Yeni Üyelik
4.
Bölüm
@mizginsain98

Merhabalar. İyi okumalar dilerim.


...........


................


.......................


Kahveyi sade. Çayı üç şekerli içerim. Ben böyle işe sokarım. Ben neden bu adamla kahve içiyorum? Neden? Ne zaman geldim? Niye geldim? Kim getirdi lan beni buraya?


"Buyurun kahveniz Komutanım." Sağ ol koçum ama araya girme düşünüyorum. Buradan hemen kaçmam lazım.


Bir yanımda Nihal denen cadı kadın.


Bir yanımda ağa bozuntusu.


Hatırlıyorum. Her şeyi hatırlıyorum.


İhtiyaçlarım için köyün merkezine gelmiştim. Yani kadınım sonuçta. Dağın başında gereksiz olan her şey ihtiyaç olmaya başlamıştı. Bu yüzden markete uğramıştım. Ve bu cadalozla karşılaşmıştım. Tabi ki onu gördüğüm için ne kadar mutlu olduğumu söyledim. O da aynı şekilde karşılık verdi. Buraya geldiğim için çok mutluymuş. Kendine yaşıt bir kadınla arkadaşlık yapmak onun için bir şansmış. Sikeyim dedim yalanlarını, tabi içimden. Neyse alışverişimi yapıp kaçayım dedim. Yok... Kahve içelim dedi. O yapmayacağı için kabul ettim tabi ki. Kahveye ihtiyacım vardı. Daha karakola almamıştık.


Tahmin edin bu cadaloz kahve içilecek çok güzel bir yer var deyip. Beni nereye getirdi? Evet bilemediniz... Ağa bozuntusunun evine... Bayılıyorum bu salaklığıma.


"Komutan nasılsınız?" bak seninle geldiğimden beri göz göze bile gelmedim. Neden bana şimdi soru soruyorsun? Bilerek yapıyorsun dimi hayvan herif... Hem sanane ya. Nasılsak nasılız. Ne yapacaksın? Kötüysek? Ne?


"İyiyiz ağa. Alıştık köye." Küçücük köy, bizimkilerde sıcakkanlı zaten. Bir haftada köylülerle içli dışlı olmuşlardı. Bu kadar dışa dönük olmalarına rağmen nasıl hala bekarlar anlamış değilim. Arada birileriyle konuşuyorlar, ama asker olmanın verdiği bir dezavantajdan dolayı o konuşmalar asla bir aydan fazla sürmüyor. Gerçi onlarda kafaya takmıyorlardı.


"Evet haberim var köylülerle çok iyi anlaşmışsınız." Bunu bende biliyorum. Neden bana bildiğim şeyleri tekrar ediyorsun acaba?


"Evet evet..." en iyisi geçiştirmek. Daha da uzatırsa kalkar giderim. Bıktım ya... Cidden bu adam beni katil edecek potansiyele sahipti. Sürekli o pis sırıtışı suratındaydı. Bir insan neden sürekli sırıtır. Bir neden lazım yani. Kırık bu herhalde ondan.


"Ağam, okul için su deposunu yedeklememiz lazım." Aferin cadı sen konuş. Benden uzak olun... Onlar konuşmaya dalarken evi inceledim. İkinci katta bir kadın kısık gözlerle bizi izliyordu. Bak bu bakışları bilirim... Düşmancaydı... Oturduğumuz yere her an bir roketle saldıracak kadar nefret doluydu bakışları...


"Şu balkonda ki bizi öldürecek gibi bakan, cadaloz kim?" ikisi bakışlarını önce bana. Sonra benim baktığım yöne çevirdiler. Birkaç saniye sonra ağa bozuntusunun kahkahasını duymuştum. Nihal denen cadı yine o gülüşü ardına sakladığı nefretiyle bana baktı.


"Yengem o benim." Dedi. Bunu ağa bozuntusu dedi. Yani olabilir. Neden olmasın, pot kırmak herkese mahsus bir şey. Sonuçta insanız. Ben yapmasam, sen yapmasan kim yapacak hata.


