
Merhabalar. İyi okumalar dilerim.
...................
.................................

....................
Merhaba sevgili.
Ölmek nasıl bir his?
Üç kişi ortamda oluşan gerginliği hissediyordu. Gerginliğin sebebinin ise kendileri olduğunu farkında değillerdi. Nihal zevkle karışık bir ifadeyle Levent’e bakıyordu. Gözlerini diğer tarafa Hilale bir an bile çevirmedi. Onun her an boğazına çökecek halde olduğunu biliyordu. Hatta bilmesine bile gerek yoktu. Kadının bir kurt gibi hırlayıp durması biraz önce ölüm fermanını imzaladığının kanıtıydı.
"Evlenmek mi?" Levent hala ne olduğunu algılayamasa da duyduğu şeyden emindi. Nihal biraz önce ona evlenmek zorunda olduklarını söylemişti.
"Yok ağa. Ölmek istiyorum dedi." Hilalin ellerini pençeleri varmış gibi bükmesi saldırmaya hazır olduğunu gösteriyordu. Adam olay daha da büyümesin diye onu kollarına alırken Nihale sırtını dönmüştü. "Bak vallahi katil edeceksiniz beni. Yakacaksınız askerliğimi." Kadının sitemle dolu öfkeli sesi adamı bu kez güldürmedi. Daha yeni duyduğu her şey kendisinin bile beynini bulandırmıştı bu kadına ne demeli.
"Sakin ol karıcığım ben çözeceğim şimdi." Kollarında ki kadının ona öfkeyle bir bakış attıktan sonra kendisinden hızla uzaklaşması onu rahatsız etse de ona istediği alanı tanımak için sesini çıkarmadı.
"Nihal." Tekrar kadına dönüp sakin olmaya çalıştığını ele veren sesiyle kadına yaklaştı. "Ne dediğinin farkında mısın?" Dudak büzen kadın ona birkaç adım yaklaşmıştı.
"Daha fazla yaklaşma." Hilalin arkadan duyulan sesi Nihal’i duraklatırken Levent kendisine atılan adımdan daha fazla geriye gitmişti. "Bak yemin ederim beni katil etmeden çözün bu boktan işi." Onlara sırtını dönüp sabır dilemekten başka çaresi kalmamıştı şu an.
"Çözülecek bir şey yok Komutan Hanım. Ağa benimle en kısa zamanda evlenecek." Hilal sabrının tamamen bittiğine emin olmuştu. Tekrar onlara dönerken yüzünde ki sırıtış birilerini öldürmek için hazır olduğuna işaretti.
"Nihal sus." Levent yanından hışımla geçen kadını tutmakta geç kalmıştı. Hilal üzerine gittiği kadının boğazına yapışmasına bir nefes kala bunu yapmaktan vazgeçip kadının yanından hızla geçti. "Hilal..." Adam koşarak ilerlemeye devam eden kadına doğru gitti. "Lütfen bekler misin?" Elini havaya kaldıran kadın gittiği her adımı geri gelmişti. Biraz önce gırtlağına çökeceği kadına tekrar yaklaşıp yüzlerini birbirine yaklaştırdı.
"Bir erkek için bir kadının canını asla yakmam. Bu Levent için senin canını yakmak demek bile olsa. O yüzden şu an insan gibi rica ediyorum. Şu siktiğiminin olayını bitir artık." Hilal suratına konuştuğu kadının gözlerinde gördüğü şeyin korku olduğunu biliyordu. Ama konuşmaya başlayan kadının dili resmen canına susadığını dile getiriyordu.
"Küfür ederek bahsettiğin bu olay köyümüz için bayram sayılır." Kahkaha atarak kadından uzaklaşan Hilal yumruklarını kendi baldırlarına indirmişti.
"Bu kadın cidden benimle oyun oynuyor. Bak beynimi sikip attı dört cümlesiyle. Hala konuşup beni delirtmeye çalışıyor. Bak Nihal benimle derdin ne ise açıkça söyle." Hilal omuzlarına sarılıp onu kendine çeken adama bakarken sızlayan burnunu sıkıp ağlamamak için çaba harcadı. "Cidden bu ne şimdi?" Fısıltısını sadece omuzlarına sarılan adamın duyacağı tonda çıkarmıştı. Levent onun değişen halini sesini hemen anlamıştı.
"Özür dilerim. Yerimizi nerden buldu bilmiyorum ama saçmalıyor. Bu işi çözeceğim." Başını sallayan Hilal adamdan uzaklaşmak istese de Levent izin vermedi. "Bana temas ettiğin sürece ikimizde sakin kalacağız." Başını sallayan Hilali çenesinden tutup burnunun ucuna tüy gibi hafif bir öpücük bıraktı. "Nihal açık olalım. Ne oluyor burada?" Nihal sakince gülümsemiş birbirlerine sarılan ikiliye belli etmese de acımıştı. Birbirlerini teselli etmeleri, birbirlerinde avunmaya çalışmaları kadının üzülmesine neden olsa da yüzüne yaydığı nefret uyandıracak gülüşle konuşmaya devam etti.
"Ben ciddiyim ağam. O gün odamda öpüşmemiz dışarıdan nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde kayıt altına alınmış." Bir çırpıda söylediği her şey birbirlerine sarılmış ikiliyi santim santim ayırdı. Birbirlerine dönmeleri saniyeler sürse de tekrar karşılarında konuşan kadına dönmelerine de saniyeler sürmüştü.
"Nasıl yani? Hayır asıl sorum ne öpüşmesi?" Levent öfkeyle ilerlemeye çalıştığında bu kez onu sakinleştiren Hilal olmuştu. Sinirle derin bir nefes alan adam yüzünü sıvazlayıp kendine hâkim olmaya çalıştı. "Hala öpüşme diyorsun. Sıçtırtma Nihal öpüşmene." İki kadın hayretle adama dönerken ikisi de adamın ağzından ilk kez küfür duymanın şokunu yaşarlarken Levent mırıldanmaya devam ederken arada küfür etmeyi de ihmal etmiyordu.
"Levent sakin olur musun az biraz." Hilal gülmek istese de bedeni ona engel oluyordu. Adamdan ilk kez küfür duyması onu oldukça heyecanlandırmıştı. Ama şu an gülecek bir durumda olmadığını fark etmesi onu bunu yapmaktan alıkoyuyordu. Levent’e doğru kolunu uzatan kadını fark etmesi tamamen farklı bir ruhlu haline geçmesine neden olmuştu. "Bak yemin ederim. O kolunu dirseğinden kırarım. Gidene kadar yellenirsin." Nihal havada kalan elini geri çekip eteğinin cebine sıkıştırdı.
"Yemin ederim Hilal öpüşme falan yok. Yalan söylüyor. Hayır anlamadığım bunun için o kadar özür diledin. Şimdi ne bok değişti de evlenmek diyorsun. Neler çeviriyorsun Nihal?" Aralarında Hilal olmasaydı adam çoktan ortalığı karıştırmış olduğu halde hala sırıtan Nihal’i parçalamıştı.
"Levent kendine hâkim ol yoksa yemin ederim ikinizi tek bırakır defolup giderim." Levent bir saniye düşündü. Bu olasılık cidden şu an mükemmel bir şey oluru. Olabilseydi eğer bu sayede Nihal’den hıncını alabileceğini biliyordu. Ama Hilal onu dinlemediği için giderse tekrar uzun bir küslük sürecine girecekleri için sustu.
"Tamam. Ama hemen konuşmazsa yemin ederim haklı olduğumu sende bil. Ve sakın beni gitmekle tehdit etmeye kalkma." Başını sallayan kadın onu onaylayıp arkalarında kalan kadına döndü.
"Konuş artık sende." Nihal tekrar söz sahibi olmanın verdiği sevinçle ellerini çırpmış karşısında ki ikilinin sabrını tekrar ve tekrar sınamıştı. Hilal sinirini yumruklarında toplarken Levent arkasını dönüp ikisinden de birkaç adım uzaklaşmıştı. Daha fazla Nihale maruz kalmak demek onun delirmesi için yeterliydi. Ve şu an delirmesi hiçbir şeyi yolunu koymaz aksine daha beter hale getirirdi.
"Tamam sakin olmak nedir bilmiyor musunuz siz ikiniz? Bir konuşmama fırsat vermek bir yana dursun. Kendi aranızda delirip hatta kudurup durdunuz. En son ikiniz üzerime gelip beni dövmeye kalkıştınız. Cidden siz ikiniz tam birbirine layık iki kaçıksınız." Hilal istediği konu dışında başka ithamlar ve saçma cümleler duyduğunda başını bıkmışlıkla Levent’e çevirdi adamın -Al işte- der gibi elini kaldırıp ardından bacağına vurmasını görünce onu sakinleştirdiği için bir anlık pişmanlık yaşamıştı.
"Nihal. Cidden şu an tek yapman gereken konuşmak. Yoksa arkada ki boğayı ala geri tutmam bir daha ki sefer." Başını sallayan kadın dudak büzüp ellerinin çırptı.
"Tamam tamam. Dinleyin ama bu kez sonuna kadar." İkisini de araka arkaya göz devirmesini onay işareti olarak alıp konuşmaya devam etti." Şimdi biliyorsunuz ki benim ve ağamın böyle minicik ama çok özel bir kaçamağı olmuştu. Ama neyse ki fark ettim ki ağam beni o an sevmiyor. Bu beni üzdü ama ondan sonra sürekli yanıma gelmesi sanki duygularının değiştiği anlamına geliyordu. Ve ben hislerimi asla yok saymadım seni hala çok seviyorum ağam. Ve eğer evlenmezsek maalesef o video tüm köye bana zorla sahip olduğuna dair bir kanıt olarak yayılacakmış." Nihal sustuğunda saniyeler sonra ilk gülen Hilal olmuştu. Levent ona eşlik ederken gülmeye devam eden kadın daha fazla dayanmamıştı. İleri atılıp önlerinde duran kadını ceketinin yakalarından hızla tutup en başından beri Nihal gelmeden önce sarılıp durdukları yere doğru sürüklemeye başlamıştı. Nihal ne kadar çabalasa da ne kendini ne yakasını Hilalin ellerinden kurtarmaya başaramamıştı.
