30. Bölüm

-29-

Mizginsain98
mizginsain98

......................

......................................

 

Dur ve bekle.

Say geriye doğru.

Eksilere in.

Ve ben gelene kadar oralarda dur.

Gelene kadar.

 

Koca meydanda tek bir ses yankılandı.

Tekrar ve tekrar.

Bir adamın.

Çığlık gibi sesi. Orada ki herkesi hayrete düşürürken. Birinin gözleri yaşlarla dolmuştu bile.

"Yüzbaşı Hilal Kara vuruldu."

 

2 gün önce.

"Göt kadar yere yedi kişi sığmaya çalışırsak bu olur tabi." Arslan gecenin bir vakti ellerini ve ağzını bağladıkları adama bakarken sinirle söylenip duruyordu.

"Çardağa gidelim dedim. Yok illa görünmeyelim dediniz. Şu an kabak gibi ortada ve şüpheli durumdayız." Yıldırım göz devirirken Yalçın onun ensesine bir tokat atmıştı.

"Sokarım o gözünü bir yerine. Hep senin yüzünden bu hallere düştük."

"Haaa hağağaaa ğaaaaa..."

"Ne diyon ne? Anlamıyorum." Ağzı bağlı halde konuşmaya çalışan Yıldırım yerinde zıplamaya başlayınca küçücük kulübede telaşa neden olmuştu.

"Ha senin ayağına da cüssene de. Götün az dursun hele." İsmail sinirle Yıldırımın kucağına oturunca ortalıkta durulmuştu.

"Ay dedim yıkıldı başımıza burası. Daha evlenemeden ölecektim." Hilal hepsinin göz devirmesine neden olurken Arslan sinirle bağlı olan adama dönmüştü.

"Ne bok yemeye o kadınla dışarı çıktın?" Arslan’ın kükremesi hepsinin gevezeliklerini durdururken Yıldırım sıkıntıyla derin bir nefes almıştı. Karakola geldiğinde kimse bir şey görmemiş gibi davranmış ve onunla konuşmuştu. Ta ki uykusuna daldığı anda üzerine atlayıp ellerini ve ağzını bağlayan ekibini görene kadar her şey normaldi. Sıkıntıyla nefes almaya devam ederken gülmeye de başlamıştı.

"Hağaaaa ğaaaa." Konuşmaya çalıştığında hala ağzının kapalı olduğunu fark edememişti. Kucağında oturmaya devam eden Yalçın bandı çekerken dudak büzüp acısını hafifletmeye çalıştı. "Ya Allah’ın adını veriyorum. Bu kimin planıydı?"

"Benim. Beğendin mi?" Nurullah elinde ki telefonun flaşını çenesinin altından tutarken ona sırıtıyordu.

"Beğendim. Bu hainlik anca senden çıkardı."

"Ne hainliği köpek. Sen kendine bakıyor musun?" Nurullah Hilale yaklaşırken küçük kulübe onun her hareketiyle sallanmaya devam etti. “Komutanım gördünüz dimi. Resmen bana hain dedi. Babasını öptüğüm kendine bakmıyor."

"Boş ver Nurullah. Biz seni biliyoruz. Harika planın onun zoruna gitmiş belli ki."

"Ya neyini kıskanayım ben bunun. Resmen beni tuzağa düşürdü."

"E amacımız buydu zaten. Nurullah ta bu mükemmel planla geldi bize. Zeki adam mübarek." Nurullah gülümseyerek gerinirken Yıldırım göz devirip mırıltıyla küfür etmişti.

"Neyse ne? Soruma cevap ver." Arslan tekrar kükrediğinde Hilal zorlukla yanında duran Nurullah’a tutunmuştu.

"Bağırma hayvan bağırma. Yıktın kafamıza burayı." Kadının söylenmesi adamı etkilememişti. Göz devirip ortalarında duran Yıldırıma ilerledi.

"Konuşmaya başla. O kadınla neden buluştun? Amacın ne? Kim için çalışıyorsun? Adamın kim? Konuş lan konuş." Muhammed’in sesi kesildiğinde dahi kimseden ses çıkmamıştı. Herkes şaşkınlıkla Yıldırım ve Muhammed arasında gözlerini çeviriyordu.

"Valla kafayı yedi." Hilal üzüntüyle dudak büzmüştü. “Ben bu çocuğa ispiyoncu dedim. Ağzında bakla ıslanmıyor falan ama iyi çocuktu Muhammed. Artık ondan geriye sadece bu salaklığı kalmış." Üzüntüyle ona bakan adama yaklaştı Hilal." Muhammed mera etme silah arkadaşım. Tüm tedavi masraflarını sigortandan öderiz. Bizde yardımcı oluruz gerekirse." Hilal üzüntüyle yüzünü buruşturup başını adamın omzuna yaslarken. Diğerleri onun bu haline gülmeye başlamıştı bile.

"Ortamı bozma baş belası." Arslan yine öfkeyle kükrerken hepsi eski haline geri dönmüştü.

"Emredersin Yüzbaşı." Göz deviren kadın daha fazla uğraşmamak için susmuş eski yerine geçmişti. "Karışmıyorum artık."

"Allah’ın adını veriyorum karışma zaten." Arslan tekrar kükrediğinde, Hilal hızla kapıya dahada fazla yaklaşmıştı. "Sen de konuş lan." Yine hedefine dönerken onun zorlukla yutkunduğunu görmüştü.

"Valla komutanım sadece bir kahve. Birbirimizi tanımak için." Yıldırım konuştuğu gibi, ensesi birinin avuç içiyle buluşmuştu.

"Ne tanıması lan davul dümbeleği. Biz sana demedik mi ondan uzak dur diye." İsmail üzerinde oturduğu adamın üstünde biraz daha sallanıp onun acıyla inlemesine neden olmuştu.

"Götün yerinde dursun ayı." Yıldırım acıyla derin bir nefes alıp gülümsedi.

"Yani bu görev için değil ki canım silah arkadaşlarım ve komutanlarım. Bu içimde oluşan hislerden dolayı olan bir şeydi."

"O içinde ki hislere bir sıçarım o zaman bakalım yine aynımı o hislerin." Yalçın öfkeyle bir adım attığında Arslan’ın öksürüğü onu durdurmuştu. "İzin verin komutanım. İzin verinde kellesini alayım bu hainin. Bizi arkamızdan vurmak neymiş anlasın. Cehennemi yaşatayım ona."

"Lan salak mısın? Ne cehennemi? Ne arkadan vurması? Kalk lan üstümden sende." Yıldırım isyanla çığlık atmaya başlayınca Nurullah arkadan eliyle ağzını kapatmıştı.

"Kapa çeneni çakal. Sen buradan ve bizden zor kurtulacaksın." Göz deviren Yıldırım konuşmaya çalışsa da ağzında ki el ona izin vermiyordu. Boşuna güç tüketmekten vazgeçip sıkıntıyla derin bir nefes aldı.

"Ya acaba çok mu üstüne gidiyoruz. Sonuçta kalp bu. Ona söz geçmiyor ki." Buğulu gözlerle gülümseyerek konuşan kadın Yıldırım da dahil hepsinin göz devirmesine neden olmuştu. "Ay tamam sustum. Bok yiyin. Zaten siz ne anlarsınız aşktan." Göz devirip kulübeyi ve içindekileri birbirine katarak çıkmıştı oradan. "Gidiyorum ben. Aşka saygısı olmayanla benim işim olmaz." Arkasını dönüp gideceği sırada ensesinden tutan Arslan onu olduğu gibi geri getirmişti.

"Sen önce o çeneni kapat. Eşek karı sende biliyorsun neden buradayız. Başlatma aşkına salak." Omuz silktikten sonra ağız buruşturan Hilal geri çıktığı yere gelmişti.

"Hoş geldiniz canım Komutanım." Nurullah’a gülümseyip önüne döndü.

"Ya benim aklıma bir şey takıldı. Şimdi bu kadın ağa ile öpüşmedi mi?" Ortam sessizleşirken Yıldırım omuz silkmişti.

"O kadının yaptığı bir şeydi. Ve zaten aralarında hiçbir şey yok." Hilal hızla savunmaya geçerken Muhammed omuz silkip konuşmaya devam etmişti.

"Ama sonuç olarak öpüştüler. İkisinin dudakları iç içe geçti. Birbirlerini birinci dereceden hissettiler. Tükürükleri karıştı. Iyyy." Hepsinin yüzü buruşurken Hilal öfkeyle adamın omzunu yumruklamaya başlamıştı.

"Köpek. Ne diyorsun sen?"

"Allah için ama ya. Yalan mı yüzbaşım?" Muhammed hızlı adımlarla ilerlemiş Arslan’ın arkasına saklanmıştı. "Sanki yalan bir kelimem varda bana saldırıyor." O isyanla konuşmaya devam ederken Arslan dönüp onu susturmak için eliyle ağzını kapatmıştı.

"Ulan salak daha yirmi dört saat olmadı seni affedeli. Sen niye yine aynı boku yiyorsun?" Kulübe sallanmaya başlarken dışarıdan gelen bağırış hepsini oldukları yerde dikmişti.

"Ne oluyor burada asker?" Binbaşı Metin tekrar bağırmadan hepsi hızlı adımlarla çıkmıştı dışarı. İçeride kalan Yıldırım kucağından kalkamayan İsmail ile bakışırken hiç beklemeden çığlık atmıştı.

"Binbaşım. Yardım lütfen. Help me." Binbaşı sese doğru ilerlerken önüne çıkan Hilal sırıtarak adamı kapıdan uzaklaştırdı.

"Nereye Binbaşım?"

"Sence nereye Yüzbaşı?"

"Ya biz yine birbirimize takılıyoruz. Yıldırım tabi oyunu bozacak ya hemen yardım istiyor." Sırıtmıştı arkasında duranlarda onu taklit ederken Binbaşı şüpheyle gözlerini hepsinde gezdirmişti.

"Ben neden size inanmakta güçlük çekiyorum." Adam tekrar kulübeye doğru yönelirken Hilal fısıltıyla konuşarak herkesi uyarmıştı.

"Kaçın yoksa vallahi bittik." Hepsi karakola doğru koşarken Binbaşı kulübeye girmişti. Elleri bağlı kucağında İsmail’le duran Yıldırımı görünce şaşkınlıkla kapının eşiğinde kalmıştı.

"Binbaşım?" İsmail başını çevirdiğinde dışarıda kimseyi görememişti. Zorlukla yutkunup oturduğu kucaktan kalktı. "O kadar dedim. Bu çocuğa bu yapılır mı diye ama yok dinlemediler Komutanım. Bağladılar zavallıyı beni de üstüne attılar kaçmasın diye. Resmen kirlendim." Yıldırımın bileklerine sarılı ipi açarken bir yandan da ona ayak uydurması için göz kırpıyordu.

"Karakola yürüyün. Ben size sabah ne yapacağımı biliyorum. Tek bir ses daha duyarsam. Hepinizi yakarım." Başını sallayıp selam veren ikili koşarak karakola girmişlerdi. Herkes yataklarına çekilirken karakoldan çok uzakta Hilalin penceresine bakan dağlarda bir hareketlilik olmuştu. Bu kimsenin fark etmeyeceği bir şeydi. Ama ardından gelecek her hareket bir felaket olacaktı. Bugün sessizlik hüküm sürdü oralarda. Peki yarın da aynımı olacaktı huzurları? Yarından sonrası? Artık her an için bir korku ve bir nefret ve belki de ölüm. Ölümler. İhanet olan bir yerde bir kalp ya da kalpler en fazla ne kadar yaşar. Yaşamaya çalışsa ve umut etse de. Bazı ihanetler alır bir parçasını. Parçası giden kimse eskisi gibi olamaz. Bir aileden. Ya da dostluktan belki de bir ruhtan alınan her parça bir eksiklik ve umutsuzluğun kapısıdır. Ve herkes bilir ki. İnkâr edenlerle bile bilir içten içe. Parçası giden ölüdür. Ne gülüşü ne bakışı ne bir sözü bile hayat içerir.

&&&

Gün ağarmadan karakoldan çıkan kadın, elinde sıkıca tuttuğu komutanından zar zor aldığı izin kağıdını cebine sıkıştırdı. Karakolun kapısından çıkıp bahçeden hızla ilerledi. Dış kapıda nöbet tutanlara hızlı bir selam verip. Aynı hızla ilerlemeye devam etti.

"Karga bokunu yemedi. Bizimki romantiklik peşinde. Allah’ım yıllar sonra verdin. De neden bu kadar manyağı?" Hızlı adımlarla ilerlerken yokuştan indiğinde köşede park etmiş araca ilerledi. Kapıyı açıp araca bindiğinde adam o kapıyı kapatmadan onu kendine çekip sarılmıştı.

"Allah’ım ne kadar güzel kokan bir karım var." Adamın boğuk sesi kadını gülümsetirken vakit kaybetmeden adamın boynuna sarıldı.

"Bu iltifatlar nereden geliyor."

"Ne iltifatı. Ben sadece gerçekleri dile döküyorum."

"Peki öyle olsun bakalım." Kadın emniyet kemerini taktıktan sonra adam aracı hareket ettirmişti. "Nereye gidiyoruz?"

"Sürpriz yapmak istiyorum. O yüzden daha fazla sormazsan sevinirim. Yoksa ağzımdan kaçırma ihtimalim var." Adamın şapşal yüzüne gülüp önüne döndü.

"Peki. Ama sadece bu seferlik seni rahat bırakıyorum." Ona havadan bir öpücük yollayan adam, kadının gülüşüne gülmüştü.

"Cidden çok şanslı bir adamım. Her yönden mükemmel biriyle birlikte oldum." Kadın gülümsedikten sonra radyoyu açmak için hareket etmişti. Birkaç kanal arasında gidip gelirken sonunda son zamanlarda çıkan popüler bir şarkıda kalmıştı.

"Okyanus sandığım bir kaşık suymuş

Suretine kandığım yalancı bir serap

Anlamadan köşe bucak

Kaçıyormuşum ben yaşamaktan

Sonra sen geldin

Benim en güzel derdim

Bunca zaman nerelerdeydin?"

"Nerelerdeydin karım?" Levent bağırarak araya karışırken Hilal kahkahasına engel olmadı. "Seni çok bekledim. Gerçi senden haberim yoktu. Olsaydı kesin tüm dünyayı dolaşır seni arar bulurdum daha erken."

"Kesin yanlış zamana denk gelirdik. Ve bir daha karşılaşmamak üzere ayrılırdık."

"Allah korusun." Levent kulağını çekip dişine vururken, Hilal haince gülümsemişti.

"Öyle ama seni ilk gördüğümde iki kurşunla canını almadığıma dua et." Levent şaşkınlıkla ona dönerken kadın yüz ifadesini bozmadan dudak büzdü. "Doğruya doğru şimdi. Sen ilk başlarda tam bir pisliktin." Adamın yola odaklanan gözleri kadına dönmeden önce Hilal yüzünde ki sırıtışı sildi.

"Ne! Pislik mi? Ben mi? Tövbe et karıcığım." O gözlerini tekrar yola çevirirken Hilal gülüşünü zorlukla bastırdı.

"Ben doğru konuşurum. Tövbe etmem için bir neden yok ki. Sen kendini tanımıyorsun, ondan böyle yüzüne vurunca şaşırdın tabi." Araba aniden durduğunda Hilal ciddi bir ifade takınmaya çalışırken oldukça zorlanmıştı. El frenini çeken adam araçtan inip hızlı adımlarla kadının olduğu tarafa geçti. Kapıyı açıp, kadının emniyet kemerini hızla açmıştı. "Levent?" Adam onun konuşmasına daha fazla izin vermedi. Bacakları tutup dışarı doğru çevirmişti onu. Kadının bacaklarının arasına geçip hızla dudaklarını birleştirdi. Hilal ilk şaşkınlığı üstünden attıktan sonra adama karşılık vermişti. Birkaç kere hırsla adamın alt dudağını ısırırken Levent’in de buna karşılık olarak belinde ki elini her seferinde biraz daha aşağıya kaydırması onu durdurmuştu. Saniyeler sonra Levent kadının dudaklarını serbest bırakmıştı. Beline dolanan bacaklara birkaç saniye bakmış yüzünde ki gülümsemeyle kadına dönmüştü tekrar.

"O zaman kendimi değiştiriyorum. Ve her an yanımda olman lazım." Onu sinir etmek için can atan Hilal gözleri birbirine kilitlenmiş anda kasten göz devirip derin bir nefes vermişti.

"Uğraşmam şart mı?" Kadının yaptığı şeyin farkındaydı elbette, ama onunla bu şekilde uğraşması onu sinir etmek için planlar yapması adamı ciddi derecede heyecanlandırıyor ve cezbediyordu.

"Hı hı." Dudak büzüp düşünmeye çalışan kadına bakarken dudaklarını birbirine bastırdı. Onun aklında dolanan her tilkiyi resmen gözlerinde görüyordu. "Kabul etmezsen seni sabaha kadar burada bu şekilde öperim. Karşı çıkmazsın herhalde." Gözlerini kocaman açan kadın onun omzuna hızla birkaç kere vurmuştu.

"Pislik." İkisinin kahkaha sesleri karışırken Hilal adamın boynuna sarılıp onu göğsüne yaslandı. “Farkındaydın dimi?"

"Seninle alakalı her şeyin farkındayım." Hilal derin bir nefes alıp göğsüne yaslanmış adama daha sıkı sarıldı.

"Bana ihanet etme Levent."

"Senin için ölmeye hazırım kadın. Ne ihaneti." Ona inandı. İnanmak istiyordu tüm benliğiyle. Hissettiği her duygu ona inanmamasını söylüyordu. Ama kadın en derinlerde hissettiği duygunun ne olduğunu bilmiyordu. Tüm o inanmışlığın içinde minicik bir tohum gibi ufacık bir şey onu hep huzursuz ediyordu. Onu ne zaman görmezden gelmek istese yalnız kaldığında, düşünceleri onu esir ederken aklına hep o huzursuzluk geliyordu. O hissettiği duygu her neyse oda bu anı bekler gibi tüm inanmışlığın içinde kendine sağlam bir yer ayarlıyordu.

"Şey ya. Ölmeden halletsek her şeyi." Kadın fısıltıyla dediği şeyleri duymuştu.

"Peki Komutanım. Yeter ki siz bana emredin." Yaslandığı yerden ayrılıp kadını tekrar koltuğunda düzeltmiş ve emniyet kemerini takmasına yardım etmişti. "Şimdi size canım memleketimin en özel yerini göstereceğim." Kadın kaşlarını oynatıp gülümsedi.

"Sabırsızlıkla bekliyorum." Kapıyı kapatmadan kadının yanağına sert bir öpücük bırakmıştı.

"Oh be."

"Deştin yanağımı deştin." Adamın kahkahası devam ederken hızla kendi koltuğuna oturup aracı çalıştırmıştı. Uzun bir sessizlik ile devam eden araçta Hilalin sıkıntıyla aldığı nefesler belirginleşmeye başlamıştı. Tepelerin ardından kendini belli etmeye başlayan güneş aracın içine doluyordu. Hilal midesinden yükselen kasılmayla beraber araçta oluşan sıcaklıkla beraber sinirle inlemişti.

"İyi misin?" Levent ona dönüp telaşla sorduğu soruya anında cevap almıştı.

"Acıktım ve güneş sinir ediyor şu an." Kadına gülümseyen adam açtığı güneşliğin ardından ileriye odaklandı.

"Haklısın açken her şey çekilmez oluyor."

"Sen bana çekilmez birimisin diyorsun yani?" Hilal hayretle çığlık atarken. Levent telaşla gözlerini yol ve yanında ki kadında çevirip durmuştu.

"Allah aşkına Hilal ne alakası var. Kaza yapacağım şimdi." Onun bu haline gülmek istese de midesi onu deli ediyordu. "Torpidoyu aç orada senin için aldığım çikolatalar var." Sinirle söylemeye hazırlanırken adamın dediklerinden sonra suratında oluşan şapşal gülümsemeyi gizleyemedi.

"Sen benim çikolata mı alıp arabana koydun?" Gözlerinin parlamasını yumuşayan sesini engellemedi. "Sen beni mi düşündün?" Levent suratında oluşan gülümsemeyi ilk kez aldığı övgülerle beraber sindirememişti.

"Ya karıcığım." Hilal onun gülümsemekten yamulup duran dudaklarına bakıp kahkaha atarken eğilip adamın yanağına bir öpücük bırakmıştı.

"Karıma mrrr. Etrafa hrr diyorsun yani."

"E öyle tabi. Senin için her şeyi yaparım. Adam öldüremem ama. O biraz zor iş hiç yapmadım." Onun çatılan kaşları yüzünden daha fazla gülmüştü. "Hazırlıklı olmam lazım ama. Seni asla kaybetmeyeceğim."

"Ah iddialı bir koca. Merak etme ben varım burada." Gülse de şu ana kadar kimseyi öldürmediğini hatırlattı kendine.

"Karımın elini kana bulamam."

"Askerim ya ben. Sen mi benim yerime çatışacaksın?"

"Çatış diyorsan çatışayım."

"Nasıl çatışacaksın?"

"Valla bilmiyorum. Ölmemem lazım onu biliyorum." Birbirlerine baktıkları bir saniye sonrasında tüm ciddiyet bozulmuştu. İkisinin kahkaha sesleri araca dolarken Hilal eğilip çikolatalardan birini çıkardı. "Ne sevdiğini bilemedim. Karışık aldım favorini sen söyleme ben anlayacağım." Yediği çikolata arasında mırıltıyla onu onaylamıştı.

"İster misin minicik ufacık bir parça." Gülümsemeye devam eden adam başını olumsuzlukla salladı. "Sen bilirsin." Elinde ki çikolatayı birkaç ısırıkta bitirip çöpünü kapının cebine bırakmıştı. Bir süre daha gitmişlerdi ama araç hiç durmamıştı ve kadının anladığı bu daha bir süre daha devam edeceğiydi. Eli radyoya giderken kanallar arasında gidip gelmiş ama istediği gibi bir şey bulamamıştı. Sinirle radyoyu kapatıp arkasına yaslanırken onu yüzünde yarım bir gülümsemeyle izleyen adama baktı. "Cidden çok yakışıklısın. Ama ben bakınca yakışıklısın." Yarım gülümsemesi büyüyen adam kadına dönüp- öyle mi?- bakışını atmış tekrar yola dönmüştü. Bir süre daha sessizlik devam ederken kadın kapanan gözlerine itaat etmişti. Araç hızını kesmeden yoluna devam etmişti.

Araç durduğunda Levent olduğu yerde kollarını geriye atarak gerinmişti.

"Beğendin mi?" Başını ses gelmeyen yere çevirince kadının kapalı gözleriyle karşılaşmıştı. Ona doğru eğilmiş başı uyurken onu izlediğini gösteriyordu. Bu düşünceyle gülümseyen adam daha fazla ses çıkarmadan araçtan inmiş. Bagaja yerleştirdiği her şeyi tek tek çıkarmaya başlamıştı. Şemsiyeyi manzaranın en güzel yerine yerleştirip altına kamp sandalyelerini ve katlanan küçük masayı bırakmıştı. Piknik sepetini çıkarıp içinde ki her şeyi iki tabağa böldü. Kadının hala uyanmamasını fırsat bilmiş etrafta dolanmıştı. Dolanırken bulduğu küçük çiçeklerden küçük bir buket yapmıştı. Burnuna yaklaştırdığı buketten ot dışında koku almayınca salaklığına gülümsemişti. "Neyse niyetim belli." Araca doğru ilerleyip kadının olduğu tarafın kapısını açtı yavaşça. "Karıcığım..." Ses alamamıştı diğer tarafa düşmüş başını kaldırmak için kadının çenesinden tutmuştu. "Uyan haziran zambağım." Kaşlarını çatan kadın yüzünden kahkaha atmıştı. "Sana çiçek topladım." Son söylediği şey kadının gözlerini kırpıştırarak açmasına neden olmuştu. Levent bunun üzerine kahkaha atarken kadının emniyet kemerini çözmek için aracın içine eğilmişti. "Karım ölürüm sana." Kadın sırıtıp adamın elinde ki buketi aldı.

"Ne güzel kokuyor. Senin kokuna benziyor." Gülümsemesini bozmadan konuşan kadın, adamın gözlerinin dolmasına neden olmuştu. "Açım ben hala."

"O seni sinirlendiren mideni hemen doyuralım." Araçtan inmesine yardım edip onu masaya götürdü. Kadının gözlerinin etrafta dolandığını görünce sırıttı. "Beğendin mi?" Hayranlık dolu gözlerini adama çevirdi.

"Bayıldım, zaten burayı görmeyi çok istiyordum." Van gölüne hayranlıkla bakmaya devam etti. Ama midesi kendini tekrar hatırlatınca masaya ilerlemişti. "Önce doyalım sonra gezelim." Başını sallayan adam oturması için sandalyesini çekti. "Teşekkür ederim." Önünde ki tabağı alıp yemeğe başlarken. Leventte ona eşlik etmek için yerine oturmuştu. "Burası hakkında çok fazla hikâye duydum." Başını sallayan adam göz devirdi.

"İnsanlar işte." Böreği ısırırken kadının seri hareketlerle yemeğini yemesini gülümsemeyle izledi.

"Canavarı gördün mü?" Isırdığı börek boğazında kalınca öksürmeye başlayan adama karşı kadın sadece gülmüştü. "Görmüşsün, nasıl korktun." Levent kadının uzattığı suyu içerken, Hilal gülmeye devam ediyordu. "Çok korkunç muydu? Boynuzları var mıydı?" Adamın delici bakışlarını görmezden gelip gülmeye devam etti. "Uzun bir boynu var diyorlar hatta ona benzer resimler bile var internette. Çok korktun mu görünce?" Adamın giderek bozulduğunun farkında olsada devam etti. "Dört kişiyi yutmuş." Bunun yalan olduğunu hatta biraz önce adamı daha fazla delirtmek için uydurduğunun bilincinde ciddi kalmaya çalışıyordu. Ama adamın içtiği suda boğazında kalınca ciddiyeti hemen ardından bozulmuş onun öksürükleri ve kadının kahkahası karışarak etrafa yayılmıştı.

"Karım öleceğim ama. Resmen cinayete teşebbüs bu yaptığın." Adamın zorlukla derin nefesleri arasında kurduğu cümleye tekrar gülerken bitirdiği tabağını masaya bırakmış şişedeki portakal suyunu içmek için almıştı. "Tanışmak ister misin canavarla?" Adamın göz kırpması ve kurduğu cümle bu kez kadının öksürmesine neden olmuştu.

"Vallahi vururum seni şimdi." Bu kez Levent onun bu haline kahkaha atarken Hilal sinirle oturduğu yerden kalkmış elinde ki şişeyi masaya sert bir şekilde bırakmıştı. "Senden nefret ederken seni vurmadım ama anlaşılan âşık oldum diye, vurmam için çabalıyorsun. Valla hiç gocunmama iki tane sıkarım topuklarına. Görürsün o zaman canavarı kimmiş." Levent dudaklarına fermuar çekerken Hilal omuz silkip ilerlemişti.

"E karıcığım bekle de seni gezdireyim." Hızla yerinden kalkan adam suları ve meyve sularını alıp kargo pantolonun ceplerine sıkıştırdı. "Susarsın falan yanımda olsun." Adamın hala kendisini düşündüğünü fark edince onun görmediğinden emin olduktan sonra gülümsemişti.

"Çok umurundaydım ya zaten." Sertleştirdiği sesiyle adamı sinir etmeye devam ederken onun görmediği her an gülüyordu. "Sen anca beni delirt."

"Ben aşkın dan delirmişim. Sende az delir benimle." Levent koşarak gelmiş hızla ilerleyen kadını dizlerinin arkasından kavrayıp kucağına almıştı. "Sen yorulma karıcığım. At gibi kocan var taşır seni." Hilal bu kez gülüşünü saklamamıştı.

"Maşallah ne şanslıyım." Kadını biraz daha aşağı kaydırıp bacaklarını beline sarmasına neden olmuştu. Kadının kolları boynunu sararken ileri eğilip dudaklarını birleştirdi.

"Böyle de güzel oluyor." Dudaklarından ayrılan kadın adamın dediğine gülüp omzuna vurmuştu.

"Her dakika pislik yapmazsan olmaz mı?"

"Pislik değil bu karıcığım. Sana ne hissediyorsam dile getiriyorum ki. Sonra yanlış anlama, ama sen yine yanlış anlıyorsun. Ne yapsam sana göre yanlış." İsyanla konuşmaya devam eden adam susmak bilmiyordu. Hilal tek çarenin ne olduğunu fark edince adamın boynuna sardığı kollarını hızla çekti. Yanaklarını kavradığı adamın dudaklarını kendi dudaklarıyla birleştirip onu uzun süre nefessiz ve sessiz bıraktı. Hilal leventtin dudaklarından ayrıldığında adamın geldiği yolu geri gitmesi üzerine ne yapacağını şaşırmıştı. "Yok gidiyoruz. Kıyıyoruz nikahı ben bu işe son veriyorum artık." Kadının gülüşü, adamın inatla çattığı kaşlarının düzelmesine neden oldu.

"Saçmalama, yürü hadi gezdir beni." Levent’in sinirle oflaması kadının daha fazla gülmesine neden olsada kısa sürede kendine hâkim oldu. "Seviyorum seni şapşal adam." Düşmüş yüzü kadının dediği şeyden sonra aydınlanmıştı.

"Seviyorum dedin. Vay be duymayalı yıllar olmuştu." Onun güldüğü halde, alttan alttan laf çarpmasına da gülmüştü kadın.

"Şımarma yoksa bir daha ki sefer duyman için asırlar geçmesi lazım."

"Gıkım çıkarsa çarp ağzıma." Adam onu kucağından indirmeden ilerlemeye devam etmişti. İstediği açıklığa ulaştığında kadını kucağından istemese de indirmek zorunda kalmıştı. "Bu manzarayı sen sırtını göğsüme yaslarken ve bende kokunu içime çekerken izlemek istiyorum. O zaman ilk kez burası benim için çok anlamlı bir yer olacak." Hilal gözlerinin içine bakarak konuşan adamın dudaklarına ufak bir öpücük kondurmuştu.

"İlk kez göreceğim bu manzara her aklıma geldiğinde, zihnimde sadece sen ve ben olacağız."

"Çok romantik bir andayız. Her an bozulabilir."

"Çağırma uğursuzluğu ağa." Dudaklarını birbirine bastıran adam gülümsedi.

"Emredersiniz Komutanım." Birbirlerine gülümsemeleri genişlerken Hilal adamın onu çevirip hemen ardından sırtını göğsüne yaslamasını takip edememişti. Başını kaldırıp adama gülümsedikten sonra tamamen doğan güneşe ve önlerinde ki gölün güzelliğine daldılar. "Burası her zaman güzeldi. Ama şimdi anlam kazandı." Birbirlerine bakmadılar ama mutlu olduklarını biliyorlardı. Hilal kendini adamın göğsüne bırakırken Levent sağlam bastığı ayaklarıyla üzerine çöken bedene sıkıca sarıldı.

"Ağam..." Huzurlu dakikalar çokta uzak sayılmayacak bir mesafeden yükselen sesle kesildi. İkisi aynı başlarını kaldırıp sese dönerken aynı anda göz devirmişlerdi. "Merhaba..." Koşar adımlarla gelen kişi Hilalin kendini tutmasını engellemişti.

"Sıçayım huzuruna da. Aşkına da." Levent gülmek istese de sinirlendiği belli olan kadından korktuğu için kendine engel olmuş. Gelen kişiye bakarken onunda açıkça görmesi için göz devirmişti. "Nihal? Hayırdır?" Adamın kollarından ayrılmadan kadına dönmüş cevap bekliyordu.

"Nasıl yani hayırdır?" Sinirle soluyan kadın hala durmadan onlara doğru ilerleyen kadını yarı yolda boğazından tutup gölün sularında hırpalamayı hayal etse de Nihal onların yanına varmıştı bile.

"Hayırdır diyorum işte ne işin var burada?" Tekrar sinirle sorusunu yönelten Hilal hala bir cevap alamıyordu.

"Aslında ağam ile yalnız konuşmam lazım." Anında kaşları çatılan kadın. Önce sırtını yasladığı adama öfkeyle baktı ama onunda şaşkın ifadesini görünce kendilerinden beş adım uzakta ki kadına üç adımda yaklaştı.

"Ağan şu an benim yanımda. Derdin neyse işi yokken konuş." Konuyu merak etsede, şu an en öfkeli olduğu konu mutlu oldukları anın bozulmasıydı.

"Önemli Komutan Hanım." Ona dudak büzerek konuşan kadını yumruğuyla buluşturmamak için sabır diledi. Tekrar başını çevirip hala kollarını çekmeyen adama baktı.

"Ulan dua edin yemin ettim. Yoksa önce onu sonra seni memleketinizin bu biricik gölüne kazık niyetine dikmiştim." Kollarının üstünde duran adamın kollarını itip araca doğru ilerledi. "Sadece beş dakika veriyorum." Arkasını dönmeden bağırırken, Levent onun attığı ikinci adımda kolundan tutup daha fazla ilerlemesine engel olmuştu.

"Hiçbir yere gitmiyorsun. Karımsın, benimle konuşulacak her önemli konu, seninle de konuşulacak. Çünkü biz artık biriz." Önce kolunu tutan adama ardından geride kalmış onları izleyen kadına baktı.

"Duydun dimi." Levent’e tam dönüp parmak uçlarında yükselerek kısa bir öpücük vermişti ona. "Şu erilliğine hayvan gibi düşüyorum." Levent’in kahkahası onu utandırmak yerine gururlandırmıştı. "Vallahi kocamda kocam diye oynayacağım. Allah seni bildiği gibi yapsın." Ellerini kenetlerken levent onu ardından sürüklemiş arkalarında duran kadının yanına getirmişti.

"Evet Nihal başla bakalım." İnat ve nefretin bir insanda nasıl bir ifadeye dönüştüğünü ikisi de Nihal sayesinden görmüştü az önce. Dudağını sola kıvıran kadın onlara yaklaştı.

"Evlenmemiz lazım." Hilalin gözleri öfkeden kararırken Levent birazdan ufak bir kıyametin ortasında kalacağını biliyordu. Nihal omuzlarını dikleştirip biraz önceki yandan gülüşünü silmiş daha geniş gülümsüyordu.

"Silahımı neden bıraktım." Hilalin öfkeyle mırıldanması Levent’i harekete geçirirken o hareket edemeden Hilal karşısında ki kadına doğru atlamıştı.

...................

.................................

..............................

Heyecanlı bir yerde bitti.

Bir daha ki bölümde görüşmek üzere.

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 21.12.2024 20:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...