"Ablam kendisi." Umurumda değil cadaloz. Sen demesen bile sana benziyor derdim. Enerjiniz aynı. Neyse ki bu roket saldırısını engelliyor.


"Öyle mi, bakışlarınız aynı." Allah için alın. Konuşma benimle. Küs, hatta defol git. Hatta ben seve seve giderim buradan. İkinizin suratına katlanmak yerine, herculesim aşkımla oynarım. Canım ya özlemiştir beni.


"Öyledir... Gözlerimiz keskindir. Bakışlarımız o yüzden çok uzaktan fark edilir." VALLAHİ GERİZEKALI... Şu an istediğim kadar hakaret ederim. Çünkü şu an okulda bir öğretmen sıfatın da değil. Kızım abla dediğin kadına az önce cadaloz dedim. Hu huuuu. Farkında mısın? Ya senin zeki bir insan olman gerekiyor. Yani öyle olması lazım değil mi? Ben size laf attım... Allah'ım delireceğim.


"Nihal iyi misin?" evet sen sor bari ağa bozuntusu. Yoksa cidden salak diyeceğim. Adam anladı bu kız hala sırıtıyor.


"İyiyim ağam. Siz iyi misiniz?" Allah kahretsin. Allah kahretsin. Anladım. Bu salak bu ağa bozuntusuna yanık. Arada o yüzden kendini övüyor. Cidden Allah kahretsin. Kör olaydım. Sağır olaydım bu sahneye şahit olmayaydım.


"Değilsin... Lanet olsun ya, benim zeka seviyem için bu ortam iyi değil. Ben gidiyorum." Kalkıp gittim. Başka bir şey demedim. Yoksa patlardım. Tamam adamın MAŞALLAH'I varda. Tamam da kızım salağa dönüşecek kadar neden kaptırdın kendini, nasıl yaptın ya? Bir kere karakter sıfır.


"Komutan..." kapıdan çıkıp araca ilerliyordum. Ama her zaman ki gibi ilerlemekle kaldım. Arkamdan koşan ağa bozuntusuna döndüm.


"Buyur ağa?" konuşta gideyim. Her şeyi anlıyorsun bunu da anla. Kalmak istemiyorum.


"Çok tutmayacağım. Sadece şunu vermek istedim." Avuçlarıma bıraktığı şeyi sıkıca tuttum. Başını eğip selam verdi. "Allah'a emanet komutan." Başımı eğip selamına karşılık verdim. Ardından o çıktığı kapıya bu kez ağır adımlarla ilerledi. O kapının ardında kaybolduktan sonra. Avuçlarıma bıraktığı şeye baktım. Bir kutu dolusu kahveydi.


****


Araçtan inip karakola girdim. Yanıma gelen askere aracın anahtarını verip kantine ilerledim. Aslında kantin dediğime bakmayın. Üstünde yazan isim buydu, yoksa her şey için burayı kullanıyorduk. İçeri girip bizimkilerin olduğu masaya ilerledim.


"Osman kahve getirdim bana ondan yap." Başını sallayıp gitti.


"Allah razı olsun komutanım ya. Baya oldu içmeyeli." İsmail'e dönüp gülümsedim.


"Alsaydın oğlum. Sen dün merkeze gitmedin mi?" bunlarda ki beleşçilik yakında beni öldürecek.


"Komutanım alışveriş işi ve paraları Yalçın da. "


"Mutfaktan sorumlu kim? Osman. O zaman bunların sorumlusu da Osman. Yalçına bırakırsan zaten çoktan öldük."


"Ne alaka komutanım? Yarın tüm alışveriş için inecektim merkeze." Yalçına dönüp 'siktir oradan' bakışımı attım. Tanımasak inanırız.


"Şu dediklerinden sadece merkeze ineceğin doğru. Ama ne zaman olduğu meçhul." İçimizden geçenleri dile getiren Nurullah'a hepimiz saygıyla baktık. Bunu biz desek bize alınırdı. Ama ikisi süt kardeş oldukları için ona alınmıyordu. Buna da alınır mı ya denebilir. Ama yalçın öyleydi. Berbattı bu huyu ama yapacak bir şey yoktu. Kaç yıldır beraberdik ve bizde alışmıştık.


"Sende mi ya süttaş?"


"Bende ya süttaş." Bu saçma diyalog hepimizi güldürmüştü.


"Kahveyi ben almadım. O ağa bozuntusu verdi." Tabi ki hepsi bir ağızdan " oooo " diye saçma bir hareket yapmıştı. Sikecem şimdi belalarını.


"Çarparım ağzınıza. Uslu durun."


"Emredersiniz komutanım." Esas duruşa geçtikleri gibi kahkahayı patlatmıştım. Salak bunlar ya. Bunlar olmasa ben ne yapardım?


Onlar yerine oturdu, kahvemde gelince normal konulardan konuşmaya başladık. Hepsi izinleri için planlarını anlatırken. Yine sessiz kaldım. Eve gitmek benim için gerçek savaştı. Babamı biliyordum, önceden gittiğim izinlerde yaptığı şeyi yapacaktı. Ve beni delirtecekti. Ve zaten dinlenmek için gittiğim yerde. Dükkan'ın başına dikecekti beni. Sanki hep oturuyormuşum da bir işe yaramıyormuşum gibi. Sürekli bunları. Hayatım olan bu insanları ve bu aşkı bırakıp geri dönmem için, her yemekte, her oturduğumuz yerde konuşmaya başlayacaktı. Yoruyordu beni.


Onları özlemiştim. Ama iki senedir izinlerde, görevim var diyerek başka yerlere gidiyordum. En azından kafamı dinliyordum. Hem zaten erkek kardeşim onlara yetiyordu, evlat sevgileri için. Hayır hayır kardeşimi kıskanmıyordum. Aramız iyiydi. Bize eşit davranmayan ailemizdi. Onu daha fazla önemsiyorlar diye ondan nefret etmem saçma olurdu. O da aynı şekilde. Ondan daha az gördüğüm ilgi için beni suçlayamazdı. Onlar, ailemiz, yapamayacakları, beceremeyecekleri bir işin altına girince neden biz suçlu olalım ki. 2 çocuk istediler. Yaptılar. Ama keşke yapmak isterken nasıl bir sorumluluk alacaklarını bilselerdi. En azından eşit davranmaları gerektiğini bilselerdi. Evet bizim ailede de ataerkillik ön plandaydı. Bu yüzden ilk çocuk olmak hataydı.


İlk çocuk ve kız olmam başlı başına bir hataydı. Küçük çocuk olarak sevilebilirdim. Belki ama büyük olunca o şansı da kaybetmiştim. Kardeşim için hep fedakarlık yapmam beklendi, aslında. Bunu bir sorumluluk olarak yüklediler bana. Ama bunun öyle işlemediğini öğrenmem uzun sürmedi. Bu benim görevim değildi. Onu elbette koruyacaktım. Ama kardeşim olduğu için. Bunu yapmak için doğmuş bir kız olarak değil. Onu korumak için doğmadım. Bende bir evlat olmak için doğdum. Aynı hassasiyet bana tanınmadı. Ve benim hep veren taraf olmam istendi. Kendimi orada daha fazla tüketmek sadece keşkelerle kalmama neden olurdu. Onlardan uzaklaşmak benim tek şansım olmuştu. Kazandığımı söyledikten sonra babam benimle uzun süre konuşmamıştı. Bir kadının böyle bir yerde, bu kadar adamla ne işi olur kafasındaydı. Öyle büyümüştü. Çevresinde öyle görmüş, öyle davranmıştı belki de başkalarına. Babam olması onu her konuda savunacağım anlamına gelmedi hiç. Göbek bağım da onunla bir kesilmedi. Onunla büyüdüm ama onunla aynı düşünmedim. Kendimi yetiştirdim. Feministim. Bu erkek düşmanlığı değil. Eşit olduğumu savundum. Bunu her yönden göstermek istedim. Ama babam olması onu her yönden tanıdığım anlamına asla gelmiyor. Her an yan yana değildik. O büyüdü, hatalar yaptı. Ve benim olacağım planlarda bile yoktu. O yaşadı, düşündü. Bazı şeyleri benimsedi. Kendini yaşadığı şeylere göre eğitti. Ve o benim yaptığım şeyin gurur verici değil de. Gurur kırıcı bir şey olduğunu düşündü. Hep... Umursamadım. Kendimi ona kanıtlamayı bıraktım. İşte o zaman kendimi, kendim olduğum için sevdim. Ve ne olursa olsun bana kızım dediğin de hep mutlu oldum. O bunu ne kadar normal bir şey olarak görse de. Bana kızım dediğinde. Beni önemsediğini düşündüm. Gerçi o kelimeyi her söylediğinde sinirli olurdu.


"Komutanım... Levent ağa hakkın da ne düşünüyorsunuz?"


"Yakışıklı biri." Ne? Ne dedin sen Hilal? Lanet olsun ama ya. Düşüncelere dalmış birine şak diye öyle soru sorulur mu? Hayır birde bir sırıtıyorlar. Gören pijama partisin de onlara okulda ki platoniğimi anlatıyorum sanacak.


"Ben o yönden sormadım ama." Yıldırım ağzına çarparım evladım. Bak yapmayın, benim ayarlarımla oynamayın. Zaten dakikalar içinde bir milyon şeyin içine daldım da geldim. Benim sinirimi bozmayın. Yakışıklı dedim, sanki aşığım dedim de bu tepkileri veriyorlar.


"Tamam susun, tek kelime etmeyin. Ben gidiyorum ve o adamı sevmiyorum. Yakışıklı olması aptal olduğunu gizlemiyor." Ayağa kalkıp soğumuş kahvemi elime aldım.


"Komutanım..." başımı çevirip Muhammed'e baktım. "Şu sizin yakışıklı ağanın verdiği kahveleri bizde içebilir miyiz?" tek kaşımı kaldırdım. O izin mi istedi benden?


"Yani sonuçta ilk hediyeniz. Paylaşmak istemezseniz anlarız." Gülün oğlum siz gülün. Şafaktan önce sizi içtima için ayağa dikeyim de görün siz nasıl gülünüyor.


"Kadınlar bu tarz şeylere dikkat edermiş." Bak sen Arslan beyimiz de konuştu.


"Yani iyi adam enişte potansiyeli var." İsmail vallahi sıçtırtırım ağzına.


"Koca adam hem zengin de." Yalçına döndüm. Hayırdır lan ne arıyor bu?


"Salak salak konuşma. Zenginlik bir yana adamda ki endam." Yıldırım beyimiz ağaya tutulmuş gibi.


"Sana yapalım istersen ağayı. Bir salya akıtmalar." Nurullah alnından öperim seni... de.... Seni de duymadan ben kaçar. Koridoru bitirip odama girdim. Onlarla konuşmak iyi hoşta, saçmalıkları bir süre sonra benim zekam için baya düşüyordu. Ve ben anlamıyordum. Üstelik konu şuan bendim. Anlamadığım için daha da cıvıtacaklardı. Duymamam benim için en iyisiydi.


"Başlarım ağanıza da, yakışıklı olmasına da. Bir de enişte diyorlar. Bir bok olmaz ondan." Sinirliydim, yani ne alaka. O ve ben. Zaten Nihal denen kadın onun dibindeydi hep.


"Onun başı belli ki bağlı. Hem zaten benle, saçmalık. O bir kere soğandı. Ben ise çilek. O kadar uyumsuz birer insandık. Yani ne alaka biz." Yatağa uzandım. Allah'ın dağında yapacak bir şeyde yok. Uyu kızım.


"Salak salak konuşup sinir ediyorlar sadece. O ağa bozuntusu benim yanımda yürüyebilir mi ya?"


Delireceğim.......


...........................................


Ve bir bölüm daha biter. Sağlıkla kalın. Haftaya görüşmek üzere.

 

 

 

 

 

 

 


Loading...
0%