"Aptal..." Hilal onu çekiştirirken hakaretlerini sıralamaya başlamıştı. "Bak bana geri zekâlı, aptal ve ayağını bok çukurunda yıkayan sözde öğretmen müsveddesi. Ki sana öğretmen demeye bin şahit gerek." Onu yaklarından ileriye savurup kendini düzeltmeye çalışan kadının üstünde yükselmeye başladı. Hilal onun üzerine geldikçe Nihal kendini korumak için eğilmiş bir şekilde geriye doğru adımlar atmaya çalışıyordu. "Ben vardım sadece. Sizi benden başkası görmedi. Duydun mu o siktiğiminin videosunu nasıl çektiysen aynı şekilde yok et. Yoksa yemin ederim seni mahvederim." Nihal bilinçsizce başını aşağı yukarı sallarken kadın daha fazla onunla uğraşmadı. Geriye dönüp ilerlerken Levent sol kolunu kaldırıp onun yanına yanaşmasıyla onu hızla kollarının arasına hapsetti. "Duyduğun tüm küfürleri unut." Levent onu araca doğru götürürken dediği şey yüzünden dudaklarında saniyelik bir gülümseme oluşmuş ama bulundukları durumdan dolayı yüzü eski haline hemen dönmüştü.
"Sen araca bin ben etrafı toplayıp geleceğim hemen. Ha bu arada seni tanıdığımdan beri küfür ediyorsun. Bu ilişkiye başladığımızdan beri her kelimene dikkat ettiğinin farkındayım ama şunu bil. Ben seni hep o halinle sevdim değişmen gerekmiyor. Hatta dahi samimi geliyorsun doğrusu. Ve bana ağa bozuntusu demen bana hep daha hoş geldiğini bil. Hatta baya hoşuma gidiyor. Anladın sen." Levent’in göz kırptıktan sonra hızla uzaklaşması kadını güldürmüştü. "Seviyorum seni ve her şeyini." Adamın gider ayak bağırarak yaptığı itiraf etrafta yankılanmıştı.
"Deli." Kadının mırıltısı kesildiğinde başına saplanan ağrı yüzünden hızla gözlerini kapatmıştı. "Bir bu eksikti." Başını arkaya yaslarken Levent’in bagajı açıp bir süre sonra kapattığını duymuştu. Çok kısa bir süre sonra aracın kapısı açılmış ve ardından kapanmıştı.
"Hilal?" Adamın soru işaretiyle dolu sesini duyunca gözlerini hafif aralayıp ona döndü. "Neyin var?" Başını sallayan kadın tekrar gözlerini kapatıp eski pozisyonuna döndü.
"Başım çatlıyor. Erken uyanmak ve bunlar çok fazla oldu." Bunun sebebinin eski hatıraları olduğunu bilse de bunun hakkında konuşmadı. Tekrar gözlerini aralayıp adama zorlukla gülümsedi. "E hadi bırak artık beni aldığın yere." Buradan uzaklaşmak ve kendini beş kat yorganın altına yatması yetmezmiş gibi ayaklarının altına sıcak su torbası ve başına bir kalıp buz koyması gerekiyordu. Bu baş ağrısının başka türlü geçmesi imkansızdı. Bunu yaptıktan sonra ertesi güne kadar kendine gelemeyeceğini de biliyordu. Ama bu akşam görüşmesi gereken köy halkını hatırladı. "Ağrı kesicin var mı?" Torpidodan çıkardığı ilacı alıp su kullanmadan hızla yuttu. Levent’in ters bakışlarından sonra kapının cebinde olan şişeden bolca su tüketmişti. "Biraz gözlerimi kapatacağım. Sessizlik lazım biraz." Ona doğru eğilen adam dudaklarına uzun ama hafif bir öpücük bırakıp başını sallamıştı.
"Uyumaya çalış varınca seni yatağına kadar götüreceğim söz." Hilal gülümsemişti.
"Ceza yemek istemiyorum. Uyandır daha iyi." Başını sallayan adam gülümsedi.
"Peki peki. Geldiğin gibi yürüyerek gidersin o zaman. Kollarımda taşınmak varken. Şahinkoru nakliyat hizmetinde diyorum ama işte kıymet bilmiyorsun." Başının zonklamaya devam etmesine rağmen sesli bir şekilde gülmüştü.
"Ya ağa bozuntusu sus artık. Kafam çatlıyor." Onunla birlikte gülmüş hemen ardından hızla aracı çalıştırmıştı.
"Emredersiniz Komutanım." Hilal ona doğru havadan bir öpücük gönderip tekrar başını yaslayıp gözlerini sıkıca kapatmıştı. Yol uzun ve sessiz geçmişti. Hilal bir süre sonra uyumuştu. Levent onun uyanmaması için radyoyu kapatmış güneşten etkilenmemesi için. Özellikle yolu uzatsa da orman tarafından gitmişti. Hilal yolun yarısından fazla uyumuştu. Uyandığında baş ağrısı olabilecek en alt seviyedeydi. Ve bu onların neşesini yerine geri getirmiş İstemseler de tüm gün olan her şeyi tekrar ve tekrar gözden geçirip bunlar hakkında konuşmuşlardı.
Öte yandan Nihal...
Hızla ilerlemiş onu bekleyen araca kendini zorlukla atmıştı. Şoför koltuğunda oturan adamla göz göze gelmek istemese de derin bir nefes alıp saniyelerdir onu izleyen kişiye bakmıştı.
"Bu dediğiniz hiçbir işe yaramadı. O kadın her şeyi gördüğünü söylüyor. En başından beri yalan söylediğimin farkındaydı." Başını sallayan adam elinde ki telefonu dudağının üstünde bir süre tuttuktan sonra yapacağı şeye karar vermiş şekilde hızla bir numarayı tuşladı.
"Yapın gitsin. Bu komutan kadın başımıza iyice bela oldu. Halledin bu akşam işini." Nihal duyduğu şeyden sonra nefes alamasa da yanında oturduğu adama belli etmemek için büyük çaba sarfetti. "Korkma Nihal. Aynı ablan gibi titriyorsun da beni ilk gördüğünde böyleydi. Bana alıştıktan sonra kendini tutmadı iki ya da üç kere ağladı. Bir daha titrediğini bile görmedim." Başını sallayan kadın adama uyup yanında ağlayacak değildi. Birkaç kere daha derin nefesler aldı. Dün geceden beri yaşadığı her şeyi ablasının yaptığı her şey gözünün önünden gitmiyordu. Yıldırımla buluşmak yaptığı en büyük hataydı. Buna dün gece emin olmuştu. Ablasının vücudunda bıraktığı morluklar hala canını yakıyordu. Koltukta biraz daha yaylanıp canını daha fazla yakarken yüzünün şekil değiştirmesine de engel olamadı. "Sakin ol. Ablanla olan gönül bağım olmasa seninle zaten uğraşmam. Korkma o yüzden." Duyduğu şey kadını hayretler içinde ona çevirirken adam yüksek sesli bir kahkaha atmıştı. "Söylemedi mi ablan." Başını olumsuzlukla sallarken duyduğu şey beyninde dönüp durdu. Ablasının sevgilisi vardı. Kelime beyninin içinde dönüp duruyordu. Bulanan midesine engel olamamıştı. Ayaklarının dibine mide suyunu tükürürken adamın ettiği küfürleri yarım yamalak duymuştu.
"İğrenç..." Hala bulanan midesinin de el verdiği şekil de tepki vermeye çalıştı. Sesini farkında olmadan kendisi yutmuştu. Zorlukla nefes alıp arabanın camını açmak için zorlukla hareket etti. "Bu kadar değil. Ablam bu kadarını yapmış olamaz." Temiz havayı ciğerlerine doldururken adama bakmamaya özen gösterdi. Yanında oturan adam kendisinden sadece birkaç yaş küçüktü. Ablası kendinden neredeyse on beş yaş küçük biriyle bir ilişki içindeydi. Aklına dolan her şey midesini bulandırmaya devam etti. Hızla hareket etmeye devam eden araç yüzünden artık nefes alamıyordu... İstemese de camı kapanmasını sağlayan düğmeyi yuları hareket ettirmişti.
"Sakin ol bizimle muhatap olmak zorunda değilsin. Hatta ağa ile evlendikten sonra buradan gitmeniz daha iyi. Ablan ve ben bu işlerin başına geçmek için yıllardır bekliyoruz." Nihal duyduğu her kelime sonrası bu kez mide bulantısının öfkeye dönüştüğünü hissetmişti.
"Kapa çeneni geri zekâlı." Araç aniden durmuş Nihal yüzünde şiddetli bir acı hissetmişti.
"Bana bak bok çuvalı. Bir işe yaradığın yok. Mideni ayrı olmayan şerefini ayrı sikerim. Sana dediğimiz bir boku yap sonra siktir git. Bir daha benimle konuşurken o sesin biraz bile yükselirse, keserim onu. Keser öğrencilerine öğle yemeği diye yediririm." Nihal hissettiği acı yüzünden dolan gözlerini sıkıca kapatırken, dudağından aldığı metalik tat canının daha fazla yanmasına neden olmuştu. Gözlerini sıkıca kapattığı halde akan yaşları adamı tatmin etse de yanında duran kıza hissettiği nefret o kadar çoktu ki. Daha fazlası için hazırdı. "Hiçbir işe yaramaz. Bir kere bile ablana yardım etmedin. Bir boka yaradığın yok ama dilin öyle mi?" Nihal gözlerini açmadan duyduğu tüm hakaretleri beynine işledi. Adamın sesi daha fazla çıkmadığında araç tekrar çalışmıştı.
Nihal gözyaşlarını durduramıyordu. Ama ağlamsının sebebi artık yanan canı değil. Duyduğu hakaretlerin onda bıraktığı yaraydı. Düşünüp duruyordu. Cidden herkes ona bok gibi davranıyor ve o şekilde hitap ediyordu. Bu kadar değersiz olmadığını biliyordu. Bu saçmalıklara en başından beri bulaşmak istemiyordu zaten. Ama ablası için her şeyi yapmaya hazırken şimdi her gün öğrendiği yeni bilgiler onu hayretler içinde bırakıp duruyordu. Ablasının görünenden çok farklı bir hayatı varmış zaten. Onun hiçbir şey bilmediği öğrendikçe yabancılık çektiği bu hayat üstelik ondan nefret ediyordu. Ablasının herkesten, ondan bile sakladığı bu hayatta hiçbir yeri ve seveni yoktu. Hatta bu bilmediği hayatta yeniden tanıdığı herkes ondan her milimiyle nefret ediyordu. Bu nefretin nedenini bilmiyordu. Ama sebebinin ablası olduğundan emin olmuştu. Üstelik az önce kendinden küçük ablasının sevgilisi onu aşağılamış hatta el kaldırmıştı. Artık emin olduğu tek şey ne yaparsa yapsın, bu hayatta asla yeri olmayacaktı. Ablası en başından beri onu bu hayata dahil etmemişti.
"Bırak beni burada." Gözyaşları akmaya devam etse de sesi titrese de adama dik dik bakmaya devam etti.
"Nereye?" Adamın sorusunu görmezden geldi. Gözlerini kapatmış onu duymamaya çalışıyordu.
"Çek kenara şu lanet arabayı." Genç adam uğraşmadı aracı kenara çektiğinde sert bir fren yapmıştı. "Ablama söyle beni unutsun." Adamın bir şey yapmasına fırsat vermeden kapının kolunu çekip araçtan inmişti. Kapıyı sert bir şekilde çarparken adamın kıvrılan dudağını gördüğünde tekrar kusmaya hazırdı. "Allah belanızı versin." Araç hızla oradan oradan uzaklaşırken, telefonunu çıkarıp son aramalarda ikinci sırada duran kişiyi aramak için hızla ismin üstüne basmıştı. Telefon çalmaya devam etsede karşı taraftan bir ses alamamıştı. Sıkıntıyla nefes alıp vermeye devam etti. Olduğu konumu bile bilmiyordu. Neredeydi?
"Yıldırım lütfen." Tekrar aynı isme dokunmuş telefondan bir ses gelmesini beklemişti. Saniyeler sonra adamın karşıdan gelen sesini duyunca tekrar ağladığını bile fark etmemişti. Telefonun diğer tarafından ona seslenildiğini fark ettiğinde zorlukla konuştu. "Ben neredeyim bilmiyorum. Bana yardım eder misin?" Diğer tarafta ki adamdan bir süre ses alamadı.
"Konum at bana. Hemen çıkıyorum." Adamın saniyeler sonunda dediği şey ağlamaları arasında gülümsetmişti onu.
"Tamam..." Hemen ardından telefon kapanmış hızla bulunduğu konumu adama atmıştı. Arada ki mesafenin uzun olduğunun farkındaydı yol üstünde durmamak için ağaçların arasına geçerken, çalan telefonuna baktı. "Abla?" Gördüğü isim karşısında verecek bir tepki bulamamıştı. Açıp açamamak arasında kararsız kalırken kendini hızla yere bırakmış kalçasının üstüne çökmüştü. "Senden asla kurtulamayacağım değil mi?" Çalan telefona doğru bağırırken kaçışının olmadığını fark etmişti. Yeşil oku sağa kaydırırken etrafta tek olmasının verdiği rahatlıkla telefonu hoparlöre alırken bağdaş kurduğu bacaklarının üstüne bırakmıştı telefonu. "Evet, ne oldu?" Telefonun diğer tarafında ki kadının ağız şapırdatmasını duyduğu anda öfkeyle gözlerini kapattı.
"Neredesin sen?" Kelimeleri yayarak konuşan ablasının her hareketi bilerek böyle yaptığını biliyordu. Üstelik araçtan ineli on dakika olmadan aramıştı. Anında her şeyden haberdar olduğunu bu sayede anlamıştı. Ablasının eli kolu her yerdeydi ve kendisi nasıl bu kadar kördü?
"Neden sordun? Sanki bilmiyormuş gibi birde soruyor musun?" Bacağında ekranı yanıp sönen telefona doğru bağırırken Yıldırım hemen geleceğim demesi sayesinde kesilen ağlamasına şükretti. Ablasıyla konuşurken ağlamak, istediği son şey bile değildi.
"Bana düzgün cevap ver. Planın ne?" Duyduğu şeyden ne anlaması gerektiğini bile bilmiyordu. Ne planından bahsediyordu bu kadın?
"Pardon pek sevgili, yalancı, hain ne olduğu bile belli olmayan ablacım. Ne planı?" Gözlerinin karardığını fark ettiğinde öfkeyle hakaretlerini sıralamaya devam etti. Bunları dile getirmek gibi bir düşüncesi yoktu üstelik. Ama kadının telefonda onunla dalga geçtiğini fark etmesi onu ve sinirlerini alt üst etmişti. Bacağının etrafında büyüyen otları eline dolayıp çekiştirirken hıncını onlardan çıkarmaya çalışıyordu.
"Ne dedin sen bana?" Bu kez gelen seste oldukça sert ve ciddiydi. En başından beri dalga geçtiği ses tonunu şimdi bırakmıştı. Nihal zorlukla yutkundu. Ama korkmasının saçma olduğunu da biliyordu. Ablası zaten ikisinin canını çoktan ailelerinin katilinin eline bırakmıştı.
"Ne duyduysan onu dedim. Anlamadın mı?" Telefondan gelen hışırtılar kadının yer değiştirdiğini belli ediyordu.
"Beni iyi dinle Nihal. Eğer o yanına gelecek askerin gebermesini istemiyorsan benimle düzgün konuş." Nihal oturduğu yerde duyduğu şeyle kendinden geçmişti.
"Sen nereden biliyorsun?" Saniyeler sonra sesini bulduğunda ilk sorusu bu olmuştu.
