
Merhabalar. Geçen gün gelen kısa bölümün telafisi geldi. İyi okumalar dilerim.
..........
...................

..............................
Haziran zambağı.
O kadar geç.
O kadar güzel.
Ve
Bir o kadar da.
O.
“Gidiyorsun sevgilim.” Levent hilalin duyacağından emin bir şekilde yüksek sesle konuşuyordu. Parmaklarının hepsi kadının sol elinin serçe parmağına dolanmıştı. Hissetmek istediği sıcaklığı o kadar uzaklarda hissediyor gibiydi ki. Zorlukla nefes alsa bile konuşmak için güçlü hissediyordu. “Yani karım dedim diye bu kadar çabukta kaçılmaz. Daha yüzük takamadım sana. Hayır onu geçtim daha kırkımız çıkmadı be kadın.” Gülümsüyordu ama gözlerinden akan yaşlarda onun içindeki tüm duyguları gösteriyordu. “Seni çok seviyorum Hilal. Bunu sana o kadar az söyledim ki. Kendimden nefret ediyorum bu yüzden. Sana o kadar az hissettirdim ki içimdeki sevgimi. O sevgiyi zapt edemeyecek kadar aptaldım ama sana gösteremeyecek kadarda beceriksizdim. Gösterdiğim sevgi içimde hissettiğim sevginin sadece kırıntıları bil. Seni dünyam yapacak, senden başkasını görmeyecek ve senin uğruna ölecek kadar büyük bir sevgim var. Sen benimsin Hilal. Sesin, kokun, vücudun her bir milimin benim, bana aitsin. Senin için ölmeye ve öldürmeye hazır bir adamım.” Hissettiği her duyguyu dışına vurdu. Hilal duyuyor mu diye düşünmedi. Duysun ya da duymasın hissettiği her duygu onu boğmadan önce konuşmak istemişti. “Geri dönmelisin.” Kapıdan başını uzatan hemşireyi gördüğünde derin bir nefes alıp anladığını göstermek için o konuşmadan başını sallamıştı. “Gidiyorum şimdi yanından. Sen buradan tamamen gideceksin. Geri gel sevgilim.” Doğrulup sevgilisinin alnına bir öpücük bırakmıştı. “Görüşmek üzere.” Kapıdan çıkmadan önce Hilale dediği son sözler bunlar olmuştu.
Kapının önünde bekleyen çocukları gördüğünde çökmüş omuzlarını dikleştirdi. Onlara gülümsemiş hastaneden çıkmıştı. Ardından gelen Arslan ona seslenirken duymamış gibi yapmak istese bile durmak ve dinlemek zorunda olduğunun biliyordu. Sonunda hastanenin bahçesinde durduğunda koşar adımlarla gelen Arslan ona yetişmişti.
“Ağa…” Levent ona dönmüş derin bir nefes almıştı.
“Efendim.” Arslan ona ileride ki bankı işaret ettiğinde başını sallayıp onu takip etmişti. Oturduklarında ilk konuşan Levent olmuştu. “Doğrusu hilalin buradan gittiğini görmek istemiyorum. Eve gidip o hainlerle aynı çatı altında kalmak ölüm. Ama başka çarem yok. Plana uymak için yengeme yakın olmalıyım. Özelliklede Nihale. Ama Hilal bunu öğrenirse hepimizi mahvedecek biliyorsunuz değil mi?” Arslan konuşan adamın biten sözlerinden sonra gülümsemişti.
“Haklısın yaptığımız plandan çok senin Nihal ile olan yakınlığın yüzünden hepimize hayatı zindan edecek ama yapacak başka bir şey yok. Ben bu oyunlardan çok sıkıldım. Artık her şey bitmeli ya da bitmeli başka çaresi yok. Hilal ile en kısa sürede anca bu şekilde kavuşabiliriz.” Başını sallayan ikili uzaklara dalmışlardı. “Biliyor musun? Hilal le nasıl tanıştığımızı sana anlatmam lazım.” Aklına gelen anılarla gülümsedi. “O salak küçükken evden kaçmıştı. Doğrusu parktan elinde terlikleriyle bir mahalleyi ardında bırakıp bizim mahalleye kadar yalın ayak arkasına bir kere bakmadan koşmuştu. Ayakları yara bere içindeydi. Anneme çarptığında durmuştu ve çarpmasıydı belki dahada koşacaktı.” Kaşları çatılan Levent ona döndü.
“Neden kaçıyordu parktan?” Omuz silken Arslan iki sigara çıkarıp birini yaktıktan sonra adama uzatmıştı.
“Dediğine göre arkadaşı kaçmasını söylemiş. Hilal o günü unuttu. Ciddiyim unuttu. Nasıl olduğunu kimse bilmiyor. Bu anlattıklarımda o gün annem sorduğunda söylediği şeyler. Babamın polis olması sayesinde ailesi hızla bulundu. Boynuna adres ve telefon yazan bir kolye takmış annesi o çok yardımcı olmuş babamın dediğine göre. Hilal küçükken de çok kıskançtı. Aslında ben öyle olduğunu sanıyordum. Anne ve babasını kardeşiyle paylaşmak istemeyen bir şımarık gibiydi ilk başlarda gözümde. Ama onunla arkadaşlığım devam ettikçe ve ailesinide tanıdıkça Hilale hak veriyordum ve onun kıskançlık yapmadığını anlıyordum. Hilal kıskanç değildi. Hilal açtı. Annesinin ve babasının sevgisine, ilgisine ve şefkatine açtı. Bana göre Mustafa’ya karşı hissettiği her şeyde bunlar yüzündendi. Evinde ki kişilerden istediğini bulamayan her kişi dışarda gördüğü en ufak ilgiyi ve şefkati büyük bir nimet olarak görürdü. Hilal bu hatayı sadece Mustafa’da yaptı neyse ki. Sonra kendini bu vatana adadı. Onun kadar başarılı bir öğrenci yoktu askeri okulda. Sonra ne oldu biliyor musun? Babasından kurtulunca hayatını da saldı. Yapamadığı şeyleri yapmak istedi ama beceremedi. Mutlu olmayı beceremedi mutlu etmek için yırtındı durdu. Hilal babası ile aynı çatı altında kalmamak için çok çalışıp buralara kadar geldi. Ve oradan kurutulunca farkında olmadan ilk kendi ayağına sıktı.” Levent her şeyi dikkatle dinliyordu. Hilalin kolay bir hayatı olmadığını bunlara rağmen hep gülen biri olduğunu öğrenmek onu öfkelendirmişti. Çünkü Hilal acısını, nefretini ve öfkesini kahkahasının, yaptığı esprilerin ardına saklayarak mutlu olacağını sanıyordu. Ve şimdi kaçtığı yere ve insanlara doğru gidiyordu.
“Babası ve annesi ona neden, onun istediği şeyleri vermedi?” Omuz silken Arslan biten sigarasını postalının topuğuyla ezmişti.
“Hilal ilk ve son kez içtiğimiz o gece çok ağlamıştı. Elinde bavuluyla eğlenceye gelmişti ki gitmemize daha bir hafta vardı. Bizim evde kalmıştı o sürede. Dediği şey koruyucu melek olmak istemediğiydi. Hilal koruyucu olmak istememişti. Kardeşini korumak ona bir görev olarak verilmiş ve Hilal bunun zorundaymış gibi büyütülmüştü. Kardeşinin canı yansa ceza alırdı. Onunda canı yanmalıydı. Hilal kardeşini çok seviyor. Ama anne ve babasına hissettiği duyguyu kendisi bile tarif edemiyor.” Yeni bir sigara yaktığında derin bir nefes aldı. “Hilal benim için bir arkadaştan öte, kardeşim. Biz onunla tanıştığımızda ne ailemiz dosttu ne birbirimize gülmüştük. Hatta tam tersi birbirimize laf atıp durmuştuk. Hilal ile bizim yollarımız onun kaçması sayesinde kesişti. Ama o kaçışta yaşadığı travma geçen aylarda yine gelmiş gibiydi. Hilal ile baskına gidiyorduk. Bir anda araçta fenalaştı. Nefes alamadı, ağlayıp deli gibi koşmaya başlamıştı. Ona yetiştiğimizde son gücüyle dediği tek şey senin adındı. Bu olay dosyanı senden aldığımız zaman olmuştu. O günden sonra hilal bir haftalık izin almıştı. Kendisi alacak halde değildi Binbaşım hemen halletmişti. O bir hafta boyunca Hilal yaşamıyordu sanki. Aşk acısı çekiyordu. Senin aşkının acısını, senin hain olduğunu söyleyip sana âşık olacak kadar aptal olduğu için kendinden nefret ediyordu. Hilal hayatında iki kere öyle kendinde değilken koşmuştu. Biri o parktan kaçarken diğeri senden kaçarken.” Levent duyduğu şeylerden sonra nefes alamadığını hissediyordu. Hilal kendisi yüzünden acımı çekmişti. “Sana bunları anlattığımı öğrenirse beni parçalara ayırır o yüzden bunlar bizim sırrımız. Anlaşıldı mı ağa?” Zorlukla başını sallayan Levent ona son kez bakıp hastaneden ayrıldı.
Sokak ortasında kaldı. Bir sokak lambasının altında boynu bükük kızarmış ve yaş dolu gözlerle. Hareket etse sanki her şey mahvolacak gibi hissediyordu. Nefes aldığında kabaran göğsü bile ona fazlalık gibi geliyordu. Canının acısı belli belirsiz artmaya devam ederken dudaklarının arasından kaçan hıçkırığı tutmak için çabalamadı bile. O sokağın ortasında bir lambanın cılız ışığında boynu bükük bir şekilde dakikalarca hıçkırarak ağladı.
&&&
“Ağam…” Evin balkonundan yükselen ses etrafta yankılanmıştı. Mutfaktan çıkan kadınlar, korkuluğa yaslanmış kişiyi ve ifadesini gördüklerinde çıktıkları gibi mutfağa geri girmişlerdi. Onlardan saniyeler sonra odasından çıkan Levent ona seslenen kadını bulmak için gözlerini etrafta dolandırmıştı. Çok geçmeden onu her zamanki yerinde balkonun korkuluklarına yaslanmış bir şekilde görmüştü. İçinde yanan öfkeyi göz devirmesinin ardına saklayıp kadına doğru ilerledi.
“Yenge ne bağırıyorsun evin içinde?” Kadın kendisine her saniye daha fazla yaklaşan adama döndü.
“Sen nerelerdesin ağa? Kaç gündür yüzünü göremedik.” Sinirle soluyan adam başlını eğip kadının tam karşısında durdu.
“Hayırdır yenge? Hesap mı soruyorsun birde bana.”
“Ne haddimize. Ağamız ağalığını unuttu. Ondandır ki, sana yerini, görevini hatırlatmak bana derttir.” Sıkılan yumruklarını arakasına saklayan adam zorlukla aldığı nefesten sonra konuşmaya başladı.
“Neden sana derttir yenge? Ne şikâyet varda haberim yok?”
“Şikâyet dersin demek. Kahveye gidip kimsenin derdini dinlemeden gitmişsin. Bu senin için yeterli bir dert değil mi?” İçinden ettiği yüzlerce sabır isteği yetmiyordu adama. Kadına bağıra bağıra sana ne demek istese bile aklına Arslan’ın dediği şeyler geliyor ve susmak zorunda kalıyordu.
“Önemli bir şey vardı. Yarından sonra bakacağım ve tekrar konuşacağım köylülerle.” Sakin konuşması ve cevabı karşısında duran kadının sırıtmasına neden olmuştu.
“Komutan kadın nasıl?” Aniden söylediği şey Levent’in hızla başını kaldırıp ona bakmasına neden olmuştu.
“Ne olmuş?”
“Vurulmuştu değil mi?”
“Evet…” Uzatmak istemiyor ve bu kadınla Hilal hakkında konuşmak istemiyordu.
“Peki durumu nasıl?” Seğiren dudaklarını birbirine bastırdı.
“Gidecek buradan. Başka bildiğim yok.” Kadının gülümsemesi daha fazla büyürken, Levent yumruğunu onun genişleyen dudaklarına geçirmemek için zor tutuyordu kendini.
“İyi iyi, buraya göre değildi zaten. Seninle sonra konuşalım.” Adamın başka bir şey demesine fırsat vermeden dönmüş odasına girmişti.
“Ben sana göstereceğim kim buraya göre kim değil. Bekle sen yenge.” Fısıltıyla konuşmasını kapanan kapıya doğru yöneltmişti. Merdivenleri hızla inerken köşeyi dönen Kado onu gördüğünde koşarak gelmişti.
“Ağam acil…”
“Söyle kado…” Onunla odasına doğru ilerlerken konuşmadı. Odaya girip kapıyı ardından kapattığında sesi çıkmıştı.
“Komutan Hanım. Beş dakika önce hastaneden ayrılmış. Uçak ile götüreceklermiş.” Başını sallayan adam bunları bildiğini belli etmişti. “Ağam. Gitmek isterseniz bir bahane bulabilirim.” İçinde kopan fırtınaya rağmen gülen Levent karşısında ki adama döndü.
“Hayır Kado. Bitti her şey. Bu saatten sonra her şey çok zor olacak.” Başını sallayan adam daha fazla bir şey söylemeden odadan çıkmıştı. “Bitti her şey… Senin için her şeyi bitireceğim sevgilim.” Çıkan adamın ardından baktığı kapı onu geçmişe götürmüştü. Onu o kapının önünde öptüğü hatıra gözünün önüne geldiğinde sırıttığını fark etmişti. “Çok güzeldin…” Sızlamaya başlayan burnunu hissettiğinde arkasına yaslanmıştı. “Hoşça kal Hilal’im.”
&&&
“Merhaba ablam buradaymış.” Genç çocuk nefes nefese durduğu danışma masasının önünde bir cevap bekliyordu.
“İsmi nedir?”
“Hilal… Hilal Kara…”
“Evet bu sabah gelen Yüzbaşı. Yoğun bakıma alındı. Doktoru koridorun sonunda solda kalan odada. Şu an hastası var, bekleyin. Size gerekli bilgilendirmede bulunacaktır.” Başını sallayan genç adam koşar adımlarla belirtilen odaya doğru ilerlemişti. Kapının önünde ileri geri sallanırken saniyeler, dakikalar gibi geçmek bilmiyordu. Sabırsızlık içinde olduğu yerde durmak bile onu delirtiyordu. Birkaç dakika sonunda kapı açılmıştı. İçeriden çıkanın kapıyı kapatmasına fırsat vermeden hızla içeriye girip kapıyı da aynı hızla kapatmıştı.
“İyi günler. Ablamla siz ilgileniyormuşsunuz. Hilal Kara.” Başını sallayan doktor, adamın telaşı yüzünden ilk başta olan siniri duyduğu isimden sonra yok olmuştu.
“Kardeşiniz demek. Anne ve babası burada mı?” Başını sallayan adam doktorun işaret ettiği sandalyeye çöktü.
“Hayır onlara daha haber vermedim. Durumu nasıl?” Hafif bir gülümsemeyle konuşmaya başlayan doktor genç adamın korkularının ve telaşının biraz kırılmasını umdu.
“Buraya geldiğinde zaten durumu çok ciddi değildi. Önlem amaçlı ve daha iyi bir tedavi ortamı için buraya nakledildi. Bu en iyi karardı. Şu an durumu giderek daha iyiye evriliyor. Sadece korktuğumuz semptomlar gelişmemesi için onu uyutma ve yoğun bakımda tutma kararı aldık.” Derin bir nefes alan genç adam omuzlarının çöktüğünü hissetmişti.
“Çok teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim. Yüzlerce kez teşekkür ederim hatta. Bu hayatımda aldığım en güzel haberdi.” Azalan korkusu ve telaşından sonra rahatlığının ardından gözlerinden akan yaşların farkında bile değildi.
“En büyük teşekkürü ona etmelisin. Çok güçlüymüş.” Başını sallayan genç adam birkaç dakika sonra odadan çıkmıştı. Hastanenin bahçesine çıktığında bir sigara yakmıştı.
“Baş belası.” Dudaklarında peydah olan gülümsemeyi daha fazla tutamamıştı. Kahkahasının sesi bahçede yankılanırken ona garip bakışlar atan insanları gördüğünde kendine çeki düzen vermişti. “Kalbime indiriyordun be baş belası.” Yaktığı sigarasını içine çekerken oturmak için bir bank arayışına girmişti. “Şimdi ben bunu bizimkilere nasıl söyleyeceğim.” Oturacak bir yer bulamayınca kaldırıma oturmuş sigarasının dibini görmüştü. “Anneme söylemesi kolayda. Babama nasıl söyleyeceğim ben bunu.” Ne yapacağını bilemez halde çöktüğü kaldırımda saatlerce oturmuştu. Saati fark etmesi biten sigara paketi sayesinde olmuştu. Oturduğu yerden kalkarken kütleyen sırtına küfür etmişti. Hastaneye ilerlemiş kısa bir bilgi aldıktan sonra eve gitmek için aracına ilerlemişti. Ev ile hastane arası yarım saatten daha kısa sürmüştü. Kapının önünde de dakikalarca kaldıktan sonra anahtarı çevirip içeriye adımını atmıştı.
“Oğlum geldin mi?” Salondan gelen sese ilerlerken cevabını vermişti.
“Evet anne benim. Babam nerede?” Salonda ki koltuğunda olmayan adamın sesini evden duymak için konuşmayı kesmişti.
“Namaz kılıyor. Elini yüzünü yıka gel yemeğe.” Başını sallayıp odasına ilerlemişti. “Acele et.”
“Tamam anne.” Odasına girdiğinde hızla üzerini değiştirmiş banyoya ilerlemişti. Elini yüzünü yıkarken söyleyeceği her şeyi aklında toparlamaya çalışıyordu. “Yapabilirim.” Son kez kendine olan güvenine aynadan bir teşekkür yollayıp salona ilerlemişti.
“Oğlum saat kaç. Bugün niye geç kaldın.” Masaya oturduğu gibi aldığı ilk soru babasından gelmişti.
“Fark etmedim baba.” Dudak büzen adam söylenmeye hazırlanırken genç adam ona fırsat vermeden konuşmaya devam etmişti. “Ablam burada.” Dediği cümle salonda büyük bir sessizliğe sebep olmuştu.
“Neden gelmiş.” Babasının sorusuna cevap vermek için hazırlanırken. Annesi araya girmişti.
“Eve neden gelmedi?” Kadının yüzünde ki gülümsemeye cevap verecek gücü bulamamıştı.
“Anne, baba. Bir sorun var.” Kadının gülümsemesi anında solarken, babasının umursamaz bir tavırla yemeğine devam etmesi onun bile sinirine dokunmuştu.
“Ne oldu oğlum?” Annesinin telaşlı sesine karşılık vermek için birkaç derin nefes almıştı.
“Ne olacak hanım. Yine çıkarmıştır sorun. Kovulmuşsa şaşırmam.” Babasının lokmalarının arasından dediği şeyler yüzünden kaşlarını çatmıştı.
“O ne demek bey. Sanki hep öyle şeyler yapıyor.”
“Yapmıyor mu? Bu evden dönüp gideli kaç sene oldu. Bir kere gelip öptü mü elimizi? O kız beladan başka bir şey değil.”
“Baba?”
“Ne lan sende baba da baba. Söyle işte neden gelmiyor hanımefendi. Gidip bizzat davet mi etmem lazım?” İçinde yükselen ağlama isteğini geriye itmeye çalışırken derin nefesler aldı.
“Gelemez.” Babasının küçümseme dolu kahkahası kulaklarına dolduğunda birkaç derin nefes daha aldı.
“Gelemezmiş. Gelemez değil evladım. Gelmez o kız.”
“Gelemez, istese bile gelemez.”
“Neden oğlum?” Annesinin korku dolu sesini duyduğunda sıcacık eve rağmen üşüdüğünü hissediyordu.
“Hastanede. Vurulmuş.” Dediği iki kelime önceden söylenen her sözden sonra oluşan duyguların hepsini silmişti.
“Vurulmuş ne demek oğlum?” Annesinin zorlukla konuşurken ona uzanmaya çalıştığını gördüğünde ayağa kalkıp onu kollarına almıştı.
“Özür dilerim. Nasıl söyleyeceğimi bilmeyecek kadar aptalım.” Zorlukla konuşmaya devam ederken sıkı sıkı sarılmaya devam etmişti annesine.
“Nerede?” Babasının sorusuna hemen cevap vermişti.
“Şu an hastanede yoğun bakımda. Bir süre daha uyutacaklarmış. Çok kötü şeyler gelmiş başına.” Sabahtan beri içinden yükselen ağlama isteğine bu kez engel olmamıştı. Kollarında titreyerek ağlayan annesi onu da güçsüz bırakıyordu. “Dövmüşler. Defalarca vurmuşlar. Kırılan kemikleri yetmezmiş gibi birde silahla vurmuşlar.” Konuşurken zorlandığını fark ettiğinde derin bir nefes aldı. “Doktor dedi ki çok güçlüymüş.” Kendine gelmek için defalarca aldığı derin nefesler artık bir işe yaramıyordu.
“Gidelim.” Babasından duyduğu tek kelime bu olmuştu. Ve bu duyduğu şey bile her şeye bedeldi onun için. Başını sallayıp onu geri çevirdi.
“Gidemeyiz. Şu an yapacak bir işimiz yok. Yarın sabah gideriz.” Elinde ki çatalı tabağına bırakan babasının zorlukla sandalyesinden kalkmasını izlemişti.
“Size afiyet olsun.” Başka bir şey söylemeyen adam ağır adımlarla koridorda kaybolmuştu.
“Anne, babam ne yapıyor?” Bu kadar duygusuzluk beklemiyordu annesinden ayrılıp eski yerine tekrar otururken öfkeyle soluyordu.
“Ne yapıyor? Ağlıyor.” Eli dudaklarının üstüne kapanırken mırıldanmaya devam etti. “Senin benim yanımda ne zaman gülüp, ağlamış oğlum. Yine kapanacak odasına kızı için ağlayacak.” Annesinin her kelimesine karşı şaşırmaya devam ederken masanın altında yumruk yaptığı sol eli uyuşmaya başlamıştı.
“Neden gizli gizli ağlıyor? Yanımızda nefret kusup ardımızdan ağlayınca değere binecek mi? Hadi onu geçtim anne, ağlasa ne, ağlamasa ne. Bunca sene gelmedi dediği kızına bir kere dedi mi bu kapı sana hep açık. O güvenceyi verdimi? Şimdi kalkıp onda suç bulmaya çalışıyor. Eğer ki ablamın yerinde olsaydım. Seni bile aramazdım.” Öfkeyle kalktığı masaya baktı. Masanın bir köşesinde ağlayan annesi için üzülse bile ona kızmak daha iyi geliyordu şu anda.
“Oğlum neler diyorsun sen? Ablan, babana karşı gelmese bunlar zaten olmazdı.” Biraz önce üzüldüğü annesine karşı şu an hiçbir şey hissetmiyordu.
“Babamın her istediğini yapacaksak Allah bize bu aklı neden verdi? Her şey siz istediğiniz gibi olacaksa, keşke bizi bu dünyaya getirmek için zahmete girmeseydiniz.” Daha fazla konuşmadan geldiği gibi çıkmıştı evden. “Kendimi sikeceğim lan. Bu ne saçma salak düşünce.” Titrediğini fark ettiğinde havanın soğuğu yüzüne vurmaya başlamıştı. “Ama şimdi beynimi sikeyim cidden. Böyle evden çıkılır mı?” Hızlı adımlarla birkaç blok ötede olan arkadaşının evine ilerlemişti.
&&&
“Albayım, toplantı için topladık herkesi.” Başını sallayan adam sandalyesinden kalkarken zorlukla bir nefes almıştı.
“Gidelim Binbaşı.” Odadan çıkıp belirlenen odaya ilerlerken kimseden ses çıkmıyordu. Odanın içi de aynıydı. Kimseden ses çıkmıyor herkes dalgın bakışlarla bir noktaya sabitlenmiş bakışlarla duruyordu. Açılan kapıdan giren komutanlarını gördüklerinde hepsi ayağa kalkıp selam vermişti. “Oturun.” Kendine ait sandalyeye oturunca herkes yerleşmişti. “Hilal bugün aramızdan ayrıldı. Geri geleceğini umuyorum. Sandığımızdan daha güçlü bir asker. Yakalanan teröristlerden biri dün küçükte olsa itirafta bulundu. Bu bizim işimizi sandığımızdan daha fazla kolaylaştıracak. Binbaşı sizi bu konuda bilgilendirecek. Şimdi sizden istediğim hızlanmanız. Çok fazla zaman kaybettik.” Başını sallayan askerler sakinlikle dinlemeye devam ettiler. “Bugünden sonra iki kişi yakın takibe alınacak. Öncelikle Yıldırım, seninle haftalar önce planladığımız konu ne durumda?” Albayın bakışlarını diktiği Yıldırıma ekipte ki herkes soru dolu ifadelerle dönmüştü.
“Her şey çok iyi. Yavaş yavaş ilerledim. Benden kaçtığı her seferinde güvenini kazanmak için elimden geleni yaptım. Şu an güvendiği tek kişiyim.” Başını sallayan komutanından çektiği bakışlarını arkadaşlarına çevirdiğinde kimse bahsedilen kişiyi anlamamıştı. “Nihal öğretmen.” Demişti tek nefeste. Soru dolu ifadeler şaşkınlıkla değişirken İlk konuşan Binbaşı Metin olmuştu.
“Albayım. Bu konuda bir planınız olduğunu bilmiyordum. O gün olan toplantı tam tersi yönünde ilerlemişti.” Başını sallayan adam Yıldırımın konuşması için sustu.
“Özür dilerim Komutanım. Albayla bunu gizli bir görev olarak konuştuk. Aniden gelişti üstelik. Bunu gizlediğim için yanlış anlamayın ama başka çarem yoktu. Tam olarak bana karşı sert tavırlara ihtiyacım vardı.” Aldığı tüm bakışlar onu rahatsız etsede bunun detaylı açıklamasını sonra zaten yapacaktı.
“Peki madem. Sorun ne şu an?”
“Şu an tek sorun Asiye isimli kadın Komutanım. Nihal bir gün buluştuğumuzda yanımda uyuya kalmıştı. Telefonuna gelen mesajdan sonra o uyurken parmak okuyucusu ile telefonunu açıp içini karıştırdım. Ve onunda bir piyon olduğu çok açık. Ablası Asiye tarafından ağa ile evlenmesi için zorlanıyor. Ve ablası tarafından takip ediliyor. Benden haberi var ve tehdit olarak beni kullanıyor.” Başını sallayan komutanına karşı başını eğmişti.
“Çok iyi Yıldırım. Bunları bilmemiz iyi, tahminimden daha fazla şey başarmışsın.” Komutanının tebriğine karşı hafifi bir gülümseme takınmıştı.
“Doğrusu ona bazen yem atıyorum ve bunun sayesinde fark etmese de çok güzel oltaya geliyor. Ablasının bir sevgilisi var. Bunu bana çok güvendiği için söylediğini varsayıyorum. Çünkü aslında onlardan çok nefret ettiğini konuşmasından anladım. Sözlerinde yalan olsaydı bile gözlerinde ki nefret çok netti. Bir piyon ve tek tehdit konusu ben değilim. Onu bir konuda kullanıyor ve ne üzerinden daha öğrenemedim. Ama bulacağım.”
“İnanıyorum Yıldırım. Sana bu konuda karışmayacağız. O piyonu senin hareket ettirmen lazım.” Gözlerini kapatan Yıldırım başka bir şey söylemedi. Her gün kesintisiz o kadınla buluşuyordu. Okulun yan tarafta olması onun en büyük şansıydı. Bu sayede çok fazla bilgiye sahip olmuştu. Gözlemleri sayesinde emin olduğu çok şey vardı. Ve şu ana kadar emin olduğu şeylerden biri Nihal ona kendisinden daha çok güveniyordu.
“Ben yarın birkaç günlüğüne buradan ayrılmak zorundayım. Geri gelene kadar çoğu şeyi yoluna sokacaksınız eminim. Sizinle her dakika iletişimde olacağım.” Ayağa kalkan komutanları ile kalkıp selam vermişlerdi. Odadan çıkan komutanları sonrası tekrar etraf sessizleşirken Binbaşı herkesin oturması konuşmuştu.
“Oturun anlatacaklarım var.” Hepsi kalktıkları yerlerine tekrar otururken Yıldırım aldığı bakışların ne kadar öldürücü olduğunun da farkındaydı. Derin bir nefes alıp sakin olmaya çalıştı. Ortam zaten gergindi ve kendisi de ortalığı daha fazla germek istemiyordu. “Bir itiraf aldık dedi Albay. Çok büyük değil ama bu sayede Asiye’yi tutuklayıp sorgu için getirebiliriz. Ve Arslan senin Levent ile yaptığın plandan haberim oldu. Eğer sorgu başarısız olursa hızlanması gereken tek şey o plan.” Başını sallayan Arslan abisinin konuşmaya devam etmesi için arkasına yaslandı. “Yıldırım sanırım konuşması gereken sensin.” Başını sallayan genç adam komutanına bedenini tamamını çevirmişti. Diğerleri ile göz göze gelmek bile istemiyordu.
“Komutanım aslında çok saçma gelişti. Ve kabul edeceğim bu bana olan güvensizliğiniz yüzünden olan hırsımdan dolayıydı bir yandan da.” Soru dolu bir ifadeyle ona bakan komutanına her şeyi en baştan anlattı. “O gün benim öğretmene karşı olan hislerim yüzünden görevimde başarısız olacağıma kanaat getirilmişti. Ama ben hazırdım. Siz bana o fırsatı vermediniz ve bu cidden benim gururumu zedeledi. Akşam Hilal komutanım ve Levent’in buluşması vardı. Her şey çok güzel geçmişti onlar için. Gece onlar arka bahçeye geçtiğinde bende bahçede sigara kaçmağı yapmak için okul tarafına gidip duvar dibinde sigaramı içip görünmeden içeriye geçecektim. Ama Nihal’in saklanarak komutanımı ve ağayı telefonla çektiğini görünce çok öfkelendim. Bende onu çekim yaparken kayıt altına aldım ve Albaya bunları anlattım. Hemen o gece. Ondan izin istedim ve o bana bu fırsatı verdi. Başardım üstelik, işimi ve hislerimi birbirine karıştırmadım hem. Nihal ile her gün konuşuyorum bundan zevk falanda almıyorum. Tam tersine ona cidden acıyorum. Farkında olmadan ona sürekli yardım ederken buluyorum kendimi ve inanın bana ona karşı hiçbir duygu barındırmıyorum.” Komutanına bakarak konuşsa bile herkese hitap edip her şey açıklığa kavuşturmuştu. “Size anlatmak istesem bile anlatamazdım. Bu tamamen Albay ve aramda olan bir görevdi. Ve gerekirse sizinle yollarımı bile ayırmamı istedi. Ve ben bunu başarmak için buna hazırdım.” Başını sallayan Binbaşı Metin diğerlerinde göz attığında hepsi hala çatık kaşlarla Yıldırma bakıyordu.
“Tamam herkes çıkıp hazırlansın. On beş dakikaya çıkıp Asiye’yi almamız lazım.” Herkes ayağa kalkıp selam vermiş, hızla odadan çıkmıştı. Gittikleri taraf aynıydı ama yan yana değillerdi. Yıldırım en arkadan onları takip ederken diğerleri sessizlik içinde ilerliyorlardı. Hepsinin aklı karışmış neyi nereye koyacaklarını bile bilmiyorlardı. Girdikleri odada sessizce hazırlandılar hiçbiri diğerinin yüzün bakamadı. Hilal gitmiş her şey başlamıştı. Sessiz bir yemin gibi, sessiz bir söz gibi, sessizlik içinde yemin etmişlerdi. Bu Bundan sonra her şey uğruna canını verecekleri vatanları içindi. Ve bugünden sonra ölmeye hazırlardı.
&&&
Levent uzandığı yatakta saatlerce dönüp durmuştu. Uyku ne, gözlerini bile uzun süre kapalı tutamamıştı. Aklı ve kalbi arasında ki savaş onu delirtiyordu. Her şeyi bırakıp sevgilisinin peşinden gitmek için yanıp tutuşuyordu. Yataktan doğrulttuğu bedenini pencerenin önüne zorlukla atmıştı. Nefes almakta zorlandığını hissettiğinde camı açıp başını dışarıya uzatmıştı. Derin birkaç nefes sonrası geri dönüp bir sigara yakıp geri gelmişti. Kollarını pencerenin pervazına yaslarken dudakları arasında duran sigaradan derin bir nefes almıştı.
“Bitmeyen günler.” Mırıltısı ile beraber ağır bir duman üflemişti. Tüm gün yatakta olduğundan sıkıldığını yeni fark ediyordu. Defalarca göz devirmiş ama ne yapacağına karar verememişti. Bir oflama sonrası başını serbest bırakmıştı. Kapıdan yükselen seslerle başını tekrar kaldırdığında içinde ki tüm sıkıntılar yok olmuştu. Dudağını kenarında oluşan gülümsemeyi silme zahmetine girmeden hızlı adamlarla aşağıya inmişti. Kapının önünde dikilen askerleri gördüğünde dudak kenarında olan gülümseme tüm yüzüne yayılmıştı. “Komutanım. Hoş geldiniz.” Başını sallayan komutan başını eve çevirdiğinde her zaman ki yerinde duran kadınla göz göze gelmişti.
“Asiye Şahin Koru. İfadeniz alınacak bizimle karakola geliyorsunuz.” Levent duyduğu kelimeler sonrası açık kalan ağzıyla Arslan’a dönmüştü.
“Cidden mi?” Levent’in sesinde ki kahkaha atmaya hazır ton hepsinin sırıtmasına neden olmuştu.
“Cidden sus çaktırma.” Muhammed dediği kelimeler sonrası arkasını dönüp gülüşünü bastırmak için uğraşmıştı.
“Ne ifadesi komutan?” Herkes tekrar ciddiyete boğulurken komutanlarının hareketiyle iki asker merdivenlere ilerliyordu.
“Zorluk çıkarmayın.” Kadının donuk ifadesinin altında ki öfkeyi hepsi sesinde hissetmişti.
“Ne zorluğu komutan? Geldiniz bir şey bile demiyorsunuz.” Binbaşı Metin sıkıntıyla derin bir nefes alırken Arslan onun zorlanmasına sırıtmıştı.
“Dedim sana Komutanım. Kadın bela.” Binbaşı kardeşine bakarken başını bıkmışlıkla salladı. Kadın hala yerinden kıpırdamıyor gelen askerlere öfkeli gözlerle bakmaya devam ediyordu.
“Asiye Hanım. Kahve ikram edilecekse biz ederiz size. Karakola gideceğiz. Bu kadar misafirperver olduğunuzu duymuştum. Lakin şua n onun sırası değil.” Binbaşının söylediği her kelimenin altında başka anlamlar vardı ve bunu sadece aşağıda duranlar anlıyordu.
“Ağamız. Neler oluyor?” Levent omuzları ile kollarını kaldırırken dudaklarını birbirine kenetledi.
“Valla bilmiyorum yenge. Ne yaptın da haberimiz yok.” Onun tavrı kadının öfkeyle solumasına neden olmuştu.
“Neler diyorsun ağam?”
“Ben bir şey demedim ki yenge. Sen evden bile çıkmıyorsun. Ne yapmış olabilirsin?” Levent’in meraklı bir ifadeyle attığı bakış kadını deliye çevirmişti.
“Ağam…”
“E gidelim yenge bakalım ne yapmışsın. Belki başın beladadır.” Kadının ağır adımlarla merdivenleri inmesini hepsi dikkatli bakışlarla izlemişti.
“Askerler size karakola kadar eşlik edecek. Umarım bugün ve sonrasında sizi rahat ettirebiliriz.” Binbaşının sakin sesi kadının yumruklarını sıkmasına neden olmuştu.
“Yenge, yenge ne yaptın sen?” Levent’in telaşlı sesi kadının kızarmasına neden olurken. Akerlerden birkaçı ağızlarını kapatıp gülüşlerini gizlemişti.
“Ağam ne yapmış olabilirim? Allah için yardım edin.” Hüzünlü gözlerle kadına yaklaşan levent kadının omzunu sıvazladı.
“Merak etme yenge. Amcama ben bakarım.” Arkasını dönüp götürülen kadının ardından ağzını açarak sessiz bir kahkaha atmıştı. “Arslan hey…” Köşede bekleyenlerin yanına hızla ilerlemişti. “Neler oluyor Allah için.” Heyecanlı sesi diğerlerininde kıkırdamasına neden olurken Arslan hızlı bir açıklama yapıp hareket etmeye başlamıştı.
“Bir ifadede adı geçti. Sorguya alınacak ve belli ki çok uzun süreli misafirimiz. Karakola gel sonra konuşuruz. Gidiyoruz asker.” Levent ona başını sallarken Arslan herkesi toplayıp araçlara ilerlemişti.
“Sıkıcı gün mü? Peh yani. Daha güzel gün var mı?” Keyifli hali etrafta dolananların aklını karıştırırken yanına yaklaşan Kadoya gülümsedi. “E Kado, bir kahve ne güzel olurdu şimdi.” Adamın gülümsemesine aynı şekilde karşılık verdi.
“Emriniz olur ağam. Hemen yaptırtıyorum.” Başını sallayan Levent çardağa ilerlerken baş köşeye rahatça serilmişti.
“Yemin ederim şimdi gerçekten başladılar. Hepinizi girdiğiniz deliklerden bir bir çıkarıp o kafalarınızı ezecekler.” Keyifle kabarırken oturduğu yerde bile rahat edemiyordu. Tekrar yanına gelen Kadonun oturması için işaret ederken keyifle söylenmeye devam etti. “Ulan Kado şu an hiç durmadan üç gün koşarım. Bak o kadar keyiflendim.” Levent’in kelimeleri adamın bile gülümsemesine neden olmuştu.
“Valla ağam yalan olmasın. Aynı şekilde bende.” Onun itirafına kahkaha atan Levent. Birkaç dakika sonra gelen kahvesini keyifle içmişti.
“Şu hâlde bile bu kadar keyiflendim. Neden biliyor musun? Çok az kalıyor işte böyle bunlar hemen bitecek bende karımın yanına daha hızlı gideceğim bu sayede.” Adamının gururlu gülümsemesi Levent’in daha bir kabarmasına neden olmuştu. “Hayransın dimi lan bana?” Dediği şeyden sonra attığı kahkahası bahçede yankılanmıştı. “Neyse oyalanmadan içeyimde karakola gidelim. Daha neler olmuş ayrıntılı öğrenmeme lazım.” Kahvesini hızla yudumlamaya başlarken Kado ona sadece başıyla kısa bir onay vermişti.
…………………….
…………………………….

…………………………………………
Bir sonra ki bölümde görüşmek üzere. Saygıyla ve sevgiyle kalın.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |