsini silmişti. İçinde nedenini bilmediği bir heyecan ve tiksinti vardı. Heyecanının sebebini yarın ki buluşmaya yordu. Tiksintiyi ise dayısı olduğunu öğrendiği adama karşı hissediyordu. Ablasına karşı ne hissedeceğini bile bilmiyordu. Minnet mi duymalıydı? Ya da onun yaptığı hataları yapmayıp mutlu mu olmalıydı? Bunu bilemeyecek kadar karışık haldeydi. Ne olacaksa yarına bıraktı. Bir kaç gündür doğru düzgün bir uyku uyuyamadığı için bu gece içinde ki heyacana tutunarak derin bir uykuya dalmaya çalıştı.

Karakolun içinde ise yeni bir ilişkiye başlamış kadının heyecanı, mutluluğu ve korkusunun gölgesi dolanıyordu. Hilal odasına gireli saatler olmuştu ama uykuyu hala bulamamıştı. Yatağında dönüp durmaktan sıkılmıştı. Eli bir kaç kere telefonuna gitsede vazgeçmişti. Levent yanından gideli belki de iki saat olmuştu. Hemen tekrar ona yazmayı saçma ve doğru bulmuyordu. Uzandığı yerden doğrulup sürekli önünde durduğu pencereye yaklaştı. Pencereyi aralarken masada ki paketten bir dal sigara çıkarıp yavaş nefeslerle içti. Sigaranın hemen bitmesini istemiyordu. Sanki sigara bitince bugün de bitecekti. Sigaranın izmariti gibi çöp olacaktı her şey. Sigarasının yarısına geldiğinde telefonundan da bir bildirim sesi yükselmişti. Heyecanla sigarayı pencerenin kenarında ezip avucunun içine hapsederken, büyük adımlarla yastığının altında ki telefona ilerledi. Bildirimin nedenini biliyor gibi yüzünde oluşan gülümsemeyle ekranı kaydırdı. Tam da tahmin ettiği gibi -Ağa bozuntusu- Adlı kişiden bir mesaj gelmişti.

-İyi geceler Karıcığım. Bu gece bensiz uyuyorsun. Ama inan bana bensiz uyuduğun her gecenin telafisini çok güzel yapacağım.-

Yüzünde oluşan gülümsemeye kıkırtısı eşlik ederken heyecanla yanıt kısmına dokunmuştu.

-İyi geceler ağa. Bu tarz cümleleri yazılı bir kanıt olarak bırakmazsanız sevinirim. Sonuçta ben bir Yüzbaşıyım.-

Yazdıktan sonra bir kaç kere okuduğu şeyi daha fazla oyalanmadan göndermişti. Avucunun içinde kalan izmariti çöp kovasına atarken yatağına bağdaş kurarak oturdu. Heyacanla gelecek mesajı beklerken dakikalar geçmişti. Sinirlenmeye başladığını hissederken tırnak kenarında ki etlerini dişlediğini fark etti. Sinirle tükürüp söylenmeye başlarken hala mesajına cevap alamamıştı.

"Öküz, uyuduysan varya bittin sen." Dakikalar geçiyordu ama hala istediği mesaj gelmiyordu. Sinirden tırnaklarını kemirmeye başlarken camına değen taşla daldığı düşüncelerden çıktı. Korku ve telaşla ayağa kalkarken yastığının diğer tarafına bıraktığı tabancasını aldı hızla. Pencereyi kapatmadığını şimdi fark etmişti. Köşeden uzanan bir el pencereyi yavaşça açarken Hilal de yavaş hareketlerle ses çıkarmadan yatağından kalkmıştı. Tabancasının emniyetini açarken pencereye her saniye daha fazla yaklaşmıştı. İçinde korkudan çok heyecanı hissediyordu. Pencereyi tutan el ile arasında sadece bir adım vardı.

"Karıcığım..." Duyduğu ses ile şaşkınlığa uğrarken hızla pencereyi itip başını dışarıya uzatmıştı.

"Ağa?" Öne attığı adımla beraber suratına çarpan pencereyle beraber geriye doğru düşmüştü Levent. O acıyla düştüğü yerde kıvranırken Hilal ona hala şaşkınlıkla bakıyordu.

"Karıcığım ilk günden dul kalmak gibi bir niyetin mi var?" İsyanla konuşurken, yerle buluşan her yerini ovalıyordu. Kalçasını ovarken hissettiği acıyla yüzünü buruşturmuştu. Pencereden sarkan Hilal onun buruşan yüzüyle beraber silkelenmişti. Üzerine yapışan şaşkınlığı atarken kahkahasını tutamamıştı. Levent onun yüksek çıkan sesinden dolayı telaşla kıvrandığı yerden kalkmıştı, kadına yaklaşıp eliyle ağzını kapatırken Hilal zorlukla kendine hakim olmuştu.

"Sussana karıcığım. Yakalanacağız şimdi." Hilal derin bir nefes aldıktan sonra tamamen kendine gelmişti. Pencerenin kenarına otururken yanına yaklaşan adamın sol kulağını yakalamıştı.

"Utanmıyor musun?" Adam acıyan yerlerine bir yenisi daha eklendiği için kıvranırken Hilal daha fazla uzatmadan kulağını bırakmıştı. "Bir kadının camına böyle dayanmak, resmen suç." Adam omuz silkip kadını ensesinden tutup kendine doğru eğmişti.

"Önce bir öpücüğümü alayım." Kadının dudaklarına sert bir öpücük bıraktıktan sonra geri çekilip duvara yaslandı. Boş kalan ellerinin arasını kadının elleriyle doldururken bileklerini okşamaya parmaklarıyla oynamaya başlamıştı. "Sen telefonda kanıt olmasın diyince bende gelip yüzüne söyleyeyim dedim." Kadın göz devirirken Levent yaptığı şeyin çok normal bir şey olduğunu belirtir halde omuz silkmişti.

"Bana yalan söyleme. Bu kadar kısa sürede gelemezsin." Göz devirip gülümseyen adam, omuz silkip kadına daha fazla yaklaşmıştı.

"Sarılsana kadın." Dibine kadar gelen adamın boynuna anca sarılabilmişti. Onu göğsüne yaslarken, halinden oldukça memnundu Levent. "Tamam itiraf geliyor. Hiç gitmedim, yarı yoldan geri döndüm. Rüya gibi geldi her şey. Eve gidersem sanki bitecekti bu rüya. Gidemedim." Hilal onun görmediğinden emin olduğu için rahatlıkla gülümsemişti. Eğilip adamın saçları arasına bir öpücük bıraktığında Levent kollarını kaldırıp kadının beline sıkıca sarılmıştı. "İlk kez bu kadar güzel bir rüya görüyorum. Bitmesini istemiyorum." Hilal belie sarılan adamın yanaklarını tutup kendisine bakması için zorladı.

"Bende öyle olmasından korkuyorum. Ama bildiğim kadarıyla rüyalarda koku alamazsın. Ve bu kadar sert öpücükler." Adamın hınzırca göz kırpmasından dolayı solmayan gülüşü daha da büyümüştü.

"Çok güzel gülüyorsun be kadın. Böyle her güldüğünde seni tekrar tekrar öpesim geliyor."

"Cidden dudağım çürüdü bir günde."

"Aaa Komutan Hanım, şikayetçi misin?"

"Asla." Birbirlerine gülümsemişlerdi. Gün ağarmaya başlarken onlar o şekilde kalmışlardı. Hilal pencereye oturmuştu. Levent onun önünde kolları belinde, başını kadının göğsüne yaslamıştı. İkisi de bu anın ömürlerinde ki en huzurlu anlardan biri olduğunu biliyordu. Ve bu anın tadını sonuna kadar dip dibe birbirlerine küçük öpücükler vererek çıkardılar.

.................

...............................

.......................................

Ay bunların bu halleri beni bitirecek.

Umarım sevdiğiniz bir bölüm olmuştur.

Bir daha ki bölüm de görüşmek üzere.

Sağlıkla ve aşkla kalın...

Bölüm : 29.11.2024 20:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...