"Neyi Nihal? Arkamdan çevirdiğin işlerimi diyorsun?" Arada bir geçip giden arabaları duyan Nihal bir süre her şeye sağır olmuştu. Telefondan yükselen ses onu kendine getirirken düşüncelerine bile dalmamıştı. "Akıllı ol dedim. Ama sen geri zekâlı olmayı tercih ettin. Sen bilirsin. Yediğin her boktan haberim var. Sakın kendini benden önde görme." Zorlukla bir nefes alıp konuşmaya çalıştı. Yıldırımın çoktan yola çıktığından emindi. Başına bir şey gelirse korkusuyla telefonda ki kadına yalvarmaya hazırdı.
"Ona zarar verme. İstediğin her şeyi yapıyorum. Onu rahat bırak." Telefondan yükselen kahkaha sesiyle telaşının yerini öfke almıştı.
"Benim sözümden çıkma. Belki o zaman dokunmam ona." Bir şey demesine fırsat kalmadan telefon kapanmıştı. Sinirle telefonu ileriye fırlatırken çığlık atmıştı.
"Lanet kadın. Lanet olsun senin gibi ablaya. Belki diyor birde. Oyun oynuyor resmen benimle, kardeşiyle. Yemin ederim delirtecek beni artık." Öfkeyle söylenmeye devam ederken Hilal geldi aklına. "Öldürecekler onu." Yaşadığı farkındalıkla kalakalırken nefes almayı unutmuştu. Ne yapacağını bilemez halde oturduğu yerden kalkmış gidip gelmeye başlamıştı. "Ne yapabilirim ki zaten. İşine karışırsam Yıldırıma neler yaparlar?" Korkuyla tekrar kalktığı yere çökmüştü. "Uyaramam onu..." Ağlamadı bu kez. Tam tersi gülümsedi bu sayede Yıldırımı koruyacak ve istediğini yapabileceğini düşündü.
"Nihal..." Yoldan gelen sesi duyduğunda kendine çeki düzen vermiş fırlattı telefonu hızla aramış bulduğu gibi koşarak sese doğru koşmuştu.
"Yıldırım..." Gördüğü adama koşup sarılırken, adamın düşmemek için onu belinden kavraması kadını gülümsetmişti.
"Ne arıyorsun sen burada?" Kadın cevap vermedi. Adamdan uzaklaşmadı ona sıkıca sarılmış verdiği kararın doğruluğuyla mutlu oluyordu.
"Boş ver. Gidelim lütfen." Adam uzatmadı. Kadını kolundan tutup araca kadar götürdü. İkisi bindiğinde Yıldırım kafa karışıklığı ile hızla aracı çalıştırdı. Hilalin sabahtan beri karakolda olmaması ve şimdide Nihal’i bir dağın başından alması onu telaşa sürüklemişti. Yol boyunca hiç konuşmasalardı, kafalarının içinde çoktan bir toplantıya başlamışlardı.
&&&
"Köyün kahvesinde toplanacağız. Köyün eksikleri hakkında konuşulacak." Levent aracı karakolun yakınlarında durdurduğunda, Hilal çantasını koluna geçirmişti.
"Ne zaman?"
"Akşama doğru olur büyük ihtimal. İşleri bitince orada toplanılacak." Başını sallayan kadın gülümseyip adama doğru eğildi.
"Öpücüğümü alayım da gideyim." Kadına gülümseyerek yaklaşan adam onu ensesinden tutup dudaklarını birleştirdi. Saniyeler sonra ayrıldıkların da ikisi de gülümsedi.
"Seni çok seviyorum Komutan Hanım."
"Ben de seni Ağa bozuntusu." Son bir ufak ama derin öpücük sonrası ayrıldılar. Hilal araçtan inmiş hızlı adımlarla karakolun bahçe kapısından girmişti. Bahçede gördüğü adamın selamına kafa sallamış, kapıdan geçip koridorda ki İsmail'in yanına gitmişti.
"Buda her yerden çıkıyor ya."
"Kim?" İsmail üstüne alındığın sahibini merakla öğrenmek için aniden sorusunu sormuştu.
"Şu gereksiz Onbaşı kim olacak. Bahçedeydi, ümüğüne bir çöksem rahatlayacağım." İsmail onun bu tavrına gülümserken göz devirmişti.
"Ben de diyorum yine kim bok yedide bu kadın bu kadar sinirlendi."
"Lan İsmail bu karakolda bizden başka bok yiyen yok ki. Allah için sorunu yakınında ara."
"Yani komutanım dışardan geldiniz ya ondan dedim." Omuz silken kadın gidip köylülerle buluşacağını tekrar hatırladı.
"Neyse tutma beni. Binbaşı görürse vallahi ispiyonlarım seni."
"Yüzbaşım siz geldiniz."
"İzinliyim lan ben. Sen bana niye uyuyorsun." Sinirle göz deviren İsmail hızla kadının yanından uzaklaşmıştı. "Ağlama lan şaka yaptım." Sırtı dönük olan adamın omuz silkmesine gülüp odasına ilerledi. Akşam giderken kamuflaj giymek aklından geçse de bu düşüncesinden hemen vazgeçti. Dolaptan çıkardığı siyah kazak ve aynı renk kargo pantolonunu yatağa bırakıp, tekrar laf yemeden karakoldan çıkmak için hızla hazırlandı. Giyindikten sonra şapkasını ve postallarını hızla üzerine geçirip odasından çıktı. Koridorda kimseyle karşılaşmak istemese de giyimim ve acele tavrı herkesin dikkatini çekmişti. Binbaşının ona seslendiğini duyduğunda zorlukla yutkundu.
"Yüzbaşı Hilal Kara."
"Emredin Komutanım." Kadının abartıyla gülümsemesi bir şeyler karıştırdığının işareti olmuştu.
“Anlat hemen.” Zorlukla yutkunan kadını kolundan tutup odasına kadar peşinden sürüklemişti. “Yemin ederim hemen anlatmazsan Albaya giderim.” Telaşa kapılan kadının hızla kendisine doğru geldiğini görünce o konuşmadan elini kaldırıp onun daha fazla hareket etmesini de engelledi. “Olduğun yerde kal yalaka. İstediğini söyle. Anlatmadığın sürece lafımdan dönmem.” Kadın yapacak bir şey olmadığının farkına varmıştı.
“Ama yeter ya. Aldığım nefesin hesabını sorar oldunuz.” Göz deviren komutanının sinirlendiğini fark ettiğinde hızla konuşmaya devam etti. “Köylülerle buluşacağım.” Kaş çatan adam başını sallayarak bir neden için konuşmasını bekledi. “Şey buraya gelmişlerdi. Benimle özel konuşmak istiyorlar. Levent ve benim aramda ki ilişkiden dolayı.” Mümkünmüş gibi adamın kaşları daha fazla çatıldı.
“Ne hakla?” Dudak büzen kadının kaşları yukarı doğru havalanmıştı. Doğru bir soruydu.
“Bilmem. Geldiler bana racon kesmeye çalıştılar bende burada olmaz gidin ben gelirim dedim. Gittiler. Şimdi de mecbur ben gideceğim.” Elini öfkeyle sıkan adam kadının yakalarından tutup onu duvara çarpmamak için zorlukla nefes aldı.
“Seni cidden parçalarım. Salak mısın sen? Gelmişler işte alsana içeriye konuş. Bombaların üstünde oturuyoruz. Senin yaptığına bak. Birde habersiz saklana saklana gitme derdinde hanımefendi.”
“Ama komutanım sakin olun. Çok sinirlisiniz yine.” Binbaşı Metin cebinden çıkardığı telefondan birine kısacık bir mesaj atmış hemen ardından karşısında oturan kadına yaklaşmıştı.
“Ulan senin varlığın yüzünden sinir hastası oldum ben zaten. Her şeyin sebebi sensin.”
“Ne alaka ya?” İsyanla bağıran kadın sesinin tonunu ayarlayamamıştı. Komutanının öfkeyle büyüyen gözlerini gördüğünde olduğu yerde daha fazla küçülürken içinden de bildiği tüm duaları okumaya başlamıştı.
“Ulan bir sen, bir de Fenerbahçe. Ne sizden kurtulabilirim ne beni kanser etmekten vazgeçersiniz.” Dudak kıvıran kadın başını salladı.
“Ben de Fenerliyim Komutanım. Derdimiz bir.”
“Ulan değil, değil lan salak. Ben de sende varsın.” Öfkeyle bağıran komutanından hızla uzaklaşmış kapıyla daha fazla bütünleşmişti. “Senin derdin onu geçti. Ulan hadi onu anladık. Sıçacak ağzımıza ama vazgeçmeyeceğiz. Ulan peki sen? Sen peki? Ulan az bir şey düzelt lan kendini. Yeter kızım yeter kaç sene oldu hala aynısın.” Kapı koluna uzanan kadın zorlukla konuştu.
“Çıkayım mı?”
“Nereye salak? Nereye?”
“Buluşmam var.” Elleriyle yüzünü kapatan adamın ettiği küfürler kadının kulaklarına ulaşmıştı.
“Yemin ederim sen benim sınavımsın. Başka bir açıklaması yok bunun.”
“Estağfurullah Komutanım.”
“Daha fazla konuşma otur şu lanet sandalyeye.” Başını sallayan kadın saniyeler içinde işaret edilen sandalyeye oturmuştu bile. “Ben ne diyorum hala bana ne anlatıyor.”
“Vallahi sustum.” Ellerini havaya kaldıran komutanına gülümsedi.
“Şükür…” Daha fazla konuşmak istese de tüm kelimelerini yuttu. Karşısında ki kadının sağlıklı düşünmediğinden emin olmuştu. Sinirleri bozulsa da belli etmek gibi bir niyeti yoktu. En azından Albayla konuşana kadar susmayı tercih etti. Birkaç dakika sonra kapı çalmıştı. “Gel…” Açılan kapıdan girenlerle kadın şapkasıyla olabildiğince yüzünü gizlemeye çalıştı.
“Komutanım?” Merakla ilk konuşan Muhammed olmuştu. “A Yüzbaşımda burada.” Onun tepkisi göz devirmelerine neden olmuştu.
“Ulan salak zaten hepimizi çağırdılarsa bu salak yüzünden olduğunu hala anlamadın mı?” Sinirle söylenen Arslan boğa misali nefes alıp veriyordu. “Yine ne bok yedin lan geri zekalı?”
“A ne münasebet terbiyesiz Yüzbaşı Arslan.” Elini kasıla kasıla adama sallayan kadın ortamı daha fazla gererken ona gülen sadece arkalardan sesi duyulan Nurullah olmuştu.
“Yüzbaşım belli belli. Anlatın.” Yalçının da üstüne geldiğini fark edince hepsinde göz gezdirmişti. Gözlerinde gördüğü ifadelerden anladığı hemen konuşmalıydı. Eğer ki en ufak bir şaka daha yapmaya kalkarsa ortalıkta kendisi diye bir şey olmayacaktı.
“Vallahi bir şey yok. Binbaşım vesvese yok velvele galiba, işte her neyse öyle yaptı.” Ellerin masaya çarpması sonucu çıkan ses hepsinin komutanlarına dönmesine neden olmuştu. Hilal hızla oturduğu yerden kalkmış. Onu koruyacağını umarak Arslan’ın arkasına saklanmıştı.
“Yüzbaşı Hilal Kara. Sizin kıdemliniz. Az önce bu kılıkta karakoldan çıkarken yakalandı.” Hepsi bu kez kadını süzmüş kıyafetlerine odaya girdiklerinden beri ilk kez dikkat etmişlerdi.
“Bu ne? Bir şey mi var?” Arslan kadının üstündekileri parmağıyla işaret ederken Hilal göz devirip bilek kıvırmıştı.
“Ay yok be. Köyde toplantım vardı oraya gidecektim.” Kaşlar çatılırken hepsinin bir ağızdan dediği şey kadını daha fazla çıkmaza sokmuştu.
“Ne toplantısı?” Zorlukla yutkunan kadın onlardan uzaklaşmış Binbaşının yanına adım adım yaklaşmıştı.
“İşte havadan sudan konuşmalı kısacık bir toplantı.” İlk konuşmaya başlayan yine Arslan olmuştu sesi yine oldukça öfkeyle doluydu.
“Yemin ederim seni kulaklarından karakolun girişine asarım. Ne bok yiyorsun anlat hemen.” Gözleri irice açılan kadın az önce bir tehdit almamış gibi gülümsedi hemen.
“Ya ne uzattınız be.” Daha fazla uzatmadan Binbaşına anlattığı birkaç kelimeyi hızla dile getirdi. “Yani bir şey yok. Ben gidiyorum.” Kapıya ilerlediğinde onu ensesinden yakalayan Arslan’ın karnına dirsek atsa bile elinden kurtulamamıştı.
“Bak bu ekipte sadece bir salak var. O salak hangi kuyuya taş atsa bu geriye kalan altı salakta peşinden gidiyor. Tahmin et bakayım o taşı atan büyük salak kim?” Binbaşı öfkeyle bağırdığında hepsi oldukları yerde ip gibi dizilmişlerdi.
“Komutanım…”
“Kapa çeneni Yüzbaşı.” Öfkeyle birkaç derin nefes alan adam kendine hâkim olmaya çalıştı. “Sizde gidiyorsunuz ve bu baş belasını izliyorsunuz. Neler olup bittiğini öğrenin.” Başını sallayan herkes hızla odadan çıkarken Arslan hala ensesinden tuttuğu kadını peşinden sürüklemişti.
“Bıraksana hayvan.” Kapı kapandığı gibi adama hakaret etmeye başlasa da suçlu olduğunu biliyordu ve birazdan Komutanı yetmezmiş gibi birde bunlardan laf yiyecekti.
“Hayatım da gördüğüm en salak, mal, sakız beyinli, avanak tek sensin.” Arslan kızı karşısında duran İsmail’e iterken Hilal dengesini sağladığı gibi ona sert bir tekme sallamıştı. Tekmesi havada süzülmüş hedefine ulaşamamıştı.
“Hazırlanın hadi. İki saat sizi bekleyemem.” Söylene söylene gidenleri izlese de tek kalınca birazda olsa düşünmeye başlamıştı. “Cidden salak gibi tek gidiyordum. Of gerçekten tam bir salak gibi hareket etmeye başladım. Kızım masallarda yaşamıyorsun kendine gel.” Sinirle söylenmeye devam ederken, bir yandan da tüm gün olanlar yüzünden bu halde olduğunu düşünüp buna bir bahane arıyordu. “Yok yani normalde bu kadar salak değilim. Var bunda bir iş. Bende kafa mı kaldı? Sabahtan beri yaşadığım şeylere bak.” Gelenleri gördüğünde kendi kendine konuşmayı kesmişti.
“Yürü hadi.” Arslan’a göz devirip hızla önlerine geçip hepsinin dikkatini kendinde toplamıştı.
“Yaptığım aptallık için özür. Ne yaptığımın bile farkında değildim. Cidden bok gibi bir gündü yolda anlatırım.”
“Kızım sen cidden salaksın. Biz diyoruz her şeye dikkat edilsin senin yaptığına bak. Hatırlatayım istersen götümde bomba patladı.” Ciddi olan bakışlar saniyeler sonra bastırılmaya çalışılan kahkaha ifadeleriyle dolmuştu. “Gülün baş belaları.” Ortalıkta ciddi derecede bir gürültü kopardıkları anda koşarak karakoldan çıkmışlardı.
“Götün sağlamdı neyse ki.”
“Gül kızım gül.”
…………………..
………………….

………………………
Bir daha ki bölümde görüşmek üzere.
Aşkla ve saygıyla kalın...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |