
Merhabalar kısa bir bölüm ama telafisi hemen yarın gelmiş olacak. İyi okumalar dilerim.
......

...........
................
Yapmak istemiyorum ama yapmak zorundayım.
Kaç yaşında olduğundan emin değildi. Ama minicik elleri ona küçüklüğünün ortasında olduğunu gösteriyordu. Parkta oturmaya devam ederken yanına gelen arkadaşına gülümsedi.
“Hilal kumla oynayalım.” Sebepsiz bir kıkırtı dudaklarından kaçmış ardından koşarak arkadaşını takip etmişti. “Bekle sen kovamı alıp geleceğim.” Tekrar gülümsemiş arkadaşı gelene kadar kumun içinde oturmaya karar vermişti. Ayaklarını kumun içine batırmaya başlamıştı. Parmaklarının arasından kayan kumların hissi ona o kadar gerçekçi gelmişti ki daha geniş gülümsedi.
“Hilal!!!” Gülümsemesi saniyeler içinde solmuştu. “Kaç.” Başını çevirmek bile istemedi neden kaçtığını bile bilmeden terliklerini eline alıp koşmaya başladı. Minik ayaklarının taşıdığı kısa bacaklar onu hızla parktan çıkarmıştı. Kaldırama adım attığı anda hangi tarafa gideceğini şaşırmıştı. Sağına ve soluna baktıktan sonra evinin tersine sağa doğru koşmaya başlamıştı. Emin olmasa bile ardından birinin koştuğunu hissediyordu. Hızla koşmaya devam ediyor ardına bir kere bile bakmıyordu. Nerede olduğunu bilecek yaşta bile değildi üstelik. Koşmaya devam etti. Ne kadar koştuğundan nereye geldiğinden emin değildi ama içinde ki korku ona koşmasını söylüyordu.
“Hey…” Bir kadının bacaklarına çarptığında geriye düşmüş elinde sıkı sıkı tuttuğu terliklerine sarılmıştı. “İyi misin küçük kız?” Kollarını tutup onu kaldıran kadına baktı.
“Evet iyiyim.” Karşısında düşmesine sebep olan kadına kaşlarını çatarak baktı. “Sizin yüzünüzden düştüm.” Karşısında ona bakan kadının kaşları duyduğu şeyler yüzünden havalanmıştı.
“Bak sen. Öyle deli danalar gibi koşan sendin oysa.”
“Deli dana mı? Öyle bir şey var mı?” Gözleri şaşkınlıkla açılan Hilal kadına yaklaştı. “Hani nerede?” Kadının kahkahasını tutmamıştı.
“Kız deli. Ne danası şimdi benzetme yaptım. Hay Allah’ım ya. Annen nerede senin?” Başını çevirip etrafa bakan küçük kız omuz silkti.
“Evde…” başını sallayan kadın eğilip Hilal ile aynı boya geldi.
“Eviniz nerede?” Tekrar etrafına bir göz gezdirmişti.
“Bilmiyorum. Kaçtım ben.” Şaşkınlıkla kıza yaklaşan kadın ona hayretle baktı.
“Kaçtın mı? Ama neden?” Göz deviren Hilal aynı kadın gibi ona yaklaştı.
“Bilmem.” Omuz silkip kadının büktüğü bacağına yaslandı. “Çok yoruldum. Ayaklarım acıyor.” Başını eğip ayaklarına baktığında ağlamaya başlamıştı. “Kan akıyor.” Telaşa kapılan kadın onu kucaklamıştı.
“Tamam ağlama şimdi sararız.” Başını eğip ona bakan Hilal gülümsemişti. “İyi misin?” Kadının sorusundan sonra tekrar ağlamaya başladı. “Acıyor anlaşılan.” Başını kadının omzuna yaslarken arada ağzından kaçan hıçkırıkları sonrası kadın onun sırtını okşamaya başlamıştı. “Arslan hadi oğlum gidelim.” Hilal hızla başını kaldırıp kadının yanında yürümeye başlayan çocuğa baktı.
“Anne bu salakta bizimle mi gelecek?”
“Sensin salak. Ben hasta oldum.” Omuz silken Arslan annesinin boşta kalan eline sarıldı hızla.
“Kaçmasaydın evden.” Ona dudak büzen Hilal sinirle söylendi.
“Evden kaçmadım ki. Parktan kaçtım.”
“Kaçmışsın işte. Salak kız.” Ona göz devirmeye devam eden Arslan kızın daha fazla ağlamasına neden olmuştu.
“Ben kaçtım.” Gözyaşları arasında söylenen kız kadının boynuna sarılmıştı.
“Ağlama güzelim. Gideceğiz evine.” Hilal ona dil çıkaran Arslan’ı gördüğünde daha fazla ağlamıştı. “Arslan dur yerinde eşek sıpası.” Hilal onları daha fazla duymamıştı başını kadının omzuna yaslarken hıçkırarak ağlamaya devam etti. Gözlerini kapadıktan bir süre sonrasını hatırlamıyordu. Çok uzun süre yattığını sansa da kısa süre sonra yatırıldığı koltukta uyanmıştı. Gözlerini açtığında yüzüne dikkatlice bakan çocuk yüzünden korkmuş, çığlık atmıştı.
“Neden bağırıyorsun?” Ona ellerini sallayarak uzaklaşan çocuğa bakarken içeriye giren kadını görünce kollarını ona uzatmıştı.
“Ne oldu?” Kollarını uzatan kızı kollarının arasına alırken sinirle ayakta duran çocuğa söylendi. “İki tane eşeksiniz bu kızı ağlatıp duruyorsunuz.” Genç adam şaşkınlıkla kıza ve annesine bakarken kapıdan giren Arslan söylenmeye başlamıştı.
“Bu ne zaman gidecek evimizden?” Kadın başını oğluna çevirip ona öfkeyle baktığında Arslan korkuyla içeride ki adamın arkasına saklanmıştı.
“Metin al kardeşini çıkın buradan. Babanı ara nerede kalmış?” Hala şaşkınlıkla onlara bakan genç adam başını sallayıp arakasında duran kardeşini bileğinden tutup peşinden sürüklemişti. “Tatlım canın mı acıyor hala?” Hilal yanaklarını okşayan kadının göğsüne sokulmuş ağlamasının son kırıntılarını yaşıyordu.
“Hayır acımıyor. Öptün mü?” Gülmeye başlayan kadın başını sallamıştı.
“Evet öptüm sen uyurken bak geçmiş.” Kadının gülerken ışık saçması Hilali o yaşta olmasına rağmen hayranlık içinde bırakmıştı. Kadının gülüşü onunda yüzünde yer edinirken hissettiği sıcaklık onu tekrar uykuya çekiyordu. “Uykun mu var hala? Uyu bakalım sen?” Kızı biraz önce kalktığı yere tekrar yatırırken bir yandan da sıkıntıyla derin bir nefes almıştı. Hilal uykuya dalmadan önce bunu hissetmişti.
Uykusunda sürekli kötü rüyalar görmeye başladığında kendisine seslenildiğini fark etmişti.
“Hilal uyan artık.” Bu sesi uzun süredir tanıdığını fark etmişti. Ve bildiği tek şey bu sesin sahibi onu sevmiyordu. “Kızım uyansana.” İstemeden de olsa açmıştı gözlerini.
“Baba.” Gözlerini hareket ettirdiğinde ona bakan birkaç kişiyi daha görmüştü. Annesini görememişti. Dudakları aşağıya düşerken yanına oturan kadına dönmüştü. “Annem geldi mi?” Yanında oturan kadın ona gülümserken babası ona seslenmişti.
“Annen kardeşinle beraber seni bekliyor.” Hilal babasına bakmadan omuz silkmişti.
“Yine sadece onu seviyor.”
“O ne demek kızım. Seni de seviyor.” Hilal ona çattığı kaşlarıyla dönmüştü.
“Hayır ikiniz de beni sevmiyorsunuz. Sadece o ağlayan çişliyi seviyorsunuz.” Birinin gülmeye başlamasından sonra tüm bakışlar odada dolanmış sonunda abisinin yanında duran Arslan’da sabitlenmişti.
“Arslan evladım sen neden gülüyorsun.”
“Ama anne baksana ne diyor.” Gülmesini babasının ters bakışı sonrası kesmişti. “Özür dilerim babacığım.” Herkes tekrar karşılıklı oturan baba kıza dönerken Hilal yanında oturan kadına sarıldı.
“Bak bu benim kocam ve o bir polis. Bu yüzden aileni hemen bulduk.” İşaret edilen yere döndüğünde ona tek kaşı havada bakan adama aynı onun gibi bakmak için çabaladı.
“Kocanın yüzü yamuk.” Arkalardan tekrar gelen kahkaha bu kez sadece Arslan’a ait değildi. Metinde ona katılmıştı.
“Yüzüm yamuk değil küçük hanım. Evden neden kaçtınız?” Hilal omuz silkip kadına yaklaştı.
“Dedin mi sen buna her şeyi?” Kadının başını sallamasından sonra bıkmışlıkla aldığı nefesi aynı şekilde geri bıraktı. “Evden kaçmadım. Parktan kaçtım.” Babası onu kendi kollarına çekerken sitem dolu birkaç mırıltı çıkarmıştı.
“Neden peki kızım?” Derin bir nefes alıp etrafına sarılan kollardan kurtulmak için yerinde oynadı.
“Bilmem. Biri kaç dedi.” Gözlerini odada gezdirdiğinde herkesin çatılan kaşlarına gözlerini kocaman açarak tepki vermişti. “Yüzünüz yamuldu.” Onun biranda dediği şey sadece Arslan’a komik gelmişti.
“Oyun oynayalım mı?” Hilal gelen teklife heyecanla atılmıştı. “Hadi gidelim.” Babasının kollarında olan kızı elinden tutup peşinden odasına kadar sürüklemişti. “Bu oyuncakların hepsini annemle babam aldı. Senin kaç tane var?” Hilal eline aldığı peluş tavşana sıkıca sarıldı.
“Bilmiyorum. Babamla annem hep o çişliye bir şeyler alıyorlar.” Arslan kızın yanına oturup sıkıca sarıldığı oyuncağa baktı.
“Bunu bana annem almıştı. Eğer ona iyi bakarsan senin olsun.” Gözleri parlayan kızın ona gülümsemesini gördüğünde elini tuttu. “Ben senin abin olurum. Benimde abim var. Çok güzel bir şey. Bu yüzden bende abi olacağım.” Kıkırtısını tutamayan Hilal yanında oturan çocuğa sarıldı.
“Abi. Çok güzel.” Arslan’da onun kıkırtılarına katılırken zaman hızla geçmeye başlamıştı. Yıllar birbiri ardına geçmiş ama Arslan abiliğinden asla vazgeçmemişti. O gerçekten Hilal için çok iyi bir abi olmuştu. Ama Hilal Arslan’a göre tam bir baş belası kız kardeşti. Liseyi Arslan ile aynı okulda okumak için her yolu denemişti. Hilal Arslan’dan bir sene sonra aynı okula geldiğinde Arslan için cehennemi yaşatmaya başlamıştı.
“Bak kızım yeter artık. Yemin ederim ümüğüne çökeceğim senin.” Hilal onun bağırmalarına omuz silkmişti.
“Çok ağlıyorsun ama sen. Sana dedim o kızla konuşma diye. Çok gıcık ve benimle kavga etti.” Sabırla yüzünü sıvazlayan Arslan Hilale attığı her adımda ona zarar vermemek için kendine hâkim olmaya çalışıyordu.
“Banane kızım. Ben mi sana dedim gidip güzel kızlarla kavga et diye.” Dudaklarını uzatıp büzen Hilal ona tiksintiyle bakmıştı.
“İğrenç bir insansın. Kardeşin yerine gidip güzel diye o kızımı savunacaksın. Allah senin belanı verecek. Bak görürsün aha buraya yazıyorum o bela ben olacağım.” Diliyle ıslattığı parmağını Arslan’ın deri ceketine sürmüştü.
“Mikrop. Lanet. Ulan defol git.” Hilal onu kovalamaya başlayan Arslan yüzünden koşarak okulun bahçesinden yola çıkmıştı. “Şimdi de kaçıyor musun? Yemin ederim seni ağaca asacağım.” Hilal bu duyduğu şeylere sadece yüksek sesle kahkaha atmıştı.
“Yakalarsan ayı.” Hilal onu ardında bırakıp evine vardığında kimseyi görmeden odasına ilerlemişti. “Her zaman ki gibi.” Mırıltısı odanın duvarlarına çarpmıştı. Derin bir nefes alıp üstünü değiştirmeden önce rahatlamak için kendini yatağına atmıştı. Kafasını yastığına bastırdığında zevkli bir mırıltı çıkarıp kısa süre sonra uykuya dalmıştı. O gün kendisine göre son kez uyuduğu en rahat uykuydu. O günden sonra sürekli babasından gizli araştırmalar ve mülakatlarla geçmişti hayatı.
“Senin gibi bir kızım yok benim. Defol git evimden.” Hilal babasından sadece ve son kez bunu duymuştu. Babası sözde huzura aşık biriydi. Ama Hilale göre huzurlarını bozan da tek kişi yine o idi.
“Zaten ne zaman bana babalık yaptın ki?” Sızlayan burnunu görmezden gelip sert bir tonda konuşmaya devam etti. “Sence babalık yedirmek içirmekle mi oluyor? Beni kaç kez tebrik ettin? Bana kaç kere içinden gelen sevginle kızım dedin? Kusura bakma ihtiyar ama babalık bu değil. Ben bile senden daha iyi bilirim babalığın nasıl olacağını.” Bunlarda onun babasına son sözleri olmuştu. Ve yıllarca dediği her kelimeden sonra babasının ona bakışını asla unutmamıştı. O son bakış, tüm kavgaları, kötü kelimeleri, kırgınlıkları ve birbirlerine göstermedikleri sevgilerinin üstünü kapatmıştı. Sadece bir bakış bile tüm her şeyi bitirebilecek güçteydi. Ve onlar o gün bitmişti.
Bazı insanlar için sevgi ilgi ile eşdeğerdir.
Bazıları için içine gömdükleri sevgi çok ağırdır. Asıl yanlışın göstermemek olduğunu bilemeyecek kadar aptal olan bu insanlar karşılarında ki insanı aptal olarak görürdü. Sevgiye ve ilgiye muhtaç olduklarını sandıkları için. Oysa bu herkesin yaşaması, tatması ve hissetmesi gereken o kadar büyük bir nimet ve güzellik ki. Hilal bu güzellikleri o evde aramamaya o günden çok önce karar vermişti. Kararının getirdiği sorumluluk sayesinde o gün son kez iki bavul bir sırt çantasıyla o evden çıkmıştı. Arslan onu almaya geldiğinde Hilali yolcu etmek için sadece onun deyimiyle çişli kardeşi vardı. O çişli kardeşi o gün bir de ağlak lakabını almıştı. Hilal son kez dönüp evine bakmadı. Başını da eğmedi. Yaptığı her şey bu dünyada var olan kendisine iyi gelecek güzellikleri bulmak için yaptığı en ufak nankörlüktü. Bu nankörlüğünü o sıcacık bir ekip ve çok güzel hatıralar vermişti.
…………
………………….

………………………………
Kısacık bir bölüm oldu. Atıştırmalık olarak görün lütfen. Diğer bölümde kısa zamanda görüşmek üzere.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |